YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL MENÜ

DERGİLER

Ay Seçiniz
category
6909a631604fc
0
0
6401,171,6356,117,28,27,170,98,3,144,26,4,145,113,17,6330,1,110,12
Loading....

TOPLAM ZİYARETÇİLERİMİZ

Our Visitor

2 0 8 8 7 2
Bugün : 10836
Dün : 45637
Bu ay : 138119
Geçen ay : 1371576
Toplam : 44541940
IP'niz : 216.73.216.3

SON YORUMLAR

Son Yorumlar

YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL YAZILAR

YENİ ÇIKAN KİTAPLARIMIZ

ADİL DÜNYA YAYINEVİ

Tel-Faks:

0212 438 40 40

0543 289 81 58

0532 660 12 79

 

HIYANET ŞEBEKESİ DAĞILIRKEN

ŞEBEKLERİN YAYGARASI

        

Kur’an’ı inkârcılarla, Onu istismarcıların ortak inancı; Demokratur Diktasıdır… Ortak Tanrıları ise Haçlı Batı Sevdası ve Siyonist Odaklardır!

CHP zihniyeti inkârcılığı, AKP tıyneti ise istismarcılığı esas alsa da, aslında “görünüşleri” farklı, ama “görüşleri=temel zihniyetleri” aynı olan siyasi yapılanmalardır. Bugünkü CHP’nin Atatürk’le, AKP’nin ise Erbakan’la istismar dışında hiçbir alâkaları olmadığını da özellikle hatırlatmak lazımdır. Lütfen dikkat edin; Kadına Şiddeti Önleme gibi makul ve masum bir kılıf altında, dolaylı maddeler ve ek protokollerle eşcinsellik, lezbiyenlik ve kadına sınırsız serbestlik gibi ahlâksızlıkları devlet koruması altında meşrulaştırıp yaygınlaştırmayı amaçlayan İstanbul Sözleşmesi’nin… Ve yine 18 yaş altı, (12-17 arası) erkek ve kız çocukların; güya karşılıklı rızaları ve cinsel deneyim kazanmaları için kendi aralarında her türlü çarpık ve sapık ilişkiyi serbest bırakan Lanzarote Sözleşmesi’nin (ki maalesef her ikisi de sözde dindar kahraman Erdoğan iktidarınca imzalanmış ve içerikleri toplumdan saklanmıştır) yürürlükte kalmasını, hem CHP ve destekçi yan kuruluşları, hem de Sn. Cumhurbaşkanının kızının da yönetiminde bulunduğu KADEM gibi kuruluşlar ortaklaşa sahiplenip savunmaktadır.

İbn Haldûn’a göre bir toplumun çöküşü şunlara bağlıdır:

Modern sosyoloji ve siyaset-devlet biliminin kurucularından İbn Haldûn’a göre bir toplumun çöküşü şu belirtilerle ortaya çıkmaktadır:

• Kur’an’ı ve Resulüllah’ın kurallarını terk etmeye kalkışmaları.

• Dayanışmanın olmaması, danışma ve yardımlaşmanın ortadan kalkması.

• Üretimin zayıflaması, sanayi ve tarımın geri plana atılması.

• Tüketim (israf) çılgınlığının başlaması.

• Vergilerin artması.

• Adaletsizliğin yaygınlaşması, yandaşların ve işe yaramazların görevlere atanması.

• Umutların kırılması.

• Göçün hızlanması.

• Şeytani bir gurur ve kibirin artması.

• Gösteriş ve riyakârlığın yaygınlaşması.

Evet AKP işte bunların hepsini yapmıştır; bu nedenle yıkılması kaçınılmazdır ve yakındır. Çünkü AKP Kur’an’ın lafzını okuyup ahkâmını terk edilmiş bırakmıştır.

“(Kıyamet günü Allah’ın gönderdiği) Resul de şöyle diyecektir: ‘Ya Rabbi, kavmim, bu Kur’an’ı terk edilmiş bıraktılar. (Lafzını okuyup durdular, manasını ve mealini anlayıp uygulamaya yanaşmadılar, hikmetini ve hükmünü araştırıp uygulamak üzere Onu temel başvuru kaynağı yapmadılar’ diye şikâyet edecektir.)” (Furkan:30)

Ayette geçen “HİCR” kelimesi, bir insanın başkasından ve yakınlarından… Yurdundan ve yuvasından… Davasından ve dostlarından; kalben, lisanen veya fiilen kopup uzaklaşması, onları terk edip ayrılması anlamını taşır. (Bak: Rağıb El İsfehanı-Müfredat)

… (Huysuzluk eden kadınları) sonra yataklarında “Mehcur” bırakın… (Nisa: 34) ayeti, yanlışlarını anlamaları için onları bir müddet terk edip uzaklaşın anlamındadır.

“Bunun üzerine Lut, ona (Hz. İbrahim’e) iman edip dedi ki: “Gerçekten ben, Rabbime hicret edeceğim (gaflet, cehalet ve rezaletten uzaklaşıp Hakka ve hayra gideceğim). Çünkü şüphesiz O, Güçlü ve Üstün olandır, Hüküm ve Hikmet sahibidir.” (Ankebut: 26) ayeti de her türlü Bâtılı ve berbat huyları ve kötü alışkanlıkları terk edip, Allah’a yönelmeyi ve O’nun rızasına erişmeyi anlatmaktadır.

Erdoğan ve iktidarı; “karşılıksız para, faiz, swap vb.” gibi akla zarar saçmalıklarla çözümler arıyorlar… Sonra da ‘şahlanacağız’ diyorlar! Bir kere Allah’ın kitabına baksalar, bir kere onun doğru yazdığına iman etseler de çözümü faizlerde, swaplarda aramasalar, kurtulacaklar. “Kur’an’ı mehcur edinmek” yani lafzen inandığını söylediği halde fiilen Kur’an’ı terk etmek; ayeti bu konuda çok önemlidir. Kur’an’ı, her konuda rehber edinmeli, hidayetimiz olmalı ki çözümleri onda bulalım. “Çözüm Adil Düzen’de” diyoruz ya; ne demek istediğimizi açıklayalım.

Akla, Kur’an’a ve bilimsel genel doğrulara dayalı Adil Düzen’de, böyle dolarla, faizle, enflasyonla oyunlar oynayamazlar. Adil Düzen reeldir, yani Hak’tır. Çözümleri Kur’an’dan ilmi metotlarla çıkarır. Hayaller değil, reel gerçekler üretilip hazırlanır. Komik olan ise Hakkı Bâtıl, Bâtılı Hak saymalarıdır. Çok daha komiği; bizi komik görmeleri, ‘hayalci’ demeleri, ‘sizden hiçbir şey çıkmaz’ demeleri, alay etmeye kalkışmalarıdır. Ancak kimin komik durumda olduğu ortadadır…

“Kur’an’ı mehcur etmek” ayeti aslında, mü’min ve müttaki görünen münafıkların genel tavrını yansıtmaktadır.

