Yakın Tarihimiz Konusunda, Kışkırtıcı ve Kapıştırıcı Değil;
YATIŞTIRICI VE YAPIŞTIRICI OLMALIYIZ!
“Keşke (Kurtuluş Savaşı’nda) Yunan galip gelseydi… Çünkü Yunanlılar bile Mustafa Kemal kadar bu Dine ve Millete zarar veremezdi!?” diyecek kadar soysuzlaşanlar… Ve onun gibilere her fırsatta “Üstadım!..” diyerek ayarını ve amacını ortaya koyanlar, aynı zamanda koyu bir ERBAKAN karşıtı insanlardır. Korkut Özal ve Kadir Mısıroğlu, Siyonist mahfillerin kışkırtıp kullanmasıyla; 15 Ekim 1978 MSP Kongresinde Erbakan’ı devre dışı bırakmak üzere, Ona alternatif liste çıkarmışlar, daha sonra Genel İdare Kurulu kararıyla, Genel Başkanlıktan da düşürmek üzere, bu listenin başına da yine Erbakan Hoca’yı yazmışlardı. O süreçte Korkut Özal ve Kadir Mısıroğlu takımına fiilen destek verenlerden birisi de Sn. Recep T. Erdoğan’dı. Ama çok şükür ki, bizim de çabalarımızla bunların oyunları boşa çıkarılmış, yine Erbakan’ın listesi kazanmıştı. O gece sadece sayılı sadıkların katıldığı özel bir değerlendirme sohbetinde Aziz Hocamız: “Bugün yaşananların perde arkasını ve Siyonist merkezlerin sinsi hesaplarını anlamak istiyorsanız, yarınki Hürriyet gazetesinin manşetine bakınız!..” buyurmuşlardı. İşte 16 Ekim 1978 tarihli (Dönme ve Masonların güdümündeki) Hürriyet gazetesi şu manşeti atmıştı: “Dışarıdan ve içeriden yapılan bütün girişimlere rağmen yine Erbakan kazandı!” Bugün Atatürkçü geçinip de, İslam düşmanlıklarını Erbakan gıcıklığı üzerinden dışa vuranlar… Erbakan’la Erdoğan’ı ve Kadir Mısıroğlu takımını aynı ayarda göstermeye uğraşanlar, ya cahil ve bilinçsiz insanlardır, veya gerçekleri kasıtlı olarak çarpıtanlardır.
Bu Batı uşaklığına ve İslam karşıtlığına Atatürkçülük maskesi takanların, Osmanlı düşmanlıkları ve özellikle Sultan Abdülhamid ve Sultan Vahdettin gıcıklıkları da aynı soysuzluk damarının bir devamıdır.
“1916-1918 yıllarında, Arapları Osmanlı Devleti’ne karşı ayaklandıran İngiliz casus meşhurdur: Yarbay Thomas Edward Lawrence (adını taşır.) ‘Osmanlı İmparatorluğu’nu Ortadoğu’da parçalama başarısını, yöredeki etnik mozaiği birbirine karşı kullanarak elde ettim’ diyen insandır.”[1] (Ama hâlâ İslam karşıtlarını Arap düşmanlığı şeklinde ortaya koyanlar, bu İngiliz casuslarının günümüzdeki piyonlarıydı. Yoksa Sözcü yazarı, halkımızı AKP’nin tuzağına itmek için özel mi kiralanmıştı?)
22 Mayıs 1919’da İngiltere Başbakanı Llyod George: “Türkiye sahneden siliniyor diye üzülecek değiliz!” diyerek küstahlaşmıştı. Ama bugün Haçlı AB’ye girmek için can atanlar ve 60 yıldır AB kapısında nöbet tutanlar, bir de kalkıp Atatürkçü geçiniyorlarsa, işte bu münafıklığın daniskasıdır!..
“22 Temmuz 1920’de, Saltanat Şûrası’nda ünlü Sevr Antlaşması görüşülüp tartışılır. Emekli General Rıza Paşa dışında tüm Şûra üyeleri, Antlaşma’nın onaylanması yönünde kabul oyu kullanmışlardır. Osmanlı Devleti’nin idam fermanını kabul etmekten sakınmamışlardır. Neden? Padişahın saltanatını sürdürebilmesi için…” değil, Sultan Vahdettin’in, İngilizleri ve Batılı müttefiklerini oyalayıp, Mustafa Kemal’e ve Kurtuluş Mücadelesine zaman kazandırmak için Padişahın bir strateji politikasıdır.
“10 Ağustos 1920’de, Hadi Paşa, Rıza Tevfik ve Reşat Halis’ten oluşan Osmanlı Heyeti, Sevr Antlaşması’nı Paris’te imzalamıştır.” (Sultan Vahdettin ise katılmamıştır.) Neden?.. “Padişahın makamını koruması için…” değil, şanlı Kurtuluş Savaşı’na zaman ve imkân sağlamak üzere Padişahın mecburi bir siyaset tavrıdır; asıl suçlular ve sorumlular, çoğu dönme ve mason İttihatçı artıklarıdır!..
“36’ncı Osmanlı Padişahı ve 115’inci İslam Halifesi Vahdettin, Osmanlı Devleti’nin idam fermanını işte böyle ve hiç direnmeden kabul edip imzalamıştır.” iddiaları yalandır, iftiradır, İslam’a ve Osmanlı’ya hakaret hesaplıdır. Çünkü Sultan Vahdettin hain olsaydı, en üstün yetkilerle donatıp ve her türlü maddi imkânı sağlayıp, kurtuluş mücadelesini örgütlemek üzere, Mustafa Kemal’i Samsun’a yollamazdı.
“Sevr’i tanımayan ‘Çılgın Türkler’ vardı.” iddialarının ispatı lazımdır. Aynı “Çılgın Türkler” bugün Haçlı AB’ye katılmak için çırpınıyorsa bu işte bir sakatlık vardır. Çünkü Roma Anlaşmaları kapsamında AB’ye girmek, pek çok bağımsızlık şartımızı AB’ye devretmek anlamındadır.
Evet, “Ankara’da Mustafa Kemal Paşa’nın Başkanı olduğu TBMM Hükümeti, bu Antlaşma’yı yok saymıştır. Antlaşma’yı onaylayan Saltanat Şûrası üyelerini ve imzalayan heyet üyelerini, (ki çoğu İttihatçı Mason ekibidir) 19 Ağustos 1920’de vatan haini sayarak vatandaşlıktan çıkarmıştır.” Ama Sultan Vahdettin’i bunlardan ayırmak lazımdır. Çünkü Bağımsız Türkiye’nin, daha kolay kurulması ve korunması için, İngilizleri ve Batılı güçleri oyalamaya ve Mustafa Kemal’in yolunu açmaya çabalamıştır.
“Padişah Vahdettin ve Başbakan Damat Ferit durmamış, milletin şeref ve namusu için, kanını döken askerlere karşı dinsel savaş açmışlardır!” iddiaları hem bir çarpıtma, hem bir saptırmadır. Hain Damat Ferit’le, Sultan Vahdettin’i aynı safta ve sınıfta göstermek yanlıştır.
