YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL MENÜ

DERGİLER

Ay Seçiniz
category
692025a216582
0
0
6401,171,6356,117,28,27,170,98,3,144,26,4,145,113,17,6330,1,110,12
Loading....

TOPLAM ZİYARETÇİLERİMİZ

Our Visitor

2 0 8 9 4 7
Bugün : 6753
Dün : 45549
Bu ay : 859477
Geçen ay : 1371576
Toplam : 45263298
IP'niz : 216.73.216.128

SON YORUMLAR

Son Yorumlar

YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL YAZILAR

YENİ ÇIKAN KİTAPLARIMIZ

ADİL DÜNYA YAYINEVİ

Tel-Faks:

0212 438 40 40

0543 289 81 58

0532 660 12 79

 

Cumhuriyet'ten Hikmet Çetinkaya "Darfur Kasabı Türkiye'de" yazısında kin kusuyordu:

Tüm dünya onu "Darfur kasabı" olarak tanıyor. Çünkü o Sudan'ın Darfur eyaletinde 200 binden fazla Müslüman olmayan Arap ve Afrika kökenli insanı öldürdü…

Müslüman olmayan Araplara ve Afrikalı kabilelere karşı etnik temizlik yapan Sudan Cumhurbaşkanı Ömer el Beşir dün İstanbul'a geldi ve Çırağan Oteli'ne yerleşti.

"Darfur kasabı" Beşir, Atatürk Havalimanı'nda devlet protokolüyle karşılandı…

 

Irkçı, dinci faşist lider "Afrika Zirvesi"ne katılıyor İstanbul'da…

Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM), biri bakan, öteki milis lideri olan iki Sudanlı hakkında bir yıl önce tutuklama kararı almıştı. Cumhurbaşkanı Beşir ise UCM'ye taraf olan 108 ülkeye giremiyordu.

Sudan Cumhurbaşkanı Beşir, Türkiye'de "el bebek gül bebek" karşılandı. Çırağan Oteli'nde yerlere halı bile serildi.

Sudan varsıllık içinde yoksulluğu yaşayan bir ülke…

Yeraltından petrol fışkırıyor, Sudan halkı dinci faşist bir yönetimin baskısında açlıkla savaşırken, soylular kasalarını dolarla dolduruyor…

Bir insanlık suçu işleniyor Sudan'ın Darfur eyaletinde…

Bu olup bitenleri ise ABD ve AB ülkeleri seyrediyor…" diyerek olayı saptırıyordu.

Çünkü Darfur Katliamını El-Beşir değil, bizzat bizzat ABD ve AB tezgahlayıp yürütüyordu. O bölgedeki Hıristiyan kabileleri kışkırtıp, silahlandırıp bir iç savaş çıkaran ve Darfur'u Sudan'dan koparıp petrol yataklarına ve maden ocaklarına konmaya çalışanların Barbar Batılılar olduğunu herkes biliyor da, Cumhuriyetçiler nasıl unutuyordu? El-Beşir'in tek günahı İslamcı oluşuydu. Yoksa geçmişte Cezayir soykırımının ve günümüzde Ruanda Katliamlarının sorumlusu Fransa'nın Cumhurbaşkanı Türkiye'ye gelse veya İsrail'in katil çete başı TBMM'ne teşrif etse(!), bu soysuzlar bastığı yerleri öpmeye hazır bulunuyordu.

Ve yine bazıları Irak'ta 7 yılda 3 milyon mazlum Müslümanı katleden Amerikan canavarlarının kıçını yalamayı şeref sayıyordu. Ve acaba bunların hiçbirisi hala Doğu Türkistan'daki ve Kamboçya'daki vahşi katliamlardan niye bahsetmiyordu? Yoksa katliamları komünistler yapınca keramet mi sanılıyordu?

