MANEVİ DÜNYAMIZ VE RUHANİ YARDIMCILARIMIZ!
Her insanın iki dünyası vardır:
1- Zahiri-fiziki dünyası: Bedeni, ailesi, çevresi, serveti, etiketi ve etkinliği gibi maddi varlık ve imkânlardan oluşan dünyamızdır ki, bunların çoğu kendi irademiz dışında oluşmakta ve imtihan sırrı olarak sunulmaktadır. Çünkü ülkemizi, kavmimizi, ebeveynimizi, ailemizi, çevremizi, bedeni özelliklerimizi seçip tercih etme hakkı kimseye tanınmamıştır.
2- Manevi ve hayali dünyası: Bu her insanın kendi bakış açısından, özel yaklaşımından, kendi yorumlarından, umut ve ufkundan oluşan dünyasıdır ki, mutluluk veya mutsuzluğumuz da bu hayali dünyamızdan kaynaklanır. Aslında hakiki dünyamız da bu olmaktadır. Ve bu ikinci dünyamız, büyük ölçüde kendi irademizle, hür tercihlerimizle yani niyetimiz ve gayretimizle oluşmaktadır.
Rum Suresi 7. ayeti bu gerçeği vurgulamaktadır.
“Onlar dünya hayatının sadece dış (görünüşü)nü bilirler (maddenin gerçeğinden ve içyüzünden habersizdirler). Ahiretten ise onlar (daha da) gafildirler.” [Not: Dünya’nın, Kâinat’ın ve tüm varlıkların; ●Cenab-ı Hakkın “Nur”unun farklı yoğunluktaki enerji dalgaları, ●Esma ve sıfatlarının tezahür ve tecelli yansımaları, ●Ve her an İlahi sanat ve kudretle yaratılan görüntü boyutları olduğu gerçeğine dikkat çekilmektedir.]
İnanç, ahlâk ve kutlu amaçlardan oluşup olgunlaşan, beslediği umutlar ve ufuklarla yaşayan dünyamız, bizim ayarımızı yansıtan aynamızdır!
Nisa Suresi 104. ayetinde bu gerçeğe işaret buyrulmaktadır.
“(Düşmanınız olan) Topluluğu (takip edip) aramakta (şerli merkezlere ve şeytani kesimlere karşı uyanık ve hazırlıklı olmak ve istihbarat faaliyetleri yapmak hususunda, aleyhinize yazılan internet sitelerini ve gazeteleri araştırıp gerekli tedbirleri almak konusunda) gevşeklik göstermeyin. Eğer siz acı ve sıkıntı çekiyorsanız, şüphesiz onlar (düşmanlarınız) da sizin acı çektiğiniz gibi (çeşitli) acı ve sıkıntı(lar) çekiyorlar. Üstelik siz (çok farklı ve şanslı durumdasınız çünkü), onların (asla) umut etmediklerini Allah’tan umuyorsunuz (dünyada zafer ve izzet, ahirette ise cennet bekliyor ve bunun huzur ve onurunu yaşıyorsunuz). Allah; (her şeyi, niyetinizi, gayretinizi ve teslimiyetinizi hakkıyla) bilip durmaktadır, Hüküm ve Hikmet sahibi olandır.”
Evet; mü’min, müstakim ve mücahit kullar, hem bu dünyamızı kuşatan hem ahirete ve sonsuzluk âlemine uzanan umutları ve ufukları sayesinde, görünüşte sıkıntılı ve imkânları kısıtlı bir ortamda bulunsalar da, gerçekte daha dünyada iken bir cennet hayatını yaşamaktadırlar.
Yani aslında mutluluk, kişinin olaylara ve imtihan şartlarına bakış açısına bağlıdır!
Kur’an-ı Kerim’de Kehf Suresi 66 ile 82 ayetlerinde anlatılan Hz. Musa ile Hz. Hızır olayı bize bu gerçeği hatırlatmaktadır.
“(Hz.) Musa, ona (Hızır’a): ‘Sana öğretilen ilimden; rüşdüme kavuşmam (ve tam olgunlaşıp gerçeğe ulaşmam) için, bana da öğretmek üzere, size tâbi (ve talebe) olabilir miyim?’ diye (sormuşlardı).
O (Zat, Hızır AS) ise: ‘Doğrusu, sen benimle birlikte kalmaya ve (yaptıklarıma katlanmaya) asla sabredip dayanamazsın!’
‘(Bu halini de pek yadırgamam ve kınamam) Çünkü içyüzünü bilmediğin (hikmet ve hakikati öğretilmediğin) bir şeye, nasıl sabredip dayanacaksın?’ diye (hatırlatmıştı).
(Hz. Musa cevaben:) ‘İnşaallah beni sabredici (bir öğrenci) olarak bulursun ve hiçbir konuda senin emrine ve işine karşı gelmeyeceğime (söz veriyorum)’ diyerek (ricasını tekrarlamıştı).
(Bunun üzerine Hızır da:) ‘Eğer sen bana tâbi (ve talebe) olacaksan, (o halde) hatta ki ben herhangi bir konuda açıklama yapmadıkça, sen bana hiçbir şey sormayacaksın (ve karşı çıkmayacaksın)’ diye (uyarmıştı).
Böylece (anlaşınca) kalkıp birlikte yürüyüp gittiler. Nihayet (bir nehir, boğaz veya denizden karşıya geçmek üzere ve kendilerini parasız aldıkları halde) gemiye bindikleri vakit (Hz. Hızır) gemiyi (bir tarafından) delip hasar bıraktı. (Bunu gören ve sabredemeyen Hz. Musa: ‘Ne kötü ve tehlikeli) hayret verici bir iş yaptın. İçindekileri batırıp boğmak için mi gemiyi yaralayıp delik açtın?!’ diye (itiraza kalkıştı).
(Hz. Hızır:) ‘Sen benimle olmaya asla sabredip dayanamazsın, dememiş miydim?’ diye (ikazını tekrarlamıştı).
(Hz. Musa:) ‘Beni, unutarak (bozduğum bir ahdimden) dolayı kınama ve sana (talebe olup bazı gaybi gerçekleri ve hikmet bilgilerini öğrenmem) konusunda (lütfen) güçlük çıkarma!’ diyerek (özür beyanında bulunmuşlardı).
Yine yürüyüp (hikmet ve ibret) yolculuğuna devam ettiler. Derken (arkadaşlarıyla oynayan) bir erkek çocuğuna rast geldiler. O vakit, (Hz. Hızır) o çocuğu (kenara çekip) öldürüverdi. (Bu sefer yine dayanamayan Hz. Musa: ‘İşlediği cinayetten dolayı) Bir cana karşılık olmadan (ve hiçbir suçu ve sorumluluğu bulunmadan, böyle masum bir çocuğu) öldürdün ha!.. (Hayıf ve hayret!) Gerçekten, çok çirkin (ve cezası çetin) bir iş yaptın!’ diye (kızgınlıkla karşılamıştı).
(Hz. Hızır:) ‘Eh, ben sana; doğrusu sen benimle (birlikteliğe) sabredemezsin demedim mi?’ diye (yeniden uyardı).
(Hz. Musa: ‘Ne olur bağışla ve beni bırakma) Eğer bundan sonra bir daha (işine karışır ve) sana (itiraz yollu) bir şey sorarsam, artık benimle arkadaşlığını (sohbet ve irtibatını) kes… Çünkü o takdirde, beni (sahabelik ve talebelikten) azletmeye geçerli bir mazeretin olacak’ diye (son bir fırsat talebinde bulunmuşlardı).
Tekrar yola koyulup yürüdüler. Derken bir belde halkına uğrayıp, onlardan yiyecek istediler. Ama onlar, kendilerini misafir etmekten çekindiler. (Oradan ayrılırken yol üstünde) Yıkılmak üzere olan harabe bir duvara rast geldiler, (Hz. Hızır hemen işe koyulup o duvarı tamir etti ve) düzeltti. (Hz. Musa ise:) ‘Eğer isteseydin, bu yaptığın işe karşılık bir ücret alabilirdin! (Bizi misafir etmekten çekinen böylesine cimri bir topluma bu iyiliğin ne gereği vardı?’ diye sormuşlardı.)
(Bunun üzerine Hz. Hızır:) ‘İşte bu (son itirazın) artık ikimizin arasının açılmasının ve ayrılmamızın (sebebidir). Ama şimdi sana, (o itiraz ve isyan ettiğin ve) sabretmeye tahammül edemediğin şeylerin te’vilini (iç yüzünü, kader ve gayb hikmetini) haber vereyim’ buyurmuşlardı.
‘O (deldiğim) gemi var ya; denizde çalışan bazı yoksulların (geçim kaynağı) idi. Ben onu (kasıtlı olarak) yaralayıp deldim. Çünkü onların ötesinde (peşlerinde), her sağlam gemiyi zorla gasp eden bir hükümdar (fırsat beklemekteydi. Hasar verdim ki, bu gemiye tenezzül etmesin. Onun yoksul olan sahipleri de, kolayca tamir edip işlerine devam etsin.)’
‘(O öldürdüğüm) Oğlan çocuğuna gelince: Anne ve babası mü’min (ve hayırlı) kimselerdi. Bu çocuğun ileride bunları azdırması ve küfre kaydırması (yolundaki İlahi ikaz ve işaretle) duyduğum haşyet ve endişe (üzerine, manevi emirle onu öldürüverdik.)’