“11 Nisan 1920’de, Padişahın onayıyla dönemin Şeyhülislam’ı Dürrizade Abdullah’a, Milli Mücadele’ye karşı fetvalar yazdırılmış ve bu fetvalar, İngiliz ve Yunan uçaklarıyla Anadolu’ya atılmıştır.” doğrudur. Ama bütün bunların Padişah tarafından tezgâhlandığı ve dağıtıldığı iddiaları asılsızdır. Vahdettin’in vatan aşkını ve milli mücadeleye dolaylı destek sağladığını ve Mustafa Kemal’i rahatlandırmak ve Ankara Hükümeti’ne meşruiyet kazandırmak için, kendi siyasi ikbalini ve ailesini nasıl gözden çıkardığını ve değil devlet hazinesinden, kendi şahsi servetinden bile bir kuruş almadan nasıl yurt dışına çıktığını ve fedakârlıklarını anlamak için, önce mü’min ve Müslüman olmak, sonra da Osmanlı ruhuna ve şuuruna sahip olmak lazımdır.
Maalesef “Damat Ferit Hükümeti’nin medrese çıkışlı Adalet Bakanı Ali Rüştü Efendi gibi “Yunan ordusunun başarısı için dua edilmesini” isteyecek, Trakya, Balıkesir, Bursa ve Uşak’ın Yunanlılarca işgal edilmesi üzerine; “Yunan ordusunun ilerlemesi hükümetimizin programına uygundur” diyecek, hatta; “16 Nisan 1920’de, İstanbul’da Askeri Ceza Mahkemesi’nin başına Milli Mücadele karşıtı Nemrut Mustafa (Yamulki) Paşa getirilip 11 Mayıs 1920’de Atatürk ve bazı arkadaşlarını idama mahkûm edecek kadar hain ve gafil insanlar çıkmış ve Padişah Vahdettin’e de, bu idam kararını 24 Mayıs 1920’de onaylatmışlardır.”
Ama asla unutmayın, ön yargılar ve saplantılarla değil, iz’an ve irfanla anlamaya çalışın ki, Atatürk bu idam fermanını imzalayanlar arasındaki Elmalılı Hamdi Yazır’ı bağışlamış, hatta ona kendi kesesinden özel Kur’an Meali yazdırmıştır. Çünkü Mustafa Kemal, bu tertip ve tezgâhın içindeki hıyanet ehlinin de, iyi niyetli özel siyaset ve hizmet ekibinin de, kimler olduğunun farkındadır. İşte yakın tarihimizi yazmak ve yorumlamak için zahiri bilgiler ve zoraki-resmi belgeler dışında, bazı gizli hikmet ve hakikatlere de vakıf olmak… Hepsinden önce bu Aziz Milletin Diniyle ve tarihiyle barışık olmak şarttır. Atatürk’ün Samsun’a çıktıktan sonra, hatta Amasya, Sivas ve Erzurum Kongreleri sonrasında… Dahası Ankara’da Büyük Millet Meclisi’ni toplama sırasında, Padişah Sultan Vahdettin’e bağlılık ve saygınlık ifadeleri yer alan ve Nutuk’ta yayımlanan telgrafları -hâşâ- münafıklıkla ve yağcılık amacıyla çektiğini söylemek zorunda kalırsınız ki, bu Atatürk’e yapılacak en büyük ithamdır!
“8 Temmuz 1920’de, İngiliz desteğindeki Yunan Ordusu Bursa’yı işgal edince, Yunan Komutanı Venizelos’un oğlu Sofoklis, Osman Gazi’nin mezarına gelip, sandukayı tekmeleyerek: “Kalk da milletini kurtar!” diye haykırmış ve türbeye Kral Konstantin’in resmi asılmıştı. Osmanlı başkentlerinde, 35 Padişahın türbesi işgalcilerin elinde bulunmaktaydı. Bunların hepsine gerekli cevabı, Başkomutan Mustafa Kemal Paşa vermiş, hem ülkemizi, hem tarihimizin şerefini kurtarmıştı.” Öyleyse bizlerin de Atatürk gibi, Dinimize, Devletimize ve Tarihimize sahip çıkmamız ve saygılı olmamız lazımdı.
“Ve o dönemin en iyi temsilcisi ve günümüzdeki Kadir Mısıroğlu yerindeki Ali Kemal, işbirlikçilerin adamıydı! Türk ordusunun, Kars’ı Ermenilerden geri almasını eleştiren yazısı nedeniyle, halk ona “Artin Kemal” demeye başlamıştı. Milli Mücadele’yi başlatan kahramanlara haydut diye sataşmış” ve küstahça şunları yazmıştı:
“Haydutların işi gücü savaş. Siyasetten zerre kadar anladıkları yok. Ellerinde derme çatma bir ordu, dövüşüp duruyorlar. Hükümet ölçüp biçmiş, Sevr Antlaşması’nı uygun görmüş. Londra’da da çocuk gibi yok ‘İzmir’i isteriz, Edirne’yi isteriz, Adana’yı isteriz, hatta tam istiklal isteriz’ diye tutturmuşlar.” diyecek kadar alçalmıştı.
Kanlarıyla vatanı yeşerten şehitlere, “haydut” diyenler o gün de bugün de çıkacaktı. Oysa o kahraman şehitlerin kanları sayesinde, bu vatanda nefes alınırdı. O kahramanlar sayesinde, camide ezanlar okunur, Bayrağımız dalgalanırdı. Ama, o kahramanlara düşman bir zihniyetle aynı konuma düşmek en azından ayıptır… Padişahların türbelerini tekmeleyenlere sevdalı olan Din istismarcılarıyla, sırf Müslüman oldukları ve Haçlı-Siyonist düşmanlara fırsat tanımadıkları için son Padişahlara sataşanlar aynı ayarı bozuklardır. Ki Tanzimat’tan ve hele İttihatçılardan sonra Padişahlar tamamen etkisiz ve yetkisiz konuma taşınmışlardır.
Küstah İngiliz Başbakanıyla, Yerli Mason Kemalistlerin; Dinimize ve Tarihimize Bakışları Aynıdır!
(Bu makale, 1 Ağustos 2024 tarihinde İngiliz The Sun gazetesinde yayımlanmıştır. Çeviri: Laura Edward tarafından yapılmıştır. Bazı düzeltme ve izah edici eklemelerle aktarılmıştır.)
Britanya’nın (İngiltere’nin) yeni Başbakanı Keir Starmer’in bu makalesini dikkatle ve ibretle okuyalım.
Bu makale son derece önemli ve tehlikelidir; çünkü İşçi Partisi lideri ve Britanya’nın yeni Başbakanı Keir Starmer’in itiraflarını içermektedir. Özellikle HAMAS’ın #AksaTufanı operasyonundan bu yana Müslümanlarla nasıl ilişki kurduklarını ve onlara ne gözle baktıklarını anlamak için mutlaka dikkatlice okunması gerekmektedir. Bu makale; Britanya’nın köklü gazetelerinden The Sun’da yayımlanıvermiştir.