Hürriyet'ten Tufan Türenç'te aynı zırvaları tekrarlıyordu:

"Şimdi AKP iktidarının büyük bir özenle ağırladığı bu adamdan demokratik ülkeler neden nefret ediyor ona bakalım.

El Beşir, 1989 yılında bir darbe yaparak hükümeti devirip iktidara el koydu.

4 yıl sonra da kendini devlet başkanı ilan etti.

İktidara geldikten sonra zaman yitirmeden 7 milyon nüfuslu Darfur Eyaleti'nde terör estirmeye başladı.

Darfur, ülkenin en yoksul bölgesi.

Burada Hıristiyan Araplar ile Afrikalı kabileler yaşıyor.

Darfur'da yaşayan bu yoksul insanlar, kendilerine yapılan baskılara dayanamayıp isyan ediyor.

El Beşir bu isyanı fırsat bilip kontrolündeki milis ve ordu güçlerini bu zavallı insanların üzerine salarak milyonlarca kişiyi köylerinden, evlerinden sürüp çıkarıyor.

Milyonlarca insan, çoluk çocuk kaçarak BM kamplarına sığınmak zorunda kalıyor."

Diyerek, Ömer Hasan El-Beşir'in asıl suçunun İsrail siyonizmine, ABD ve AB emperyalizmine karşı oluşunu gizlemeye çalışıyordu. Ve yine Darfur'daki kabileleri ABD, AB ve İsrail'in isyana kışkırttığını, Sudan'a karşı silahlandırdıklarını ve bahsettiği cinayet ve rezaletlerin BM güçlerince yapılıp Sudan'ın sırtına yıkıldığını utanmadan dikkatlerden saklıyordu.

Batılı ağzıyla konuşan medya aylar öncesinden Sudan Devlet Başkanı'nı ‘terörist' ilan ediyor, ama hiç Beşir'i dinlemiyordu!

Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) Başsavcısının Darfur'da soykırım yaptığı gerekçesiyle hakkında tutuklama emri çıkarılmasını istediği Sudan Devlet Başkanı Ömer Hasan El Beşir, Darfur'da soykırım yapıldığı iddialarını reddederek, UCM Başsavcısının hareketinin "barış istemeyenleri cesaretlendirdiğini" söylemişti. Türkiye-Afrika İşbirliği Zirvesi nedeniyle İstanbul'a gelen Beşir, Swissotel'de düzenlediği basın toplantısında, ülkesinin barış ve diyalog kapısını hep açık tuttuğunu, ancak Sudan'a düşman bazı güçlerin yurt dışından kendilerine sağlanan imkanlarla savaşı devam ettirdiğini ve bölgedeki huzuru bozmaya çalıştığını belirtmişti. Beşir, Sudan yönetimi olarak Darfur'da barışı sağlamak için iradelerini ortaya koyduklarını, hatta silahlı güçleri bile diyalog ortamına katmak için çalışmalar yaptıklarını belirterek, "Hedefimiz Darfur halkının acılarını dindirmek" demişti.

Sudan'ın kendi bağımsız yargısı ve kurumlarının bulunduğunu kaydeden Beşir, kim tarafından işlenmiş olursa olsun, hukuka aykırı her eylemin cezalandırılacağını, ordu mensupları da dahil, hiç kimsenin adaletin üstünde olmadığını ifade etti. Ülkesinde şeriat kanunlarının geçerli olduğuna işaret eden Beşir, herhangi bir Sudan vatandaşını uluslararası bir mahkemeye teslim etmelerinin söz konusu olamayacağını da eklemişti. Darfur'da soykırım ve tecavüz yapıldığına ilişkin iddiaları yalanlayan El Beşir, bu iddiaları "Sudan'a düşman silahlı güçlerin propagandası" olarak nitelemişti. Beşir, Darfur'da 300 bin kişinin öldüğü iddialarını da reddederek, "Bu kadar kişi öldürüldüyse, toplu mezarlar olması lazımdı. Nerede bu toplu mezarlar? Doğru, insanlar öldürüldü, ama isyancılarla çatıma sürecindeydi. Hükümet ile isyancılar arasında bir savaş olduğu gerçek, ama bu bütün dünyada böyle. Sudan'da hükümete karşı ayaklananlar niye mazlum oluyor? Bu bir çifte standart" değil midir? Sorusu oldukça anlamlı ve önemliydi.