‘Ve böylece: Rablerinin bunun (oğlan çocuğunun) yerine, onlara (ahlâki ve akli) temizlik (ve seçkinlik)te daha hayırlısını, merhamet ve şefkate daha yakın (İslamiyet’e ve insaniyete daha yatkın) olanını vermesini diledik.’ (Öldürülen çocuk da, cehennemden kurtulup cennete gidecektir.)
‘(O ücretsiz tamir ettiğimiz) Duvara gelince: (Burası,) O kasabadaki iki yetim oğlanın (malıy)dı. (O duvarın) Altında, onlara ait olan (kendilerine miras ve emanet bırakılan) bir define-hazine vardı. Babaları da salih (bir insandı). İşte bu yüzden, Rabbin diledi ki, o çocuklar rüşdlerine erişinceye ve kendi hakları olan hazineye sahiplik edinceye kadar (bu duvar yıkılmasın ve hazine başkalarınca kapışılmasındı). Bu, Rabbinden bir rahmet (inayet ve hikmet sebebi ve sonucu) idi… Ben bunların hiçbirini kendiliğimden (nefsi heves ve hedefimden) yapmış değilim. İşte senin sabretmeye takat getiremediğin bu işlerin te’vili (gerçek nedeni, hikmet ve hakikati ve kader bilgisi) bu idi’ demişti. [Not: Bu kıssada, Hz. Musa şeriat ve adalet ölçülerini takip etmekte, Hz. Hızır ise İlahi Kader ve Hikmet Gizemini temsil ve tebliğ etmekteydi. Yani Mevlâ’mız bizlere Hz. Musa ile Hz. Hızır hadisesiyle bazı musibet ve felaketler sürecinde zahiri hükümlerle amel etmeyi, ama gizli kader hikmetiyle düşünüp değerlendirmeyi öğretmekteydi.]”
Evet, Hz. Musa ile Hz. Hızır, görünüşte aynı olaylara şahit olmalarına rağmen, bakış açıları ve yorumları nedeniyle çok farklı duygular yaşamışlardı.
Olayları hayra yormak, huzurun anahtarıdır!
Hz. Peygamber Efendimiz (SAV): Tefaül (bir şeyi hayra yormak, uğurlu saymak ve hikmet aramak) Rahman’dan; ama teşe’üm (kötü ve uğursuz saymak ve umutsuzluğa kapılmak) ise şeytandandır. Bu nedenle bir şeyi (zahiren felaket zannedilen hadiseleri) uğursuzluğa yorup (umutsuzluğa ve huzursuzluğa) kapılmayın, her şeyi hayra yorun (ve her şeyde hikmet arayın!) (Beyhaki, Taberani) buyurmuşlardır.
Enfâl Suresi 43 ve 44. ayetlerinde, Kutlu Bedir Harbi öncesinde, müşriklerin sayısını mü’minlere olduklarından daha az… Aynı şekilde mü’minleri de müşriklere daha az gösterdiğini… Ancak yorum farkı ile bunun mü’minlere yaradığını hatırlatmaktadır.
“Hani Allah, onları (düşman ordularını) Sana uykunda (sayıca) az gösteriyordu; eğer Sana (onları) çok gösterseydi, kesinlikle yılgınlığa kapılacaktınız ve (cihadla ilgili) işler konusunda gerçekten çekişmeye başlayacaktınız. Ancak Allah (mü’min mücahitlere) esenlik (kurtuluş) bağışladı (ve onları bu durumdan kurtardı). Çünkü O, elbette sinelerin özünde saklı duranı Bilendir.
Karşı karşıya geldiğinizde, Allah, ‘olacağı olan (takdir buyrulan) işi gerçekleştirmek’ için, onları (düşmanları) gözlerinizde az gösteriyor, sizi de onların gözlerinde azaltıyordu. (Böylece siz onları güçlü görüp ürkmüyor, onlar ise sizi zayıf görüp tedbirsiz davranıyordu.) Ve (bütün) işler Allah’a döndürülmektedir. (Herkesin ve her şeyin hesabı O’nun huzurunda görülecektir.)”
Hakikat ve hidayet ehlinin, cahil ve gafil kimselerin sahip oldukları mal, makam ve imkân gibi şeylere yerinmeleri kınanmış ve yasaklanmıştır.
Taha Suresi 131. ayeti bu uyarıyı yapmaktadır:
“(Ey Nebim!) Onlardan bazı gruplara (inkârcı ve münafık takımına), kendilerini denemek (üzere fitne olması) için yararlandırdığımız dünya hayatının süsü olan iştah çekici benzer şeylere gözünü dikme. Senin Rabbinin rızkı daha hayırlı ve daha devamlıdır.”
İnsanı küfre ve nankörlüğe götüren şu beş basamaktır:
1- İştiyak, 2- İhtiras, 3- İtiraz, 4- İsyan, 5- İnkâr.
1- İştiyak duyma: Bir dünyalık nimete ve nefsani zevke aşırı arzu ve istek duyan, onu elde etmek için, bazen gaflete dalıp haram ve haksız yöntemlere başvurmaktadır.
2- İhtirasa kapılma: Bu aşırı istekler, eğer ihtiras tutkusuna dönüşürse, kişi hırsla ve hınçla, dünyalık arzularının peşine takılacak, hak ve ahlâk kavramlarını hiçe sayacaktır.
3- İtiraza başlama: Şiddetle arzuladığı ama yeterince ulaşamadığı nimetlerin veya yetkilerin, başkalarına verilmesini kıskanacak, kendisine vefasızlık ve haksızlık yapıldığı zannına kapılacak ve şeytan gibi itiraza başlayacaktır.
4- İsyana kalkışma: Ardından, içindeki bu itirazları açığa vurup açıkça isyana kalkışacak; Rabbine, Resulüne ve itaatle görevli olduğu emirine cephe açacak, kendisinin haklı, ama herkesin haksız olduğunu savunacak ve saldıracaktır.
5- İnkâra kayma: Bu, iştiyak, ihtiras, itiraz ve isyan basamaklarından aşağı inerek esfeles safiline yuvarlanan insan, sonunda inkâr (küfür ve nankörlükle) gayyasına yuvarlanacaktır. Allah korusun. Âmin.
Oysa dünya, bir görüntüler yumağıdır!
Dışarıda, yani dünya dediğimiz ortamda ve tüm kâinatta; sadece ÖZ NUR’un çok farklı tabakalardaki dalga boyutlarından, İlahi esma ve sıfatların yansımalarından başka bir şey bulunmadığı… Görüntü, ses ve zevklerin beyinlerde oluştukları; aslında gören, işiten ve lezzetlenenlerin “RUH”lar oldukları gerçeği bugün bilimsel deneylerle kanıtlanmıştır. İşte bu görüntüler uğruna; ihtiraslara, itirazlara, isyanlara kalkışıp inkâra kaymak en büyük hüsrandır. Ve elbette asıl dünyamız, gönül ikliminde ve ruh ülkemizdeki, imanî ve insanî duygularımız, umutlarımız ve kutlu ufuklarımızdır.
Kâinatta da dünyada da, savaşta da barışta da, sağlıkta da hastalıkta da, varlıkta da darlıkta da, her ortamda ve tüm zamanlarda, TEK YARATICI ve gerçek iş yapıcı Allah’tır; insanlar sadece niyet ve gayretlerinin, tercih ve temennilerinin karşılığını alacaktır!..
“Allah, göklerin ve yerin nurudur. O’nun nurunun misali (bir örneği), içinde (parlak ışıklı) fitil bulunan bir lamba benzeridir; (o) lamba da bir sırça (cam fanus-ampul) içerisindedir; (o) sırça (ampul ise), sanki incimsi bir yıldızdır ki; (içindeki parlak ışık) doğuya da batıya da ait olmayan (benzeri bulunmayan) kutlu bir zeytin ağacından tutuşturulmuş (gibidir; bu öyle bir ağaç ve nurani bir kaynaktır ki) neredeyse ateş ona dokunmasa da yağı (enerji akımı) ışık verir. (Açıkça elektrik enerjisine benzetilmektedir. Bu,) Nur üstüne nur (aydınlık, kolaylık ve huzur)dur! Allah, (gerçeği arayan ve çabalayanlardan) kimi dilerse onu Kendi nuruna (hidayet ve hikmet yoluna) yöneltip-iletir. Allah insanlar için (işte böyle) örnekler verir. Allah, her şeyi Bilendir.” [Not: Bu ayet; kâinatın ve bütün varlıkların, İlahi Nur’un farklı tecellilerinden ve atomik enerjinin değişik dalga boyutu tezahürlerinden yaratıldığına; ayrıca elektriğin alternatif akımına ve sinüs dalgasına işaret etmektedir.] (Nur Suresi 35. Ayet)
“Göklerde ve yerde olan ne varsa (her türlü ihtiyacını) O’ndan ister. O (Allah CC) her gün (her an farklı) bir “şe’n”de (ayrı bir işte ve meşguliyettedir. Her şeyle ve herkesle bizzat ilgilenmektedir).” (Rahmân Suresi 29. Ayet)
“(Unutmayınız ve haddinizi aşmayınız ki) Âlemlerin Rabbi olan Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz! (Öyle her arzu ettiğinize erişemezsiniz. Zira her şey Allah’ın elinde ve takdirinde bulunmaktadır.)” (Tekvir Suresi 29. Ayet)
Maddenin Aslı ve Hayatın Sırrı
Evet; Allah (CC) Kendi Nurundan, önce Efendimiz Hz. Muhammed Aleyhisselam’ın nurunu yarattı. O nurdan da diğer Enbiya-ı izamı, Melaike-i kiramı ve cümle insanları ve diğer mahlûkatı varlığa çıkardı. Böylece Hadis-i Kudsi’de buyrulan: “Ben gizli bir hazine idim. Bilinmek (kudret ve nimetlerimi göstermek) için; bütün mahlûkatı halk eyledim…” hakikatini aşikâr kıldı.