İngiltere Başbakanı Keir Starmer İslam düşmanlıklarını şöyle açığa vurmaktadır:
“Kendimize karşı dürüst olmalı ve Arap-İslam dünyasıyla olan ilişkimiz hakkında açık konuşmalıyız. Çocuklarımıza da gerçeği söylemeliyiz ki, bir gün onlarla çelişmeyelim ya da onların düşünce karmaşası ve psikolojik çelişki sendromları yaşamalarına sebep olmayalım. Zira; onların inandığı liberal (insani) değerlerle, bizim ulusal güvenlik ihtiyaçlarımız arasında artan bir çatışma vardır. Bu çatışma; bilgi devrimi, iletişim teknolojisi ve kıtalararası sosyal medya sayesinde daha da derinleşmiş durumdadır.
Gerçekte bizim (şu anda Kur’ani çizgiden ve Muhammed’in izinden ayrılan) İslam toplumlarıyla ya da yöneticileriyle doğrudan bir sorunumuz yoktur. Çünkü bu rejimler zaten bizim yörüngemizde dönüyor, varlıklarını bize borçlular ve bizim ulusal güvenliğimize hizmet eden politikalar izliyorlar. Kendi ulusal çıkarları ne olursa olsun; Batı’ya bağlı ve bağımlı yaşıyorlar…
Peki öyleyse, İslam dünyasıyla olan esas sorunumuz nerede yatıyor ve nelerden kaynaklanıyor?
Asıl problemimiz, İslam(ın bizzat kendisiyle) ve (İslam Peygamberi) Muhammed’le ilgilidir. Çünkü bu din, medeni bir din olarak varoluşsal ve uygarlıkla ilgili tüm sorulara detaylı cevaplar vermiştir. (Yeni ve Adil bir Düzen oluşturmaya müsait kurallar içermektedir.) Ve Batı medeniyetinin giderek solmaya başladığı bir dönemde, İslam ve Muhammed parlamaya ve umut ışığı olmaya devam etmektedir. Hem de bizim Avrupa toplumlarımızın içinde! Çünkü; liberal değerler düşünce özgürlüğünü sağladı, kilisenin otoritesini zayıflattı. Öyle ki bu özgür düşünce ortamı, birçok seçkinin ve gencin İslam’ı kabul etmesine yol açtı. Çünkü bu kişiler, İslam’da; ruhsal, psikolojik, varoluşsal ve toplumsal ihtiyaçlarına yeterli ve tutarlı cevaplar bulmuşlardır. Oysa, bizim Batı medeniyetimiz bu ihtiyaçları karşılayamadı ve insanlarımızı çelişkiler içinde bıraktı.
Bu nedenle asıl meselemiz (ve mücadelemiz) İslam’ladır ve bu durum böyle kalacaktır. Çünkü bizim tek seçeneğimiz, her türlü yolla İslami düşünce yapısını ve İslami yayılmayı engellemeye çalışmaktır. Diğer bir seçenek ise, İslam’ın Hak din olduğunu, İsa’nın ve tüm peygamberlerin dini olduğunu kabul etmek olacaktır ki bu da bizi İslam’ı benimsemeye ve Allah’ın yeryüzündeki ve ahiretteki hükümranlığına teslim olmaya taşıyacaktır. O zaman da Hristiyan düşüncesinde din-devlet çatışmasının başladığı noktaya geri dönmüş olacağız. Fakat burada İslam ile Hristiyanlık arasında büyük farklar vardır.
Başka seçeneğimiz yok: İslam’a karşı durmak zorundayız. Gerekirse liberal (insani) değerlerimizden feragat edip, Müslümanların Avrupa’yı terk etmesine neden olacak yasalar çıkarmalıyız. İsveç örneğinde olduğu gibi; orada eşcinsellik, ateizm ve benzeri şeyler yasalarla destekleniyor ve bu da Müslümanları ya Avrupa’dan ayrılmaya ya da inançlarını kaybederek Batı medeniyetine asimile olmaya zorluyor. Aynı zamanda, İslam dünyasından Avrupa ve Amerika’ya göçü engellemeliyiz. Bunu, İslam ülkeleriyle ve işbirlikçi yönetimleriyle el birliği yaparak başarabiliriz. Bu arada; Müslüman olmayan diğer toplulukların Avrupa’ya göçüne kapı açmalıyız ve kolaylık sağlamalıyız.” diyecek kadar küstahlaşan İngiltere Başbakanı ve İşçi Partisi Başkanı Keir Starmer ile, ülkemizdeki Kemalist kılıflı İslam ve Osmanlı düşmanları aynı sözleri konuşuyor ve aynı hedefleri amaçlıyorsa, bunun altındaki şeytanlığı artık anlamak lazımdır.
Masonluk; İslam ve insanlık düşmanlarının ortak yapılanmasıdır!
İktidarı da muhalefeti de, zaten Mason Localarına göbekten bağlı olduklarından, asıl gündemi unutturmak için kayıkçı kavgasıyla, Hacivat-Karagöz oyunuyla vatandaş oyalanmaktadır. Yıllardır halkımız ise maalesef bu narkozdan kurtulamamıştır.
Milli Çözüm Dergisinin ilginç bir özelliği vardır; sorulan soruların cevabı yine Milli Çözüm içinde saklıdır, biraz arşiv karıştırmak soruların cevabını bulmak için yeterli olacaktır. Milli Çözüm’ün diğer bir özelliği ise, yıllar öncesinden yazılan yazıların her daim güncelliğini koruyor olmasıdır.
2010 yılında “Cemaatler, Generaller ve İhtimaller”[2] başlıklı yazımızda şunlar aktarılmıştı:
Masonların doğrudan İsrail’e bağlanmasına ve Siyonist amaçlarına hizmetkâr yapılmasına karşı çıkan ve bu yüzden 14. derecedeki Locadan atılan Yüce Katırcıoğlu’nun, Adalet Bakanlığına (18 Haziran 2009. Sayı: 88789), Danıştay Başkanlığına ve HASYK’ya verdiği suç duyurularında şunları vurgulamıştı:
“Türkiye’de Mason Localarının büyük bir kısmında İsrail’e bağlılığın başladığı o dönüm noktası “Sabataycı Dr. Ş. Ö’nün, Türkiye masonlarının Büyük Üstadı seçildiği 1981 yılının nisan ayı”dır. Bunun üzerine 1- Milli Masonlar, 2- İşbirlikçi Masonlar diye Loca ikiye çatlamıştır. Umarız Büyük Kulüp üyeleri “Milli safta”dır.
