YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL MENÜ

DERGİLER

Ay Seçiniz
category
6574cf376d9f4
0
0
6401,171,6356,117,28,27,170,98,3,144,26,4,145,113,17,6330,1,110,12
Loading....

TOPLAM ZİYARETÇİLERİMİZ

Our Visitor

2 0 7 3 3 4
Bugün : 11622
Dün : 9984
Bu ay : 110537
Geçen ay : 302569
Toplam : 21353519
IP'niz : 18.205.26.39

SON YORUMLAR

Son Yorumlar

YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL YAZILAR

YENİ ÇIKAN KİTAPLARIMIZ

ADİL DÜNYA YAYINEVİ

Tel-Faks:

0212 438 40 40

0543 289 81 58

0532 660 12 79

Atatürk’ün “Din Karşıtı!” Olduğunu Savunan: İSLAMCILARIN, ULUSALCILARIN VE SAĞCILARIN KAYPAK AYARLARI VE ORTAK AMAÇLARI

 

Atatürk’ün “Din Karşıtı!” Olduğunu Savunan:

İSLAMCILARIN, ULUSALCILARIN VE SAĞCILARIN

KAYPAK AYARLARI VE ORTAK AMAÇLARI

         

Mustafa Kemal’in bize emanet ettiği bu Devleti, Cumhuriyeti… Akıl ve bilim dayanaklı, Kur’an ve Sünnet kaynaklı gerçek ve örnek bir İslam düşüncesini… Çağdaş medeniyet ufkunu da aşacak milli ve insani kalkınma modelini ve adil bir düzen idealini; doğru anlamak, uygun yorumlamak ve doyurucu bir konsensüsle mirasına sahip çıkmak yerine, O’nu gâh faşist ve despotik saplantıların, gâh Darwinist ve komünist safsataların öncüsü gibi gösterme çabaları, Atatürk’e ve Türkiye’ye yapılacak en büyük kötülük sayılmalıdır. Elbette O da bir insandır; düşünce ve devrimlerinde yanıldığı noktalar vardır. Aşırıya kaçtığı veya noksan bıraktığı durumlar olacaktır. İçinde bulunduğu zor şartlardaki, Siyonist ve emperyalist odakların çok yönlü kuşatmasını kırma çabaları sırasındaki kararlarında bazı hatalar yapması ve yanılması gayet doğaldır. Hatta bunların bir kısmının kendisi de farkına varmış, düzeltmeye çalışmış ve bu konuda samimi itiraflardan sakınmamıştır.

Bu arada; bizi asıl ilgilendiren Atatürk’ün şahsi hayatı ve hataları değil; O’nun çok özel yetenekler ve özverili gayretlerle başarıp emanet bıraktığı Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve kurumları, hedeflediği ve ulaşmamızı vasiyet ettiği yüksek ufuklardır.

İşte Atatürk’ün; din ve imanla, ahlâk ve maneviyatla, Kur’an’a ve Resulüllah’a bakış açısıyla ilgili gerçek samimi ve hatta resmi görüşleri aşağıda sunulacaktır ve bunlar en sağlam kaynaklardan alınmıştır. Bunların tam aksine:

a) Ankara’da görev yapmış bazı büyükelçilerin…

b) Bir vesileyle Atatürk’le görüşmüş yabancı gazetecilerin…

c) Türkiye’de kalmış ve Atatürk’le tanışma imkânı yakalamış bazı diplomatların tuttuğu hatıra defterlerinin…

d) Atatürk’ün kendilerine mektup yazdığı iddia edilen kişilerin bazı ifadelerinin…

e) Veya Atatürk’le özel sohbetlerinde duyduklarını söyleyenlerin… Atatürk’ten imanla, İslam’la, Kur’an’la ve Resulüllah’la ilgili nakledilen ve aşağıda belirtilen görüşlerle çelişen beyanlarına itimat ve itibar edilmesi yanlıştır. Çünkü:

1- Bu yabancı ve çoğu Siyonist ve emperyalist kafalı kişilerin, Atatürk’ü dinsiz gösterme çabaları sırıtmaktadır.

2- Hatıra defterlerinde ve günlüklerde tarih, gün ve hatta saatler bile kaydedilirken, Atatürk’le görüştüklerini söyleyen ve Dine aykırı ifadelerini nakleden yabancı diplomat ve gazetecilerin bu aktarımlarında; bırakın gün ve saatleri, hatta ayları ve yılları bile yazılmamıştır. Eğer yazılsaydı, o gün ve o saatte Atatürk’ün nerede bulunduğu saptanacak ve yalanları ortaya çıkacaktı.

3- Bu tür nakillerin;

a) Yanlış anlaşılma,

b) Noksan anlatılma,

c) Kendi yorumunu katma,

d) Gerçekleri kelime oyunlarıyla çarpıtma durumları yanında…

e) Kendi hedefleri ve ideolojileri doğrultusunda bir Atatürk imajı oluşturma amaçları taşıdığı asla unutulmamalıdır.

Bu tür çarpıtma ve uydurmaları anlamak için şu soru anahtar konumundadır:

“Din düşmanı, İslam karşıtı ve maneviyat inkârcısı” bir Atatürk imajı kimlerin işine yarayacaktır? Bundan aziz milletimiz, ülkemiz ve devletimiz mi kârlı çıkacak… Yoksa dış güçlerle, onların sağcı, solcu ve İslamcı işbirlikçileri mi nemalanacaktır?

En sağlam kaynaklardan alıntılarla aktardığımız bu inanç ve maneviyatla ilgili kanaatlerine aykırı olarak; hâşâ İslam’ı “Arap hurafesi”, Kur’an’ı “Muhammed düzmecesi”, Allah’ı ve maneviyatı “akıl ve bilimin reddettiği”, Dini “gericilik sebebi” sayan bir Atatürk; aşağıda paylaştığımız görüşlerinde münafıklık ve sahtekârlık mı yapmaktaydı? Kendi samimi düşüncelerini halkımıza anlatmaktan sakınacak kadar korkak ve kaypak bir insan mıydı? Hayatı boyunca riyakârlığa ve yaranmacılığa asla tenezzül etmemiş bir şahsiyeti “İslam’ı bitirmek ve insanımızı dinsizleştirmek için çabalamakla” suçlamak nasıl bir iz’ansızlık ve insafsızlıktı.

 Lütfen dikkat buyurun! Hem İslamcıların en sivri takımı… Hem ulusalcıların en sinsi tabakası… Hem Batıcı sağcıların en keskin adamları… Evet, hepsi birden niye acaba Atatürk’ü Dinsiz gösterme çabasındaydı?

İşte Atatürk’ün Din Anlayışı ve İslam’a Bakışı

“Biz biliriz ki Allah, Dünya üzerinde yarattığı bu kadar nimetleri, bu kadar güzellikleri insanlar istifade etsin, varlık (refah ve huzur) içinde yaşasınlar diye yaratmıştır. Ve azami derecede faydalanabilmek için de bugün, kâinattaki her şeyden esirgediği zekâyı ve aklı sadece insanlara vermiştir.”[1]

“Biz ne Bolşevik’iz ne de komünist: Ne biri ne diğeri olamayız. Türkler milliyetperver ve dinlerine hürmetkâr bir millettir. Bizim hükümet şeklimiz tam bir demokrat hükümetidir.” “Bizi yanlış yola sevk eden habisler, biliniz ki çok kere din perdesine bürünmüşlerdir.” “Bizim dinimiz en tabii ve makul dindir. Ve ancak bundan dolayıdır ki son din olmuştur. Bir dinin tabii olması için akla, fenne, ilme ve mantığa uygun olması lâzımdır. Bizim dinimiz bunlara tamamen uygundur.”[2]

“Bizim dinimiz hiçbir vakit kadınların, erkeklerden geri kalmasını talep etmemiştir. Allah’ın emrettiği şey; kadın ve erkek beraber olarak ilim ve kültür edinmeleridir. Kadın ve erkek, bu ilim ve kültürü aramak ve nerede olursa oraya gitmek ve onunla dolu olmak zorundadır. İslam ve Türk tarihi tetkik edilirse görülür ki bugün kendimizi bir türlü kayıtlara bağlı zannettiğimiz şeyler yoktur. Türk sosyal hayatında kadınlar ilim, kültür ve diğer hususlarda erkeklerden katiyen geri kalmamışlardır. Belki daha ileriye gitmişlerdir.” “Bizim dinimiz milletimize aşağılık, miskin ve hor görülmeyi tavsiye etmez. Aksine Allah da Peygamber de insanların ve milletlerin yücelik ve şereflerini muhafaza etmelerini emreder.”[3]

“Türk milleti daha dindar olmalıdır. Yani bütün sadeliğiyle (İslam’ın orijinal haliyle) dindar olmalıdır demek istiyorum. Dinimize, bizzat hakikate nasıl inanıyorsam buna da öyle inanıyorum. (Çünkü Dinimiz) Şuura muhalif, ilerlemeye engel hiçbir şey ihtiva etmiyor. Hâlbuki Türkiye’ye istiklâlini veren bu Türk milleti içinde; daha karışık, sun’î, bâtıl itikatlardan ibaret farklı bir din daha vardır. Fakat bunları benimsemiş olan cahiller, acizler, sırası gelince tenevvür edeceklerdir. (Aydınlanıp gerçek İslam’ı öğreneceklerdir.) Onlar ziyaya takarrüp etmezlerse (İslam’ın nuruna yanaşmazlar ise) kendilerini mahv ve mahkûm etmişler demektir. Onları kurtaracağız.” (11 Şubat 1924, Tanin gazetesi)[4]

“Büyük dinimiz çalışmayanın insanlıkla hiç ilgisi olmadığını bildiriyor. Bazı kimseler çağdaş olmayı kâfir olmak sayıyorlar. Asıl küfür onların bu zannıdır. Bu yanlış tefsiri yapanların maksadı, İslâmların kâfirlere esir olmasını istemek değil de nedir? Her sarıklıyı hoca sanmayın, hoca olmak sarıkla değil, dimağladır.”[5]

“Din, bir vicdan meselesidir. Herkes vicdanın emrine uymakta serbesttir. Biz dine saygı gösteririz. Düşünce ve tefekküre karşı değiliz. Biz sadece din işlerini, millet ve devlet işleriyle karıştırmamaya (istismarcılık yapmamaya) çalışıyoruz, kasde ve fiile dayanan bağnaz hareketlerden sakınıyoruz. Gericilere fırsat vermeyeceğiz.” “Din lüzumlu bir müessesedir. Dinsiz milletlerin devamına imkân yoktur. Yalnız şurası var ki din, (her şeyden önce) Allah ile kul arasındaki bağlılıktır. Softa sınıfının din simsarlığına müsaade edilmemelidir. Dinden maddi menfaat temin edenler, iğrenç kimselerdir. İşte biz, bu vaziyete muhalifiz ve buna müsaade etmiyoruz…” (1930)[6]

“Din vardır ve elbette lâzımdır. Temeli çok sağlam bir dinimiz vardır. Malzemesi iyi ve sağlamdır; fakat bina, uzun asırlardır ihmale uğramıştır. Harçlar döküldükçe, yeni harç yapıp binayı takviye etmek lüzumu hissedilmemiş ve dikkate alınmamıştır. Aksine olarak birçok yabancı unsurlar karışmış, zoraki –tefsirler, hurafeler– binayı daha fazla hırpalamıştır. Bugün bu yıpranmış binaya dokunulamaz, (gerçek temelleri esas alınıp) tamir de yapılmazsa zamanla çatlaklar derinleşecek ve sağlam temeller üstünde (sarih (açık ve net) ayetler, sahih (gerçek ve sağlam) hadisler istikametinde, ama çağdaş ihtiyaçları giderici mahiyette) yeni bir bina kurmak lüzumu hâsıl olacaktır.” “Din ve mezhep hiçbir zaman politika aleti olarak kullanılamaz.” “Dinimizin tavsiye ettiği tesettür hem hayata hem fazilete uygundur. Kadınlarımız, şeriatın tavsiyesi, dinin emri mucibince tesettür etselerdi ne o kadar kapanacaklar, ne o kadar açılacaklardı. (Bu durumda) Tesettür-ü şer’i (şeriatın örtünme emri) kadınlar için mûcib-i müşkilat (sıkıntı kaynağı) olmayacak, kadınların hayât-i mâişette ve hayât-ı içtimâîyede, hayât-ı iktisâdiyede, hayât-ı mâişette ve hayât-ı ilimde erkeklerle teşrîk-i faaliyet etmesine mâni bulunmayacak bir şekl-i basittedir. Bu şekl-i basit (sade ve kolay şekli), heyet-i içtimâiyemizin ahlâk ve adabına da mugayir (aykırı) değildir.”[7] diyen bir Atatürk’ü anlamayan ya ahmaktır ya da şeytanlık yapmaktadır.

