DOĞU TÜRKİSTAN’IN FERYADINA KULAK TIKAMAYALIM!
Çin yönetimleri, yıllardır Doğu Türkistan’daki Müslüman Türk kardeşlerimize insanı dehşete düşüren ve vahşet boyutuna erişen her çeşit zulüm icraatları ve asimilasyon politikaları uygulamaktadır. Amerika’nın keyfi için, bir gün önce hanımıyla birlikte kahvaltı ziyaretine katıldıkları Beşar Esed’i, bir gün sonra “halkına zulmediyor” diyerek düşman ilan eden ve tüm diplomatik ilişkilerini kesen, ama Esed’den bin beter zalim olan İsrail’le iyi ilişkilerini ve normalleşme girişimlerini sürdüren Sn. Erdoğan, maalesef Doğu Türkistan’da Çin zulmü altında kıvranan kardeşlerimiz için hiçbir ciddi adım atmamışlardır. En azından mazlum ve mağdur Doğu Türkistan halkının haklı feryadını, BM ve İslam Konferansı gibi oluşumlara taşıyıp, dünya kamuoyunda bu konuda bir duyarlılık ve farkındalık oluşturma çabalarına dahi rastlanmaması acı bir ayıptır ve feci bir kayıptır.
Erdoğan iktidarının her icraatına, kraldan daha kralcı bir yaklaşımla destek çıkan ve nice mel’anetlerine kerametler uyduran Sn. Devlet Bahçeli’den de, Doğu Türkistan mezalimi karşısında ciddi, cesaretli ve netice verici bir tavır, maalesef çıkmamıştır. Bu konuda Devlet Bahçeli’nin yapması gereken; öyle ayıp savma cinsinden ve hamasi demeçler vermesi değil, bizzat AKP iktidarının, Çin nezdinde resmi girişimler başlatmasına önayak olmasıdır. Kaldı ki, BM’nin yayınladığı son İnsan Hakları İhlali raporuna göre, “Çin’in Doğu Türkistan’da Uygur Müslümanlarına yönelik çok ağır baskılar yaptığı, kabul edilemez işkenceler uyguladığı, bölge halkını Dini ve Milli değerlerinden zorla koparmaya çalıştığı” vurgulanmış ve bu sonuçlar, yüzlerce mağdur insanla yapılan röportajlarla saptanmıştır.
Bu konuda Sn. Doğu Perinçek ve takımının suskun tavrı ve çifte standardı da mide bulandırıcıdır. Hatta “Çin’in Doğu Türkistan’da zulüm ve asimilasyon politikaları uyguladığı bir Amerikan yalanıdır. Oradaki halk huzur ve refah içinde yaşamaktadır!..” diyecek kadar, konuyu saptırıp çarpıtmaktadır. Madem öyle ise, Sn. Perinçek takımının ve MAO’cu komünist kafaların, gönüllü elçileri gibi davrandıkları Çin Hükümeti nezdinde ve şimdi hararetle sahiplendikleri AKP yönetiminin de resmi desteği ile, Doğu Türkistan’a bir ziyaret yapılmasını sağlamaları, bağımsız medyanın ve yazarlarının katılacağı bir programla, Sincan’daki durumun açığa çıkarılmasına öncülük yapmaları Milli ve insani bir zorunluluk halini almıştır.
Daha önce Kıbrıs’taki soydaşlarımızın ve Milli çıkarlarımızın korunması… Uyduruk Ermeni Soykırımı iddialarını çürütmek amaçlı İsviçre ve Almanya gibi ülkelere heyetler halinde ziyaretler yapıp, Milli çıkarlarımızın savunulması ve önemli sonuçlar alınması çabalarına, MİLLİ ÇÖZÜM EKİBİ olarak hem destek çıkmış ve arkadaşlarımızla bizzat katılmıştık. Şimdi de, aynı duyarlılığın Doğu Türkistan için yapılmasını teklif ediyoruz, çünkü bu en azından insan olmamızın icabıdır. Zira Doğu Türkistan’daki kardeşlerimiz, Kıbrıs’taki ve Azerbaycan’daki kardeşlerimizden çok daha ağır tehditler ve tehlikeler altındadır. Ve haklı olarak, yegâne sığınakları ve umut kapıları olan Türkiye’nin bu konuya el atmaları ve Sincan sorunlarını dünya kamuoyuna taşımaları yıllardır beklenip durulmaktadır.
Uygurlara Çin İşkencesi Dayanılmaz Boyutlara Ulaşmıştı. Ve Doğu Türkistan Neden Sahipsiz Bırakılmıştı?
Çin’in 1949 yılından bu yana hâkimiyeti altında tuttuğu Doğu Türkistan’ın kırsal kesimlerinde etrafı yüksek duvarlarla çevrili inşaatlar devam ediyordu. Uydu görüntüleri, Doğu Türkistan çöllerinde inşa edilen ve içinde yüz binlerce Uygur Türkü’nün tutulduğu toplama kamplarının son bir yılda tam 3 katı büyüdüğünü ortaya koyuyordu.
Birleşmiş Milletler’e (BM) göre 1 milyon civarında Müslüman Uygur Türkü, Çin’in ‘eğitim merkezi’ olarak dünyaya lanse ettiği toplama kamplarında tutuluyordu.
Sincan bölgesinde ve Çin’in değişik yerlerinde gerçekleşen saldırıların ardından bu eylemlerden Uygurları sorumlu tutan Çin, 2014 yılından itibaren ‘teröre karşı halk mücadelesi’ adı altında yeni bir süreç başlatmıştı. Ancak Uygurlara yönelik kültürel ve dini kısıtlama ve baskılar 2009 yılından itibaren giderek hız kazanmıştı.
Erkeklerin sakal bırakması ve kadınların uzun kıyafet giymesi kısıtlanırken, halkın düğünlerde alkol kullanmaya zorlanması da bu uygulamalardan bazılarıydı.
Müslüman Uygur Türklerini kamplarda topladığı yönündeki suçlamaları reddeden Pekin, Doğu Türkistan genelinde inşa edilen söz konusu yapıları, dünyaya “eğitim merkezi”, “rehabilitasyon merkezi” ya da “mesleki eğitim merkezi” olarak lanse ediyordu.
Reuters ekibi kamplardan 7’sini ziyaret etmek istedi. Etrafı kalın duvarlarla çevrili kamplarda güvenlik kulübesinden gözetleme kulelerine ve dikenli tellere her şey mevcuttu ve bu görüntüler kameralara takılmıştı.
Oysa Çin yönetimi, hâlâ kampların mesleki eğitim merkezi olduğunu iddia ediyordu.
Doğu Türkistan genelinde on binlerce ajan kişi hükümet tarafından işe alındı.
Komünist Parti’ye yakın kişiler, halkın arasına giriyor, istihbarat topluyor ve şüpheli gördükleri kişileri güvenlik görevlilerine bildiriyorlardı. Geçmişte okul, hastane ya da kamu binası olarak hizmet veren birçok bina da küçük kamplara dönüştürülmüş durumdaydı. Çin’in Doğu Türkistanlıları tuttuğu ve ülkeden kaçan Uygurların ifadesiyle işkence gördükleri kampların sayısı net olarak bilinmiyordu.