Elbette maddi olarak da kâinat vardır, tabiat vardır, işte bütün kâinat ve mevcudat Allah tarafından yaratılmış harika sanat eserleri konumundadır. “Bu âlem, bu evren yoktur, sadece hayali bir görüntü söz konusudur!” diyen bazı filozof takımı ve sofestai sapkınları yanılmakta ve inkâra kaymaktadır. Ancak insanların; Allah tarafından yaratılan bu mevcudatın ve mahlûkatın dünyada iken kendisiyle, yani maddesiyle muhatap olduğunu sanması bir yanılgıdır. Çünkü zahiren gördükleri, işittikleri, temas ettikleri, dokunuverdikleri ve hissettikleri, o şeylerin ve nimetlerin kendileri değil, karanlık beyninde şekillenen enerji seslerin, resimlerin ve lezzetlerin bizzat yaşanmışlık hissine çevrilen algılarıdır. İnsanoğlu ancak ahirette ve özellikle cennette bu nimetlerin hakikisine ve bâkisine (daimisine) muhatap ve malik olacaktır. Allah (CC) bu imtihan sahasında iken, fani dünyanın geçici ve cüz’i kısmına bile kullarının madden sahip ve malik olmasını, Kendi Zatına ve “Malikü’l-Mülk=Mülkün tek ve gerçek sahibi” sıfatına yakışır bulmamıştır. Bu nedenle sadece eşyanın beynimizde oluşan ve gerçek sanılan görüntüleriyle muhatap kılmıştır.
Şimdi iz’anla ve insafla tartıp söyleyelim: Bu fani algılar ve duygular için; harama bulaşmaya, haksızlık yapmaya, günahlara dalıp ahiretimizi yıkmaya, kalp kırmaya ve Allah’ın rızasını, rıdvanını, sonsuz ve kusursuz cennet hayatını elimizden kaçırıp, korkunç cehennem azabına müstahak olmaya değer mi? Bu akıl kârı mıdır? Çünkü bu dünyada sadece fani görüntüleriyle irtibat kurduğumuz maddi nimet ve faziletlerin, asıl gerçeğine ve ebedi zevkine inşaallah cennette malik ve muhatap olacağız.
Bu Algı Gerçeğinin En Kesin Kanıtı Rüyalardır!
Çünkü bunların benzerlerini insanlar rüyalarında da sık sık görüp yaşamaktadır. Rüyalarında da evleri, çok süratli arabaları, son derece değerli mücevherleri, tomar tomar dolarları, yığın yığın altın ve gümüşleri olmaktadır. Rüyalarında da yüksek bir mevkide bulunurlar, binlerce kişinin çalıştığı bir fabrikaları olur, pek çok insana hükmedebilecek bir güçleri olur, herkesin hayran kaldığı kıyafetler içinde dolaşılır… Ancak nasıl rüyada sahip oldukları ile övünmek onları komik duruma düşürürse, aynı şekilde bu dünyada muhatap oldukları görüntüyle övünmek de bundan farksızdır. Rüyalarında gördükleri de, bu dünyada muhatap oldukları da sonuçta zihinlerindeki birer görüntüden ibaret algılardır. Bunun gibi dünyada yaşadıkları olaylara gösterdikleri tepkiler de, gerçeği anladıklarında, bu insanları utandıracaktır. Kendini kaybetmiş şekilde kavgaya tutuşanlar, bağırıp çağıranlar, dolandırıcılık yapanlar, rüşvet alanlar, sahtekârlık tasarlayanlar, yalan konuşanlar, cimrilik yapanlar, insanların canını yakanlar, onları dövüp sövmeye kalkışanlar, gözü dönmüş saldırganlar, içleri makam mevki hırsı ile dolu olanlar, haset ve hıyanet planlayanlar, gösteriş yapmaya çalışanlar, kendilerini yüceltmek için uğraşanlar ve diğerleri, bir hayal içinde bunları yaptıklarını fark ettiklerinde rezil olacaklardır.
“Cündüllah”, Allah’ın Orduları, manevî ve melekî güç odakları!..
Cündüllah; Allah’ın Ordusu anlamını taşıyan Arapça bir tamlamadır. Asker, ordu, yardımcı ve destek çıkıcı, manevî ve melekî güç kaynağı, velayet mertebesindeki ruhanilerin ve şehitlerin yardımı anlamındaki CÜND kelimesi Kur’an-ı Kerim’de 7 yerde tekil, 22 yerde ise çoğul (cünud) şekliyle kullanılmıştır.
“(Böylece) O (Allah CC) imanlarını bir kat daha arttırsınlar diye mü’minlerin kalplerine sükûnet (huzur, itminan ve emniyet) indirdi (ve indirecektir). Göklerin ve yerin orduları (elbette) Allah’ındır. Allah (CC) her şeyi (nasıl yapacağını en iyi) Bilendir; Hüküm ve Hikmet sahibidir.” (Fetih Suresi 4. Ayet)
“(Cenab-ı Hakk bütün bu va’ad ettiklerini yerine getirmeye Kâdir’dir. Zaten) Göklerin ve yerin (içindeki gizli ve özel) orduları Allah’ın (emrinde)dir. Allah Azîz ve Hâkim’dir. (Sınırsız kuvvet, hâkimiyet ve hikmet sahibidir.)” (Fetih Suresi 7. Ayet)
“(Ey Nebim!) Hani o zaman Sen mü’minlere: ‘Rabbinizin size meleklerden indirilmiş üç bin kişiyle yardım iletmesi size yetmez mi?’ diye (uyarıvermiştin).
Evet, eğer (siz Hakk ve hayır yolundaki sıkıntılara) sabrederseniz, (günahlardan da) sakınırsanız ve onlar (düşmanlarınız) da aniden üstünüze (saldırırsa yine) Rabbiniz size meleklerden nişanlı beş bin kişiyle (yani görmediğiniz, ama hissettiğiniz manevi desteklerle) yardım eriştirecek ve imdadınıza yetişecektir.
Allah bunu (melekler ve manevi güçlerle yardımı) size ancak bir müjde olsun ve kalpleriniz bununla tatmin bulsun diye yaptı. (Yoksa) ‘Yardım ve zafer’ (nusret) ancak, Üstün ve Güçlü, Hüküm ve Hikmet sahibi olan Allah’a aittir. (O’nun indindedir.)” (Âl-i İmrân Suresi 124-125-126 Ayetleri)
“Hatırlayın ki, o vakit siz Rabbinizden yardım dilemiştiniz de, O da hemen (Peygambere), ‘Ben peş peşe (inen) bin melek ile size yardım edeceğim’ diyerek duanıza icabet etmişti.
(Aslında) Allah bunu, sadece bir müjde olması ve kalplerinizin tatmin bulması için yapmıştı; (yoksa) Allah’ın katından başkasında nusret (zafer ve yardım) yoktur. Hiç şüphesiz Allah Üstün ve Güçlü olandır, Hüküm ve Hikmet sahibidir.” (Enfâl Suresi 9-10 Ayetleri)
Bu ayetlerin açık bir kanıtı olarak; manevi ordulardan destek alındığına, mücahit mü’minlere karada, havada, denizde ve istihbaratta sahip çıkıldığına dair, Erbakan Hocamızın üstün gayret ve cesaretiyle ve Kahraman Ordumuzca başlatılıp başarılan 1974 şanlı Kıbrıs Harekâtı’mızda… Ve şimdi bütün süper şeytanlara meydan okuyan ve çaresiz bırakan HAMAS’lı mücahitlerin destansı direnişleri sırasında da rastlandığına dair onlarca görgü tanığı vardır!..