“Efendiler… Camiler itaat ve ibadet ile beraber din ve dünya için neler yapılmak lâzım geldiğini düşünmek, danışmak için yapılmıştır. Millet işlerinde her kişinin zihninin başlı başına çalışması lâzımdır. İşte biz de burada din ve dünya için geleceğimiz ve istiklalimiz için ve en çok millî egemenliğimiz için neler düşündüğümüzü meydana koyalım. Ben yalnız kendi düşüncelerimi söylemek istemiyorum. Hepinizin düşündüklerini anlatmak istiyorum. Millî ülküler, millî irade yalnız şahsın düşünmesinden değil, tüm millet fertlerinin ülkülerinin toplamıyla yaratılır…” “Efendiler; camiler ve mukaddes minberleri halkın ruhani, ahlâkî gıdalarına en alî, en feyyaz membalarıdır. Binaenaleyh camilerin, mescitlerin minberlerinden tenvir ve irşat edilecek kıymetli hutbelerin muhteviyatının halka ittilâ imkânını temin, Şer’iye Vekâlet-i Celîlesi’nin mühim bir vazifesidir. Minberlerden halkın anlayabileceği lisanla onların ruh ve dimağlarına hitap olunmakla Ehl-i İslâm’ın vücudu canlanır, dimağı saflanır, imanı kuvvetlenir; kalbi cesaret bulur. Fakat buna nazaran hutebât-ı kirâmın (muhterem hatiplerin) haiz olmaları lâzım gelen evsâf-ı ilmiye, liyâkat-ı mahsûsa ve ahvâl-i âleme vukuf (dünyanın gidişatından ve sorunlarından haberdar olmak) hâiz-i ehemmiyettir.”[8]

“Bizim kadın hayatımızda kadının tarz-ı telebbüsünde (örtünme tarzında) teceddüt (yenilik) yapmak meselesi mevzu-u bahs değildir. Milletimizde bu hususta yeni şeyleri bellettirmek mecburiyeti karşısında değiliz. Belki ancak dinimizde, milletimizde, tarihimizde zaten mevcut olan âdât-ı mergûbeye intizâm-ı cereyan vermek (rağbet edilen geleneklere bir çekidüzen vermek), mevzu-u bahs olabilir. Biz bağlı başımıza, kendi arzumuza, kendi terbiye ve seviyemize göre istediğiniz kıyafeti ihtiyar eyleyebiliriz. Ancak bütün milletin şâyân-i kabul göreceği şekilleri, bütün milletin hayatında kabiliyet-i tatbîkiyesi olan kıyafetlere herhâlde temâyülât-ı umûmiyede (toplumun genel adet ve kabulünde) aramak ve o şekillerin muvaffakiyetini temâyülât-ı umûmiyeye tevafukta (genel tercihlere uygunlukta) görmek lâzımdır.”[9]

“Kasaba ve şehirde ecânibin (yabancıların) nazar-ı dikkati en çok şekl-i tesettür üzerinde tesebbüt ediyor (yoğunlaşıyor). Buna bakanlar, kadınlarımızın hiçbir şey görmediklerini zannediyor. Mamafih, îcâb-ı din olan tesettür, kısaca ifade etmek lâzım gelirse denebilir ki, kadınların külfetini mucip ve muhalif-i adap olmayacak şekl-i basitte olmalıdır. (Yani örtünme; kadınlarımıza zahmet ve sıkıntı oluşturmadan ve ahlâka muhalif olmadan, sade ve uygun bulunmalıdır.) Şekl-i tesettür, kadını günlük hayatından ve varlık amacından tecrit edecek bir şekilde olmamalıdır. Bu konuda son söz olarak diyorum ki, bizi analarımızın adam etmesi lâzım idi, zaten onlar edebildikleri kadar etmişlerdir. Fakat bugünkü seviyemiz, bugünkü îcâbât ve ihtiyâcât-ı esasiyeye gayrıkâfidir. Artık başka zihniyette, başka olgun düşüncede adamlara muhtacız. Bunları yetiştirecek olan, bundan sonraki validelerdir. Bu maruzatımın istiklâlini, şerefini, hayat ve mevcudiyetini temin ve idame edecek, bunları umde (prensip) bilecek insanların yeni Türkiye Devleti’nin esaslarından birini teşkil etmesi lâzımdır ve inşallah edecektir.”[10]

“Âhiren (devamında) Kur’an’ın tercüme edilmesini emrettim. Bu da ilk defa olarak Türkçeye tercüme ediliyor. Hz. Muhammed’in hayatına ait bir kitabın tercüme edilmesi için de emir verdim. Ki; halk, tekerrür etmekte (şuursuzca tekrarlanıp durmakta) olan bir şeyin (gerçekte hakikaten) mevcut olduğuna ve din ricalinin (bazı din adamlarının) derdinin sadece kendi karınlarını doyurup başka bir (gayeleri ve) işleri olmadığını bilsinler.”[11]

“Ben, (bazı sahtekârlar ve din istismarcıları gibi) manevî miras olarak hiçbir ayet, hiçbir dogma, hiçbir donmuş ve kalıplaşmış kural bırakmıyorum. (Bunların hakikati İslam’da ve Kur’an’da zaten vardır. Benim sözlerimi ve işlerimi dogma gibi kutsallaştıranlar yanlış yapmaktadır.) Benim manevi mirasım ilim ve akıldır. Benden sonrakiler, bizim aşmak zorunda olduğumuz çetin ve köklü zorluklar karşısında belki gayelere tamamen erişemediğimizi, fakat asla taviz vermediğimizi, akıl ve ilmi rehber edindiğimizi tasdik edeceklerdir. Benim Türk milleti için yapmak istediklerim ve başarmaya çalıştıklarım ortadadır. Benden sonra beni benimsemek isteyenler, bu temel eksen üzerinde akıl ve ilmin rehberliğini kabul ederlerse, manevî mirasçılarım olurlar.” (1933, Cumhuriyet Bayramı açılış konuşmasından.)

“En son duam şudur ki, istekleri gerçekleştiren Büyük Allah, sevdiği Hz. Muhammed hürmetine bu kutsal vatanın sahibi ve savunucusu, kıyamete kadar Hz. Muhammed’in dininin en sadık koruyucusu olan necip milletimiz ile, saltanat ve yüce hilâfeti (Bağımsız bir yönetimi ve Dünya İslam Liderliğini) korusun ve mukaddesatımızı düşünmekle sorumlu olan heyetimizi başarılı kılsın! Amin.”[12]

“Ey arkadaşlar! Tanrı birdir, büyüktür, tarih boyunca ilâhî takdirin tezahürlerine bakarak diyebiliriz ki, insanlar iki sınıfta, iki çağda incelenebilir: İlk çağ; insanlığın çocukluk ve gençlik çağı, ikinci çağ; insanlığın erginlik ve olgunluk çağıdır. İnsanlık bu birinci çağda, tıpkı bir çocuk gibi, tıpkı bir genç gibi yakından ve maddi vasıtalarla kendisiyle ilgilenilmeyi (yani Allah’ın Resulleri aracılığıyla eğitilip yönlendirilmeyi) gerekli görmektedir. Allah, kullarının gerekli olan olgunluk noktasına ulaşmasına kadar, içlerinden vasıtalarla (Peygamberler yoluyla) kullarıyla ilgilenmeyi ilâhî gereklilik saymıştır. Onlara Hz. Adem’den itibaren kaydedilmiş, kaydedilmemiş sonsuz denecek kadar çok peygamber ve elçi göndermiştir. Fakat Peygamberimiz aracılığıyla insanlığa (Hakkı-Bâtılı, Doğruyu-Yanlışı, Yararlıyı-Zararlıyı öğretmek üzere yeni Nebi ve Kitap gönderip) en son dinî ve medenî hakikatleri verdikten sonra, artık insanlıkla aracı yoluyla temasta bulunmaya (ve yeni bir peygamber yollamaya) gerek görmemiştir. İnsanlığın anlama derecesi, aydınlanma ve olgunlaşması her kulun doğrudan doğruya (Kur’an’la ve Resulüllah’la) ilâhî ilhamlarla temas yeteneğine ulaştığını kabul buyurmuştur. Bu sebepledir ki Hz. Peygamber, peygamberlerin sonuncusu olmuştur ve (Allah’tan getirdiği) kitabı (Kur’an), en mükemmel kitaptır.”[13]

“Ey millet, Allah birdir, şanı büyüktür. Allah’ın selâmeti, atıfeti ve hayrı üzerinize olsun. Peygamberimiz Efendimiz Hazretleri, Cenab-ı Hak tarafından insanlara hakayık-ı dînîyeyi tebliğe memur ve resul olmuştur. Kanûn-i Esâsî’si cümlemizce malumdur ki, Kur’ân-ı Azîmüşşan’daki husustur. İnsanlara feyz ruhu vermiş olan dinimiz, son [Hak] dindir. Ekmel tevafuk ve tetabuk ediyor. Eğer akla, mantığa ve hakikate tevafuk etmemiş olsaydı, bununla diğer kavânîn-i ilâhiye beyninde tezat olması icap ederdi. Çünkü bilcümle kavânîn-i kevniyeyi yapan Cenab-ı Hak’tır.”[14]

“Her fert istediğini düşünmek, istediğine inanmak, kendine mahsus siyasî bir fikre sahip olmak, seçtiği bir dinin icaplarını yapmak veya yapmamak hak ve hürriyetine sahiptir. Kimsenin fikrine ve vicdanına hâkim olunamaz.”

“İslâm dinini, yüzyıllardan beri alışageldiği üzere bir siyaset aracı durumundan uzaklaştırmak ve yüceltmek gerekli olduğu gerçeğini görüyoruz. Kutsal ve ilahi inançlarımızı ve vicdani değerlerimizi, karanlık ve kararsız olan ve her türlü menfaat ve ihtiraslara görünüş sahnesi olan siyasetlerden ve siyasetin bütün kısımlarından bir an önce ve kesin olarak kurtarmak, milletin dünyevi ve zührevi mutluluğunun emrettiği bir zarurettir. Ancak bu suretle İslam dininin yüceliği belirir.”[15]

“İslamiyet’in ilk parlak devirlerinde mazi mahsulü (cahiliye ürünü) olan sakim (bayağı ve aşağı) âdetler bir zaman için kendini göstermeye, nüfuz ikame etmeye muktedir olmamışsa da, daha sonraları İslâm hakâyıkına temessük, İslâm esaslarına tevfik-ı hareket etmekten ziyade, mazinin (cahiliye dönemlerinin) miraslarından olan bozuk âdet ve itikadları, dine karıştırmaya başlamışlardır. Bu yüzden İslâm cemiyetlerine dahil birtakım kavimler, İslâm oldukları halde sükûta, sefalete, inhitata (çöküşe ve dağılmaya) maruz kalmışlardır. Mazilerinin bâtıl itiyad ve itikadlarıyla İslamiyet’i teşrik ettikleri (karıştırdıkları) ve bu suretle hakikat-ı İslâmiye’den uzaklaştıkları için, kendilerini düşmanlarının esiri yapmışlardır.”

“…Mazhar-ı nübüvvet ve risalet olan Efendimiz… (İnsanlığın muallimidir!)” (Atatürk’ün Muhammed’e yönelik övgülü ve saygılı hitabı.)[16]

“Zamanında çok kitaplar karıştırdım. “Hayat” hakkında filozofların ne dediklerini anlamaya çalıştım. Bir kısmı her şeyi karamsar görüyordu. “Mademki hiçiz ve sıfıra varacağız, dünyadaki geçici ömür sırasında sevinç ve mutluluğa yer bulunmaz” diyorlardı. Başka kitaplar da okudum, bunları daha akıllı adamlar yazmışlardı. Diyorlardı ki: “Mademki sonu nasıl olsa sıfırdır, hiç olmazsa yaşadığımız sürece neşeli ve verimli olalım.” Ben kendi karakterim bakımından ikinci hayat görüşünü beğeniyorum, fakat şu sınırlar içinde: Bütün insanlığın varlığını kendi şahıslarında gören adamlar zavallıdır. Besbelli ki, o adam birey sıfatı ve benlik davası ile yok olacaktır. Herhangi bir kişinin, yaşadıkça memnun ve mutlu olması için gereken şey; sadece kendisi için değil, kendisinden sonra gelecekler için çalışmaktır. İnançlı ve anlayışlı bir adam, ancak bu şekilde hareket edebilir. Hayatta tam zevk ve mutluluk, ancak gelecek nesillerin şerefi, varlığı, mutluluğu için çalışmakta bulunabilir…”[17]

Mustafa Kemal Atatürk’ün, Diyanet İşleri Başkanı Rıfat Börekçi’ye bir hutbe kitabı hazırlattığını Milli Çözüm Dergisi’nde 15 yıl önce yazmıştık. Bu kitaptaki bütün hutbeler oldukça önemli ve etkileyicidir. Özellikle namazla alâkalı olan 9’uncu ve 10’uncu hutbelerde şu gerçekler dile getirilmektedir:

“Bilmiş olun ki, bu dünyada her kötülük, Allah’ı unutmaktan çıkar. Her türlü fenalık, Cenab-ı Hakkı düşünmemekten ileri gelir. Allah’ını unutandan korkulur… İnsanoğlu bir kere Mevlâ’sını unutmasın, artık bir daha onun önüne geçilmez. Öyle bir insan kendi keyfinden, kendi çıkarından başka bir şey düşünmez. Hak gözetmez, hukuk tanımaz. Başkalarının kârını, zararını aklına bile getirmez… İnsanların bu hale gelmemesi için herkese Allah’ını unutturmamak, herkesin göğsüne adeta bir bekçi koymak lazımdır. Bu da olsa olsa ancak namazla gerçekleşebilir. Çünkü namaz, insanın kötülük yapmasına engel olur. Namaz insana Mevla’sını unutturmaz. Namaz insanı çeker çevirir. Biraz düşünüp kendine getirir… Namaz insanı Hakkın divanına sokar. Daha doğrusu her zaman Allah’ın huzurunda bulunduğunu insanın zihnine koyar. Yirmi dört saatte hiç olmazsa beş kere dünya işlerini bırakıp Allah’ın divanına durmak az şey değildir… Böylece sürekli Mevla’sını unutmayan kimse asla kötülük yapamaz. Böyle bir kimseye dünyanın hazineleri bile bırakılsa hıyanet etmesi, ona el sürmesi mümkün değildir. Çünkü o daima huzurda bulunur. O daima kendini Allah ile görür… Artık böyle olan kimse, bir kere böyle dereceyi bulan kimse, âlemin malına, canına, ırzına, namusuna hiç göz diker mi? Hiç böyle fena şeylere tenezzül eder mi? Hiç öyle adilikleri kendine yakıştırır mı?… Namazın ne olduğunu bilmeyenler, işin manevi zevkine iyice eremeyenler, namazı sadece yatıp kalkmaktan ibaret sanıyorlar… Bilmiyorlar ki namaz, insanı melekler makamına ulaştırır. Namaz, insanı Mevla’sı ile birlikte olmayı yani manevi miracı sağlamaktadır. Dünyada bundan daha büyük bir ibadet olamaz. Dünyada bundan daha büyük gönül sefası bulunamaz… Müezzin, ‘Allahüekber” dediği zaman, hemen kendinize gelin. Elinizi, eteğinizi dünyadan çekin. O sırada iş, uyku, sıcak-soğuk demeyin, hemen namaza kalkın… Hiçbir şekilde namazınızı geçirmemeye gayret edin. Elinizden gelen itinayı gösterin, öyle baştan savma namaz kılmayın. Kalıbınızı secdede bırakıp aklınızı ve fikrinizi orada burada dolaştırmayın. Sadece vücudunuza değil, gönlünüze de namaz kıldırın…Gönülsüz ve şuursuz kılınan namazın faydası olmaz. Öyle kılınan bir namaz, insanı Allah’ın huzuruna çıkaramaz. Bir insan kırk yıl böyle namaz kılsa, ne gönlü yumuşar, ne ahlâkı olgunlaşır, ne de ruhu zevk alır… Bunun için ne yaptığınızı bilerek, kimin divanına varmak istediğinizi düşünerek namaza durun. Eğer böyle yaparsanız, namazı böyle kılarsanız, hiç şüphe etmeyin ki gökleri aşar, melekleri geçmeyi başarırsınız… Namaz kılarken; hiç olmazsa bir anlık Allah ile bir olup nefsinizi ve kötülüklerinizi unutursunuz. İşte bu da sizin Miracınızdır. Ne mutlu namazı böyle bilip, böyle kılanlara. Yazıklar olsun Rahman’a secde etmeyip Mevla’sını unutanlara!?… Bir mü’min riyadan ve gösterişten uzak, adabını ve şartlarını yerine getirerek, boynu bükük bir halde ihlâs ve samimiyet içinde namazına devam ederse, kalbinde zikrullah nurları parlamaya başlar. Kalbinde Allah korkusu ve vicdan duygusu oluşur… Kendisinde yüksek duygular ve manevi sorumluluklar meydana gelir. Böyle bir mü’min kendisini yaratan yüce Allah’a isyan edemez. Böyle bir mü’min birtakım kötülüklere, ahlâk dışı şeylere niyet edemez. Namazın verdiği manevi mutluluk onun için bir kurtuluş rehberi olur. Onu Hak yoluna, fazilet sahasına götürür. Bunun için namaz Allah’ı anmaktır. Yani Allah’ı zikirden ibarettir… Namaz, şükrün bütün çeşitlerini içine alan bir ibadettir.”[18]

Şimdi Atatürk’ün; dönemin Diyanet İşleri Başkanı Rıfat Börekçi’ye hazırlattığı bu hutbe kitabını; görmediğini ve incelemediğini iddia etmek ahmaklıktır. Tam aksine Atatürk bu hutbe kitabını kesinlikle gözden geçirmiş ve benimsediğini ilgili makamlara iletmiştir ki, basılmış ve camilerimizde okunmaya başlanmıştır. Bu yüksek şuur ve gerçek huzur hutbelerini yazdıran ve okutan bir Zatı, tutup da din düşmanı göstermek ancak şeytanilerin ve şer güçlerin işine yarayacaktır.

