YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL MENÜ

DERGİLER

Ay Seçiniz
category
6923528278f94
0
0
6401,171,6356,117,28,27,170,98,3,144,26,4,145,113,17,6330,1,110,12
Loading....

TOPLAM ZİYARETÇİLERİMİZ

Our Visitor

2 0 8 9 5 4
Bugün : 38335
Dün : 47039
Bu ay : 979297
Geçen ay : 1371576
Toplam : 45383118
IP'niz : 216.73.216.189

SON YORUMLAR

Son Yorumlar

YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL YAZILAR

YENİ ÇIKAN KİTAPLARIMIZ

ADİL DÜNYA YAYINEVİ

Tel-Faks:

0212 438 40 40

0543 289 81 58

0532 660 12 79

 

Adıyamanlı

MEHMET SAİD HOCAEFENDİ

(BAVIKO HZ.LERİ)

          

Adıyaman’ımızın 20. Dönem Milli Görüşçü Milletvekillerinden değerli dostum Ahmet Doğan Bey, muhterem ve mübarek Dedeleri, ilim, irfan ve irşat ehli, Mehmet Said Hocaefendi Hz.lerinin istikametli hayat hikayesini, ibretli ve hikmetli öğütlerini anlatan bir kitabı lütfedip bize göndermişlerdi. Kendileri de o zatın talebesi olan değerli kardeşim ve öğretmenlik döneminde müfettişim olan Ebubekir Aytekin Bey’in yazdığı, büyük bir emek ve ciddiyetle hazırladığı bu eserinden dolayı kendilerine tebrik ve teşekkürlerimi iletirim.

Hem böylesi Allah dostlarının örnekliğine ve öğretilerine olan ihtiyacımız… Hem bu eseri hazırlayanların ve bize hediye olarak ulaştıranların emeğine ve halis niyetine duyulan saygımız nedeniyle, kitabı alır almaz hemen dikkatle okumaya giriştik… Rabbimizin lütfettiği hızlı okuma tekniği sayesinde iki saat içerisinde, elliden fazla not düşerek ve yüzlerce konunun altını çizerek, şükür kitabı tamamlayıverdik ve çok önemli ve değerli bilgiler öğrendik. Ardından bir saat içinde de bu yazıyı hazırlamaya muvaffak edildik.

Doğumu, Çocukluğu, Gençlik Yılları ve Doğruluktan Ayrılmaması:

“Resmi kayıtlarda 1314 tarihinde doğduğu yazılı olmakla beraber kendi el yazısıyla aldığı bir nota göre Rumi 1313 (Miladi 1896) yılında Malatya’nın Hısn-ı Mansur (Adıyaman) Kazasına bağlı Artan (Pınaryayla) köyünde ailenin ilk çocuğu olarak dünyaya gelmiştir.

Hesaplara göre o sırada babası Şeyh Mustafa otuz üç veya otuz dört yaşındadır. Çünkü o zamana kadar Mısır’da ilim tahsil etmekle meşgul olup evlenmeye fırsat bulamamış, nihayet Şeyh Halit’in onu evlendirmesiyle dünya evine girmiştir.

Üstadın çocukluğu köyde, babası Hacı Mustafa’nın yanında geçmiş ve ilk tahsilini de babasından almıştır. Babası onu tarikat ve İslam ahlâkıyla yetiştirmeye gayret etmiş, on üç yaşına geldiğinde ölmeden önce oğlunun mürüvvetini görmek için bacısının kızı Fatma Hanım’la evlendirmiştir. Hocamız o zaman henüz ergenlik çağına girmek üzeredir. Sünnet merasimi ile birlikte düğün de yapılır. Birkaç ay sonra da babası onu Siverek Karacadağ’daki Gülpare köyüne Şeyhinin medresesine ilim tahsiline göndermiştir. Fakat yukarıda da anlatıldığı üzere Şeyh Halit onu aynı gün geri göndermiştir. Babası vefat edince de annesi tarafından yarım kalan ilmini tamamlaması bakımından aynı yere gönderilmiştir.

Evlenmeden önceki bir hatırasını şöyle anlatırdı: Ben henüz on, on iki yaşlarında idim. Köye zaptiyeler geldi. Köyde bulunan gençleri askere alıp Yemen ve Filistin cephelerine götürüyorlardı. Fakat köyde hiç genç kalmamıştı. Tamamı ya cephede ya da hastalıktan şehit olmuş, künyeleri gelmişti. Ben zaptiyeleri görünce korktum ve beni de götürürler diye endişe ettim. Babama: “Nereye saklanayım?” diye sordum. Babam da caminin küpünü göstererek: “Caminin küpüne saklan.” dedi. Ben küpe saklandım ve küpün kapağını üstüme kapatıp bekledim. Zaptiyeler gelip babama beni sordular. “Senin de bir oğlun varmış, nerede?” deyince babam da küpü göstererek: “Şu küpe saklandı.” dedi. Bunun üzerine zaptiyeler benim küpe sığacak kadar küçük olduğumu anlayınca gülüşüp gittiler.”[1]

Babası, Babasının Hayatı, Tahsili, İcazetleri ve Yaşama Tarzı:

“Babası Molla Hüseyin oğlu Hacı Mustafa olup 1863 Hısnımansur (Adıyaman) doğumludur. Hacı Mustafa, ilk tahsilini babasının yanında görmekle beraber ilme olan merakından Hacca giden bir kafileye katılarak o günün şartlarında Hacca gitmiş, Hac dönüşü Mısır’a gelmiş, El Ezher’de ilim tahsil etmiştir. Ezher’den mezun olduktan sonra bir rivayete göre tekrar Hacca gidip, Hacdan sonra memleketine dönmüştür. 

Kırk yedi yaşına geldiğinde müritlerinden Sofi Mahmut (Çelebi) ile oğlu Mehmet Said’i Siverek’e Şeyh Halit’e gönderir. Medresenin ihtiyaçlarına harcanmak için bir miktar da para verir. Bundan sonrasını üstadımız şöyle anlatıyordu:

Oraya vardığımızda ikindi vakti idi. Şeyhin elini öptüm, yanına oturdum; içinde para bulunan keseyi Şeyhin önüne koydum. “Bunu babam gönderdi.” dedim.

Şeyh Halit bana sordu: “Bu para babanın sadakası mı yoksa ıskatı mıdır?”

Ben de dedim ki: “Şeyhim bilir.”

Tekrar sordu: “Bu babanın sadakası mı yoksa ıskatı mıdır?”

