YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL MENÜ

DERGİLER

Ay Seçiniz
category
69176d8249c1c
0
0
6401,171,6356,117,28,27,170,98,3,144,26,4,145,113,17,6330,1,110,12
Loading....

TOPLAM ZİYARETÇİLERİMİZ

Our Visitor

2 0 8 9 2 3
Bugün : 33663
Dün : 38049
Bu ay : 598335
Geçen ay : 1371576
Toplam : 45002156
IP'niz : 18.97.9.172

SON YORUMLAR

Son Yorumlar

YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL YAZILAR

YENİ ÇIKAN KİTAPLARIMIZ

ADİL DÜNYA YAYINEVİ

Tel-Faks:

0212 438 40 40

0543 289 81 58

0532 660 12 79

 

Ümmet kelimesi, ayet ve hadislerde değişik anlamlarda kullanılmıştır.

1- Ümmet Hz. Muhammed'e (A.S.) ve Ona inen Kur'an'ı Kerime iman eden tüm mü'minlerin ortak sıfatıdır.

"Böylece biz sizi, insanlara müşahit (örnek ve öncü) olmanız için, orta (vasat) bir ümmet kıldık." (Bakara: 143)

"Böylece biz seni, kendilerinden önce nice ümmetler gelip geçmiş olan bir ümmete (elçi olarak) gönderdik; Sana vahyettiklerimizi onlara okuyup (açıklayasın) diye…" (Ra'd: 30)

"Bundan (Kur'an'dan) önce de, bir imam (rehber) ve rahmet olarak Musa'nın kitabı var" (Ahkaf:12) ayetleri bu manadadır.

 

2- Özel tebliğ (davet ve hizmet) teşkilatı anlamındaki ümmet kavramıdır:

"Sizden; hayra çağıran ma'rufu (iyilik ve adaleti) emredip, münkerden (zulüm ve kötülükten) alıkoyacak bir ümmet (bir imam-lider etrafında disiplinize ve organize olmuş bir cemaat-teşkilat) bulunsun. Kurtuluşa eren işte bunlardır." (Ali İmran: 104)

"Siz (sadece Müslümanlar için değil, tüm) insanlık için çıkarılmış en hayırlı bir ümmetsiniz. (Çünkü) Ma'ruf olanı yerleştirip yürütmeye (emretmeye), münker olanı ise gidermeye ve önlemeye (nehyetmeye) çaba gösterirsiniz)" (Ali İmran: 110)

"Her insan-grubunu imamlarıyla (bağlı oldukları ve peşine takıldıkları lider takımı, Hocaları, evliyaları, üstatları ve tağutlarıyla) çağıracağımız (hesap) günü, artık kimin kitabı (amel tutanağı) sağ eline verilirse, onlar kitaplarını (sevinçle ve şerefle) okuyacaklar ve zerre kadar haksızlığa uğratılmayacaklardır.. (Ama hainler, nankörler ve kâfirler ise pişman ve perişan olacaklar)" (İsra: 71) ayetleri ise bunu anlatmaktadır.

3- Ümmet kelimesi, bazı hadislerde ise kavim ve millet manasındadır.

Efendimizin kendi devrindeki (Arapları kastederek): "Biz ümmi bir ümmetiz (milletiz), ne yazı ne de hesap biliriz" buyurması..

Ve yine

"Bir ümmet (kavim, kabile ve devlet) diğer bir ümmetten (ekonomik, askeri ve teknolojik yönden) daha güçlü ve gelişkindir diye aranızdaki yeminleri (barış ve ticaret sözleşmelerini) bozmaya kalkışmayın…" (Nahl: 92) ayetinin uyarıları bu kapsamdadır.