İşte bu Atatürk’ü 30 Ağustos hutbesinde hiç anmamak;

“Evet, misli görülmemiş bir nankörlük ve inkârdır. İnsafsızca, kabaca, pervasızca bir haksızlıktır. Hakkaniyetsizliğin, hamiyetsizliğin, kadir kıymet bilmezliğin doruk noktasıdır. Süleymaniye’yi Mimar Sinan’sız anmaktan ve anlatmaktan farksız ve insafsız bir yaklaşımdır. Kapı gibi sağlam bir hakikatin, cüretkârca ve cüce kafalarca örtülmeye çalışılmasıdır, yani münafıklıktır. Vicdansızca hakkı teslim etmeye yanaşmamak, nankörlükte bile haddini aşmaktır. Bu talihsiz ve terbiyesiz tavır; İstanbul’u Fatih fethetmemiş gibi yapmakla, güya bir saat fethi anlatıp bir kere olsun Fatih’i anmamakla eşdeğer bir saçmalıktır. Bu tavır, saklanmaz bir gerçeği, zavallıca saklama çabasıdır. Bu tavır, tarihle dalga geçmeye kalkışmak, ama o dalgaların içinde boğulmaktır. Hem de O’nun Genelkurmay Başkanlığı’yla aynı günde kurduğu ve büyük imkânlar sunduğu bir Teşkilatın böylesine bir nankörlüğe ve kadir bilmezliğe kalkışmasına ses çıkarmayanlar, hatta kılıf uyduranlar da bu suça ortaktır. Vallahi ayıptır, yazıktır, günahtır!”[19]

Diyanet’in Atatürk’süz 30 Ağustos Hutbesi’ne benzer Saadet Partisi’nin “Erbakan’sız İslam Birliği Kongresi!” aynı nankörlük marazını yansıtmaktaydı!

Atatürk’ün; “Benim manevi mirasım ilim ve akıldır.” tavsiye ve temennisine de uygun olarak: 1- Aklı selimi, 2- Müspet bilimi, 3- Tarihi deneyim ve birikimi, 4- Vicdani kanaati ve insani gereksinimi, 5- Dini ve ahlâki değerlerimizi esas alarak, temel insan haklarına ve evrensel hukuka uygun Milli ve Adil yeni bir Düzen programı hazırlayan Erbakan’dır.

14 Eylül 2019’da Ankara’da toplanan İslam Birliği Kongresi sunumlarında; ne Oğuzhan Asiltürk’ün ne Temel Karamollaoğlu’nun, ne de Hasan Bitmez’in konuşmaları arasında bir kere olsun Rahmetli Erbakan Hocamızı ağızlarına almamaları; (15 Eylül 2019 tarihli Milli Gazete’nin 1. ve 2. sayfalarında hiç rastlayamadık) Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Atatürk’süz 30 Ağustos Hutbesi’yle aynı marazlı mantığı yansıtmaktaydı.

Temel Karamollaoğlu “Asıl sorunumuz, ırkçı emperyalizmin güçlü olması değil, bizim içinde bulunduğumuz dağınıklık ve acziyettir” diyor, ama bunun tek çaresinin ve gerçek reçetesinin, Erbakan Hocamızın; Rusya, Çin, Hindistan, Venezuela ve Brezilya gibi ülkeleri ve mazlum milletleri de kapsayıp kucaklayacak şekilde:

1- İslam Birleşmiş Milletler Teşkilatı’nın,

2- İslam Ortak Pazarı’nın,

3- İslam Ortak Dinarı’nın,

4- İslam Savunma Paktı’nın,

5- İslam Eğitim, Bilim, Kültür ve Teknoloji Kurumları’nın oluşturulması hem Atatürk’ün arzu ve amaçlarına uygun bulunmaktadır hem de Türkiye’nin ağırlık ve saygınlık kazanmasına yol açacaktır. Yani, Türkiye onurlu bir tavırla hem mevcut ittifaklarını korumalı hem Rusya ve Çin gibi ülkelerle yeni irtibatlar kurmalı, hem de İslam ülkelerinin emperyalizmin kıskacından kurtulmalarına öncülük yapmalıdır. Bunları hayalcilik sanmak kendi özümüze ve potansiyel gücümüze güven duymamaktır.

Filistin İmar Kurulu Başkanı Allen Bilal’in: “İslam ülkelerindeki siyasi faaliyetlerin (partilerin ve hükümetlerin) Filistin konusunda yetersiz kaldıklarını” söylemesine rağmen bile, Erbakan Hoca’yı ve tarihi atılımlarını hatırlatan çıkmamıştı.

Mustafa Kemal’in “İslam Birliği” arzuları ve Doğu Perinçek’in çarpıtma çabaları!

Mustafa Kemal, daha Harbiye sıralarındayken, Osmanlı devletinin dağılacağını ve Türklerin çoğunluk olduğu topraklarda bir millî devlet kuracaklarını sezmeye başlamıştı. Atatürk, bu tasarımını 1937 yılında güncelleyerek Ankara’da konuğu olan Suriye Başvekili Cemil Mardam’a da açmıştı: “Balkan Harbi sonunda Gelibolu’daydım. Ben Talat Paşa’ya teklif ettim. ‘Suriye’ye, Irak’a istiklal veriniz’ dedim. Talat Paşa: ‘Bunu başkasına söyleme, seni asarlar’ dedi. Fakat yapılacak şey bu idi.”[20] Hayat, devrimci zabit Mustafa Kemal’i haklı çıkardı. Birinci Dünya Savaşı sonunda, Türklerin çoğunluk olduğu topraklar bile işgal altına alınmıştı. Bu koşullarda, artık Türkiye’nin önünde, millî devlet programı vardı. Mustafa Kemal Paşa, Misakı Millî’nin kabul edilmesinden 11 gün önce, 17 Ocak 1920 günü, Erzurum ve Sivas Kongrelerinden beri saptanan Arap topraklarının, Araplara ait olduğu kararını bir kez daha vurguladı. Aynı dersi, başka bir tecrübeden geçerek, Arap halkları da yaşamıştır. Suriye ve Irak’ın önde gelenleri, savaş sırasında emperyalistlerin yardımıyla bağımsızlıklarına kavuşma umuduna kapılmışlardı. Ancak 1918 sonrasında, İngiliz ve Fransız emperyalistlerinin işgalini yaşadıktan sonra, yeniden Türkiye’ye sığınmışlardı. Mustafa Kemal Paşa, Arap halklarını işgale karşı mücadeleye teşvik etti ve ayaklanmalarını coşkuyla karşıladı. Dahası Revanduzlu Ali Saip Bey ve Özdemir Bey gibi seçkin subayların komutasındaki birlikler Suriye ve Irak’ın emperyalizme karşı mücadelesine silahla katılmışlardı. Mustafa Kemal Paşa, Irak ve Suriye örgütleriyle ortak mücadeleyi, ortak bir örgütlenme hedefine bağlı olarak planlamıştı. İleride kurulacak bağımsız Arap devletleri ile Türkiye arasında bir federasyon veya konfederasyon planı bu ilişkiler sırasında oluştu ve üzerinde anlaşmaya varıldı. Mustafa Kemal Paşa, 24 Ocak 1920 günü Halep’teki Arap Milli Teşkilatı Riyaseti’ne bir iletiyi yollamışlardı. Aradan bir ay geçtikten sonra, Heyet-i Temsiliye adına Kolordu Kumandanlıklarına 23 Şubat 1920 günü yolladığı talimatın eklerinde, Arap örgütlerinin önerdikleri konfederasyon planının kabul edildiği vurgulanmıştı: “Suriye, Irak ve Türkiye bağımsızlıklarını kurtararak bir konfederasyon veya gelecekte kararlaştırılacak biçimde bir ilişki kurmak üzere birlikte hareket edeceklerdir.”[21]

Mustafa Kemal Paşa, Meclis’in açılışının hemen ertesi günü, 24 Nisan 1920’de yaptığı tarihî konuşmada, Suriye ve Irak ile konfederasyon tasarımını bu kez Meclis kürsüsünden açıklamıştı: “Bizimle anlaşmanın veya ittifakın üstünde bir şekil ki federatif yahut konfederatif denilen şekillerden biriyle irtibat peyda edebiliriz.” buyurmuşlardı.

Buraya kadar doğru saptamalar yapan Perinçek, bundan sonra saptırmalara başlamıştı.

“Mustafa Kemal Paşa, Konfederasyon/federasyon planının tarihsel zeminini dört maddede sıralamaktaydı:

1. Ortak geçmiş: Türkler ve Araplar Osmanlı İmparatorluğu içinde birlikte yaşıyorlardı.

2. Dünya Savaşı dersleri: Dünya Savaşı, hem Araplar hem de Türkler için öğretici oldu. Türkler, Arapların bağımsız devlet kurma haklarının Türkiye’nin de yararına olduğunu anladılar. Araplar ise emperyalizme dayanarak bir kurtuluşun olmayacağını tecrübeyle gördüler.

3. Ortak cephe: Dünya Savaşı sonrasında Mazlum Milletler konumunda bulunan Türkler ve Araplar, nesnel olarak emperyalizme karşı savaş cephesinde buluştular.

4. Ortak menfaatler: Türkler ile güney komşuları olan milletler arasında, iktisadi, siyasi, kültürel, her alanda ortak menfaatler bulunmaktadır.” diyen Doğu Perinçek, Atatürk’ün Suriye, Irak, (hatta İran, Afganistan ve Hindistan-Pakistan) ile asıl ortak paydamızın İSLAM olduğunu özellikle vurguladığını, her nedense yazmamıştı. Oysa Mustafa Kemal, TBMM’nin açılışından bir gün sonra (24 Nisan 1920’de) gizli olarak yapılan 4. oturumda tutulan zabıtlara göre “Fakat bu İttihat (İslam Birliği), kuvvet (caydırıcı bir güç) teşkil edeceğinden, bütün âlem-i İslam’ın manen olduğu gibi maddeten de müttefik ve müttehit olmasını, şüphesiz büyük bir memnuniyetle karşılarız…”….“Bugün dahi eşkâli zahiriyesi ne olursa olsun, gerek Iraklıların ve gerek Suriyelilerin, evet bu iki mıntıkadaki dindaşlarımızın kalpleri bizimle beraber atmaktadır..”

Bu tarihi gerçekleri gizleyen Perinçek, aslında Atatürk’ün bazı sözlerini ve girişimlerini istismar ederek, Türkiye’nin (Erdoğan Hükümetinin) de desteği ile Irak ve Suriye ile birlikte ülkemizi Rusya’nın himayesine sokma ve kendi sosyalist hayallerine kavuşma rüyasındaydı.

Oysa Atatürk döneminde Cemaatü’l-İslam, Mustafa Kemal’in talebi üzerine, en yakın zamanda tüm İslam ülkeleri temsilcilerinin davet edileceği büyük bir İslam Kongresi düzenleme kararını almıştı. Kongrede görüşülmesi kararlaştırılan maddeler şu hususlardan oluşmaktaydı:

1) Müslümanları alâkadar eden genel İslami konuların tartışılması;

2) Hilafet meselesinin ele alınması;

3) Avrupa Milletler Birliği teşkilatına karşı, Türkiye’nin başrolü oynayacağı, İslam Milletler Birliği’nin kurulması.

Cemaatü’l-İslam, Türkiye’de, meşhur şair ve Sırat-ı Müstakim’in baş editörü ve aynı zamanda Burdur mebusu, Mehmed Akif (Ersoy) Bey’in başkanlığı altında yeniden faaliyete başlamıştı. Teşkilata ulema ve muhafazakârların da bulunduğu çok sayıda mebus ve yazar katılmıştır. Teşkilatın programı, Kafkaslar, İran, Afganistan ve Orta Asya’da yeterli gelişmenin elde edilmiş olduğu göz önüne alınarak, daha ziyade Arap ülkelerinde yapılması düşünülen faaliyetlere yoğunlaşmıştır. İbn Suud’un kendi saflarına kazanılması için özel girişimlerin yapılması kararı alınmış ve bunun için Balkan Savaşı’ndan önce Yemen ve Trablusgarp seferleri sırasında Türk ordusunda hizmet görmüş ve dolayısıyla Arapları iyi tanımakla şöhret bulmuş olan Enver Paşa’nın can düşmanı Yarbay Aziz Bey görevli kılınmıştır. (Çünkü Mason ve İttihatçı Enver’in bu milletin başına ne belalar açtığını çok iyi bilen ve ondan nefret eden Atatürk, Enver karşıtlarına haklı bir güven duymaktadır.)

Komitenin yapması gereken esas görevlerinden bir diğerini ise üye ülkelerin sosyal ve ekonomik durumunu geliştirmek ve çağdaş gelişmeye paralel olarak kalkınmasını sağlamak amacıyla, İslam dünyasında entelektüel açıdan bir Rönesans yaşanmasını hızlandıracak raporlar sunmak olacaktı. Yine Müslüman halk arasında çalışma ortamını en güzel şekilde tanzim etmeye, üretim gücünü artırmaya ve son olarak da İslam dünyasının geleceğini refaha erdirme noktasında müşterek ve metodik yardımlaşmalarda bulunulması için çaba harcanacaktı. Bu nedenle, Nihai Komite üyelerinin seçiminde görüşlerinin alınması arzu edilen birçok İslam ülkesi ileri gelenleri, Ankara’ya davet edilmiş ve orada hususi bir komite oluşturulmuş bulunmaktaydı. Kayıtlara göre, tasarlanmış olan Ankara Kongresi’nin tertip olunması, Eşref Edib Bey’in yazmış olduğu bir makaleden ilhamla gündeme taşınmıştı. Eşref Edib Bey tarafından hararetli bir üslupla kaleme alınıp imzalanan, genel olarak Haçlı emperyalizmine çatan ve İslam dünyasını büyük bir İslam Kongresiyle Ankara’da toplanması için teşvikte bulunan bu makale, yine Eşref Bey’in editörü bulunduğu Sebilürreşad’da 13 Nisan tarihinde yayımlanmıştır. Bu Eşref Edip Bey, Erbakan Hoca’nın ilk partisine Milli Nizam ismini koyan zattı.

