YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL MENÜ

DERGİLER

Ay Seçiniz
category
69205721a57ed
0
0
6401,171,6356,117,28,27,170,98,3,144,26,4,145,113,17,6330,1,110,12
Loading....

TOPLAM ZİYARETÇİLERİMİZ

Our Visitor

2 0 8 9 4 8
Bugün : 18077
Dün : 45549
Bu ay : 870801
Geçen ay : 1371576
Toplam : 45274622
IP'niz : 216.73.216.128

SON YORUMLAR

Son Yorumlar

YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL YAZILAR

YENİ ÇIKAN KİTAPLARIMIZ

ADİL DÜNYA YAYINEVİ

Tel-Faks:

0212 438 40 40

0543 289 81 58

0532 660 12 79

 

BM, dine hakareti kınayan tasarıyı kabul etmişti. Ama asıl amaç Yahudileri korumaya yönelikti

Birleşmiş Milletler (BM) İnsan Hakları Konseyi, herhangi bir dine hakareti, insan hakları ihlali olarak tanımlayan ve kınayan karar tasarısını geçirmişti. İslam Konferansı Örgütü (İKO) adına Pakistan tarafından önerilen tasarı, 11 olumsuz, 13 çekimser oya karşılık, 23 oyla kabul edilmişti. Tasarının bağlayıcı niteliği bulunmazken AB üyeleri, Kanada ve Hindistan, bu kararın ifade özgürlüğünü kısıtlayacağını iddia etmişti. İKÖ adına konuşan Pakistan ise ifade özgürlüğü ile dinlere saygı arasında “hassas bir denge” sağlanması gerektiğini söylemişti. Müslüman azınlıkların 11 Eylül saldırısından sonra hoşgörüsüzlük ve ayrımcılık ile şiddet olaylarına maruz kaldıkları belirtilen tasarı metninde, “dinlere hakaret, insan onuruna karşı, bu dinlerin mensuplarının kısıtlanmasına yol açan ağır bir saldırıdır ve dini şiddeti kışkırtır” denilmişti. Tasarıyla bütün üye devletlerden dini yerler ve sembollerin korunması, azınlıklara karşı hoşgörüsüzlüklerin himaye edilmemesi, bütün din ve inançlara saygı ve hoşgörüyü teşvik etmek için tüm önlemlerin alması talep edilmişti. (Cenevre, aa) Ama asıl sinsi niyetin, Siyonizm aleyhtarlığını dizginlemek olduğu özenle gizlenmişti.

“Türkçe olimpiyatları” tam bir sahtecilikti!

Başka çareniz yok, sanki mutlaka beğenmek ve övmek durumundayız. Siyonist Yahudi sermayeli bir Amerikan dergisi Fetullah Gülen’i dünyanın en büyük entelektüeli mi seçmiş, öyle ise siz de onu büyük entelektüel kabul etmek zorundasınız. Orhan Pamuk’un bile dördüncü geldiği oylamayı sorgulamaya bile kalkışırsanız hemen dışlanır ve suçlanırsınız. Oysa Siyonist merkezlerin yaptığı, yerli çömezlerin de balıklama atladığı şuydu: “Biz istersek, ilkokul mezunu bir vaizden bile dünyanın en büyük entelektüeli çıkarırız!”

Küçük Emrah, Ebru Gündeş jüri olacak ve biz gururlanacağız. Gururlanmakla kalmayacağız ağlayacağız da. Ağlamak öyle köşelerde, gizli saklı olursa makbul değil. İlla kamera karşısında ve canlı yayında olacak. Sonra bunun adını “ihlas” koyacaksınız!

Türkiye’de lise öğrencilerinin bile anlamadığı “ruh-ı mücerret”i iki Kongolu bebe söylediği için TV kameraları önünde salya sümük gözyaşı akıtmalısınız. Yoksa gazete ve televizyonlarda “gözyaşı sel oldu, duygusal anlar” vs. denilip magazin olamazsınız.

Hatta çıkan bir iki eleştiri varsa, onu da “hoşgörü” adına “diyalogla” boğacaksınız!..

Bana gönderilen yazıda: “bu çocuklar Fatih Sultan Mehmet’i, Atatürk’ü öğreniyor, ne var bunda” diyor. Pekiyi, “Süfyan” kim oluyor o zaman? Hani, Atatürk’e Deccal-Süfyan demeyeni, Müslüman bile saymamaktaydınız!…

Ben size bir şey diyeyim mi? Ne yaparsanız yapın “derin bakış”ın, Siyonist ve masonik odakların gözündeki yeriniz aynı. Çünkü ayet açık: “Onların dinini (zulüm düzenini ve ırkçı emperyalizmi) kabul etmedikçe sizden razı olmazlar.”[1]

Fetullahcılar İran’da yeni öğretim yılında Türk dili ve edebiyatı okutulmasına niye çok sevinmemişlerdi?