Aynı Batılılar ve aynı kiralık kafalılar, ordumuzun isyancı ve ayrılıkçı PKK militanlarına karşı yürüttüğü haklı ve şanlı mücadeleyi de "katliam" olarak değerlendirmekteydi.

El-Beşir Müslüman olduğu ve Batıyı kovduğu için hedef yapılıyordu!

 Reşat Nuri Erol'un dediği gibi: Sudan Devlet Başkanı Beşir ilan ediyor: "Sudan çok zengin maden kaynaklarına sahip bir ülke. Biz Sudan'ın imkanlarını Sudan için kullanmak istiyoruz. Hiçbir Batılı ülke bizde petrol çalışması yapamıyor. Tüm mesele bu!"

Bunun böyle olduğunu yıllar öncesinde "Hartum Sanayi Fuarı" vesilesiyle Sudan'a yaptığım ziyarette öğrenmiştim. Bu ziyaret günlerimde görüştüğüm bakan, bürokrat ve Sudanlılardan, genel olarak Batı dünyasının bu ülkeye nasıl baktığı ile ilgili çok ilginç bilgiler edinmiştim. Mesela, bu fakir ülkenin çok zengin petrol yatakları ve dünyanın en verimli altın madenlerine sahip olduğunu öğrenmiştim. Bu zenginliği neden değerlendirmediklerini sorduğumda; Batı'nın/ABD'nin müsaade etmediğini söylemişlerdi!..

Afrika denince hep "açlık" akla gelmektedir. Yine aynı Sudan ziyaretim sonunda edindiğim izlenimlere dayanarak yazdığım değerlendirmede bir paragraf aynen şöyleydi:

"Güneyden-kuzeye baştan sonuna kadar bu ülkeyi yani Sudan'ı kat eden Nil Nehri ile bu kıtanın en geniş ve verimli toprakları sulanıp ziraat yapılsa, "Afrika'daki açlık" ve açlığın sebebiyet verdiği "ölümler" son bulur… Ama zalim ve vahşi Batı buna da fırsat vermiyor, ülkeyi başka şeylerle ve iç çekişmelerle meşgul ediyor!.."

Bu vahşet, zulüm ve sömürü bitmedi, maalesef hâlâ devam ediyor…

Ülkelerin ekonomik durumu değerlendirilirken "gelişmiş ve geri kalmış ülkeler" ayırımı yapılır. Bu ayırımda Kara Kıta Afrika ülkelerine kara bir talih yani "geri kalmışlık" düşer, Afrika ülkelerinin tamamı geri kalmıştır. Oysa, aslında dünyada "gelişmiş ve geri kalmış ülkeler" değil, Batı'da olduğu gibi "zalim, sömürgeci ve hasta ülkeler" ile özellikle Afrika kıtasında olduğu gibi "zulmedilmiş, aldatılmış ve sömürülmüş ülkeler" vardır.

Batı dünyasının "kuvvet medeniyeti" çağında, güçlü olan ve bunu hak sebebi sayan Batılılar, yüzyıllardan beri zayıf Afrika ülkelerinin bütün maddî ve manevî kaynaklarını acımasızca soyup sömürmüşler, bunu yaparken de yüz milyonlarca Afrikalıyı katletmişlerdir. Sadece 100 (yüz) milyon Afrikalı, Avrupalı katillerin Amerika'ya 10 (on) milyon Afrikalı köle götürülmesi için katledilmiştir. Üstelik bu bir son değil, sadece başlangıç gibidir, çünkü benzeri katliamlar hala sürdürülmektedir. Mazlum Kara Kıta Afrika haritasına genel bir bakış yapıldığında, tek tek her ülkede Batılı sömürgecilerin sebebiyet verdiği zulüm, sömürü, katliam ve vahşet tarihi hemen hatıra gelecektir. Batılı bir düşünürün itiraf edip dediği gibi:

"Geçen bin yıllık zaman açısından Batı, tarihin en büyük canisidir."