Ben yine dedim ki: “Şeyhim bilir.” Üç kez soruyu tekrarladı. Üçünde de “Şeyhim bilir, ben bilmem.” dedim. Bunun üzerine Şeyh Halit Sofi Mahmut’a hitaben: “Sofi Mahmut, hemen kalkın, durmayın, Mehmet Said’i de alın ve evinize dönün.” Bunun üzerine aynı gün Sofi Mahmut’la beraber dönmek zorunda kaldık.

İki günlük yoldan sonra eve döndüklerinde Şeyh Mustafa oğluna Şeyh Halit’in ne dediğini sorar. Hocamız da söylenenleri olduğu gibi anlatır. Bunun üzerine Şeyh Mustafa kardeşlerini çağırarak şöyle bir vasiyette bulunur: “Kadra çukan, lı mezınan bıhasinın; a çuka çukan ji lı mezıne mezına bıhasinın.” Yani “Küçüklerin kadrini büyükler(in hatırına) sayın; küçüklerin küçüğünü de büyüklerin büyüğüne sayın.”

Ve Şeyh Mustafa o gece vefat eder. Rumi 1326 (Miladi 1910) tarihinde vefat ettiğinde 47 yaşındadır. Anlaşılır ki Şeyhe gönderilen para ıskattır. Ve Şeyh Halit’in aynı gün bekletmeden Sofi Mahmut’la Mehmet Sait’i geri göndermesi bir keşif ve keramettir.”

Resmi Nikâh Kaydı:

“Elimizdeki belgelerden Hacı Mustafa’nın 33 veya 34 yaşına kadar Mısır’da kaldığı için geç evlendiği bu sebepten de vefatında çocukla­rının küçük olduğu anlaşılmaktadır.”[2]

“(Hacı Mustafa ile Artanlı Sıli Şıke kızı Ayşe’nin mahkeme kararı ile evlendiklerine dair belge- mahkeme ilamı Sh. 93’te kayıtlıdır.”[3]

“Nikâh”ın geçerli sayılması için resmi ve devlet tescilli olması gerektiği konusundaki tezimizi güçlendiren bir vesika’nın ilgili kitabın 93. sayfasında yayınlanması… Ve Rahmetûllah Mehmet Said Hocaefendinin Muhterem Babasıyla Annelerinin nikâh akdinin Osmanlı mahkeme kayıtlarında yazılmış olması önemli bir belge konumundadır.

Şapka İktisası Hakkında Kanun, Müftü H. Mahmut Efendi’nin Fetvası ile Şapka Takması:

“Hocamız şapka ile ölüm (zulüm endişesi) arasında bir tercih yapmak zorunda idi. Bu konuda karar veremiyordu. Ölümden korkmuyordu ama hangisinin daha hayırlı olacağı hususunda tereddüt ediyordu. Bu nedenle de Adıyaman ilçe müftüsü Kara Molla lakaplı Hacı Mahmut Efendi’ye müracaat etti.

H. Mahmut Efendi, hocamıza: “Evladım, eğer sen ölürsen bu dine ve millete ne faydan olacak? Ama yaşarsan hem İslam’a hem de insanlara hizmetin dokunabilir. Paran yoksa ben vereyim. Hemen gidip bir şapka al ve köyüne dön. Ama bir şartla: Senin ileride yerini tutabilecek, İslam dinine hizmet edebilecek öğrenciler yetiştirmek şartıyla…” Bu fetva üzerine hocamız bir şapka alarak giymiş ve köyüne dönmüştü.”[4] İleriki yıllarda, şapka mecburiyetinin gevşetildiği hatta külahla dolaşanlara müsamaha edildiği dönemlerde ve köy yerinde bile bu zatın şapkalı fotoğrafları dikkatimizden kaçmamıştı. Yani Bavıko Hz.leri hem yozlaşmaya hem de yobazlaşmaya karşı İslam’ın özünü önemseyen bir tavır takınırdı.

Zenaatkârlığa Merakı:

“Gençliğinden itibaren zenaata olan merakı onu zenaatkârları korumaya ve kollamaya itmiştir. Köye gelen kalaycı, nalbant, bakırcı, demirci, semercileri vs. mutlaka ağırlar, onlara zenaatlarını icra edecekleri yer temin eder, kaldıkları sürece de yemek dahil bütün ihtiyaçlarını karşılardı. Köyde bir marangoz atölyesi kurdurarak; bu atölyede yıllarca Abuzer Rençber, Mehmet Durmuş ve Sımelili (Toptepe) Mehmet Şaraldı’yı usta olarak çalıştırmış, kazançlarına da asla müdahale etmediği gibi bunlardan kira da almamıştı.

Adıyaman’ın Süryani Hristiyanlarından Toros isimli demirciye zenaatını icra etmek için yer vermiş; birkaç yıl burada demircilik yapan Toros Usta da teşekkür babından köy camiine demirden bir minare yapmıştı. Bu demir minareye hoparlörler takılmış, beş vakit “Allahu Ekber” sedaları bu minareden yankılanmıştı.

Kendisi de mobilya ve marangozluğa meraklı olup ilkel aletlerle kapı, pencere, pervaz, dolap ve süslemeler yapardı.”

Köye Güneydoğu’nun İlk Köy Umumi Tuvaletini Yaptırması:

“Artan’da köy içinde köylülerin içme ve kullanma sularını temin ettikleri iki çeşme bulunmaktadır. Hocamız bu çeşmelerden caminin hemen yakınında bulunan çeşmenin aşağı tarafına 1940’lı yıllarda henüz Güneydoğu’nun hiçbir köyünde, hatta Kahta dahil birçok ilçelerinde umumi tuvalet yokken 6 tane tuvalet, yanına bir tane “çimecek” denen duş kabini yaptırmıştı. Çeşmeden akan suyu da kesme taşlardan oluklar yaparak tuvaletlere taşımış her tuvalette oyuk bir taş koyarak bu suyla temizlenmeyi sağlamıştı. O tarihlerde evlerde bile tuvalet yokken hocamızın tuvalet yapması ve gusül icap etmesi halinde gerek yabancı ve misafirlerin ve gerekse evlerinde gusül imkânı bulunmayanların gusül yapması için duş yeri yaptırmış olması, onun ne kadar ileri görüşlü olduğunun, temizliğe ve halk sağlığına ne kadar önem verdiğinin işaretidir. Köylülerin bunu engelleyeceğini düşünerek önceleri ne yaptığını, yapı ustası olarak çalıştırdığı Abuzer Tekin dışında kimseye söyleyememiş, bittikten sonra da bütün köylüler ve çevre köylerden bayram ve cuma namazına gelenler bu tuvaletlerden istifade ederek abdest ihtiyaçlarını karşılamışlardır.”[5]

Siyasi Görüşü ve Duyarlı Tavrı:

“Milli Nizam Partisi’nden sonra kurulan Milli Selamet Partisi’ni de açıktan desteklemiştir. Ancak çocuklarının ve torunlarının aktif siyasete girmesine hep soğuk bakmış ve sağlığında müsaade etmemiştir.

