ATATÜRK OLSAYDI, İSRAİL’E NE YAPARDI?
İsrail gibi şımarmış ve saldırganlaşmış devlet görüntülü terörist çetelerin; diyalog ve davetten değil, sadece “kuvvet”ten ve “müeyyide”den anladıkları kesin bir gerçektir. “Batı uygarlığı” yaftalı, Amerika ve Avrupa azgın aygırlarını arkasına alan Siyonistlerin, bu tamamen haksız ve ahlâksız katliamları karşısında, Atatürk olsaydı ne yapardı? sorusunun yanıtı, ölümünden bir müddet önce, 1937 tarihli Hakimiyeti Milliye Gazetesindeki şu cesur demecinde gizlidir. Mustafa Kemal: “Filistin için kanımızı dökmeye hazırız!” diyecek kadar yürekli bir kimsedir!
O günkü Hâkimiyet-i Milliye gazetesinde yayımlanan 1937’deki bir nutkunda; Filistin’e dışarıdan müdahale edilemeyeceğini ve el sürülemeyeceğini söyleyen Mustafa Kemal, “Mukaddes toprakların İslam hakimiyetinde kalması için bugün kanımızı dökmeye hazırız” demiştir. Mustafa Kemal Atatürk’ün 27 Temmuz 1937 tarihinde Hâkimiyet-i Milliye gazetesinde yer alan nutkunda: “Filistin’e el sürülemez! Türkler mukaddes topraklarda yabancı hâkimiyetine asla tahammül edemeyeceklerdir” dediği kesinleşmiştir.
Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi’nde bulunan evraka göre; Dahiliye Vekaleti Matbuat Umum Müdürlüğü tarafından saklanan 1937 tarihli belge; Mustafa Kemal Atatürk’ün Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde yaptığı bir nutuktan bahsetmektedir. Nutukun Filistin ile alâkalı bölümünde “Arapların, Avrupa siyasetine nüfuz edemeyip bu sözde istiklâl kelimesine kanmaları ve bu hevesle Arap memleketlerini, Avrupa emperyalizminin esaretine sokmaları çok şayanı teessüftür.” (Yani Müslüman Arapların, batılıların bağımsızlık vaatlerine aldanıp, emperyalizmin esiri olmaları, çok üzücü bir olaydır.) diyen Mustafa Kemal, “Filistin’in, Arabistan’da vuku bulacak (bir işgal) harekâtının merkezini teşkil ettiği takdirde; buradaki Araplara yapılacak herhangi bir fenalığa Türklerin tahammül edemeyeceğini” ifade ve ikaz etmektedir.
Atatürk’ün: (Filistin’i kastederek) ‘Bu topraklar için kanımızı dökmeye daima hazırız’ uyarısı ve şimdi Atatürkçü geçinen bazılarının ayarsızlığı!
Mustafa Kemal, sözlerinin ilerleyen bölümlerinde Filistin’le ilgili daha sonra şu tarihi ifadeleri kullanmıştı: “Arapların arasında mevcut olan karışıklığı ve hoşnutsuzluğu kimse bizim kadar bilemez. Biz doğrusu, maalesef birkaç sene Araplardan uzak kaldık. Fakat şimdi kendimize kâfi derecede güvenip kudretimizi bildiğimiz için, İslamiyet’in mukaddes yerlerinin Musevilerin ve Hristiyanların nüfuzunun altına girmesine mâni olacağız. Binaenaleyh şunu söylemek istiyoruz ki, buraların Avrupa emperyalizminin oyun sahası olmasına müsaade etmeyeceğiz. Biz şimdiye kadar; “dinsiz ve İslamiyet’e lâkayt” olmakla ittiham edildik. Fakat bu ittihamlara rağmen, Peygamber’in son arzusu istikametinde; yani, mukaddes toprakların daima İslam hâkimiyetinde kalmasını temin için, hemen bugün kanımızı dökmeye hazırız. Cedlerimizin, Selâhaddin’in idaresi altında, uğrunda Hristiyanlarla mücadele ettikleri toprakların; yabancı hâkimiyet ve nüfuzunun tahtında bulunmasına müsaade etmeyeceğimizi beyan edecek kadar bugün, Allah’ın inayeti ile kuvvetliyiz. Avrupa’nın bu mukaddes yerleri işgal ve temellük etmek için yapacağı ilk adımda, bütün İslam âleminin ayaklanıp icraata geçeceğine şüphemiz yoktur!” sözleriyle, gerekirse İsrail kurulmasın diye İslam dünyasını harekete geçirebileceğinin de işaretlerini vermiştir.