Evet "tarihin en büyük canisi Batı dünyası" bu sorunların baş müsebbibi olarak, hala sömürüp zulmetme zihniyetini koruyorken; acaba mazlum kara kıta Afrika bu makus talihini yenebilecek, yapılan zirvelerle dertlerine derman bulabilecek midir?..

Afrika tarihinde Türkler hep hayırla anılıyordu

Yaşayan nesiller İstanbul'un Asya ve Avrupa kıtalarını birleştirdiğini bilirler de, her nedense Osmanlı ecdadımızın üç kıtayı yani Asya, Avrupa ve Afrika'yı birleştirdiği öğretilmiyor..

Oysa, Türklerin Afrika çalışmaları bundan 1140 yıl önce başlamıştır. Tolunoğlu Ahmet Bey, Kuzey Afrika'da Tolunoğlu Türk Devleti'ni kurduğunda, tarih M.S. 15 Eylül 868'i gösteriyor, yani tam 11,5 yüzyıl öncesi. Ne kadar da eski, insana Milattan Önce gibi geliyor. Tolunoğulları'ndan sonra sırasıyla İhşîdîler, Eyyûbîler, Memlükler ve en sonunda Osmanlılar geliyor…

Osmanlıların Afrika çalışmaları sadece Mısır ve Kuzey Afrika ile sınırlı değil, bütün Afrika kıtasını kapsıyor. Afrika ülkeleri gezilerimde, özellikle Sudan ortalarında yüzlerce yıl önce oralara yerleşen Türkleri gördüğümde, onlarla bizzat konuştuğumda ve en yakın Afrikalı arkadaşım Fatih Hasaneyn'in dört ceddinden birinin Türk olduğunu öğrendiğimde, Osmanlıların Afrika çalışmalarının derinliğini yavaş yavaş kavramaya başlamıştım. Afrika tarihini incelediğimde gördüm ki, meğer Yemen Beylerbeyi Özdemir Paşa'nın 1555'te kurduğu Habeş Eyâleti, 1916 yılına kadar dört asra yakın mevcudiyetini sürdürüyordu. Osmanlıların hükümran olduğu o zamanki Habeş Eyaleti'ne bugünkü Etyopya, Somali, Eritre ve Cibuti dahil bulunuyordu. Bu da gösteriyor ki, Osmanlı Devleti sadece Mısır, Libya, Tunus ve Cezayir gibi Kuzey Afrika ülkeleriyle değil, bütün Doğu, Batı, Orta ve Güney Afrika ile de ilgileniyor ve sahip çıkıyordu. Ama bunu sömürü maksatlı yapmıyordu. Mesela, Orta Afrika'daki Kanum Bornu Sultanlığı'nı hakimiyeti altına aldı ve Sudan Eyâleti'ne bağlı olarak Hatt-ı Üstüva (Ekvator) Vilâyeti'ni kurdu. Osmanlı dönemi Afrika'sının bazı ilçeleri sonradan bağımsız devletler olmuştur: Reşade İlçesi Çad Devleti, Kavar İlçesi de Nijer Devleti hâline gelmiştir. Osmanlının bu ilgisi Güney Afrika'ya kadar uzanmıştır. Son Osmanlı halifeleri buralara İslâm tebliğcileri göndermişlerdir. Güney Afrika'da Osmanlı Türk sevgisi o derece yaygınlaşmıştır ki, 1911'de İtalya'nın Trablusgarp'ı işgali sırasında, Johannesburg'daki Müslümanlar gönüllü olarak savaşmak istediklerini Osmanlı Harbiye Nezareti'ne bildirmişlerdir. Ayrıca Millî Mücadele sırasında Güney Afrika'dan da para yardımı göndermiştir. [Daha geniş bilgi için: Prof. Dr. Ahmet Kavas, Osmanlı Devleti'nin Afrika Kıtasında Hâkimiyeti ve Nüfuzu, Osmanlı Yayınevi, 1999; Numan Hazar, Küreselleşme Sürecinde Afrika ve Türkiye-Afrika İlişkileri, Yeni Türkiye Yayınları, 2003.]