Bir defasında küçük oğlu Bekir Doğan köye gelmiş, Milli Selamet Partisi’nden milletvekili adayı olacağını söyleyerek müracaat evraklarını göstermiş ve kendisinden izin istemiş, hocamız da evrakı elinden alarak minderinin altına koymuş ve “Tamam, şimdi sen benim milletvekilim oldun.” diyerek müracaatına izin vermemiştir.”

Bavıko Hz.lerinin bu tavrı; Milli Görüş hareketinin, sosyal ve siyasi hizmetlerin mutlaka uzak durulması ve karışılmaması gerektiğini vurgulamak için değil; evlatlarına ve sadık bağlılarına: Dini ve milli gayretleri karşılığı dünyalık nimet ve ganimet devşirmenin yanlışlığını hatırlatmak ve bu görevlere talip başka kişilere fırsat sağlamak ve kendi hakkını bağışlamaya alıştırmak amaçlıydı.

“Vefatından yıllar sonra torunlarından Ahmet Doğan Refah Partisi’nden 20. Dönem Milletvekili olarak seçilmiş ve bir dönem mecliste bulunmuştur.

1973 seçimlerinde Milli Selamet Partisi’nden seçime giren Abdurrahman Ünsal’a da açık destek vermiş, köye geldiğinde kendisine bazı siyasi nasihatlerde bulunmuştur. Uğurlarken de namaz vakti olmamasına rağmen arkasından ezan okutmuştur.”[6]

Vali Hakkı Kavlakoğlu ile Diyaloğunda Kadınların Vali ve İmam Olmaları Atışması:

“Adıyaman Valilerinden Hakkı Kavlakoğlu’nun köye geldiği bir gün aralarında ilginç bir diyalog yaşandı. Bu diyaloğu hocamızın torunlarından Prof. Dr. M. Sait Doğan’dan[7] dinleyelim:

Dedem Vali Bey’e hitaben, “Sayın Vali Paşa, senin her ne kadar yaşın bizlerden küçük olsa da sen devleti temsilen bizim babamız sayılırsın. Bizler babalarımızdan korkarız, çekiniriz; onlarla hiçbir derdimizi paylaşmaya cüret edemeyiz. Keşke bundan sonra valiler erkeklerden değil de hanımlardan atanabilse… Çünkü o zaman valiler annemiz makamında olacaktır ki bizler birer Anadolu evladı olarak bütün dertlerimizi babalarımızla değil de annelerimizle paylaşabiliriz.” der demez Vali, “Hocam, öyleyse imamlar da kadınlardan atansın!” diye cevap verince vali zannetti ki dedem işi kısır geleneksel fıkha göre “Haram, olmaz, caiz değil…” deyip bilahare de yobazlıkla tenkide mahal verecekken bir de ne görsün, tam donanımlı pir-i fani aksakallı dedemin verdiği cevap hakikaten en yüksek manevra kabiliyetine haiz olarak şu şekilde tezahür etmişti:

“Vali Bey, ellerimiz havada! Niyaz ediyoruz ki imamlarımız da kadınlardan atansın. Hele hele imame hanım, biraz da güzel olursa yeryüzünde bir tek fert bile namazsız kalmayacağı gibi imameyi yakından görebilme mazhariyetine nail olabilmek adına herkes ön safta yer alabilmek için erkenden camilere akın ederler.” diyerek susturmuşlardı.[8]

Yüksek devlet adamlarının, Vali, Kaymakam ve Komutan makamında oturanların; hem devlet otoritesini korumaları, hem de halkımıza “Ana şefkatiyle” yaklaşmaları lüzumuna… Halkın sorunlarını ve ihtiyaçlarını rahatlıkla anlatma fırsatı sağlanmasına… Suskun ve puskun bir toplumun devlet disiplininden ve güveninden kopacağını, ileride anarşi ve isyana kaydırılacaklarını; çok veciz ve esprili ifadelerle, köylerine gelen Vali Bey’e şöyle hatırlatmışlardı: Bavıko Hz.lerinin; “Keşke Valiler ve yüksek görevliler şefkatli kadınlardan olsa!” temennisini; “O halde cami imamları da hanımlardan atansın!” diyen Vali’nin konuyu saptırması ve Dinimize çamur atmaya kalkışması durumunda ise yine oldukça anlamlı ve alaylı bir yanıtla onu şaşırtmış ve susturmuşlardı. Böylece hem şiddet ve tehditle bastırılan halkımıza tercüman olmaktaydı, ama hem de Yüce Dinimizin hususiyetlerini hassasiyetle korumaktaydı; ve fakat ne kendisini ne çevresini sıkıntıya sokmadan “tereyağından kıl çeker gibi” bir kolaylık ve tatlılıkla bunu başarıyorlardı.

İlim ve Feraseti ve Cemaatini Eğitip Olgunlaştırması:

“Merhum Dedem imamı bulunduğu Pınaryayla Köyü (Artan) camii cemaatine gerekli irşat görevini layıkı veçhile icra ederdi. Beş vakit namazın cemaatle kılınmasının ehemmiyetini anlatırken cemaatle kılınan namazın, tek başına kılınan namazdan 27 derece daha fazla sevap olduğunu söylerdi. Cemaate gitme imkânı varken ve meşru bir mazeret yokken, cemaatin terkinin caiz olmadığını anlatırdı. Meşru mazeretlerin ise; hastalık, yolculuk gibi hususlar olabileceğini belirtirdi. Ancak yersiz mazeretler ve çeşitli bahanelerle gevşek ve ihmalkâr davranmanın nefis ve şeytanın önemli bir hilesi olduğunu ısrarla va’zeder, bu konuda hassasiyet gösterirdi. O sadece talebelerini değil, cami cemaatini de eğiten bir âlimdi. Onun çevresindeki insanlar sürekli bir medrese havası teneffüs ederler; herkes, yaşını başını almış insanlar bile kendi nasiplerince nasiplenirdi. Onun cemaatinde bulunan hiçbir insan gösterilemez ki bir Müslümanın bilmesi gereken asgari dini bilgileri öğrenmemiş olsun.”[9]

Devlet Adamlarını İrşadı:

“Rahmetli dedemin içinde yaşadığı toplum adına devletten, devlet adamlarından beklentileri vardı. Bu beklentilerinin başında “adaletle muamele” geliyordu. Erdemli devlet adamının sorumluluk duygusu taşıyan ve adaletle hükmeden kişi olduğunu söylerdi. Vatandaşın devlet adamına verilen bir emanet olduğunu, devlet adamlarının da bu emanetin hakkına, hukukuna riayet etmeleri gerektiğini gerekli zaman ve zeminlerde dile getirirdi. Hiç unutmam kendisini ziyarete gelen devlet adamlarını (Milletvekili, Vali, daire amiri vs.) görevlerini yapmadıkları takdirde Anıtkabir’e şikâyet edeceğini(!) söylerdi.