Önce ilgili Kur’an ayeti: “Resul dedi ki, ‘Ey Rabbim, kavmim bu Kur’an’ı bırakıp gidilen edindiler. / Ve kâle’r-rasûlu yâ rabbi inne kavmî-ittehazû hâzâ’l-kur’âne mehcûran’” (Furkan: 30) Bu ayet bize pek çok şey anlatmaktadır. Bu ayetteki “haza’l-kur’âne” ifadesi Kur’an’ın tamamıdır. Çünkü Kur’an’da Kur’an’ın tamamı anlatıldığında başında “haza” getirilip söze başlanır.

Bu ayetteki “resul” sadece Hz. Muhammed (S.A.V) değildir, çünkü yalnız Onun kavmi Kur’an’ı bırakıp da Hak’tan ayrılmamıştır, tam tersine onların bir kısmı yani Sahabe-i Kiram Kur’an’a sahip çıkmışlardır. Bu ayette “Kur’an’ı mehcur edindiler” denilip, “Kur’an’ı mehcur kıldılar” denmemesi oldukça anlamlıdır. Aslında anlam olarak beklediğimiz “Cealû hâzâ’l-kur’âne mehcûran” şeklindeki bir kelamdı. Eğer bu şekilde “kıldılar” deseydi, Kur’an’ı bırakıp gittikleri anlaşılırdı.

“Edinme” ile “mehcur” kelimesi zahiren çelişmekte olan iki kavramdır. “Mehcur” bırakıp gidilen manasınadır. “Mehcur olarak edinme” ise çok şaşırtıcıdır. Hem bırakıp gideceksin, hem de edineceksin!.. O zaman Kur’an niçin “edindiler” demiştir de “kıldılar” dememiştir? sorusu üzerinde yoğunlaşmak lazımdır.

“Edindiler” demekle “Kur’an’ı zahiren ve istismar niyetiyle sahipleniyorlar, ‘bizim Kur’an’ımız’ diyorlar, ama Onun emir ve hükümlerini hesaba katmıyorlar, dikkate almıyorlar, tam tersini yapıyorlar, temel ölçü edinmiyorlar ve uygulamıyorlar.” demektir. Kur’an’ın verdiği öğütlere uymuyorlar, emirlerine ve yasaklarına uymuyorlar, helâllerini helâl, haramlarını haram saymıyorlar demektir. Kur’an’ın getirdiği çözümlerle ilgilenmiyorlar demektir. Kısacası, Kur’an ellerinde duruyor, üzerine el basıp yemin bile edebiliyorlar ama içeriği ile ilgilenmiyorlar anlamına gelir.

Evet, tam da günümüze dikkat çekmekte ve halimizi deşifre etmektedir.

Ayetteki “resul” günümüzdeki davetçi ve rehber resullerdir. Yani gelecek olan tebliğciler ve Hak önderleridir. Kur’an’ın günümüzdeki takipçisi ve elçisidir. Geldiği zaman veya ahirette geçmiş zaman olarak bu ifadeleri söyleyecektir. Çünkü bu resul her kavme özgüdür, ayette ‘kavmim’ demektedir, tüm insanlık âlemi için geçerli bir davetten ziyade ülkeler çapındaki tebliğe işaret etmektedir.

Allah bizi Kur’an’ı mehcur edinmekten korusun ve kurtarsın… Allah bizi Kur’an’la yaşatsın… Allah bizi Kur’an’ın emirlerini uygulayan, Kur’an’ın çözümleri ile yaşayan bir topluluk kılsın…”[1] (Amin.)

“Mehcur kılmak-tutmak” görünürde Kur’an’ı baş üstünde taşımak ama gerçekte Onun içeriğine, mana ve mealine hiç bakmamak, emir ve hükümlerini ölçü tutmamaktır. Daha da kötüsü, Kur’an’ı ve İslam’ı dünyalık heves ve hesapları için bir istismar ve suiistimal aracı yapmaktır. Haçlı AB’nin, (İstanbul Sözleşmesi gibi) haksızlık ve ahlâksızlık temelli dayatmalarını Kur’ani esaslardan önemli ve öncelikli saymaktır. Yani, Kur’an’ı zaten inkâr edenlerin Onu sonradan terk etmesi söz konusu olamayacağına göre bu ayeti kerime; Kur’an’a inandığını söyledikleri halde Onun hüküm ve haberlerine aykırı davrananları uyarmaktadır.

“Kur’an’ı terk edilmiş bırakmak”; anayasalar yapılırken, kanunlar hazırlanırken, kurumlar oluşturulurken, eğitim sistemi belirlenirken, basın-yayın prensipleri ve sosyal medya disiplini ayarlanırken… Ekonomik ve ticari girişimler ve banka-kredi işlemleri düzenlenirken… Sosyal hayat ilişkileri ve siyaset-yönetim sistemi kurulurken… Evet, bunların hiçbirinde ve hiçbir evresinde, Kur’an’a başvurmamak, İslami öğüt ve ölçüleri hesaba katmamak, Kur’an’ı terk edilmiş bırakmaktır. Kur’an, gizli inkârcılar ve istismarcı münafıklar için hayatın esası değil, sadece aksesuarıdır.

Günümüzde ve Türkiye’mizde; Kur’an’ı açıkça inkâr edenlerle, Onu alçakça istismar edenler, aslında aynı Şeytani odakların hizmetkârlarıdır.

Bazıları, (halktan korktukları için) doğrudan olmasa da, dolaylı biçimde Kur’an’ın ahkâmını (İlahi kanun ve kuralları) artık gereksiz ve geçersiz sayarak, bir kısmı da dindar kahramanlık rolü oynayıp sıkça din istismarı yaptıkları halde, Kur’ani esasları hiçbir konuda temel ölçü tutmayarak sapıtmaktadır. Yani zahiren inkâr edenlerle, görüşleriyle (zihniyetleriyle) sözde iman ehli geçinenlerin görünüşleri (bazı eylem ve söylemleri) çelişse de, gerçekte hepsi de Kur’an’ı terk etmiş konumdadır.

Kim duyarsız ve tutarsızdı; Bahçeli mi, Erdoğan mı?

MHP lideri Devlet Bahçeli’nin AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Ayasofya kararına hararetle destek çıkmasının ardından, Bahçeli’nin 28 Mayıs 2015 tarihinde Trabzon Mitingi’nde Ayasofya hakkında yaptığı konuşma yeniden gündeme taşınmıştı. 2015’te Erdoğan’ı kıyasıya eleştiren Bahçeli, “Bunlar sırf tertemiz mü’min duygularla oynamak ve sömürmek için Ayasofya Camii’ni bile kullanmaktan sakınmayacaklardır. Çünkü bunların freni patlamış, başkanlık hırsı ve ülkeyi parçalama hesabı ve Türklüğü yok etme çabası akıllarını başlarından almıştır.” ifadelerini kullanmıştı. Devlet Bahçeli o konuşmasında şunları açıklamıştı:

“Erdoğan şuursuzca konuştukça, 7 Haziran’da kâbus yaşayacağını anladıkça, kontrolden, iz’andan ve yoldan çıkmaktadır. Trabzonlu kardeşlerim, yüce dinimiz, Efendimizin kutlu tebliği istismar kuşatmasıyla sarsılmaktadır. Erdoğan Vatikan’ı örnek gösterirken hiç mi yüreği sızlamamıştır? Ve Vatikan’ı başka hangi konularda örnek almaktadır? Acaba papaz cübbesi giyip poz verirken aklından geçenler neler olmaktaydı?.. Geçtiğimiz yıl, Papa’yla her konuda fikir birliği içinde olduğunu söylerken neyi amaçlamıştı? Türkiye’nin tuzağa çekildiğini artık anlamak lazımdır. Türk milleti kilise açıp cami yıkan ahlâksızların kapanındadır. Bunlar sırf tertemiz mü’min duygularla oynamak ve sömürmek için Ayasofya Camii’ni bile kullanacaklardır. Çünkü bunların freni patlamış, başkanlık hırsı, bölünme hesabı, Türklüğü yok etme amacı akıllarını başlarından almıştır…

Fakat ne yaparlarsa yapsınlar, karşılarında Müslüman Türk milletinin güvencesi Milliyetçi Hareket Partisi vardır. Hangi senaryoya bel bağlarlarsa bağlasınlar, Türkiye sevdalıları bu müşriklere, bu günahkârlara, bu zalimlere engel olacaktır. Despotun oyununu bozmak için Bizimle Yürü Trabzon. 17-25 Aralık’ın hesabını görmek için Bizimle Yürü Trabzon. Mazlumlara, kimsesizlere, evsizlere, barksızlara, öksüz ve yetimlere sahip çıkmak için Bizimle Yürü Trabzon.”[2]

Şimdi sormak ve yanıtını bulmak lazımdı: Dört yıl öncesine kadar tam 14 yıl boyunca bu gerçekleri haykıran Sn. Bahçeli’ye, bu denli sırıtan ve herkesi şaşırtan bir geri adım atmasına yol açan; gerçekten “Beka sorunları ve ülke çıkarları mıydı? Yoksa şahsi mahcubiyet ve mecburiyetleri mi vardı? Veya Sn. Erdoğan kirli hesaplarından vazgeçip, Milli çıkarlara sahip çıkmaya mı başlamıştı?”

Evet, ciddi ve gerçekçi hiçbir ideali, prensibi ve projesi bulunmayan, günübirlik ve sloganik laflarla camiasını avutup oyalayan kafalarla nereye varılacaktı? Bâtılın, (Kur’an dışı saplantı ve safsataların) peşine takılanlarda, duyarlılık ve tutarlılık aramak boşunaydı. Nefsani çıkarları ve dünyevi hesapları neyi gerektiriyorsa ona göre tavır almak bunların alâmeti farikasıydı!…

Türkiye’de Yahudi Baronların katkılarıyla nasıl BAŞBAKAN olunmaktaydı?

Yıl 2001, MHP + ANAP + DSP koalisyonu dönemiydi. Tarım Bakanı Prof. Dr. Hüsnü Yusuf Gökalp, Müsteşar yardımcısı ise Rıza Rençberoğlu idi.

Sn. Rıza Rençberoğlu nakletmişti: O dönemde ben Müsteşar yardımcılığı görevimi ifa ederken bir gün Bakan beni acele kaydı ile odasına çağırdı ve odasına gittiğimde yanında 2 kişi daha vardı. Alarko holdingin sahibi Üzeyir Garih ve 12 Eylül cuntası paşalarından Işık Biren Paşa ile oradalardı. Sn. Bakan, Üzeyir Garih’i ve yanındaki emekli Paşa’yı tanıttı ve bana; “Üzeyir Garih’in, Türkiye’nin ve Türk tarımının geleceği için çok önemi olan ve tutarı 100 milyar doları bulan çok büyük bir yabancı yatırımını öngören tarımsal bir proje getirdiğini” hatırlattı. Bakan Bey Üzeyir Garih’e benim Bakanlık üst yönetiminde bu projeyi en iyi şekilde yürütebilecek kişi olduğumu söyleyerek tanıştırdı. Bu projenin Urfa’nın Harran Ovası’nda dünyanın en büyük tarımsal bir “HARRAN TEKNOKENT (Gapropark)”ın kurulacağını, bu teknoparkta Harran Ovası’ndan yüksek teknoloji ile elde edilen ürünlerin ileri bir teknoloji ile işlenerek özel havaalanı vasıtasıyla bütün dünyaya doğrudan ihraç olunacağını, Harran Ovası’nda dünyanın en gelişmiş tarım teknolojisi uygulanacağını, projeyi de bizzat kendisinin takip edeceğini ve kendisi için çok önemli olduğunu vurguladı. (Yahudi vatandaşımız Üzeyir Garih, rahmetli Türkeş’in de şeyhi olduğu söylenen Küçük Hüseyin Efendi’nin Eyüp Mezarlığı’ndaki kabrini ziyareti sırasında bıçaklı bir saldırı sonucu bu dünyadan ayrılmıştı.)

Bakan Bey bana; bu projeyi hiçbir kimseyle paylaşmadan kesinlikle gizli olarak yalnız başıma yürüteceğimi, bundan sonraki toplantıları kendisi katılamadığı takdirde -Üzeyir Garih’in istediği zaman- toplantıyı benim yapmamın talimatını aktardı. Bu proje dökümanlarını ve programlarını ilk toplantımızda açtığımızda, projenin GAP bölgesinde uygulanacak şekilde Amerika’da detaylı bir şekilde hazırlanmış olduğunu anladık, çok büyük aydinger kağıtlarından renkli olarak yapılmış ve birbirinin üstüne kapanan katmanları olan projeyi ve nasıl bir yol izleneceği konularında bir dizi kararlar aldık. Daha sonraki günlerde ve haftalarda çeşitli zamanlarda bir araya toplandık. Işık Biren Paşa projenin koordinatörlüğünü yapmaktaydı. Bakanın başkanlığında yapılan toplantıda proje için yer tahsisi tespiti için Urfa Tarım İl Müdürlüğüne talimat buyurmuşlardı. Üzeyir Garih’in yer tespiti yapma konusunda gönderilecek ekibe, ısrarıma rağmen ben ve bakanlıktan herhangi bir eleman alınmamıştı.

Ben kuşkulanmaya başlamıştım. Toplantılarda bazı proje detayları açıklanmıyor ve ısrarlı sorularıma ya muğlak cevaplar alıyordum ya da Bakanın müdahalesiyle konu muallakta kalıyordu. O dönemdeki Urfa Tarım İl Md. Rüstem Çoşkun’a çok güvendiğim için onu aradım ve endişelerimi anlatarak çok dikkatli olmasını, gelen heyetin esas niyetlerinin ne olduğunu çok iyi incelemesi talimatını verdim. Heyetin dönmesinden sonra Sn. Rüstem Coşkun beni aradı ve “Heyetin Harran Ovası ile pek ilgilenmediğini, daha kuzeyde Atatürk Barajı’nın kenarında; Garih ekibinin daha önce kendilerince tespit ettikleri yerlere ait haritaları incelediklerini, çok engebeli tepelik ve tarıma elverişli olmayan bir bölgeden 50.000 dekarlık bir alanın ayrılmasını istediklerini” belirtti. Ben de istedikleri o bölgenin bir özelliğinin olup olmadığını sorduğumda il müdürümüz bu konuyu araştırdığını ve “o bölgenin İsrail için son derece önemli olduğunu anladığını, Tevrat’ta belirtilen kutsal toprakların merkezi sayıldığını, İsrail’in ele geçirilmesi gereken ilk hedefleri arasında yer aldığını” söyledi.