Çin’den toplama kampı savunması: “Uygur Türklerine bedava mesleki eğitim veriyoruz” yalanıydı. Halbuki Çin’de Uygur Türklerinin tutulduğu kamplar ‘cephanelik’ gibi; çeşitli silahlarla doldurulmuşlardı!..
Daha önce toplama kamplarından birinde tutulan Kayrat Samarkan, yaşadıklarını şu sözlerle anlatmıştı: “Sorgulama sırasında ağır işkence gördük, ufacık hücrelerde çok sayıda insan bir arada tutulduk ve kimilerini intihara sürükleyen Komünist Parti rejiminin acımasız uygulamalarına maruz kaldık.”
Şu anda Kazakistan’da yaşayan Kayrat, 2017 yılının ekim ayında ziyaret amaçlı Doğu Türkistan’a döndüğünde hemen bir yerel polis karakoluna çağrılmıştı. Metal bir sandalyeye zincirlenerek 3 gün boyunca uykusuz bir şekilde sorgulandığını dile getiren Kayrat, sorgu sırasında sık sık, Çin’den neden ayrıldığı, Kazakistan’da ne iş yaptığı ve hangi sıklıkla camiye gittiğinin defalarca sorulduğunu açıklamıştı. Sorgusu tamamlanınca da kendisine Kazakistan’a yakınlığı nedeniyle 3 ile 9 ay arasında Altay bölgesindeki bir “yeniden eğitim merkezine” gönderileceğini duyurmuşlardı.
Toplama kampında 15 kişinin kaldığı bir hücreye konulup işkenceye başlanmıştı. O andan itibaren de günlük rutin Çince şarkılar ezberletilip tekrarlatılmış, Çince yazılar yazıp okumaya zorlanmış, Komünist doktrinlere inanmaları ve zulümleri alkışlamaları için baskı yapılmış, ve her gün Çin Komünist Partisi hakkında saatler süren konuşmaları dinlemek mecburiyetinde bırakılmışlardır.
Şu anda 30 yaşında olan Kayrat, “Beni alıp bir odaya kapattılar, metal, sandalyeye benzer bir cihaza bağladılar. Bu cihaza zincirlendiğinizde ayakta kalıp hareket edemiyorsunuz. Göğsünüz açıkta kalacak şekilde kollarınızdan metal cihaza bağlanıyorsunuz. Cihaza bağlı kaldığım 6 saat sonra tüm vücudum kasılıp katılaşmıştı. Sadece 10 dakika bu cihaza bağlı kaldıktan sonra bedeniniz dayanamaz hale geliyor. Hareket ettikçe demirler vücudunuza temas ediyor. 6 saat sonra ise acı dayanılmaz hale geliyor” diyerek başına gelenleri ağlayarak anlatmıştı.
Kamp şartlarına daha fazla dayanamayan Kayrat Samarkan, 3 ay sonra intihara kalkışınca, kendini toplama kampının revirine taşımışlardı. 2018’in şubat ayında kamptan salmışlardı ve mart ayında da Kazakistan’a kaçıp sığınmak zorunda kalmıştı.
BM’ye göre: Çölün ortasında, hiçbir insan hakkının bulunmadığı merkezler vardı!
Birleşmiş Milletler Irk Ayrımcılığının Ortadan Kaldırılması Komitesi; Çin’i, Türkistan’ı hiçbir insan hakkının bulunmadığı kitlesel toplama kampına dönüştürmekle suçlamıştı.
Earthrise Media isimli sivil toplum kuruluşunun, 39 toplama kampı üzerinde yaptığı uydu görüntüsü analizi, bu kampların hacminin Nisan 2017 ile Ağustos 2018 arasında 3 kat daha büyüdüğünü ortaya çıkarmıştı.
39 kampın kapladığı alan ise kabaca 140 futbol sahası büyüklüğünden fazlaydı!
Çin’in Doğu Türkistan’ın Urumçi kenti yakınlarında, Uygur Türklerini gözaltında tutmak için inşa ettiği bir başka toplama kampı daha vardı. Uluslararası medya, kampların bir kısmının yerini, Çin hükümetinin verdiği inşaat ihale ilanlarından yola çıkarak saptamıştı.
Earthrise’nin kurucusu Edward Boyda, “Kamplardan 80’ini hızlıca buldum. Çoğu birbirine benziyor, çünkü hepsinde kullanılan metot aynı” ifadesini kullanmıştı.
“Allah’a inanmadığımı ve dini reddettiğimi belirten bir belge imzalamak zorunda bırakıldım!”
Çin’in ‘aşırılıkla mücadele güvenlik önlemleri’ sadece bu kamplarla sınırlı sanılmasındı. Nüfusu oldukça az olan kırsal kesimlerdeki köyler bile güvenlik güçlerince mercek altına alınmış durumdaydı. Çok sayıda casusun yerleştirildiği yerlerde kuş uçurtmuyorlardı.
Gülziya Mogdunkyzy de 2017’de Kazakistan’dan Doğu Türkistan’ın Kaşgar kentindeki köyüne dönmüş, ancak gelir gelmez ilk olarak ev hapsine alınmıştı. Yerel yetkililerin kendisine İslam’ı inkâr etmeye ve bunu deklare etmek için de belge imzalamaya zorladığını belirten Gülziya, akrabalarının birçoğunun kamplara götürüldüğü için de hiçbirisi ile görüşemediğini aktarmıştı.
“İslam’a kesinlikle inanmamam gerektiği” dayatıldı!
“İslam’a kesinlikle inanmamam gerektiği söylendi. Boyun eğmek zorunda kaldım. Bir de Allah’a inanmadığımı ve dini reddettiğimi belirten bir belge imzaladım. Eğer bunu yapmasaydım şartlar çok daha ağır hale gelecekti. Tüm Müslümanları, dini inkâr ettiklerini deklare eden bir belge imzalamaya mecbur ediyorlar. İnsanlar Allah’a inandığını söylemeye korkuyorlar!”
Çinli polisler, Kaşgar kentinde gözaltına aldıkları Uygur Türklerinin başına siyah örtü geçirerek bilinmeyen yerlerdeki kamplara götürüyorlar. Bölge sakinleri tutuklananların bir daha evlerine dönemediğini ifade ediyorlar. Güvenlik görevlileri ve tek tük turistin dışında sokaklarda genç erkek görmenin neredeyse imkânsız olduğunu söylüyorlar.
Camiler bomboş kalmıştır!
Doğu Türkistan’daki camilerin tamamının üzerinde, Komünist Parti’ye bağlılık bildiren “Partiyi sev”, “Ülkeyi sev” gibi devasa propaganda afişleri asılıyor. Cuma namazlarında ise camiler artık bomboş kalıyor. Çünkü camiye gelenler kayda alınıyor ve fişleniyor. Hatta Doğu Türkistan’ın Kaşgar kentinde bir caminin kapısına yerleştirilen kamera, ibadet etmek için girenleri kayda alıyor. Doğu Türkistan’da tutuklanan ve gözden kaybolan insan sayısı günden güne artıyor. Her geçen yıl sayı giderek kabarıyor.
