YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL MENÜ

DERGİLER

Ay Seçiniz
category
69184802ba148
0
0
6401,171,6356,117,28,27,170,98,3,144,26,4,145,113,17,6330,1,110,12
Loading....

TOPLAM ZİYARETÇİLERİMİZ

Our Visitor

2 0 8 9 2 6
Bugün : 16736
Dün : 37133
Bu ay : 618541
Geçen ay : 1371576
Toplam : 45022362
IP'niz : 216.73.216.10

SON YORUMLAR

Son Yorumlar

YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL YAZILAR

YENİ ÇIKAN KİTAPLARIMIZ

ADİL DÜNYA YAYINEVİ

Tel-Faks:

0212 438 40 40

0543 289 81 58

0532 660 12 79

 

Ermeni asıllı vatandaşımız Hrant Dink'i kimler ve niçin öldürebilir? Sorusu hala tartışılıyor.

            Öncelikle böylesi şahsiyetleri hangi mahfiller meşhur ediyor, madalyalar veriyor ve hedef haline getiriyorsa, yine onlar bu cinayeti bazı merkezlere mal etmek üzere işletiyorlar.

 

 

 

            Hrant Dink'e, Hollanda'da bulunan AB'nin bir yan kuruluşu, kendisine bir cesaret ve destek ödülü vermişti.

            Yine Amerika'da bazı lobiler, güya özgün ve özgür söylem ve eylemleri nedeniyle kendisini sık sık davet etmekte ve arka vermekteydi.

            Dibi delik ayakkabılarının televizyonlarda gösterilip, fakir ve gariban havası verilmesi ve yine keramet sahibiymiş, öldürüleceğini beklemekteymiş gibi bir veda yazısı yazması, bu kişiyi kahramanlaştırmak ve Türkiye aleyhine kullanmak isteyen güçlerin şeytani bir senaryosunu aklımıza getirmektedir.

            Çünkü bu devirde Hrant Dink gibi birileri hele, bir  kış mevsiminde, ancak ve sadece film icabı dibi delik ayakkabı giyer.. Araştırılsın 15 milyonluk İstanbul'da şu anda ayakkabısı delik beş kişi bile bulmak mümkün değildir. 28 Ocak'ta Edirne Selimiye Camisi'ni ziyaret eden Dünya Bankası Başkanı, Siyonist Yahudi Wolfowitz'in çoraplarının delik olması da, aynı cinsten bir gösteridir.

            Hatırımıza şöyle bir senaryo geliyor: "O gün dibi delik bir ayakkabı giy, şöyle bir yazı yaz ve filan saatte telefon çalınca kapı önüne çık ve kuru sıkı bir tabancayla hafif yaralanacak ve sadece birkaç gün hastanede kalacak bir göstermelik saldırıya hazır ol" şeklindeki bir kurgu, böyle bir faciayla sonuçlandı. Kezban Hatemi'nin: "Olaydan az önce bir telefon geldi, telaş ve tedirginlikle hemen aşağı indi" ifadeleri de önemli bir ayrıntıydı.

            Bu suikastın hemen ardından, "Derin Devlet" diyerek, AB ve ABD karşıtı milli kurum ve oluşumların hedef gösterilmesi ilginçtir.

            Türkiye'de siyonizme ve emperyalizme karşı milli duyarlılığın arttığı ve toplumun dirilmeye başladığı bir ortamda, bu cinayetin tezgâhlanması tesadüf değildir.

Dolaylı da olsa, PKK'ya ve Kürt hareketine yakın ve yatkın olduğu bilinen Hrant Dink'in böyle bir cinayete kurban edilmesi, Türk-Kürt kardeşliğini dinamitlemeye de yöneliktir.

            Katil sadece piyondur, asıl patronları görmemiz gerekir. Dış güçler ülkemizdeki din farklılığını ve İslam düşmanlığını körüklemektedir.

            Hrant Dink cinayetinin tetikçi zanlısı Ogün Samast ve azmettiricisi Yasin Hayal yakalandı. Yasin Hayal, MHP'li ve Çeçenistan'a cihada gitmek istemişmiş!..

            Ogün Samast, Hrant Dink aleyhine hazırlanan dini içerikli internet yayınlarından etkilenmişmiş…

Evet, işte beklendiği gibi, fatura milliyetçi-dinci kesimlere kesildi…

Büyük Birlik'çi Erhan Tuncel, muhbir miş!