4- Farklı insan ve hayvan topluluklarından her birine de ümmet denildiği olmaktadır:

"Köpekler tesbih eden (yaratılış gayelerine uygun görevlerini yerine getiren) bir ümmet olmasalardı (bir takım zararları ve hastalık yaymaları nedeniyle) öldürülmelerini emrederdim. (Ama bazı mazeret ve mecburiyetler dışında buna izin verilmemiştir" (Kütübü Sitte Prof. İbrahim Canan C.2  sh: 261) gibi hadisi şeriflerden

"(Allah) Buyuracak: Cinlerden ve insanlardan, sizden önce geçmiş ümmetlerle birlikte (haydi, hak ettiğiniz) ateşe girin!..

(Böylece) Her ümmet (cehenneme) girişinde (kendileri gibi azıtıp saptırmış) kardeşlerini lanetler.." (Araf: 38) gibi ayetlerden anlaşılmaktadır.

5- Ümmet, Müslümanlarla antlaşma yapmış, barışa yanaşmış ve ittifaka katılmış başka din mensuplarını da kapsamaktadır.

 Örneğin Hz. Peygamberimiz:

"Beni Avf Yahudileri, mü'minlerden bir ümmettir" buyurmuşlardır.

6- Kendine has, örnek ve yüksek karakter ve kabiliyet sahipleri de "ümmet" olarak anılmışlardır:

"Hakikaten İbrahim (başlı başına) bir ümmetti. Allah'a gönülden yönelip itaat eden bir muvahhitti ve O müşriklerden değildi" (Nahl: 120) ayeti ve

"Kuss İbni Saide, kıyamet günü tek bir ümmet olarak dirilip (mahşere gelecektir)" hadisi bunlardandır.

7- Ümmet kavramı, bazen de çok özel gruplar ve seçkin topluluklar için kullanılmıştır:

"(Yahudi ve Hıristiyanlar) işlerinde her türlü aşırılık (haksızlık ve ahlaksızlıktan) sakınan (mutedil ve muktesid) bir ümmet de vardır. (Ama) Onların çoğunun yaptıkları ne kötü (inanış ve davranışlardır)" (Maide: 66)

Ancak ıstılahi manada, yani genel ve geçerli ilmi bir terim olarak ümmet:

Dilleri, derileri, kökleri, kültürleri, kavmiyet ve memleketleri çok farklı ve ayrı bile olsa; aynı dini esaslara, aynı inanç ve ahlak kurallarına, aynı bakış açısına ve hayat tarzına, aynı ideal ve amaçlara bağlı tüm insanların oluşturduğu, muhteşem camiadır.

Hz. Muhammed'e (A.S.) ümmet olan kurtulacaktır:

"Bir gün Resulüllah, aniden sevinçle tebessüm buyurdular. Hazır bulunan sahabeler sebebini sordular.

Resulüllah:

"Allah'ın düşmanı İblis, Rab Taala Hazretlerinin, ümmetimin tamamını mağfiret edeceğini öğrenince, üzüntü ve hasedinden çılgına döndü. Onun bu hali beni sevindirdi" mealinde yanıtladılar. (Kütübü Sitte. Menasik (Hac ve Umre Bölümü) C.17 sh:394) Hadisi şerifi, sadece ümmet şuuruna ve sorumluluğuna sahip çıkanların kurtulacağına dair bir uyarıdır.

"Yahudiler yetmiş bir fırkaya bölündüler, onlardan sadece bir fırkası cennetliktir. Hıristiyanlar ise yetmiş iki fırkaya bölündüler, bunların ise yine bir fırkası cennete girecektir.

Muhammed'in nefsi elinde olan Zatı Zülcelale yemin olsun ki, benim ümmetim de yetmiş üç fırkaya bölünecek ve sadece bir fırka cennete girecektir. Bunlar ise "cemaattir" (yani hizmet ve hakimiyet şuurundaki, ümmetçi kimselerdir)" (Kütübü Sitte. C.17 sh:551)

Tabi bu yetmiş üç fırka ayırımı, manevi ve uhrevi bir meseledir, bizlerin ders alıp dikkatli davranması içindir. Yoksa bu dünyada "Ben Müslümanım" diyen herkesi kardeşimiz kabul edip derdiyle dertlenmek ve birliktelik imkânlarını geliştirmek görevimizdir.