Atatürk’ün İslam Birliği çabaları

Ankara’da böyle bir kongrenin toplanması yolunda yapılan girişimler, gerek Mustafa Kemal ile olan münasebetleri ve gerek kendilerine yapılan davet üzerine Kerbela baş müçtehidi ve Necef şeyhi tarafından da olumlu karşılanmıştır. Necef şeyhi, 24 Mayıs 1920’de Mustafa Kemal’e gelen bir mektubunda, Ankara’da toplanacak olan kongreye tam yetkili bir delegenin gönderileceği vaadinde bulunmuşlardır. Afganistan Emiri ise idarî reformlardan dolayı kongreye katılamayacağını, Afganistan’ı o tarihlerde terk etmesinin mümkün olmayacağı mazeretiyle birlikte başarı dileklerini aktarmışlardır. İslami Kongrenin toplanma planı Ankara’da; Mustafa Kemal Paşa, Ankara Hükümeti Din İşleri Vekili Abdullah Azmi, Şeyh Senusi, Acemi Sa’dun Paşa, Diyarbakır bölgesi komutanlarından Cevad Paşa, Fevzi Paşa, Afgan Büyükelçisi Sultan Ahmed Han, İran Elçisi Mümtazüddevle, Azerbaycan Elçisi İbrahim Abiloff’tan oluşan bir heyet tarafından ayrıca müzakere yapılmıştır. Kongre tertip heyetinin yaptığı toplantıya birçok mebus ve gazeteci de katılmıştır. Şeyh Senusi, Acemi Sadun Paşa ve Cevad Paşa Ankara’da olmadıklarından dolayı toplantıya şahsen katılamamışlar, ancak temsilcileri vasıtasıyla görüşlerini sunmuşlardır.

Ancak söz konusu bu kongre, toplantının yapılacağı yer konusundaki görüş farklılığından dolayı sonraki bir tarihe ertelenmek zorunluluğu ile karşı karşıya kalmıştır. Örneğin Afgan Elçisi bu kongrenin Kabil’de toplanmasını isterken, İran Elçisi de Tahran’da toplanılmasını istemiş ve bu noktada oldukça ısrarlı olunmuş, diğer taraftan Mustafa Kemal ise aynı derecedeki bir ısrarla bunun Ankara’da veya en azından Anadolu’nun bir başka şehrinde yapılması üzerinde durmuşlardır. Fakat daha sonraki tarihlerde İnönü’nün Eskişehir mağlubiyetinin yaşanması ve onu müteakiben siyasi ve askeri açıdan sıkıntılı günlerin daha da artması, Mısır, Cezayir, Trablusgarp, Tunus, Hindistan, Afganistan, Azerbaycan, Suriye ve Irak gibi Asya ve Afrika Müslümanları murahhaslarından oluşacak böyle bir Dünya İslam Kongresi’nin Ankara’da toplanmasına fırsat tanımamıştır. 1921 senesinde Ankara’da toplanmasına çalışılan bu kongrenin işleri ile 1920 yılının sonlarına doğru bir süre Millî Mücadele Hareketi sırasında oluşturulan Gizli Servis’in riyasetinde ve Nisan 1921’de Meclis Başkan Vekilliği görevinde bulunan Hamdullah Suphi Bey de meşgul olmuşlardır.

Ankara Hükümeti, 1922 yılının başlarında Ankara’da olmak ve Mustafa Kemal’in başkanlığı altında toplanmak üzere başka bir İslam Konferansı’nın toplanması teklifini daha yapmıştır. Ayrıca böyle bir toplantının gerçekleştirilebilmesine ön hazırlık olmak üzere, yine Mustafa Kemal’in bir önerisi ve daha çok Suriye ve Filistinli Arap liderlerin girişimiyle 15 Aralık 1922’de Kahire’de bir Arap Kongresi toplanmıştır. Kongrede, Mustafa Kemal tarafından belirlenmiş olan şu konular ele alınmıştır:

1) Daha önce Halifenin idaresi altında bulunan Arap ülkelerinin oluşturacağı bir federasyon kurulması;

2) Mısır’ın bağımsızlığa kavuşturulması ve Süveyş Kanalı’nın muhafazası için askerî kuvvet sağlanması;

3) İngiliz kuvvetlerinin Mısır’ı derhal terk etmesi yolunda talepte bulunulması.

Böyle bir kongre tertibine gidilmesi kararı, muhtemelen, Ankara Hükümeti’nin İslam ülkeleri ile olan münasebetlerini sağlamıştır ve Millî Mücadelenin tahakkuku için ele geçen her fırsattan faydalanarak Müslüman milletler arasındaki İslami hareketi artırma arzusundan kaynaklanmaktaydı. Bu nedenle de gerek Mustafa Kemal Paşa ve gerekse diğer Milli Mücadele kurmayları Türkiye’nin bu dönemde İslam Dünyası’nın lideri olması arzusunu taşımışlardır. Milli Mücadele sırasında gerçekleştirilmeye çalışılan ama olumsuz gelişmelerden dolayı neticesiz kalan Ankara Kongresi teşebbüsünü; başta Mustafa Kemal olmak üzere Milli Mücadele öncüleri tarafından tatbikine çalışılan: İslam devletleri arasında bir İslam Birleşmiş Milletleri veya İslam Devletleri Federasyonu oluşturma çabasının gerçekleşmesini kolaylaştırma atılımı veya bu yoldaki çalışmaların bir uzantısı şeklinde değerlendirmek lazımdır.

Atatürk’ün şaibeli vefatı ve İsmet İnönü eliyle alınan intikamın perde arkası!

1938’in 14 Temmuz’unda, (Birinci Teşrin’in 29’u aralığında) yayımlanan, İsmet Paşa’nın fedailerinden, kalemşörü Yusuf Ziya Ortaç ve bacanağı Orhan Seyfi Orhon’la birlikte çıkartılan Akbaba Dergisi’nin İkinci Teşrin’inin 17’sindeki kapak resminde; “Atatürk’ün ölümüyle Cumhuriyet’in bir diktatörden kurtarıldığı ve güzel bir kadın kılıklı Cumhuriyet’in, İsmet İnönü’ye sığınıp sarıldığı” gösterilmektedir. 10 Kasım’ların başlangıcını anlatan ve Tevriye (örtüp gizleme) sanatının yapıldığı bu Akbaba kapağı, bilinmeyen yahut Türk milletinden saklanan tarihin iç yüzünü anlatmaktadır. Atatürk’ün vefatının hemen ertesinde Cumhurbaşkanı olmuş İnönü’ye “İsmetim!” diye sarılan Cumhuriyetimiz kimden kurtarılmıştır? “Kurtulmuş, istediği olmuş, beklediğine kavuşmuş” kadın rolü verilen Cumhuriyetimiz “İsmetim!” derken, kendinde olması gereken ahlâki değerlere bağlılığı, dürüstlüğü ve temizliği İsmet’te bulduğunu açıklamakta; “hasret kalmıştım, sensiz bunalmıştım” havasıyla İnönü’ye sarılmaktadır. Daha açıkçası; Atatürk’ten kurtulmuş olmanın bayram sevinci yaşanmaktadır.

Peki, Atatürk’ten niçin bahsetmiyorlardı da İsmet Paşa’yı allayıp pulluyorlardı? Yeni senenin İsmet Devri olacağını da duyuran o dergilerde; Atatürk’e ayrılan başka sayfaya yahut sütuna da rastlanmamaktaydı! Bunun sebebini de yine ünlü Kalemşör Yusuf Ziya Ortaç veriyor ve 2 Kasım 1966’da şunları yazıyordu:

“Herkesin bildiği şeydir: Atatürk, İsmet Paşa’ya dargın öldü. Nedenini tarih araştırsın. Ama Atatürk’ün Başbakanı Celâl Bayar, Atatürk’ün İçişleri Bakanı Şükrü Kaya, Atatürk’ün Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü, Atatürk’ün Genel Kurmay Başkanı Fevzi Çakmak, (oluşan) büyük boşluğu doldurmak için İnönü’nün kapısını çalmışlardı. Oysa yeni Cumhurbaşkanının ilk işi, bu (Mustafa Kemal’e) vefalı devlet adamlarını işbaşından uzaklaştırmak olacaktı. İnönü’nün seçtiği Başbakanın baş çabası ise; ölümünden sonra bir matem krizi geçiren Türk milletine, Atatürk’ü unutturmaktı. Öyle ki, pullardan Atatürk’ün resimleri silindi. Duvarlardan fotoğrafları indirildi. Hatta adı anılmaz hale geldi.”

Bu anlatılanları destekleyen bir röportajda M. Ş. Eygi’nin “Büyük Gazetesi”nde, Nizamettin Nazif Tepedelenlioğlu, Atatürk’ün son atadığı Dışişleri Bakanı ve gençlik arkadaşı Tevfik Rüştü Aras’tan dinlediklerini yazmıştı: “Vefatından dört yıl önce, Mareşal’e Cumhurbaşkanlığı teklifinin de canlı şahidi Tevfik Rüştü Aras, Atatürk’ün yorgunluğunu ve dinlenmek, parti ile uğraşmak arzusunu da not ettirmiş. Acaba biz bu parti ile uğraşmak işini İsmet ile uğraşmak olarak mı anlasak!? T. Rüştü Aras, bütün mesaisini Hatay meselesine verdiği o sıralarda, ağır hasta olduğunun duyulmasından endişe eden Atatürk’ün, şunu hiç istemediğine tanık olmuştu: “İsmet İnönü’den önce ölmeyi hiç istemiyordu!”

Türkiye’nin ilk Cumhurbaşkanı bir daha diri olarak dönemeyeceği Ankara’dan ayrılırken, sabık Başbakan İsmet İnönü de istasyonda uğurlayıcılar arasındaydı. Ön sırada olduğu halde, herkesin elini sıkan Mustafa Kemal onu görmemezlikten gelip yüzüne bakmamıştı. Süratle geçmiş ve hemen yanında duran bir başka arkadaşının elini sıkmıştı. Bu hadise dikkatlerden kaçmamıştı. Halbuki İnönü hasta hasta yatağından kalkmış, uğurlama merasimine katılmıştı.” “Atatürk’ün, Celâl Bayar’ı Başbakanlığa getirmesine sebep olan hiddeti de, asla geçmiş sayılmazdı. Gün geçtikçe İnönü’ye daha da çok sinirlenmeye başlamıştı. Hele o günlerde o hiddetler, sinirlenmeler âdeta marazi bir kin halini almıştı.

Savarona’da onu, bir defa, hiç işim olmadan sırf bir gençlik arkadaşı olarak ziyarete gitmiştim. Karnı şişmişti. Bana: İnönü nasıl? diye sorunca:

“Rahatsızmış paşam…” dememle beraber hemen gözleri parlamıştı. Ankara’ya döndüğüm zaman İsmet Paşa’nın öyle gelişigüzel değil, adamakıllı hasta olduğunu öğrendim. Ağır bir safra kesesi iltihabına tutulmuş, iltihap karaciğeri de sarmıştı. Hemen Celâl Bayar’a gittim. “Bu adamların ikisini de birden kaybediyoruz, dikkatli olalım” dedim. “Mustafa Kemal doktor lafını bile duymak istemiyor. Sen bana tahsisat ver, ben İsmet’i muayene ettirmek için Avrupa’dan doktor getireyim. Doktor bir defa buraya gelince Kemal Paşa’yı da muayene ettiririz” deyince Celal Bayar, hemen tahsisatı verdi. Paris’teki sefirimiz Suad Bey de Doktor Fissenje ile konuşup işi halletti. Adam doğru Ankara’ya geldi. Önce İsmet Paşa’yı muayene etti.

İsmet Paşa’ya iyileştirme tedavilerinden sonra İstanbul’a giden Dr. Fissenje’ye, Atatürk yine İsmet İnönü’yü soruvermişti. Cevabını da sonradan T. Rüştü Aras’a söylemişti. Dr. Fissenje Atatürk’e: “İsmet’in yakında öleceğini” belirtmiş, İsmet’in adeta can çekiştiğini ima etmişti. Hâlbuki Atatürk’ün ölmek üzere olduğunu sandığı İsmet, yavaş yavaş iyileşmekteydi. Hatta Dr. Fissenje’yi kendisine Atatürk’ün gönderdiğini sanıyor rolüyle bazı teşekkür mektupları da yazıp göndermişti. Tabi bu mektuplar Mustafa Kemal’e verilmemişti. Üstelik İnönü’nün iyileştiği de O’na söylenmemişti. Yoksa İsmet İnönü Dr. Fissenje’yi ikna edip fişeklemiş de mi Atatürk’e göndermişti?[22] Çünkü bu sözde tedavi ziyareti sonrasında, Atatürk’ün sağlık durumunda hızlı bir şekilde kötüleşme süreci gözlenmişti. Yoksa bu Dr. Fissenje gâvurunu, sabataist ve masonik dönme takımı Türkiye’ye kasıtlı olarak mı getirtmişlerdi?

 



[1] “Atatürk’ün Özdeyişleri” (Html). “İzmir İktisat Kongresi’ni Açış Söylevi”

[2] KARAL (Ord. Prof.), Enver Ziya (1923-01). Fatih ÖZDEMİR Atatürk’ten Düşünceler (Kitap) (Türkçe), 90. Sayfa.

[3] Söylev ve Demeçler, 11, 90; Ethem Ruhi Fığlalı, Atatürk ve Din, Millî Eğitim Ankara 1981, s. 134-135.

[4] KARAL (Ord. Prof.), Enver Ziya (1924-02-11). Fatih ÖZDEMİR Atatürk’ten Düşünceler (kitap) (Türkçe), 92-3. sayfa. Ankara: ODTÜ Yayıncılık.

[5] “Atatürk’ün dini görüşleri” (html). “Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri (II)”

[6] Ethem Ruhi Fığlalı, Atatürk ve Din, Millî Eğitim Ankara 1981, s. 135

[7] KARAL (Ord. Prof.), Enver Ziya (1923-03). Fatih ÖZDEMİR Atatürk’ten Düşünceler (kitap) (Türkçe), 76. sayfa.

[8] Age (1922-03). Fatih ÖZDEMİR Atatürk’ten Düşünceler (kitap) (Türkçe), 92. sayfa.

[9] Age (1923-03). Fatih ÖZDEMİR Atatürk’ten Düşünceler (kitap) (Türkçe), 77-8. sayfa.

[10] Age (1923-01). Fatih ÖZDEMİR Atatürk’ten Düşünceler (kitap) (Türkçe), 76. sayfa.

[11] Age (1930-03). Atatürk’ten Düşünceler (Kitap) (Türkçe), 92. sayfa. ODTÜ Yayıncılık.