Ahmedinejad: “Türkçe, İran kültürünün sermayesidir!”

İran’daki üniversitelerde Türk Dili ve Edebiyatı okutulmasına karar verilmişti. İran’ın resmi haber ajansı İRNA, Kültür Şurasında alınan karar doğrultusunda Azeri Türkçesi ve Edebiyatının okutulmasına yeni eğitim ve öğretim yılında başlanacağını bildirilmişti.

 Azeri Türkçesi ve Edebiyatı bölümü açılması için hazırlıklarda sona gelindiği, ayrıntıların görüşülmekte olduğu kaydedilirken, ilk bölümün Erdebil eyaletindeki bir üniversitede açılacağı belirtilmişti.

Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad da “Türk Dili ve Edebiyatının üniversitelerde okutulması için Kültür Şurasında karar aldıklarını ve bunun bir süre önce tebliğ edildiğini” belirterek, Türkçeyi “İran kültürünün bir sermayesi” olarak nitelendirmiş ve “Türkçenin her bakımdan mükemmel bir dil olduğunu, İran ve İslam kültürü için önem arz ettiğini” söylemişti. Peki, Asya ve Afrika’daki bazı ülkelerde CIA’nın destek ve kontrolünde açtıkları okullarda, çocuklara birkaç kelime Türkçe şiir ve şarkı ezberletmeyi “Tarihi bir kültür devrimi” gibi sunmak sahtekârlığı sergileyenlerin, Ahmedinejad’ın İran üniversitelerinde Türk Dili ve Edebiyatı dersi koyma kararına niye hiç sevinmemiş ve sahiplenmemişlerdi?

Arap Ülkelerindeki Türkçe Seferberliğine, Fetullahçılar niye ilgisizdi?

Türk-Arap Bilim, Kültür ve Sanat Derneği (TASCA) Başkanı Muhammed Adil, Türkçe’nin Arap ülkelerinde yaygınlaştırılması amacıyla ilk aşamada Fas, Sudan ve Ürdün’de Türkçe dil kursları düzenlediklerini bildirmişti.

Arap ülkelerinde bazı basın yayın kuruluşlarının temsilcisiyle Kütahya’nın Domaniç ilçesine gelen Adil, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Türkçe’nin bir dünya dili olması için çalışma yürüttüklerini söylemişti.

Bu derneği, Türk ve Arap toplumları arasında kültürel köprü vazifesi görmesi için kurduklarını, bu iş birliğini geliştirmede de dilin büyük öneme sahip olduğunu vurguladı. Türkçe’yi uluslararası dil haline getirmek için proje hazırladıklarını anlatan Adil:

”Özellikle Arap ülkelerinden her gün çok sayıda elektronik posta ve telefon geliyor. Nerede ve nasıl Türkçe öğrenebileceklerini, bunun için kimlere ya da hangi kuruluşlara başvurabileceklerini soruyorlar. Yönetim kurulumuz aldığı karar ile Fas, Sudan ve Ürdün’ü pilot ülkeler olarak belirleyip, Türkçe dil kursları açtık. Türkiye’den öğretmen gönderip, oralarda sivil toplum örgütleriyle anlaşarak kurslarımızı başlattık” demişti.

”Öğretmen bulmakta sıkıntı yaşıyoruz” demişlerdi.

Arap ülkelerinin başkentlerinde Türkçe kurslarının düzenlenmesinin yararlı olacağını anlatan Adil, ”Türkçe, Avrupa, Amerika ve tüm dünyada konuşulmalı” diyerek, Arap ülkelerindeki üniversitelerde Türk dili ve edebiyatı bölümleri açılması için de işbirliğine gidilmesi gerektiğini belirtmişti.

”Başlattığımız Türkçe kurslarına yoğun talepler var. Ancak öğretmen bulmakta sıkıntı yaşıyoruz. Türkçe öğretmenleri hem bu kurslar için hem de oralardaki bazı liselerde okutulan seçmeli dersler için gerekli. Bu nedenle Milli Eğitim Bakanlığı ya da başka kurumların bu işi projelendirmesini talep ediyoruz. Türkçe öğretmenleri Arap ülkelerine gönderilmeli, dilimiz oralarda yaygınlaştırılmalıdır” diyen Türk-Arap Bilim, Kültür ve Sanat Derneği Başkanı Muhammed Adil’in çağrılarına, bu sözde Türkçe sevdalısı Fetullahçılar niye hiç kulak vermemiş ve değerlendirme yoluna gitmemişlerdi?