Doğu Türkistanlı Mailikemu Maimati isimli kadınla evli Pakistanlı iş adamı Mirza Imran Baig, pasaportuna el konulan eşi ve oğlunun ülke dışına çıkabilmesi için aylardır mücadele ediyor. Ancak Çinli yetkililer, 33 yaşındaki kadının ve 4 yaşındaki oğlunun yurt dışına çıkışına izin vermiyor. Pekin’deki Pakistan Büyükelçiliği’nin önünde bekleyen ve kendi ülkesi Pakistan’dan eşinin serbest kalması için devreye girmesini isteyen iş adamı Mirza Imran Baig, eşinin gözaltında tutulduğu toplama kampını ziyaret etmeyi başarıyor.
İşte, Mirza İmran, kamptaki şartları şöyle aktarmıştı:
“Orası bir cezaevi. Her hücrede ortalama 20 kişi var. Hiç kimse, hakkındaki bir hükümden ya da yargı kararından dolayı orada tutulmuyor. Ayrıca hücrelerde hijyen yok, bundan dolayı insanlar da hastalanıyorlar ve birçoğu çaresizlikten intihara kalkışıyorlar!”
İnsan Hakları İzleme Örgütü: “Uluslararası yasalara göre kanun dışı uygulamalar yapılmaktadır!”
İnsan Hakları İzleme Örgütü’nün Çin Direktörü Sophie Richardson, uluslararası yasalara göre bu tür “eğitim merkezlerinin” yasa dışı olduğunu ve tutuklanan vatandaşlardan tam anlamıyla “siyasi sadakat” beklendiğini aktarmıştı.
“Doğu Türkistan’da yaşananlar asla kabul edilebilir bir durum değil” diyen Richardson, “Buralar hükümet ve parti tarafından yönetilen işkence alanlarıdır. İçeride tutuklu bulunan hiç kimse uyarı almamış ya da cezaya çarptırılmamıştır. Yayımladığımız raporda da belirttiğimiz gibi, yerel yetkililer, çok açık bir şekilde kamplara gönderilmemek için avukata ihtiyacınızın olmadığını söylüyor. Yani zaten mahkemeye çıkarılmadan kampa gönderiliyorsunuz. Bu tam anlamıyla partiye sadakate zorlamak için kullanılan bir yöntem olmaktadır!” ifadelerini kullanmıştı.
Müslüman Uygurların: “Birbirimizi fişlememizi istiyorlar” feryadı!..
Doğu Türkistanlılar İstanbul’da sık sık Çin hükümetine karşı protesto gösterileri düzenliyorlar. Bu arada salıverilmiş olsalar bile çok sayıda Uygur hâlâ gözaltındayken yaşadıklarını anlatmaya korkuyorlar. Radikal eğilimli gruplarla bağlantısı olduğu iddiasıyla tutuklanan bir iş adamı, “Beni, Türkiye’deki Doğu Türkistanlılar hakkında kendilerine casusluk yapmam şartıyla serbest bıraktılar” sözleriyle Uygurların birbirlerini fişlemesini istediklerini vurguluyorlar.
Çinli güvenlik görevlileri toplu halde geziyor, ‘şüpheli’ gördükleri Uygur Türklerini gözaltına alıyorlardı!
Adının açıklanmasını istemeyen bir başka iş adamı, uzun tutukluluğun ve gördüğü ağır işkencelerin ardından serbest bırakılmıştı. Daha sonra da yurt dışına kaçmıştı.
“Babam, ağır hasta diye Türkiye’ye gelmek zorundaydım!”
Yine adının açıklanmasını istemeyen Doğu Türkistanlı bir kadın, sağlık durumu kötüye giden babasıyla ilgilenmek için 2017’de Türkiye’ye kaçmıştı. Türkiye’ye gelmeden önce 2 çocuğunu kayınvalidesine bırakmıştı. Ancak aldığı son bilgilere göre, Çinli yerel yöneticiler çocukları ninesinden alıp Hotan’da bir yetimhaneye yatırmış, kayınvalidesini de cezaevine atmışlardı. “Türkiye’ye gelirken küçük çocuğum henüz 2 yaşındaydı. Kendi ihtiyaçlarını karşılayamazlar ki. Çocuklarıma benim yedirip içirmem lazım. Tek başlarına hiçbir şey yapamazlar. Yaşları 10 ya da 15 olsa kendi kendilerine bakabilirlerdi. Şimdi çocuklarım neler çekiyorlar? Acaba çocuklarım şimdi nerede yatıp kalkıyor, neler yapıyorlar? Yemek yiyebiliyorlar mı? Hastalar mı? Ne olacak benim çocuklarıma? Her gece bunları düşünüyorum” diye yaşadığı acıyı anlatmıştı.
Çinli güvenlik görevlileri Doğu Türkistan’ın Kaşgar kentinde bir Uygur Türkü kadına kimlik kontrolü yaparken, hakaret ve tecavüze kalkışmışlardı!
Çin, son olarak Doğu Türkistan’daki demografik yapıyı da değiştiriyordu. Bu bağlamda da Han Çinlilerini hızla bölgeye kaydırıyorlardı. Ayrıca Çin’in, bölgedeki geleneksel İslam ve Orta Asya mimarisinin en iyi korunan yerlerinden biri olarak kabul edilen Kaşgar’daki tarihi birçok yapıyı yıkarak, Uygur tarihinin izlerini silmeye çalışıyorlardı.[1]
Türkiye’ye Sığınan Doğu Türkistanlı Önemli Bir Kardeşimizin, Ülkesindeki Çin Zulmüyle İlgili Aktardıkları
2014 yılında bir yolunu bulup Türkiye’ye sığındım. Eşim, çocuklarım, annem, babam; bütün ailem orada kaldı. Doğu Türkistan, nüfus olarak 35-40 milyon civarındadır. Yüzölçümü olarak da 1.828.418 km2 olan Doğu Türkistan, Türkiye’nin 2 buçuk katı büyüklüğünde bir coğrafyadır. Doğu Türkistan 1949’da Çin tarafından işgale uğradı ve baskılar başladı. Ülkemizde en son kurulan devlet 1933’te Doğu Türkistan İslam Cumhuriyeti idi. Osmanlı İmparatorluğu yıkıldıktan sonra dünyadaki ilk İslami Cumhuriyet Doğu Türkistan’da kurulduğu için, Rusya’nın da desteklediği Çin tarafından yıkılmıştır. 1949’dan beri Doğu Türkistan, Çin’in barbarlıkları ve baskıları altındadır. O günden sonra sürekli dini ve kültürel geleneklerimizi yok etme çalışmalarına maruz kaldık. Belli zamanlarda ve ara sıra bu zulümleri biraz yavaşlattıklarında, bizler de Dini ve manevi yönden kendimizi geliştirmeye çalıştık. İlk zamanlarda, sadece 18 yaşından büyükler camilere girebilirken, 18 yaşından küçüklerin camilere girmeleri yasaktı. Aynı şekilde kasabada üst düzey görevli olanların, memurların, bayanların camiye girmeleri de yasaktı. Bu yüzden, sadece yaşı 18’den büyük olan köylüler, çiftçiler gibi belli insanlar camilere girebiliyorlardı. Kimlerin camilere girip giremeyecekleri de zaten camilerin duvarlarında yazılıp ilan edilmiş durumdaydı. Hatta camilerin kapılarında görevliler dikiyorlardı. Bu görevliler, eğer camilere girebilme şartlarını üzerinde taşımayıp da camiye girenlere para cezası veriyorlardı. Daha sonra bu para cezaları kamp cezalarına dönüştü. Son zamanlarda o kamp cezaları yerini tutuklamalar gibi daha ağır cezalara bırakmıştı. 2014 yılından itibaren Çin’in üzerimizdeki baskıları ve tutuklamaları daha da artmıştı. Yasaklama ve engellemeler çoğalmış durumdaydı. 2014 yılından sonra “Camiye Giriş Kartı” denilen kartlar dağıtıldı. Sadece kendilerine bu kart verilen insanlar, o kart için düzenlenmiş olan camiye girebiliyorlardı. Elinde kartı olsa bile, o kartla gittiği cami haricinde başka bir camiye giremiyorlardı.