Bavıko Hz.lerinin Atatürkçü ve Kemalist geçinen; ama Millete, Memlekete, Dine ve Devlete zararlı icraatlara girişen kimselere: “Sizi Anıtkabir’e şikâyet ederim!” esprisi oldukça anlamlıdır. Mustafa Kemal’e ve Atatürkçülere karşı nasıl davranılmasını açıklayan duyarlı ve tutarlı bir yaklaşımdır. Bu aynı zamanda Devlet-Millet kaynaşmasını sağlama amaçlıdır. Bu bilge tavır; herkesi kendi ayarında ve kendi diyarında idare etme ve hayra yönlendirme san’atıdır. Ve O zatın stratejik ve psikolojik bir deha sahibi olduğunun kanıtıdır. Umuyorum ki, bu zat hayatta olsalardı ve yazdığımız “Bizim Atatürk” kitabımız kendilerine takdim olunsaydı, gayemizi ve gayretimizi en iyi o anlayacak ve takdir buyuracaklardı.

Söz buraya gelmişken, hayatı boyunca gizlenmeye çalışılan gerçeklere ve uydurulan gerekçelere tercüman olmaya çalışmış bir araştırmacı-yazar olarak; şu husus da dikkatlerimizden kaçmamıştı… Milletimize zorla BATICILIĞI dayatan, faiz, fuhuş, kumar ve çıplaklık gibi günahlara çağdaşlık kılıfı saran CHP zihniyetine, haklı olarak şiddetle ve nefretle karşı olan bazı kesimlerin;

“Bilge kişiliği ile kendisinin hayır-dua ve desteğini almaya gelen siyasilere söylediği sözlerin, İbn-i Haldun’un “Devlet” isimli eserindeki; özellikle insanlığın kalkınması yolunda siyasetin önemine işaret ederek kalkınmanın önündeki en büyük engelin adil olmayan uygulamalar olduğuna ilişkin değerlendirmelerle örtüştüğünü yıllar sonra bu eseri tanıyınca tespit edebildim. Onun nasihatlerinde Şeyh Edebali’nin Osman Gazi’ye vasiyetinde dillendirdiği adalet ve saadet sırrını ifade eden sözlerin yansımaları vardı.”[10]

Bir İlim Erbabı Olarak Bilge Yaklaşımları:

“Henüz çocukluk yıllarımızdı. ABD’nin Ay’a seyahatleri en güncel gündem idi. Hemen hemen bütün medreseliler yek bir ağızla “Ay nurdur, nura gidilmez.” derken hiçbir modern eğitimi olmayan dedemize bir gün köyün öğretmeni Seymen Kocaman’ın:

“Hocam, ABD Ay’a gidiyormuş; bu konuda ne düşünüyorsunuz?” sorusuna dedemizin verdiği cevap zamanın şartlarına göre çok Calib-i dikkattir. Dedemiz cevaben:

“Ay çok yakınımızda… Bizler daha da ileriye gittik. Hz. Peygamber (SAV) Sidret-ül Münteha’ya hem ruhen ve hem de bedenen gitmedi mi?” diyerek köy öğretmeninin hiç de beklemediği zenginlikte bir cevap vermesi çevrenin dikkatlerini çekiyordu. Günümüzde bile müspet bilimlerden nasibini alamamış tefsir Prof.larının “Dünya tepsi gibi düzdür.” demeleri çok enteresan değil midir?

Adıyaman’ın en mahrum ve ücra köşelerinden asi bir dağa konuşlandırılan bir köyün imamının hem de bu bölgeden çıkmaksızın bu denli aydın bir bilgeliği deruhte etmesini bendeniz bile hâlâ anlamış değilim.[11]

Dedemiz müspet bilime, hassaten de modern tıbba çok önem verir, doktorlarına da cân-ı gönülden inanıp itimat ettiğini söylerdi. Dedemiz bütün hastaları mutlak surette doktorlara gitmeye teşvik ederdi; ancak tıbbın çaresini bulamadığı vakalara gelince de şu değerlendirmeyi yapardı:

“Allah’ım, Sen biliyorsun ki ben aciz bir insanım. Elimden bir şey gelmediğini bildiğin halde bu kullarını bana gönderiyorsun. Ya bu mazlum ve mağdur kullarını bana yönlendirme, ya da bendenize gönderdiğin kullarından dua talep edenleri rahmetinle şifasını ihsan eyle!” diye yakarırlardı. Pek tabiidir ki bu bir dua makamıydı.”[12]

Dünyevi ve Uhrevi Meselelere Bütüncül Bir Mantalite ile Bakması:

“Vakta ki Türkiye Petrolleri köyümüzde sondaj çalışmalarına başlar başlamaz rahmetli dedem bu faaliyetleri de büyük bir heyecan ve dualarıyla desteklemişti. O zamanın şartlarına göre TPAO mensubatı işçisiyle, mühendisiyle çok astronomik maaşlar almalarına rağmen millet ve memleket hayrına böylesine önemli bir hizmeti ifa etmelerinden ötürü onları aylarca ağırlamıştı. Sanki dedemiz Ankara merkezi hükümetinin ve de Maliye Bakanlığımızın bütün sorumluluklarını iliklerine kadar hissediyordu. Şayet memleketimizde petrol bulunabilseydi Türkiye en azından petrol bakımından dışarıya bağımlı olmaktan kurtulacaktı. Hele hele Türkiye’nin sanayileşmesi, onun yegâne hülyası idi. Şu anda aklıma gelmişken zamanın Arap-İsrail savaşında Mısır’ın hava kuvvetlerine ait uçakların daha hava alanlarından kalkmadan İsrailliler tarafından vurulmasını hayıflanarak anlatıp bir türlü içine sindiremiyordu. Bu vesile ile bilimin mü’minin yitiği olduğunu, onu nerede bulursa mutlaka ikmal etmesi gerektiğini hep tekrarlardı.[13]