  Cinayet sanıkları arasında yer alan ve daha önce Trabzon'daki McDonald's restoranını bombalamaktan mahkum Yasin Hayal'in "Büyük Abisi" olarak tanımlanan Erhan Tuncel'le ilgili olarak "müthiş bir şüphe" ortaya çıktı. BBP Genel Başkanı Muhsin Yazıcıoğlu'nun "gönüllü korumalığını" da yapan, Tuncel'in Trabzon Emniyeti'nin "muhbiri" olduğu belirleniyor. İddialara göre, 2004'te McDonald's'ın bombalanması olayında, Yasin Hayal ile birlikte Erhan Tuncel de yakalanıyor. Tuncel'in poliste verdiği ifade sonrasında dönemin Trabzon Emniyet Müdürü Ramazan Akyürek (Rahip Santoro cinayetinden sonra Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Daire Başkanlığı'na getirildi), Erhan Tuncel'i çağırıyor ve "Sen diğerleri gibi serseri değilsin. Okumuş adamsın. Ben seni bu davanın dışına çıkartayım. Sen de buna karşılık bize bu gruplarla ilgili bilgi getir" diyerek Tuncel'i "gönüllü istihbarat elemanı" olmaya ikna ediyor. Tuncel'in yakalanıp sorgulanmasına rağmen mahkemeye sanık olarak çıkarılmaması o sırada da dikkat çekiyor ama üzerinde fazla durulmuyor. Halen tutuklu olan "Büyük Abi" Erhan Tuncel'in Emniyet'te ifade vermeyi reddetmesi ve tek kelime konuşmadan "susma hakkını kullanması" şüpheleri artırıyor.38

  Biz bu filmi görmemiş miydik?

  Gazeteci Hrant Dink'in bir suikast sonucu öldürüldüğü haberini ilk duyduğumuz anda "Biz bu filmi görmemiş miydik?" diyerek önceki suikastlar ile arasında benzerlik kurmaya çalıştık.

  Ama bir süre sonra anladık ki bu daha önce gördüğümüz filmlere pek benzemiyor!

  Çünkü çok daha profesyonelce tertiplenmiş bir suikast var karşımızda!

  Önceki suikastları düzenleyenler belli ki ülke içinde kimi çevrelerin nasırına basmayı ve birbirlerine karşı kışkırtmayı amaçlıyorlardı.

  Ama Hrant Dink'e yönelik suikast sadece ülke içindeki belli çevrelerin nasırına basmakla yetinmiyor global düzeyde belli merkezleri harekete geçirmeyi amaçlıyor!

  Belki Hrant Dink önceki suikastlarda hayatlarını kaybedenler kadar Türkiye'de tanınmıyor ve meşhur değildi ama hiç kuşkusuz öteki kurbanlardan çok daha fazla dünyanın dikkatlerini üzerine çekecek bir isim!

Suikastı planlayanlar işlettirecekleri cinayete son derece amatör bir eylem süsünü vermekte güçlük çekmeyeceklerini biliyor olmalıydılar!

  Hrant Dink'in yazıları ve konuşmaları ülke içinde küçük de olsa belli çevrelerden acayip tepki alıyor ve şimşekleri üzerine çekiyordu.

  Gayet profesyonelce planlanan bu cinayette fatura bu çevreye rahatlıkla kesilebilirdi!

  "Cinayeti planlayanlar kimler olabilir" sorusuna verilecek pek çok cevap bulunabilir!

  Bu cinayeti mal edebileceğimiz pek çok tutarlı tahminde bulunmak da mümkün.

  Zaten bu suikastı öncekilerden farklı kılan da bu yönü!

  Daha düşünce planında bu kadar çok profesyonellik arz eden bir suikast ile ilk kez karşı     karşıya olduğumuzu kabul etmeliyiz.

  Yani bu suikast "Biz bu filmi daha önce görmemiş miydik?" diyeceğimiz basitlikte bir cinayet değil!

  Korkarız ki suikastı düzenleyen tetikçinin yani maşanın yakalanması bile olayın yeterince aydınlatılmasına kafi gelmeyebilir!

  Katilin cinayeti işledikten sonra herkesin duyabileceği şekilde "Bir Ermeni'yi öldürdüm" diye sevinç naraları atması herhalde boşuna değil!

  Bu da gayet profesyonel bir şekilde hazırlanan suikastın başka adreslere faturalanması için düzenlenmiş bir tertip gibi geliyor bize!

  Türkiye'nin başı önceki suikastlar yüzünden de epey sıkıntıya girdi ama bu defa başımızın çok daha fazla ağrıyacağı aşikar!

  Adamlar Türkiye'yi belki en hassas olduğu noktadan vurdular!

  Böylesine hesaplı ve kitaplı bir planın amatörce hazırlanabileceğine ihtimal veremiyoruz.

  Bu suikastın ardında sandığımızdan çok daha profesyonel birimlerin olduğu mutlaka hesaba katılmalıdır.

  Bize öyle geliyor ki bu suikastta Türkiye ile         hesaplaşmasını henüz tamamlamamış beynelmilel çevrelerin de parmağı var.