Sn. Mehmet Şevket Eygi, “Ilımlı İslam” safsatasının kahramanı ve “Liberal Hoşgörü” sahtekârı olan Zat’a çok uyan ve tabi dokunan bir yazı yaşmıştı.

Ey kendini muhterem ve mükemmel sanan, ama Kur’an dürbünüyle bakıldığında kabahat ve hıyanetleri sırıtan anlamında;

“Bay Nâkıs’a…” diye söze girmişti

Boş yere kâmillik taslama, en azından bana yutturamazsın. Böyle zıvanadan çıkmış bir toplumda herkes sana olgun diyecek, akıllı diyecek, bilge diyecek ve sen de onların şehadetiyle kâmil olacaksın!?..

Sen kâmil bir Müslümansan halkın büyük kısmı sana deli demeli, ki, büyük olduğun anlaşılsın.

İmamı Rabbanî hazretleri ne buyurmuş:

Siz Ashab-ı kiramı görseydiniz onlara deli gözüyle bakardınız; onlar sizi görselerdi, Müslüman saymazlardı…

Ey cin fikirli, ey kurnaz kişi, ey tilki karakterli, bilmez misin ki, Haliq ile mahluqatı aynı anda memnun ve râzı etmek imkânsızdı. Haliq’ı hoşnut etmek istiyorsan, yaratıkların bir kısmının nefret ve düşmanlığını kazanmaya önceden razı olacaksın.

Kurnazsın ama akıllı değilsin. Şu haline bak.

Hem mü’minlerin, hem militan ve saldırgan kâfirlerin mergubu ve mahbubu olmak istiyorsun.

Dünyayı kendine yalancı bir cennet haline getirmek için yırtınıyorsun.

Ben çok ihlâslıyım deyip duruyorsun. Sus!.. Bir daha ağzına alma o kelimeyi. Ben ihlâslıyım demenin bile nifak olduğunu bilmiyor musun?

Cenâb-ı Hak bir hadîs-i kudsîde “İhlâs Benim sırlarımdan bir sırdır, onu sevdiğim kulumun kalbine koyarım…” buyuruyor. İhlâsın reklâmı yapılmaz, ben çok ihlâslıyım denilmez. Zaten ihlâsın çoğu azı olmaz. Ya tam olur, yahut hiç olmaz.

Ben büyüğüm, ben pek olgunum, ben çok ama çok dolgunum; ben şöyleyim, ben böyleyim edebiyatı yaptıkça küçülüyorsun. Ahlakı ve hayata bakışı İslam’la uyuşmayan insanların seni beğenmesinin sana rezillik olarak yetip de artacağını bilmiyor musun?

Çivisi çıkmış bir fetret, nifak şikak, fitne fesat, isyan tuğyan, azgınlık devrinde yaşadığını unutuyorsun.

Olgun insanlar nazarında halkın övgüsü ile sövgüsü birdir.

İslâm, iman, Kur’ân, Sünnet, Şeriat, ahlâk ve fazilet için öyle çalış ki, kendilerini akıllı sanan zavallılar sana deli desinler.”

Fetullahçıların Liberalizm hayranlığı, Dinden sapma eğilimiydi!

Mustafa Erdoğan’ın ‘hangi liberalizm din düşmanıdır’ yazısına Mustafa Özcan’ın yanıtı güzeldi. “Peşinen söylemek icap ederse; evet liberalizm çeşitlerinden bazıları din düşmanıdır. Belki hepsi din düşmanı değildir, lakin hepsi de dine yabancı ve uzaktır. Bunda şüphe yoktur. Erdoğan analizini 4 Haziran tarihli Obama’nın Kahire konuşmasının üzerine bina eder: “Obama şöyle diyor: ‘Din düşmanlığını liberalizm bahanesinin arkasına saklayamayız.’ Obama’nın sözleri üzerine yazdığı yazıda liberalizm ve din ilişkisini şu satırlarla ele alıyor: “Amerikan liberalleri de elbette din özgürlüğünü temel bir hak olarak kabul etmektedirler ama onlar -William Galston gibi birkaç istisna dışında- dinin kamu hayatındaki rolünü alabildiğine sınırlamaktan yanadırlar. Onlara göre, tarafsızlık devletin dinler ve mezheplere büsbütün kayıtsız kalmasını ve kamu eğitiminin tamamen ‘láik’ değerler doğrultusunda yapılmasını gerektirir…” Din düşmanlığında günümüzde komünizmin yerini liberalizm doldurmaktadır ve bunun en tipik örneği Hollanda’daki liberal ırkçı partinin İslam düşmanı olarak kendisini konumlandırmasıdır. Bundan dolayı Muhammed Mütevelli Şaravi İslam’ın ideolojiye sığmayacağını söylüyor. Nasıl 50 yıl önce İslami sol dalgalarına karşı olmamız gerekiyor idi ise şimdi de aynı nedenle İslami liberalizm kavramına ve eğilimine karşı olmamız İslami bir zarurettir.”