– Dr. Ş. Ö. bu planını, henüz Büyük Üstad seçilmeden önce uygun gördüğü hemen hemen bütün masonlarla paylaşmıştır. 1979 yılında da konuyu Yüce Katırcıoğlu’na açmıştır. Yüce Katırcıoğlu bu görüşme sonrasında kendilerine; “Tasarladığınız ritüel değişiklikleri milli güvenliğimize kesinlikle aykırıdır, bundan vazgeçmenizi isterim” görüşünü aktarmıştır. Bu cevap üzerine aralarındaki “Biraderlik/beraberlik” bağı tamamen kopmuş ve Siyonistler Yüce Katırcıoğlu’nu “Gizli amaçlarına karşı ve tehlikeli kişiler” listesine almışlardır.
– Yüce Katırcıoğlu belgelerinde çok çarpıcı bir tespit var ki, bu tespitin bütün kesimler tarafından çok iyi yorumlanması lazımdır: “Unutulmamalıdır ki, bu ölçekte bir komplonun başarılı olabilmesinin ilk şartı, toplumun ‘komplo olmadığına’ inandırılmasıdır.” (Yani Ergenekon gibi senaryoların ve Davos Donkişotluklarının ve PKK ile uzlaşı tuzaklarının gerekli ve gerçek olduğu havasının yayılmasıdır.)
– Türkiye’de, Siyonizm’e şu ya da bu şekilde destek verenlerin en çarpıcı icraatlarından birinin: “Leyla Zana, Hatip Dicle, Selim Sadak ve Orhan Doğan haklarında verilen ve infazı sürmekte olan “mahkûmiyet kararının” 2004 yılında Yargıtay 9. Ceza Dairesi tarafından bozulmasının olduğu” iddiası eski mason Yüce KATIRCIOĞLU tarafından ileri sürülen en çarpıcı itiraflar arasındadır.
– (Milli Çözüm Dergisi tarafından da defalarca gündeme getirilen) Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı AKP’li İ. Melih Gökçek’in ev sahipliğinde ve Mart 2009 tarihinde gerçekleşen “Glocal Forum” toplantısının ihanet boyutlarının ipuçları da bu belgeler arasında yer almaktadır. Dünya Yahudi Kongresi Siyasi Meclis Başkanı Hahambaşı Israel SINGER de bu toplantıya katılmıştır. Bir Türk vatandaşı olduğunu ileri sürmesine ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti tarafından çok değerli bir madalya ile taltif edilmesine rağmen Jefi Kamhi ile “Glocal Forum” tuzağının üstad-ı azamı sayılan David Kimche’nin aslında J. K. ile kardeş oldukları da çarpıcı tespitlerden bir diğerini oluşturmaktadır.
– Türk Vatandaşı Jefi Kamhi ile Dr. David Kimche (Kimsche) arasındaki akrabalık bağları o kadar çarpıcı ipuçları taşımakta ki Türk İstihbarat Teşkilatları içinde yer alan “Meçhul Askerler” bu akrabalık ve ihanet bağı arasında çok önemli bir ipucunu yakalamıştır. Bu nedenle Şalom gazetesinin 22 Aralık 1992 günlü sayısında, J. K.’nın kardeşi Dr. David Kimche’nin Tel Aviv’de öldüğü yönünde bir “vefat” ilanı yayımlanmıştır. Yayımlatanlar Deyzi-Cako Erpardo ve Eli-David Kohen (İstanbul). Ancak öldüğü ilan edilen ve MOSSAD’ın ikinci adamlığına kadar tırmanmış olan Dr. David Kimche Haziran 2006’da Ankara’da yapılan “Glocal Forum” toplantısında “hortlamış” ve hatta Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı’nın (Sn. Erdoğan’ın) elini sıkıp yan yana oturmuşlardır. Peki, bu konuyu, yani şaibeli “vefat” ilanını ilk kez sütunlarına taşıyan kim? 12 Ekim 1993 tarihli Zaman gazetesindeki “Kulis” adlı köşesinde “Taha Kıvanç” yani Fehmi Koru. (Aynı Fehmi Koru, nasıl olmuş da bir zamanlar karşı olduğu ve bütün hıyanet ve rezaletlerini ortaya koyduğu Siyonist Yahudilerin güdümündeki AKP’ye alkış tutmaya başlamıştır? Ve daha sonra İngiltere Kraliçesi’nden şövalye madalyalı Abdullah Gül’ü Cumhurbaşkanı yapmak üzere Erdoğan’dan ayrılmıştır!..)
İtirafçı ve Milli duyarlı mason Katırcıoğlu, belgeler arasında çok çarpıcı bir aktarımda daha bulunmakta ve “Abdullah Öcalan’ın bize tesliminin ardından, İsrailli Amotz Asael’in 26 Şubat 1999 tarihli Jerusalem Post gazetesinde yayımlanan “Orta İsrail; Kürt Herzl” başlıklı yazısından bir alıntı yapmaktadır;
“Kürt isyanları onlara kendi Theodor Herzl’lerini getirmelidir… (Yani A. Öcalan Kürt devletinin kurucu lideridir!)
Diğer taraftan da Kürt Herzl (Öcalan), Türkiye ve AB’yi işin içine çekerek, bir ateşkesten sonra otonomi ilan edebilir. (Bugün Devlet Bahçeli’nin çağrısıyla başlatılan süreç 15 yıl önce Milli Çözüm’de haber verilmektedir.)
Türkiye’ye AB üyeliği sözü verilirken (daha doğrusu bu yalanla oyalanırken), Kürtlerin özerkliği Brüksel’in sürdüreceği diplomasinin ana ayağını teşkil etmelidir.
Biz Siyonistler son yüzyıla, Türklerin nefret ettiği kimseler olarak girdik. Ama şimdi Kudüs, Ankara (ve Cumhur İttifakı) ile sıkı müttefiktir. Aynı durum Kürtler için de geçerlidir!..”
– Katırcıoğlu, belgelerinde gündemi çok net biçimde sorgulayıp şunları sormaktaydı:
“Dört tane Müslüman bir evde toplanıp, yüksek sesle dua etse, bu yargı “Laikliğe aykırı davranıyorlar” diyerek, hemen yakalarına yapışıyor. Ama, yüzlerce “Sözde Müslüman mason” bir locada toplanıp, Yedi Kollu Şamdan’ı taşıyarak ve Tevrat’tan ayetler okuyarak ve de Davud Yıldızlı Bayrak açarak (!) Yahudi ayini yaparken (lütfen dikkat Musevi ayini değil), aynı yargı bu “Derin İhanet”i inatla niye örtbas ediyor?” (Evet, Türkiye’yi güya Milli İrade ile kurulan Cumhur İttifakı mı, yoksa Siyonizm’in ve İsrail’in karakolları olan Mason Locaları mı yönetiyor?)
– “1993 yılında İncirlik Üssü’nde hiçbir Türk personelin ve hatta -İncirlik Türk Tesis Komutanının- alınmadığı GİZLİ bir brifingde, sunum yapan Amerikalı, NATO Başkomutanı Org. John Shalikashvili’nin, “Kürtlerin durumu nedir?” sorusuna verdiği şu cevabı her şeyi açıklamaktadır;
“PKK’nın görevi, Kürt devletinin kuruluş süreci boyunca Türkiye’yi angaje tutmaktır ve sonunda Kürdistan açılımına mecbur bırakmaktır.” (Evet, Milli Çözüm’ün 15 yıl önce saptadığı ve uyardığı bu tehlikeler, günümüzde aynen uygulanmakta ve Yeni Barış Süreci kılıfıyla ülkemiz parçalanmaya hazırlanmaktadır!?)