1974 Kıbrıs Çıkarması ve Haydar Baba’nın İhbarı!
Milli Selamet Partisi’yle Bülent Ecevit CHP’sinin koalisyon dönemiydi. Haçlı AB’yi arkasına alan Yunanistan ve Yahudi Lobileri destekli EOKA’cılar Kıbrıs’ı tamamen ele geçirme ve bir soykırımla Türkleri tüketme hevesiyle bir darbeye girişmişlerdi. Rahmetli Erbakan Hoca; Hükümet ortağının ayak diremesine rağmen, Kahraman Komutanlarımızın da desteği ile Kıbrıs’a müdahale kararı vermişti. Biz, 19 Temmuz 1974’te Muhterem Mürşidimiz Haydar Baba’yı ziyarete gitmiştik. Bütün ülke bu konuya kilitlenmiş ve kenetlenmişti. Ben Mürşidimizin bu gelişmelerle ilgili detayları bizden soracak diye beklerken, hiç ilgilenmemesine ve konuya değinmemesine hayret etmiştik. Derken yatsı namazı cemaatle kılınıp zikir ve fikir sohbetlerinden sonra, Haydar Baba, tekkeden çıkıp kendi odasına çekilirken bana dönerek: “Kıbrıs davamıza ilginizi ve gayretinizi tebrik ederim, ama endişelenme, şanlı bayrağımızı Kıbrıs’ın Beşparmak Dağlarına diktik!” deyince şaşırıvermiştim. Çünkü çıkarma henüz gerçekleşmemişti ve ben “Beşparmak” dağlarını hiç işitmemiştim. O gecenin sabahında, saat 06:05’ten sonra 20 Temmuz 1974 tarihinde, radyolar, “Kıbrıs Harekâtı’mızın başarıyla devam ettiğini ve Beşparmak Dağlarına Al Bayrağımızın dikildiğini” haber vermekteydi.
20 Temmuz 2023’te 70 yaşında olan Kıbrıs Harekâtımızın Kahraman Gazilerinden Abdulkadir Kurt, sürücüsü olduğu TANK’ı Beşparmak dağlarına nasıl çıkardığını ve o sarp kayalıkları nasıl aşırdığını TV kanallarında nakletmişti. Bu olay İlahi bir destek sayesinde yaşanmıştı, çünkü normal şartlarda imkânsız bir şeydi…
Elbette bize düşen, Enfâl Suresi 60. ayetinde emredildiği üzere, çağın şartlarına ve ihtiyaçlarına göre, düşman saldırılarına karşı her türlü hazırlığımızı yapmak, sonra da Allah’a sığınmaktı.
“Onlara (gizli, açık düşmanlara) karşı gücünüzün yettiği kadar (bütün imkânları kullanarak siyasi, askeri ve iktisadi her türlü) kuvvet ve bağlanıp beslenen atlar, (bugün ise üretilip devamlı bakımı yapılan uçaklar, füzeler ve tanklar) hazırlayın. Ki bunlarla Allah’ın ve sizin düşmanlarınızı ve Allah’ın bildiği (ama) sizin bilmediğiniz diğer (gizli şer ve nifak odaklarını) korkutasınız (ve caydırıcılık gücüne sahip olasınız. Bu konuda cimrilik ve tedbirsizlik yapmayasınız). Allah yolunda (cihad uğrunda ve milli savunma amacıyla) her ne harcarsanız, (nasıl bir katkı sunarsanız, o ahirette) size tam olarak ödenir ve asla haksızlığa uğratılmazsınız. (Allah adalet sahibidir.)” (Enfâl Suresi 60. Ayet)
Haydar Baba Hazretleri Tepecikli Mehmet Baba Hazretlerinden aktarmış, Rahmetli Molla Ahmet (Hacıbekiroğlu) Hocamız da bir tefsir sohbetinde bizlere anlatmıştı:
Ben askerdim ve savaştaydık. (Tahminen 1891 Osmanlı-Bulgar çatışmalarıydı…) Savaş sırasında düşman saldırıları sonucu yoğun bir şekilde askerimiz zayiat veriyordu. Ben nöbetçiydim, gece vakti bir ara dikkatimi çeken nurlu ve aydınlık bir çadıra vardım. Çadırda garip ve acayip üç kişi bulunuyordu. Beni bulundukları çadıra çağırdılar. Çadırda bulunanlar sanki hiç savaş olmuyor ve biz asker kaybetmiyormuşuz gibi davranıyor, sürekli önlerinde bulunan Kur’an-ı Kerim’in tefsiriyle uğraşıyorlardı. Bu durum sabaha kadar devam etti. Bir ara çadırda bulunanlardan birisi diğerine: “Bir araştır bakalım şehit var mı?” diye sordu. Dışarı bakan kişi “Henüz şehit yok!” diyordu, hâlbuki o anda yoğun asker kaybı hâlâ devam ediyordu. Belli bir süre geçtikten sonra çadırdaki ilginç Zat gene sordu: “Bak bakalım şehit var mı?” diye tekrar sordu, diğeri “Tek tük şehit var!” şeklinde yanıtladı. Bir süre daha geçince o şahıs diğerine tekrar sordu: “Git bak bakalım şehitler var mı?” deyince diğeri: “Evet şehitler artmaya başladı!” haberini aktardı. O şahıslar bana dönüp üzerinde Ayete’l-kürsi olan bir mühür verdiler ve bunun bana hediye olduğunu belirttiler. Ve bana “Biz dönünceye kadar sakın bu çadırdan ayrılma ve dışarı çıkma!” diye tembihte bulunup çadırdan ayrıldılar.
Ama ben dayanamayıp merakla çadırdan dışarı bakınca o üç şahsın düşmanlara karşı o güne kadar hiç görmediğim silahlarla saldırmaya başladıklarını ve ateş püskürten, düştüğü yerde yangınlar ve patlamalar meydana getiren, hiç görmediğim özel silahlar sayesinde düşman saflarını hezimete uğrattıklarını gördüm ve galibiyet sevinciyle yanlarına yaklaşıp olanları izlemeye başladım. Görünürde bizim askerimiz savaşıyor ve galip geliyor zannediliyordu, ancak düşman saflarına bütün zayiatları o üç Zatın verdiğini izliyordum. Sonunda o gizemli Zatların yardımıyla ordumuz zafere ulaştı, düşman beklenmedik bir hezimete uğramıştı. Galibiyet sevincinden unutup terk ettiğim çadırı hatırlayıp acele geri döndüğümde yerinin bomboş olduğunu gördüm ve şaşkınlığım geçince manevi görevlilerin (Meleklerin ve Ruhanilerin) imdadımıza geldiğini anladım.
Rahmetullah Hacı Haydar Baba Hazretleri O Ayete’l-kürsi mührünün hâlâ Muhammet Baba’da bulunduğunu da vurgulamıştı.
Nacaran (Baltaşı) Köyündeki Tepecikli Mehmet Baba (KS) Hazretleri! (Tahmini 1870- 1945)
Aslen Elâzığ Maden ilçesinin Gezin beldesine bağlı ve Seyyid Muhammed Kattali Hazretlerinin makamı karşısındaki TEPECÜK köyünden olup, daha sonra Baltaşı (Nacaran) köyüne taşınmış, evliyaullahtan bir zattır. Kendisi Hacı Ömer Hüdai Hazretlerinin halifeleri arasındadır. Muhterem Mürşidimiz Haydar Baba Hazretleri kendileriyle ıssız bir yerde çileye oturmuşlardır. Çok hikmetli ve ibretli anıları vardır.
Hacı Ömer Hüdai Hazretleri (1821-1905)
Aslen Elâzığ-Harput’a bağlı MÜRÜ köyünden olup, Harput Medreselerinde eğitimini tamamladıktan sonra 1842’de askerlik görevi için Erzincan’a varmıştır. Bu sıra meşhur Erzincanlı Terzi Baba ile tanışıp, manevi eğitim halkasına katılmıştır. Daha sonra şeyhinin tavsiyesiyle Arapkirli Ömer Nurani Hazretlerine talebe olmuşlardır. Ardından bu zatın tavsiyeleriyle Urfalı Seyyit Osman Avni Hazretlerine bağlanmış ve feyiz almışlardır. İrşat hizmetlerini Elâzığ Altınova’daki Bingöl karayolu 16. kilometredeki Kövenk (Güntaşı) köyünde sürdürmüştür, türbesi de buradadır. Rahmetli Dedem Alişamlı Sofu Ahmet Efendi (1852-1937) ile özel bir dostlukları anlatılır.
Hacı Haydar Baba Hazretleri (1906-1979)
Elâzığ’ın Palu Kazasında 1906 tarihinde dünyaya geldi. Babası derviş bir kişi olan Mübaşir Cemil Efendi, henüz çok küçük yaşlarda Onu zikir ve sohbet meclislerine götürürlerdi. Oğlu ilim ve irfan ehli olsun diye Onu Cemşidiye Medresesine verdi. Haydar Efendi, 7 yaşında annesini, 10 yaşında ise babasını kaybetti. Sonra ablası Leyla Hanım’ın ve eniştesi Berber Osman Efendi’nin himayesine girdi. Bu süreçle ilgili çok acı hatıralarını bize nakletmişlerdi.
Cemşidiye Medresesi Hocalarından, Molla Selim Efendi’den bir sohbetinde, İhlas-ı Şerif okumanın sevabını dinleyince, her gün binlerce okumayı adet edindi. Henüz 16 yaşında iken, bir gece namazından sonra, şeytan-ı lain, Japonların Sumo Güreşçilerine benzer toparlak bir insan görünümünde gelip arkadan Haydar Baba’yı sıkıştırıp pes ettirmeye girişti. Ama Allah’ın izniyle sürekli İhlas-ı Şerif ve Kelime-i Tevhid zikriyle şeytanı eritip ezmiş ve kaçmaya mecbur ettiğini söylemişti.
Haydar Efendi: 17 yaşında Savunalı Mehmet Baba’ya intisap etti. Uzun yıllar berberlik mesleğini sürdürdü ve müşterilerine nasihatler verdi.