Mustafa Kemal’in, dönemin Kudüs Müftüsü’ne büyük destek sağlaması
Mustafa Kemal Paşa, Çanakkale Savaşı’na katılan ve Teşkilat-ı Mahsusa’da görev alan ve Yaser Arafat öncesi ilk Filistin lideri ve Kudüs Müftüsü Hacı Emin el-Hüseyni’yi de hep desteklemiştir. Atatürk’ün ölümünden sonradır ki İngilizler, el-Hüseyni’ye verdikleri sözlerden ve bağımsız Filistin projesinden vazgeçmişlerdir. Bunu, Filistin’de bir terör şebekesi olarak, Siyonist İsrail devletinin kurulması yolunda birbiri ardınca adımlar atılması izlemiştir. İngilizlerin, Filistin’in paylaşımında bir dönem Araplara karşı çok tavizkâr davranmasında, Atatürk’ün Filistin’e sahipliğinin ve Kudüs Müftüsü el-Hüseyni’ye verdiği tam desteğin büyük etkisi bulunduğu artık belirlenmiş ve belgelenmiştir. Atatürk, bu cesaretli ve dirayetli tavrıyla İsrail’in kuruluşunu tam 11 yıl geciktiren insandır.
Mustafa Kemal, Filistin’in emperyalistlerin eline geçmemesi ve Hz. Peygamberin aziz hatırasının çiğnenmemesi için gerekirse savaşmayı ve kan akıtmayı göze alırken; Atatürk’e dinsiz-deccal diyen sahte dindarların ve ılımlı İslamcıların İsrail uşaklığı nefret vericidir. Aynı çevrelerin, Ergenekon bahanesiyle, Orduyu etkisizleştirme ve gözden düşürme girişimleri ise, AB ve ABD’ye yaranma siyasetinin başka bir işaretiydi. Ve oldukça tehlikeli ve endişe vericiydi. Genelkurmay’ın ve kuvvet komutanlarının, hırçın değil saygın tavrı, sataşmacı değil ağırbaşlı yaklaşımı ise: “Bazı suskunluklar, ciltler dolusu coşkunluklardan daha etkilidir” sözünü hatıra getirmekte ve çok derin mesajlar içermekteydi.
Mustafa Kemal’in milli gayretini ve manevi cesaretini, bugün aynen sergileyen tek hareket Milli Görüştü ve 4 Ocak 2009’daki muhteşem Çağlayan Mitingi bunun en canlı göstergesiydi.
İstanbul’daki, “Filistin’e Destek, İsrail’e Lanet” mitingini, aynı gün El-Cezire Televizyonu, ekranın bir yarısında İsrail’in Gazze’ye yönelik vahşi operasyonlarını, diğer yarısında ise milyonlarca Milli Görüşçünün Çağlayan toplantısını göstermekle, bütün dünyaya: “Filistin ve tüm ezilenlerin yegâne kurtuluş çaresi, Erbakan’ın reçeteleridir” mesajını vermekteydi.
Ve özellikle; “Mehmetçik Gazze’ye! Mehmetçik Gazze’ye!” sloganları, Siyonist kuduzları ve İsrail’in işbirlikçi kullarını derin bir endişeye sevk etmekteydi, çünkü Atatürk’ün 1937’deki tembih ve temennilerine tercümanlık eder gibiydi.
Evet, maalesef birkaç yüz kurbağa ve kaplumbağanın ölümüne sebebiyet verilse, suni ve sahte bir merhamet tavrıyla ayağa kalkan Batılı ülkeler ve örgütler, şimdi binlerce mazlum Filistinlinin ve masum bebeklerin vahşice katledilmelerine, sessiz ve tepkisizdi…
Daha da beteri, birçok İslam ülkesi yöneticileri de, bu vahşete dolaylı destek anlamına gelecek duyarsız ve tutarsız davranışlar içindeydi.
Ama tarihi Çağlayan Mitingine canlı TV bağlantısıyla katılan 54. T.C. Hükümetinin Efsane Başbakanı Prof. Dr. Necmettin Erbakan Hocamızın, şu sözleri, bizim gönüllerimize su serperken, Siyonistlerin ve işbirlikçilerin uykularını kaçıracak cinstendi:
“Biz buradan Filistinli kardeşlerimize, “sabredin, geleceğiz” demiyoruz, ya, “bekleyin, geliyoruz!” mesajını veriyoruz. Çünkü, Filistinli mücahitlerin, sadece kendi ülkeleri ve özgürlükleri için değil; Tüm İslam Âleminin ve Türkiye’mizin geleceği için; BOP tuzağıyla Arz-ı Mev’ud hayalinin önlenmesi için savaştıklarını kabul ediyoruz…
Ancak, “görev yapıyor gibi davranmak ve ucuz kahramanlık satmak” ayrı, ama sorumluluk duygusu ve Allah korkusuyla çalışmanın farklı şeyler olduğunu biliyor; D-8’ler gibi projelerimiz gerçekleşmeden bu zulüm ve zilletten ve İsrail illetinden kurtulamayacağımızı hatırlatıyoruz.
Şimdi ABD’ye; eğer Siyonist İsrail’i çok seviyorsa, Amerika’nın bir köşesinde onlara bir eyalet ayarlamasını ve oraya taşımasını öneriyoruz!”
İşte, büyük bir özgüven gerektiren bu uyarılar, sadece Siyonist uşaklarını değil, Çağlayan Mitingine konuşmacı olarak katılıp da, bir kelimecik olsun Erbakan Hoca’yı hatırlayıp hayır ve hürmetle anma faziletinden yoksunları bile, iliklerine kadar irkiltmeye yetmişti.
