Allah, Facirleri de Dinine Hizmet Ettirebilir
AMA ZAFERİ SADIK MÜCAHİTLERE VERMEKTEDİR!
Cenab-ı Hak dilerse facir ve kâfir kişiler eliyle de… Hain ve zalim kesimlerin bazı girişimleriyle de… Fasık ve münafık kimselerin vesilesiyle de; Dinini destekleyebilir, mü’minlerin yararına olacak gelişmeleri güçlendirebilir ve İslami hareketlerin hedefine ulaşmasını kolaylaştırabilir. Bu durum, zalim ve hain kimseleri şereflendirmek ve sevap verip ödüllendirmek için değil, onları sonunda rezil etmek, küçük düşürmek, İlahi İzzet ve Azametini gösterip, inkârcıları ve münafıkları pişman ve perişan kılıvermek gayesiyledir.
Hatta böylesi Dindar görünümlü fasık ve münafık kimselere “İstidrac” cinsinden bazı geçici başarılar verilmesi de, Cenab-ı Hakkın bir hilesi ve mekridir. İstidrac: Derece derece felâkete ve korkunç akıbete sürüklenirken, zahiren meziyetli ve marifetli görünme, hatta keramet ehli zannedilme halidir.
Aşağıdaki ayetler bu gerçeği haber vermektedir:
“(Ancak her türlü imkân ve iktidara kavuşturulduğu halde) Ayetlerimizi yalanlayanları (Kur’ani hükümleri gereksiz ve geçersiz sayanları, yetki ve fırsatları olduğu halde dini emirleri uygulamaya çalışmayanları ve İslam’ın icraatını değil, sadece edebiyatını ve istismarını yapanları) ise, onları bilmeyecekleri (ve fark edemeyecekleri) bir yönden derece derece (yükseltip, riyakârlık ve istismarcılıkla yüreklendirip, sonunda çok acı ve alçaltıcı akıbetlerine) yaklaştıracağız.
Ben onlara (şahsi ikbal ve ihtirasları için dine ve davaya hıyanete kalkışanlara, bunların gerçek ayarları ortaya çıksın diye) belirli bir süre (mühlet ve fırsat) veriyor (yularlarını uzatıyorum. Ancak) Benim ‘keyd’im (planım ve tuzağım) sapasağlamdır. (Hiç kimsenin yaptığı yanına kâr kalmayacaktır.)” (A’raf: 182-183)
“Artık bu (Hakk) sözü (ve Kur’an’ın hükmünü) yalan sayanı (ve kendi hevâ ve kuruntularına uyanı) Sen Bana bırak! Ki, Biz onları hiç bilmeyecekleri bir yönden (ve fark etmeyecekleri yöntemlerle) derece derece (adım adım felâkete ve dalâlete) yaklaştıracağız. [Not: Yani, açık din düşmanlarına ve Müslüman dava adamı görüntülü münafıklara kulak asmayın, onların işi bize kalmıştır. Bilmeden bir kimseyi helâke sürüklemenin bir şekli de şudur: Zalim ve doğruluk düşmanı birine bu dünyada sıhhat, mal, evlat, başarı gibi bazı nimetler verilir. Böylece kendisinde hiçbir günah ve yanılgı olmadığını zannederek Hakka karşı gizli düşmanlığa, zulüm ve isyana battıkça batıp tükenmektedir. Bu nimetlerin kendisi için bir bağış değil, bilakis felâketine vesile olduğunu fark etmemektedir.]
Ben onlara şimdilik mühlet verip süre tanıyorum. Ama elbette Benim düzenim (mekrim, tedbirim ve cezalandırmam) sapasağlamdır. [Not: Ayette; “Keyd” kelimesi geçmektedir. Bunun anlamı gizli plan yapmak demektir. Keyd ve Mekr: Arapça bir kelime olarak “ansızın uygulamaya konuluncaya kadar hain ve zalim rakiplerin; her şeyin kendi arzuları ve planları doğrultusunda ve yolunda gittiği şeklinde aldatılıp duran bir kimse aleyhinde hazırlanmış gizli bir planı” ifade etmektedir. Keyd ve Mekr: Sinsi ve gizli projelerle, hissedilmeyecek hile ve düzenlerle; düşmanlarına ve dost görünümlü münafık istismarcılarına zarar vermeye yönelmektir.]” (Kalem: 44-45)
Yoksa gayb (görünmeyenin bilgisi) onların yanında (bulunuyor) da, kendileri mi yazıp durmaktadırlar? (Ki geleceklerini kendileri kurguluyor gibi davranmaktadırlar!)” (Kalem: 47)
Kesinlikle anlaşılıyor ki: Kâfirler ve zalimler istemeseler de, hatta şeytani gayelerle istismar etmeye yeltenseler de, Allah sonunda elbette nurunu tamamlayacak ve yeryüzünde İslam’ın Adil Düzen’ini hâkim kılacaktır.
“(Zavallılar) Allah’ın nurunu, ağızlarıyla söndürmek istiyorlar, (ama Allah buna asla fırsat vermeyecektir. Ahmaklar, üfürmekle Güneş’i karartmaya çalışıyorlar;) halbuki kâfirler hoşlanmasa da, Allah mutlaka nurunu tamamlayıverecektir. (Çünkü Allah, dinini ve düzenini hâkim kılmayı murad etmiştir ve takdiri kesinleşmiştir. Bundan asla vazgeçmeyecek, Kur’an’ın hidayeti ve İslam’ın hakikatleri kıyamete kadar devam edecektir.)” (Tevbe: 32)
“Onlar, Allah’ın nurunu (ve İslam’ın zuhurunu) ağızlarıyla (kuru laf kalabalığıyla) söndürmek istemektedirler. Oysa Allah, Kendi nurunu tamama (başarıya) eriştirecektir; kâfirler hoş görmese (ve engellese) bile (Kur’an’ın Adil Düzen’ini yerleştirip yürütecektir).” (Saff: 8) ayetleri bu kutlu neticeyi müjdelemektedir.
Münafık KUZMAN’ın ucuz kahramanlığı ve intiharı!