Nihayet askere gitti. Gündüzleri asker ve subayları tıraş eder, geceleri ise kışlaya yakın Çoban Baba türbesinde geçirirdi. “Allah’ın bana en büyük ikramı, hayatımı kulluk şuuru ve ibadet huzuru ile geçirmemi nasip ve müyesser etmesidir” derdi.
Askerlik dönüşü Savuna’da itikâfa girdi ve rüyasında “azgın Murat suyunu geçtiği ve sırtındaki içli köfte sepetinden herkesin nasiplendiği” müjdesini görmüşlerdi. 1945 yılında Kütahya’ya sürgün edildi. Sürgün hayatı dönüşü on binlerce insanın ibadet ve istikamet yoluna girmesine öncülük eden çok mühim ve Mürşid-i Kâmil bir şahsiyettir.
Vefatına yakın yanında, hatırlatma babında sesli Kelime-i Tevhid getiren oğlu Cemil Efendi’ye; gözlerini son kez açıp: “Bu tavrınla huzurumu bozarsın… Çünkü Rabbimle aramıza engel olmaktasın… Ya sen bizi şimdiye kadar her an kiminle sanırsın?!.” buyurup ikaz etmiş, ardından Rahmet-i Rahman’a yürümüşlerdi.
Kadiri Tarikatı; Nefsi terbiye ve tezkiye etmeye yoğunlaşmak suretiyle, Ruha Nefsin 7 makamını aşırma ve olgunlaştırma yolunu esas almıştır. Nakşibendi ise: Kalbin 10 Letaifinin (Nurani basamağının) güçlendirilmesini esas almıştır. Yani Kadirilik; azgınlaşıp üstünden atmasın diye, binilen atı zayıflatmayı, Nakşilik ise; biniciyi güçlendirip ata hâkim olmayı amaçlamıştır. Mürşid-i Kâmil Haydar Baba; hem Nakşi, hem Kadiri icazetli olup, yani hem nefsi zayıflatma, hem kalbi güçlü kılma yolunda çabalamıştır. Milli Çözüm ise, bunların yanında “aklı” da her an uyanık ve çalışır tutmak, Hakkı hâkim kılmak üzere devamlı cihad şuuruyla, ilim ve irfanla, Kur’an-meal okumakla ve tebliğ yapmakla, “Hikmet” ufkuna doğru birlikte yol almaktadır.

Önecelikle
1-Zahiri ve fiziki dünyamız
2-Manevi ve hayali dünyamız
devamında 5i formülü ile kendimizi tanır kulluğumuzun önemini bildikten sonra Rabbimizin bizlere her hangi bir konuda nasıl destek vereceğini anlamış oldum
Biz Rabbinden ümidini kesmeyenlerden olmak zorundayız! “Ümidi gidenin canı gider, ümit imanın canıdır” ilkesini Üstadımızdan öğrendik. Biz zorda kalınca, “Ya Rabbi, üstümüze sabır yağdır ve ayaklarımızı sabit tut” demekle mükellef olduğumuz gibi; herkesce imrenilen zaferlere ve müjdelere eriştiğimizde ise “Dileğimiz bağışlanmadır!” diyen ve “Ya Rabbi, bizleri Müslüman olarak öldür ve bizleri salihlere kat” dualarına yapışanlar olmalıyız. Bu fani imtihan aleminden gerçek aleme geçişte acıların ve kahırların gerçeğine muhatap olmak istemiyoruz. Biz tüm lezzetlerin gerçeğine; sohbeti Resullullah’ın, Rüyetullah’ın olduğu menzile varmak istiyoruz. Mevlamız nail eylesin. Amin.
İnsanoğlu çoğu zaman zahiri-fiziki dünyalarında kendilerince biraz daha rahat edebilmek için gerçek dünyaları olan manevi ve hayali dünyalarının değerlerinden çok büyük tavizler verirler. Artık öyle bir hale gelirler ki manevi dünyalarını verip zahiri dünyalarını satın alırlar ve bununla mutlu olacaklarını sanırlar ama yanılırlar. Çünkü mutluluğu kaynağı manevi dünyalarında saklıdır ama onu tamamen satıp ellerinde hiç bir şeyleri kalmadığı için hiç bir zaman mutluluğu bulamazlar. O yüzden eski kralların hayatından daha fazla lüx ve konfor içinde yaşayan insanlar, eski müstakil evlerde zahiren dar sıkıntılı hayat yaşayan insanların mutluluklarını görüp imrenmekte ve onların bu hallerine şaşırmaktadır.
Hz. Hızır ve Hz. Musa kıssasından anladığımız ise eğer hikmet ehl-i bir zatı kendine rehber edindi ise sabır göstermen gerektiği eğer ki gösteremez isen, dersinden tam verim alamayabilirsin.
Tarihimizdeki savaşların genelinde hiç bir zaman sayıca ve silah üstünlüğü inanan insanların elinde olmamış bir çok savaş meydanında her zaman azınlıkta olunmuş ve Allah’ın manevi ordularının desteği ile kazanılmış asr-ı saadette mute savaşında nasıl yüz bin kişilik Bizans ordusuna karşı üç bin kişilik ahzap ordusu mert ve yiğit bir şekilde savaşıp o güçlü ordu karşısında aslında zafer sayılacak az zaiyyatla Medine’ye dönen islam ordusu ise bunun tarihimizde sayısız örnekleri vardır.
Ama asıl destanı Gazzeli mücahitlerin başlatarak, Aziz Erbakan Hocamızın üstün askeri teknolojik silahları ile bu aziz ve asil Türk ordusu ile tüm dünyayı dize getirip İsrail’i tarihin çöplüğüne gönderdiğimizde tüm dünya buna şahit olacak ve bu gücün karşısında diz çöküp teslim olacaktı. BU YENİ BİR DÜNYANIN KURULMASI İLE TAÇLANACAKTI.
Dünyevi ve uhrevi yaşamımızın CENNET olmasına büyük katkı sunan bu makale için şükranlarımı arzediyorum.
Makalede kaleme alınan şu ifadeyi hatırlatmak istiyorum: ” … İnanç, ahlâk ve kutlu amaçlardan oluşup olgunlaşan, beslediği umutlar ve ufuklarla yaşayan dünyamız, bizim ayarımızı yansıtan aynamızdır! … ”
Günümüzde; bir kesim var ki , biz efendiyiz ve bütün insanlar kölemizdir düsturuyla şeytani bir düzenin kurucusu ve devam ettiricisi olmuşlar, bir kesim de var ki insanların en hayırlısı insanlara faydası dokunandır gayesiyle ve Al-i İmran suresi 110. Ayetinde rabbimizin buyurduğu : ” Siz (sadece Müslümanlar için değil, bütün) insanlar için çıkarılmış en hayırlı bir ümmet oldunuz. (Çünkü siz, ülkenizde ve yeryüzünde) Ma’rufu (Hakkı ve hayrı) emredip yürütecek, münkeri (zulmü ve kötülükleri) nehyedip önleyecek (bir Adil Düzen kurmaya) çalışırsınız. Ve Allah’a (tam) iman edip (bağlanırsınız). … ” ayeti mucibince Rahmani bir düzen kurulsun insanlık saadet ve huzur bulsun inanç ve ahlakıyla ve böylesi kutlu amaçlarla Kur’an’a ve Asrımıza Tercümanlık yapan Milli Çözüm’e tâbi ve taraf olmak en öncelikli vazifelerimiz arasında olmalı… Çünkü biz insanlar olarak dünyaya gönderiliş amacımız Hakktan yana tercihte tavırda ve eylemlerde mi bulunacağız yoksa Batıldan yana tercihte tavırlarda mı bulunacağız diye imtihan edilmek üzere bu dünyaya gönderildik.
Günümüzün Kur’an’a Tercüman olan Milli Çözüm’e bende olup nankörlük ve hıyanet etmemenin gayretini çekip Hz Musa ve Hızır kıssasından da anlaşılacağı üzere tâbi ve taraf olduğumuz ve olmak mecburiyetimiz olan Rehber şahsiyete öğretilerine öğütlerine İTİRAZ ETMEDEN üzerimize düşeni yapma gayreti ve çabası gütmeliyiz. Makalede hatırlatılan :
1- İştiyak, 2- İhtiras, 3- İtiraz, 4- İsyan, 5- İnkâr. Konularına azami dikkat edilmeli…
DİKKAT ETMEZ İSEK, NANKÖRLÜĞE DÜŞMEK VE NASİPSİZLERDEN OLMAK KAÇINILMAZ OLACAKTIR.
Hayat; Her daim Şeytanın Karşısında Olmaktır!
Rabbimiz: insanların dünya ve ahiret saadeti için;
Harita, pusula ve feneri bütün insanlara vermiştir.
Rabbimiz, insanoğluna Yüce Kitabında en çok “akletmez misiniz?” diyerek uyarmakta..
İnsanların çoğunluğu kendi heva ve heveslerinin peşlerinden gitmektedirler.
Kâinatın Efendisi Peygamber Efendimiz son Nebi’dir.
Fakat bizler Efendimizi anlamakta ve sünnetini uygulamaya eksik kalıyoruz.
Merhametlilerin en merhametlisi Yüce Rabbimiz insanlara, her asırda hidayet rehberleri göndermektedir.