Bir zamanlar Mustafa Sibai’nin İslam Sosyalizmi kitabını hatırlatıyor. “İslami sol” söylemi hala canlı bir söylem. Zaman zaman Yaşar Nuri Öztürk’ten Ahmet Hakan’a kadar geniş bir kesim bu deyimi kullanıyor ve zaman zaman benimsiyor. Sosyalizm dönemi kendi kendine kapandı. Bizden dolayı değil de sosyalizme dayalı deneme ve tecrübelerin başarısızlığı sonucu kavram da aşınmıştır. Kimse de daha sonra pek sahip çıkmaz hale geldi. İslamcıların moda öykünmesi de böylece sona erdi. Sıra geldi Soğuk Savaş sonrası hakim paradigma haline gelen liberalizm cereyanına. (Son sıralarda bazı dini kesimler ulusalcı söylemi benimserken) gayet geniş bir kesim ise liberalizm çizgisini benimsemiş durumda. Geçmişte İslami hareketler devlet ve toplum projeleriyle anılırlardı ve İslami hareketlerin genel eksenini bu iki boyut temsil ederdi. Dolayısıyla bu projelere arkasını dönmüş ve tamamen ferdiyetçi eksende hareket eden yaklaşımlara liberal hareketler veya anlayışlar diyoruz.

Esasında komünizm ve liberalizm Fransız Devriminin getirdiği dalgaların farklı türev ve tezahürleridir. Bu tezahürlerin tamamı dinden özgürleşme çizgisinde seyretmektedir. Dinden özgürleştirilmiş bir işçi toplumu tasavvur eden ideolojiye komünizm diyoruz. Komünizm projesinde genel olarak toplum dine yabancılaşmakta ve ondan özgürleştirilmektedir. Din; buna göre, kitlelerin afyonu görülmektedir. Materyalizm ise cennetidir. Ferdi, dinden özgürleştirme eğilimine de kısaca liberalizm denmektedir. Bunun bir de dini ayağı var şüphesiz. Dini ayağı da genel olarak İslami liberalizm olarak anılabilir. Ya da başka bir isimle, İslam’ı Protestanlaştırma projesi ve sürecidir. Lübnanlı eski bakanlardan Hıristiyan kökenli George Kırım, Muhammed Abduh’u takdir etmekle birlikte onun Batı’daki Protestanlaştırma modelinden etkilendiğini öne sürmektedir. Martin Luther’in İslami camiadaki sempatizanları arasında olduğunu söylemektedir. Neticede bu çizgi genel haliyle dine karşı yabancılaşmayı temsil etmektedir. Bu liberal dini hareketlerin içinde dine yakın görünenlerde de dinin tatbikatında bir sapma (tahrifat ve tahribat) eğilimi görülmektedir.

Amerikalı Yahudi-Liberal yazar Benjamin Barber, “Dini yalnızca insanların özel hayatına hapsetmekle laiklik olmaz” diyerek ve suret-i Hak’tan görünerek ılımlı İslamcılara ve Fetullahçılara destek vermekteydi.

‘AB, çocuklara ılımlı İslam’ı öğretmeliymiş!?’

New York’ta “Müslümanların Sanat ve Fikir Sesi” festivali çerçevesinde düzenlenen konferansa katılan bilim ve din adamları Avrupa Birliği (AB) üyesi ülkelerin çocuklara İslam dinini öğretmesi gerektiğini vurgulamıştı. Amerikalı yazar ve CviWorld at Demos adlı NGO’nun başkanı olan Benjamin Barber’in konuşmasında, “Dini yalnızca insanların özel hayatına hapsetmekle laiklik olmaz” sözleri yankı uyandırmıştı.