  Fazla komplocu bulunabilir ama bu varsayım da yabana atılmamalıdır.39

  "Hrant Dink'in Ermeni meselesi, "Ermeni soykırımı iddiası" konusunda kendi göreceli gerçekleri vardı. Bunlar onun gerçekleri idi, mutlak gerçekler değildi. Müslüman bir Türkiyeli olarak benim de gerçeklerim var, Hrant beyin gerçekleriyle çatışan…

  1915'ten önce Anadolu'nun birçok bölgesinde ve şehrinde Ermeniler yaşıyordu… Madalyonun arka tarafında başka bir gerçek daha var: Şu anda Ermenistan'ın başkenti olan Erivan yakın tarihe kadar bir Müslüman şehriydi. Ne oldu Erivan Müslümanlarına? ("Erivan, Müslümanlar yurdu idi" başlıklı Azerice kitabı okuyarak bu konuda fazla bilgi edinebilirsiniz.)

  Müslüman bir ülkede yaşayan gayr-i müslim azınlıklar, Müslümanlara Allah'ın ve Peygamberin bir emanetidir. Onların can, mal, ırz, din, kültür hürriyetlerinin mutlaka korunması gerekir. Bu açıdan, Hrant Dink'in katli ülkemiz, devletimiz ve Müslüman halk için büyük bir darbe olmuştur.

  Ermeni Meselesi, Ermeni soykırımı madalyonun sadece bir tarafına bakarak, konuyu bir bakış açısından inceleyerek anlaşılmaz, âdil bir çözüme kavuşturulamaz. Mesele bütünüyle ele alınmalıdır.

  Hrant Bey ziyaretime geldiğinde, Erzurum'da Ermenilerden kalma Yakutiye kilisesinin camiye çevrilmesi meselesi tartışılıyordu. Agos gazetesi, bu binanın kesinlikle cami yapılmamasını, ille bir iş görmesi gerekiyorsa kütüphane veya kültür merkezi olarak kullanılmasını istiyordu. Hrant Dink bey, sohbetimiz esnasında "Ermeni Patriği benim gibi düşünmüyor. Erzurum'da Ermeni kalmadı, eski kilise binası cami yapılabilir diyor" demişti. Bir caminin kilise yapılması vahimdir, çünkü o bina kilise olunca içinde Son Peygamber Hazret-i Muhammed'e saygı gösterilmeyecektir. Halbuki, eski ve harap bir kilise cami yapılırsa, içinde Hazret-i İsa'ya ve Hazret-i Meryem'e hürmet edilecektir.

Hükümetimiz Van gölündeki Akdamar Ermeni kilisesini, büyük paralar sarf ederek restore ettirdi? Restorasyonun aslına uygun olması için Ermenistan'daki uzmanlardan bile akıl ve fikir alındı. Bizde Ermeni kiliseleri tâmir edilirken, Erivan'da acaba eski bir caminin tâmir edilip İslâm ibadetine veya en azından Müslüman turistlerin ziyaretine açılması düşünülebilir mi? Böyle bir şey mümkün müdür? Ermenistan, Karabağ'ı işgal ve istilâ ettikten sonra oradaki Müslümanların, camilerin başlarına gelenleri gördük.

Türk Tarih Kurumu Başkanı Prof. Yusuf Halaçoğlu Bey 2006 senesinde çok önemli bir cümle sarf etti; "Biz bu kafada gidersek bu toprakları elimizde tutamayız" demişti.

Fransa'da yayınlanan, Katolik günlük LA CROIX (29 Ağustos 2005) Türkiye Ermeni Patriği İkinci Mesrob ile yapılmış bir röportaj yayınlanmıştı. Bu röportajın tamamı (hiçbir yeri çıkartılmadan, metninde değişiklik yapılmadan) Türkçe'ye çevrilip yayınlanmalıdır. Patrik İkinci Mesrob kendisine yöneltilen bir soruya verdiği cevapta şöyle diyordu:

  "Bazı tarih profesörlerine göre, 1915'te 200.000 Ermeni, çoğu kızlar olmak üzere, İslâm dinine geçirilmiştir. O halde, hiç şüphe yoktur ki, en azından 1,5 milyon Türk Ermeni asıllıdır."

  Ülkemizde şu anda 68 bin ile 70 bin rakamları arasında Türkiye kimliği taşıyan yerli Ermeni varmış. Bir de, Ermenistan'dan çalışmak için gelmiş 30 bin yabancı tâbiyetli Ermeni bulunuyormuş.

  Büyükanneleri 1915'te Müslüman edilen Ermenilerin torunlarından her yıl 80 ile 100 kişi İslâm dinini bırakarak Ermeni kilisesinin kanatları altına giriyormuş.

  Ermeni Patriğinin "1,5 milyon Ermeni kökenli vatandaş" iddiasını şu günde bu sütunlarda tartışmak istemem.