İtirafçı Mason Katırcıoğlu’nun “Suç Duyurusu” şu ifadelerle son bulmaktadır:
“Bütün yetkilileri de ilgilileri de, hem ahlâki hem de yasal görevlerini cesaretle ve gereğince yapmaya ve öncelikle de mason localarını derhal kapatmaya davet ediyorum.”
Ancak Katırcıoğlu’nun bu talebini gerçekleştirmesini AKP iktidarından ve Cumhur İttifakı’ndan beklemek boşunadır. Çünkü Mason bürokratların ve yargı mensuplarının bu talebi yerine getirebilmeleri bir yana, bu suç duyurusuna işlem yapabilmeleri için öncelikle yetkili kişilerde ve görevlilerde milli “şuur” ve “onur” bulunması ve cesur olmaları lazımdır. Aynı Siyonist odaklara ve Masonik Localara bağlı olmak hususunda AKP-MHP ile CHP ve İYİ Parti’nin hiçbir farkı ve aykırılığı bulunmamaktadır. Evet, İslamist Medya ile Kemalist Sözcü takımı aynı şeytani odaklara, yani Atatürk’ün kapattığı MASON LOCALARINA bağlıdır!..

Erbakana ilk ihanetin belgesi olan eski bir yazıda anlatılan şu olay haklılığımızın kanıtı olmaktadır. Aynı ihanet şebekeleri ogünden bugüne hiç değişmemiştir.
MSP’nin 1978’deki kongresinde Erbakan’a karşı Korkut Özal’ın hazırladığı alternatif listede Kadir Mısıroğlu (ve İsmail Kahraman) da yer almaktan utanmamışlardı. Özal ve Mısıroğlu, Erbakan’ın listesini delmeye çalışmıştı. İşte bu süreçte Erbakan karşıtı alternatif listeden kazanması için çalışan gençlerden biri de Sn. Tayyip Erdoğan’dı. Serkan Yorgancılar “İslamcı Gençliğin Yazılmamış Öyküsü: Akıncılar” adlı kitabında, 1976’daki MSP İstanbul İl Gençlik Kolları Kongresi’nde Erdoğan, Divan Başkanı Kadir Mısıroğlu kurnazlığıyla başkan seçilmiş; Sebil dergisine kapak yapılmıştı…Milli Çözüm alıntı
https://www.millicozum.com/mc/ozel-yazilar/korkut-ozalin-erbakana-karsi-liste-cikardigi-r-tayyip-erdoganin-da-destek-ciktigi-1978-msp-kongresinde-ahmet-akgul-ustadimizin-tarihi-hizmetleri/
ASRIN MUHAMMED’İNE TABİ OLMAK
Osmanlı’nın son dönemlerinde Abdülhamit han döneminde onun karşısında durmak bilerek veya bilmeyerek, siyonizme hizmetkarlıktı, Atatürk dönemi Türkiye’sinde ise Mustafa Kemal’in karşısında durmak aynı şeyi temsil ediyordu. Günümüze geldiğimizde ise Aziz Erbakan Hocamızın karşısında durmak, düşünce ve projelerine engel olmaya çalışmakta aynı şekilde siyonizm’e hizmet etmek demekti. Hocamızın meşhur sözü “ Siyonizm öyle ustadır ki “kim? Ben mi? Ben hiç siyonizme hizmet edermiyim” türküsünü söyleterek kendi ordusunda askeri talip yaptırır.” İşte şuanda da Erbakan Hocamızın Adil Düzen projelerine ve Yeni bir Dünya projelerine kim sahip çıkıp Adil Yeni bir dünya’yı kurmanın hayalini kuruyorsa, Milli Görüş’ün gerçek manada temsilcisi o’dur. Maalesef dünya üzerinde bunun derdini tasasını çekende Milli Çözüm’den başkasıda yoktur, işte tamda bu sebeplerle Milli Görüş’ün asıl ve gerçek temsilcisi de Milli Çözüm’den başkası değildir.
O zaman da bilerek bilmeyerek Milli Çözüm’e düşmanlık ve Milli Çözüm hizmetlerini aksatacak eylem çaba içerisinde olanlarda siyonizmin hizmetindedir. Mevlanın bir sözü diye hatırlıyorum; “Asrın Muhammedine tabi olmayan cahiliye ölümü üzerine ölmüş olur.” En önemli sorununda şu olması bu durumda “Asrın Muhammedini nasıl tanıyacağız” zamanında emperyalist haçlı batısının, azgın Siyonist yahudisinin, işbirlikçi hainlerin, din istismarcısı din baronlarının, çağdaş geçinen sahte Atatürkçülerin ve bütün münafıkların hep birlikte karşısında durup düşmanlık ettikleri kim ise, bunun karşısında bütün dünyadaki masum ve mazlumların biran evvel kurtulup yaşanabilir ve yeni bir dünyanın hayalini ve hesabını yapan kim ise Asrın Muhammedide O’dur.
Ve bilin ki Allah’ın Resulü (Sünneti, hayat sistemi ve Nebevi prensipleriyle her zaman) içinizdedir. Eğer O, birçok işlerde sizin (keyfinize ve nefsi beklentilerinize) uysaydı, elbette sıkıntıya düşerdiniz. Ancak Allah size imanı sevdirdi, onu kalplerinizde süsleyip-çekici kılıverdi ve size inkârı, fıskı ve isyanı (Hakk davadan kopmayı) çirkin gösterdi. İşte onlar, (imanı ve İslam’ı seven, inkârı ve isyanı çirkin gören Müslümanlar) Hakk yolu bulmuş (irşad olmuş) kimselerdir. [Not: “Hakk dava”: İslami hükümler ve insani hedeflerle kurulan, Kur’an’a ve Sünnet’e dayalı bilimsel ve evrensel bir Adil Düzeni amaçlayan sistem ve siyaset hangisi ise; inkârcılardan münafık din istismarcılarına, sağcılardan solculara, dış odaklardan işbirlikçi iktidarlara (kendi aralarında çıkar çekişmesi ve taassup hasetleşmesi yaşansa da) hepsince ortaklaşa “en ciddi tehdit ve tehlike” sayılan ve aleyhinde resmiyete dökülmemiş fiili bir ittifak kurulan ve şeytan şürekasınca asla sahip çıkılmayan ve destek olunmayan, hatta dağıtılmaya-kapatılmaya çalışılan hareket ve şahsiyet hangisi ise, işte her asırda Hakk Davayı O temsil etmektedir.] Hucurat Suresi 7. ayet
Masonluk; zulüm ve sömürü düzeni olan SİYONİZM’in, bütün ülkelerdeki gayrı resmi şubeleridir. Masonluk; farklı din ve kökenden insanları, ırkçı emperyalizmin gönüllü ve yeminli hizmetçileri yapmak üzere tüm dünyayı şeytani bir ağ gibi saran, gizli ve kirli bir şebekedir. Rotary Kulüpler Masonluğun ilk mektebi, Lionslar orta mektebi yerindedir. Bugün ülkemizde hem Kemalist hem Mason geçinenler tam bir sahtekârlık örneğidir. Çünkü Atatürk, “kökü dışarıda fesat ocakları ve Yahudi uşakları” oldukları gerekçesiyle Mason Localarını resmen kapatan şahsiyettir.