Uhud Savaşı’na katılan Kuzman isimli bir şahıs: “Kadınlar; bu adam korkak ve kaypak birisidir, vatanını savunmaktan acizdir” demesinler diye gerçekte İslamiyet’e ve ahirete inanmadığı ve sadece ganimet payı almayı amaçladığı halde, ortaya atılıp kahramanca savaşmış, sonra ağır yaralanmıştı. Ona gıpta eden bazı sahabeler, kendisine övgüler yağdırınca Efendimiz: “O cehennemdedir!” buyurmuş ve sahabeler hayretler içinde kalmıştı. Daha sonra o kişinin aldığı yaranın acısına dayanamayarak, kabzasını yere dayadığı kılıcı üzerine kendisini atıp intihar ettiğini ve son anında ahirete inanmadığını, hurmalıklarını korumak ve kadınların dilinden kurtulmak için savaştığını söylediğine şahit olan sahabe bunu Efendimize anlatınca:
“Gerçek şu ki, cennete sadece ve ancak iman ve İslam ehli girecektir. Ama şurası da bir hakikattir ki, Allah dilerse kendi dinini elbette facir (fasık, münafık, inkârcı) bir kişi ile de te’yid edip güçlendirebilir.” (Buhari: Cihad bahsi no: 182 – Müslim. İman bahsi no: 178) mealindeki hadis-i şerifleri buyurmuşlardır.
Ne var ki, böyle riyakârlık, çıkarcılık ve münafıklık niyetiyle bu yüce dinin ve İslami hareketin gelişip güçlenmesine vesile olacak girişimlerin sahipleri, Allah katında makbul değil, merdud kimselerdir.
Siyaset ve politikada, Dini hizmet oluşumlarında ve tarikatlarda, vakıflar ve sosyal yardımlaşma kurumlarında bazı kötü niyetli, dünya ehli ve yabancılarla işbirlikçi kişilerin ve kesimlerin; genelde şu üç türlü riyakârlık ve sahtekârlıkları; Dinimize ve mü’minlere birtakım yararlara sebep olsa da, kendileri Allah’ın kahrına uğramışlardır.
1- Suiistimal hesaplı Dini söylemler.
“Ve eğer onlar (düşmanlar) Seni aldatmak ve hile yapmak isterlerse, şüphesiz Allah Sana yeterlidir. O Seni yardımıyla ve mü’minlerle te’yid edip destekledi (ve destekleyecektir).” (Enfâl: 62)
2- Siyasi istismar amaçlı İslami eylemler.
“(Bu azaba düşmenizin ve cehennem zindanına hapsedilmenizin) Sebebi ise şudur: Siz Allah’ın ayetlerini alay ve istismar konusu edindiniz ve dünya hayatının (geçici makam ve çıkarlarına) aldanıp gittiniz!” (denilecek.) Artık bugün çıkarılmamak üzere onlar (cehenneme kilitlenecek) ve Allah’tan özür dileme ve hoşnutluğunu kazanmak için (O’ndan) fırsat isteme talepleri de kabul edilmeyecektir.” (Câsiye: 35)
3- Sosyal istikrar sağlama görüntülü şahsi ikbal ve iktidar gayeli milli ve manevi girişimler.
“Böylece bütün Nebilere (ve Hakk dava elçilerine), insan ve cinn şeytanlarından düşmanlar kıldık. Onlar birbirlerini aldatmak için yaldızlı sözler fısıldaşırlar. (Hakka davetçilerle onların yakın çevrelerine yerleşmiş bazı şeytani ekipler, sanki birbirlerine güveniyormuş tavrıyla sahte iltifatlar yağdırırlar.) Rabbin dileseydi (izin vermeseydi, elbette) bunu yapamazlardı. Öyleyse onları (Hakk dine ve hizbe sızmış insan suretli şeytanları) yalan olarak uydurmakta oldukları iftiralarıyla baş başa bırak. (Seyret ki sonları nasıl olacaktır!) [Not: Kur’an-ı Kerim’de birçok ayette belirtildiği gibi, insanlar; 1- Ya Hizbullah=Allah’ın Tarafgirleri, Destekçileri, Partisi ve Ekibi olmaktadır. (Bak: Maide: 56), 2- Ya da; Hizbüşşeytan=Şeytanın Tâbileri, Destekçileri, Partisi ve Ekibi olmaktadır. (Bak: Mücadele: 19)]” (En’am: 112)
Böylece, Dini ve Ahlâki değerleri koruyor, Milli ve Manevi dengeleri kolluyor gözükerek, siyasi makam ve şahsi çıkar peşinde koşanların; bu istismar (samimiyetsizce sömürüp yararlanma) ve suiistimal (bazı doğru ve değerli şeyleri kötü maksatlı kullanma) amaçlı bazı girişimleri Din’in ve mü’minlerin güçlenmesine dolaylı destek sağlamış olsa da, aslında kendileri mel’un ve mahrum konumdan kurtulamayacaklardır.
Çünkü şeytan bunları aldatıp oyalamaktadır.
“(Kâfir şeytan) Onlara (sadece kuru kuruya) va’ad ediyor, onları en olmadık kuruntulara düşürüyor. Oysa şeytan, onlara bir aldanıştan başka bir şey va’ad etmez (boşuna umutlandırır).” (Nisa: 120)
“Onlar (münafıklar, sözde) Allah’ı ve iman edenleri aldattıklarını (zannetmektedirler); oysa onlar, sadece kendilerini aldatmaktadırlar ve (ama bunun) şuurunda değillerdir. (Çünkü Allah’ı ve mü’minleri aldatmaya çalışanlar, ancak kendilerini kandıran kimselerdir.)” (Bakara: 9)
Sonunda asıl zafer, münafıkların değil, mücahit ve müttaki Müslümanların olacaktır.
“De ki: ‘Ey kavmim, bütün imkânlarınızla çalışıp (elinizden geleni) yapın; şüphesiz ben de (görevimin gereğini) yapıyorum (yapacağım). Yakında (kutlu) sonuç diyarının (ülke ve dünya iktidarının) kimin olacağını, bilip-öğreneceksiniz. Gerçekten zalimler (şeytani amaçlarına ve) kurtuluşa ermeyeceklerdir.’” (En’am: 135)
“Muhakkak ki Allah, bu dini; facir bir adamla da teyit ve takviye eder.” Hadisinin Anlamı:
Facir: Kelime olarak “haktan sapmış, haram ve günaha dalmış kötü ve günahkâr insan” anlamındadır. Facir; kâfir, münafık, fasık olmak üzere üç mana için de kullanılır. O zaman bu cümlenin manası: “Allah dilerse kâfir, münafık ve fasık bir adamın eli ile de dinine hizmet ettirebilir.” olmaktadır.
“Pekâlâ, bunun gerçek hayatta örnekleri var mıdır?” Bunun hem Asr-ı Saadet’te hem de günümüzde birçok misaline şahit olunmaktadır. Medineli münafıklar zahirde de olsa İslam saflarına katılıp sayılarını çoğaltarak hatta istemeyerek de olsa bazı savaşlara katılarak dolaylı bir şekilde hizmete vesile olmuşlardır.