[12] Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, c. I., Ankara 1961, s. 13

[13] Gazi Mustafa Kemal, Nutuk, 1927, s. 418; sadeleştirilmiş metin, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, s. 106.

[14] Age (1922-02). Fatih ÖZDEMİR Atatürk’ten Düşünceler (kitap) (Türkçe), 91. sayfa

[15] TBMM Zabit Ceridesi, devre II, cilt VII, s. 3.

[16] “M. Kemal Atatürk’ün İslâm Tarihi Anlayışı (Prof. Dr. Sabri Hizmetli)” (Html).

[17] http://www.atam.gov.tr/ataturkun-soylev-ve-demecleri/romanya-disisleri-bakani-antonescu-ile-konusma

[18] Emine Şeyma Usta, Atatürk’ün Cuma Hutbeleri, s.53-59

[19] http://www.hurriyet.com.tr/ahmet-hakan/30-agustos-hutbesini-ataturksuz-okutmak- yazısından esinlenerek

[20]Bilâl N. Şimşir, “Atatürk’ün Yabancı Devlet Adamlarıyla Görüşmeleri/ Yedi Belge

[21]Harp Tarihi Vesikalar Dergisi, sayı 15, Vesika No. 402

[22] 7 Eylül 2019, Millî Gazete, Necati Tuncer’in yazısından yararlanarak

0 0 votes
Değerlendirmeniz

Makale Paylaşım Sayısı: 

Ahmet AKGÜL

Ahmet AKGÜL

AHMET AKGÜL KİMDİR?

 

Araştırmacı-Yazar, Düşünür ve Siyaset Bilimci olarak tanınan Ahmet Akgül, Milli Görüş çizgisinde önemli bir fikir adamıdır. Olaylara insan eksenli ve İslam endeksli yaklaşmaktadır.

2004 Ocak ayında, arkadaşlarıyla birlikte İstanbul’da aylık olarak yayınlanan “Milli Çözüm” Dergisini çıkarmaya başlamıştır.

Uzun süreli, ciddi ve çileli bir mücadele dönemi yaşamış ve bu duyarlı, tutarlı ve kararlı tavrını hiç bırakmamıştır. Bu yüzden pek çok sıkıntı ve saldırılara uğramış, defalarca mahkeme açılıp tutuklanmış ve hapis yatmıştır.

İnancımız ve ihtiyacımız olan evrensel hukuk kurallarının; bütün insanlığın ortak değeri ve hayat düzeni haline getirilmesi, “Demokrasi, Laiklik ve özgürlükler” gibi çağdaş kurum ve kavramların; ilmi ve insani temellere göre yeniden şekillenmesi… Ve Türkiye’nin yeni bir barış ve bereket medeniyetine öncülük etmesi konularında yoğunlaşmıştır.

Üstadımızın, başta “İnsanın Yozlaşması”, ardından “Adil Düzen ve Yeni Bir Dünya” ve yine “Barış ve Bereket Nizamı “İslam Davası” ve Yozlaştırılan “Cihat Kavramı” gibi birçok kitapları İngilizceye çevrilip merkezi Londra’daki Cagaloglu Yayıncılık organizesiyle; Amazon ve Bornes&Noble (bn.com) gibi dünya genelinde dağıtım yapan yüzlerce online sitesinde ve dijital (e-kitap) sayesinde 120 kadar ülkede yayınlanıp okunmaktadır. Ayrıca Üstadımızın “Yüce Kur’an’ın Manası ve Mesajı” başlıklı Meal-i Kerim yorumları İngilizce ve Rusça tercümeleri ile “Adil Düzen ve Yeni Bir Dünya” kitaplarının Rusça, Arapça, Çince, Japonca ve İspanyolca tercümeleri tamamlanıp basılmış olup; Almanca, Fransızca, Kırgızca ve Farsça tercümelerinde de sona yaklaşılmıştır.

Milli siyaset ve sorumluluk düşüncesini farklı bir boyutta ele alan ve yorumlayan Hocamız; yaklaşık 40 yıldır Türkiye’mizin her yerinde, Avrupa’da ve İslam ülkelerinde, önemli seminer ve konferanslara katılmaktadır.

Mili Görüş’e çöreklenmiş bazı şaibeli kişilerin gizli niyet ve tertiplerini haber vermesi, uzun vadeli hedefler ve stratejik tavizler sonucu Parti’ye girdiklerini sezmesi ve söylemesi nedeniyle, Ahmet Akgül’ün teşkilatlarda ve Milli Görüşçü kuruluşlarda hizmet vermesi engellenmeye çalışılmış; Erbakan Hoca ise, kendisinin daha bağımsız davranabilmesi ve nifak çarkı içinde körletilip kirletilmemesi için bu girişimlere karşı çıkmamış, ama kendisini uzaktan destekleyip yönlendirmekten de geri durmamıştır. Erbakan’ın “Adil Düzen” projeleri, AKP’nin siyasi hileleri ve karanlık ilişkileri, Fetullahçı Cemaatin gizli mahiyeti konularında sayılı uzmanlardandır.

1949 Elazığ doğumlu olan, çeşitli konularda yayınlanmış ve hazırlanmış 105 (yüz beş) eseri bulunan yazarımız, evli ve beş çocuk babasıdır.

 

Hocamız’ın Başlıca Kitapları:

● Yüce Kur’an’ın Manası ve Mesajı (Türkçe Meal-i Kerim. Abdullah Akgül Yayına Hazırladı.) (İngilizce ve Rusçaya çevrildi.)

Milli Sorunlarımız ve Sorumluluklarımız (2 Cilt)

Dünyanın Değişimi ve Erbakan Devrimi

Refah-Yol’la Rantiyenin Savaşı

Cemaatin Cılkı, Erdoğan’ın Çarkı, Erbakan’ın Farkı

Türkiye Kuşatılırken, Kuklaların Kapışması

Adil Düzen ve Yeni Bir Dünya (İngilizce, Rusça, Çince, Japonca, Arapça ve İspanyolcaya çevrildi.)

Bizim Atatürk

Küresel Fesatçılık ve Fetullahçılık

Dış Politika Yazıları (I) BOP’un Temel Taşları (1988-1998)

Dış Politika Yazıları (II) Tarihin En Talihsiz Yılları (2002-2015) 

Siyaset ve Strateji Bilgeliği

Osmanlı Sistemi ve Abdülhamit Siyaseti

İslam Davası ve Cihat Kavramı (İngilizceye çevrildi.)

● “İnsan”ın Yozlaşması (İngilizce ve Rusçaya çevrildi.)

Ah-u Figan’ım (Şiir)

Başörtüsü İnkârı ve İstismarı

İslamcı Münafıklar

Milli Şuur ve Ordu

20 Yıl Öncesinden; AKP Gerçeği ve Akıbeti

Bilge(!) Erdoğan’dan, İlkeli(!) Numan’a AKP Tezgâhı

Cezaevinde Yazdıklarım

Siyonizm-Deccalizm Ortaklığı

Devrim Simsarları ve Din İstismarcıları

Dilin Düğümü Çözüldü (Şiir)

Din Dengedir İslam İlericiliktir

Din – Devlet ve Demokrasi

Ergenekon Senaryosu “At Değiştirme” Operasyonu muydu?

(Kadiri - Haydari Tarikatı) Gönül Seması ve Tasavvuf Kapısı

Medeniyet Mücadelesi ve Mehdiyet Müjdesi

● Teşkilatçılık (İletişim ve İşbirliği Sanatı) Mesaj ve Metod

● Milli Görüş’ün Marazlıları

● Hak Davanın Hokkabazları

ABD’li Siyonistlerin, AKP’li Piyonistleri

İsrail'in Şımarması ve Armageddon Savaşı

BDP’nin Özerklik Kalkışması

Bir Devrim Yaşanıyordu!

Dünya Dönüşüme Hazırlanıyordu

Hidayet Kıvılcımı ve Hikmet Kılıcı (Şiir)

Katı Ulusalcıların ve Ilımlı İslamcıların Din ve Devlet Tahribatı

Osmanlı’dan Cumhuriyete Kripto Yahudiler ve Pakraduniler

Yüz Kur'ani Kavram ve Yorumları

Konularına Göre: Kur’an-ı Kerim Fihristi

Siyaset Şehveti ve AKP’nin Şerbeti (Yayına Hazırlayan: Ufuk Efe)

AKP’nin Akreplikleri (Yayına Hazırlayan: Ufuk Efe)

Terör-Masonluk ve Mafia Medeniyeti

Cumhuriyet Türkiye’sinde Nifak Hareketleri

Ruhlar-Sırlar ve Uzaydaki Yaratıklar

Sabah Yakın Değil miydi?

Tarikatların Hizmet Sahası ve Islahı

Tuz Kokarsa…

Gaflet miydi, Hıyanet miydi?

Tahribat Ortakları: AKP’nin Arkası, MHP’nin Markası

Türkiye Tarihi Dönemeçteydi!

Yakın Tarihimizde Yüceler ve Cüceler (2 Cilt)

Zafer Muştuları ve Fetih Hazırlıkları

Erbakan’dan İntikam Alanlar

Suriye’de Yaklaşan Hilal-Haç Kapışması

Başkanlık Diktatoryası

15 Temmuz Hıyanetinin Gizemi: Bir Darbe Analizi ve Sistem Krizi

Pazarlık Partisi ve Palavra İktidarı

Kemalizm-Tayyibizm Uyarlaması

Başka Çare Kalmamıştı

İslam’dan Uzaklaştıkça, İnsanlıktan Çıkılması

Dert Söyletir Aşk İnletir (Şiir)

● Hainleri Haşlama, Zalimleri Taşlama (Şiir)

● İstanbul Sözleşmesi ve Ailenin Çözülmesi

Türkiye'nin Erdoğan'la Sınavı ve Ukrayna Savaşı

 

Üstadımızın hazırladığı; İlköğretimden, Üniversiteye kadar öğrencilerimize inanç ve ahlâk esaslarını ve Milli-İnsani sorumluluklarını öğretecek Ders Kitapları:

● İlkokul 4-5: Çocuklar Sizin İçin Yaratılış Harikaları ve Din Ahlâkı

● Ortaokul-1: İslam; Doğal Hayat ve Güzel Ahlâktır

● Ortaokul-2: Allah'a İman ve Ahlâk Kuralları

● Ortaokul-3: Bilimin Işığında Allah’ın Varlık Kanıtları ve İslam Ahlâkı

● Lise-1: Yaratılışın Bilimsel Kanıtları

● Lise-2: İslam'ın Aydınlığı ve İmtihanın Şartları

● Lise-3: Müslüman; Güzel Ahlâk ve Sorumluluk Taşıyandır

● Lise-4: "Gençliğin Ahlâki Sorunlarına Milli Çözüm Programı"

● Üniversite-1: Yaratılış Sırları ve İslam’ın Esasları

● Üniversite-2: Allah'ın Varlığı ve İmtihanın Sırrı

● Üniversite-3: Olgun Müslümanın Hayatı ve İslam’ın Amacı

 

Üstadımızın Kitaplarından Derlenen Yeni Kitaplar:

● Ahmet Akgül’e Göre; Laiklik, Demokrasi ve Cumhuriyet Kavramları (Hazırlayan: Nevzat Gündüz)

● Üstat Ahmet Akgül’ün; Milliyetçilik Anlayışı (Hazırlayan: Orhan Atay)

● Ahmet Akgül’ün; Alevilik, Bektaşilik ve Şiilik Yaklaşımı (Hazırlayan: Veysel Uzun)

● Üstat Ahmet Akgül’e Göre; Kemalizm’le Atatürkçülük Farkı (Hazırlayan: Ufuk Efe)

● Ahmet Akgül’e Göre; Ülke Sorunları ve Çözüm Yolları (Hazırlayan: Okan Ekinci)

● Ahmet Akgül’e Göre; Genel Ahlâk Esasları ve Temel İnsan Haklarına Saygı (Hazırlayan: Fatma Betül Erişkin)

● Üstat Ahmet Akgül’ün; Siyonizm Saptamaları (Hazırlayan: Ali Çağıl)

● Ahmet Akgül’e Göre; Yaratılış Sırları ve İman Unsurları (Hazırlayan: Halil Yaman)

● Ahmet Akgül’e Göre; Din İstismarcıları ve Devrim Simsarları (Hazırlayan: Akın Cengiz)

● Üstat Ahmet Akgül’e Göre; Tarikat Yozlaşması ve Tasavvuf İhtiyacı (Hazırlayan: Abdussamet Çağıl)

● Üstat Ahmet Akgül’ün; Adil Medeniyet Programları (Hazırlayan: Osman Nuri Çelik)

● Ahmet Akgül’ün; Tarih Yorumları – 2 Cilt (Hazırlayan: Kâzım Gülfidan-Halil Altuntaş)

● Üstat Ahmet Akgül’ün; İlginç Anıları ve Rüyaları (Hazırlayan: Ramazan Yücel)

● Ahmet Akgül’ün; İçtihat Perspektifi ve Orijinal Projeleri (Hazırlayan: Abdullah Akgül-Ali Mert)

● Ahmet Akgül’ün; Hikmet Uyarıları ve Veciz Uyarlamaları (Hazırlayan: Neslihan Bayraktar)

● Üstat Ahmet Akgül Hocamızın; Tenkit (ve Tebrik) Yazıları – 2 Cilt (Hazırlayan: Mus’ab Eryıldız-İsmail Erkut)

● Ahmet Akgül’den; Siyaset ve Strateji Kuralları (Hazırlayan: Necati Akgül)

● Ahmet Akgül’e Göre; Yönetme ve Liderlik Sanatı (Hazırlayan: Yakup Gözübüyük)

● Ahmet Akgül’ün Saptamalarıyla; Erbakan ve İnsanlık Davası (Hazırlayan: Ahmet Cömert)

● Ahmet Akgül’e Göre; Erdoğan ve Takımının Ayarı ve Tahribatları – 3 Cilt (Hazırlayan: Nail Kızılkan-Sezai Kurt-Mehmet Sıtmapınar)

● Ahmet Akgül’e Göre; Fetullah Gülen’in Perde Arkası (Hazırlayan: Mehmet Akif Avcı)

● Ahmet Akgül’ün Gözüyle; Farklı Kesimlerden İnsan Manzaraları – 2 Cilt (Hazırlayan: Osman Eraydın)

● Ahmet Akgül Üstadımızdan; Erbakan Hoca’ya Yönelik İthamlara Yanıtlar (Hazırlayan: Necmettin Musa Bişkin)

● Ahmet Akgül'den Kahramanlık Şiirleri (Hazırlayan: İsmet Sezgin)

● Ahmet Akgül’den; Seçme Şiirler (Hazırlayan: Ömer Çağıl)

● Ahmet Akgül'den Şiirler Harmanı (Hazırlayan: Orhan Yılan)

● Ahmet Akgül'den Edep-İstikamet-Hikmet ve Hakikati Öğreten Şiirler (Hazırlayan: Yalçın Gözübüyük-Erdem Kaya)