“Sakın, sanma ki; Allah zalimlerin yaptıklarından gafil (habersiz ve ilgisiz)dir. Sadece onları, gözlerin dehşetle döneceği (korku ve şaşkınlıktan bakışlarına baygınlık geleceği) bir güne kadar ertelemektedir. (Öyle bir hale geleceklerdir ki) Başlarını dikerek kaçışıp paniklenir, gözler kendilerine dönüp çevrilmeyecektir. (Herkes en yakınlarını bile unutup kendi derdine düşecektir) ve gönülleri sanki bomboş kesilmiştir.” (İbrahim: 42 ve 43) ayetleri, Siyonist zalimlerin ve işbirlikçi hainlerin acı akıbetini haber vermekteydi. Üç hafta içinde çoğu çoluk çocuk 1400 cana kıyan, 6000 insanı sakat bırakan bir zihniyet elbette bunun kefaretini ödeyecekti.
Ergenekon’un hedefi, TSK’yı hizaya getirmek midir?
Gölbaşı’ndaki kazılarda bulunan ve kayıp silahlardan olduğu sanılan Amerikan ve İsrail yapımı bomba ve patlayıcılar; geçmişte çok eleştirilen ve ordu aleyhine istismar edilen, “Genelkurmayın Özel Harekât’ın elindeki ağır silahları geri toplama” konusunda, ne denli isabetli ve ferasetli davrandığının da bir kanıtıydı. Çünkü o dönem Özel Harekât, CIA ve MOSSAD’ın güdümünde çalışan taşeron bir terör yapılanmasıydı ve polis TSK’ya alternatif güç olarak hazırlanmaktaydı.
Em. Albay Erdal Sarızeybek’in: “Savcı Zekeriya Öz’ün kendisini çağırıp: “Bunlar seni General yapmadı, gel birlikte çalışıp burunlarını kıralım!?” anlamında teklifler sunduğu ve bunları onuruna yakıştırmayan Sarızeybek’in savcılıklara suç duyurusunda bulunduğu (www.erdalsarizeybek.com.tr) yolundaki itiraflar da, bu tespitimizi doğrulamaktaydı.
Hayret; Sabih Kanadoğlu’nu, İbrahim Şahin’in cezalandırılmasını sağladığı için alkışlayanlar, aynı İbrahim Şahin’in eski Cumhurbaşkanı, katı laikçi ve Kemalist hukuk adamı A. Necdet Sezer tarafından affedilip bağışlandığını, acaba niye atlamaktaydı?
Bu arada; daha önce Milli Çözüm Ekibi de, aynı itham ve istifhamlarla tutuklandığı, marazlı medyada, Ergenekon’la irtibatlandırılıp karalama kampanyası başlatıldığı; ama üç gün sonra bunun kofluğu anlaşılıp serbest bırakıldıkları halde, hiç oralı olmayan ve bu hukuksuzluğa karşı çıkmayan çevrelerin, sıra Sabih Kanadoğlu’na gelince “adalet şövalyesi” kesilmeleri nasıl okunmalıydı?
Hepsinden daha vahim ve elim (tehlikeli ve üzüntü verici) olanı, neden bu Özel Harekâtçıların, Susurlukçuların, Ergenekoncuların dış bağlantıları, İsrail ve ABD ayağı hiç araştırılmaz ve tartışılmazdı? Yoksa bütün bu gürültü ve görüntüler, CIA ve MOSSAD’ı saklamak, Veli Küçük gibi birkaç taşeron paşaları ve maşaları harcayıp, asıl Siyonist odakları aklamak için mi koparılmaktaydı? Mason Bilderbergçi Mesut Yılmaz’ın NTV’deki “Bu organizasyon NATO ve Gladyo ile alâkası yoktur. Devletin güdümünde ama hukuki ve resmi dayanağı olmadan yapılandırılmış, ama sonradan kontrolden çıkmış bir teşkilattır” sözleri de, yine gerçekleri çarpıtmaya ve Siyonist merkezleri aklamaya yönelik açıklamalardı. Çünkü Kontrgerilla’yı Gladyosuz ve NATO’suz değerlendirmek, “cambaza bak!” oyunuyla toplumu oyalayıp aldatmak ve halkı ahmak yerine koymaktı: Ve asıl sinsi amaç; “sapla sanmanı harmanlayıp” orduyu karalamak ve etkinliğini kırmaktı.
Oysa:
“Toplumların namusu, namlunun ucundaydı.
Ordusu güçsüzleşen, gâvurun avucundaydı.”
Dışarıdan verilen buyrukları değil, içerideki kuyrukları konuşulan; Siyonist patronların yerine, beşinci sınıf piyonlarıyla uğraşılan Susurluk skandalıyla ilgili söylenen ve bu pansuman yöntemlerle, çıbanların daha da derinleşip kanserleşeceğine dikkat çeken ve soytarılarca sakız gibi çiğnenen, Erbakan Hoca’nın, bunlar göz boyamaya yönelik “fasa fisodur” tespitleri, şimdi Ergenekomik senaryoları için de geçerliliğini korumaktaydı.