"Benden sonra ümmetim içinde fitneler çoğalacak.. Öyle ki, kişi mü'min olarak sabahlayıp, kâfir olarak akşama ulaşacak.. (Sadece) Allah'ın (hakiki) ilimle ihya ettikleri bunlardan hariç kalacak." (A.g.e C.17 sh: 544) hadisi de müspet ilimlere ve Kur'ani gerçeklere ne denli sahip çıkmamız gereğine işaret etmektedir.

Enes bin malik anlatıyor: "Resulüllah (SAV) buyurdular: Ümmetim beş tabakadır. Her tabaka 40 yıldır. Benim ve ashabımın tabakası, ilim ve iman tabakasıdır. İkinci tabaka hayır ve takva ehli insanlardır. Bundan sonra merhamet sahibi ve sılai rahme önem veren kimseler olacaktır. Ardından birbirine sırt çeviren ve kardeşlik-ümmet bağlarını kesen topluluklar çıkacaktır. Ve derken birbiriyle boğuşan ve kardeşini boğazlayan bir döneme ulaşılacaktır. O devirde kurtuluş isteyin, kurtuluş!." (A.g.e. C.17 sh: 569) mealindeki hadisi şerifi

"Ümmetim yağmur gibidir. Evveli mi, ahiri mi daha hayırlıdır, belli değildir." (A.g.e. C.12 sh 444) müjdeli hadisiyle birlikte anlamak gerekir. Çünkü uzun bir zillet, zafiyet ve fetret döneminden sonra, İslam ümmetinin bir saadet ve hakimiyet dönemi gelecektir… Ve devran bu mutlu ve kutlu günlere doğru dönmektedir.

Ehli Garb (ümmetim) Hak üzere galip olmaya kıyamet saatine kadar devam edecektir." (Müslim İmaret 177) Hadisi şerifi ise, Batı dünyasına en yakın olan, doğu-batı medeniyeti arasında köprü kuran necip ve nasipli Türk Milleti eliyle, küfür ve zulme karşı büyük zaferlere ve medeniyet dönüşümlerine ulaşılacağına işaret ve beşaret gibidir.

İman ve İslam potasında kaynaşmış "ümmet" şuurunun en mükemmel örnekleri, Selçuklu ve Osmanlı Medeniyetleri ve Türkiye Cumhuriyeti devletidir.

Türk, Kürt, Arap, Çerkez, Abaza, Arnavut, Laz, Gürcü, Boşnak; böyle çok farklı köken ve kültürden insanların İslam inancı ve Kur'an ahlakıyla kucaklaşıp oluşturdukları Türk Milleti, ümmet gerçeğinin en güzel temsilcisidir.

İkide bir "Biz ümmetçi değil, milliyetçiyiz" diye yırtınanları araştırın, bunların elebaşlarının çok sinsi ve kinci bir İslam ve Millet düşmanı oldukları görülecektir. Üstelik birçoğu da, ya Yahudi veya Ermeni kökenlidir.

Kaldı ki, müsbet milliyetçilik, ümmetçiliğe, yani İslam kardeşliğine ve evrensel birlikteliğe asla aykırı ve engel değildir.

"Ancak Mü'minler kardeştir." (Hücurat: 10) ayetine göre: kardeşlik, karşılıklı dayanışmayı, yardımlaşmayı ve ortak kalkınmayı gerektirir. Yani İslam Ortak Pazarı, bilim, sanayi ve teknoloji işbirliği adımları, müşterek kalkınma ve refah programları, bu inanç kardeşliğinin ve mesuliyetinin tabii bir neticesidir.