 

Hocamızın Önsözünü Yazdığı Milli Çözüm Yayınları:

● Üstad Ahmet Akgül’ün Özgeçmişi ve Öğretileri (Yakup Gözübüyük)

● Haykırış (Şiir - Ali Çağıl)

AKP Yönetimi ve Tahribat Yöntemi Sistem Tahlili ve Siyaset Tenkidi (Nevzat Gündüz)

● Sözün Çözüme Dönüşmesi (Siyasi Fıkralar - Osman Eraydın)

● Ayar Aynası ve Nokta Atışı (Sosyal ve Siyasi Fıkralar - Erdoğan Bişkin)

Milli Çözüm Ekibinden: İlginç Rüyalar ve Manevi Uyarılar (2 Cilt - Hazırlayanlar: Fatma Betül Erişkin – Nail Kızılkan – Neslihan Bayraktar)

 

Yorumu Takip Et
Bildir
guest
17 Yorum
En Yeniler
Eskiler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments
A.Hakan

Gerçi ” Ata et, İte ot verilmezdi”
Milli Çözüm dergisinin Atatürk’le ilgili bazı yazıları sosyal medyada paylaşılınca bazı tepkilerde gelmeye başladı. Neymiş efendim; “Bekliyorum ne zaman Atatürk’ü peygamber ilan edeceksiniz?..” diye saldırmaktalardı. Ne diyelim yobazın malesef cinsi fark etmiyor, ha dincisi, ha devrimcisi..
Bunca belge bunca bilgi, dip notlarla kaynaklı olarak nakledilmesine rağmen hakikate itiraz edemeyenler, kazanım ve kaybedim noktasında muhasebe yap(a)mayanlar, 5 kg şeker hangi bakkalda 50 krş ucuz hesabının peşinde koşanlar Milli Düşünceyi asla anlayamaycaklardır. Milli Çözümün yüzlece makalesi yazıldı ve kamuoyuyla paylaşıldı. İlgili, yetkili, işin ehli her çevrenin görüşüne açıldı. Elbette düşünce noktasında yorumlar bölümü her kese açık tutuldu. Tebrik teşekkür yanında olumlu belgeli eleştiriye de açık tutuldu. Hala bilgisi belgesi olmadan, muhasebe bilmeden, sırf inat ve haset damarıyla yapılan bu eleştirilerede sabrediliyor. Tebliğ genel olduğundan bazan, ‘Ata et’ de verilmiş oluyor. Buna da onlar sabredeceklerdir.

Cengiz

İslam Hakikattir Ona Düşmanlık Bilime Aykırılıktır!
Gazi Mustafa Kemal Atatürk kimi kesimlerce adeta putlaştırılan kimi kesimlerce ise kötülüğü başı gibi gösterilmeye çalışılan bir büyük lider!.

Aslında Yazar’ında ortaya koyduğu analizlerde olduğu gibi Atatürk dine değil din adına hürafelere din adına yapılan sömürülere o günün Fetö vb yapılanmalarına karşıydı. Atatürk akla,bilime,gelişime çok büyük önem vermekteydi. İslam dininin aslı da (din adına bağnazlık uygulayanların değil) bu konulara çok önem vermektedir.

Bugün Kur’an’ı Kerim’in bilime aykırı hiçbir ayetinin olmadığı tam aksine Kur’an’ın bilime yol gösterdiği apaçık ortadadır. Haliyle Atatürk’ü İslam dinine düşman sanmak hatadır. Bunu savunmak Atatürk’ün bilime akla gerçek anlamda değer vermediğini savunmak anlamına gelir. Onun karşı olduğu dinin özünü bir kenara bırakıp bağnazlığa kapılınması dış güçlerle işbirlikçilik yapılmasıdır. Atatürkçülük adına dine düşmanlık yapılması en başta Atatürk’e bir saygısızlıktır. Ayrıca Atatürk’çülük adına böyle bir yaklaşım toplumsal birliği zedelemektir. Bu ise ülkemiz üzerinde emelleri olan dış güçlere ve içimizdeki işbirlikçilerine hizmettir!

Toplumuzu birleştirici ve doğru anlaşılmayı sağlayıcı tesbit değerlendermelerinden dolayı Milli Çözüm Dergimize teşekkürler.

Eğer ki Mustafa Kemal Atatürk gibi büyük bir komutan lider İslam dininin özüne düşman olsa idi bu O’nun eksikliği olurdu İslam dininin değil. İslam hakikattir ilimdir adil bir düzendir. İslam yurtta ve tüm dünyada barışı esas alan rahmet dinidir. Adı müslüman ya da İslamı yanlış anlayarak hatalı fikir ve uygulama içinde olanlar İslamı temsil etmez. Hırsız arsız birisi Atatürkçüyüm dese suç Atatürk’ün mü olur?

Not: İslam’ı doğru anlmada bugün Rahmetli Erbakan Hoca’nın fikir ve projeleri incelenmelidir. İsmet İnönü’nün dahi Erbakan itirafları gözardı edilmemelidir! Tüm toplum olarak aklı selimde birleşmekten başka çatemiz yok!..

Orhan

Gerçekler care ve çözümler burada.
Turkiyemiz’de yıllardır iki konudan dolayı sıkıntı cehalet çekmektedir.

1.Ataturk istismarı 2.islam Dini istismarı ,
Bu istismar ve kutuplaşma ülke olarak bize hep zarar vermekte dış güçlerin ekmeğine yağ sürmektedir.

Bugün Atatürk u istismar edip ulusalcı ve kemalistde,
Gerek İslamcı kesimde olsun

Yakın zamanda dünyada ve Türkiye’de 1969 yılından buyana
Ağır sanayi, Ahlak ve maneviyat Şahsiyet li dış ve iç politikası na
İslâm birliği Tüm dünyada mazlum milletlerin refahı ve huzuru için çalışan Prf Dr Necmettin Erbakan hocamızi
Bu iki kesim Anlamak istemediler ve her zaman karşısında durdular,
Ve hocamızın Arkasından bu iki kesimde ” Erbakan hoca büyük devlet adamıydı” deyip kulağimiza hoş gelmektedir,fakat bu iki kesimde hala Erbakan hocamızın eylem ve söylemlerinden icraatlarından uzaklar.
Bu iki istismarida en iyi deşifre eden, Erbakan hocamızin izinden giden yılmaz takipçisi
arastirmaci siyaset bilimci Sn.Ahmet Akgüldur.onlarca bu konuda kitap yazıp konferans lar vermiştir. bu sorunun çare ve çözümlerinide sunmuşdur ve sunmaktadır.

MSP

Gazi Milli bir Komutan,Büyük bir Devlet Adamıydı
Gazinin ortaya koyduğu devlet yönetim mekanizmasının, bir alternatifini dahi oluşturamamış, bağnazlaşmış kesimlerin, şer üçgeni tarafından nasıl kullanıldıklarını hususen çözmek mümkündür ürettikleri zırvalardan!..Devletinin ve Milletinin tüm boyutları ile hali hazır durumunu gözlemleyen Mustafa Kemal Paşa,muthiş bir denge siyaseti ile hem bölgesel hem de küresel bir siyasal denklem oluşturdu ki,bu dış politik duruş;Devleti Siyonist odakların kurguladığı ikinci dünya savaşının içine katmadı…Bütün yetki ve irade alanını kapsamlı bir şekilde elinde tutan Gazi, her türlü gayrimilli politik tasarrufu aksiyona koyabilirdi, eğer bağnaz kitlenin iddia ettikleri bir cinsten olsaydı…Kalkınmayı,maarifi milliyi,Tarım ve sanayii de yaygın hızlı ve örnek bir kalkınma modelini devreye koyarak birçok bölge ve uzak Asya devletlerine dahi öncü olmuştur..

Abdussamet Ç

Gerçek Atatürk sahtekarların planını bozmaktaydı
Sağlam kaynaklardan aktarılanları okuyunca Rahmetli Atatürk’ün taklitçi ve şekilci bağnaz bir müslümanlık değil, gerçek müslümanlığın anlaşılıp şuurla yaşanması için birçok çalışma yaptırdığı görülmektedir. Bir kısım masonik merkezlerin Atatürkçülük kılıfıyla milletimizin manevi dinamiklerine sataşması din istismarcısı kesimlerin işini kolaylaştırmakta ve böylelikle sonuçta karlı çıkanların yine dış güçler olduğunu görmekteyiz.

Atatürk’ü ve başartüsü gibi milli-dini değerlerimizi iki kesim sömürmektedir. Din istismarcıları ve devrim yobazları. Bu iki kesim de aynı kirli merkezlerden beslenerek dezenformasyon ile halkı aldatmakta, siyonist sömürü çarkının “ayrıştırma eksenli” yerel düzeninin devamı için çabalamaktadırlar. Üstad Ahmet Akgül “Bizim Atatürk” kitabını yayınlayınca Atatürkümüzü bu iki kesimin zulmünden kurtarmıştır. Artık kökü dışarıda olduğu ve Siyonizmin bir uzantısı için Mason localarını kapatan, İstiklal Marşı sözlerinin altına imzasını atan, Kuran tevsirini kendi cebinden parasıyla yaptıran, Diyanet İşleri Başkanlığı kuran ve başkanına hutbe kitabı hazırlatan, “bağımsızlık benim karakterimdir” diyip Siyonist haçlı batılıyı Anadolumuzdan kovan, devleti kurduktan sonra şahsiyetli dış politika izleyerek hiçbir emperyal devletin ayağına gitmeyen, milli ve yerli üretimi-ağır sanayiyi teşvik eden, ömrü cihadla cephelerde geçmiş ve bunun yanında insan olan, bazı şahsi hataları olan Atatürk’ü topluma tanıtmıştır. Tüm bu hizmetlere ve söylediklerine rağmen sahte kaynakları esas alıp Atatürk’ü din düşmanı göstermek ancak şer güçlerin işine yarayacaktır. Kendisi Mason ve din düşmanı olup Atatürk’ü dinsiz gösterip sahip çıkma rolü yapan devrim yobazlarının, kendisi emperyalist ABD yandaşı olup her fırsatta onların ayaklarına giden muhafazakar din istismarcılarının artik ipliği pazara çıkmıştır.

“Uydu değil lider ülke” diyen ve mücadele eden Erbakan Hocamızın dediği bir gerçek de zamanla daha anlaşılır hale gelmiştir: “Rahmetli Atatürk Milli Görüşçüdür, boş konuşmayın, gelin yaptıklarını yapalım”

Ömer ali

Ben Atatürkçüyüm demekle Atatürkçü olunmuyor,Gerçek bir Atatürkçü olmak için ne yapmamız lazım,Atatürk sonrası ülkemize kim daha yararlı işler fabrikalar yapmış
AZİZ ERBAKAN HOCA BAKIN NE BUYURUYOR: ”Başka ne var, bu yeminin içerisinde. Atatürk ilkeleri var. Evet, şimdi bak biraz sonra yemin edeceğiz. Atatürk ilkeleri üzerine yemin ediyorum. Nedir bu Atatürk ilkeleri. Atatürk ilkelerinin ne olduğunu, nereden bileceğiz. Atatürk bu ülkede 23’ten 38’e kadar Cumhurbaşkanlığı yaptı. Hangi politikaları takip ettiyse ilkeler bunlardı. Gel bakayım, nedir bu esaslar. Biz o zaman, ilkokul çağındaydık. Bu dönemleri yaşadık, yaşayarak biliyoruz. Biz ilkokulda her yıl, yerli mallar haftası yaptık. Daha çocukken. Ne demek yerli mallar haftası. Üzüm, fındık yiyorduk, o hafta kutlarken bunu. Bunun manası nedir. Kendi gücümüzle kalkınacağız. Evet, bizim üzümümüzle, bizim fındığımızla, bizim çayımızla, bizim pamuğumuzla, bizim pancarımızla, bizim ürünümüzle kalkınacağız. Buna Milli Görüş derler. Ne yapılıyor, kabotaj bayramı yapılıyor. Ne demek kabotaj bayramı. Limanlar arasında sadece yabancılarla nakliyat yapabiliyor idi. Bunlar ortadan kaldırıldı. Biz kendi limanlarımız arasında. Kendi gemilerimizle nakliyat yapacağız. Buna da Milli Görüş derler. 1927’de Kayseri uçak fabrikası kuruldu. O fabrikanın kuruluşunda temel atarken yapılan konuşmaları okumayanlar alsın okusunlar. Sene 1927 düşününüz. Uçak sanayi, bir sanayi biz kuracağız diyor. Bunun altında yatan mana nedir. Biz sanayileşeceğiz. Biz savunma sanayimizi kendimiz kuracağız diye haykırmak demek bunun manası. Eee, bunun savunucusu kim. Bunun savunucusu Refah Partisi. Ayrıca bir şeye daha dikkat çekmişizdir. O da bak şahsiyetli bir politika takip etmişizdir. Ve en mühim unsur olarak. Bağımsızlık esas alınmıştır. Biz bunu yanlış yorumlamak isteyenlere her zaman Atatürk’ün gençliğe hitabesini dikkatli okumalarını tavsiye etmişizdir. Orada en mühim konunun bağımsızlığımızı korumak olduğu tekrar tekrar vurgulanmıyor mu. Hatta sizi idare edenler. Gaflet içerisinde batılılara uşak olmak isteyebilirler. Hangi şart altında olursa olsun onlarla mücadele ediceksiniz diyor. İşte o mücadeleyi biz yapıcağız. O halde özetleyecek olursak Atatürk’ün ilkelerine bağımsızlık kendi gücüyle kalkınmaktır. Şahsiyetli dış politika Atatürk bir defa dış seyahat yaptı mı Cumhurbaşkanı olduktan sonra. Hayır, neden biz tarihin en şerefli milletiyiz. O büyük tarihi düşündü. Ben başkasının ayağına gitmem bunlar gibi ülke katibinin odasında bir hafta bekleyecek bir müftezellik gösterdi mi Atatürk. İngiltere kralı Atatürk’ün ayağına geldi. Bu ne. İşte Milli Görüş. Olaylar gerçekler bunlar.
Şimdi bunlar çıkmışlar Atatürk bize batıyı gösterdi. Eee gidip üç katibin odasında bir hafta bekleyecek. Allah’tan kork insaf et ya. Atatürk’e en büyük ödülü siz yapıyorsunuz. Bak şimdi biz öğleden sonra Atatürk ilkeleri üzerine yemin edeceğiz. Evet, ne demek bunun manası. Bağımsızlığımızı koruyacağız. Türkiye’yi sanayileştireceğiz. Kendi gücümüzle kalkınacağız. Şahsiyetli dış politika yapacağız. Türkiye’yi lider ülke yapacağız. Bunun için yemin ediyoruz. Evet, bunlar zaten bizim temel gayelerimiz. Bire fosiller gelin oturun şuraya bakıyım. Nesi var bu söylediklerimizin nesi var. Siz hiç biriniz Refah Partisine toz bile konduramazsınız. Siz sadece Donkişotluk yaparsınız. Kendi kendine gerçekleri saptırırsınız. Kendi gölgenizle savaşırsınız. İşte gerçekler burada. Bak gerçekleri dile getiriyoruz. Elbette bu prensipler bizim prensiplerimiz, bizim tavsiyemiz. Bizim dışımızdakilerin asıl bu ilkelere sadık olmaları, asıl gerçekten laikliğe sadık olmaları bizim asıl temennimiz bu. Ondan dolayı o fosillere sesleniyorum Refah Partisine selam durun. Gidin öbürlerine yanlış yolda olduklarını düzeltmeleri için uğraşın.”