2016 yılından bu tarafa Çin tarafından tamamen soykırım başlatıldı. Orada dini bilgisi biraz fazla olan ve dini yaşantısı biraz daha iyi olan insanlar, iş adamları, ünlü simalar, (futbolcu, sanatçı vesaire gibi) insanlara önderlik ve örneklik edebilecek, ne kadar tanınmış insan varsa hepsini kamplara kapatmıştı, hatta birçok kişiyi zaten katletmekten sakınmamışlardı. 2014’te bütün evlerin tüm noktalarına kameralar takıldı. Evlere kimlerin girip çıktıları, evdekilerin neler yaptıkları, neyle meşgul oldukları; her şey kontrol altındaydı. İçerisinde kamera olmayan evleri kiraya vermek yasaklandı. Evlerini kamera takmadan kiraya verenlere hapis cezaları verilmeye başlandı. 2016 yılından itibaren Çin “Kardeş Aile Projesi” adı altında bir proje çıkardı ve evlerimize Çinli erkek memurları yerleştirmeye başladı. O Çinli erkekler bizlerle yaşayacak, bizlerle birlikte yatıp kalkacaklardı. Onlar ne isterlerse biz onları yapmak zorundayız. Mesela onlar yemekle birlikte içki alırlardı, biz de onlarla beraber içki içmek zorunda bırakıldık. Eğer o evde yaşayan Doğu Türkistanlılar bunlara uymasa, “Bu kişilerin dini hassasiyeti var” diyerek direkt hapis veya kamp cezalarına çarptırılıyorlardı.
Bunlardan başka, sürekli evlere baskın yapılmakta, ev ahalisine baskı uygulanmakta ve evlerde araştırmalar yapılmaktaydı. Araştırma yapılan evlerde, mesela seccade bulunması, iki adet terlik bulunması yasaktı. Yurt dışı ile iletişim kurulması yasaktı. Hatta, çok eski zamanlarda bile yurt dışındaki birisiyle iletişim sağlandığı veya dini bir sohbete katıldığı ortaya çıksa; bu kişiler cezalandırılmaktaydı. Dini eğitim almak ve vermek suç sayılmaktaydı. Evlerde dini veya milli herhangi bir şey bulundurmak yasaktı. Böyle şeylere rastlanırsa o kişiler direkt kampa alınıyorlar ve hapis cezasına çarptırılıyorlardı. Mesela 2013’te, başörtüsü takılmasının yasaklanması kararı alındı. Bu yasak, 2014’te yoğun şekilde uygulanmaya başlandı. Başörtüsü takılı birini görseler hemen onu kamplara kapatıyorlardı. 2017-2019’dan itibaren bayanların uzun etek giymeleri de yasaklandı. Dar ve kalça ve bel bölgesinin üstünün açık kalacak şekilde etek veya pantolon giyinmesi dayatıldı. Bazen Çinli memurların çekip yayınladığı fotoğraflar vardı. Memurlar ellerinde makaslarla geziyorlar ve uzun etek giymiş bir Müslüman bayan gördükleri zaman hemen eteklerini kesiyorlardı. Hatta yayınlanan bazı fotoğraflarda şunlara da rastlanırdı: Çinli memurlar evlere geliyorlar ve evlerdeki uzun etekli bayanların eteklerini kesiyorlardı. Üstelik etek boylarının kesildiğini, o kişinin kimlik bilgilerine de kaydediyorlardı.
İstihbarat verilerine göre yaklaşık 4 ila 5 milyon kişi kamp alanına kapatılmış durumdadır. Bu sayının 1 milyondan fazlası çocuklardan oluşmaktadır. Bu çocuklar, anne-babası yurt dışında olan veya anne-babası da kampa alınmış olan çocuklardır. Çinliler ilk birkaç sene “Böyle kamplar yoktur” diyerek inkâr ediyorlardı. Ama daha sonra bu kamplarla ilgili bütün bilgiler, belgeler ve fotoğraflar ortaya çıktıktan sonra “Evet, bu kamplar var, ama bunlar eğitim kamplarıdır. Burada eğitim veriyoruz, meslek öğretiyoruz. İnsanların geçimlerini sağlamaları için biz burada bunlara eğitim veriyoruz” şeklinde yalanlar uyduruyorlardı. Ama o kampların duvarları, tıpkı hapishane duvarları tarzındadır. Bütün her yer kameralarla izleniyor ve çok sıkı bir denetim vardır. Bu kampların içerisinde senelerce kalan insanlar vardı ve hiç dışarıya çıkamıyorlardı. Aynı şekilde ailesi ile ve tanıdıkları ile irtibat kuramıyorlardı.
Ayrıca yine başka çocuk kampları da var. Çinliler küçük çocuklara el koyup bunları özel kamplara götürüyorlar. Çinli elbiseleri giydiriyorlar, Çin yemekleri ve domuz eti yediriyorlar. Çin kültürüne göre, bu çocukları Çinlileştirerek yetiştiriyorlar. Çocukların Uygurca konuşmalarını yasaklıyorlar. Dini veya milli bütün değerlerinden koparıyorlar. Doğu Türkistan’daki sokaklara, caddelere, bütün yerlere gözetleme kameraları yerleştiriyorlar. Sokaklarda, caddelerde sürekli polisler geziyorlar ve bu polisler evlere sık sık baskınlar yapıp aramalar yapıyorlar. Bir mahalleden başka bir mahalleye gitmek için, o yol üzerinde bekleyen polislerin denetlemelerinden geçmek zorunda kalıyorlar. Mesela annem, babam, bir akrabam veya bir tanıdığım benim evime misafirlik için gelmek istediklerinde, önce mahallenin muhtarlığına gidiyorlar. Muhtar gerekli kâğıt belgeyi hazırlıyor. Kâğıtta “Falanca kişinin babası gelmiştir, şu kadar saat kalacak veya şu kadar gün kalacaktır” yazıyor. Tüm bunların kayıtları yapılıyor ve gelen misafir o eve ancak o şekilde girebiliyor. 2013 yılından başlayarak büyük sokakların köşe başına yerleştirilen X-RAY cihazı kapılar bulunuyor. O kapıdan giriş-çıkış yaptığınız saatleriniz not alınıyor. Siz o kapıdan geçerken üzeriniz zaten aranıyor, telefonlarınız falan hep kontrol ediliyor. Telefonlarınızın içerisinde onların yerleştirilmiş olduğu bir uygulama var. Bu kapılarda yapılan denetlemelerde, o kişinin telefonunda bu uygulama yüklü mü, değil mi ona bakılıp kontrol ediliyor?