“Allah, bu dini; facirlerin / fasıkların eliyle de güçlendirir.” manasına gelen hadis, birçok tarikle rivayet edilmiştir. Hafız Heysemî, Taberanî’nin -Amr b. Numan tarikiyle- yaptığı rivayetin sahih olduğunu belirtmiştir. (bk. Mecmau’z-Zevaid, 5/303).
Konuyu daha detaylı olarak ifade eden rivayetler de vardır. Buharî ve Müslim’in aktardıklarına göre, Ebû Hureyre şöyle demiştir: “Bizler (Hayber’de) Resulüllah’ın beraberinde hazır bulunduk. Resulüllah, İslam’ı iddia etmekte olanlardan bir kimse için: ‘Bu adam ateş ehlindendir.’” buyurdu.
Savaş başlayınca bu adam şiddetli bir şekilde -düşmanla- çarpışmaya başladı ve kendisine büyük bir yara isabet etti. Bunun üzerine (bir sahabi tarafından): “Ya Resulüllah! ‘O, ateş ehlindendir.’ buyurduğun şu kimse, bugün gerçekten çok çetin bir savaş yapmış ve ölmüştür.” denildi. Peygamber (SAV) bu söze karşılık: “O, ateşe gitmiştir.” buyurdu. Bu haberden dolayı insanlardan bazıları şaşkınlık içerisindeydiler. Onlar bu şaşkınlık hâli üzerinde bulundukları sırada birdenbire: “O adam ölmemiştir, lâkin onda şiddetli bir yara vardır.” denildi. Geceden bir vakit olunca o yaralı adam, yaranın acısına sabredemedi ve kendi kendini öldürdü. Sonra bu durum Peygamber (SAV)’e haber verildi. O da: “Allah-u Ekber, Ben kendimin Allah’ın kulu ve Resulü olduğuma şehadet ederim.” buyurdu.
Sonra Efendimiz (SAV) Bilâl’e emretti de Bilâl insanlar içinde:
“Şu muhakkak ki cennete ancak Müslüman nefis girer. Ve muhakkak ki Allah bu İslam Dini’ni (dilerse) elbette facir kişi ile de te’yid edip kuvvetlendirir.” sözlerini bağırıp ilan etti. (Buharî, Cihad, 182; Müslim, İman, 178)
Vakidî’nin Megâzî’si, hadisenin Uhud’da cereyan ettiğini, olayın kahramanının adının Kuzman olduğunu belirtir. Ona göre, “Kuzman, Uhud’dan geri kalır. Kadınlar bunu (savaş kaçkını diye) alaya alırlar. Bunun üzerine gidip İslam ordusuna katılır ve ön safta yer alır; ilk oku atar, sonra kılıcını çeker ve acayip kahramanlıklar gösterir. Müslümanlar bir ara bozguna uğrayıp dağılınca kılıcın kınını kırar ve “Ölüm, kaçmaktan daha iyi!” diye bağırarak ileri atılır. Bu esnada kendisine uğrayan Katade İbnu’n-Nu’man: “Şehidlik sana mübarek olsun!” diye tebrikte bulunur. Kuzman ise: “Vallahi ben bir din için savaşmadım, kavmimin itibarı için savaştım!” diye mukabele eder ve yaranın ızdırabına dayanamayarak intihar eder.” (Bkz. Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ, 14/147-148)
En aşağılık fitne, zalim odaklarla iş birliği yapmaktır!
Fitne, sözlükte; altın, gümüş gibi madenleri potada, ateşte eriterek, saf hale getirmek anlamını taşır. Kur’an-ı Kerim’de fitne kötülenip yasaklanmıştır:
“Onlar öyle sapıklardır ki, yeryüzünde fitne ve fesat çıkarırlar.” (Bakara: 27)
“Onlara; ‘Yeryüzünde fitne fesat çıkarmayın’ dendiği zaman, ‘Biz ancak ıslah edicileriz’ diye yanıtlarlar.” (Bakara: 11)
“Fitne çıkarmak adam öldürmekten daha kötü ve kışkırtıcıdır.” (Bakara: 217)
“Kalplerinde eğrilik olanlar, fitne çıkarmak için, ayetleri kendilerine göre yorumlar.” (Âl-i İmrân: 7)
“Onlar fitne çıkarmak için can atarlar ve fırsat kollarlar.” (Nisa: 91)
“Onlar yeryüzünde bozgunculuğa koşarlar; Allah ise bozguncuları sevmediğini açıklar.” (Maide: 64)
“Fitneden (ve her türlü fesatlık girişiminden) sakının.” (Enfâl: 25)
“Yeryüzünde fitne fesat çıkaranlara lanet olsun.” (Ra’d: 25)
Hadis-i şeriflerde de fitne ve hıyanet yasaklanmıştır:
“Fitneden sakının! Söz ile çıkarılan fitne, kılıç ile çıkarılan fitne gibidir.” (İbni Mace)
“Fitne zamanı evinizden ayrılmayın! Adem’in oğlu (Habil) gibi olun!” (Ebu Davud, Tirmizi)
“Kıyamet yaklaştıkça fitneler çoğalır. Böyle zamanlarda kenarda kalan, ileri atılandan; oturan, ayakta olandan; ayakta olan, yürüyenden; yürüyen de koşandan hayırlıdır. Evinizde oturun, fitneye karışmayın!” (Ebu Davud)
“Fitne zamanında evinizde oturun, günahlarınıza tevbe edin, dilinizi tutun, kendi işinize bakın, başkalarının işine karışmayın!” (Nesai)
“Ne mutlu fitneye karışmayana ve fitneye maruz kalıp da sabredene!” (Ebu Davud)
Allah zaferi, sayıları çok az da olsa; mü’min, müstakim ve mücahit kullarına nasip buyurmaktadır!