Selçuklu Sultanları, Osmanlı Sultanları ve ecdadımızdan bir çok Âlim şahsiyet, şeytani sistemlerle ömür boyu mücadele etmişlerdir.
Fakat, şeytanın şehaseri konumunda olan Siyonizm’e, bir çok değerli şahıs mağlup olmuştur. Yanlış içtihadlar yapmışlar ve Siyonistlerin planlarını çözemeyip, tuzaklarına düşmüşlerdir.
Ahir zaman da böyle zor bir dönemde;
Deccalizm ile her cephede savaşan ve Büyük İsrail’in kurulmasına engel olan, yetmez Siyonizm’i, yerin dibine batıracak kutlu projeleri hazırlayıp kutlu şahsın, tam hakimeti eline aldığı dönemde kullanması ve Deccalizm’in beynini dağıtması için ilgili yerlere teslim eden Erbakan Hocamız’dan Allah razı olsun..
Bu gerçeklere şahit olanların ise dereceleri kadar imtihanları da zorlu olacaktır elbette..
İnkar ve isyanın da bedeli ağır olacaktır..
Rabbim muhafaza buyursun…
ÜSTAD AHMET AKGÜL HOCAMIZI TANIMA VE TÂBİ OLMAYI LÜTFEDEN RABBİMİZE SONSUZ ŞÜKÜRLER OLSUN. AZİZ ERBAKAN HOCAMIZI VE O’NUN EN SADIK TALEBESİ VE TAKİPÇİSİ ÜSTADIMIZA TÂBİ VE TALEBE OLMAK HER GECE ŞÜKÜR NAMAZI KILMAYI GEREKTİRECEK BÜYÜK BİR LÜTÜFTUR, RABBİM BİZLERİ DE LAYIK EYLESİN SIKI VE SAĞLAM YOL ARKADAŞI OLMAYI NASİP EYLESİN, NANKÖRLÜKTEN VE AYAĞIMIZIN KAYMASINA SEBEBİYET VERECEK YANLIŞ DÜŞÜNCELERDEN, HARAMLARDAN MUHAFAZA BUYURSUN.AMİN
Hikmetle bakmak ve olayları hayra yormak Rahmani, kötü yorumlamak ise şeytani olması…
Olaylara zahiri/şer’i yaklaşarak değerlendirmek, olayların hikmetini yani gerçek manasına ulaşmaktan alıkoyması…
İnsanın ayağının kaymasına sebeplerin;
1- İştiyak, 2- İhtiras, 3- İtiraz, 4- İsyan, 5- İnkâr olması…
Ve tecelli hikmeti…
Makalede anlatılan tüm bu hususlar olaylara nasıl yaklaşmamız ve yorumlamamız gerektiğini, yanlış ve kötü niyetli yorumlamanın aşama aşama nasıl ayağımızın kaymasına sebep olacağını idrak ettiren uyarılardır. Rabbim ders çıkaranlardan eylesin bizleri…
Yine makalede geçen şu hususlar farkındalığımızın artması ve olaylara en doğru pencereden bakmamızı sağlaması açısından hazineden kıymetli muazzam kıymetli bilgilerdir;
“Bu fani algılar ve duygular için; harama bulaşmaya, haksızlık yapmaya, günahlara dalıp ahiretimizi yıkmaya, kalp kırmaya ve Allah’ın rızasını, rıdvanını, sonsuz ve kusursuz cennet hayatını elimizden kaçırıp, korkunç cehennem azabına müstahak olmaya değer mi? Bu akıl kârı mıdır?..”
“Nasıl rüyada sahip oldukları ile övünmek onları komik duruma düşürürse, aynı şekilde bu dünyada muhatap oldukları görüntüyle övünmek de bundan farksızdır. Rüyalarında gördükleri de, bu dünyada muhatap oldukları da sonuçta zihinlerindeki birer görüntüden ibaret algılardır. Bunun gibi dünyada yaşadıkları olaylara gösterdikleri tepkiler de, gerçeği anladıklarında, bu insanları utandıracaktır…”
“Milli Çözüm ise, bunların yanında “aklı” da her an uyanık ve çalışır tutmak, Hakkı hâkim kılmak üzere devamlı cihad şuuruyla, ilim ve irfanla, Kur’an-meal okumakla ve tebliğ yapmakla, “Hikmet” ufkuna doğru birlikte yol almaktadır…”
Bazıları şöyle diyor:
“Canım, kitap yazmakla, dergi çıkarmakla ya da günlük olayları yorumlayan yazılar hazırlamakla devrim mi olurmuş?”
Evet, olur!
Bunu söyleyenler; kısır akılları yatmadığından, Kur’an-ı Kerim’in mana ve mesajından (en azından Yunus Suresi 82. Ayetinden) habersiz olduklarından ve yakın tarihimizde gözümüzün önünde cereyan eden devrim niteliğindeki zaferlerden ve istikamet ehline ruhanilerin yardımından inançsızdır.
Evet devrim (insanlığın kurtuluşuna vesile olacak Adil Bir Düzen); Siyonizm’i tanıtmak, işbirlikçilerini ortaya çıkarmak, zulüm düzeninin perde arkasına ışık tutmak ve gelecekteki Adil Düzen sistemini ayrıntılarıyla topluma tanıtıp bunun hazırlığını yapmakla olacaktır olmaktadır.
İşte böylesine büyük bir hizmetin içinde yer almak, Cenab-ı Hakk’ın bir kula verebileceği en büyük lütuftur.
Bâtıl ve zalim düzenlerin, destekçileriyle birlikte nasıl yok olup gittiğini; gelin, kısır akıl sahiplerinden değil, Kur’an-ı Kerim’den dinleyelim:
“Hayır, aksine; doğrusu Biz Hakkı Bâtılın tepesine fırlatırız, O da onun beynini parçalayarak mahvedip bitirir. (Kur’an’a, Resulüllah’a ve insan haklarına dayalı hayır ve huzur sisteminin ana hatlarını ve Siyonizm’in perde arkasını sadık kullarımızla topluma bildiririz, böylece inkârcı zalimleri deşifre edip deviririz. Ardından) Bir de bakarsın ki, o (bâtıl ve barbar rejimler, zalimler ve işbirlikçiler yıkılıp) yok olup gitmiştir. (Allah’a karşı; “sözünde durmaz, süper güçlerle başa çıkamaz” gibi zanlardan ve) nitelendirdiğiniz yakışıksız sıfatlardan dolayı yazıklar olsun size! [Not: Beyni parçalanan ve fikriyatı boşa çıkarılan bâtıl ve barbar sistemin, geri kalan görkemli gövdesinin çökmesi ve çözülmesi artık kolay ve kaçınılmaz olacaktır.]” EnBiya 18
Dünya hayatı yalnızca bir algı ve görüntüden ibarettir. Akıl sahibi mümin, geçici olanı değil, kalıcı olanı tercih eder. Çünkü dünya hayatı mutlaka sona erecek ve herkes Allah’a dönecektir.
Zaferin her an Allah’ın yardımı ve O’nun veli kullarının himmetiyle geleceğine kesin olarak iman etmek gerekir. Öyleyse bu makaleden anlıyoruz ki; dünya hayatını imanla ve cihat şuuruyla yaşayanlar, gerçek kazananlar olacaktır.
İnanç, ahlâk ve kutlu amaçlardan oluşup olgunlaşan, beslediği umutlar ve ufuklarla yaşayan dünyamız, bizim ayarımızı yansıtan aynamızdır!
Bazı musibet ve felaketler sürecinde zahiri hükümlerle amel etmek, ama gizli kader hikmetiyle düşünüp değerlendirmek gerekmektedir.
Aslında mutluluk, kişinin olaylara ve imtihan şartlarına bakış açısına bağlıdır!
Görünüşte aynı olaylara şahit olanlar, bakış açıları ve yorumları nedeniyle çok farklı duygular yaşamaktadırlar.
Mü’min, müstakim ve mücahit kullar, hem bu dünyamızı kuşatan hem ahirete ve sonsuzluk âlemine uzanan umutları ve ufukları sayesinde, görünüşte sıkıntılı ve imkânları kısıtlı bir ortamda bulunsalar da, gerçekte daha dünyada iken bir cennet hayatını yaşamaktadırlar.
İnsanı küfre ve nankörlüğe götüren şu beş basamaktır: 1- İştiyak, 2- İhtiras, 3- İtiraz, 4- İsyan, 5- İnkâr.
Fani algılar ve duygular için; harama bulaşmaya, haksızlık yapmaya, günahlara dalıp ahiretimizi yıkmaya, kalp kırmaya ve Allah’ın rızasını, rıdvanını, sonsuz ve kusursuz cennet hayatını elimizden kaçırıp, korkunç cehennem azabına müstahak olmaya değmemektedir.