  Cinayet işlenir işlenmez, on bin kişi kadar oldukları tahmin edilen bir topluluk Taksim ile Osmanbey arasında gece yürüyüşü yapmış, "Biz hepimiz Hrant'ız hepimiz Ermeni'yiz" diye bağırmaktaydı.40  Ne demek acaba 70 bin Ermeni'den 70 milyon Müslüman Türk'ü kışkırtma provası mıydı?

Hatta 3 ay kadar önce: ASİMD Başkanı Yrd. Doç. Dr. Savaş Eğilmez, Ermenilerle bölücü örgüt arasındaki anlaşma bulunduğunu söylemişti.

Ermeni-PKK şer ittifakı

  Asılsız Soykırım İddialarıyla Mücadele Derneği (ASİMD) Başkanı Yrd. Doç. Dr. Savaş Eğilmez, Ermeni diasporasının Türkiye'yi güçsüz bırakmak ve parçalayabilmek için terör örgütü PKK'yı destekleyerek büyük mali yardımlarda bulunduğunu bildirdi.

  Ermeni-PKK ilişkisinin bir kere daha gün yüzüne çıktığını anlatan Eğilmez, Ermeni terör örgütlerinin dünya kamuoyunun tepkileri üzerine 1980'li yıllarda taktik değiştirerek, PKK terör örgütü ile işbirliğine gittiklerinin bilindiğini söyledi. Terör örgütü PKK'nın 1980'de 21-28 Nisanı "Kızıl Hafta" olarak ilan ettiğini ve her 24 Nisanı da Ermenilerin sözde katledilme günü olarak andıklarını kaydeden Eğilmez: "Ermeni-PKK ilişkisiyle ilgili bir başka çarpıcı örnek ise 6-9 Ocak 1993 tarihlerinde Beyrut'taki iki ayrı kilisede düzenlenen ve Lübnan Ermeni Ortodoks Başpiskoposu, Ermeni Parti yetkilileri ile 150 gencin katıldığı toplantıdır. Toplantıda, Ermeni toplumunun gittikçe büyümekte ve ekonomik yönden güçlendiğini anlatan başpiskopos, geliştirilen propaganda faaliyetleri sayesinde bütün dünyada sözde soykırımın daha iyi bilinmeye başlandığını ifade etmiştir.

  Başpiskopos konuşmasındaki 'Ermenistan devleti kurulmuştur ve her geçen gün topraklarını genişletmektedir. Türkiye'deki PKK faaliyetlerine verilen destek iyice artırılmaktadır. Bu sayede Türk ekonomisi sıfır noktasına gelecek, ülke kaos ortamına sürüklenecek ve Türkiye bölünme sürecine girecektir.

  Bugün Türklerin elinde olan topraklar, yarın Ermenilerin olacaktır' ifadeleri, bunların gerçek yüzlerini ortaya koymaktadır."

  PKK Ermeni anlaşması

Lübnan'daki Ermenilerin Türkiye ve Türklere karşı en radikal Ermeni toplumu olduğunu anlatan Eğilmez, Lübnan'daki Ermeni diasporasının terör örgütüyle 1987 yılında bir anlaşma yaptıklarını kaydetti.

  Ermeni diasporasının, terör örgütü PKK ile yaptığı anlaşmada çeşitli vaatlerde bulunduğunu anlatan Eğilmez, şöyle devam etti: "Anlaşmada Ermenilerin PKK'nın içinde eğitim faaliyetlerinde bulunmaları kararlaştırılmıştır. Ermenilerin, terör örgütüne her yıl için adam başına 5 bin dolar ödeyeceği yönünde karar alınmıştır. Ermenilerin küçük çaplı eylemlere katılmaları ve terör örgütüyle ortak eylemler yapmaları da karara bağlanmıştır."

  Lübnan'daki diasporanın yaptığı anlaşmada, Türkiye'de güvenlik kuvvetlerine yönelik eylemlerde istihbaratı Ermenilerin yapması yönünde karar da alındığını kaydeden Eğilmez, "Türkiye parçalandıktan sonra ele geçirilecek toprakların eşit olarak bölüşüleceği bile bu anlaşmada yer almıştır. Ermeniler, terör örgütünün kamp masraflarının yüzde 75'ini karşılamayı vaat etmiştir" şeklinde konuştu. ABD ve Avrupa ülkelerinin PKK'yı terör örgütü olarak kabul ettiklerini hatırlatan Eğilmez, "Ermenilerin PKK ile ilişkisini bizim kadar ABD ve diğer Avrupa ülkeleri de biliyor. Türkiye'yi yalanlarla suçlamaya kalkanlar bu gerçeği unutmamalıdır" dedi.41

  "Derin Devlet" Tartışması

  "Derin Devlet var, yok etmek gerek. Yeni değil Osmanlı'dan gelen bir gelenek"… Bu sözlerin sahibi Başbakan Recep T. Erdoğan!..