Evet, sözde demokratikleşmenin, Kopenhag kriterlerini yerleştirmenin ve güya çetelerle mücadele etmenin, tek ve gerçek anlamı: “TSK’nın kolunu kanadını kırmak, toplumdaki haklı saygınlık ve ağırlığını ortadan kaldırmaktı.” Ama Türkiye Cumhuriyeti’nin bağımsızlık ve bekasının garantisi ve son kalesi olan ordumuzu daha fazla yıpratıp yaralamaya fırsat bulamayacaklardı.
İbrahim Şahin’in, Susurluk suçlusu olduğu ve hiçbir görev ve yetkisinin bulunmadığı halde: “Aktütün Karakol baskınını çok önceden öğrenip, yetkilileri uyardım. Ama dikkate almadılar” şeklindeki abuk sabuk iddiaları bile, bize göre TSK’yı töhmet altında tutmaya yönelik bir şarlatanlıktı.
Ergenekon üzerinden kuru kahramanlık yapan AKP iktidarının ve bunları alkışlayan yazar-aydın yalakaların, derin İsrail aşkı ve uşaklığı ise, mide bulandırıcıydı.
Peki ya, MASON Localarının hizmetkârı ve dolayısıyla Siyonist İsrail hayranı olan ve fırsat buldukça, “başörtüsü, Kur’an kursu, İmam Hatip bursu” üzerinden İslam’a hırlayan huysuzların bir de kalkıp hiç utanmadan Atatürkçü geçinmelerine ne buyrulacaktı? Acaba Atatürk’e ve Cumhuriyet değerlerine bundan daha büyük kötülük yapılır mıydı?
Dünya bir avuç kudurmuş Siyonist’e teslim edilmemelidir
Bir tarafta kendisine vahşeti ve dehşeti kutsal görev edinen bir İsrail vardır. Diğer tarafta insanlık haysiyetine, şerefine, onuruna sahip çıkmaktan aciz kalan bir dünya bulunmaktadır.
Yaşadığımız olayları sadece bir Gazze dramı ve zaman zaman ortaya çıkan gelip geçici olaylar olarak algılamak yanlıştır.
Azgınlaşmış İsrail bu saldırılarıyla:
– Bütün dünya milletlerine ve devletlerine meydan okumaktadır.
– Birleşmiş Milletler Teşkilatı’nı yok farz etmekte, hiçe saymaktadır.
– İnsan Hakları Evrensel Beyannamelerinin hükümlerini, bir kirli paçavra gibi ayaklar altına almaktadır.
Müslüman olsun olmasın, insan kanı dökmek, onların bâtıl ve saçma olan, Muharref Tevrat’ın, Kabala’nın, Talmut’un hükümleri arasındadır. Gözü dönmüş Siyonistler, bu şeytani öğretileri gözü kapalı uygulamaktan adeta zevk almaktadır.
Kaldı ki siyonist Yahudilik dışındaki hiçbir din ve düşüncede böylesine iğrenç hükümlere rastlamak imkânsızdır.
Mesela: Yahudi yasası TALMUT (heşem Hanişpat 369) Sultun Aruh’ta, sahife 117’de şu hükümler yer almaktadır.
– (Yahudi olmayanın kanını akıtmak, Allah’a kurban sunmaktır.)
– (Mesih, Yahudi olmayanları, harp arabasının tekerlekleri altında çiğneyip parçalayacaktır)
Diğer bir muharref Yahudi metni olan KABALA’da ise:
– (Yahudi; bedenleşmiş, Yahudileşmiş Tanrıdır) deniliyor.
– (Diğer insanlar ise, tamamıyla bayağı ve aşağı varlıklardır) deniliyor.
– Yine muharref Tevrat, ülkelerin helâki ve yok edilmesi için İsrail’in görevlendirildiğini açıklayan şu hükmünde: (Mezmurlar bab: 149 ayet 7, 8, 9 sahife 629)’da:
– Milletlerden acımasızca öç alsınlar;
– Ve ümmetleri terbiye edip hizaya soksunlar.
– Onların krallarını zincirlerle ve ileri gelenlerini demir kelepçelerle bağlasınlar, ibareleri yer alıyor.
Şu alıntılar, sadece birer örnektir. Kutsal inançları, vazgeçilmez amaçlar; böylesine vahşi, böylesine akıl ve gerçek dışı olan mahlûklardan başka ne beklenebilir?
Şu işlenen cinayetleri, korkunç zulümleri, bütün dünya gözleriyle görüyor, kulaklarıyla işitiyor. Ancak, ne yazık ki, merhamet ve adalet duygularından tamamen mahrum imiş gibi susuyor. Sustukça da aynı suçların isteyerek veya istemeyerek ortağı haline geliyor.
Bütün dünyanın sözü geçen liderlerine hitap ediyoruz:
Artık uyanmalısınız, insani sorumluluklarınızı kuşanarak, Filistin sorununa ciddi ve acil çareler ortaya koymalısınız.
Yapılacak ilk iş: Şu Siyonistlerin oyuncağı yapılan, varlığı yokluğu belli olmayan, şu Birleşmiş Milletler Teşkilatı’nı, yeni baştan düzenleyerek emperyalistlerin aleti konumundan kurtarmak ve yaptırım gücüne kavuşturmak olmalıdır.