“(Derken) Talut (yanında kalan az sayıdaki) orduyla birlikte (savaşmak üzere bulundukları yerden) ayrılıp (yola çıktığında:) ‘Doğrusu, Allah sizi (önümüze çıkacak) bir ırmakla imtihan edecektir. (Susamanıza rağmen, karşıya geçinceye ve ben size izin verinceye kadar) Kim bu (su)dan içerse, (artık) o benden değildir. Kim de -eliyle bir avuç hariç- doyasıya tadıp içmezse o bendendir. (Anlarım ki sadık ve sağlam birisidir)’ dedi. (Ama) Az bir kısmı hariç, hepsi o sudan içmişlerdi. Nihayet (Talut ve) iman edenler beraberce (ırmağı) geçince onlar (geride kalanlar): ‘Bugün bizim Calut’a ve askerlerine karşı koyacak gücümüz yoktur’ diyerek (fesada yönelmişlerdi). Allah’(ın va’adine, nusretine ve rahmetine) kavuşacaklarına kesinlikle iman ve itimatları (ve Rablerine hüsnü zanları tam ve sağlam) olanlar ise dediler ki: ‘Allah’ın izniyle, nice az (ama itaatkâr ve sebatkâr) topluluk, çok daha kalabalık (ve güçlü sanılan) topluluklara galip gelmiştir. (Çünkü) Allah sabreden (mü’minlerle) beraberdir.” (Bakara: 249)
“Böylece, Allah’ın izniyle onları (çok az sayıdaki sadıklar, kalabalık ve donanımlı düşmanları) yenilgiye uğrattılar. (Daha peygamber olmamış bulunan ve genç bir subay olarak orduya katılan Hz. Davud, düşman tarafın henüz bilmedikleri ve şaşkınlıkla izleyip panikledikleri, yeni bir teknolojik silah hükmündeki attığı sapan taşıyla, zırhlar içinde ve fil üzerinde gururla meydan okuyan kâfir komutanı Calut’un gözlerini kör edip, beynini akıtarak devirince; başsız kalan düşman birlikleri dağıldılar ve bozulup kaçtılar; böylece) Davud Calut’u öldürdü. Allah da ona mülk ve hikmet (hükümdarlık ve bilgelik) verdi; ona dilediği şeylerden (yöneticilik, adalet, sanat ve teknoloji bilgilerinden) öğretti. Eğer Allah’ın, insanların bir kısmı ile bir kısmını defedip (engellemesi) olmasaydı, yeryüzü mutlaka fesada uğrardı. Ancak Allah, âlemlere karşı büyük fazıl (ve ihsan) sahibidir.” (Bakara: 251)
“Andolsun, Biz Senden önce birçok peygamberi kendi kavimlerine gönderdik de, onlara apaçık belgeler getirdiler (ama onlar buna rağmen inkâr edip azgınlaştılar); böylece Biz de suçlu günahkârlardan intikam aldık. İman edenlere yardım etmek (ve zafere eriştirmek) ise, Bizim üzerimize Hakk olmuş (bir va’ad)tır. (Mücahit ve müstakim mü’minlere nusret ve galibiyet vermek, Allah’ın izzet ve inayetinin şanıdır.)” (Rum: 47)

*“Ben onlara (şahsi ikbal ve ihtirasları için dine ve davaya hıyanete kalkışanlara, bunların gerçek ayarları ortaya çıksın diye) belirli bir süre (mühlet ve fırsat) veriyor (yularlarını uzatıyorum. Ancak) Benim ‘keyd’im (planım ve tuzağım) sapasağlamdır. (Hiç kimsenin yaptığı yanına kâr kalmayacaktır.)”* (A’raf: 182-183)
Makalede vurgulanan bu hakikat, müminlerin gönüllerine bir müjde; fasıklar içinse en büyük tehdittir.
“Rabbim bizlere samimi, sadık müminlerden olmayı, davamıza sabır, sebat ve gayretle hizmet etmeyi nasip eylesin. Hakkı hak bilip ona tâbi olanlardan; batılı batıl bilip ondan uzak duranlardan eylesin. Âmin.”
Tarih boyunca İslami hareketlerde iki şey affedilmemiştir:1-Ayrı baş çekip ekip oluşturmak2-Dünyalık hesaplar için dava kardeşlerini istismar etmek
Hucurât Suresi 7. ayette Hak davanın tanımı yapılmaktaydı:
“Ve bilin ki Allah’ın Resulü (Sünneti, hayat sistemi ve Nebevi prensipleriyle her zaman) içinizdedir. Eğer O, birçok işlerde sizin (keyfinize ve nefsi beklentilerinize) uysaydı, elbette sıkıntıya düşerdiniz. Ancak Allah size imanı sevdirdi, onu kalplerinizde süsleyip-çekici kılıverdi ve size inkârı, fıskı ve isyanı (Hakk davadan kopmayı) çirkin gösterdi. İşte onlar, (imanı ve İslam’ı seven, inkârı ve isyanı çirkin gören Müslümanlar) Hakk yolu bulmuş (irşad olmuş) kimselerdir. [Not: “Hakk dava”: İslami hükümler ve insani hedeflerle kurulan, Kur’an’a ve Sünnet’e dayalı bilimsel ve evrensel bir Adil Düzeni amaçlayan sistem ve siyaset hangisi ise; inkârcılardan münafık din istismarcılarına, sağcılardan solculara, dış odaklardan işbirlikçi iktidarlara (kendi aralarında çıkar çekişmesi ve taassup hasetleşmesi yaşansa da) hepsince ortaklaşa “en ciddi tehdit ve tehlike” sayılan ve aleyhinde resmiyete dökülmemiş fiili bir ittifak kurulan ve şeytan şürekasınca asla sahip çıkılmayan ve destek olunmayan, hatta dağıtılmaya-kapatılmaya çalışılan hareket ve şahsiyet hangisi ise, işte her asırda Hakk Davayı O temsil etmektedir.]”
Bugün Adil Düzen içtihadıyla Yeni Bir Dünya inancını canlı tutup yaymasıyla ve Siyonizm ve de işbirlikçilerinin her türlü entrikalarını ferasetle sezip insanlığı ıslah ve uyarı çalışmalarıyla, Siyonizmin belini büken, beynini darmadağın eden, oyunlarını ortaya çıkaran, stratejilerini alt üst eden ayette belirtildiği gibi batıl sistemlerine en ciddi tehdit ve tehlike görülen Milli Çözüm Hareketi olmaktadır.
Hucurat Suresininde Hak dava tanımı yapıldıktan sonra Hucurat 15-18 ayetlerde önce sadık Müminlere, sonra imtihan şartları ile ilgili lideri suçlama, imtihana itiraz (kaldı ki Elçi savaştan gelen susamış bir orduya su içmeden geçin diye zahiren akla-mantığa-olağana uygun olmayan bir suretle hikmet ve itaatle imtihan edebileceğini ayetlerden bilmekteyken) ve bu suretle hak dava liderini itibarsızlaştırarak Hak davayı ve liderini zan altında bırakma ve başa kakma- minnet etme gibi çeşitli sebeplerle Hak davadan yan çizen münafık ve facirlere uyarılar yapmaktadır:
“Hucurât 15: (Hakiki) Mü’minler ancak o kimselerdir ki: Allah’a (Kur’an’ın hükümlerine) ve Resulûne (Hz. Peygamberin öğretilerine tamamen ve samimiyetle) iman getirirler; sonra hiçbir kuşkuya (ve korkuya) kapılmadan (ve asla Hakk’tan caymadan) mallarıyla ve canlarıyla Allah yolunda cihat ederler. İşte bunlar, (iman davasında) sadık olanların ta kendileridir. [Not: Demek ki Hakk hâkim olsun ve adil bir düzen kurulsun da tüm insanlık huzura kavuşsun diye, mallarıyla canlarıyla ve bütün imkânlarıyla çalışıp çabalamayanlar veya dünyalık heves ve hesaplarla haklı davalarından yan çizip batıl yollara kayanlar ve Batılılara yaslananlar, iman şuurunu ve hidayet huzurunu kaybedecektir.]