  Değerli dostlar, "Hükümet ettiği bir Devleti, ortaya çıkan olumsuz durumla özdeşleştirerek, "geçmişten gelen kötü dinamikler var, yok edilmesi gerekir" cümlesiyle tarif eden bir Başbakan ne yapmaya çalışıyor"? sorusunun cevabını sizler bırakıyor ve toplumdaki sosyolojik kaymayı "Derin Devlet yapıyor" diye geçiştirenlere "gelin bunları da sorgulayalım" demek istiyorum…

  Türkiye'de neler oluyor? Maddeler halinde sıralayalım;

  1- 1999-2006 arasında Türk Halkı yani bizler; "normal bir toplumun" kolay kaldıramayacağı bir sürece girdik. İlk önce "çok ağır bir ekonomik" kriz geçirdik. Ardından Kemal Derviş'in gelişiyle IMF ve AB baskısı altında "ekonomik ve siyasi zorlamalar, sosyal çatlak" yaratabilecek uygulamalar hayata geçirildi. AB'nin reform isteğiyle "Türk Halkının moral yapısını yaralayan" istekler zorlanırken sonuçta ne girilmiş-ilerlenmiş bir AB ne de makro ekonomik bir değişim görülmedi.

  2- 1999-2006 arasında oluşan sürecin sonunda; kendini hakarete uğramış hisseden, Milli yatırımları "özelleştirme" adı altında transfer edilen ve ekonomik çark dışında "ezilmişliği" dayanılmaz hale gelen bir toplum yapısı ve hızlanan "sosyal bozulma" ile uçlara kayan ve giderek kaybolan bir "orta sınıf" yapısı meydana geldi.

  3- Bugün gördüğümüz ortamı sorgularken; "derin oluşumlar" zorluyor, "o var, bu var" demek yerine "bu zeminin oluşumunu" sorgulamak ve bu tabanı oluşturan bireyleri oraya çekenlerin hangi gerçeklerden yararlandığını anlamaya çalışmak daha doğru bir yaklaşım değil mi?

  Sonuç: Bir ülke, bütçesinin yarısını "faiz" adı altında "yurtiçi ve yurtdışı" odaklara aktarıyorsa, o ülkede finans piyasaları 5-6 altı yılda bir krize giriyor ve düşüş-çıkış süreçlerinde "büyük rant yaratıyor" ama halkın yüzde 99'u bu çark dışında kalıp sadece "krizin eziciliğini yaşıyorsa", özelleştirme adı altında, alın teri ile ve nice yılların birikimiyle ortaya çıkan varlıklarının "satıldığına" üzülerek bakıyorsa, Gümrük Birliği ve yabancılara satılan bankaların kredi vermemesi gibi durumlar küçük-orta ölçekli işletmeleri hızla yok edip insanları "işsiz" olarak sokağa bırakıyorsa ve en önemlisi bu süreç sonunda "toplumda refleks olarak, uç değerler kabul görüyor, sosyal bozulma hızlanıyorsa"; "her şeyi derin organizasyonlar yapıyor" diyeceğinize "dönün de yukarıda anlattığım gelişmeleri sorgulayarak kendinize şu soruyu sorun; "Biz nerede hata yaptık? Neye alet olduk? Hangi havalara kapıldık? Hala ne tür yanlışlarda ısrar ediyoruz?"…

  Not: Sosyal kaymayı, ortaya çıkan çarpık yapıyı görmeyenlere çok net bir tavsiyem var; sokağa çıkın ve ortalama Türk vatandaşlarına şunu sorun; Türkiye nereye gidiyor? Bu soruyu son 3 yılda yaptığımız 25 "Ulusal Bilinç" konferansında binlerce öğrenciye, çalışana, işsize kısacası herkese sorduk, aldığımız cevap çok açıktı; "Türkiye Cumhuriyeti Devleti tasfiye ediliyor, topraklarımız elimizden alınıyor!?" Bana sorarsanız; bu feryada kulak verin, çok geç olmadan!42

  Sn. Recep T. Erdoğan! Asıl derin devlet, sizi Milli Görüşten koparıp iktidara taşıyan ve boynunuza cesaret-esaret madalyası takanlardır. Sizi İslam coğrafyasını sömürgeleştirmek üzere BOP'un eş başkanı yapanlardır. Ilımlı İslam ve Dinler arası diyalog safsatalarıyla, Dinimizle savaşanlardır.

  Fransız ve Alman televizyonlarının program ve röportaj yapıp dünyaya duyurdukları; Türkiye, Irak ve İran sınırındaki ve PKK kontrolündeki uyuşturucu kaçakçılığından bile haberi bulunmayan bir başbakanın…

  Kukla Irak hükümetinin "ticari görüşmeleri ve diplomatik ilişkileri artık bizimle değil, Barzani yönetimiyle yapın" tehdit ve teklifine muhatap olacak kadar irade ve inisiyatifini yitirmiş bir iktidarın..