Benim bu konuda başından beri endişelerim olduğu için çok şaşırmadım. Alarko’nun sahibi Musevi işadamı Üzeyir Garih’in Urfa ilinde öyle bir elverişsiz arazide inanılmaz bir rakam olan 100 milyar dolarlık böyle bir tarımsal yatırım yapması zaten pek anlamlı bulunmamıştı. Bu tarihlerde resmi bir görev için Amerika’nın Seatle kentine gitmem gerekiyordu. Uçak bileti lüks mevkiden alınmıştı. Binişte ön sırada otururken tesadüfen (belki de bilinçli ayarlanmıştı!) Üzeyir Garih de geldi, beni görünce selamlaştık ve yanıma oturdu. Amerika’ya kadar hem proje konusunda hem de diğer konularda uzun süre sohbet etme fırsatı yakaladık. Üzeyir Garih; “Meclis’te MHP’nin 128, DSP’nin ise 82 milletvekiline sahip olduklarını, Devlet Bahçeli’nin ise buna rağmen ısrarla Başbakan olmaktan sakındığını, oysa bu fırsatın kaçırılmamasını söyleyerek Tarım Bakanı Hüsnü Yusuf Gökalp’in Başbakan olması gerektiğini” hatırlattı. (Bakan bu ifadeyi Bakanlık üst yönetimi olarak DÜÇ misafirhanesinde yediğimiz bir akşam yemeğinde bizlere hitaben de söylemişti. “Başbakanlık MHP’nin hakkıdır ama Bahçeli istemiyor, siz boş durmayın, benim Başbakan olmam konusunda propagandamı yapın” demişti ama biz bürokratlar onu yakından tanıdığımız için hiçbirimiz ciddiye almamıştık.)

Üzeyir Garih ile uçaktaki sohbetimizin devamında; “Bakanınız ile ABD tarafından kabul edilmiş bir program dahilinde ABD’ye beraber yola çıktıklarını, ama Hüsnü Yusuf Gökalp’in Üzeyir Garih ile ABD seyahatinde beraber görülmekten kaçındığını, bu sebeple bakanı İstanbul’dan başka bir uçakla Washington’a yolladığını ve orada buluşacaklarını” anlatmıştı.

“Amerika’da henüz 15 günlük Tarım Bakanı için çeşitli fikir ve düşünce grupları, vakıflar ve strateji kuruluşları ile bir görüşme programı hazırladığını, bu program dahilinde ABD’deki Yahudi lobisine ait etkili kuruluşlarla yapılacak özel toplantılarda sunumlar ve kabuller yapacaklarını” da hatırlattı. Ve bana, “Bakanınızı Başbakanlığa hazırlıyoruz, inşaallah bir aksilik çıkmaz ve Hüsnü Yusuf Gökalp kesin Başbakan olacak buna hazırlanın!” diye uyarmıştı. Türkiye’ye döndüğümde hemen Bakanın özel kalemi görevini yürüten Yüksel Durna’ya Sn. Bakanın nerede olduğunu sordum. “Bakanın 8-10 gündür İstanbul’da bulunduğunu ama nerede olduğunu bilmediğini ve telefonuyla da kimseyle görüşmediğini ve kapalı olduğunu” söyledi. Daha sonra yaptığım araştırmalarda T.C’de bir koalisyonda Tarım Bakanı olan kişinin ne Başbakan Yard. Devlet Bahçeli’den ve ne de Başbakan Bülent Ecevit’ten herhangi bir resmi veya gayri resmi izin almadan 17 günlüğüne gizlice Amerika’ya gittiği anlaşılmıştı.

Proje konusunda toplantılarımız devam ediyordu.

Bir toplantıda (Ü. Garih katılmamıştı) dayanamadım ve yalnızken Işık Biren Paşa’ya; “Bu projenin uygulama detaylarının pek belli olmadığını ve bana bunların açıklanmadığını belirtip, projenin Harran Ovası’nda değil de tarımla ilgisi olmayan bir yerden seçilmesinin sebebi ile esas amacının ne olduğunu” ısrarla sormam üzerine bana; “Proje kapsamında seçili 50.000 dekarlık alanda 50.000 adet müstakil ev yapılacağını, aile 4 kişi olursa 200.000 kişilik bir yeni şehir kurulacağını, bu evlerde yalnızca Teknokent’in yürütülmesinde görev alacak İsrailli teknik kadroların kalacağını ve oraya yabancıların girmesine müsaade edilmeyeceğini” söyledi. Ben de “Yani oraya Türk mühendisler giremeyecek mi?” diye sorunca bana: “Maalesef proje kesin, öyle öngörülüyor, herhalde onu da değiştiremeyeceğiz” diye yakınmışlardı.

Ben artık dayanamadım ve Işık Biren Paşa’ya “Bu projenin rahmetli Turgut Özal’ın Van Gölü kıyısındaki 20.000 konutluk ‘Ermeni emeklilerinin tatil bölgesi’ ihanet projesini çok anımsattığını ve şimdi Atatürk Barajı kıyısındaki tespit edilen yerin de Yahudilerin kutsal topraklarının Merkezi sayıldığını, Yahudilerin dünyada ilk ele geçirmek istedikleri yerlerin başında yer aldığını tespit ettiğimi, kendisinin TSK’nın bir paşası olması hasebiyle ettikleri yemin gereği ömrünün sonuna kadar SS istihbarat subayı olmak zorunda olduğunu” kendisine hatırlatıp böyle bir projeye nasıl hizmet edebileceğini sordum. Kendisi çok mahcup olmasına rağmen bir şey söyleyemedi. “Yapacak bir şey yok, proje böyle hazırlanmış” dedi ve ayrıldık.

Aynı gün akşamı Bakan Hüsnü Yusuf Gökalp’in odasına girdim ve kendisine olayı tek tek anlattım. Bu yürüteceğimiz projenin tam bir “ihanet projesi” olduğunu Turgut Özal’ın projesini de anlatarak böyle bir hıyanetin içerisinde kendisinin “Başbakanlık karşılığı mı yer aldığını” sormam üzerine çok bozuldu. “Bunu daha sonra görüşürüz” diyerek beni odadan çıkardı. Aynı günün akşam üzeri beni telefonla arayarak; “Bugüne kadar o toplantılardaki bütün dokümanları, bütün planları, bütün notları, hiçbir istisnası olmadan hepsini paketleyip kendisine ulaştırmamı” istedi. Ben de hepsini toparladım odasına gittim, getirdiğimi söyledim. Beni: “Bundan sonra hiçbir yerde bu toplantılardan ve projeden kesinlikle konuşmayacaksın, şimdi çıkabilirsin” diye uyardı. Bu konuda ne yapmam gerektiğini epey düşünüp taşındım. 3 gün sonra Başbakan Yrd. Devlet Bahçeli’ye konuyu anlatmak amacıyla gitmeyi kararlaştırdım. İlk seferinde 1.5 saat bekletti ve görüşmekten sakındı. Israr ettim, 2 defa daha randevu istedim, bekledim yine kabule yanaşmadı. O zaman anladım ki Bahçeli’nin bu İhanet Projesinden haberi vardı ve arkasındaki kişiler arasındaydı. (Tabi ki Tarım Bakanının BAŞBAKAN olacağından haberi yoktu.) O günden sonra bugüne kadar Bahçeli ile hiçbir yerde görüşme fırsatımız olmadı. (MHP’li Hüsnü Yusuf Gökalp, “Türkler yoğurdu bulup insanlığa hediye etmişlerdir. Başka bilimsel buluş yapmalarına gerek kalmamıştır!” buyuran ve İsrail tohumlarına Türkçe isimler takan insandır!?)