Hucurât 16: (Cihat mesuliyeti ve mecburiyeti kendilerine ağır gelenlere) De ki: “Allah’a dininizi(n kurallarını ve kulluk imtihanını kazanma şartlarını) siz mi öğreteceksiniz? (Yoksa nasıl Mü’min ve makbul olacağınızı Kur’an’dan ve Resulûllah’tan mı öğreneceksiniz?) Oysa Allah, göklerde ve yerde olanları (ve sizin kuruntu ve kaytarmalarınızı) bilir. Allah, her şeyi Bilendir.”
Hucurât 17: (Ey Resulûm, bazıları) Müslüman oldular (ve bir takım hizmet ve fedakârlıkta bulundular) diye (gelip başına kakmak niyetiyle) Sana minnet etmektedirler. (Başlarına gelen sıkıntıların sorumluluğunu Sana yüklemektedirler.) De ki: “Müslümanlığınızı bana karşı minnet (konusu) etmeyin. (Hizmet ve ibadetlerinize karşılık dünyalık makam ve menfaat beklemeyin, kendinizi ayrıcalıklı zannetmeyin!) Tam tersine, sizi imana yönelttiği (küfür ve kötülükten çekip çevirdiği) için Allah size minnet edip (verdiği nimet ve faziletlerin şükrünü isteyebilir). Eğer doğru sözlüler (ve temiz özlüler) iseniz (bunu böyle kabullenmeniz gerekir.)”
Hucurât 18: Şüphesiz Allah, göklerin ve yerin gaybını (görünmeyen tüm sırlarını) bilir. (Sizlerin her türlü niyet ve gayretinizden de habersiz değildir; hak ettiğiniz karşılığı elbette verecektir. Ancak Rabbinizi kendinize borçlu zannetmek büyük bir gaflet ve edepsizliktir) Allah, yaptıklarınızı Görendir.”
Ve yine Âl-i İmran Suresi 17. ayette de olası bir fitne durumunda yürüyenin koşandan, oturanın yürüyenden daha hayırlı olduğunu bilen, dilini tutan ve kendi işine bakan ve başkalarının işine karışmayan, herşeyi kuranla, sünnetle ve vicdanla tartan, ancak Allah’a güvenen, sabreden Hak dava erlerine gece seherlerde bağışlanma dileme tavsiyesiyle yol gösterilmektedir: “(Onlar, Hakk uğrunda ve cihad yolunda) Sabredenler, (sözlerinde ve işlerinde) dosdoğru hareket edenler, (Allah’a, Kur’an’a ve Resulüllah’a) gönülden boyun eğenler, (helâl kazançlarından) infak edenler ve ‘seher vakitlerinde’ bağışlanma dileyenlerdir.”
Çünkü Mümin’in sevinci de hıncı da değerlidir, kıymetlidir, şereflidir. Ancak Allah için sever, ancak Allah için buğzeder. Mümin Allah’ın rızası olan işlere sevinir, ancak şeytanın düzenine karşı bilenir. Müminin hayat gayesi İsrail’den intikam, Deccal’e itirazdır. Her eylem ve söyleminde Siyonizmi yıkmak hedefiyle hareket eder, bu odağından onu uzaklaştıran şeyleri ayağının altına almasını bilir. Bunu bilen şeytan manipüle ederek sadıkların o güne kadar olan çabalarını boşa çıkarmak ister. Paçasına çıkmayacak vesveselerle, zanlarla ve bahanelerle yoldan çıkarmayı dener. Eğer pisliği paçasından yukarı çıkarır, kalbine ve beynine mikrop bulaştırırsa Allah muhafaza ayakları kayar. İşte bu noktada “herkes gereklidir ama önemli değil” sözü zihinlere nakşedilmesi gerekir. Deccale karşı savaşta ancak nasibi olanlar nimetlendirilir. Günü geldiğinde Allah Milli Çözüm zaferini tek kişi ile de yaşatır.
A’râf Suresi 16. Ayette şeytanın bu manipülasyon çabası anlatılmaktadır: “(Şeytan) Dedi ki: “Madem öyle, (Hz. Adem’e secde etmek gibi nefsime ağır gelen bir imtihana tâbi tutmakla) beni azdırmana karşılık; ben de onları (Ademoğullarını saptırmak için) Senin (İslamiyet ve) istikamet yolunun üzerinde oturup (tuzak kuracağım. Her dönemdeki en haklı ve hayırlı davanın ortasında pusu kurup duracağım).” Şeytanın frekansına girenler Bakara Suresi 27. ayette uyarılmakta ve 18. ayette de bu manipülasyona kendini kaptıranların gayretlerinin ve çalışmalarının boşa gideceği anlatılmaktadır:
“Bakara 27: (O fasıklar ki) Onu kesin olarak onayladıktan (ve hakikatin farkına vardıktan) sonra, Allah’ın ahdini (Cenab-ı Hakka verilen iman ve itaat sözlerini) bozarlar, Allah’ın kendisiyle birleştirilmesini emrettiği şeyi (akrabalık, arkadaşlık ve Hakk davayla irtibat bağlarını) ise koparırlar ve yeryüzünde fesat çıkarırlar. İşte bunlar hüsrana (düş kırıklığına ve pişmanlığa) uğrayanlardır.