Bu önemli hedefe erişmek için ilk önce dünyanın tek kutuplu yapılanmadan kurtarılması gerekir. Bilindiği gibi, İsrail ve ABD hâlâ dünyanın tek kutuplu kalması için bu statükoyu korumaya çalışıyor.
Bu tek kutuplu sistemde, ABD’nin derin devleti durumunda olan Siyonist bir cunta yer alıyor. ABD’nin gerek iktidar ve gerekse muhalefet partileri, ipin ucunu bu Siyonist cuntaya kaptırmış bulunuyor. Zira iktidara ilk gelen ABD’li lider, daha koltuklarına oturur oturmaz, “Bizim politikamızın en önemli ilkesi, İsrail’in menfaatlerini korumaktır”, diye işe başlıyor.
İktidarlarını ABD’ye borçlu olan başka ülkelerdeki siyasi partilerin ve liderlerin çoğu ise: “bizler, neye mal olursa olsun ABD’ye endeksli olan politikalarımızdan ayrılmayacağız” diyerek, ipin ucunu yine Siyonistlere bırakmış bulunuyor.
Gözüken odur ki, tek merkezli faizci ekonomik sistemin esaretinden insanlık mutlaka kurtulacaktır ve bu zulüm düzeni yakında yıkılacaktır.
Türkiye bu durumda, artık İsrail’e ve ABD’ye endeksli politikaları izlemekten kendini kurtarmalıdır. Sayın Başbakan’ın, Gazze’de cereyan eden Siyonist katliamını yarım ağızla kınaması Siyonist canavarın, sadece iştahını kabartır.
Türkiye D-8’leri hızla teşkilatlandırmalı, Türki Cumhuriyetleri, İslam ülkelerini ve Rusya, Çin, Hindistan ve Güney Amerika devletlerini de içine alarak, dünyada gelişen çok kutuplu ittifaklarla anlaşarak, ilk iş olarak Birleşmiş Milletler Teşkilatı’nı; haklı kararlar alabilen, yaptırım gücü olan gerçek işlevine kavuşturmak için kolları sıvamalıdır.
Aksi halde sadece Siyonist ejderhanın ekmeğine yağ sürülmüş olacaktır. Yine Müslüman kanı akıtılacak; İslam âlemi dâhil bütün mazlum halkların, ezilmiş milyarlarca insanın, günahına girilmiş olacaktır.
Hasan Ünal’ın dediği gibi:
İsrail, bölge ve dünya barışını dinamitlemektedir
Bugüne kadar İsrail’in yaptıklarından hareket ederek, aslında İsrail’in etnik temizlik -yani insanlığa karşı suç- kavramı üzerine inşa edildiği biliniyor. İkinci Dünya Savaşı’nda Yahudilere yapılanların bütün hıncını hiçbir suçu ve günahı olmayan Filistin halkından çıkarmak amacıyla hareket eden İsrailliler, 1947 öncesinde başlattıkları etnik temizlik eylemlerini, 1948 savaşı ve sonrasında iyice artırdığı gözleniyor.
Ele geçirdikleri topraklarda yaşayan Filistin halkı, her defasında etnik temizliğe tâbi tutuluyor. Lübnan’a kaçarak oradaki mülteci kamplarında çok perişan bir şekilde yaşamaya mahkûm edilen Filistinliler de Lübnan’da katlediliyor. Sabra ve Şatilla kamplarında Ariel Şaron tarafından girişilen katliamlar hâlâ hatırlanıyor. İsrail savaş yapmıyor, adeta Filistin halkını ortadan kaldırmak ister gibi hareket ediyor.
Filistin’deki herkesi düşman olarak gördüğü, yaptığı operasyonlardan anlaşılıyor. Şimdi Gazze’de yığınak yapmış ve hâkimiyet sağlamış durumdaki Hamas’ı yok etmek niyetiyle hareket ettiğini söylüyor. Peki, Hamas ortadan kaldırılsa veya Hamas hiç ortaya çıkmamış olsaydı, İsrail Filistinliler ile adil ve kalıcı bir anlaşmayı müzakere edecek miydi? Bu soruya namuslu hiç kimse gönül rahatlığı ile ‘evet’ cevabını veremiyor.
Örneğin Oslo Barış Süreci’ni Ariel Şaron’un tahrikleri sonucunda başlayan İkinci İntifada’yı bahane ederek ortadan kaldıran İsrail değil miydi? Oslo Barış Süreci’ni Bush yönetimleri sırasında bütün dünyanın ama bilhassa Ortadoğu’nun başına bela olan Yeni Muhafazakâr ile birlikte çöp sepetine attıklarını herkes biliyor. Sonra El Fetih’e ve efsane lideri Arafat’a yaptıkları hafızalarımızda hâlâ canlı duruyor. Arafat’ın haftalarca kuşatma altında tutulan ofisinde ölmeye mecbur edildiğini hatta belki de zehirlenerek öldürüldüğünü unutmamak gerekiyor.