MHP’li Bakan Hüsnü Yusuf Gökalp’in; bütün bunlara rağmen Başbakanlığa giden yolun; HARRAN TEKNOKENT-GAPROPARK projesi ile ilgili kanun teklifinin Meclis’ten çıkmasında görerek, kanun teklifini gizlice ve alelacele hazırlatıp Başbakan Yrd. DEVLET Bahçeli’ye imzalattıktan sonra TBMM’ye kendi eliyle taşıdıklarını anladım… Aradan bir hafta geçmişti, sekreterim Hülya Polat şaşkın bir şekilde bana; “3 kişinin acil ve yalnız görüşmek istediklerini, makam odamın boşaltılmasını emrettiklerini” söyleyip, “değişik tipte ve sert insanlar olduklarını” hatırlattı. Ben de merak ettim hemen içeri almasını istedim. İçeri girenler, sivil idiler ve yaşları 50 civarındaydı, sert görünüşlü insanlardı. Sivil olmalarına rağmen topuk selamı vererek kendilerinin devleti temsilen geldiklerini söyleyerek konuya girdiler. Harran-Teknokent Projesi ile ilgili olarak; “O proje Meclis’ten geçmez siz rahat olun” diyerek devletin devamlılığını hatırlattılar ve bu projeye karşı tutumum ve hassasiyetimden dolayı, yazılı bir takdir belgesi veremeyeceklerini vurguladılar. Böyle önemli ve hassas bir konudaki duyarlılığımdan dolayı ismini vermedikleri kamu kuruluşları adına “alnınızdan öpüyoruz!” diyerek teşekkür edip ayrıldılar. Herhangi başka bir bilgi ve isimleri ısrarıma rağmen açıklamadılar. Kendilerine kahve ikram ettim. Benim intibam, gelenler üst rütbeli subaylardı. Bakanın kendi eliyle Meclis’e teslim ettiği ve adım adım takip ettiği Urfa Harran Teknokent (Gapropark) Projesi kanun tasarısı; daha sonra komisyonlara havale edildi. Bilindiği üzere TBMM’de komisyonlarda uzun görüşmeler sonucunda değiştirilip alâkasız bir hale getirilerek “Üniversitelerde Teknoparkların Kurulması” şeklinde kabul edildi. Bu gelişmeler üzerine Bakanın Başbakan olma ihtimali kalmayınca benden intikamını almaya yöneldi. Önce bana bağlı kuruluşları kendine bağladı. Teftiş K. Başkanına emirle benim hakkımda işlem yapılacak suçlar arattırıverdi. Bir şey bulamayınca, 2 yıl önceki Daire Başkanlığım dönemindeki 9 kişilik teknik bir kurulda imzam var diye alelacele ve saçma sapan bir gerekçe ile benim de dahil olduğum 9 kişi hakkında soruşturma açtı. Soruşturmayı gerekçe göstererek Devlet Bahçeli imzası ile beni hemen görevden aldı. Mahkeme bu davayı; kısa bir sürede “iddia edilen suçlamaların tamamı oluşmamıştır” diyerek tümüyle reddetti. Ama buna rağmen Bakan beni göreve başlatmadı. Bu GAPROKENT olayını; “Görevden alındı da onun için bakana iftira ediyor derler” mantığı ile çok samimi birkaç arkadaşlarım dışında kimseye anlatamadım. Rıza Rençberoğlu diyor ki:

“Devlet Bahçeli’nin son yıllarda MHP’nin ve kendisinin geçmişine rağmen yaptığı şaşkınlık derecesindeki tutarsızlık ve tezatlarının, tehlikeli kararlara zemin açmasının ve yaptığı siyasi zikzakların sebebinin; kendisine verilen talimatları yerine getirmek olduğu kanaatim oluştu. Yine Bahçeli’nin; CIA’nın yürüttüğü, İsrail’in güvenliğini sağlamak ve Araplardaki petrolü kontrol altında tutmak amacıyla; Müslüman ülkelerinin rejimlerini ve sınırlarını yeniden dizayn etme projesi olan BOP’un gereği olarak; EŞBAŞKANI Tayyip Erdoğan olan PARTİ DEVLETİ’nin “ve göstermelik HİLAFET rejiminin kurulmasına” nasıl ve neden hizmet ettiğini de anlamış oldum.”

Bu açıklamalar; Türkiye’de Başbakan olabilmek için en az 15 gün ABD’de Yahudi lobi kurumları ve Siyonist strateji kuruluşlarının düzenlediği özel eğitim ve söz verme törenlerine katılmak gerektiğine güzel bir örnektir. Ve zaten ÖZAL, ECEVİT ve ERDOĞAN’ın bu 15 günlük beyin yıkama ve işbirliğine hazırlama programlarına katıldığı da bilinmektedir.”[3]

Kur’an’ı terk eden kafalara sormak lazımdı: Amerika bize dost muydu, düşman mıydı? Bu Amerika’nın güdümünde bekamız ve bağımsızlığımız nasıl korunacaktı?

ABD’nin önemli stratejistlerinden emekli Yarbay James Reese 15 Ekim 2019’da Washington Examiner’den Tom Rogan’ın “Kürtleri Kurtarıp Güçlendirecek, Erdoğan’ı Paketleyecek, Amerikan Çıkarlarına Hizmet Edecek Anlaşma Sanatı” başlıklı yazısında Siyonist planlarını açığa vurmuşlardı.

“Başkan Trump’ın Ortadoğu’ya dönük endişelerini cevaplayacak bir proje hazırlandı. Amerika bu bölgede çok sayıda kayıp verdi ve büyük bir hazine batırdı. Biz, Amerikan ekonomisine destek sağlayan bu çalışmayla Başkan’ın da desteğini alacağımıza inanıyoruz. (…) Deyrzor’daki Kürtlerin ve Arap aşiretlerinin bu çalışmaya ihtiyacı vardır. Dış destek olmadan bölgedeki petrol sektörünü büyütmeleri imkânsızdır, bunu Amerika yapmazsa, Rusya yapacaktır. Rusya önce bölgedeki birkaç kuklayı kullanıp petrol sahalarına el koyacak, sonra da herkesi devre dışı bırakıp Beşar’la birlikte çalışacaktır (…) Petrolün Kürtlerin eline geçmesi Türkiye’yi ve Erdoğan’ı da rahatsız edecektir ama, herhalde, bölge petrolünün Türkiye’deki petrol borularından akışı için bir tarife uygulaması onları susturacaktır. Erdoğan’ın bu tür gelirlere ihtiyacı vardır. Ayrıca, kendisine buradan sağlanacak gelirin, PKK’nın kasasına girmeyeceğine ilişkin garantiler verilip avutulacaktır. Eğer bunlara rağmen yine bize destek olmazsa, bu kez Amerika’nın Türkiye’ye dönük ekonomik yaptırımları ve şahsi hesapları devreye sokulacaktır!..”