Bakara 18: (O münafıklar) Onlar sağırlar, dilsizler ve körler gibidirler. Bundan dolayı da onlar (fasıklıktan ve münafıklıktan) artık geri dönemezler. (Tekrar Hakka ve hayra yönelmeyeceklerdir.)” Allah muhafaza buyursun. İşte insan bu seviyeye kolay kolay gelmemektedir. Haşa Allah adaletsiz değildir. Hesap çetin, imtihan mükemmel, hesaba çekecek olan Alemlerin Rabbi olan Cenab-ı Allah’tır. Sen “bir”in yanındaki sıfırsın, “bir”siz bir hiçsin ancak “bir” ile çok kıymetli ve bereketlisin. Bunu bilip buna göre kendini manipülasyonlardan, tehlikelerden korumalısın. “Herkes gereklidir, önemli değil” şiarını anlayamama ve kendine mana atfetme, zan ile suçlama ve zanna göre hareket etme, ihtiras, vesvese, kin, haset, bencillik ve kıyas şeytanın insan nefsine soktuğu en temel mikroplardır. Kişi bu hatalara düşer ve hatasında ısrar ederse şeytanın bu mikroplarına karşı savunmasız kalır, kendisini operasyonlara karşı açık hale getirir. Hatada ısrar helakı getirir. Kim -ben mi derken voltaj düşer, bir yandan iman enerji fişimiz kesilir, ne konuştuğumuzu, ne düşündüğümüzü bilemez oluruz. Şeytan frekansına girmiş şok halimizle kendimizi batılın ortasında buluruz. Allah muhafaza buyursun.
Hayattaki en değerli şeylerden birisi de hatanı yüzüne söyleyen ve seni uyaran bir hayırhah dosta sahip olmaktır. İmtihan olduğunu anladığın ya da bir şeylerin yolunda gitmediğini fark ettiğin an kendimiz konuşmayıp hayırhah dostumuzdan değerlendirme talep etmek çok faydalıdır. Çünkü insan o kanala girdiğinde büyülenmiş gibi kendine sürekli konuşur, söyleneni dinlemez. Nefis sürekli sen biliyorsun, doğrusun, yürü diye telkin eder. Aynen telefon dolandırıcılarının yaptığı taktik gibi seni bir an bile düşünmeye fırsat verdirmez şeytan. Sonrası koca bir hiçliktir. Allah muhafaza buyursun. Rabbim gayretlerimizi boşa çıkarmasın. Hak davadan, Milli Çözüm hizmetlerinden ayaklarımızı kaydırmasın. Hak davamızın liderine nankörlük ettirmesin.
“Halkın gözü ölçü, düzelt kendini
Cehd etsen aşarsın, nefis bendini
Dostu rakip gören, çöz kemendini
Aşk var ise; “Allah!”, deyip çağlarsın!..”
Aşk ateşine düştüysen eğer
Allahhh deyip çağlarsın…
Lağım çukuruna düşmüşsün meğer
Pis kokuyu hala başkalara bağlarsın…
Kitabının yazdığımız Suriye’de Hak Batıl – Hilal Haçlı Savaş süreci başlamışken, bu saatten sonra Milli Çözüm sadıklar ekibinin şeytanın tüm vesveselerine rağmen tek odağı Ali İmran Suresi 52. Ayet olmalıydı: “(Hz.) İsa onlardaki inkârı (isyan ve itirazı) sezince dedi ki: “(Sizden) Allah için bana yardım edecekler (samimi ve sürekli destek verecekler) kimdir?” Havariler ise: “Allah’ın yardımcıları biziz. Biz Allah’a inandık, (ey İsa!) bizim gerçekten Müslümanlar olduğumuza şahit ol” demişlerdi.
“Sonunda asıl zafer, münafıkların değil, mücahit ve müttaki Müslümanların olacaktır.”
“Allah zaferi, sayıları çok az da olsa; mü’min, müstakim ve mücahit kullarına nasip buyurmaktadır!”
Çok akıcı, etkileyici ve öğretici bir makale okuduk Allah razı olsun. Münafıkların entrikaları, kurdukları tuzaklar geçici müminlerin sabrı, sebatı ve duası ise kalıcıdır Elhamdülillah. Dikkatimi çeken kısımlardan biri de Fitne kısmıdır. Rabbim bizleri fitnenin her türlüsünden muhafaza buyursun. Sabırla, ihlasla ve sebatla, zafer ehli kullarından eylesin Âmin.
“Fitneden sakının! Söz ile çıkarılan fitne, kılıç ile çıkarılan fitne gibidir.” (İbni Mace)
“Kıyamet yaklaştıkça fitneler çoğalır. Böyle zamanlarda kenarda kalan, ileri atılandan; oturan, ayakta olandan; ayakta olan, yürüyenden; yürüyen de koşandan hayırlıdır. Evinizde oturun, fitneye karışmayın!” (Ebu Davud)
“Ne mutlu fitneye karışmayana ve fitneye maruz kalıp da sabredene!” (Ebu Davud)
Allah, Facirleri de Dinine Hizmet Ettirebilir AMA ZAFERİ SADIK MÜCAHİTLERVERMEKTEDİR!
Başlıktan son kelimeye kadar ürpermeden, endişeye düşmeden okumak çok zor. Zira henüz içinde bulunduğumuz davaya bir katkı bile sunamamışken, ifade edilen kişilerden olma ihtimali insanı sarsıyor. Kendimizi garantide görmek, bizce çok kıymetli sayılan bazı hizmetlerde bulunmak, aynaya bakmadan çevremizde olanlar hakkında ahkam kesmek; yani fitneye sebebiyet vermek, fitne halinde nasihatlere uymamak bizi hangi acı akıbete götürecek sorusuna sarsıcı cevaplar aldık. Yazıya yorum yapan Mevlüt beyin çok güzel ifade ettiği gibi “orduda olmak da güzel ama ganimetçi misin Ulubatlı mısın?” sorusunu nefsime sormayı unutmamam gerekiyor. Zira hesap çetin, imtihan mükemmel, hesaba çekecek olan ise Alemlerin Rabbi olan Cenabı Allah. Affına sığınıyorum Allah’ım.
Riyakârlık, çıkarcılık ve münafıklık niyetiyle yüce İslam dininin ve İslami hareketin gelişip güçlenmesine vesile olacak girişimlerin sahipleri, Allah katında makbul değil, merdud kimselerdir.
Dünya hayatını sevip ahirete tercih edenlerin hem dünyaya yönelik çalışmaları hem de ahiretle ilgili riyakârlık ve istismarcılık hazırlıkları boşa gidecektir.
İstismarcılar; bazı doğru ve değerli şeyleri kötü maksatlar için kullanan fasık ve münafık kişilerdir.
İstismarcılar; her türlü imkân ve iktidara kavuşturulsa bile Kur’ani hükümleri gereksiz ve geçersiz sayar, yetki ve fırsatları olduğu halde dini emirleri uygulamaya çalışmaz ve İslam’ın icraatını değil, sadece edebiyatını ve istismarını yaparlar.
İstismarcılar;
Hem niyetleri hem de tıynetleri bozuktur.