Peki son zamanlarda bu kadar zulüm, asimilasyon, hatta soykırım neden yoğunlaşmış bulunuyor? Doğu Türkistan Çin için çok önemli bir bölge sayılıyor. Yer altı kaynakları noktasında; petrol, doğalgaz, altın, uranyum gibi madenler bakımından Çin’i besleyen bir konumda bulunuyor. Mesela Çin’de çıkan tüm kömürün %60’ı, petrolün %40’ı, doğalgazın %40’ı Doğu Türkistan’dan çıkıyor. Bu yüzden Çin’in dünyadaki en güçlü ülkelerden birisi olması noktasında hayati önem arz ediyor. Ticari anlamda da Çin için Doğu Türkistan çok önemli bir noktada yer alıyor. Çin’in “Bir Kuşak, Bir Yol” projesi var. Yeni İpek Yolu projesi. Mesela Amerika “Bütün dünyayı askeri olarak egemenliğim altına alacağım” diye düşünüyor. Ama Çin “Ben bütün dünyayı ticari olarak elime alacağım ve ticari olarak birinci güç olacağım” diye düşünüyor. Ve bütün dünyayı ticari olarak eline alabilmesi için “Bir Kuşak, Bir Yol” projesini uygulamaya geçirmiş bulunuyor, ama Doğu Türkistan olmadan bu işi yapamayacağı biliniyor. Peki Çin’in dünyaya açılabilmesi için başka yolları yok mu? Evet, Çin’in kendisinin denize açılan yerleri var. Ama oradaki geçiş noktaları, çevresindeki devletler yüzünden tehlikeli görülüyor. Mesela Çin’e komşu olan Filipinler gibi deniz yolu olarak gidecek yerlerde ABD üsleri var. Öyle olduğu için o yollar Çin için çok güvenli değil. Bu nedenle Çin bu noktalardan birinden yola çıktıktan sonra, o yollarda giderken Amerika üslerinden birinin olduğu bir noktayı kapatsa veya oradaki devletler oradaki noktayı kapatsalar, Çin ekonomik anlamda zarar edeceğini düşünüyor. Bu sebepten dolayı orada güvenilir bir bölge oluşturmak için, Dini ve milli inancı ve hassasiyeti olan insanları yok etmesi gerektiğini biliyor. Bu sebepten dolayı oradaki insanları Çinlileştirmesi gerekiyor. Çok eski zamanlarda, biz küçükken okullarımızda “Doğu Türkistan diye bir millet kalmayacak. Herkes Çin milleti olacak! Din diye bir şey kalmayacak, herkes Ateist olacak” diye yazıyordu. Bunların böyle bir amacı var. Gerçekten, mesela önceden Çin’de 50’ye yakın millet varken, şimdi 20’ye yakın millet yok edildi. Hatta Çin’de yüzlerce sene hükümran olmuş Mançu diye bir millet vardı. Bu milletten sayısı ve gücü daha fazla olan milletler de vardı, hepsi yok edildi. Ama biz, Doğu Türkistan halkı, Uygurlular, ne kadar zulüm ve zorluk olsa da, milliliğimize, Dinimize daha da fazla sarıldık ve hiç taviz vermedik. Öyle olduğu için “Onları yok etmek için bu şekilde yavaş yavaş gitmek yerine direkt baskıyla, zulümle, soykırımla bunları yok edeceğiz. Ya Çinlileşecekler veya soykırımla biz bunları hizaya getireceğiz!” diyorlar.
Doğu Türkistan Çin için stratejik bakımdan da oldukça önem arz ediyor. Çin ile Doğu Türkistan arasında büyük bir sınır var. O sınır dümdüz bir bölgeden oluşuyor. Doğu Türkistan’a hâkim olan, Çin’in de büyük bir sınırına hâkim olmuş sayılıyor. Öyle olduğu için Çin, Doğu Türkistan’ı eline geçirirse, 7-8 tane ülkeyle olan sınırını doğal bir korumayla koruma altına almış oluyor. Bu yüzden o şekilde önemli stratejik bir bölge olduğu için Çin, Doğu Türkistan’ı elinde tutmak ve Çinlileştirmek istiyor.
Müslüman Uygurların, İç Organları Alınıp Satılmaktadır!
Diğer ülkelerde deneyler yapmak için fareler veya başka hayvanlar kullanılırken, Doğu Türkistan’daki kamplarda deneyler yapmak için Doğu Türkistanlı Müslümanlar kullanılıyor. Doğu Türkistan’da hapislerdeki veya kamplardaki insanlar birden kayboluyorlar ve o insanları sonra hiç kimse bulamıyor. O insanlar yaşıyorlar mı, yaşamıyorlar mı? Sonlarını kimse bilmiyor. Hatta bazen bir sürü insanla ilgili “öldü” diye bilgilerini veriyor ama cesetlerini ailelerine, yakınlarına teslim etmiyor. Yakınları, cesedin nerede olduğunu, gömülüp gömülmediğini, sonlarının ne olduğunu bile bilemiyor. Ayrıca Çinli çok büyük organ mafyaları çalışıyor. Arapça veya başka bir sürü dillerde iç organları nakli yapan, alan-satan bir sürü hastaneler bulunuyor. Onların tüm dünyaya açılan bir sürü yayınları yapılıyor. Dünyaya, yurt dışına iç organ satılan, ihraç edilen dünyanın en büyük çalışması Çin’de yapılıyor. Mesela Çin’deki bazı uçaklarla sadece iç organ nakli için çalışan kargo taşımacılığı yapıldığı biliniyor. Dünyanın her yerine onları naklediyorlar, satıyorlar. Büyük hastaneler var ve bu hastaneler sadece iç organ nakli için tasarlanmış durumdalar. Bu hastanelerde Doğu Türkistanlıların, Uygurların iç organlarını canlı canlı çıkarıp satan hastaneler var. Zaten büyük ihtimalle kaybolan insanlar da organları alınan o insanlardır. “Senin yakının öldü” diye haber verdikleri, ama cesetlerini teslim etmedikleri insanlar, organları nakil edilip yurt içi veya yurt dışına satılan insanlardır.
Bunlar gibi bir sürü zulümler ve soykırımlarla Uygur Müslümanlarını, Doğu Türkistan halkını yok etmek istiyorlar. Aslında zulümler bu kadar değil, ama bunları anlatınca bile çok kötü oldum ve müsaadenizle anlatmayı burada bitirmek istiyorum.
[1] (10/07/2020 – tr.euronews.com – https://tr.euronews.com/2020/07/08/uygurlara-cin-iskencesi)

Bu düzene ne zaman dur diyeceğiz!