İşte bu Amerikan Kongresi’ndeki Siyonist lobinin önemli ismi Senatör Lindsey Graham’ın arabuluculuğuyla, henüz 20 ay önce kurulmuş bir Amerikan petrol şirketinin elebaşı Mazlum Kobani ile anlaşma imzalamasının 10 ay önce açıklanmış planıdır.

Mazlum Kobani’nin, ABD ve Avrupa’da köpürtülen, PKK ile bağlantılı olmaktan çıkarılmış görüntüsüne yaslanan yeni bir şeytani strateji ile karşımıza çıkarılmaktadır. Bekaa Vadisi’nde yerleşik Abdullah Öcalan’lı PKK 1.0 sürümü, Kandil ikâmetgâhlı Murat Karayılan-Cemil Bayık’la PKK 2.0 sürümüne dönüşmüştü. Şimdi belli ki, Haseke merkezli Mazlum Kobani liderlikli bir PKK 3.0 sürümüne hazır olmamız dayatılmaktadır. Eski haliyle artık son kullanım tarihine gelmiş PKK’nın tasfiye edilip devre dışı bırakıldığı, yaşlı kadronun Ortadoğu’nun dışına çıkarıldığı, ama Mazlum Kobani ile terörden elini-eteğini çekmiş, aksine DEAŞ gibi terör gruplarıyla çatışan demokratik (!) halk hareketinin yerini aldığı bir senaryo ile Erdoğan Türkiye’si oyalanmaktadır[4] itirafında bulunan yandaş yazar haklıydı.

Hatırlayınız, S-400 hava savunma füzelerini uzun görüşmeler sonrasında Rusya’dan satın aldık. Rusya ile anlaşma süreci 2017 tarihinde başlamıştı. Karşılığında Rusya’ya tam 2.5 milyar dolar para yatırdık. Bu süreçte gerek NATO ve gerekse ABD, Türkiye’nin bu alımı yapmasına ısrarla ve defalarca karşı çıkmıştı. Sn. Erdoğan ise; “Siz bizim işimize karışamazsınız. Biz istediğimizi yaparız!” havaları atmıştı.

Devlet olarak savunmamızla ilgili bir alışveriş yapmışız… Ve üstelik bu iş için satıcıya 2.5 milyar dolar para yatırmışız. Ama hiçbir işlevsellik kazandırmadan hangarlara kapatmışız. Oysa “Bu sistem çalışmayacaksa, bu durumda dünyanın en pahalı hurda deposunun sahibi olacağız” diyenler haksız mıydı?

“Ayrıca ABD’den satın almayı planladığımız son model F-35 jetler vardı. ABD ile bu konuda uzun görüşmeler yapıldı… Ve sekiz adet F-35 için anlaşma imzalandı ve karşılığında ABD’ye bir milyar 250 milyon dolar para aktarıldı. Uçaklar artık bizim malımız sayılırdı. Ancak ABD bu konuda da su koyuvermeye başladı. S-400 sorunu çözülmezse üretimi biten F-35’leri Türk ordusuna teslim etmeyeceğini açıkladı… Ve dediğini aynen yaptı! Uçaklara el koyarak bunları ABD Hava Kuvvetlerine devretmekten sakınmadı. Recep Bey çok kızmıştı, gerekirse dava açacağımızı falan haykırmıştı! İyi de, bu uçakların bedeli olan 1 milyar 250 milyon dolarımız nerede yatmaktaydı? Şimdi şu tabloya bir kez daha göz atalım! 2.5 milyar dolar artı 1 milyar 250 milyon dolar eşittir 3 milyar 750 milyon dolarımız elimizden alınmış ama hiçbir işimize yaramamıştı! Rusya’nın S-400’leri depolarda yatmaktaydı, ABD ise parasını peşin verdiğimiz uçaklara el koymuşlardı.”[5] Ama Sn. Erdoğan iktidarı ve Sn. Bahçeli ortağı, hâlâ Bekamızı ve Bağımsızlığımızı korumak için birbirlerine arka çıktıklarını konuşup durmaktalardı! Yandaş Yazar ve Yorumcular ise: “Dış güçler ve içerideki temsilcileri, Türkiye’yi şaha kaldıran Erdoğan iktidarını düşürmek için planlar yapıyorlar!” diye çırpınmaktalardı. Yani hıyanet şebekesi dağılırken, şebekler hâlâ yaygara koparmaktalardı!.. ABD Başkan Adayı Joe Biden’in; “Türkiye’de Erdoğan’ı seçimle devirmek için, muhalefeti desteklemeliyiz!” şeklindeki küstahça açıklamasının ise aslında Erdoğan’a dolaylı destek sağlama amacıyla yapıldığını bile anlamayacak kadar beyin felcine uğramışlara rağmen ülke bu kısır döngüden mutlaka kurtulacaktı.

 


[1] Dr. Lütfi Hocaoğlu

[2] https://www.sarizeybekhaber.com.tr/video-dustu-bahceli-erdogan-darma-duman

[3] 07.08.2020-Marmaris

[4] www.star.com.tr/yazar/abd-pkk-30-surumunu-hazirliyor-petrol-planin-parcasi

[5] www.sozcu@com.tr/2020/yazarlar/emincolasan

0 0 votes
Değerlendirmeniz

Makale Paylaşım Sayısı: 

Picture of Abdullah AKGÜL

Abdullah AKGÜL

Abone ol
Bildir
11 Yorum
En Yeniler
Eskiler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Bekliyoruz
Muhterem hocamızın değerli yazılarından anlıyoruz ki artık vakit tamam Kur’an’ın mesajlarından, efendimizin haberlerinden ve islam alimlerininde tesbitlerinden akp’nin kaçınılmaz sonu yakındır. Devletimiz vatan toprağını üç beş çapulcuya feda etmeyecek kadar kuvvetli ve dirayetlidir. Sadece stratejik bir şekil de sabır etmek te ve müdahele etmesi gereken yerlerde müdahelesinide eksik etmediğini görmekteyiz.
Büyük bir heyecan ve umutla beklemekteyiz işbirlikçilerden bu yapılanların hesabının sorulacağı ve siyonist şeytanın tarihin çöplüğünde gerektiği yeri alacağı kutlu ve mutlu günleri bekliyoruz

BİTTİ RÜYANIZ!..
Dağılacak elbet,şer saltanatınız
Çıkar-fırsat için ,biraradaydınız
Hiç koruyamaz sizi,siyon tanrınız
İktidarı-muhalifi,aynı ayarız!..

Benzemez ikizler bak,aynı kulvarda
Ülkemizi pazarlar, AB bulvarda
Hala çare arar,gavrun tarafında
Artık vakit tamamdır,bitti rüyanız!..