İngiltere, Fransa ve Amerika orijinli bilim ve din adamları Avrupa’da yaşayan 25 milyon civarındaki Müslüman kesimin yaşadıkları ülkeye entegre olabilmeleri için dini kimliklerini elde etmede ve bunu yaşamada var olan sıkıntılarının giderilmesi gerektiğini ifadeye çalışmıştı. New York Halk Kütüphanesi’nde yapılan konferansa 300 dolayında insan katılmıştı. PBS dergisinden David Brancaccio’nun moderatörlüğünü yaptığı konferansa İngiltere’den İmam Abdülcelil Sacid, Fransa’dan Tahar Ben Jelloun ile Amerikalı Benjamin Barber konuşmacıydı. Avrupa’dan Geothe Enstitüsü gibi birçok kuruluşun desteği ve New York’tan da New York Halk Kütüphanesi, Türk Kültür Merkezi gibi kurumlarca sponsorluğu üstlenen programda İslam’ın Batı medeniyetine katkıları ile bugün yaşanılan sıkıntıların varlığına vurgu yapılmıştı.

Konferansın başlamasından önce Kur’an-ı Kerim okunmuş ve ardından ilahiler eşliğinde sema gösterisi yapılmıştı. Konferansın açılış konuşmasını AB Birleşmiş Milletler Delegasyonu Heyeti Başkanı Büyükelçi Fernando M. Valenzuela yaparak: Viyana’da İslamofobia’ya karşı gözlemci heyetinin kurulduğunu hatırlatmıştı. Büyükelçi, AB üyesi ülkelerde Müslümanlara karşı ayrımcılığın yaşandığını ve bunun engellenmesi için Avrupalı devletlerin mücadele ettiğini açıklamıştı. Oysa bu kocaman bir yalandı.

“İslâm, sevgi ve hoşgörü dini”dir diyenlere hatırlatmak lazım: İslam, aynı zamanda her türlü haksızlık ve ahlaksızlığa karşı direniş ve milli diriliş dinamiğidir!

Büyükelçi’den sonra kürsüye gelen ve festivalin yapılmasında büyük emeği bulunan New York Üniversitesi öğretim üyesi Mustafa Tlili, ABD Başkanı Barack Obama’nın Kahire’den yaptığı konuşmanın hem anlamlı hem de çok yararlı olduğunu kaydedip Obama’nın konuşmasının festivale olan ilgiyi arttırdığını aktarmış, İslam’ın sevgi, hoşgörü dini olduğunu Amerikalılara anlatmayı amaçladıklarını hatırlatmıştı. Oysa Obama’nın yaptığı İslam’daki zulme direniş ve cihat ruhunu yozlaştırmaktı.

Fransız laiklik anlayışını eleştirerek konuşmasına başlayan Benjamin Barber ise bunun ülkede yaşayan Müslümanların topluma entegre olmasında negatif bir etki yaptığını vurgulamıştı. Barber, “Dini yalnızca insanların özel hayatına hapsetmekle laiklik olmaz” diyerek, bu konuda Amerikan laiklik anlayışının çok daha özgür olduğunu anlatmıştı. CviWorld at Demos Başkanı, Amerika’da hem ırk hem de dini kimlik edinmelerinde sıkıntı yaşamadıklarını, bunun AB için de örnek teşkil etmesi gerektiğini hatırlatmıştı. “Amerika’ya 6 ay önce gelmiş birisi ‘ben Amerikalıyım’ dese kimse buna itiraz etmez. Ama 60 yıl Fransa’da yaşayan bir göçmen ‘ben Fransızım’ derse Fransızlar tarafından dışlanır. Bu diğer Avrupa ülkeleri için de geçerli. Böyle ayrımcılık olunca da Avrupalı Müslümanlar haliyle yaşadıkları toplumlara entegre olmada ve kendi birikimlerini bu ülkelere taşımada ciddi sorunlar yaşıyor” sözleriyle Amerikan reklamını yapmıştı.

Dinin toplumun karakteri olduğunun altını çizen CviWorld at Demos Başkanı Barber, bu nedenle Avrupa’da sorunların çözümlenemediğini ileri sürmüş, Almanya, Fransa gibi ülkelere göç etmiş Portekiz, İtalyan, İspanyolların bu ülkelerde Müslümanlar kadar ayrımcılıkla karşılamadığını kaydederek, bunun nedeninin de farklı dini inancın olmasından kaynaklandığını vurgulamıştı. Benjamin Barber, “Avrupa devletleri aynı inançta olmadıkları Müslümanların uyumu için yeterli hoşgörüde ve anlayışta değiller” diyerek FBI’nın camilere casus yerleştirdiğini atlamış ve dikkatlerden kaçırmıştı.

“AP’de sağ partilerin kazanması Avrupalı Müslümanları olumsuz etkileyecekmiş!..”