Sonra sandıktan çıkan Hamas ile uğraşmaya başladılar. Ve her şeyin suçunu Hamas’a yıkmaya çalıştılar. Oysa bunun doğru olmadığı, apaçık ortada duruyor. Kaldı ki, İsrail’in yaptıkları sadece Filistinlileri yok etmeye çalışmakla sınırlı değil. Çevresindeki ülkeleri de kendi güvenlik kaygıları sebebiyle bölmeye, onların rejimlerini değiştirmeye çalışıyor. Gücünün yetmediği zamanlarda Amerika hazır asker gibi hemen geliyor ve İsrail’in istediklerini ’emret komutanım’ dercesine yapıyor.
Ürdün rejiminin ne yapacağına İsrail karar veriyor. Mısır’ın bütün hareketlerini adeta İsrail belirliyor. İkinci şeritte yer alan ülkelerden Irak’ın yerle bir edilmesinde İsrail’in parmağı olmadığı söylenebilir mi? Irak’ın kuzeyinde Barzani ve Talabani’yi devlet kurma işine teşvik edenlerin başında İsrail olduğu gün gibi ortada. İran’ın ne yapıp ne yapmaması doğrudan İsrail’i ilgilendiriyor vs. Kısacası İsrail sadece İsrail toprakları içinde kalarak hareket etmiyor. Bütün bölgeyi en geniş anlamda kontrol etmeye çalışıyor. Kısaca Siyonist İsrail hem kendisinin, hem bölgesinin, hatta tüm insanlık âleminin başına bela kesilmiş bulunuyor.
“En iyi Arap, ölü olan Arap’tır” diyen Siyonistlerden barış beklemek hayaldir!
İsrailli liderlerin şeytani amaçları için Filistinlileri öldürdüklerini hatırlatan ve insaflı bir Yahudi olan Atzmon, İsraillilerin ‘katletme’ üzerine eğitildiklerini belirtmiştir. Evet, Siyonist vahşeti en iyi bilen ve onların içinde yetişen Yahudi yazar ve müzisyen Gilad Atzmon şunları söylemektedir:
“Küçük Bir Gece Cinayeti: İsrailli liderler halklarının oyları için nasıl öldürüyorlar?
Gazze’deki son tahrip edici İsrail saldırısını kavramak için, insanın sinsi İsrail kimliğini, Yahudi olmayan herhangi birine karşı gizli nefretini ve özelde de Müslümanlara karşı kinini anlaması gerekir. Bu nefret İsrail ders müfredatlarında aşılanıp öğretilmektedir, siyasi liderler tarafından telkin edilmekte ve eylemleriyle gösterilmektedir, kültürel şahsiyetlerle hatta sözde “İsrail Solcusu” diye adlandırılanlar içinde bile dile getirilmektedir.
Ben 1970’lerde İsrail’de büyümüş birisiyimdir. Benim neslimin insanları bu günlerde İsrail ordusunda, siyasetinde, ekonomisinde, üniversitelerinde ve sanatında lider durumuna gelmişlerdir. Biz, maalesef “İyi bir Arap, ölü bir Arap’tır” sözüne inanmak üzere eğitildik. 1980’lerin başlarında IDF’e (İsrail askeri istihbarat birimi) katılmamdan birkaç hafta önce, o sıralarda Bölüm Şefi olan General Rafael Eitan “Araplar bir şişeye tıkılmış hamam böcekleridir” derdi. Bununla katliamlarını haklı gösterirdi, aynı zamanda Birinci Lübnan savaşında Lübnanlı sivillerden binlercesini katlederek şöhrete erişmişti. Kısacası İsrailliler Müslüman katlederek yükselme gayretindedir. Oldukça şanslı bir şekilde ve idrakimin hâlâ çok ötesinde olan nedenlerle belli bir aşamada, o vahşi İbranice Siyonist rüyadan uyandım. Bir noktada Yahudi devletini bıraktım, Yahudi nefret tacirliğinden kaçtım. İsrail fesatlığına ve her türlü Yahudi politikasına muhalif bir tavır aldım. Bununla beraber, neye karşı olduğumuz hakkında dinlemek isteyen her canlıyı bilgilendirmenin başlıca görevim olduğuna inandım.
Yahudileri kandırıp kışkırtmak ve “onlara kendilerine ait bir Devlet vererek” sözde özgürlük ve özgüven kazandırmak, her ne kadar Siyonizmin gereği sayılsa da sefil bir şekilde başarısız olmaktadır ve yıkılışa hazırlanmaktadır. Son Gazze saldırılarında gördüğümüz gibi İsrail barbarlığı, zalimliğin de çok ötesinde bir davranıştır. Öldürme aşkıyla öldürüyorlar. Ve öldürürken ayırım gözetmiyorlar. Batıdaki pek çok insan, Müslümanları ve özellikle Filistin halkını öldürmenin “çok etkin bir İsrail siyasi reçetesi olduğu” gerçeğinin farkına hâlâ varamamıştır. İsrailliler aslında akılları karışmış insanlardır. Kendilerini “Shalom (Siyonist Yahudilere dokunulmazlık garantisi) arayan”[1] ulus olarak görmekte ısrar etseler de şaşırtıcı derecede kanunsuz katledici eylemlerle yöneten politikacılar tarafından güdülmeyi de seviyorlar. Sharon, Rabin, Begin, Shamir ya da Ben Gurion olsun fark etmez, İsrailliler “demokratik olarak seçilen liderlerinin”, insanlığa karşı kesin cinayet kayıtlarıyla suçlu bulunan ve kan damlayan elleriyle savaşçı şahinler olmasını istiyorlar. İsrail’de seçim öncesi haftalardayız ve öyle görülüyor ki hem Kadima Partisi başbakanlık adayı Dışişleri Bakanı Tzipi Livni, hem de Labour (İşçi) Partisi başbakanlık adayı Savunma Bakanı Ehud Barak, Likud partisi başbakanlık adayı kötü şöhretli Şahin Benjamin (Bibi) Netanyahu’nun arkasından hırsla ve hınçla koşuyorlar. Livni ve Barak’ın küçük savaşlara ihtiyaçları var. Bu saldırılar İsraillilere, kitle katliamının nasıl başarıldığını bildiklerini ispat etme yarışıdır.