"Öyle ise kardeşlerinizin arasını bulup düzeltin (ıslah edin, ifsadı giderin)" (Hücurat:10) emri İslam Birleşmiş Milletler teşkilatı gibi, Müslümanların sorunlarını çözecek yetkin ve etkin üst kurumların oluşturulmasını icap ettirir. Çünkü sadece lafta kalan, irtibatsız ve ittifaksız bir kardeşlik hiçbir yarar vermeyecektir.

"Mü'minlerden iki topluluk çarpışacak olursa, aralarını bulup düzeltin. Şayet biri diğerine tecavüze kalkışırsa, Allah'ın emrine (barış ve adalet düzenine) dönünceye kadar, saldırgan tarafla çarpışıp (haddini bildirtin)" (Hücurat: 9) ayeti kendi aralarındaki veya dışarıdan gelecek saldırılara karşı, Müslüman ülkelerin hak ve hürriyetini koruyacak bir askeri savunma paktının gereğine işaret etmektedir.

Mustafa Kemal'in "Hilafet" düşüncesi de, kendi sınırları, üniter yapıları ve milli konum ve sorumlulukları korunan Müslüman ülkelerin oluşturacağı bir organizenin başındaki otorite anlamındadır. Yoksa, hiçbir etkinliği ve yetkinliği bulunmayan sembolik bir "hilafet" kurumunun yararsızlığının, hatta istismara yönelik zararlarının farkındadır. Bu nedenle, sonunda birtakım konjonktürel baskılar ve stratejik geri adımlarla hilafet kaldırılıp, bütün yetki ve sorumlulukları Büyük Millet meclisine aktarılmıştır.

"Hilâfeti muhafaza edeceğiz. Şu şartla ki, Büyük Millet Meclisi ve millet, hilafetin dayanacağı bir mesnet ve kuvvet olacaktır."

"Esasen bu mesele yalnız Türkiye'ye ait olmayıp bütün İslâm âlemini alâkadar eden bir meseledir." (02.11.1922, Bursa, Le Petit Parisien muhabirine demeç)

"…Bütün İslâm aleminin gerçek kurtuluşuna kadar varlığını korumayı görev bildiğimiz hilâfet makamı Türkiye Devleti'nin ne istiklâli, ne idaresi ve ne de hakimiyeti ile zıtlık teşkil etmez. Bu makam ve bu makamda oturan kişinin varlığı, sebebiyet verilmedikçe sakıncaların kaynağı olarak düşünülemez. Fakat şurası kesinlikle bilinmelidir ki, herhangi bir makam ve şahıs tarafından bu sakınca doğurulduğu gün orada teori biter, pratik ve uygulama başlar." (18. 01. 1923, İzmit Konuşması)

Ama aynı Atatürk, o günkü şartlarda dış tahrik ve tertiplere fırsat vermemek için, Hilafeti Meclisin uhdesine alıp kaldırırken, Ortodoks ve Ermeni kiliselerin Patrikhanelerinin ve Yahudi hahambaşılık müessesesinin de mutlaka kaldırılması gerektiğini özellikle vurgulamıştır. Ama İslam düşmanlığını Atatürkçülük kisvesiyle kusanlar, bugün, Patrikhanelere ve hahambaşılık müessesesine ve Vatikan'daki Papa Hazretlerine saygıyla sahip çıkarken, "hilafet" veya "İslam Birliği" kavramlarını duyunca anırmaya başlamaktadır.

İşte Atatürk'ün bu yöndeki kanaatleri:

"Hilafetle beraber Türkiye'de mevcut olan Ortodoks ve Ermeni kiliseleri, patrikhaneleri ve Musevi hahamhanelerinin ortadan kaldırılması lazımdır. Hilafet ve bu muhtelif patrikhaneler asırlardan beri ruhani yetkilerinin sınırları dışında çok büyük ayrıcalıklar aldılar. Halkın anlayışına dayanarak bahşedilen hukuk dışı ayrıcalıklar ile cumhuriyet idaresinin uygulanması mümkün değildir…" (04. 05. 1924, New York Herald Tribune Muhabirine Demeç) demiştir.