Yakup G.

Hak işte böyledir, gelince batılı zail eder…
Siyonist Yahudilerin en iyi becerdikleri şeylerin başında doğruyu yanlış, yanlışı doğru olarak göstererek Cihad’ı akamete uğratacak etki oluşturmak gelir.

Yani Kuran’ı değiştiremediği için manasını değiştirir, sahte hadisler uydurur, sahte hocalarla icma ve kıyasları farklı yorumlatır. Tüm bunların yanında bir de bazı kavramların manasını değiştirir (laiklik gibi) veya Cihad’a ve milli birliğe katkı sağlayan Milli ve tarihi şahsiyetleri yanlış tanıtır (Atatürk ve Erbakan gibi) ve bir şekilde bunları toplumun bazı kesimlerine planları doğrultusunda kullanacak şekilde kabul ettirir.

Ancak düşmanını iyi tanımadan Cihad edilmeyeceğinden özellikle ilmi ve tarihi dezenformasyon hususunda belli bir donanıma sahip olmak gerekir. Allah’a şükürler olsun ki Üstad Ahmet Akgül birçok konuda olduğu gibi Atatürk konusunda da siyonist planları bozdu ve yukarıda önemli hususları özet geçtiği makale haricinde muazzam derecede dolu dolu BİZİM ATATÜRK isminde yayınladığı eser ile Din İstismarcıları ve Devrim Yobazlarının elinden Atatürk’ü aldı ve her iki tarafı da bugün afallatıp bariz çelişkiler sergiler hale getirdi.

Mesela Atatürk’kafir diyip RTE’yi ululemir veya mehdi ilan edenler RTE ‘nin Atatürk hakkındaki yıllar önceki yorumları müsbet manada değişince Din İstismarcıları çelişkiye düşmüş;

Atatürk’ü dinsiz, ayyaş, batıcı vb diye tanıtıp semirenler Atatürk’ün Japonya’nın en doğusunda açtığı camiden Elmalılı tefsir ve Kutubi Sitte tercümelerine, ondan Mason localarını kapatmasına kadar gerçekler ortaya çıkınca Devrim Simsarları Atatürk’ün aleyhinde konuşamayacaklarından onun milli taraflarını vurgulamak zorunda kalarak çelişkiye düşer olmuştur.

Muhterem Üstadımız bu konudaki çalışmalarıyla siyonizmin elinden büyük bir silahı almış dahası onla da kafalarına bir mermi çakmıştır Allah’ın izniyle.

Bu milleti ortak paydada birleştirenler bu milletin gerçek efendileridir. Atatürk ortak paydalardan biridir ve Üstad Ahmet Akgül onu din istismarcılarının ve devrim simsarlarının elinden almıştır.

Atatürk bizim Atatürk’tür, Aziz Erbakan Hocamızın deyimiyle Milli Görüşçü Atatürk’tür…

Hasılı hak işte böyledir, gelince batılı zail eder…

Orhan Atay

Sanki gizli bir emanet bırakmışlar bir birlerine.
Hiç kimseye paye vermek değildir maksadımız. Yıllarca her ülkeden, her milletten, kendini yazar, entellektüel, aydın, araştırmacı diye tanıtan ve ağız dolusu ATATÜRK anlatanlar, ya makalenin belli parağrafların da da belirtildiği gibi. Ya akşam sofraları ile anılan bir ATATÜRK ya akşam kızıp azarlayan ama azarladığı her kim ise sabah çağırıp özür dileyen bir Atatürk (Hasan Rıza Soyak) kitabı alıntısıdır. Yani istikrarsız bir devlet adamı. Ya biraz çapkın oynaşmayı seven Atatürk, yıllardır bir gazeteci Fikriye belası ile anılması. Kaldı ki Atatürk yüz vermediği için kadın intihar etmiş. Ya göya Sosyalistlerce sıkışınça birazda dincilik kokan Atatürk. Yıllarca neler yazıldı neler okuduk. Amma hiç bir yazar çizer takımı dinci degil dindardı. Kominist değil ama kominizmi değme sosyalist, koministten iyi bilirdi, beş bine yakın kitabı altlarını çizerek okumuş kütüphanesinde ispatlı duruyor. Çanakkale savaşı devam ederken yaverine bana Macar türkolojisini bul getir deyince komutanım savaşıyoruz ne Türkolojisi deyince, biz bu savaşı kazanacağız ve bir Cumhuriyet kurulacak, bu ülkenin bir dili olacak sen sana söyleneni yap diyecek kadar feraset sahibi bir devlet adamı olduğunu bilenler biliyor da. Kimse hakkını iade edemiyordu. Ama Şükürler olsun Bizim Atatürk kitabı ile, kişiliği, devlet adamlığı, dinci değil dindar bir devlet adamı olduğu ispat edildi. Şimdi hakkının iadesi kaldı. Bu kadar itibarsızlaştırma çalışmasına rağmen yapamadılar, unutturulan itibarı, hayalini yıllarca kurduğumuz ama gerçekleşmesi ise an meselesi olan ADİL DÜZEN de kendilerine İade edilecektir İnşaALLAH. İnsan’ a zulüm geliyor bu Temel KARAMOLLAOĞLU gibi, Şevket KAZAN gibi, Oğuzhan ASİLTÜRK gibi ne oldukları kimlere hizmet ettikleri belli ve kendileri gibi yetiştirdikleri partililerden, ERBAKAN Hocamdan hakkıyla bahsetmemeleri amma yakındır İnşaAllah bizde onun partisindendik biz de hocamı hürmetle anıyorduk demeleri ama , artık ihanetleride yaptıklarıda ilahi adaletle muhakkak sorulacaktır kendilerine. Gülü anıyorlar ortada gül yok, amma gül dikeni gibi dilleri var,siyasi bir partinin yöneticileri siyasetten bahsederken ERBAKAN hocam anılmazsa ancak diken olur sizin sözünüz dünya Müslümanlarına. Biz biliyor ve eksiksiz inanıyoruz ki ATATÜRK’te ERBAKAN hocamda, dünya müslümanlarının ve bütün insanlığın saadet ve mutluluğu için çok şeye katlamış ve akıl almayacak bir fedakarlıkla çalışmışlar.Bir birlerine sanki şifreli bir emanet bırakmışlar adeta, ERBAKAN hocam dünya insanına yapılacak en büyük projesi ile ADİL DÜZEN’le, emanetini inananlarına teslim etmiştir. Layık olanlar şeksiz şüphesiz emanetini takipçisidir. Layık olmayanlar ise adını bile anamamaktadır ELHAMDÜLiLİH. Her kez layığını bulacak. Her günün akşamına da, sabahına da kaybolmayan ve her gün artan bir ümitle ve sadakatle, imanla , heyecanla, başlıyoruz, aynı akşamda bir sonraki sabahın heyacanını hissediyoruz. Bizi böylesine hazırlayan , böylesine diri tutan , kazancımızın yövmiyesini fazlası ile , nerede alacağımızı ayet ayet, hadis hadis ,dünyada uğraşın Adil Düzen kurulsun, siz göremeseniz de görenler olsun, bu günkü bir gayretin bin ecir’i olduğunu öğreten Ahmet AKGÜL hocam Ömrünüz uzun sağlık sıhhatiniz daim olsun. Kalın sağlıcakla. Allah’ emanet olun.Amin.Amin.Amin

Mustafa Yaprakcı

Artık istismar edilemez
Yıllar yılı Mustafa Kemal’i istismar ettirdiği gruplar aracılığıyla aziz milletimizden gerçekleri saklamak suretiyle kendi planlarını yürüten siyonizm, tüm insanlığı ifsad etmek için tüm gücüyle çalıştı. Muhterem Ahmet Akgül bu makale ve diğer yazılarınızda Atatürk gerçeğini en net şekilde ortaya koyduktan sonra Allah’ın izniyle artık kimse istismar edemiyecek. Milletimizin de hakikati öğrenerek Aziz Erbakan Hocamızın Adil Düzen Yeniden Büyük Türkiye ve Yeni bir Dünya hedefine sahip çıkarak hızla hedefe ilerlemesine vesile olması dileğiyle.

Veysel

Atatürk ve Camiler
İslam toplumu olan Türk Milleti’nin inanç merkezleri olan camileri “din ve dünya için neler yapılmak lâzım geldiğini düşünmek, danışmak için yapılmıştır” şeklinde tanımlayan Atatürk, yüce kitabımız Kuranı Kerim’in meali keriminin yazılması için kendi cebinden bütçe ayırmış, ayrıca Efendimizin hayatını anlatan kitapları da tercüme ettirmiştir. Camiler içinde kuru kalabalıklar olmasını hak edecek yerler olmadığından, insanlar bilgiye kolayca erişebilsin, dinin gereğini yerine getirirken dünyalık işlerini de dinlerine göre ayarlasınlar hedefi güdülmüştür. Oysa günümüzde türlü fenalıklar olurken maalesef camilerimizden beklenen ses çıkmıyor, her hafta çiçek böcek hutbeleri ile zaman geçiştirilirken, alttan alta da ülkemizin bugünlere gelmesinde çok büyük emekleri ve fedakarlıkları olan Atatürk hayırla yad edilmekten kaçınılıyor. Sağolsun Milli Çözüm üstümüzden bu vebali almış oldu ve hepimizin üzerindeki bu vefa borcunu yerine getirmiş oldu!

Kazım Gülfidan

Yorulmak yetmez, yoğrulmak lazım!
Sn. Seyfettin Genç önemli ve değerli tespitlerde bulunmuş… Tebrik ederiz.
Ama bir noktayı da eklemeliyiz.
Erbakan’ın, olumlu Atatürk imajı için ortaya koydukları onurlu tavrı, içimize sindirebildik m i? Atatürk’ü din düşmanlarının istismar aracı yapmalarını engelleyici gayretimiz yeterli mi? Yukarıdaki yazıda olduğu gibi, Milli Çözümün bu konudaki yaklaşımını, en azından takdir edebiliyor muyuz?
Yoksa gözümüzü yumarak gerçekleri ortadan kaldıramıyoruz…
Selamlar…

N.Gündüz

Bizim Atatürk
Atatürk, hakkında binlerce kitap, makale, yorum yazılmış büyük bir devlet adamıdır.
Atatürk’ün din anlayışını onun hakkında yapılan yorumlardan ziyade, bizzat kendisinin bu konudaki söylev ve demeçlerine bakarak değerlendirmek lazımdır.
Atatürk’ün İslam dini hakkındaki görüş ve düşünceleri dikkatli bir şekilde incelendiğinde, onun din akleyhine ve dinsizlik anlamına gelebilecek herhangi bir sözüne rastlamak mümkün değildir.
Aksine dinimizden , Hz. Peygamber Efendimizden övgü ve saygı ile bahseden, Müslümanlığından dolayı duyduğu onuru dile getiren pek çok sözleri vardır.
İşte o sözlerden bir kaçtanesini paylaşmak istedim.
Bizim dinimiz, akla en uygun ve en doğal bir dindir. Ve ancak bu nedenledir ki son din olmuştur. Bir dinin doğal olması için akla, tekniğe,bilme ve mantığa uyması gereklidir. Bizim dinimiz bunlara tamamen uygundur. Müslümanların toplumsal yaşamında, hiç kimsenin özel bir sınıf halinde varlığını korumaya hakkı yoktur.
Kendilerinde böyle bir hak görenler, dini emirlere uygun harekette bulunmuş olmazlar. Bizde ruhbanlık yoktur, hepimiz eşitiz ve dinimizin kurallarını eşit olarak öğrenmek zorundayız. Her birey dinini, din duygusunu,imanını öğrenmek için bir yere muhtaçtır; orasıda okuldur.
1923(Atatür’ün S.D.11,s.70)
Müslümanlık, aslında en geniş anlamıyla hoşgörülü ve çağdaş bir dindir.
(Atatürk’en BM., s.70)
Bizim dinimiz, milletimize değersiz, miskin ve aşağı olmayı öğütlemez. Aksine Allah da, Peygamber de insanların ve milletlerin değer ve şerefini korumalarını emrediyor.
1923 (Atatürk’ün S.D.1,s.92)
Milletimiz din ve dil gibi kuvvetli bir erdeme sahiptir. Bu erdemleri hiçbir kuvvet, milletimizin kalp ve vicdanından çekip alamamıştır ve alamaz.
1922 ( Atatürk’ün S.D.I 1s.66-67)
Ülke olarak sırat köprüsünden geçtiğimiz şu günlerde Atatürk’e atılan bunca hakaret ve camurdan kim faydalanır.
Atatürk’ü dinsiz göstermek adına yapılan kahbeliklerin dış güçlerin bir projesi olduğunu anlamak için allame olmak gerekmiyor.
Bu konuda çok ciddi çalışmaları sonucu Bizim Atatürk kitabını yazarak milletimizin gerçekleri görmesine vesile olan Üstat Aahmet Akgül Hocamıza saygı ve minnetlerimi sunuyorum.

Cansel

Atatürk Modellemeleri Ve Sonuçları
Mustafa Kemal Atatürk’ün azmi, dehası, milliyetçiliği, fedakarlığı, yöneticilik kabiliyeti,imanı çağdaşlığı şöyle dursun birbirine zıt öyle Atatürk modelleri çizdiler ki ülkemize zarar veren kesimler yıllarca bu modelleri daha da parlattı kendi batıl düşüncelerine ve şerli niyetlerine birer kılıf yaptı.

Dinci ve yobaz kesim, birçok batıl tarikat “din karşıtı Atatürk” modelini benimsedi Atatürk’ü yıllarca müritlerine adını dahi söylemeyerek ‘kefere’ diye tanıttı. Sanki Atatürk sahaya çıktığı vakit ülke dimdik ayakta ve hiçbir sıkıntı yokmuş da Atatürk durup bir düşünmüş düzeni nasıl bozarım, İslam’ı nasıl yok ederim(!). Hatta yalanda daha da ileri gidip eskiden halkın Arapça konuştuğunu, Kur’anın manasını anladığını ve Atatürk’ün bir anda dili değiştirip insanları konuşamayacak vaziyete getirdiğini vaaz verdiler. Ve ağzı köpüklü birçok mürit de adeta ayetmiş gibi bunlara ve daha fazlasına inandı her fırsatta, her bayramda tüm bu düzenin bozukluğuna bir Atatürk kurban ettiler. Ve bu sayede asıl şer odakları perde arkasında kalmış ve sıyrılmış oldu. Atatürkten sonra art niyetli birileri ibadetleri kısıtlayıp halkta yaralar açarken daha da art niyetli birileri gelip ibadet özgürlüğüyle göz boyadı ve diğer tüm mecralarda köleleşen halkı uyuttu. Her fırsatta verilen ibadet özgürlüğünü de “biz yaptık” diyerek başa kaktı.