Nefislerinin hoşuna giden şeytani yorumlara ve yollara özenirler.
Kur’anı Kerimin ayetlerini artık gereksiz ve geçersiz sayar ve yanlış yorumlayıp çarpıtmaya çalışırlar.
Sinsi ve derin bir sapkınlık içine düşmüşlerdir.
Kendi nefislerine hıyanet etmişlerdir.
Bilgi ve becerilerini nefsi hevesler ve dünyevi hedefler için kullanırlar.
Hizmet perdesi altında servet ve şöhret edinme peşindedirler.
Makam ve menfaat elde ettikleri süre içerisinde Hak davada kalır, Hak davanın sağladığı imkânları suiistimal ederler.
Günahkâr vicdanlarını bastıracak, ama his ve heyecanlarını da coşturacak dindarlık numaraları yaparlar.
Nefislerinin dünyevi heves ve beklentilerinin karşılanmadığını görünce çeşitli bahaneler uydurarak Hak Davayı terk ederler.
Hain ve işbirlikçi liderlere inanıp peşlerine takılırlar.
Şeytani rejimleri ve zalim güçleri desteklerler.
Kâfirler ve zalimlerle dostluklar kurar, onların velayetine ve himayesine sığınırlar.
Dindar geçinmelerine ve dini istismar etmelerine rağmen, Kur’an nizamı karşıtı ve Hakk Dava kaçkınıdırlar.
Hakk nizam kurulsun diye çalışanları fitne-fesat çıkarmakla suçlarlar.
Halkı aldatmak için dini duyguları ve değerleri suiistimal ederler.
İslam’ın esaslarını ciddiye almaz, İslami bir düzen istemezler.
Kur’anı Kerimi sadece istismar için okur, ama hükmünü uygulamazlar.
Dinini bile dünyevi beklentileri için istismar edenler için sancılı bir süreç ve akıbet vardır.
İstismarcılar, aleyhlerinde hazırlanmış gizli bir plandan habersiz, ansızın uygulamaya konuluncaya kadar; her şeyin kendi arzuları ve planları doğrultusunda ve yolunda gittiği şeklinde aldatılıp durmaktadırlar.
İstismarcılar; sonunda çok acı ve alçaltıcı akıbete uğrayacaklardır.
Kâfirler ve zalimler istemeseler de, hatta şeytani gayelerle istismar etmeye yeltenseler de, Allah sonunda elbette nurunu tamamlayacak ve yeryüzünde İslam’ın Adil Düzen’ini hâkim kılacaktır.
Sonunda asıl zafer, münafıkların değil, her konuda Müslümanların huzur ve yararından ve İslami kurum ve kurallardan tarafım diyen mücahit ve müttaki Müslümanların olacaktır.
Demek ki, Cenabı Hakk DİLERSE facir ve kafir kişiler eliylede, hain ve zalim kesimlerin bazı girişimleriyle de, fasık ve münafık kimselerin vesilesiyle de, dinine davasına destek sağlatabilir, İslami hareketlerin hedefine ulaşmasını kolaylaştırabiliyor. ANCAK, BU DURUM FACİRLERİ – KAFİRLERİ – HAİNLERİ ZALİMLERİ – FASIK VE MÜNAFIK KİMSELERİ şereflendirip sevap vermek için değil, onları sonunda rezil etmek – küçük düşürmek , ilahi izzet ve azametini gösterip, inkarcıları ve münafıkları pişman ve perişan kılmak gayesiyleydi.. Yani onlar Allah’ın dilemesiyle iyi güzel faydalı doğru bir şeye vesile oldukları için SEVAP BİLE KAZANAMAZKEN, ALLAH BÖYLELERİNE ZAFER -FETİH NİMETİNİ SUNAR MI?! ELBETTE HAYIR. ZAFER -FETİH SADIK MÜCAHİTLER ELİYLE GERÇEKLEŞECEK İNŞAALLAH …Çünkü Allah Rum 47 de: “… İman edenlere yardım etmek (ve zafere eriştirmek) ise, Bizim üzerimize Hakk olmuş (bir va’ad)tır.” buyurmaktadır.
MİLLİ ÇÖZÜM’ÜN DEFAATLE VERDİĞİ ŞU ÖRNEĞİ HATIRLATALIM:
…
Allah bize düşmanlarımızla yardımda bulunmaktaydı!
Erbakan Hocamızın sıkça vurguladığı gibi; Müslümanların tıkanıp kaldıkları her durumda Cenabı Hak bu inançlı kullarını selamete ulaştırmak ve onları çaresizlikten kurtarmak için düşmanlarına yanlış yaptırırdı. Ve yapılan yanlışlar, düşmanın tuzaklarını bozardı. Bu ilahi yardımla Müslümanlar galibiyete ulaşırdı.
Kıbrıs meselesi, 1974 yılına gelinceye kadar yirmi yılı aşkın bir süre Türkiye’yi uğraştırmıştı. Adada bizim insanımız katledilirken, sadece uçaklar uçurulup düşman korkutulmaya çalışılmıştı. Türk donanması çıkarma gemileri olmadan, gemilere yüklediği askerlerle denize açıldı. Fakat Sam Amca’nın onayı olmayınca İsmet İnönü ve Süleyman Demirel’in talimatlarıyla geri dönmek zorunda bırakılmıştı. Gemiler Mersin’e dönerken, içindeki askerler hırsından ağlamaktaydı. Kıbrıs’taki katliama ne yapıldıysa çare bulunamamıştı. Papaz Makarios, Kıbrıs’taki Türk’ün boynundaki ilmeği sıkıyor, nefesi kesilince biraz gevşetiyordu. Dünyayı arkasına alan Makarios, işin ilmini kavramıştı. Kıbrıslı Türklerin gayrimenkulleri peşin parayla hemen satın alınmakta ve bir gecede İngiliz pasaportu çıkarılarak adadan uçmaları sağlanmaktaydı. Nitekim günümüzde İngiltere’de yaşayan Kıbrıslı Türklerin sayısı adadakilerden daha fazlaydı.
Ancak Kıbrıs’tan İngiltere’ye göç edemeyen toprağa bağlı fakir köylüler, Makarios’u kaygılandıran en önemli sıkıntıydı. Kesse kesilmiyor, sürmekle bitmiyordu. Yüce Allah, dilini, dinini, kimliğini unutmamaya çalışan bu gariban köylülere merhamet edip düşmana yanlışlık yaptırmıştı. Nikos Samson isimli EOKA’lı bir çetebaşı, devlet idaresinden ve siyasetten anlamayan askerlerin yönetimindeki Yunan cuntasının desteğiyle ihtilal yapınca Makarios devrilmiş ve “adadan uçmak” zorunda kalmıştı. Türkiye Cumhuriyeti Erbakan Hocanın cesaret ve dirayetiyle bu tarihi fırsatı değerlendirerek adaya asker çıkarma hakkını kullanıp kardeşlerimizi kurtarmışlardı. Allah, düşmanımıza bu yanlışı yaptırmasaydı Türk askerinin Kıbrıs’a çıkması için hukuki ve makul bir gerekçesi oluşmayacaktı.