Çünkü Atatürk, müspet ilimle, aklıselimle ve yüksek vicdani kanaatiyle mü'min bir kimsedir:

"Ey Millet, Allah birdir. Şanı yücedir. Allah'ın selameti, sevgisi üzerinize olsun. Peygamberimiz efendimiz hazretleri, Allah tarafından insanlara dini gerçekleri duyurmaya memur ve elçi seçilmiştir. Bunun temel esası, hepimizce bilinmektedir ki, yüce Kur'an'daki mânası açık olan ayetlerdir. İnsanlara feyz ruhu vermiş olan dinimiz son dindir. En mükemmel dindir. Çünkü dinimiz akla, mantığa, gerçeğe tamamen uygun düşmektedir." (7 Şubat 1923 tarihinde Balıkesir'deki Paşa Camiinde verdiği Hutbe, Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri, C.2 S.93)

"Hz. Muhammed; O Allah'ın birinci ve en büyük kuludur. O'nun izinden bugün milyonlarca insan yürüyor. Herkesin adı silinir, fakat O sonsuza kadar ölümsüzdür." (1926 yılında ise Ali Rıza Ünal isimli yakınına, Hz. Muhammed hakkındaki görüşü, Prof. Dr. Utkan Kocatürk, Atatürk'ün Fikir ve Düşünceleri, S 135)

"Türk Milleti daha dindar olmalıdır, yani bütün sadeliği ile dindar olmalıdır demek istiyorum. Dinime, bizzat hakikate nasıl inanıyorsam, buna da öyle inanıyorum. Bilince ters, ilerlemeye engel hiçbir şey içermiyor." (Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri, cilt 3 S.30)

"Milletimiz din ve dil gibi kuvvetli iki fazilete sahiptir. Bu faziletleri hiçbir kuvvet, milletimizin kalp ve vicdanından çekip alamamıştır ve alamaz." (Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri, cilt 2 S.66)

"Büyük bir inkılap yaratan Hazreti Muhammed'e karşı beslenilen sevgi, ancak Onun ortaya koyduğu fikirleri, esasları korumakla tecelli edebilir" (Şemsettin Günaltay, Ülkü Dergisi, sayı 100, S. 4)

"Camilerin mukaddes minberleri halkın ruhî, ahlâkî gıdalarına en yüksek, en verimli kaynaklardır. Minberlerden halkın anlayabileceği dille ruh ve beyinlere hitap edilmekle; Müslümanların vücudu canlanır, beyni temizlenir, imanı kuvvetlenir, kalbi cesaret bulur. (Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri, Cilt 1, S.225)

"Bütün dünyanın Müslümanları Allah'ın son peygamberi Hz. Muhammed'in (SAV) gösterdiği yolu takip etmeli ve verdiği talimatları tam olarak tatbik etmeli. Tüm Müslümanlar Muhammed'i (SAV) örnek almalı ve kendisi gibi hareket etmeli; İslamiyet'in hükümlerini olduğu gibi yerine getirmeli. Zira ancak bu şekilde insanlar kurtulabilir ve kalkınabilirler." (Nedim Senbai,  Atatürk, A.Ü. Dil, Tarih, Coğrafya Yay., S 102, 1979)

Bu tarihi ve tabii gerçeklere rağmen, sağcı masonik ırkçılıklarına veya solcu ulusalcılıklarına Atatürkçülük kılıfı geçirmeye ve Onu istismar etmeye yeltenen öyle sahtekârlar türemiştir ki, Mustafa Kemal mezarından kalkıp gelse ve yukarıdaki kanaatlerini bizzat söylese, Ona:

"Bu dediklerin gereksiz ve geçersizdir, hatta gericiliktir!.. Atatürkçülüğü bizden öğrenmeniz gerekir.. Bu küflenmiş kafayı terk etmezsen haddin bildirilecektir!." diye küstahça hücum edeceklerdir.