“(Cenab-ı Hakk bütün bu va’ad ettiklerini yerine getirmeye Kâdir’dir. Zaten) Göklerin ve yerin (içindeki gizli ve özel) orduları Allah’ın (emrinde)dir. Allah Azîz ve Hâkim’dir. (Sınırsız kuvvet, hâkimiyet ve hikmet sahibidir.)” (Fetih Suresi 7. Ayet)
Lüks ve pahalı arabaları kullanarak yarış yaptığın şehirlerde dolaştığın bilgisayar oyunları bulunmaktadır. Sadece bir ekrana baktığın bu oyunları oynamak bile zaman zaman çok eğlencelidir. Fakat maddi durum yeterli olduğu zaman zahiri hayatta bu araçlar alınıp binildiğinde ise asıl keyfin gerçek hayatta bu aracı kullanmak olduğu anlaşılır. Bu zahiri algılar dünyasının iki farklı boyutunda bile insan gerçeğini deneyimlediğini zannederek mutlu olurken (yani oyun yerine zahiri dünyada arabayı kullanırken) acaba tüm nimetlerin hakikisinin tadılacağı ahiret hayatı acaba ne hayret vericidir. Allah ayağımızı davamızda Milli Çözümde sabit kılsın imtihanı kazanmayı nasip etsin.
Makalede belirtilen şu satırlar makalenin tamamı gibi çok çarpıcı analizler sunmaktadır;
“Çünkü zahiren gördükleri, işittikleri, temas ettikleri, dokunuverdikleri ve hissettikleri, o şeylerin ve nimetlerin kendileri değil, karanlık beyninde şekillenen enerji seslerin, resimlerin ve lezzetlerin bizzat yaşanmışlık hissine çevrilen algılarıdır. İnsanoğlu ancak ahirette ve özellikle cennette bu nimetlerin hakikisine ve bâkisine (daimisine) muhatap ve malik olacaktır.”
İnsanı uyandıran ve huzur veren muhteşem bir makale okuduk. Allah razı olsun. Makalede bahsedilen; 1- İştiyak, 2- İhtiras, 3- İtiraz, 4- İsyan, 5- İnkâr olarak sıralanan, insanı küfre ve nankörlüğe götüren bu beş basamaktan Rabbim cümlemizi muhafaza eylesin. Bizleri gerçek iman olgunluğuna ve hakiki mutluluğa ulaştırsın. Âmin.
Olayları hayra yormak, huzurun anahtarıdır!
Hz. Peygamber Efendimiz (SAV): Tefaül (bir şeyi hayra yormak, uğurlu saymak ve hikmet aramak) Rahman’dan; ama teşe’üm (kötü ve uğursuz saymak ve umutsuzluğa kapılmak) ise şeytandandır. Bu nedenle bir şeyi (zahiren felaket zannedilen hadiseleri) uğursuzluğa yorup (umutsuzluğa ve huzursuzluğa) kapılmayın, her şeyi hayra yorun (ve her şeyde hikmet arayın!) (Beyhaki, Taberani) buyurmuşlardır.
https://www.millicozum.com/mc/ozel-yazilar/manevi-dunyamiz-ve-ruhani-yardimcilarimiz/
• Bütün yaratılanlarda ve tüm yaşanan olaylarda, Allah’ın tecelli ve takdirini görmeye ve ondaki hikmeti sezmeye odaklaşın!
Canlı ve cansız bütün varlıkları ve tüm olayları yaratan, bizzat ve her an Cenab-ı Hak’tır. Ve Allah’ın yarattığı her şeyde ve her hadise de nice hikmet ve hayırlar vardır. Felaket ve musibet gibi görünen şeylerin arkasında bile, büyük sırlar saklıdır. Bazı çirkinlikler ve eksiklikler dahi ilahi güzelliklerin daha iyi anlaşılması için birer vasıtadır. Her olaya, bu kutsal ve ruhsal yönüyle yaklaşan ve imtihan sırrını yakalayan kimse artık olgunluğa ve mutluluğa ulaşmıştır.
https://www.millicozum.com/mc/2004/kasim-2004/huzurlu-yasam-icin/
RUHANİLERİN DESTEĞİ VE MANEVİYATIMIZI GÜÇLENDİRMEK
Üstadımızın dediği gibi “En zor şey inanmaktır!” İnancımızı güçlendirmek istikametle dünya imtihanını geçebilmek adına özün özü bu makaleyi tekrar tekrar okumak bizlerin en büyük kazancı olacaktır.. Allah cc okuyup, anlamayı, yaşamayı nasib etsin inşaAllah..
Manevi Dünyamızın imarı, amel ve niyetlerimizin ıslahı ile ilgili bu muhteşem makaalede her bir cümle çok çok önemli ancak buraya bazılarını aktarmabildim..
Hz. Musa şeriat ve adalet ölçülerini takip etmekte, Hz. Hızır ise İlahi Kader ve Hikmet Gizemini temsil ve tebliğ etmekteydi. Yani Mevlâ’mız bizlere Hz. Musa ile Hz. Hızır hadisesiyle bazı musibet ve felaketler sürecinde zahiri hükümlerle amel etmeyi, ama gizli kader hikmetiyle düşünüp değerlendirmeyi öğretmekteydi.]”
Evet, Hz. Musa ile Hz. Hızır, görünüşte aynı olaylara şahit olmalarına rağmen, bakış açıları ve yorumları nedeniyle çok farklı duygular yaşamışlardı.
Olayları hayra yormak, huzurun anahtarıdır!
Hz. Peygamber Efendimiz (SAV): Tefaül (bir şeyi hayra yormak, uğurlu saymak ve hikmet aramak) Rahman’dan; ama teşe’üm (kötü ve uğursuz saymak ve umutsuzluğa kapılmak) ise şeytandandır. Bu nedenle bir şeyi (zahiren felaket zannedilen hadiseleri) uğursuzluğa yorup (umutsuzluğa ve huzursuzluğa) kapılmayın, her şeyi hayra yorun (ve her şeyde hikmet arayın!) (Beyhaki, Taberani) buyurmuşlardır.
Enfâl Suresi 43 ve 44. ayetlerinde, Kutlu Bedir Harbi öncesinde, müşriklerin sayısını mü’minlere olduklarından daha az… Aynı şekilde mü’minleri de müşriklere daha az gösterdiğini… Ancak yorum farkı ile bunun mü’minlere yaradığını hatırlatmaktadır.
“Hani Allah, onları (düşman ordularını) Sana uykunda (sayıca) az gösteriyordu; eğer Sana (onları) çok gösterseydi, kesinlikle yılgınlığa kapılacaktınız ve (cihadla ilgili) işler konusunda gerçekten çekişmeye başlayacaktınız. Ancak Allah (mü’min mücahitlere) esenlik (kurtuluş) bağışladı (ve onları bu durumdan kurtardı). Çünkü O, elbette sinelerin özünde saklı duranı Bilendir.
Karşı karşıya geldiğinizde, Allah, ‘olacağı olan (takdir buyrulan) işi gerçekleştirmek’ için, onları (düşmanları) gözlerinizde az gösteriyor, sizi de onların gözlerinde azaltıyordu. (Böylece siz onları güçlü görüp ürkmüyor, onlar ise sizi zayıf görüp tedbirsiz davranıyordu.) Ve (bütün) işler Allah’a döndürülmektedir. (Herkesin ve her şeyin hesabı O’nun huzurunda görülecektir.)”
İnsanı küfre ve nankörlüğe götüren şu beş basamaktır:
1- İştiyak, 2- İhtiras, 3- İtiraz, 4- İsyan, 5- İnkâr.
1- İştiyak duyma: Bir dünyalık nimete ve nefsani zevke aşırı arzu ve istek duyan, onu elde etmek için, bazen gaflete dalıp haram ve haksız yöntemlere başvurmaktadır.
2- İhtirasa kapılma: Bu aşırı istekler, eğer ihtiras tutkusuna dönüşürse, kişi hırsla ve hınçla, dünyalık arzularının peşine takılacak, hak ve ahlâk kavramlarını hiçe sayacaktır.
3- İtiraza başlama: Şiddetle arzuladığı ama yeterince ulaşamadığı nimetlerin veya yetkilerin, başkalarına verilmesini kıskanacak, kendisine vefasızlık ve haksızlık yapıldığı zannına kapılacak ve şeytan gibi itiraza başlayacaktır.
4- İsyana kalkışma: Ardından, içindeki bu itirazları açığa vurup açıkça isyana kalkışacak; Rabbine, Resulüne ve itaatle görevli olduğu emirine cephe açacak, kendisinin haklı, ama herkesin haksız olduğunu savunacak ve saldıracaktır.
5- İnkâra kayma: Bu, iştiyak, ihtiras, itiraz ve isyan basamaklarından aşağı inerek esfeles safiline yuvarlanan insan, sonunda inkâr (küfür ve nankörlükle) gayyasına yuvarlanacaktır. Allah korusun. Âmin.