https://www.millicozum.com/mc/2012/nisan-2012/masonluk-siyonist-emperyalizmin-subeleridir/
İtirafçı Mason Katırcıoğlu’nun “Suç Duyurusu” şu ifadelerle son bulmaktadır:
“Bütün yetkilileri de ilgilileri de, hem ahlâki hem de yasal görevlerini cesaretle ve gereğince yapmaya ve öncelikle de mason localarını derhal kapatmaya davet ediyorum.”
Ancak Katırcıoğlu’nun bu talebini gerçekleştirmesini AKP iktidarından ve Cumhur İttifakı’ndan beklemek boşunadır. Çünkü Mason bürokratların ve yargı mensuplarının bu talebi yerine getirebilmeleri bir yana, bu suç duyurusuna işlem yapabilmeleri için öncelikle yetkili kişilerde ve görevlilerde milli “şuur” ve “onur” bulunması ve cesur olmaları lazımdır. Aynı Siyonist odaklara ve Masonik Localara bağlı olmak hususunda AKP-MHP ile CHP ve İYİ Parti’nin hiçbir farkı ve aykırılığı bulunmamaktadır. Evet, İslamist Medya ile Kemalist Sözcü takımı aynı şeytani odaklara, yani Atatürk’ün kapattığı MASON LOCALARINA bağlıdır!..
Milli Çözüm Dergisinin ilginç bir özelliği vardır; sorulan soruların cevabı yine Milli Çözüm içinde saklıdır, biraz arşiv karıştırmak soruların cevabını bulmak için yeterli olacaktır. Milli Çözüm’ün diğer bir özelliği ise, yıllar öncesinden yazılan yazıların her daim güncelliğini koruyor olmasıdır.
Ecdadımızın Vermiş Olduğunu Bin Yıllık Mücadele Sonunda; Atatürk’ün Hayalleri ve Erbakan Hocamızın Adil Düzen Programları, Milli Çözüm Eliyle Gerçekleşecektir!
“Milli Çözüm” biraz şeye benziyor bazı yönleriyle, Osman Bey’e benziyor. Osmanlı Sultanı. Kime sorulsa niye Osmanlı’ya Osmanlı dendi? E Osman Bey kurduğu için. Bunun doğruluk payı var tabii, öyledir. Ama 630 sene üç kıtada İslam’ın hâkimiyetini gerçekleştiren büyük bir medeniyet hep onun adıyla anılması altında daha başka şeyler var. Nedir o?
Osmanlı sultanları 36 tanedir. Hatta Ertuğrul Gazi’yi sayanlar var, daha sonra halife olup da padişah olmayanları sayanlar var, 39’a çıkaranlar var. Bu rakamı Osmanlı sultanlarının tamamının cehdü gayretini, hizmetini, Allah yolunda çektiği zahmet ve mihnetleri, kendi yakın çevresinden çektiği hıyanetleri toplasan, Osman Gazi’ninki kadar olmaz. Hepsini toplasanız Osman Gazi’ninki kadar olmaz.
Düşmanları… Arkadaş, o günün sağcıları Bizans, o günün solcuları Moğollar. (Bugün sen dünyadaki sağcı, solcu, kapitalist, komünist ülkeleri şey yapın diye söylüyorum.) Koca Moğollar çekirge sürüsü gibi, bir zulüm tufanı gibi girdikleri yerleri yakıp yıkıp devirmiş gitmişler. Onlarla en az 50 sefer, çoğu zaman amcasından, amcası oğullarından, kuzenlerinden, kardeşlerinden, yeğenlerinden, öz akrabalarından, çevresinden, kabilesinden, diğer Türkmen beylerinden, Bizanslılardan çoğu zaman bir kendisi, hanımı, çocukları kalmış, başka hiç kimse, birkaç tane mücahit kalmış, kimse kalmamış.
Yani böyle bir merdivenin ayakları gibi sanılmasın ki böyle basamak basamak gelmiş devleti kurmuş, gitmiş oturmuş. Öyle değil. Devlet olma aşaması biraz yaklaşmış, bir tufan gelmiş sıfıra inmiş. Usanmamış, yılmamış, bıkmamış. “Artık olacağı yok, ben bırakayım” dememiş. Tekrar ilk günkü heyecanla böyle en az 10-15 kere “sıfırı tüketmiş” derler ya… Ve Allah da öyle bir şeref vermiş ki 630 sene onun ismiyle anılan medeniyet dünya adalet dağıtmış, kıyamete kadar da ismi böyle hürmetle anılacak, anılıyor.
BİLMEK Mİ, DOĞRU YORUMLAMAK MI?..
Olaylar ve gelişmeler konusunda bilgi önemlidir. Fakat akıl ve vicdan çerçevesinde şuurla bilgece değerlendirmek asıl meseledir.
Olayları ve bunlar arasındaki bağlantıları büyük bir saate benzetirsek, doğru zamanı ölçmek için önemli olan bu bağlantı çarklerını zaman ayarında doğru kullanmak, irili ufaklısıyla çarkları ve mesafe oranlarını uygun yerleştirmektir. Evet Siyaset, strateji bilgeliği de doğruyu yanlıştan ayırma ölçülerini kullanarak ileriyi ve perde arkasını görerek yorumlamak, planlamak, cesurca hareket etmektir.
Milli Çözüm Dergimiz bu hazinenin sahibi yerindedir.
Buradaki vurgu oldukça etkileyici;
Milli Çözüm Dergisinin ilginç bir özelliği vardır; sorulan soruların cevabı yine Milli Çözüm içinde saklıdır, biraz arşiv karıştırmak soruların cevabını bulmak için yeterli olacaktır. Milli Çözüm’ün diğer bir özelliği ise, yıllar öncesinden yazılan yazıların her daim güncelliğini koruyor olmasıdır.
Kendi sorumun cevabını yukarıda anlatıldığı gibi bulmak hoşnutluk verici.
Sol’un, Cumhuriyet Halk Partisinin ve Milli Görüş’ün okuma bilinci açık olan idrak sahibi kesimlerinin dikkat ve itina ile okumaları gereken bir makale!
MİTOLOJİK ZEKAYA SAHİP KALABALIKLARA – KIŞKIRTICI KUTUPLAR ARASINDA ANLAYIŞ, BARIŞ VE HAYIRDA YARIŞ KÖPRÜSÜ KURMA DERTLİSİ MİLLİ ÇÖZÜM, BU MAKALE İLE YİNE FARKINI FARKETTİRDİ ELHAMDÜLİLLAH!!..