Büyük Devrim Yaklaşmaktadır.
BAE ve Bahreynin Israil ile yaptıgı normalleşme antlasmalarini aslında Siyonistler Turkiyede dindar görünümlü AKP eliylede yapmaktadır. Yahudiler tarafından R.Tayyip Erdoğan’a verilen cesaret madalyası boşuna verilmemiş yapılan ihanete ödül olarak verilmiştir. Erbakanın D-8 projeleri rafa kaldırılmış yönümüz bir telefonla emir alan kukla yönetime çevrilmistir. Hemde kahraman dindar yakıştırmaları ile Müslümanlar oyalanıp uyutulmaktadır. Ancak uyutulamayan bilinçli bir topluluk Milli Çözüm ve şahsi manevisi üstad Ahmet Akgül tüm oyunları deşifre ederek ülkemizin içinde bulunduğu otorite boşluğunu dolduracak aydınlatıcı fikir ve çalışmalar içinde bulunmaktadır. Çok yakında yaşanacak büyük devrim ve değişimlere öncülük yapacaktır. Siyonizm tüm kartlarını açmışken elbette ordumuz da üzerine düşen mesuliyetin farkındadır. Aziz Erbakan Hocamızın teknoloji harikalarını kullanarak gereğini İnşaAllah çok yakında yapacaktır.

Ayar; güç ve kuvvet sahibi kim görülüyor?
Kur’an’ın emirlerini hayata hakim kılmak ve Kur’anı’ı terk edilmiş bırakmamak için bağımsız bir ruha ve bağımsızlık inancına sahip olmak gerekir. Emperyalistleri güç kuvvet kabul edip onlarla anlaşarak iktidara gelenler ancak onların emellerine alet olurlar. Surei Yasin’in 74. ve 75. ayetlerinde Rabbimiz “(Onlardan) Yardım görürler diye Allah’tan gayrı ilahlar edinip (süper güç sanılan tanrılara, zalim tağutlara ve işbirlikçi iktidarlarına) tutunuverdiler. Ne var ki onların (o sahte ilahların), kendilerine (gerçek anlamda) yardım etmeye güçleri yetmez; (tam aksine) kendileri onlar için hazır bulundurulmuş askerlerdir. [Not: Olur ki yardım görürler, makam ve menfaate erişirler umuduyla, zalim ve kâfir merkezlerin; AB, ABD ve NATO gibi hain güçlerin güdümüne girenlerin, bunların açık ve yaygın zulümlerine alet ve ortak olunmaması için dikkat edilmelidir] buyuruyor.

YIKILACAK
Plan üstüne planlar hep kuruluyor!
Herkes bir taraftan sıkıştırıyor!
İçimizdeki hainler ülkeyi satıyor!
Gelir inşaAllah bir gün sizin sonunuz!
Yıkılır bu zalim ,zulüm düzeni ,
Biter çaresiz yok olur gider !

Ümit Kaynağı
Aziz Erbakan hocamız içinde bulunduğumuz mücadeleyi tanımlarken “Hak- Batıl mücadelesidir bu; Hz. Adem’den (as) beri devam eden” mealinde ifadeler kullanırlardı. Bu mücadelenin her dönem devam ettiğini, hatta kendisine biçilen rolü hala bitirmemiş olanlarla yeni figüranların devam eden tiyatrolarını da Milli Çözüm sayesinde daha iyi anlamış olduk. Ancak göğsümüzü kabartan, vatana bir nebze dahi faydası olanları alınlarından öpecek vefada kıymetli değerlerin de var olduğunu bizzat yaşayandan-anlattıklarından tekrar okumuş olduk. Herşeyi elinde zanneden zavallılara ve elimizde hiçbir şey yok ümitsizliğine düşen kesimlere de yanılgıları hatırlatılmış oldu. Kuvvet kudret sahibi Cenab-ı Hak’tır. Elbette O’nun (cc) taraftarının batılı galebe çalacağı günler de haktır ve yakındır.

B.O.P eşbakanı Erdoğan’ı tanımak!…
Erdoğan-AKP yönetiminin, bütün komşu ülkelerle kavgaya tutuşması, Suriye’de, Ortadoğu’da, Avrupa’da, dış politikasının açmaza sürüklenmesi karşısında, AKP propagandası,Erdoğan’ı Avrupa ve Amerika’ya meydan okuyan lider” olarak gösteren bir kampanya başlatıyorlar.
“Eyy Amerika”, “Ey Avrupa” diye kürsülerden yüksek sesle yaptığı  çağrılara, “Elbette canım. Baksana ABD’ye Avrupa’ya nasıl meydan okuyor. Hangi Cumhurbaşkanı, koca Amerika’ya Avrupa’ya  böyle meydan okudu” diyerek, Erdoğan’ın giderek yıpranan imajını düzeltmeye çalışıyorlar. Ve böylece dış güçlerin bütün isteklerini sinsice yerine getiriyorlar. İslam’ın bütün emirlerini dindarlık rolü ile, yerle bir ediyor. Aziz Erbakan Hocamızın bütün hazırlık ve çalışmalarını boşa çıkarmaya çalışıyorlar.

Peki Erdoğan-AKP hükümetlerinin dış politikasıda ne yapmakta; “Eyy Amerika, Eyy Avrupa” diyerek, Siyonizmin güdümündeki ülkelerin liderlerine meydan okuyor görünürken, izlediği politikalarla emperyalistlerin değirmenine su taşımaktadır? Bu sorunun yanıtı için Erdoğan-AKP yönetimin dış politikasına ve bu politikanın bölgedeki uygulamalarına kısaca da olsa bakalım:
1-) Arap isyanlarında bölgeye siyonistlerin müdahalesi desteklenmiştir: Arap isyanları başladığında Erdoğan Hükümeti, Libya’ya müdahale eden Fransa ve müttefiklerine açıkça hava desteği de vererek müdahaleyi desteklemiştir. Mısır’da ise, Müslüman Kardeşlerin Mısır devrimci güçlerini bölmesine, Mısır halkının deyimiyle “İhvan’ın devrimi çalması”na destek vererek, Sisi darbesinin zemininin oluşturulmasına dayanak sağlamıştır. Böylece Mısır’a ABD’nin yerleşmesinin, bölgede etkisini artırmasının önü açılmıştır. Darbe sonrasında Mısır’la ilişkilerin kesilmesi, Sisi Hükümeti’ne darbecilik suçlaması,…biçimindeki çıkışlarla Mısır Türkiye ile ilişkilerinin bozulmasına zemin hazırlanmıştır.. Ama AKP, asıl hizmeti ABD’nin bölgeye yerleşmesine yapmıştır.   2) Suriye’de ABD ve Rusya’nın bölgeye yerleşmesine hizmet edilmiştir: Suriye ve Irak topraklarında önemli bir genişlikte toprak ele geçirmesiyle iki ülkede de iç savaşta taraf olmasıyla gelişmiştir. 2011’den sonra Irak’ı apar topar terk etmek zorunda kalan ABD; IŞİD’in ortaya çıkmasından sonra yeniden bölgeye dönmüştür. IŞİD ve terör karşısında bölge halkları ABD’nin bölgeye girmesine tepki göstermemiş, tersine olumlu bulmuştur. Bu politika Suriye’ye Rusya’nın yerleşmesini pekiştirmiş, yeni üsler kurulmasının yolunu açmıştır.  
3) Kürtleri ABD’nin yanına itmiş; Kürtlerin egemen olduğu bölgelerde ABD üsler kurmuştur. Dolayısıyla Esad rejimi Türkiye’nin (Suudi  Arabistan ve Katar’la birlikte) tehditleri ve IŞİD saldırılarını püskürtmek, terörist örgütlerle baş edebilmek için Rusya emperyalizmiyle daha da yakınlaşmak, Rusya’ya yeni üsler kurmasına izin vermek ve yeni bağımlılık anlaşmaları yapmak zorunda kalmıştır. Yani Türkiye Suriye ve Irak politikasıyla hem Rusya’nın hem de ABD’nin bölge ülkelerine yerleşmesi ve yeni üsler kurmalarına meşruiyet sağlayıp fırsat vermiştir. Siyonizme ve dış güçlere bundan iyi hizmet olur mu?
Erdoğan;
B.O.P eşbaşkanlığına boşuna seçilmemiş