Torunlarından 20. Dönem Adıyaman Milletvekili Ahmet Doğan’ın Yazdıkları:

Dedem Mehmet Sait Efendi Prof. Dr. Necmettin Erbakan Hocanın çalışmalarını dikkatle takip eder, görüşlerinin ve girişimlerinin toplumun maddi ve manevi menfaatlerine uygun olduğunu her vesile ile dile getirirdi. Bizlere hitaben şunları söylerdi: “Keşke ben de sizler gibi genç olsaydım da Erbakan Hocanın sohbet bantlarını ve meclis konuşmalarını Atımın Heybesinin bir tarafına Teybimi de diğer tarafına koyarak köy köy gezip, köy odalarında Erbakan Hocanın Mesajını insanlara duyurmaya çalışsaydım” derdi.”[14]

Torunu: Prof. Mehmet Sait Doğan’ın Aktardıkları ve Atladıkları:

“Sene 1974 Orta ikinci sınıf öğrencisiydim. Adıyaman Pınaryayla (Artan) köyüne yaz tatilini geçirmek üzere köyün imamı olan 75 yaşındaki dedem Mehmet Said Doğan hocanın yanına gitmiştim. 24 Temmuz günü Türk Silahlı Kuvvetlerimiz Kıbrıs adasına çıkarma yapmıştı. Radyolar her 15 dakikada bir taze haberler veriyordu. Herkes haber almak için dedemin evindeki televizyon büyüklüğünde olan radyonun başında bekliyordu. O heyecanı unutmak mümkün değil. Dedem de çıkarmalar bitene kadar sabahlar ve bir türlü uyuyamazdı. Hatta sıcak savaş günlerinde dedemin burnu kanar ve kanamayı bir türlü durduramazlardı. Ben de 13 yaşında bir çocuktum. Olayları kavrayamıyordum. Rahmetli dedeme: “Dede neden Kıbrıs için bu kadar çok üzülüyorsun?” diye sordum. Dedem de beni ciddiye alarak Kıbrıs davamızı bana uzun uzun anlattıktan sonra, evladım özetle senin anlayabileceğin dille “Kıbrıs Anadolu’muzun miftahıdır (anahtarıdır) eğer onu kaybedersek buraları da kaybederiz.” diyerek olayın önem ve ehemmiyetini bana kavratmıştır.[15]

Sormadan edemedik… Kıbrıs davasına bu denli duyarlı olan bir Zatın, 1974 çıkarmasının asıl kahramanının Rahmetli Erbakan Hocamız olduğunu bilmemesi, akla ve vicdana yatkın mıydı?.. Biliyorsa -ki öyle olması lazım- bu Zatın Erbakan Hocaya özel övgüleri ve manevi destekleri olmaması ve bunu açığa vurmaması ihtimali var mıydı?.. Eğer açıklamışsa -ki öyle olmalıdır- Mübarek Mehmet Said (Bavıko) Hz.lerinin Erbakan’la ilgili duygularını ve dualarını saklayıp atlamak hangi maksatlıydı? Biz bu üzüntü verici tavırla karşılaşınca yaşadığımız şu olayı hatırlamıştık: 40 yıl kadar önceydi. Elazığ’da bir kardeşimizin kitapçı dükkânında otururken, ilim sahibi olmasa da irfan ehli ve Kadiri meşrep tanıdık bir derviş içeri girmiş ve elindeki, Mevlâna Cami’nin “Nefahatül Üns” kitabını göstererek: “Nasıl olur yahu!.. Bunca Evliyadan bahsetmiş, ama Gavsi Geylani’den hiç söz etmemiş!?” diye çıkışıvermişti. Biz çay ısmarlayıp kendisini teskin ederek:

“Bakınız, ya Molla Cami, Hz. Geylani için ayrı ve müstakil bir kitap yazmayı tasarlamış, ama belki fırsat bulamamıştır diye hüsnü zan ediniz… Ya da çok büyük olan Hz. Gavsi Geylani bu küçük kitaba sığmamıştır! diye düşünmelisiniz…” deyiverince yatışıvermişti. Kaldı ki bir insanın makbul, doğru ve olgun bir şahsiyet sayılması için, öyle herkes tarafından sevilip sayılması da gerekmiyordu. Çünkü başta peygamberler, tüm mürşidi kâmiller ve dürüst kimseler, insanlığın maalesef çoğunluğunu oluşturan kâfirler, zalimler ve şerliler tarafından asla sevilmiyordu, hatta nefret ve hakaret görüyordu. Bu nedenle bir kişinin çevresindeki ve bölgesindeki herkes tarafından sevilmesi, onun Hakka bağlılığının değil, riyakârlığının ve sahte tavırlılığının bir göstergesi sayılıyordu.

Sonuç olarak:

Yeri geldikçe bir sürü devlet adamından, siyaset erbabından ve resmi bürokratlardan söz edildiği halde, Rahmetullah Mehmet Said Hocaefendi Hz.lerinin özellikle Erbakan Hocamızla ilgili kanaatlerinden, kitabın 381. sayfasına kadar hiç bahsedilmemesi; anlaşılıyor ki kitabı hazırlayanların ve konuları yazanların hatasıydı… Kim bilir belki de kasıtlı bir karartma ve gerçeğin üzerini kapatma amaçlıydı. Çünkü adeta “Aman Erbakan ismi geçmesin!” diye kendilerini zorlamışlar gibi bir durum ortaya çıkmaktaydı.

Hele şükür ki, Ahmet Doğan Hoca’nın hatıra notlarında, dedesi olan bu mübarek ve muhterem zatın Erbakan’la ilgili samimi görüşleriyle birlikte hasret ve hürmet içerikli temennileri de aktarılmıştı da yüreğimiz ferahlandırılmıştı.

Yıl 1974… Rahmetli Erbakan Hocamızın özel gayret, hassasiyet ve dirayetiyle Kıbrıs Barış Harekâtı kararı alınmış ve savaş gemilerimiz yola çıkmıştı. Milli duyarlılık taşıyan herkes gibi bizi de haklı bir merak ve telaş kaplamıştı.