Öncelikle bu kadar hassas bir konuyu tekrar gündeme taşıdığı için Milli Çözüm ekibine tekrar teşekkür ediyorum.Bütün dünyanın görmezden geldiği sanki yapılan zulümler hiç yokmuş gibi lanse edilmesi çok acı ve zalimcedir.Orada zulme uğrayan bizim soydaşlarımızdır bizim din kardeşlerimizdir insan hakları hiçe sayılmakta çeşitli işkenceler uygulanmaktadır.İki yüzlü siyaset dedikleri bu olsa gerek Suriye, Ukrayna için devamlı insani yardımlar söz konusuyken neden ülkemizde Doğu Türkistanın adı anılmamaktadır? Üstüne bir de hiç bir elde tutulur yanı bulunmayan Çin yanlısı açıklamalarla bu konu savılmaktadır .Ne yapacağız sahte kahramanlıkları ne zaman alkışlamayı bırakıp gerçekleri göreceğiz?
Allah’ım affetsin
“Doğu Türkistan’daki camilerin tamamının üzerinde, Komünist Parti’ye bağlılık bildiren “Partiyi sev”, “Ülkeyi sev” gibi devasa propaganda afişleri asılıyor. Cuma namazlarında ise camiler artık bomboş kalıyor. Çünkü camiye gelenler kayda alınıyor ve fişleniyor. Hatta Doğu Türkistan’ın Kaşgar kentinde bir caminin kapısına yerleştirilen kamera, ibadet etmek için girenleri kayda alıyor. Doğu Türkistan’da tutuklanan ve gözden kaybolan insan sayısı günden güne artıyor. Her geçen yıl sayı giderek kabarıyor.”
Bu veballe rabbim bizi yalnız bırkmasın
Bütün Dünya Olmazsa Olmaz
Aziz Erbakan Hocamızın veciz sözleri gün geçtikçe daha anlaşılır oluyor. Erbakan Hocamız, “bütün dünyayı yönetmezseniz, bir köye bile hakim olamazsınız” buyurmuşlardı. Bugün bütün dünyaya baktığımızda, her noktada bir zulüm bir işkence bir sömürü mevcut maalesef. Ne yazık ki bu yapılanların karşısında durmaya kalkacak ve bir köyü bile kurtaracak hamle mevcut sistemle mümkün değil. İşte bu yüzden tüm dünyada zulme dur diyecek bir yapı ortaya konulmak zorunda. Mevcut hali ile Sincan şehrinin Ankara’ya uzaklığı Pekin şehrinden daha az olduğu halde, dindaş ve soydaşımız olan kardeşlerimizin halinden haberimiz yok ve Pekin’den gelen alçaklar türlü alçaklığı yapıyor. İşte tüm bu siyonist şeytani düzeni yıkacak, içimizdeki işbirlikçi takımını bertaraf edip Milli kadroları başa getirecek Adil Düzen devrimine bu yüzden ihtiyaç var.
Bitmeyen Zulümler
BM’nin yayınladığı son İnsan Hakları İhlali raporuna göre, “Çin’in Doğu Türkistan’da Uygur Müslümanlarına yönelik çok ağır baskılar yaptığı, kabul edilemez işkenceler uyguladığı, bölge halkının Dini ve Milli değerlerinden zorla koparmaya çalıştığı” vurgulanmış ve bu sonuçlar, yüzlerce mağdur insanla yapılan röportajlarla saptanmıştır.
Müslüman Uygurların, İç Organları Alınıp Satılmaktadır!
Diğer ülkelerde deneyler yapmak için fareler veya başka hayvanlar kullanılırken, Doğu Türkistan’daki kamplarda deneyler yapmak için Doğu Türkistanlı Müslümanlar kullanılıyor. Doğu Türkistan’da hapislerdeki veya kamplardaki insanlar birden kayboluyorlar ve o insanları sonra hiç kimse bulamıyor. O insanlar yaşıyorlar mı, yaşamıyorlar mı? Sonlarını kimse bilmiyor. Hatta bazen bir sürü insanla ilgili “öldü” diye bilgilerini veriyor ama cesetlerini ailelerine, yakınlarına teslim etmiyor. Yakınları, cesedin nerede olduğunu, gömülüp gömülmediğini, sonlarının ne olduğunu bile bilemiyor. Ayrıca Çinli çok büyük organ mafyaları çalışıyor. Arapça veya başka bir sürü dillerde iç organları nakli yapan, alan-satan bir sürü hastaneler bulunuyor. Onların tüm dünyaya açılan bir sürü yayınları yapılıyor.
Bu zulümler tüm dünyada değişerek ,çogalıyorken Müslümanların lideri olduğunu iddaa edenler lafü guzaf tan başka bisey degil.Bu kadar zulümü görmezden gelmek ve zalimleri cesaretlendirmek ne kadar büyük bir zulümdur…
Ümmetin Mazlumları Sahipsiz mi Kalacak
İslam ülkelerinin işbaşında ki işbirlikçi yöneticiler sebebiyle maalesef ki tüm dünyadaki mazlumlar sahip kalmaktadır.
Tek istisnası 54. Refah-Yol Hükümeti Başbakan Prof. Dr. Erbakan Hükümeti Döneminde terörist itrailin Filistin li mazlumlara yaptığı zulme karşı BARIŞ GÜCÜ olarak 2700/3500 arası Komando Mehmetciği göndererek huzur ve sükunet i sağlamıştır. Ve o hükümet süresince 1 tane dahi mazlumun burnu kanamamıştır.
Dolayısıyla eğer Erdoğan hükümetinin mazlumları korumak gibi samimi bir niyeti varsa D8 leri aktifleştirerek İslam Birliği ni sağlayıp buna dur demesi gerekirdi.
Ne acıdır ki tam tersine AB ve İSRAİL endeksli bir siyasetle bu tür mazlumları yüz üstü burakmaktadırlar…
Hükümetin Doğu Türkistan ihaneti!…
İYİ Parti’nin, Meclis’e sunduğu Uygur Türkleri’ne yönelik baskıların araştırılması ve sonuçlarının uluslararası topluma deklare edilmesi önergesi AKP oylarıyla reddedildi.
RTE Doğu Türkistan İslami hareketini terör grubu olduğunu söylemiş, zulüm diye bir şey yok herkes mutlu demiş ve Çin’in toprak bütünlüğünü önemsediklerini söylemişti…
Allah’ım şu zalim yönetileri bir an önce başımızdan def eyle amin…
Türkiyenin kurtuluşu mazlumların kurtuluşuydu
İslam alemindeki yöneticilerin ve bin yıldır islamın bayraktarlığını yapan Türkiyemin yöneticileri sessiz kalmakta asıl Türkiyenin sessizliği gavurun ekmeğine yağ sürmekte ve maalesef yeryüzündeki zalimler bu sessizlikten güç almaktadır. Öyle bir erkek lazım ki dünyaya 1996’da olduğu gibi başta kaldığı 11 ay’da bile yeryüzünde hiç bir mazlumun özellikle müslümanlar zarar görmemiştir.