Batı özentisi, din karşıtı tiplerse rakı sofralarından kalkmayan, ateist Atatürk modelini benimsedi. Allah’ın selamından dahi rahatsız olan bu tipler dinsizliklerini Atatürk’le pekiştirdi. Atatürk de içerdi diyip kutsal cumartesi günlerinde her türlü rezilliklerini kalp temizliğiyle(!) örttüler. Oysa sorsanız madem ki Atatürk’ü örnek alıyorsunuz siz bu vatan için ne yaptınız? Verecekleri tek yanıt yobaz takımın yanlışlarını saymak olacaktır. Ne kapalılar gördük ama yapmadıkları pislik yok diyip örtüyü, ne namaz kılanlar gördük hırsız diyip namazı hafifleştirmeye ve gereksizleştirmeye çalıştılar. Atatürk bunca uğraşın arasında kitaplardan başını kaldırmazken bunlar fox, halkt tv arasında tavaf edip durdular. Atatürk’ün tercüme ettirdiği meale de muhalefet edip yaşar nuri öztürkün çarpıtmalarına ve safsatalarına inandılar. Her bayramda da sosyal medyadan bir “Ata’m” resmi paylaşıp kendilerini aydın sandılar.

Sonuç olarak çoğunlukla birinci tayfa akpnin ikinci tayfa da chpnin ekmeğine yağ sürmüş, görünüşte farklı saflarda yer alsalar da aynı safın, batılın safının cemaati olmuşlardır. İkisi de birbirini yerken aslında birbirine hizmet etmiş ve birbirini beslemiştir. Arka planda dönen oyunlara maşa olmuşlardır. Hangisi daha şerlidir sorusunun cevabını da Erbakan hocamız en güzel şekilde vermiştir; “Sol hükümet ameliyata narkozsuz alır, en azından hangi organınızı söktüğünü anlarsınız, sağ hükümet ameliyata narkozla alır da, nerenizi kaybettiğinizi dahi anlayamazsınız”.

[b][u]Elhasıl, Atatürk’ü gerçekten anlasaydık batılın farklı şekillerinde avuntu aramaz Milli Görüşü tek yol tutardık. Parçalanmaz bütünleşirdik, susturulmaz gürleşirdik, köleleştirilmez bağımsızlaşırdık. Sisteme sövüp yine aynı sisteme oy atmaz, sistemi Allah’tan büyük tutup çaresizleşmez, Adil bir Düzen yolunda çalışırdık. Hamd olsun bugün Milli Çözüm cennetmekan Erbakan hocamızın ve Ahmet Akgül hocamızın vesileleriyle ve ışıklarıyla Atatürk’ü layıkıyla anlamış ve anladığı yolda da hizmetlerine devam etmiştir. [/u][/b]

Mus ab

Mili Çözüm Siyonizm’in Oyununu Bozarak Milli Dönüşümü Başarmaktadır.
“Din düşmanı, İslam karşıtı ve maneviyat inkârcısı” bir Atatürk imajı kimlerin işine yarayacaktır? Bundan aziz milletimiz, ülkemiz ve devletimiz mi karlı çıkacak… Yoksa dış güçlerle, onların sağcı, solcu ve İslamcı işbirlikçileri mi nemalanacaktır?
Çok kıymetli Üstadımızın makalede geçen sorusu, Atatürk’ü din düşmanı göstermek isteyenlerin gerçek niyetlerini açığa vuruyordu. Dünya lideri olma potansiyeline sahip ülkeler arasında, başta Türkiye’nin geldiği açık bir gerçekti. Türkiye’nin “Yeni Bir Dünya” kurma potansiyelini zayıflatmanın hatta yok etmenin birinci yolu ise; İslam ülkeler ve Müslüman halklarla irtibatını kesmek olmalıydı. Bundan dolayı Siyonist ve emperyalist kafalı kişiler, Atatürk’ü dinsiz göstermek için; film senaryosu yazar gibi bir kurgu senaryo yazıp seyirciye-milletimize izlettiler. Gerçek Atatürk’ü değil, Siyonizm’in kendi istediği Atatürk’ü yoğun kitlelere, hile ve entrikalarla kabul ettirdiler. Senaryoda bazen oyuncu Feto oluyor, bazen de Feto versiyonlarının, Atatürk’ü dinsiz gösterme cabalarını haklı çıkartmak için; sol-Darvinist-kemalist din düşmanları rol alıyordu. Rejisör, Atatürk’ün din düşmanı olduğunu izleyenlere inandırmak için çevirdiği filimde oyuncuları da bizlerden seçiyordu. Siyonizm’in Atatürk’ü dinsiz gösterip; hem Atatürk’ün gerçek hedeflerini yanlış tanıtma, hem de Türkiye’nin Lider ülke olma yönündeki en büyük gücünü yok etme derdindeydi. Milli Çözüm ve şahsı manevisi Üstad Ahmet Akgül hocamızın yarım asra yaklaşan fikri mücadelesi, yurt dışı ve yurt içi binlerce konferansı, sayısız makalesi, kitapları, semineri, panelleri, Tv radyo programları, sosyal medya çalışmaları ve yoğun eğitim programları sonucu; Siyonizm’in oyununu bozarak Türkiye’yi şu noktaya dönüştürmüştür. “bizi asıl ilgilendiren Atatürk’ün şahsi hayatı ve hataları değil; O’nun çok özel yetenekler ve özverili gayretlerle başarıp emanet bıraktığı Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve kurumları, hedeflediği ve ulaşmamızı vasiyet ettiği yüksek ufuklardır.”

kemal şahin

GERÇEKLER…
Şöyle bir bakalım ve anlamaya çalışalım. Atatürk kendi yönetim döneminde hiçbir dış seyehat yapmadı.Niçin? çünkü Türkiye asırlar boyunca lider ülkeydi; şanlı bir medeniyetin varisi ve temsilcisiydi. lider ülkeyi yöneten bir insan(zillet ve mahcubiyetle)başkasının ayagına gitmemiştir…ingiltere kralı onun ayagına gelmiştir…BATILILAR VE MÜSLÜMAN BAŞKANLAR TÜRKİYE’Yİ ziyaret etmiştir.Atatürk gitmemiştir.(bu milli bir haysiyet ve hassasiyet meselesidir)
NECMETTİN ERBAKAN

Kemal  .....

SEVGİLİ SEYFETTİN GENÇ BEY,[quote name=”Seyfettin Genç”]Gerçekten yıllardır Atatürk konularının hep gündemde olmasından ve her kesim tarafından konuşulmasından farklı taraflara çekilip sanki başka gündemimiz yok gibi bir ortam oluşmasından yorulduk. Kemalist görülen çevrelerin Atartürk’ü ve Atatürkçülüğü kendi çıkarları doğrultusunda kullanma eğilimleri, birçok tarikat, cemaat, medya organı ve sözde muhafazakar dindar yazarların Atatürk’ü din düşmanı ve rakı ile karı arasına sıkıştırılmış bir bakış açısı ile göstermeye çalışmaları her iki kesiminde aslında aynı ayarın, aynı güç odaklarının güdümünde ve kontrolünde olduklarının en bariz kanıtıdır. Merhum Erbakan’ın hayatı boyunca ve siyasi mücadelesinde Atatürk bugün yaşasaydı Milli Görüşçü olurdu sözünü ve yine birçok yerde Atatürk ile ilgili söylediklerini görmemezlikten gelen bazı sözde Milli Görüşçü geçinen zevattan Akp yanlısı Erdoğan ve Tramp sever, her yazdıklarından belirli bir süre sonra çark etmekte usta Elaziz takımına, kimin kontrolünde hareket ettikleri tescilli tarikat ve cemaatlere ve dinsizliklerine kılıf olarak ve bu yollada toplumu hem uyutmak hemde Atatürke daha kolay yoldan zarar verebilmenin adımını atacak kadar soysuzlaşmış olan Atatürkçülük maskesinin altına saklanan Kemalistlere, yine sözde muhafazakar görünüp Akp ve Erdoğan’ın yaptığı yanlışlıklara ve ihanetlere kılıf uydurup ama söz konusu Atatürk olduğunda ağza alınmayacak hakaret ve sözler sarfeden yazar, yorumcu, gazeteci ve dindar görünümlü şarlatanlara kadar tüm kesimler yüzleri ve söylemleri farklı olsada aynı odakların kontrolünde ve güdümünde olan ve o odaklara bilerek veya bilmeyerek hizmet eden zavallı piyon ve kukla takımlarıdır. Yani Atatürk vefat etmiş. Her fani kul gibi oda hatalarının, yanlışlarının ve günahlarının hesabını verecek. Ama yıllardır bu mevzularla ülkenin gündemini meşgul edip, asıl sorun ve sıkıntıları görmezden gelmeye çalışılması bilinçli ve programlı yapılan çalışmalardır. Ve inanın artık bu mevzular pişirilip pişirilip ortaya getirildikçe toplum geriliyor ve bıkkınlık ortamı oluşuyor. Dünya şeurani Siyonist güçlerin kıskacında inim inim inlerken ve tüm insanlık Adil Bir Düzeni beklerken bizler hala daha şahıslar üzerinde odaklanmaya ve perde arkasındaki büyük oyunun fotoğrafını görmemeye devam edersek unutmayalım ki, bizim bizden başka düşmanımız olmatacaktır. Lütfen artık herkes kendine gelsin. Yoksa Merhum Erbakan’ın dediği gibi dövecek diz dahi bulamayacağız.[/quote]________________________________ SEVGİLİ SEYFETTİN GENÇ BEY, Öncelikle şunu belirtmede fayda olduğuna inanıyorum. Sayın Ahmet AKGÜL Bey’in yazılarını ikinci kez okuyorum. Çok memnun kaldım. Ve şu sonuçları çıkardım. 1) Yazıda da gördüğüm üzere bilgiler sağlam kaynaklar tarafından ispatlıca anlatılmış .. Ve şu sonuca vardım. Bizleri yurttaşlar olarak birileri bizim üzerimizden nemalanmışlar ve hala da devam etmekteler.. Yurttaşlarımızı sağcı solcu, dinci dinsiz, ateist putperest tarikatli tarikatsız, başı örtülü başı açık diye birbirimize düşürerek ve üzerimizden kendilerinin hedefleri uğruna çarpıştırdıkları yalan yanlış bilgilerle bizleri piyon olarak kullandıklarını anlıyorum…2) Bu kullanan rejisör , bir zamanlar kominizm şimdi ise kapitalizm adı altında hedefleri uğrunda insanlık alemini sömüren dışarda emperyal küresel güçler olduğu , içerde işbirlikçileri vesilesiyle yerine göre sağ yerine sol diye bir zihniyet yaratarak, veya örtülü örtüsüz, dindar veya dindar olmayan, İslamcı laik gibi kavramlara yanlış manalar yükleyerek dünyada bu sömürüsünü gerçekleştirmeye çalıştıkları ortaya çıkıyor… 3) Çıkardığım sonuç ise; biz hep birlikte Türkiye olduğumuz gerçeğidir.. Bu emperyal küresel güçlerin oyunlarını görmeli anlamalı uyanmalı ve birbirimize sahiplenmeli ve gereğini yapmamız gerektiği sonucu….Ortalıkta artık sıkça konuşulan bir ifade var : MİLLİ MUTABAKAT ifadesi… İşte tamda çözüm… Devamını oku

Seyfettin Genç

Yorulduk
Gerçekten yıllardır Atatürk konularının hep gündemde olmasından ve her kesim tarafından konuşulmasından farklı taraflara çekilip sanki başka gündemimiz yok gibi bir ortam oluşmasından yorulduk. Kemalist görülen çevrelerin Atartürk’ü ve Atatürkçülüğü kendi çıkarları doğrultusunda kullanma eğilimleri, birçok tarikat, cemaat, medya organı ve sözde muhafazakar dindar yazarların Atatürk’ü din düşmanı ve rakı ile karı arasına sıkıştırılmış bir bakış açısı ile göstermeye çalışmaları her iki kesiminde aslında aynı ayarın, aynı güç odaklarının güdümünde ve kontrolünde olduklarının en bariz kanıtıdır. Merhum Erbakan’ın hayatı boyunca ve siyasi mücadelesinde Atatürk bugün yaşasaydı Milli Görüşçü olurdu sözünü ve yine birçok yerde Atatürk ile ilgili söylediklerini görmemezlikten gelen bazı sözde Milli Görüşçü geçinen zevattan Akp yanlısı Erdoğan ve Tramp sever, her yazdıklarından belirli bir süre sonra çark etmekte usta Elaziz takımına, kimin kontrolünde hareket ettikleri tescilli tarikat ve cemaatlere ve dinsizliklerine kılıf olarak ve bu yollada toplumu hem uyutmak hemde Atatürke daha kolay yoldan zarar verebilmenin adımını atacak kadar soysuzlaşmış olan Atatürkçülük maskesinin altına saklanan Kemalistlere, yine sözde muhafazakar görünüp Akp ve Erdoğan’ın yaptığı yanlışlıklara ve ihanetlere kılıf uydurup ama söz konusu Atatürk olduğunda ağza alınmayacak hakaret ve sözler sarfeden yazar, yorumcu, gazeteci ve dindar görünümlü şarlatanlara kadar tüm kesimler yüzleri ve söylemleri farklı olsada aynı odakların kontrolünde ve güdümünde olan ve o odaklara bilerek veya bilmeyerek hizmet eden zavallı piyon ve kukla takımlarıdır. Yani Atatürk vefat etmiş. Her fani kul gibi oda hatalarının, yanlışlarının ve günahlarının hesabını verecek. Ama yıllardır bu mevzularla ülkenin gündemini meşgul edip, asıl sorun ve sıkıntıları görmezden gelmeye çalışılması bilinçli ve programlı yapılan çalışmalardır. Ve inanın artık bu mevzular pişirilip pişirilip ortaya getirildikçe toplum geriliyor ve bıkkınlık ortamı oluşuyor. Dünya şeurani Siyonist güçlerin kıskacında inim inim inlerken ve tüm insanlık Adil Bir Düzeni beklerken bizler hala daha şahıslar üzerinde odaklanmaya ve perde arkasındaki büyük oyunun fotoğrafını görmemeye devam edersek unutmayalım ki, bizim bizden başka düşmanımız olmatacaktır. Lütfen artık herkes kendine gelsin. Yoksa Merhum Erbakan’ın dediği gibi dövecek diz dahi bulamayacağız.

YORUMLAR

Son Yorumlar
17
0
Yorumunuzu okumaktan memnuniyet duyarızx