Milli Çözüm; “değişmez doğrulara”, yani Aklıselimin, Müspet Bilimin, Tarihi Tecrübe ve Birikimlerin, Vicdani Kanaatin ve Hak Dinin, ortaklaşa hayırlı ve yararlı buldukları temel esaslara bağlı kalarak, Milli birlik ve dirliğimizi bozan kışkırtma ve kutuplaşmaları yaklaştırmak ve uzlaştırmak üzere yola çıkmıştır.
Ortasından azgın bir nehrin geçtiği, her iki yakasında yaşayanların birbirlerine düşman hale getirildiği bir şehirde, en gerekli ama en riskli ve zahmetli olan şey iki tarafı birbirine bağlayan bir köprü olmaktır. Böylece karşılıklı geçişlerle buluşmalarını, tanışıp yakınlaşmalarını ve sonunda kaynaşıp kucaklaşmalarını sağlamak lazımdır. Bir tarafta durup karşıya laf ve taş atmak, hakaretler yağdırıp kışkırtmak kolaydır. Zor olan; köprü kurmak, sırtından geçmelerine, tekmelemelerine, azgın ve taşkın sellere dayanmak, ama gereksiz düşmanlıkları törpüleyip dayanışmaya vesile olmaktır. İşte MİLLİ ÇÖZÜM bu kutlu amaç ve ihtiyaçla yola çıkmıştır ve aralarına uçurumlar açılmış toplum kesimlerinin birbirlerini anlamaları, ortak değerlerde ve asgari müştereklerde buluşup uzlaşmaları için çırpınmaktadır.
Milli Çözüm Enbiya Suresi 18. ayetinin gereğini ve görevini yapmaktadır:
“Hayır, doğrusu Biz Hakkı Bâtılın üstüne fırlatırız, O da onun beynini darmadağın eder. Bir de bakarsın ki, o (bâtıl ve barbar rejimler) yok olup gitmiştir. (Allah’a karşı) Nitelendiregeldiğiniz yakışıksız sıfatlardan dolayı eyvahlar size! [Not: Beyni parçalanan ve fikriyatı boşa çıkarılan bâtıl ve barbar sistemin, geri kalan görkemli gövdesinin çökmesi ve çözülmesi artık kolay ve kaçınılmaz olacaktır.]” (Enbiya: 18. Ayet – http://www.mealikerim.com )
GÜVEN NEDİR BİLİRMİSİN!
İnsan örnek olmalı, her hareketi ile
Laf söyletmemeli, arkasından kendisine
Yazık olmaz mı, onca mücadeleye
Güven kalmazsa, inandıramazsın kimseye
Makam, koltuk ve para hırsı
Nefsine uydurur, insanı
Şan, şöhret ve servet yarışı
Şeytana yoldaş eder, dünyalıkları
Çamur bulaşmışsa bir defa
İzi kalır, geçmez yıkamakla
Gayret et, bulaşmamaya
Ve adımlarını, dikkatle atmaya
Sözüm genele, çatmasın kimse bana
Üzerine alınan, baksın aynaya
Zora kalınca; sığınma sakın, yalana
Ey insan; güvenme, şuyuna buyuna…
Vatanımızı, halkımızı ve ülke imkânlarımızı İsrail’in hesabına kullanmak, yıpratmak ve yıkmak isteyen, İslami inancımızı ve Milli ahlâkımızı bozmak, laytlaştırmak ve yozlaştırmak isteyen… Mason locaları ve hıyanet odaklarıyla birlikte çalışıp, ekonomik, teknolojik, politik ve psikolojik alanda bizi kuşatmak ve geleceğimizi karartmak isteyen; niyeti ve tiyneti bozuk olanlara ise, mesafeli durma, gözaltında bulundurma, stratejik noktalardan uzak tutma ve sürekli dikkatli davranma… Siyaset, feraset ve dirayetini gösteren, M. Kemal’den sonraki tek lider Erbakan Hoca’dır. Evet, Erbakan Hoca, Yahudi’ye veya dönmelere değil, şeytani ve gayri insani amaçlar taşıyan Siyonizm’e ve ülkemize hıyanet düşünenlere karşıdır ve elbette haklıdır. Ülkemiz, Milletimiz, güvenliğimiz ve geleceğimiz üzerinde kötü niyet taşıyanların ve onlara taşeronluk yapanların: Çok ayrı inanç ve kafalarda… Farklı konum ve kulvarlarda bulunmalarına rağmen, Erbakan karşıtlığında ve Milli Görüş korkaklığında, hep ortak tavır almaları boşuna mıdır?
Ama, korkunun ecele faydası olmayacaktır!… Kader, Atatürk’e; Siyonistlerin güdümündeki bütün emperyalist güçlerin “Hasta Osmanlı’yı öldürme ve Müslüman Türk’ü tarihe gömme” siyaset ve saldırılarına karşı “Anadolu’yu kurtarma ve Türk varlığını koruma” gibi çok şerefli, ama çetrefilli bir misyon yüklemişti. Erbakan ise; bütün insanlığın bünyesine, kanser urları gibi yerleşen Siyonist çıbanlarını deşmek… Her din ve düşünceden… Değişik köken ve kültürden bütün insanlığın barış ve bereket içinde yaşayacağı, Türkiye merkezli yeni ve adil bir medeniyeti kurma şuuruna, onuruna ve sorumluluğuna sahiptir… Unutmayın ki; Atatürk de, resmi apoletleri söküldükten, tüm siyasi yetkileri elinden gittikten sonra, tarihi devrimini gerçekleştirmiştir!..
BİZİM ATATÜRK AHMET AKGÜL
İşte, günümüzde yaşananların perde arkasını ve Siyonist merkezlerin sinsi hesaplarını anlatan manşet: “Dışarıdan ve içeriden yapılan bütün girişimlere rağmen yine ERBAKAN kazandı!”
Siyonist işbirlikçilerinin İslam düşmanlığı ve Erbakan karşıtlığı ile kurdukları şer ittifakı!
Günümüzde yaşananların perde arkasında ve Siyonist merkezlerin sinsi hesaplarının temelinde hep İslam düşmanlığı ve Erbakan gıcıklığı bulunmaktadır.
Siyonist işbirlikçileri, farklı isimler ve sistemler içerisinde ve çeşitli şekillerde görünseler de aynı batıl ve bozuk yolda bulunmakta, Siyonist Yahudiler ve Haçlı emperyalistlerle dostluk kurmak ve onlara tabi olmak konusunda ittifak etmektedirler.
Siyonist işbirlikçilerinin alametifarikaları ise; Erbakan karşıtlığıdır!