Şükür ve Teşekkür
Bu ihanet şebekesini destekleyen insanlarımız ne yazık ki Kur’an’ı mehcur ‘edinmekle’ kalmamış kendi akıllarını da mehcur edinmişlerdir.
Okumayı araştırmayı bırakmış nereye gittiğini dahi bilmedikleri bir gemide savrulup durmuşlardır.
Reklam gösteriş yandaş yaygaralarının tuzağına düşmüş akıllarını ihanetçilerin cebine koyup asalak gibi alkış tutmuşlardır.
Bunlardan birine azıcık laf anlatmaya çalıştığımda bana
“One minute diyen kimdi? Dış güçler bizden titriyor, Amerika’yla herkes anlaşmak zorunda, Başın kapalı okuyorsun şükret, Zina yapma sen de suç olmasa da olur, söylediğin anlaşmaları televizyonda hiç duymadım, CHP mi gelsin…”
tarzında eskimiş çürümüş içi boş ezber argümanlar sunmuşlardır.

Ahiret günü bindikleri geminin cehennem limanlarına dayandığını görünce gerçekleri anlayacaklar lakin iş işten geçmiş yolculuk bitmiş olacaktır.

Merhum Necmettin ERBAKAN hocamızı ve davasını, “akpye oy atan kendisine cehennem bileti alır” şeklindeki gayet net uyarılarını ve günümüzde O’nun davasını hakkıyla sahiplenen; Kur’anla, sayısız ispatlarla sayısız yazılarla hakkı haykıran kalemiyle cihad eden muhterem Ahmet AKGÜL hocamızı ve Milli Çözüm ekibini “duymadık bilemedik kandırıldık” gibi bahaneler de asla sunamayacaklardır.

Siyonizmin ülkemizde kurduğu siyaset tiyatrosunu seyredip ihanet, yandaşlık, münafıklık seline kapılmak yerine hamd olsun kiz biz Milli Çözüm ekibi Kur’ana tutunuyoruz.
Kur’anla vicdan rahatlatmıyor Kur’an’ı yaşamaya ve yaşatmaya çalışıyoruz.
Akla bilime fıtrata Kur’ana uygun Adil Düzen İnkılabına gün sayıyoruz.
Bu davada bir çöpümüz dahi olsa ahiretimize kâr sayıyoruz.
Kişisel günahlara şekle örtüye takılmak dini yalnız dinin şiarlarına indirgemek yerine evvela iman evvela cihat evvela Adil bir Düzen diyoruz.

Rabbim bizleri muvaffak eylesin. Şuurumuzu arttırsın ayaklarımızı istikamette sabit kılıp şahsi günahlarımızj bağışlasın. Selâmetle…

HAİNLERİN MİLLETLERİ VE İÇİNE DÜŞTÜKLERİ ZİLLETLERİ!
Hıyanet şebekesinin inkârcıları da istismarcıları da aynıdır.
İnkârcıların ve istismarcıların “GÖRÜNÜŞLERİ” farklıdır, ama “GÖRÜŞLERİ=temel zihniyetleri” aynıdır.
“Hepsi birden Siyonizm’e hizmetkârlık yapmaktadırlar!
İnkârcılar da istismarcılar da Kur’an’ı terk etmişlerdir.
İnkârcılar Kur’an’ı inkâr ederek terk edilmiş bırakırlar
İstismarcılar, Kur’an’ı zahiren ve istismar niyetiyle sahipleniyorlar görüntüsü altında, Kur’an’ın emir ve hükümlerini hesaba katmamakla, dikkate almamakla, tam tersini yapmakla ve temel ölçü edinmemek ve uygulamamakla terk edilmiş bırakmaktadırlar.
Hıyanet şebekesinin dincisi dinsizi, sağcısı solcusu özünde hapsi aynıdır.
Milli Çözüm, hıyanet şebekesinin hainliklerini ortaya koyarak nasıl bir ZİLLET içinde olduklarını göstermektedir!
Hıyanet şebekesinin şebeklerinin şebeklikleri de hainleri düştükleri zilletten kurtaramayacaktır!

Bakış Açısı Kazanmak…
Din istismarı ve inkarı ile işbirliği yapan AKP ve CHP nin demokratur diktası inancında buluşması,

Her türlü ahlaksızlık ve ihanet yasa ve kanunlarında bazen oybirliği bazen danışıklı dövüş ile Siyonizmin lehine politikaların devamının sağlanması,

Sözde milliyetçi bir parti liderinin buna destek olması,

Ve tüm bunları Furkan Suresi 30. Ayette geçen “…Kur’an’ı Mehcur edinmek yani Kur’an’ı terk edilmiş bırakmak” ibaresiyle izah etmek gerçek manada ilim, irfan, fersat, dirayet ve hikmet ehlinin işi olsa gerek.

Gerçek anlamda “bakış açısı kazanmak” deyiminin manasının hissettirildiği bir makale okudum. Teşekkürler.

BU NASIL BİR GÜÇ
Bu nasıl bir güç ki her türlü hesapta kendi hanesine puan yazdırmayı başarıyor.
Nasıl bir güç ki yıllardır içten ve dıştan yıkmak için her türlü hile hıyanet düşünüldüğü halde hala yıkılmadan ayakta durabiliyor.
Nasıl bir sabır ve metanet ki en zor zamanda bitti denilen noktada ayağa kalkıp fetihler gerçekleştiriyor.
Ey Asil Milletimin şeref ve şehadetle yıkanmış kutlu mayası! Kim ne hesap ne hainlik yaparsa yapsın bahtında yazılı kutlu fetihler senindir.
Ey Deccalin evanesi ve işbirlikçi hainler, bu son çırpınışınız!
Artık kutsadığınız sahte mabudlar sizi size terk ediyor.
Mikrobu üreten mikroptan ölüyor!
Mikrop insanlığın başına bela oldu da, bazen mikrop mikrobu da yutuyor!
Sözüm ona ülkücülükle ülkemi satanına..
Sözde dindarıyla dini yozlaştıranına..
Solcusuyla, halkın emek ve ekmeğini çalanına rağmen, müsbet milliyetçiliği, gerçek sosyal adaletle birleştirip, inanç potasında yoğurarak Adil ve Asil Düzeni kurgulayan yüce makam ve kutlu Zat! Şehitlerin, peygamberlerin, velilerin ve mazlum insanlığın hasretle beklediği kutlu zaferin müjdesiyle SELAM OLSUN.

ÖZEL YAZILAR

YORUMLAR

Son Yorumlar
11
0
Düşünceleriniz değerlidir, lütfen yorum yapın.x
Paylaş...