O sırada Elazığ Palu kazası Bahçeler mevkii üst tarafında oturan Mürşidimiz Hacı Haydar Baba Hz.lerini ziyarete uğramıştık… Biz heyecanla Kıbrıs kararını ve ilgili hazırlıkları bize sormasını beklerken, hiç bu konuyu açmamalarına şaşırmıştık. Derken akşam sohbetinin ardından, yatsı namazından ve zikir halkasından sonra kendi odalarına çıkarlarken bana dönüp: “İnşaallah zafer Kahraman Ordumuzun olacaktır. Pek yakında askerlerimizin şanlı bayrağımızı Allah’ın izni ve inayetiyle Beşparmak Dağlarına diktikleri haberini alacağız!” buyurunca şaşırıp kalmıştım. Çünkü henüz çıkarma başlamamıştı ve coğrafya bilgilerimin iyi olduğunu sandığım halde “Kıbrıs’taki Beşparmak Dağlarını” hiç duymamıştım. Biz bu şaşkınlıkla mübarek yüzlerine bakarken, sanki lisanı haliyle söyledikleri kalbime akmaya başlamıştı.

“Evet oğul, bu tarihi harekâtın başında Muhterem Erbakan vardı!.. Perde arkasında, elbette Cenab-ı Hak vardı, Hz. Resulüllah vardı, şuheda ve evliya vardı!.. Kıbrıs, Şanlı Çanakkale destanımızdan ve zorlu Kurtuluş Savaşımızdan sonra Aziz Milletimizin en büyük zaferi ve kazancı olacaktı… Şimdi bize düşen yiğit ve imanlı askerlerimize duacı olmaktı!”

İşte bu mübarek Zat; “Biz mahalle mescidinde bile çekinip Kur’ani hakikatleri konuşamazken, Erbakan Millet Meclisinde İslami gerçekleri dünyaya haykıran kahramandı!..” buyururlardı. Torunu kendisinden aktarmıştı: “Erbakan Hocamızın manevi rütbesini merak edince, bir mana âleminde kendi nurumun boyu bana birkaç minare uzunluğunda gösterildi. Ama Erbakan’ın nuru gökyüzüne doğru uzanmaktaydı, nihayetini göremedim!..”

Cenab-ı Hak’tan niyazımız; hayatlarıyla, hatıratlarıyla bir ömür nefsi ve siyasi cihat uğrundaki hayırlı ve yararlı çabalarıyla bizlere ışık tutan böylesi zevatı doğru anlamaya ve örnek almaya muvaffak kılınmamızdır. Amin!..

 


[1] Artanlı Mehmet Said Hoca – S. 101, 103, 104

[2] a.g.e. S. 90, 91, 92

[3] a.g.e. S. 93

[4] a.g.e. S. 118

[5] a.g.e. S. 132, 133, 134

[6] a.g.e. S. 124

[7] Sakarya Üniversitesi A.B.D. Başkanı

[8] a.g.e. S. 144, 145

[9] a.g.e. S. 294

[10] a.g.e. S. 297

[11] a.g.e. S. 335

[12] a.g.e. S. 337

[13] a.g.e. S. 354

[14] a.g.e. S. 381, 382

[15] a.g.e. S. 344, 345

 

 

0 0 votes
Değerlendirmeniz

Makale Paylaşım Sayısı: 

Picture of Ahmet AKGÜL

Ahmet AKGÜL

Subscribe
Bildir
13 Yorum
En Yeniler
Eskiler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Nimetlere şükür Ya Rabb
Nice hayırlı ve mübarek nimetler içinde olduğumuzu tekrar tekrar hatırladık ve muhterem Mehmed Said Hocaefendi hz. hayırla yad etmiş olduk. Mevlam yerlerini nur, makamlarını a’li etsin. Nereden nereye geldiğimizi, bu yolu Rabbimizin izni ile; korku nedir, üşenmek nedir, uyku nedir bilmeden açan Aziz Erbakan Hocamızın nasıl büyük bir mücadeleden geçtiğini ve nihayet Üstad Ahmet Akgül Hocamızın durmadan, sıkılmadan yüksek bir azimle yaptığı ilmi çalışmaların aklımızın aldığı kadarı ile seviyesini görmüş olduk. Şükür edebilen, nimetin kıymetini bilebilen kullardan oluruz inşallah.

Onlar Öndeler
Bakara 42
Hakkı bâtıl ile karıştırıp (gerçeği) örtmeyin ve (güç odaklarından korkarak veya menfaat umarak) Hakkı gizlemeyin. (Kaldı ki) Siz (gerçeği) biliyorsunuz. (İşinize gelmediği için üzerini örtüyorsunuz. Öyle ise bile bile Hakkı bâtıl ile karıştırıp yozlaştırmayın ve Hakkı saklayıp saptırmaya çalışmayın.)

Rabbimiz ‘in emirlerini hakkıyla yerine getirebilenlere ne mutlu…Onlar öndeler ve bizlere öncüler!

Peki bu mübarek kişilerin hayatlarını yazarken gerçeği gizlemek ne büyük haksızlık ve yanlışlıktır…”Erbakan Hocamızın ismini gerektiği şekliyle anmamak ise tam bir cehalet örneğidir…

Allah CC Rahmet eylesin tüm inananlara

Gazabı hakedenler ise layık olduğu şekliyle cezalandırılacaklardır Amenna ve Saddekna…

İmanlarına Zulüm Karıştırmamak İsteyenlerden Olmak mı İstiyoruz, O Halde En Kestirme Yol Hayatımıza MİLLİ ÇÖZÜM YAYINLARINI HER ZAMAN HER YERDE HER AN BAŞUCUMUZDAN Ayırmamalı Takip ve Tatbik Etmeliyiz !..
Yorum yazan kardeşlerimin yorumlarına ek olarak da dikkatimizi çeken şu hususu arzetmek istiyorum!..
İlk parağraflarda Muhterem Ahmet hocamız : [u][b]Hem böylesi Allah dostlarının örnekliğine ve öğretilerine olan ihtiyacımız… Hem bu eseri hazırlayanların ve bize hediye olarak ulaştıranların emeğine ve halis niyetine duyulan saygımız nedeniyle, kitabı alır almaz hemen dikkatle okumaya giriştik… [/b][/u] diye ifade etmişler. Buradan şu gerçeği tekrar ifade etmek istiyorum. Günümüzün tercümanlığını , Hakkı hak olarak bâtılı bâtıl olarak gösterme hususunda Milli Çözüm’den ve Üstad Ahmet AKGÜL Hocamızdan başka eğmeden bükmeden yamulmadan haykıran savunan bir başkası malesef kalmadı. Eğer kendimize ailemize evlatlarımıza eşimize dostumuza vicdan ehli kimselere iyilik mi yapmak istiyoruz ve imanlarına zulüm karıştıranlardan olmasınlar veya olmayalım mı istiyoruz işte en faydalı iyilik ; MİLLİ ÇÖZÜM YAYINLARINI TAKİP ETMEK , YAZILAN MAKALELERİ ÇIKAR ÇIKMAZ ÇOK GECİKTİRMEDEN OKUMAK OKUTMAK, İNCELEMEK VE GEREĞİNİ YERİNE GETİRMEK İÇİN GAYRET VE ÇABA SARFETMEK GEREKTİĞİDİR. RABBİM GEREĞİNİ TAKDİR EDENLERDEN OLMAYI LÜTFEYLESİN.