Afrika denince hep ‘sömürü' akla gelmektedir. Arabistan'da üniversitede okuduğum yıllarda, özellikle bazı zenci öğrencilerin bu ‘sömürü' sebebiyle bütün beyaz tenli insanlardan ‘nefret' ettiklerini sezmiştim. Ayrıca Mısırlı bir hocam Osmanlı Devleti'nin sömürgeci bir devlet olduğunu söylediğinde hayret etmiş ve bunun böyle olmadığını anlatmak için aylarca tartışmış, diğer Mısırlı, Iraklı, Suriyeli ve Sudanlı hocalarımın yardımıyla, o hocamı sonunda Osmanlıların sömürgeci olmadığına ikna edebilmiştim. Gerçekten de Türkler bugünkü Batılıların yaptığı gibi Afrika'da aslâ Firavunvari sömürgeciliğe girişmemişler, tam aksine Osmanlı Devleti en zayıf döneminde bile Batı emperyalizminin sömürgecileriyle mücadele etmişlerdir. Nitekim Osmanlı Devleti'nin 18. asrın sonundan itibaren zayıflaması üzerine, Batılı sömürgeci güçler karşısında Afrika'yı koruması imkânsız hale gelmiştir. Bunu fırsat bilen Batılı sömürgeciler 19. ve 20. asır boyunca Afrika'yı insafsızca işgal edip sömürmüşlerdir. Bu sömürü maalesef hâlen acımasızca devam etmektedir…"5[1]

Sonuç:

Sömürünün, zulmün ve her türlü terörün kaynağı ve uygulayıcısı olan Batı (Avrupa ve Amerika) ve özellikle Siyonist Yahudi Lobilerinin güdümüne girdikten sonra; başta Afrika olmak üzere, tüm mazlum ve Müslüman ülkeleri, karıştırıp zayıflatmaya ve kendilerine mecbur ve mahkum duruma sokmaya çalışmaktadır. Sudan Yönetiminin, milli çıkarlarını korumak niyetiyle, insani ve İslami bir gayretle direnmesi, emperyalist güçleri çileden çıkarmaktadır. "Uluslararası Kuruluş" dedikleri Siyonizm kuklası oluşumlar eliyle El-Beşir'i karalama kampanyası da bu maksatlıdır.

Yoksa Sudan yönetimi, Darfur'da sadece isyanları bastırmaya, ülke bütünlüğünü ve hukukun üstünlüğünü korumaya çalışmaktadır.

Tabi bütün bunlar, 57. T.C. Hükümetinin Efsane Başbakanı Prof. Dr. Necmettin Erbakan'ın tarihi D-8 girişiminin ve İslam Birliğinin ne denli gerekli olduğunu bir kez daha hatırlatmaktadır. Evet, İnsanlık önce Osmanlı'nın, şimdi de Erbakan'ın yokluğunun acısını yaşamaktadır.


[1] Reşat Nuri Erol 

0 0 votes
Değerlendirmeniz

Makale Paylaşım Sayısı: 

Subscribe
Bildir
0 Yorum
En Yeniler
Eskiler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments
Picture of Nail KIZILKAN

Nail KIZILKAN

YORUMLAR

Son Yorumlar
0
Düşünceleriniz değerlidir, lütfen yorum yapın.x
Paylaş...