Çıkardığı yeni ve gayri milli petrol yasasıyla, Mondros Mütarekesinden ve Sevr muahedesinden beter bir bahtsızlığın hemen ardından İsveç gibi batılı şirketlerin, Kıbrıs Türk Kesimi açıklarında ve burnumuzun ucunda 400 milyar dolarlık Petrol arama çalışmalarına başlaması, Mısır ve Lübnan'la anlaşmalar yapıp Türkiye'yi hesaba bile katmaması karşısında utanıp sıkılmayı bile unutan bir Başbakan'ın, Derin Devlet'le mücadele edileceğini söylemesi, artık milli onurumuza ve kanımıza dokunmaktadır. Ve bu talihsiz tavır Hz. Mevlana'nın:

  "Düşman evine girmiş, hariminin koynunda saklanmakta; ama zavallı ahmak, silahını almış bahçe duvarında nöbet tutmakta ve kahramanlık taslamaktadır." sözünü hatırlatmaktadır.

  Erdal İnönü, Başbakan Yardımcısı iken, bir ABD ziyareti dönüşünde:

  Bazı lobilerde bana ilginç bir soru yönelttiler: "Bu kadar İmam Hatip Okulunu neden açtınız ve hala yenileri açmaktasınız? Bunca mezunu ne yapacaksınız? Doğrusu şaşırdım."

  Yani ABD'de ve AB ülkelerinde İmam Hatiplerle, İslami gelişme ve dirilişle ilgilenenlerin olduğunu söylemiştir. İşte asıl şeytan şebekesi bunlardır. Ve bunların ülkemizdeki karakolları olan, Mason Locaları TÜSİAD ve TESEV gibi kuruluşlardır.

  Mesut Karaşahan'ın Milli Gazetedeki "Petrol Değil, Din Savaşları" başlıklı yazısında oldukça önemli tespitler yapılmaktaydı: 

  Dış politika uzmanlarımız Amerikan saldırganlığı ve işgallerini enerji politikalarıyla izah etmeyi itiyat edindi. Afganistan, Irak ve son haftalarda Somali'de yaşananların yegane sebebi olarak ABD'nin enerji ve hassaten petrol havzalarını ele geçirme arzusu öne sürülüyor. Buna göre "petrol savaşları"nda son perde İran'la açılmak üzere.

  Kanaatimce bu, fazlasıyla materyalistik ve seküler bir izah tarzını ifade ediyor. Meseleleri basite indirgeyen, insan eylemlerini salt mekanik olarak algılayan, olayları Marksistçe okuma çabasını hatırlatan bir yaklaşım. "Petrol savaşları", geleneksel ve modern anlamdaki "din savaşları"nı göz ardı eden, gözlerden saklayan veya büsbütün gözden kaçıran bir bakış açısını yansıtıyor.

  Bunun son örneğini Michel Chossudovsky'nin analizinde gördük. "Müslümanların 'İblisleştirilmesi' ve Petrol Savaşları" başlığını taşıyan yazısında Chossudovsky, "din savaşı" tabirinin tarih boyunca aslında ekonomik amaçlı yürütülen savaşları maskelemek vazifesi gördüğünü öne sürüyordu. Yazara göre mesela Haçlı Seferleri'nde asıl gaye, "doğu ticaret yollarını kontrol eden tüccar Müslüman toplumların egemenliğine" son vermek iken, bu amaç Katolik Kilisesi'nin dini telkinleriyle gizlenmişti. Bugün de ABD, "terörizmle savaş" adına gerçekte "petrol savaşları" yürütüyordu.

  Lâkin gerçek, bu kadar yalın, bu kadar siyah-beyaz değildir. Haçlı Seferleri'ni tasarlayıp örgütleyen elitler içinde elbette ticari ve ekonomik kaygılarla hareket edenler olmuştur. Keza bu seferlere nefer olarak iştirak eden sıradan halkın da benzer beklentileri olmuş olabilir.

Fakat her iki kesimde de hatırı sayılır bir çoğunluk "Kutsal Topraklar"ı Müslümanların elinden alarak tabir caizse- Hıristiyan Tanrı'sının rızasını kazanmayı gaye edinmişti. Hatta bu dönemde papalar ve yüksek ruhban arasında, Kilise'nin içine düştüğü aşırı dünyevileşmeden rahatsızlık duyan, reform çabalarına koyulan, manastırda yoksulluk ve inziva içinde yaşama tecrübesine sahip şahsiyetler vardı.