Zaten Atatürk'ün vasiyetnamesi de bu konuları içermektedir:

Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin kurucusu ve 1. Cumhurbaşkanı olan Mustafa Kemal Atatürk'ün sağlığında, Eski Türkçe olarak kaleme aldığı, bilinen fakat eksik açıklanan vasiyetnamesinin devamı olan ölümünden 50 yıl sonra açılmasını istediği, Türk Milletini, Türk-İslam Alemini, Vatikan'ı ve dolayısıyla Tüm Beşeriyeti (İnsanlık Alemini) ilgilendiren, gizli bir vasiyetnamesi vardır.

Mustafa Kemal Atatürk, 6 Eylül 1938 tarihinde Dolmabahçe Sarayında iken yanında, Cumhurbaşkanı Genel Sekreteri Hasan Rıza Soyak, Ordinaryüs Prof. Neşet Ömer İrdelp olduğu sırada, İstanbul Beyoğlu 6. Noteri. İsmail Kunter'i makamına davet ederek, el yazısı ile yazmış olduğu vasiyetlerinin olduğu zarfı, kapalı bir şekilde, 3 yerinden kırmızı bal mumu dökülüp, mühürleterek, noter'e bu kapalı zarfta "vasiyetlerim var, İcap ettiği vakit, gerekeni yaparsınız" diyerek teslim ermiştir,

Atatürk'ün 10 Kasım 1938 yılında vefat etmesinden sonra, vasiyetlerinin olduğu mühürlü olarak kapatılmış olan büyük zarf, Ankara 3. Sulh Hukuk Mahkemesi tarafından, 28 Kasım1938 yılında saat 15'de bir heyet huzurunda açılarak içerisinde bilinen fakat eksik açıklanan vasiyetnamesi ve kapalı vaziyette bir zarf daha çıkmış olup, bu zarf Ankara 3. Sulh Hukuk Hakimi Osman Selçuk ve görevli bir heyet tarafından, 5 Ocak 1939 tarihinde, başkent Ankara'da Ulus semtindeki Ziraat Bankası A.Ş Genel Müdürlüğü Merkez Şube'deki özel kasalara, Atatürk'ün gizli vasiyetinde belirttiği üzere ölümünden 50 yıl sonra 10 Kasım 1988 yılında Büyük Türk Milletine, Asil Türk Gençliğine ve Dünya Kamu Oyuna açıklanmak üzere konmuş ve yapılan işlemler mahkeme ve banka yetkilileri tarafından tutanaklara geçirilerek karşılıklı imzalanarak kayıt altına alınmış, kasaların kapılan kilitlenerek gününden önce açılmasını engellemek maksadı ile 50 yıllık süreç için kasaların kapısı özellikle bir kaynakla tutturulmuştur!

Bu güne kadar Yüce Atatürk'ün vasiyetinin, sadece 1. sayfası açıklanmıştır.

Atatürk'ün, Eski Türkçe olarak kaleme aldığı, 15 Ekim,  20-Ekim arası 1927 yılında, T.B.M.M' de 36,5 saatte okuduğu, Nutuk 'da gelecekte dünyada yaşanabilecek sıkıntıların aşılması için "Yurtta Sulh, Cihanda Sulh" sözünün ülkemizde ve tüm dünyada nasıl ve ne şekilde uygulamaya sokulması için medeni beşeriyeti ilgilendiren, ölümünden 50 yıl sonra 10 Kasım 1988'de açıklanmayan, gizlenen vasiyetnamesi, Ey Türk Gençliği Hitabesi ile alakalı olup, askeri, siyasi, coğrafi, ekonomik ve en önemlisi Din'i konularda, gelecek zaman içerisinde ülkemizde ve dünyada yapılması gerekenlerle ilgili olup, Nutuk' da yazmış olduğu, şifreli bilgilere haiz kendi el yazılarının olduğu resmi belgelerdir! (Nurullah Aydın. Atatürk Diyor ki-Kum Saati yy. İst. 2008. 1. Baskı. Sh: 324)

Şimdi:

Kur'ani kuralları kastederek; "Ben şeriatçı değilim, ama Müslüman birisiyim" demek nasıl bir sapkınlık ise; "Ben Mü'minim, ama ümmetçi değilim" safsatası da öyle bir sahtekârlıktır. Çünkü Kur'ani kurallara inanmayan zaten Müslüman değildir. Böyle birisinin Müslüman geçinmesi tam bir münafıklıktır. Yani inanmadığı halde, bazı baskılar ve çıkarlar gereği öyle görünmeye çalışmaktadır.