Şimdi sıra mazlumların gerçek sahibi Aziz Erbakan hocamızın en sadık talebesinin vakti gelmişti. Nasıl ki asrı saadette Efendimizin sağlığında İslam devletinin sınırları Hicaz yarımadası ile sınırlı iken Efendimizin vefatından sonraki çok kısa sürede İslam devleti dönemin Amerikası ve Rusyası olan Mısır ve İran’ı fethetti ise bu çağımızda da aynısı olacak ve Aziz Liderin sadık talebesi olan Ahmet Hocamız eliyle zalimler dize getirilecek. Bütün dünya Erbakan devrimine selam duracak Hocamız zaten bunu seneler öncesinden haber vermekte ve aynen şöyle demekte idi ” Bakın size kesinlikle ifade ediyorum ki: TÜRKİYENİN KURTULUŞU; Milli Çözüm’e inanan bir Cumhurbaşkanı’nın o makama oturması, Millî Çözüm’e inanan bir hükümetin kurulması ve yeni bir devrin başlamasıyla mümkündür.” 1980 TRT basın toplantısında Hocamız bu işin kimin eliyle nasıl olacağını seneler öncesinden haber vermişti. Türkiye’nin kurtuluşu demek mazlumların kurtuluşuydu ve çokta yakındı.
Zalimler için yaşasın cehennem…
Bu zulümlere sessiz kalanlar, Çin le olan ilişkilerimize zarar gelmesin diye susanlar, elbette Allah in gazabına ugrayacaklardir. Yeniden Büyük Türkiye nin kurulması ile tek bir mesajla dahi bu zulümler sonlandırılacak inşallah, bu zulümlerin bitmesi hepimizin siyasi tercihlerine de bağlı olduğu için bu zulümler den hepimiz sorumluyuz, hepimiz hesaba çekileceğiz, hepimizin yakasına yapışacaklar, “doğudakinin ayağına diken batsa batıdaki bunu hissetmiyorsa bizden değildir” buyuran peygamberin ümmetiyiz nasıl sessiz kalırız, yada nasıl bir ümmetiz, Türk milliyetçisi geçinen MHP nasıl sessiz kalır bu zulümlere onların samimiyetsizlik de ortada, Rabb’im bir an önce bütün insanlığın saadetinin tek çaresi olan Adil Düzene dayalı Yeni Bir Dünyanın kurulmasını ve bu zulümlerin son bulmasını nasip eylesin inşallah..
ZALİMLER İÇİN YAŞASIN CEHENNEM
(AKP’yle gerçekte, yoktur aranızda fark
Şimdi Şangay beşlide, yaparsınız ittifak
Kapitalist Komünist, Siyonizm’e döner çark
D-8’in dışında, bütün organizeler!..
Seç; ya Kur’an ya buhran, ya İslam ya İzmihlal
AB, ABD bırak, ya işgal ya istiklal
Adil Düzen artık şart, İslam’ındır istikbal
Aldatmasın sizleri, şeytani cerbezeler!..
On beş yıldır iktidar, faiz fuhuş yürüyor
Ülkemde ve bölgemde, zulüm zillet sürüyor
Bunlar bahanesiyle, dinsiz Dine ürüyor
Halâ zafer zanneder, bir sürü gevezeler!..
Böyle korkak ve kaypak, böyle basit bayağı
Adamlar kaldıramaz, yere düşen bayrağı
Milli Çözüme sarıl, Kur’an Onun kaynağı
Dini eksik anlatır, vaizler vaizeler!)
ÇİN REFLEKSİNE(!) KARŞI ASYA GÜVENLİĞİ!!
Geçtiğimiz asrın en büyük felaketlerinden birisi de, “biyolojik imha süreci” çerçevesinde sürdürülen, durdurulamaz bir kin’in ortaya koyduğu katliamlardır..Bu katliamları, kitlesel bazda sürdürenlerle, sonuç olarak da kütlesel bir olguya dönüştürenler; Hiç şüphesiz 19.yüzyılın ilkel bilimsel metodlarına, haiz dünya görüşünün, ürettiği ideolojik yapılardır..
Sanayi devrimi ve onun ikiz kardeşi olan “Dünya ya Endüstriyel Yaklaşım” mantalitesinin küresel anlamda doğurduğu sonuç, pek tabi bu kanlı ideolojik akımlardır.. Bu ideolojilerin besin zincirinin oluşum halkaları, adeta Alman Sanayi! torna tezgahında oluşturuldu.. Karl Marx , Engels gibi kalemi vahşete dayanan entelektüel canilerin jandarmalığını ise;Lenin, Stalin ve Trotsky gibi isimlerin üstlenmesi ile, Doğu Avrupa dan Rusya hattına, Hindiçini’den Latin Amerika hinterlandına kadar, küresel bir “vahşet devriyesi” işleme konulmuş oldu.! Bu vahşet tablosunun resmi aritmetiğine net olarak ulaşamasak da, dünyaya adeta armağan edilen bu ideolojinin katliamı, 100 milyondur.
Rusya da 20 milyon, Çin de 65 milyon, Doğu Avrupa da 1 milyon, Latin Amerika da 150 bin, Vietnamda 1 milyon, Kuzey Kore de 2 milyon Kamboçya da 2 milyon, Afrika da 1,7 milyon, Afganistan da 1,5 milyon ve dünyanın diğer bölgelerinde Komünist algının sebep olduğu, 10 bin civarında katledilenlerle birlikte, 100 milyonluk katliam ortaya çıkıyor..! Konumuzun ana teması Doğu Türkistanın mazlumiyetine dayanıyor olsa da, resmin tamamı, Asya ana Kıtasının, güvenlik sahasının tema’sını kapsamaktadır.. O halde aklımızın erebildiği miktarca Doğu Türkistanın mazisine kısaca seyrü sefer yapmakta fayda görüyoruz…
Şanlı İslam Dini ile 14.asrın başlarında neşvü nema olan Doğu Türkistan ;Büyük Türk Hinterlandının nerdeyse temel eksenini oluşturan bir Kültür muktesebatına sahiptir.. Bilge Kağan, Saltuk Buğra Han, Kaşgarlı Mahmut, Yusuf Has Hacib, Osman Batur, Dilşad Sultan, Atabetül Hayakayık, şimdilik aklımıza gelen bu isimler…Bir muazzam zenginliğin öncüleri…!Edebiyattan, Tarihe, Devlet adamlığından, manevi dinamiklerimizin rehberleri olarak, bu kadim coğrafyayı tam 300 yıl adeta bir güvenlik ve saadet üssü haline getirdiler…Gücü hak ölçeği sayan, Çin, Rusya, İngiltere üçlüsü; 1700 lü yılların ortalarından itibaren Türkistanı parçalama hamlesine koyuldular.. Üç ayrı parça haline dönüştürülen bu kadim medeniyetin müseccim hali şu şekilde takdim ve taksim edilmiştir Yeni Dünyanın kurtlar sofrasına!
Çin İşgalinin Doğu Türkistanı..Rusya egemenliği altındaki Batı Türkistan ki bunlar, Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan, Türkmenistan ve Özbekistandır….İngiltere nin sömürgesi olan, Güney Türkistan, yani Afganistanın Kuzeyidir..