Peki, bu tarihi olayları neden hatırlatıyoruz, olaylardaki görünen sebepler kadar gizlenen hikmetlere de bakmamız lazımdı. Allah’ın emrine uymaya çalışanların samimiyeti ve çaresizliği ile Allah’a kafa tutanların azgınlığı ve iblisliği çarpıştığında, Cenabı Hak zalimlere yanlışlık yaptırmakta, mü’minlere kolaylık sağlamaktaydı.
BAK:
https://www.millicozum.com/mc/2016/aralik-2016/bir-devrim-yaklasmaktadir/
MEVLÂM BİZİ KAT “AZ”LARA
Allah zaferi, sayıları çok az da olsa; mü’min, müstakim ve mücahit kullarına nasip buyurmaktadır!
…Allah’(ın va’adine, nusretine ve rahmetine) kavuşacaklarına kesinlikle iman ve itimatları (ve Rablerine hüsnü zanları tam ve sağlam) olanlar ise dediler ki: ‘Allah’ın izniyle, nice az (ama itaatkâr ve sebatkâr) topluluk, çok daha kalabalık (ve güçlü sanılan) topluluklara galip gelmiştir. (Çünkü) Allah sabreden (mü’minlerle) beraberdir.” (Bakara: 249)
Allah’ın iradesi, mümkün olmayanı mümkün kılar!.. Sayınıza bakıp gülenlere aldırmayın. Gücünüzü hafife alanlara takılmayın.
Nemrut mu güçlüydü, İbrahim mi? Nemrut! Peki, Nemrut mu kazandı, İbrahim mi? İbrahim!
Firavun mugüçlüydü, Musa mı? Firavun! Peki, Firavun mu kazandı, Musa mı? Musa!
Ebu Cehil mi güçlüydü Aleyhisselatü Vesselam Efendimiz mi? Ebu Cehil! Peki, Ebu Cehil mi kazandı, Efendimiz mi? Efendimiz!..
O devire şahit olanlardan kime sorsanız, güçlü olan kimse onun kazanacağını söyler vesavunurdu! Fakat hepsi şaşırarak görüp şahit oldular ki; zahiren güçlü görünen
değil, samimi bir iman ve gevşememiş bir gayretle davasında sabit olan,
insanlığın kurtuluşu ve Allah’ın rızası için çalışıp çabalayan kim ise o kazandı!
Şimdi kime hikâye gibi gelirse gelsin. Kime inanılmaz gelirse gelsin, yine Allah’ın
yardımı ile güçlü olan değil Allah’a yürekten bağlananlar kazanacaklar inşaallah!..
O halde, gevşemeyin, üzülmeyin; inanıyorsanız üstün gelecek olanlar sizlersiniz!..
Kuvvet ve kudretin sahibinin, yalnız Cenabı hak olduğuna gerçekten iman eden, rehber şahsiyete her koşulda sadakati esas alan iman sahipleri fitnenin, fısk’ın ve iğvanın her türlüsünden, Allahın izniyle korunacaklardır.
“Allah iş göre ki, sen seyredegör.”
Rabbimiz, Celal ve Cemal sıfatlarının bir tezahürü olarak, hem mümin ve müttaki kulları eliyle, hem de mücrim ve münafık kulları eliyle, kendi dinine ve davasına hizmet ettirir.
Rabbimiz bizleri, mümin, müttaki ve muhlis kullarından eylesin.
Sultan fatih İstanbul fethi öncesi karamanogullari üzerine gitmek zorunda kalmış. Akli istanbulda oldugu icin, guc kaybetmek istememis, Ordunun yipranmasina musade etmemiş ve anlasma yaparak savaşmadan geri çekilmiştir.
Ganimet ve ücret peşinde olan askerler ayaklanmış ve savaş istemiştir. Sultan fatih zorlanarak ayaklanmayı bastirabilmistir.
Aynı sultan istanbul fethi sonrasinda ayasofya yagmalanmasin diye mücadele etmiş, buraya dokunmayın diye ricada bulunmak zorunda kalmıştır.
Ancak tarih iyiliklerle ve güzel anlatinlarla yazılmistir. Bizler müjdelenen orduyu okur ve heyecan duyarız.
Arka planda kimlerin zafere hizmet ettiği, kimlerin ecir kazandığı, liderin ne sıkıntılar çektiğinin bilgisi Allahın katındadır.
Sonuçta hekez kullanilmis, zafer yapılmış ve Fatih Sultan olmuş, cag açıp çağ kapatmış tir
Kutlu bir davada er olmak başka, layık olmak başka şeydir.
Ordu da yer almak illaki müjdelenenler içinde olacağımızi göstermez.
Ulubatli hasan başka
Ganimet peşinde olan baska
EYLÜL AYI HÜZÜN DEĞİL TARİHİ DEVRİMLERİN AYIDIR İNŞAALLAH!
”Sonunda asıl zafer, münafıkların değil, mücahit ve müttaki Müslümanların olacaktır.
“De ki: ‘Ey kavmim, bütün imkânlarınızla çalışıp (elinizden geleni) yapın; şüphesiz ben de (görevimin gereğini) yapıyorum (yapacağım). Yakında (kutlu) sonuç diyarının (ülke ve dünya iktidarının) kimin olacağını, bilip-öğreneceksiniz. Gerçekten zalimler (şeytani amaçlarına ve) kurtuluşa ermeyeceklerdir.’” (En’am: 135)
“Muhakkak ki Allah, bu dini; facir bir adamla da teyit ve takviye eder.” Hadisinin Anlamı:
Facir: Kelime olarak “haktan sapmış, haram ve günaha dalmış kötü ve günahkâr insan” anlamındadır. Facir; kâfir, münafık, fasık olmak üzere üç mana için de kullanılır. O zaman bu cümlenin manası: “Allah dilerse kâfir, münafık ve fasık bir adamın eli ile de dinine hizmet ettirebilir.” olmaktadır.”
Zalim, kafir ve münafıkların bir planı varsa Allah ın da bir planı var.. İnşaAllah yaşayıp göreceğiz… Elbette ki zafer İslam ın olacaktır..