Hem Livni hem de Barak’ın; İsrailli seçmenlerine, kahredici katliam marifetlerini göstermeleri ve İsraillilerin liderliklerine güvenmeleri için bu vahşi saldırıları başlatmıştır. Bu onların Netanyahu karşısındaki tek şanslarıdır. Görünen o ki Livni ve Barak Filistinli sivillerin, okulların ve hastanelerin üzerine karadan, havadan ve denizden, en yakıcı ve can alıcı tonlarca bomba yağdırıyor, çünkü bu İsraillilerin tam olarak görmek istediği bir manzaradır. Maalesef, İsrailliler merhamet ve adalete yabancıdır. Tam tersi misilleme bahanesiyle saldırmak ve öç almakla tatmin olmaktadır. Kendi sınırsız vahşiliklerinden zevk almaktadır. Eski İsrail Hava Kuvvetleri Baş Kumandanı Dan Halutz’a: “Gazze’de çok nüfuslu komşularına bomba yağdırmanın nasıl bir duygu olduğu” sorulduğunda, cevabı kısa ve şeytancaydı: “Sağ yanağımda hafif bir sivilce kaşıntısıydı!” Dan Halutz’un bu vampir tarzı IDF Bölüm Şefliğine terfisini güvenceye almak için oldukça yeterli sayılmıştı. İsrail ordusunu ikinci Lübnan savaşına götüren General Halutz idi. Lübnan’ın altyapısının çökerten ve Beyrut’un büyük kısmını harap eden de bu adamdı.
Öyle görünüyor ki İsrail politikasında Müslüman kanı dökmek, seçimlere oy devşirmeye hazırlıktır. Livni, Barak ve mevcut IDF Bölüm Şefi Ashkenazi’yi birinci sınıf katil olarak, insanlık cinayetiyle ve Cenevre Sözleşmesinin açık ihlaliyle suçlamak gerçekçi olacaktır. Ama İsrail’in bir şeytan demokrasisi olduğunu dikkate almak daha akla yatkındır. Livni, Barak ve Ashkenazi İsrail halkına istedikleri şeyi veriyorlar: istedikleri Arap kanıdır ve mutlaka çok miktarda olmalıdır. Bu İsrailli politikacılar tarafından yürütülen ve sürekli tekrar eden cinayet eylemi; sadece birkaç politikacı ve generalden ziyade, bütün olarak İsrail halkının vahşi inancını yansıtmaktadır. Burada kana susayan ve vahşi dürtülerle siyasi olarak tahrik olunan barbar bir toplum vardır. Hata yapılmamalı, çünkü bu insanlar için medeni uluslar arasında kalacak bir yer bulunmamaktadır. İsraillilerin, “neden insanlıkla ilgili herhangi bir kavramdan bu kadar uzak kimseler olduğu” önemli ve gizemli bir soru. Bizim aramızdaki bazı saf hümanistler, Shoah’un (Yahudi Katliamının) İsrail ruhunda büyük yara bıraktığını ileri sürebilir. Bu da İsraillilerin yeryüzünün değişik yerlerine dağılmış Diaspora kardeşlerinin desteğiyle; o acı hatırayı takıntılı bir şekilde neden canlandırdıklarını açıklayabilir. İsrailliler sürekli: “bir daha asla” diyorlar ve burada anlatmak istedikleri Hitlerin Auschwitz toplama kampı bir daha asla tekrar etmeyecektir. Yani bir nevi Nazilerin işlediği suçlardan dolayı Filistinlileri cezalandırıyorlar. Oysa içimizdeki gerçekçiler bu iddiayı artık yemiyorlar. İsraillilerin inanılmaz derecede vahşi olabileceklerinin mümkün olduğunu artık kabul etmeye başlıyorlar, çünkü gerçekten öyle davranıyorlar. Artık uydurma analitik varsayımların ya da rasyonelliğin çok ötesine gidiyorlar: “İsrailliler böyle bir millet ve bununla ilgili olarak artık yapabileceğimiz bir şey yok,” diyorlar. Aramızdaki realistler, “İsraillilerin Yahudi olmanın anlamını öldürmek olarak yorumladığını” kabul etmeye başladılar. Ciddi şekilde çoğumuz artık İbranice katletme sisteminin yerine koyulabilecek alternatif bir insancıl laik Yahudi sistemi olmadığını kabul etmeye başladık. Yahudi devleti, Yahudi ulusal özerkliğinin insanlık dışı bir kavram olduğunu ispatlamak için vardır. Ben 1967 sonrası İsrail’inde büyümüş birisiyim. İsrail mistik zaferinin uyanışıyla yetiştim. Araplara yönelttiği Uzi otomatik tüfeğini ateşleyip, sadece altı günde dört orduya karşı kazanmayı başaran, “arkadan vuran İsrailli” müfreze komandosuna tapınmak üzere eğitildim.