"Ümmet" ise, Hz. Muhammed A.S.'ı peygamber ve kıyamete kadar rehber edinen farklı kavim ve kesimlerden herkesin ortak sıfatıdır. Yani Hz. Muhammed A.S.'a iman eden herkes Onun ümmeti sayılır ve bundan şeref duyması lazımdır.

Ama tam aksine "Ben Müslüman kimseyim ama ümmetçi değilim" diyen bir kişi etiketi ve etkinliği ne olursa olsun:

Ya ne dediğini, bu kelime ve kavramların ne anlama geldiğini bilmeyen cahil ve gafil bir insandır.

Veya, Hz. Muhammed'in Dinine ve Hayat disiplinine inanmadığı ve bunları "sıkıntı veren bir çağdışılık" saydığı halde, toplumsal baskıları aşmak veya din istismarı yapmak üzere Müslüman görünen bir münafıktır.

Çünkü her Müslüman, mecburen hem Kur'ani kural ve kaidelerin tabisi ve tatbikçisi olacaktır; hem de Hz. Muhammed'in gönüllü takipçisi, yani ümmeti olacak ve ümmetin diğer fertlerini, yani yeryüzündeki tüm mü'minleri gerçek kardeşi ve mensubu bulunduğu vücudun bir parçası sayıp, huzurlarıyla sevinip ferahlayacak, sıkıntı ve sorunlarıyla üzülüp yardıma koşacaktır.

İslam; hiçbir felsefenin aksesuarı, kapitalist veya komünist sistemlerin kılıfı, hiçbir etnisitenin veya menfi milliyetçiliğin (ırkçılık heveslerinin) boyası ve cilası yapılamayacaktır. İslam; Kullarını farklı kavim ve kabiliyetlerle yaratan Allah'ın, insanlığın fıtratına (tabii yapısına, doğal ve sosyal ihtiyaçlarına) en uygun inanç ve davranış kuralları ve en uygar ve onurlu yaşam programıdır.

Kur'an genel ve temel hükümler belirlemiş, Hz. Peygamber sünnetiyle, değişen ve gelişen şartların ve çağdaş ihtiyaçların bu ilahi adalet esasları doğrultusunda nasıl çözüleceğinin pratik örneklerini ve prensiplerini göstermiş, yani "değişmeyen esaslar çerçevesinde, değişen sorunları halletme yöntemini" öğretmiş; artık devlet düzeninden hukuk müessesesine, eğitim-öğretim sisteminden, yaygın kalkınma ve refah projelerine, halkın yönetime katılım ve denetiminden (demokratik seçim ve tercihlerden), farklı din ve mezhep mensuplarının birlikte ve barış içinde ve aynı adil devlet himayesinde yaşama hak ve özgürlüklerine kadar, sürekli değişen ve gelişen yaşam şartlarına ve çağdaş standartlara uygun ilmi çözümleri ve insani projeleri, ama İslami kaidelere göre üretmek, her asrın ve ülkenin sorumluk ve gayretine bırakılmıştır.

0 0 votes
Değerlendirmeniz

Makale Paylaşım Sayısı: 

Subscribe
Bildir
0 Yorum
En Yeniler
Eskiler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments
Picture of Nejat HAKKUL

Nejat HAKKUL

YORUMLAR

Son Yorumlar
0
Düşünceleriniz değerlidir, lütfen yorum yapın.x
Paylaş...