Elbette maddi olarak da kâinat vardır, tabiat vardır, işte bütün kâinat ve mevcudat Allah tarafından yaratılmış harika sanat eserleri konumundadır. “Bu âlem, bu evren yoktur, sadece hayali bir görüntü söz konusudur!” diyen bazı filozof takımı ve sofestai sapkınları yanılmakta ve inkâra kaymaktadır. Ancak insanların; Allah tarafından yaratılan bu mevcudatın ve mahlûkatın dünyada iken kendisiyle, yani maddesiyle muhatap olduğunu sanması bir yanılgıdır. Çünkü zahiren gördükleri, işittikleri, temas ettikleri, dokunuverdikleri ve hissettikleri, o şeylerin ve nimetlerin kendileri değil, karanlık beyninde şekillenen enerji seslerin, resimlerin ve lezzetlerin bizzat yaşanmışlık hissine çevrilen algılarıdır. İnsanoğlu ancak ahirette ve özellikle cennette bu nimetlerin hakikisine ve bâkisine (daimisine) muhatap ve malik olacaktır. Allah (CC) bu imtihan sahasında iken, fani dünyanın geçici ve cüz’i kısmına bile kullarının madden sahip ve malik olmasını, Kendi Zatına ve “Malikü’l-Mülk=Mülkün tek ve gerçek sahibi” sıfatına yakışır bulmamıştır. Bu nedenle sadece eşyanın beynimizde oluşan ve gerçek sanılan görüntüleriyle muhatap kılmıştır.
Şimdi iz’anla ve insafla tartıp söyleyelim: Bu fani algılar ve duygular için; harama bulaşmaya, haksızlık yapmaya, günahlara dalıp ahiretimizi yıkmaya, kalp kırmaya ve Allah’ın rızasını, rıdvanını, sonsuz ve kusursuz cennet hayatını elimizden kaçırıp, korkunç cehennem azabına müstahak olmaya değer mi? Bu akıl kârı mıdır? Çünkü bu dünyada sadece fani görüntüleriyle irtibat kurduğumuz maddi nimet ve faziletlerin, asıl gerçeğine ve ebedi zevkine inşaallah cennette malik ve muhatap olacağız.
Kadiri Tarikatı; Nefsi terbiye ve tezkiye etmeye yoğunlaşmak suretiyle, Ruha Nefsin 7 makamını aşırma ve olgunlaştırma yolunu esas almıştır. Nakşibendi ise: Kalbin 10 Letaifinin (Nurani basamağının) güçlendirilmesini esas almıştır. Yani Kadirilik; azgınlaşıp üstünden atmasın diye, binilen atı zayıflatmayı, Nakşilik ise; biniciyi güçlendirip ata hâkim olmayı amaçlamıştır. Mürşid-i Kâmil Haydar Baba; hem Nakşi, hem Kadiri icazetli olup, yani hem nefsi zayıflatma, hem kalbi güçlü kılma yolunda çabalamıştır. Milli Çözüm ise, bunların yanında “aklı” da her an uyanık ve çalışır tutmak, Hakkı hâkim kılmak üzere devamlı cihad şuuruyla, ilim ve irfanla, Kur’an-meal okumakla ve tebliğ yapmakla, “Hikmet” ufkuna doğru birlikte yol almaktadır.
“Hz. Musa şeriat ve adalet ölçülerini takip etmekte, Hz. Hızır ise İlahi Kader ve Hikmet Gizemini temsil ve tebliğ etmekteydi.”
Günümüz sorunlarına ise bu meziyet lerin hepsine sahip olmadan çözüm üretmek mümkün görülmemektedir.
Erbakan hocamızın rahmetli ali soylu beyin cenazesinde yaptığı konuşma bu baglamda çok dikkat çekicidir.
Milli çözüm ise tüm bu hikmetlerin, izinde, içinde ve insaallah hedefinde dedir.
BEŞ “İ”
Makalede yer verilen beşli öğe çok ilginç, ikinci olan “ihtiras” hissedildiğinde terk etmeliyiz ki diğer üçüne doğru yuvarlanmayalım:
“…İnsanı nankörlüğe(küfre) götüren şu beş basamaktır:
1- İştiyak, 2- İhtiras, 3- İtiraz, 4- İsyan, 5- İnkâr.
1- İştiyak duyma: Bir dünyalık nimete ve nefsani zevke aşırı arzu ve istek duyan, onu elde etmek için, bazen gaflete dalıp haram ve haksız yöntemlere başvurmaktadır.
2- İhtirasa kapılma: Bu aşırı istekler, eğer ihtiras tutkusuna dönüşürse, kişi hırsla ve hınçla, dünyalık arzularının peşine takılacak, hak ve ahlâk kavramlarını hiçe sayacaktır.
3- İtiraza başlama: Şiddetle arzuladığı ama yeterince ulaşamadığı nimetlerin veya yetkilerin, başkalarına verilmesini kıskanacak, kendisine vefasızlık ve haksızlık yapıldığı zannına kapılacak ve şeytan gibi itiraza başlayacaktır.
4- İsyana kalkışma: Ardından, içindeki bu itirazları açığa vurup açıkça isyana kalkışacak; Rabbine, Resulüne ve itaatle görevli olduğu emirine cephe açacak, kendisinin haklı, ama herkesin haksız olduğunu savunacak ve saldıracaktır.
5- İnkâra kayma: Bu, iştiyak, ihtiras, itiraz ve isyan basamaklarından aşağı inerek esfeles safiline yuvarlanan insan, sonunda inkâr (küfür ve nankörlükle) gayyasına yuvarlanacaktır…”
Hayat nefsi zayıflatmak ve kalbi güçlü kılmak suretiyle bir olgunlaşma sürecidir. Hayatın anlamı ise “Tek” olan hakikate vuslat için gayrettir. Gayrete nail olup nefsini ezmeyenler ruhlarını özgürleştiremezler.
İnsan ulvi gayesi ve gayreti kadar olgundur. Ulvi amacı olmayanların ve bu uğurda canını dişine katmayanların hayvanattan ve nebatattan farkları bulunmamaktadır.
Milli Çözüm yolunun sadıkları ne kutlu bir hakikate ram olmuşlardır. O sadıklar ki peygamberlerden sonra, şehitlerden önce anılmışlardır.
Şehitlik makamı mı üstündür, sıddikiyyet makamı mı üstündür?
Nisâ 69
Her kim Allah’a ve Resul’e itaat ederse (ve sonuna kadar İslam’da ve cihadda sebat gösterirse), işte onlar Allah’ın kendilerine nimet verdiği peygamberler, sıddıklar (Hakkı doğrulayan sadıklar), şehitler ve salihlerle beraberdirler. Bunlar arkadaş olarak; ne iyi ve ne güzel (kimseler)dir.
ayetinin lafzındaki tertibe binaen peygamberlerden sonra sıdıklerın sonra şehitlerin sonra da salihlerin geldiği belirtilir.(bk. İbn Kesir, Tefsiru’l Kur’ani’l Azim, I, 458; Razi, Tefsiru’l Kebir, X, 133)
”Milli Çözüm ise, bunların yanında “aklı” da her an uyanık ve çalışır tutmak, Hakkı hâkim kılmak üzere devamlı cihad şuuruyla, ilim ve irfanla, Kur’an-meal okumakla ve tebliğ yapmakla, “Hikmet” ufkuna doğru birlikte yol almaktadır.”
“Allah hakikat ehlini, hizmet ehlini ve gayret ehlini, onları sevdikçe dört ölümle öldürür, dört dirilişle diriltir.
1) Birinci aşama:
Nefsin sürekli rahatlık ve ferahlık isteğini öldürür, takdire rıza ve teslimiyet onurunu ve cihad şuurunu diriltir. Takdire rıza gösteren, Allah’a teslim olan, tek başına kâinata meydan okuyabilir, bu onuru kazanır.
2) İkinci Aşama :
Dünyalık servet ve riyaset sevgisini; Allah, içinde öldürür. Ahiret ve uhuvvet huzurunu diriltir.
3)Üçüncü Aşama:
Cenab-ı Hak, halktan rağbet ve hürmet beklentisini öldürür, kesret içinde vahdet olgunluğunu diriltir. O; kalabalıklar içindedir, kâinat içindedir, gezer, dolaşır, iş yapar, dükkâna gider, çarşı pazara gider, ama her yerde bu milyar farklı tecellilerin gerçek sahibi Allah’ın vahdetini ve azametini unutmaz ve “Nerede olursanız olunuz Allah sizinle beraberdir” hakikatine göre hareket eder.
4)Dördüncü en önemli Aşama:
Cenab-ı Hak, o insanın benlik ve kuru bilgiçlik şehvetini öldürür, onun yerine İlahî irade ve ilham ruhunu diriltir. Allah’ın yeryüzünde yürüyen ayağı, tutan eli, gören gözü, duyan kulağı ve konuşan diliyim dediği kimselerden olur. Hatta pek çok kardeşimden zaman zaman bu merhalelerin tecellisini görüyorum.
Kendisi bunun farkında değil, belki kalbine riya gelmesin diye Allah bildirmiyor, biliyorum içinden bir şey arzu ediyor, o arzu ettiği şey kısa zamanda gerçekleşiyor.
Kardeşlerimden buna çok şahit oluyorum. Onların samimiyeti, istikameti ve o sadıkların safi gayreti; Cenab-ı Hak lütfuyla onlara tatması gereken manevi mutluluğu ilham buyuruyor, dua ile arzu ettiği şeyler meydana geliyor.
Rabbim bütün bu ihsan ve ikramlarından dolayı zerre kadar nefsine pay çıkaran, bunu kendi kahramanlığı sanan ve bununla övünmeye kalkışanlardan değil; şükredenlerden, kıymetini bilenlerden ve Allah yolunda, Allah’ın himayesine güvenerek gayretini devamlı artırıveren kullarından etsin.”
(Ahmet Akgül – Hz Muhammed ve Asr-ı Saadet Kitabından)