İstismarcı işbirlikçiler; “Keşke (Kurtuluş Savaşı’nda) Yunan galip gelseydi… Çünkü Yunanlılar bile Mustafa Kemal kadar bu Dine ve Millete zarar veremezdi!?” diyecek kadar soysuzlaşmakta… Ve onun gibilere her fırsatta “Üstadım!..” diyerek ayarını ve amacını ortaya koymaktadırlar. İstismarcı işbirlikçiler aynı zamanda koyu bir ERBAKAN karşıtıdırlar.
İnkârcı işbirlikçiler ise, Batı uşaklığına ve İslam karşıtlığına Atatürkçülük maskesi takarak, Erbakan’la istismarcı takımını aynı ayarda göstermeye uğraşmakta, halkımızı istismarcı işbirlikçilerinin tuzağına itmek için çabalamaktadırlar.
Masonluk; İslam ve insanlık düşmanlarının ortak yapılanmasıdır!
Aynı Siyonist odaklara ve Masonik Localara bağlı olmak hususunda istismarcılarla inkarcıların iktidarla muhalefetin hiçbir farkı ve aykırılığı bulunmamaktadır.
Siyonist işbirlikçilerinin istismarcısı da inkârcısı da, iktidarı da muhalefeti de, zaten Mason Localarına göbekten bağlı bulunmaktadırlar.
Evet, İslamist Medya ile Kemalist Sözcü takımı aynı şeytani odaklara, yani Atatürk’ün kapattığı MASON LOCALARINA bağlıdır!..
Siyonist işbirlikçilerinin üstlendikleri görev; asıl gündemi unutturmak için kayıkçı kavgasıyla, Hacivat-Karagöz oyunuyla vatandaş oyalanmaktadır. Yıllardır halkımız ise maalesef bu narkozdan kurtulamamıştır.
Türkiye’yi güya Milli İrade ile kurulan Cumhur İttifakı mı, yoksa Siyonizm’in ve İsrail’in karakolları olan Mason Locaları mı yönetiyor? sorusu önemlidir.
Milli Çözüm Dergisinin ilginç bir özelliği vardır; sorulan soruların cevabı yine Milli Çözüm içinde saklıdır, biraz arşiv karıştırmak soruların cevabını bulmak için yeterli olacaktır.
Milli Çözüm’ün diğer bir özelliği ise; yıllar öncesinden yazılan yazıların her daim güncelliğini koruyor olmasıdır.
“PKK’nın görevi, Kürt devletinin kuruluş süreci boyunca Türkiye’yi angaje tutmaktır ve sonunda Kürdistan açılımına mecbur bırakmaktır.”
Milli Çözüm’ün 15 yıl önce saptadığı ve uyardığı bu tehlikeler, günümüzde aynen uygulanmakta ve Yeni Barış Süreci kılıfıyla ülkemiz parçalanmaya hazırlanmaktadır!?
Erbakan Hocamızın buyurdukları gibi:
“Bakın size kesinlikle ifade ediyorum ki; TÜRKİYE’NİN KURTULUŞU; Milli Çözüm’e inanan bir Cumhurbaşkanı’nın o makama oturması, Milli Çözüm’e inanan bir Hükümet’in kurulması ve yeni bir devrin başlamasıyla mümkündür!”
Erbakan Hocamız sık sık ” kim ben mi?” dedirte dedirte Siyonizm’e askerlik yapanlardan bahsederdi.
Ve Yine derdi ki; ” akıl odur ki bir işin sonunu düşünmektir”
Bu bağlamda niyetimiz halis gibi görünse de, yaptığımız işlerin sonucuna ve ne kazandığımıza bakmak gerekirdi.. Yada yapılan işten Hak davamız ne fayda gördü diye sorgulamak gerekirdi. Zahiren faydalı gibi görünse de sonuçları itibariyle Halkımız zarar görüyorsa yapılan eylemler ilk bakışta faydalı görünse de, Hak davaya sonuçları itibariyle zarar veriyorsa Siyonist şebekeye hizmetten başka ne işe yarardı.
Sultan Vahdettin’in Vatan’ı için Milleti için zahiren vatan haini görünse bile aslen kendini feda ettiğini görmeyenlerle, Erbakan Devrimine taş koyanların ne farkı vardı?
Zira Erbakan Hocamız’a karşı çıkanlar ya Atatürk inkılaplarına karşı diye, ve yahut İslam’a aykırı diye karşı çıkıyorlardı. İçerdeki bi takım marazlıların olmadık davranışları uç noktalardaki tavıları neticesi siyonizm karlı çıkıyordu.
Milli Çözüm hep haklı çıkmaktaydı. Zira o dönemle ilgili Bizim Atatürk kitabında tüm detaylar ele alınmıştı.
Asıl olan bu gerçekler ve hakikatler ortaya konmuşken sabataist dönmeler hariç tarihimizle ve Osmanlılarla ilgili safsatalara uyan saftirik takımından olmamak ve onların veballerine ortak olmamak için gözü açık olmalıyız.
O gün Yunan’ın (Siyonizm’in) başarısı için çırpınan Damat Ferit, Ali Rüştü, Artin Kemal gibilerin temsilcileri, bugün de görevlerine aynen devam etmekteydi!
“Keşke Kurtuluş Savaşı’nda Yunan galip gelseydi…” diyecek kadar soysuzlaşanlar ve onlara her fırsatta “Üstadım!..” diyerek alçalanlar da vardı…
Korkut Özal ve Kadir Mısıroğlu, Siyonist odakların kışkırtması ve yönlendirmesiyle; 15 Ekim 1978 MSP Kongresi’nde Erbakan’ı devre dışı bırakmak amacıyla bir girişimde bulunmuşlardı. Bu girişime Tayyip Erdoğan da katılmıştı…
Ve tüm şer odakların girişimlerine ve gafillerin alkışlarına rağmen; Aziz Erbakan Hocamızın yani İslam Birliği’nin, Türkiye’nin eline geçecek teknolojilerin, Yeni Bir Dünyanın, Adil Düzen’in tarafında olup o günde, bugünde mücadele veren Aziz Erbakan Hocamızın takipçisi ve Kutlu Bir Bilgesi vardı!
Siyonizm’in sinsiliğine ve küstah İngiliz Başbakanı’nın açık, alçak, insanlık dışı, düşmanlık ilanına rağmen;
Yunan işgalini arzulayacak kadar alçalanlara, Kadir Mısıroğlu’na, işbirlikçi AKP’ye, onların yanında saf tutan muhalefete-CHP kanadına, İngilizlerle gizli görüşmeler yapanlara ve İngilizlerden madalya alanı cumhurbaşkanı yapma yani Britanya’nın mandası olmak isteyenlere karşı (içerideki ve dışarıdaki hainlere rağmen) bugünde kahramanca mücadele veren (kesin ve keskin bir şekilde haklarından gelen ve) Adil Bir Düzenle Yeni Bir Dünyayı kurmak isteyen Bir Lider vardı.
Siyonistlerin küfrünü açıkça ilan etmeleri ve buna rağmen mandacıların sırıtan çırpınışları ise,
Önlenemez olan kutlu devrimin ayak sesleriydi!