Her türlü tahakküm ve baskı unsurlarını çekinmeden bölge halkı üzerinde kullanan devletler, aslında üç ayrı devlet gibi görünse de gerçekte Komünist ideolojinin merhametsiz ve acımasız dünyasının iç yüzünü göstermekteydi.. Şunu da eklemekte fayda var, şüphesiz Komünist dünya görüşü de bir kılıftır.. Gerçekte ise tüm milletlere karşı amansız bir düşmanlık sahası hazırlayan irade ;Babilin Asma bahçelerinde can bulan Kabala ejderhasıdır!
Son 250 yıldır Egemen Kızıl Çin’in tahakküm ipoteği, altında yaşam mücadelesi veren bu Aziz Türkistan, aslında sadece Çin in değil bütün bir Asya kıtasının adeta güvenlik kapısı olarak da adlandırılmalıdır.. Uluslararası ilişkiler sahasında devletlerin güvenlik aktörleri ve objeleri belirlenirken, “çok çeşitli ve etraflı sebepler zenginliğine” başvurulur.. Yukarıda da ifade edildiği üzere, her ne kadar bir bütün üç ayrı parçaya ve bir parçası ise beş parçaya bölünmüş gibi olsa da, aslında hem Asya, hem uzakdoğu, hem yakın Ortadoğu cephesinin huzur ve güvenine dayanan, bir alternatif coğrafya sürprizi çıkartılabilir..!
Çin’in “Sincang” yani kurtarılmış bölge diye tanımladığı Türkistan, 1949 Mao devriminin ardından büyük bir katliamın ve baskının kurbanı haline getirildi. Birleşmiş Milletlerin ortaya çıkardığı Doğu Türkistan raporlarında, 1949 dan 1965 yılına kadar Komünist anlayışın katline maruz kalan insan sayısı 35 milyondur…
Hiç şüphesiz ki haksız yere öldürülenlerin sağ kalanları üzerinde de ciddi bir “neokomin” usulü bir asimilasyon politiği izlendi bu süreçte.. Şöyle ki;Türkistan coğrafyasında Mao ile birlikte yepyeni bir uygulama safhasına geçildi.. Çinli göçmen grupların Doğu Türkistana, etkin bir hükümet kampanyası ile, yerleştirilmesi sonucunda %100 lük bir Türk nüfusu, 1953 ten 2019 yılına kadar %39 a kadar gerilemiştir
Bir çok nükleer deneme ve tatbikatlarda adeta kovboy unsuru olarak, kullanılan bu kadim İman coğrafyasının, mazlum milletinin evlatlarından yüzbinlerce engelli, özürlü ve ölü çocuklar doğmuştur.. Batılı araştırmacılardan başta İsveçli fizikçi akademisyenlerin de aralarında bulunduğu 50 kişilik Dünya bilim kurulunun yaptığı ciddi tetkiklerle, 150 tonluk bombaların Doğu Türkistan üzerinde patlatılarak 8.8 şiddetinde bir yer sarsıntısını da yaptıkları kayıtlardadır… Tereddütsüz bütün bu mütecaviz, baskı ve tahakküm eksenini, Doğu Türkistan önünde adeta bir “Sed” gibi oluşturulmasının arka planında İslam unsuru bulunmaktadır…Farklı cephelerden Asyanın tam ortayerine ırk ve renk bahanesini öne sürerek bakanlar, büyük bir yanılgı içerisindedirler..
Çünkü, Çin’i bir kaç yüz yıldır Karl Marxın melaneti üzerine inşa eden egemen Güçle, bugün sömürü ve neokapital bir kurgu ile esir alan Güç aynı güçtür…Yarım asırdır Rusyayı ABD ye yakın durmakla itham eden Çin, bugün tam da Amerikanın yayılmaya ve sömürüye dayalı illüzyon politiğinin serapına aldanmış, esir olmuştur.. Oysa Doğu Türkistanı yakın komşu ve kar/çıkar denkleminde, ekonomik, askeri ve kültürel bağlamda değerlendirme insiyatifini referans almış olsa, “Asya nın Çin zenginliği ve Güvenliği” gibi yepyeni bir süreci, kendi lehlerine başlatmış olacaklar…! Ne acıdır ki Siyonist şuur! Çin’i zihnen esir almak suretiyle, Asyanın İyi ve Güzel olan adına yapacağı bütün çıkışların önüne geçmiştir…
Çin’in bu İsrailiyata bağımlı, asimilasyon kuşatmasının içeriğine baktığımız zaman, kültür devrimi adı altında Uygur alfabesi yerine Çin alfabesini, Türkistan hattında mecburi kılmak, daha sonra Rusya bahanesi ile Latinceye çevirmek, yine daha sonra Türkiye ile münasebet yakınlığı korkusu ile Arapça ya çevirme trendi ile hedeflenen amacın nesiller arası dil ve zihin anlaşmazlığını artırmak, böylece direnci kırılmış etkisiz bir Türkistan tablosu ortaya çıkarmak olmuştur. Sovyetlerin dağılmasının, Amerikadaki Kissinger in başını çektiği Siyonist lobileri, iştahlandırdığını da ayrıca belirtmekte fayda var..
Birleşik Devletlerin ve Britanya merkezli Birleşik Krallığın 1991 sonrası beka proğramında, şüphesiz Ekvator çizgisinin Kuzey sahasını da kapsamına alan küresel etki ve sömürü proğramını htirmektedir.. “Devletler Beka Stratejisi” kavramı, Uluslararası İlişkiler literatürüne İsrailin ilan edilmesinden sonra ilave edilmiştir.. İşte bu minvalde İsrail’in oğulları!! , Çin’i de etki altına alarak, Uzakdoğudan gelecek her türlü tehditi bertaraf etmeyi garanti altına almış oldular… Özetle dünün Komünist Çini ile bugünkü sözüm ona Kapitalist Çin’i, aynı egemen irade şekillendirmektedir…
Sonuç itibariyle, Türk Dış politikasının yapımcı ve modern kuramcıları, dünyanın hali hazırdaki durumunu ve gelecek yüzyılın perspektifini ciddiyetle analiz etme, yorumlama yetisine sahip olmalıdırlar..
Yepyeni bir Asya Vizyonu, Uzakdoğu Vizyonu, Kuzey Küre vizyonu en etkin bir şuurla devreye sokulmalıdır..Yeryüzünde sadece bir insanın değil, bir hayvanın değil, bir çiçeğin dahi, haksız yere yok edilmesine engel olacak küresel bir anlayışın ve kudretin etkin bir şekilde hayata geçirilmesine olanak sağlayacak, adımlar bugünden tez yok atılmalıdır. Bu vizyon ve açılım, şüphesiz Türkiye ye yakışır..Prof Erbakan Hocamızın meşhur ifadesiyle“Yeni bir Dünya ya dayanan, Adil Düzeni kurmak ancak Türkiye Cumhuriyetine yakışır.Türkiye Cumhuriyeti Devletinde ise Prof Erbakanın ideal prensiplerine yürekten sarılacak bir “Milli Çözüm iktidarı” ile bu mümkün olacaktır