Haçlı Seferleri, Batı'ya özgü bir fenomen olarak "din savaşları"ydı. Bugün İslam dünyasının farklı köşelerinde ABD liderliğinde Hıristiyan Batılı orduların yürüttüğü işgal savaşları, aynı anlamda "din savaşları"dır. Bu sefer, ticaret yollarına hâkim olmak yerine enerji havzalarını ele geçirmek gayesinin, temel saiklerden birini oluşturuyor görünmesi, bu gerçeği değiştirmez. Keza bu din savaşları, İslam'ın yabancısı olduğu bir pratiktir.

  Böyle olmasının sebebi, ABD Başkanı George W. Bush'un "Haçlı Seferi"nden bahsetmesi veya Papa XVI. Benediktus'un Amerikalı neocon'lara destek verircesine İslam düşmanı bir söylemle ortaya çıkması değildir yalnızca.

  İslam topraklarının işgalini din savaşına dönüştüren şey, ortalama Hıristiyanın Amerikan işgaline, Danimarkalı karikatüristlere, Avrupa Birliği içinde Türkiye karşıtı liderlere destek verirken ve hatta Ermeni soykırımı iddialarını desteklerden hissettiği ve yaşadığı bir şeydir; kalbinin derinliklerinde var olan köklü İslam düşmanlığıdır.

  1991 yılında Birinci Körfez Savaşı esnasında Bağdat'ın bombalanışını anlatan CNN International muhabiri Peter Arnett'i hatırlayalım. Hafızam beni yanıltmıyorsa, Peter Arnett bu bombardımanı "Noel kutlamaları"na benzetmişti; olayı büyük bir heyecan içinde anlatıyor, coşku ve sevincini gizlemekte zorlanıyordu. Çünkü bir petrol ülkesinin başkenti değil, Bin bir Gece Masalları'na konu olmuş eski bir İslam payitahtı bombalanıyordu Hıristiyan ordular tarafından.

  Haçlı saldırganlığının son hedefi Somali oldu. İslam Mahkemeleri Birliği Somali'de yıllar sonra düzen ve istikrarı, huzur ve barışı tesis ederken, Cibuti Piskoposu Giorgio Bertin, 2006'nın yaz aylarında ABD'nin bu ülkeye müdahale etmesini talep ediyordu. Aynı piskopos ki Mogadişu kilisesi ona bağlıdır- 11 Ocak 2007 günü, yani Amerikan güçleri İslamcı avlamak adına Somalili siviller üzerine ölüm kusarken şu beyanatı vermiştir:

  "Biz bu sert önlemi (Kenya'nın Somali sınırını tamamen kapatmasını M.K.) anlamak zorundayız. Kenya, Somali halkının akın etmesinden, özellikle de giriş yapacak ve topraklarında istikrarsızlık çıkaracak İslamcıların oluşturduğu tehditten yana endişelidir." (Bu haberi Global Katolik Haberler başlığıyla veren internet sitesi 'www.catholic.net'tir)

Bir Müslüman coğrafyada Batı modeli dışında bir sistemin tecrübe edilmesi ve başarı ihtimalinin belirmesi, petrol kadar, belki ondan daha fazla Haçlı öfkesini celbedecek bir gelişmedir.

  Dün İngiliz ve Fransızlar, bugün Amerikalılar, bir İslam toprağını işgal ettiklerinde, doğal zenginliklerinden önce Müslümanın imanını almaya gelmişlerdir. En aşağılayıcı ve iğrenç muamelelere razı olmak, ırz ve namus kaygısını bir kenara bırakmak, işgalcinin emir kulu olmak ve sahici kutsalları yerine Batılı adamın sahte kutsallarını ikame etmek; velhasıl kendini Haçlılara "satmak", Müslümanı bekleyen asıl tehlikedir.

  Eğer yaşananlar din savaşları değilse, Irak'ta Amerikan işgaline direnenleri "terörist"(!) diye niteleyen, Somali'deki Amerikan bombardımanını ballandıra ballandıra anlatan, mücahitler hakkında Pat Robertson'la aynı dili kullanan yazarlarımızı nereye koyacağız?

  Din savaşlarının modern versiyonunu daha iyi kavrayabilmek içinse, Hıristiyanlığı da kuşatan, sınırsız ihtiraslar, aşırı tüketim, lüks, konfor ve israf düşkünlüğü biçiminde dışa vurulan "materyalizm dini"ni de analize dahil etmek gerekir.

  Bu yazıyı tamamladığım saatlerde haber ajansları Irak eski Başbakan Yardımcısı Tarık Aziz'in İtalyan avukatı Giovanni Di Stefano'nun bir beyanatını aktarıyordu:

  "Amerikalılar müvekkilimi asmayacaklar. Çünkü o bir Hıristiyan."