İstanbul’da bir konferansa katıldığını aktaran Barber, “Orada yaptığım konuşmada feministlerin hoşuna gitmeyen sözler ettim. Ben orada sorunun İslam dininde değil dincilikte olduğunu ifade ettim” diyerek ayrıca İslam’da kadın meselesinin aslında dinden değil erkekten kaynaklanan sorun olduğunu da vurgulamıştı.

Tahar Ben Jelloun da konuşmasında Avrupa Parlamentosu için yapılan seçimlerden sağ partilerin zaferle çıkmasının, bu kıtada yaşayan Avrupalı Müslümanlar için önümüzdeki dönemde daha fazla sıkıntılar çıkaracağını savunmuş: “İslam Avrupa için, Avrupa’da İslam için büyük şans” derken, İslam dininin demokratik sistemlerle sıkıntısının olmadığını vurgulamıştı. Selman Rüşdü olayını da dile getiren Jelloun, “Aynı nitelikte İslam dinine hakaret eden 1957 yılında Fransız yazar tarafından bir kitap çıkarıldı ancak kimse bu kişi için ölüm fetvası çıkarmadı. Ancak Selman Rüşdü Müslüman bir aileden gelmiş olması ve onlara döneklik edip aşağılaması haliyle bir tepkiye neden oldu. Bu aile içinde suç işleyen çocuğun cezalandırılmasından öte bir şey değil” diyerek İran’ı suçlamıştı.

İnsanların inançlarına toplumsal yaşamda saygının şart olduğunun altını çizen Jelloun, karikatür krizinin bir inancın kutsalına hakaret etmesi nedeniyle bunun “basın özgürlüğü” ya da “düşünce özgürlüğü” ile savunulamayacağını vurgulamıştı.

“Başörtü bir ideoloji ya da politikanın sembolü değil, inancın gereği”

Fransa’da laiklik gerekçesiyle başı kapalı kız çocuklarının okula alınmamasını eleştiren Pakistan orijinli İngiliz vatandaşı İmam Abdülcelil Sacid, “Başörtüsü bir ideolojinin ya da politikanın sembolü değil, inancın gereği” diyerek insanların inandıklarını özgürce yaşamasının demokrasinin bir gereği olduğuna dikkat çekmiş ve “Başörtülü kızların okullara alınmaması laiklik gerekçesiyle insan hakları ihlal ediliyor” ifadelerini kullanmıştı. Şer’i hükümlerinde zamanla değiştiğini aynı şekilde tek tip İslam anlayışının olmadığını belirten Abdülcelil Sacid, “Avrupa’nın sorunlarından biri de tüm Müslümanları aynı şekilde kategorize edip yargılamasıdır” diyerek, İslam’ın baskıcı bir din olmadığını Papa ve kiliseler gibi inananlar üzerinde Müslümanlıkta bir baskı merkezinin olmadığını açıklamıştı. “Allah yalnızca insana seslenir, toplumlara, sokaklara değil. İslam dini kul ile Allah arasındadır” iddialarının gerçeği yansıtmadığı ise açıktı. Siyonist merkezlerin dayattığı, Fetullahçıların reklamını yaptığı “Ilımlı İslam”, Kur’ani hükümleri yok sayan, sadece ibadet şekillerini ve ahlaki prensipleri öne çıkaran bir din anlayışıydı.

Türkiye’de ‘mahalle baskısı’ iddiaları düzmeceydi!

12 Nisan-3 Mayıs 2009 tarihleri arasında gerçekleştirilen araştırmada, inancı nedeniyle toplumda ayrımcılığa uğradığını düşünenlerin oranı sadece yüzde 10’du. Katılımcıların yüzde 7’si mezhebi nedeniyle toplumda ‘ayrımcılığa’ maruz kaldığını düşünüyordu. Yüzde 8’i anadili nedeniyle devletten, yüzde 9’u etnik kimliği nedeniyle devletten, yüzde 6’sı laik olması nedeniyle hem devletten hem toplumdan, yüzde 9’u ise kadın olduğu için toplumdan kaynaklı ayrımcılık yaşadığını ifade ediyordu.