İnsanlığın Saadetinin ve Allah’ın Rızasının Dışında Bir Gayesi Olmayan MİLLİ ÇÖZÜM YAYINLARINDAN,Rabbim Azami İstifade Edebilmek İçin Gayret ve Çabasını Artıranlardan Kılsın!..

EN’AM SURESİ 82. AYET
[u][b]İman edip de imanlarına zulüm karıştırmayan (haksızlık ve ahlâksızlığa bulaşmayan) kimseler (şirke düşmeyen ve kötülük işlemeyenler) var ya; işte güven (emniyet ve saadet) onlar içindir. Ve bunlar hidayete erenlerdir.[/b][/u]
(www.mealikerim.com)

O’NU TANIYAN…
İman için ,Hakka taraf, olmak gerektir
Her olayda ,Hakkı üstün,tutan kazanır
Zor zamanda, kor ateşi,tutmak demektir
Hak yoluna,baş koyanı,seçen kazanır!..

Hayra motor ,şerre firen ,olmak gerektir
Pirinç içde ,beyaz taşı,görmek gerektir
Şeytanîler,oyunların,sezmek gerektir
Feraseti,dirayetli,olan kazanır!..

Mümin kişi zalimlere,alet olur mu
Haksızlığa ,susan adem,insan olur mu
Erbakan’ı, tanıyan kul,karşı durur mu
Vicdan çürük,haya yitik,nâr’a yollanır!..

BAHAR GELDİ, ERBAKAN GEÇTİ!
  
Karakış gibi
Kara bir devir, dondurdu yüreklerimizi…
Tufana tutulmuştuk
Gözlerimiz dondu, kulaklarımız dondu
Ve kara kapkara yeller esti
Dondurdu, kavurdu belleklerimizi
Gayrı göremez, duyamaz, bilemez olmuştuk
Kendi gerçeklerimizi
Neylersin başımıza baykuşlar konmuştu
  
Karakış gibi
Kara bir devir geçti üzerimizden
Dalındaki gül dondu
Yuvada bülbül dondu
Damarlarımızdaki kan dondu
Ruhlarımızdaki can dondu
Yaş dondu gözlerimizde…
Ve derken, dayanamamıştı,
Bu karakışın karayellerine.
Şuur donmuştu, iz’an donmuştu…
Ve iman donmuştu gönüllerimizde
Ve artık şeytanlar,
Saltanat kurmuştu yeryüzünde.
Hainler kurtarıcı,
Zalimler baş tacı,
Çağdaş münafıklar;
Mehdi olmuştu,
Dengesizlik düzeninde…
Metreler kısalmıştı,
Teraziler bozulmuştu
  
Ama bir gün,
Bir yiğit çıktı karşımıza…
Avuçlarıyla ısıttı,
Buz bağlamış bağırlarımızı.
Ve bir türkü başladı,
Karanlık devirleri ışık gibi delecek:
“Aldırma bu küfrün karakışına
Yakındır, Zeynebim, bahar gelecek”
Yine bülbüller şenlendirecek
Viran olmuş bağlarımızı.
Ve özlenen yiğit,
Can çekişen vicdanlara yöneldi;
Nefesiyle eritti, donmuş yüreklerimizi
Sesiyle, sohbetiyle diriltti,
Bir bir beyinlerimizi…
Yeniden can geldi Anadolu’ya, kan geldi
Kırklar, üçler, yediler geldi.
Bu çağı dirilten çağrıya,
Melekler, şehitler geldi.
Her mekân dinledi,
Her makam geldi…
Sen hala uyur musun,
Yoksa gavur musun, ey nefis!
Haydi, uyansana,
Ve uyandırsana artık…
Bak bahar geldi.
Ve selam dursana
ERBAKAN geldi…!
ERBAKAN geçti!
 

Bakmak ve Görmek
Erbakan Hocamız “bakmakla görmek ayrı şeylerdir, onlar bakarlardı ama görmezlerdi” buyurmuşlardır. Hocamızın bu sözleri de diğer sözleri gibi müthiş bir öngörünün eseridir. Çünkü görmek ilimdir. Kitabı herkes okur ama o kitaptan hikmeti herkes çıkaramaz. Öncelikle bir hayat hikayesinden bu denli gerçekçi ve hayatımıza etki edecek sonuçları çıkarttığı için muhterem Ahmet Hocamıza teşekkürlerimizi arz ediyorum. Bavika hz.nin yenilikçi, olayların künhüne varan akli yapısını bize göstermiş ve örneklik teşkil ettirmiştir. Erbakan Hocamız gibi bir yiğit insanı ki; O İslam bir ateşten kor iken bu koru O eline aldı. Böyle bir zatı anlatmak, tanıtmak, onun hedeflerini gerçekleştirmek için çaba sarf edebilmek bizim için şereftir. Bavika hz. nin Erbakan Hocamıza olan gönül bağlılığının ifade edildiği anıların anlatılmaması kitabı hazırlayanlar açısından teessüf edilecek bir husustur. Hatta şunu da söyleyebiliriz; Günümüz Müslümanları geçmiş zamandaki alim ve evliyaları anlatmaktan zevk alıyorlar ki, o zatların da kendi zamanlarında sevenleri az olmuştur. Geçmiş evliya ve alimleri böyle iştahla ve çok büyük maharetmiş gibi anlatmak aslında insanın kendi zamanında İslamın savuncusu olan zata ve o zatın hareketine katkı sunamamanın kılıfı olmaktadır. Sahabe i Kiram (ra) efendilerimiz bir ara Yusuf (as) kıssalarının yer aldığı eski yazıları bulup kendi aralrında okuduklarında Peygamber Efendimiz (sav) “O’nun kısmetlileri vardı, siz benim kısmetlilerimsiniz” buyurmuştur. Elbette yüce Dinimiz bizlere ulaştıran geçmiş tüm üstad efendilerimizin hepsi mübarektir ve hürmete layıktır. Fakat kendi zamanımızda bize hidayet yolunu gösteren, çağımıza uygun cihad yollarını açan Erbakan Hocamız gibi bir zatı anlatmamak, onun kişiliğine ve hedeflerine sahip çıkmamak, yukarıda da belirttiğimiz gibi bu davaya sahip çıkacak cesaretsizliğimizin göstergesidir.