  Yahudilerin kışkırttığı Ermeni teröristlerin Türk diplomatlarına karşı giriştikleri saldırılar4 Nisan 1973 (Paris)

  26 Ekim 1973 (New York)

  7 Şubat 1975 (Beyrut)

  20 Şubat 1975 (Beyrut)

  22 Ekim 1975 (Viyana)

  24 Ekim  1975 (Paris)

  28 Ekim 1975 (Beyrut)

  16 Şubat 1976 (Beyrut)

  17 Mayıs 1976 (Frankfurt)

  28 Mayıs 1976 (Zürih)

  2 Mart 1977 (Beyrut)

  14 Mayıs 1977 (Paris)

  6 Haziran 1977 (Zürih)

  9 Haziran 1977  (Roma)

  3 Ocak 1978 (Londra)

  2 Haziran 1978 (Madrit)

  6 Aralık 1978 (Cenevre)           

  17 Aralık 1978 (Cenevre)

  8 Temmuz 1979 (Paris)

  22 Ağustos 1979 (Cenevre)

  22 Ağustos 1979 (Frankfurt)

  4 Ekim 1979 (Kopenhag)

  12 Ekim 1979 (Lahey)

  30 Ekim 1979 (Milano)

  8 Kasım 1979 (Roma)

  18 Kasım 1979 (Paris)

  17 Aralık 1979 (Londra)

  22 Aralık 1979 (Paris)

  22 Aralık 1979 (Amsterdam)

  10 Ocak 1980 (Tahran)

  2 Şubat 1980 (Brüksel)

  6 Şubat 1980 (Bern)

  10 Mart 1980 (Roma)

  17 Nisan 1980 (Roma)

  19 Nisan 1980 (Marsilya)

  31 Temmuz 1980 (Atina)

  5 Ağustos 1980 (Lyon)

  26 Eylül 1980 (Paris)

  3 Ekim 1980 (Milano)

  6 Ekim 1980 (Los Angeles)

  12 Ekim 1980 (New York)

  12 Ekim 1980 (Los Angeles)

  12 Ekim 1980 (Londra)

  9 Kasım 1980 (Strasburg)

  19 Kasım 1980 (Roma)

  17 Aralık 1980 (Sidney)

  14 Ocak 1981 (Paris)

  4 Mart 1981 (Paris)

  3 Nisan 1981 (Kopenhag)

  9 Haziran 1981 (Cenevre)

  11 Haziran 1981 (Paris)

  16 Eylül 1981 (Kopenhag)

  24 Eylül 1981 (Paris)

  25 Ekim 1981 (Roma)

  20 Kasım 1981 (Los Angeles)

  13 Ocak 1982 (Toronto)

  28 Ocak 1982 (Los Angeles)

  22 Mart 1982  (Boston)

   3 Nisan 1982  (Ottawa)

  24 Nisan 1982 (Dortmund)

  4 Mayıs 1982 (Boston)

  18 Mayıs 1982  (Florida)

  7 Haziran 1982 (Lizbon)

  21 Temmuz 1982 (Roterrdam)

  7 Ağustos 1982 Ankara

  12 Ağustos 1982 (Paris)

  27 Ağustos 1982 (Ottawa)

  9 Eylül 1982 (Burgaz)

  22 Ocak 1983 (Paris)

  22 Ocak 1983 (Qriy)

  28 Şubat 1983 (Lüksemburg)

  28 Şubat 1983 (Paris)

  9 Mart 1983 (Belgrad)

  24 Mayıs 1983 (Brüksel)

  16 Haziran 1983 (İstanbul)

  14 Temmuz 1983 (Brüksel)

  15 Temmuz 1983 (Paris)

  27 Temmuz 1983 (Lizbon)

  29 Ekim 1983 (Beyrut)

  27 Mart 1984 (Tahran)

  28 Mart 1984 (Tahran)

  28 Nisan 1984 (Tahran)

  29 Haziran 1984 (Viyana)

  12 Mart 1985 (Ottawa)

  Ermeni katliamı yalanı, yıllardır pek çok diplomatımızın ermeni teröristlerin suikastlerine kurban gitmesine neden olmuştur.

  Ermeni terör ve düşmanlığını körükleyen en önemli faktör bu asılsız iddiadır.

[1] 28 Ocak 2007 / Fatih Altaylı / Sabah

[1] 21 Ocak 2007 / Zeki Ceyhan / Milli Gazete

[1] 21 Ocak 2007 / M. Şevket Eygi / Milli Gazete

[1] (aa)

[1] 29 Ocak 2007 / Yiğit Bulut – Yorum

0 0 votes
Değerlendirmeniz

Makale Paylaşım Sayısı: 

Subscribe
Bildir
0 Yorum
En Yeniler
Eskiler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments
Picture of Oğuzhan ÇILDIR

Oğuzhan ÇILDIR

YORUMLAR

Son Yorumlar
0
Düşünceleriniz değerlidir, lütfen yorum yapın.x
Paylaş...