Araştırmada, “Hepsi çok önemli ama sizin için hangisi birinci sırada gelir?” sorusuna verilen cevaplarda dindarlık yüzde 62 ile ilk sırada yer alıyordu. Bunu yüzde 13 ile demokrasi, yüzde 16 ile laiklik izliyordu. İnancı nedeniyle başını örten kadınların oranı ise yüzde 62’ye ulaşıyordu. Ancak, dindarlığı önceleyen katılımcılar, aşırılık ve radikalizme de karşı çıkıyor. Araştırmaya katılanların yüzde 69’u aşırı İslami akımların Türkiye için bir tehdit olduğunu düşünüyordu. Araştırmaya katılanların yüzde 66’sı dünya güvenliği için tehdit olduğunu söylerken, yüzde 92’si PKK’nın Türkiye için ciddi bir tehdit olduğunu ifade ediyor. Demokrasi karşıtı girişimlerin Türkiye için tehdit oluşturduğunu söyleyenlerin oranı ise yüzde 81. Araştırmada denekler dini ve etnik çeşitliliğin Türkiye için çeşitlilik olduğunu düşünüyor. “Kimi komşu olarak görmek istemezsiniz?” sorusuna verilen cevaplar arasında, yüzde 72 oranında içki içen komşu ilk sırada yer alıyor. Araştırmaya katılanların yüzde 52’si Hıristiyan, yüzde 26’sı başka bir ırk veya renkten, yüzde 64’ü Yahudi, yüzde 66’sı ise hiçbir dine inanmayanları komşu olarak istemiyordu.

AB konusunda kafalar karışıktı

Araştırmada, AB ve ABD konusunda da benzer çelişki yaşanıyor. Araştırmaya katılanların yüzde 57’si Türkiye’nin AB’ye üyeliğini istiyor, yüzde 27’si ise karşı çıkıyordu. Fakat, araştırmaya katılanların yüzde 81’i AB’nin dünyada Hıristiyanlığı yaymayı hedeflediğini düşünüyordu. Yüzde 76’sı Türkiye’yi bölmeyi hedeflediğine, yüzde 80’i ise İslam dünyasını bölmek ve zayıflatmak istediğine inanıyordu. Yani AB’nin gizli mahiyetini ve kirli niyetini halkımız seziyor, ama yoğun propagandanın etkisinde kalıyordu. Türkiye’de en güvenilir kurum sorusunda, yüzde 72’yle ordu ilk sırada yer alıyordu. En güvenilmeyen kurumlar arasında ise DTP yüzde 75 oranıyla ilk sırada geliyordu. Onu yüzde 74 ile IMF, yüzde 49 ile BM, yüzde 48 ile AB, yüzde 44 ile CHP takip ediyordu.

Sonuçlar İngilizleri bile şaşırtmıştı

Araştırmanın sonuçları İngiltere’yi de şaşırttı. İngiltere Büyükelçiliği Müsteşarı Giles Portman, sonuçları nasıl buldukları yönündeki bir soruya şöyle cevap verdi: “Müthiş ve ilginç. AB ile ilgili çelişkiler söz konusu. İngiltere’nin pek sevilmeyen bir ülke olduğu ortaya çıktı. Biraz sürpriz bu. Hayal kırıklığı yaşadım. Hemen British Council’deki arkadaşlarla neden böyle bir sonuç çıktı diye bir değerlendirme yaptık. İngiltere, Türkiye’nin AB üyeliğini en çok destekleyen ve bunu her platformda dile getiren bir ülkedir.”

Dindarlık artmadı, sadece belirginlik kazandı

Araştırmayı yürüten Prof. Dr. Yılmaz Esmer AK Parti iktidarı döneminde dindarlığın arttığı görüşüne katılmayarak: “Biraz daha belirginleşmiş olabilir ama benim tespitlerime göre dindarlık artmadı. Baskı gördüğünü söyleyenlerin oranları büyük çıkmadı. Yüzde 5, yüzde 3 gibi rakamlar. Önemli gibi görünmüyor ama 50 milyon insanın yüzde 5’i 2,5 milyon yapar. Bu da önemli bir rakamdır.”

Töre, örf ve adet Kur’an’a, vicdana ve ahlaka uygun ise muteberdir!

H. Ziya Ülken, töre kelimesinin Türkçe “türemek” fiilinden gelmiş olabileceğini söyler. Türklerin Oğuz boyundan türemiş olmaları temeline dayanan bir gelenek ve âdetler düzenidir. Bir yerden bir yere göçüldüğü zaman belli bir düzene göre yerleşilir.

Töre, beşeri topluluğun fiziki ve sosyal çevreye uyumunu sağlayan yerleşik kurallar bütününe denir. Kelimenin Tevrat’ın aslı olan “tora”dan türediğini de söyleyenler vardır. Bu anlamı doğrudan köklü, kesin ve tanımlanmış hukuk kurallarına, şeraite karşılık olur.

İslam hukuk ve tefekkür mirasında “töre”den çok “örf ve irfan”a iltifat edilmiştir. Bu da iyilik, ihsan, cömertlik, hediye/atiye demektir. Bu anlamda örf ve irfanı dört ayrı anlam seviyesinde ele alabiliriz: a) Hukuk ve siyaset (Örf ve örfi hukuk), b) Sosyoloji ve kültür (Örf ve âdet), c) Kelam ve tasavvuf epistemolojisi (İrfan ve ma’rifet), d) Toplumsal sözleşme ve iletişim (Tearuf ve muarefe), e) Ortak ahlaki zemin (Ma’ruf).