“Arkadan vuran” İsraillinin, aslında ayrım gözetmeksizin öldürme ustası olduğunu anlamam için, maalesef yirmi yıl kadar uzun zaman gerekmişti. Barak 1967’lerin kahramanlarından biriydi, usta bir ayrım gözetmeyen katildi. Görünen o ki, İsrail kabinesi 1967’den beri Gazze’deki en büyük hava saldırısı planını yeni onayladı. Livni aşağı yukarı benim yaşlarımdaydı. Haberlerden okuduğumuza göre bu katliamı hararetle savunmaktaydı. Şimdi ayrım gözetmeyen bir katil olarak görevini yapmaktaydı. Hem Barak hem de Livni İsrail’i, Filistin’i katliam kampanyasıyla seçime götürüyorlardı. Müslüman ve Filistinli kanı İsrail politikasının yakıtıydı.
Livni ve Barak’a sadece şunu önerebilirim ki: bu zulümleri yapmaları oy anketlerinde bir işlerine yaramayacağa benzemektedir. Netanyahu hakiki bir şahindir. Katil gibi davranmasına gerek yok ve ben onu ne kadar küçümsesem de, İsrail’i bir yok oluş savaşına götürecektir. Belki de caydırma gücünün ne demek olduğunu onlardan daha iyi bilmektedir.”
Kısaca İsrail, topyekûn intihara sürüklenmektedir. Ortadoğu’daki bu çıban deşilmeden, İslam ve insanlık âlemi huzur yüzü görmeyecektir.
[1] “Shalom” kelimesini “barış” ya da “selam” ile karıştırmayın. Barış ve selam uzlaşma ve barışmayı kastederken, shalom Yahudi halkına çevresindekilerin pahasına güvenlik anlamına geliyor.

CÜBBELİ AHMET “BEL’AM”CIK’I VE MAHMUT EFENDİ YAKINLARINA UYARI!
FETULLAH GÜLEN DOSYASI
FİLİSTİN’DE; BÜYÜK BAYRAMIN BÜYÜLÜ BAŞLANGICI VE ZEKİ GEÇKİL’İN ŞARLATANLIĞI
Dünyanın Fikri Değişimi Türkiye’den, FİİLİ DEĞİŞİMİ İSE FİLİSTİN’DEN BAŞLAMIŞTIR!
FİLİSTİN’DE; BÜYÜK BAYRAMIN BÜYÜLÜ BAŞLANGICI VE ZEKİ GEÇKİL’İN ŞARLATANLIĞI
OĞUZHAN ASİLTÜRK’ÜN ERBAKAN’A İFTİRALARI
DİKKAT!? Soysuzların Soytarılığı!
DİKKAT!? Soysuzların Soytarılığı!
KUR’AN’A TERCÜMAN, OLDUM KOVULDUM! (ŞİİR)
KUR’AN’A TERCÜMAN, OLDUM KOVULDUM! (ŞİİR)
Milli Çözüm, yaşam sürdüğümüz şu dünya hayatında gerçekleşen hadiseleri doğru anlamanın ve uyanık kalmanın tüyoları…
Özgür Özel, hapishanede bulunan İBB başkanı Ekrem İmamoğlunun yaptığı mitinglerle sesinini duyurmaya çalışıyormuş gibi görünürken…
"Başbakanlar, başbelasıdır bozuk düzende! Gizli gerçek hükümet, mason localarıdır Siyonist merkezler ise akıl hocalarıdır Amerika…
Sırtlanlar sadece, vergi yükler sırtlara BOP IMF görevlisidir, fatura hep yurttaşa Milli Görüş bereketle, zam…
Öyle anlaşılıyor ki hem CHP’de hem AKP’de hem de diğer muhalefet mahfillerinde, hâlâ en korkulan…
Bir toplumda iki sınıf vardır ki onlar bozulursa bütün toplumda ifsat olur bunlar yöneticiler ve…
"CHP’nin marazlı masonik takımı Kılıçdaroğlu’na karşıydı. Çünkü Kılıçdaroğlu, “Kirli, kiralık ve münafık cephenin” değil, “Milli ve duyarlı cephenin” yanındaydı.…
MİLLİ GÖRÜŞ - MİLLİ ÇÖZÜMDEN GAYRİSİ HAİM NAHUM DOKTRİNİN UYGULAYICISIDIRLAR. KİM DAHA İYİ UYGULAYACAKSA SİYONİZM…
Bugünlerde terörist başı bebek katili cani'nin ayağına gitmek için can atanların böylesine bir ihanete nasıl…
Anlaşılan amaç Özel'i bir şekilde aday yaptırıp tekrar kolaylıkla iktidarı sürdürmek. Tabi bu hizmet! falan…