Erbakan hocamızla , dünden bugüne olanlara selam olsun.
Zor ve Meşakkatli Günlerde Allah dostlarının Erbakan hocamız dan hayranlık la ve övgüyle bahsetmesi, ama dünden bugüne çoğu muridlerin bunu gizlemesi ve görmezden gelmesi.!?

Mübarek; Mehmet said efendi (Bavıko hz.leri ),gibi yaşayan diğer muhterem ve mübarek zatlar Hacı Haydar baba hazretleri gibiler,
Yaşadığı zaman itibariyle, hem Osmanlı’nın son dönemleri zor günler,hem cumhuriyetin ilk dönemleri ,ve özellikle ,M.Kemal Atatürk den sonra gelen,
Kemalizm bürokrasinin despot ve dayatmaci yönetiminin karşısında, oldukça aklen ve vicdanen,Keskin zekasini kullanarak dahiyane cevaplar vermesi ,
Hem Devletinin hem milletinin yanında olduğunu , milli ve manevi değerler den taviz vermediği, millî ve manevî değerlere bilakis sahip çıkmıştırlar.

“Keşke ben de sizler gibi genç olsaydım da Erbakan Hocanın sohbet bantlarını ve meclis konuşmalarını Atımın Heybesinin bir tarafına Teybimi de diğer tarafına koyarak köy köy gezip, köy odalarında Erbakan Hocanın Mesajını insanlara duyurmaya çalışsaydım” derdi.”
Bu açıklamasi;
Erbakan hocamızın başlatmış olduğu (siyasi cihad hareketin )mücadelesinin sonuna kadar destekleyip savunması, kendisinden sonraki gelen mürit ve cemaatine Erbakan hocanın Yolunda ve yanindan ayrılmayın nasihati vasiyeti ilani durumundadır.

Âlimler peygamberlerin vârisleridir.
“Biz mahalle mescidinde bile çekinip Kur’ani hakikatleri konuşamazken, Erbakan Millet Meclisinde İslami gerçekleri dünyaya haykıran kahramandı!..” buyururlardı. Torunu kendisinden aktarmıştı: “Erbakan Hocamızın manevi rütbesini merak edince, bir mana âleminde kendi nurumun boyu bana birkaç minare uzunluğunda gösterildi. Ama Erbakan’ın nuru gökyüzüne doğru uzanmaktaydı, nihayetini göremedim!..”(Hacı Haydar Baba Hz)

Cenab-ı Hak’tan niyazımız; hayatlarıyla, hatıratlarıyla bir ömür nefsi ve siyasi cihat uğrundaki hayırlı ve yararlı çabalarıyla bizlere ışık tutan böylesi zevatı doğru anlamaya ve örnek almaya muvaffak kılınmamızdır. Amin!..

O’NU ANLAMAK
Erbakan hocamı anlamak ,sevmek .desteklemek,yakınında olmak,kalbinde yer etmesi,çalışmalarında ve hedeflerinde o’nunla beraber olmak yani bir insanın her şeyi ile o’nu kendisine rol seçmesi bir dünya imtihanı ve imani bir meseledir.O’nu bir parti lideri dışında tasavvur edemeyen beyinler O’nu ya ilerleyen zamanlarda yaşadıklarıyla anlayacaklar yada öteki alamde.Efendimiz S.A.V den sonra gelen tüm zamanların tek lideri ERBAKAN seni çok ama çok seviyorum.

Altının Kıymetini, Kuyumcu Bilir
Sayın Erbakan hakkında en ilginç ve farklı tespiti yapan Alman Bilim adamı Günter bir röportajında: [b]”Bilim Dünyası Sayın Erbakan’ın siyasete girmesiyle üstün bir dehadan mahrum kalmıştır.” [/b] ifadesini kullanmıştı.

Komünizmin çökmesine ve Sovyet imparatorluğunun çözülmesine öncülük eden, ama maalesef yıktığı enkazın altında kalıp saf dışı edilen S.S.C.B Son Devlet Başkanı Mihail Gorbaçov, Fransız Eski Komünist Partisi Genel Sekreteri Roger Geraudy (Marx ideologyosunun efsane üstadlarından ve sonra Müslüman olan) için;

“Dünyada Sosyalizmin tüm belge ve bilgileri kaybolsa, Roger Geraudy ideolojiyi yeniden, hepsini toparlayıp yazacak bir beyin ve birikimin sahibidir.” demişti…

Fransız Roger Geraudy’le yaptığım röportajda Sayın Necmettin Erbakan hakkında söylediği söz hiç kulağımdan çıkmamıştı. “Erbakan Türklerin yeniden dirilişinin mihenk taşı olabilecek bir siyasetçidir.” demişti. (Kırıkkale Manşet Gazetesi-1987)

Yani; [b]”Herkesin maden ayarı, Hoca’ya karşı tavrıyla ortaya çıkmaktadır.”[/b] demek istemişti…

Evet, Altının kıymetini kuyumcu bilir.

AYAR AYNASI
Bir kişinin Hak ayarını ve hayat amacını anlamak için ona Erbakan hakkındaki düşüncesini sormak çok kestirme ve kesin bir yöntemdir. Bu, tahlilin birinci aşamasıdır.

Sonrasında, O’nunla ve davasıyla ilgili duruşuna bakmaktır. O’nun ve davasının neresinde duruyor? Yanında mı, yoksa karşısında mı?

Üçüncü ve son aşama ise, feraset ve basiretle bakıp, “ne amaçla” O’nun ve davasının yanında duruyor veya durur gibi yapıyor; ki bu çok özel bir Allah vergisi ve iman nurudur. Herkeste bulunmaz… Gafil ve cahiller göremez.

Velhasıl:

[b]Erbakan aynadır, çün her bakana

Herkes kendin görür, varmaz farkına

Gafletle aldanma, felek çarkına

Aynada kendine, bakmadın mı sen…[/b]

diye sorarlar!…

Yazık…
Adil Düzen bilip de, çözüm görmeyen yazık
Erbakan’ı bilip de, lüzum görmeyen yazık
Geçmişte ki yanlışı, yazan kahramanların
Mevcut bozuk düzeni, övüp sürdüren yazık…

ÖZEL YAZILAR

YORUMLAR

Son Yorumlar
13
0
Düşünceleriniz değerlidir, lütfen yorum yapın.x
Paylaş...