Sosyo-kültürel seviyede törenin “örf ve âdetler” olarak oldukça geniş ve sivil bir alana yayıldığını söyleyebiliriz. Bunun bir yüzü sivil hukuka bakar: Örf olarak ele aldığımızda İslam hukukunda bağlayıcı kaynaktır. Örf her halükarda referans alınır, çünkü örf iyidir (7/A’raf, 199). Toplum hayatında doğmuş bulunan ve uzun zamandan beri uygulanması sebebiyle hukuken bağlayıcı sayılan, ancak yazılı olmayan hukuk kuralları bu ad altında toplanır. “Âdetler” seviyesinde ele aldığımızda törenin iyisi olduğu gibi kötüsü de olabilir. Kısaca “kötü örf” yoktur, ama “iyi âdet” olabileceği gibi “kötü âdet” de olabilir. “Âdet”, ayrıldığı şeye, yere tekrar dönmek, avdet etmek manasında “avd” ve “avdet” mastarından yapılan bir isimdir. Avd, zaman zaman bir işi yapmak ve işlemek, bazı işleri ara sıra tecrübe ettikten sonra tekrar yapmak, bir işe başlayıp bitirip bir daha yapmak, ikilemek ve dönmek anlamlarına gelir. “Muavede” bir işin başına dönmek, bir şeyi âdet edinmek; Mead, dönülecek yer, yaratılmışların döneceği yer, ahiret yurdu demektir. İyi olduğu zaman örf’le aynı manada kullanılır.

Modernlik, emredici ve taşıyıcı araçlarıyla kendini empoze ettiğinde, bilumum örf ve âdetleri “geleneğin tasfiyesi” çerçevesinde yürürlükten kaldırmak ister. Bu, modernliğin tasfiyeci ve tekçi (monist) karakterinin zorunlu sonucudur. Bunun için hukuku; İlahi menşeinden ve beşeriyetin binlerce yıldır tecrübe edip nesilden nesile devrettiği örflerden arındırarak, içini manevi ve ahlaki özlerden kopararak, salt kurallar ve kanunlar seviyesine indirgemek suretiyle yapar; kanunlar ve anayasalar aracılığıyla yapamadıklarını baskı politikaları ve otoriter rejimler üzerinden yapmaya çalışır ki, Batı-dışı dünyanın modernleşme tarihi bunun trajik örneklerinden ibarettir.

Örf ve âdetler tabiatları gereği birden fazladır. Örf ve âdetlerin muhafaza edildiği, ama sıklıkla daha üst bir referansa (Kur’an ve Sünnet’e) göre test edilip düzeltildiği toplumlarda çoklu hukuk sistemleri ve çoğul yaşama biçimleri vardır. Töre, örflerden kopup, belli bir âdet biçimine indiğinde zalimane olmaktadır. Âdeti insani kılan örf’tür. Bu manadaki âdeti, El Hindi: “İnsanların selim tabiatlarınca benimsenen ve tekrar edile edile kişilerin tutum ve davranışlarında yerleşen şey” olarak tanımlamaktadır. İbn Emir el Hace ise: âdetin; “üzerinde tefekkür edilmeden tekrar tekrar yapılan şey haline geldiğinde” zalimane töreye dönüştüğünü söyler” tespitlerini yapan Ali Bulaç, medeniyetlerin, örf ve adetlerin etkileşimine dikkat çekmişti. Ancak örf ve adetlerin, gelenek ve göreneklerin makbul sayılması ve ölçü alınması için; bunların Kur’an ahkâmına, İslam ahlakına, akıl ve vicdana ve temel insan haklarına uygun olması gerekirdi. Örf kavramının, zalim Batı Emperyalizminin yerleşik kurum ve kurullarını taklit ve teslimiyete gerekçe yapılma girişimi, temelsiz ve geçersizdi.

           



[1] Kâmil Yeşil / Milli Gazete

0 0 votes
Değerlendirmeniz

Makale Paylaşım Sayısı: 

Subscribe
Bildir
2 Yorum
En Yeniler
Eskiler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

bu konu
güzele benziy da uşam

bu konu
güzele benziy da uşam

Picture of Ramazan YÜCEL

Ramazan YÜCEL

YORUMLAR

Son Yorumlar
2
0
Düşünceleriniz değerlidir, lütfen yorum yapın.x
Paylaş...