PAKRADUNİLER ERMENİLERİ YÖNETEN YAHUDİLER!
“Pakraduni”ler; Anadolu’nun İslamlaşması ve Türklere vatan yapılması üzerine, özellikle Ermenilerin rağbet gördüğü Selçuklu ve Osmanlı döneminde, Musevilikten Ermeniliğe geçen, 1915 olayları sonrası ve Cumhuriyet sürecinde ise Müslümanlığı seçen, ama Yahudi zihniyetini nesilden nesile gizlice sürdüren bir topluluk olmaktadır. Fanatik Ermeni karşıtlığıyla Türk ırkçılığını (Turancılığı) savunmak, her fırsatta İslam’a saldırarak, sosyalist ve Kemalist bir tavır takınmak bunların alâmet-i farikasıdır. Ama sadece solcu değil, sağcı partilere; hatta Milli Görüş’e de sızanlar vardır. Örneğin “Durmuş Durduyan” iken Oğuzhan Asiltürk’e dönüşme hikâyelerinin arkasında bile kasıtlı ve hesaplı bir saptırmaca yatmaktadır. Çünkü, zaten bu zatın babası olan ve “koyu Türkçü” olarak tanınan öğretmen Mahmut Besim Asiltürk’ün (1908-1984) kız çocuklarına “Sevinçhan, Gülsevi ve Sevimyazı” isimlerini koymak suretiyle gizli ve sinsi mahiyetlerini ortaya koymuşlardır. Bu kız isimlerinin hepsinde “sevi” eki sırıtmaktadır. Sevi; 1626 (İzmir) 1676 (Karadağ) yılları arasında yaşayan, Osmanlı’nın başına bela olan ve idamdan kurtulmak için görünüşte Müslüman olup “Aziz Mehmet Efendi” ismini alan Kabalacı bir Yahudi Hahamıdır. Bu olaydan sonra Yahudilikten Ermeniliğe ve İslamiyet’e dönmek, ama gizlice Yahudiliklerini yürütmek, yaygınlaşmıştır.
İşte, bazı fanatik dönme(z)lerin yaptığı gibi; anlaşılan, bu şahsın da kız çocuklarının üçünün de isminde geçen “sevi”, bu “Sabatay Sevi”nin İbranice “TSVİ” olan “SEVİ” kelimesini çağrıştırdığı sırıtmaktadır. Gerçi Yunus Emre’nin şiirlerinde ve eski Türkçe metinlerde de “güçlü sevgi, aşk” anlamında geçse de, bu isimlerdeki gizli özne olarak Sabatay Sevi’nin soy isminin gizlenmesi enteresandır. Çünkü dilimizde, “Sevgi, Sevim, Sevinç” isimleri kullanılsa da tek başına “sevi” ismine rastlanmamaktadır. Bu Sabataycı dönmelerde; hem bir bağlılık alâmeti, hem de birbirlerini tanıma işareti sayılmaktadır. Aslında “Yahudi iken Ermeni görünme” olayı binlerce yıl öncesine dayanmaktadır. Türkçede “Sevici” deyince de, kadın eşcinseller ve lezbiyenler hatırlanmaktadır. Aynı şahsın oğluna “Oğuz-Han” ismini koymasında ve babalarının “Asil-Türk” soyadını almalarında da zaten “Bir gerçeği özellikle gizleme ve kendilerini öz Türk gösterme” çabasından kaynaklandığı anlaşılmaktadır. Lütfen Mahmut Besim Asiltürk Bey’in kız çocuklarına taktığı ve üçünde de “sevi” adının, daha doğrusu aslına bağlılık mesajının, nasıl saklandığına bir daha bakalım: “SEVİnçhan, GülSEVİ, SEVİmyazı”… Evet, bu konuyu araştıranlar ve anlayanlar için bunların mesajı açıktır, yani Sabatay SEVİ’yi hatırlatmaktadır ve artık “Durmuş Durduyan’dan Oğuzhan Asiltürk’e dönüşme” hikâyelerine gerek kalmamıştır.
Şu gerçeği de özellikle vurgulayalım ki; bu “dönme”lerin çocuklarının ve torunlarının birçoğu istekli ve içtenlikli Müslüman olmakta, atalarının sinsi ve Siyonist amaçları unutulmaktadır. Ülkemize, Devletimize ve Milletimize hıyanet ve hakaret tavrına rastlanmayan herkesi hoş tutmak ve hüsnüzanla bakmak ise inancımızın ve insanlığın bir icabıdır. Biz kasıtlı ve ısrarlı hıyanetlerine devam eden ve bu hal üzere dünyadan göçen şahısları tanıtma çabasındayız. Adolf Hitler’in sağ kolu ve Propaganda Bakanı olan Joseph Gobbels’in yazdığı “Büyük Yalanlar” kitabında; sinsi ve Siyonist Yahudilerin, yaşadıkları ve içlerine sızdıkları toplumlarda, kendilerini nasıl gizlemeyi başardıklarını ve uydurdukları yalanlara nasıl inandırdıklarını, çarpıcı örneklerle aktarmaktadır. Bir kimsenin dışarıdan bakarak Siyonist Yahudilerin bu sinsi amaçlarının ve “inandırıcı yalanlar uydurma araçlarının” asla farkına varamayacaklarını ve onları etkisiz bırakamayacaklarını hatırlattıktan sonra, bunlara karşı en çarpıcı caydırıcı tavrın, “Bu hain ve münafık kimselerin yüzlerine karşı, Yahudiliklerini, gizli ve kirli mahiyetlerini açıkça haykırmaktır!” tespitinde bulunmaktadır.
Asırlarca Ermeni toplumunu yöneten Yahudi asıllı ‘Pakraduniler’in hikâyesi yeni yeni gün ışığına çıkmaktadır.
Selanikli Sabataycılar, İspanyol Maranolar ve İranlı Meşhedilerden sonra Ermeniler içinde de Yahudi orijinli bir unsurun 2 bin 700 yıldır varlığını sürdürdüğü anlaşılmaktadır. Pakraduniler (Bagratuni/Bagratids) adı verilen ve asırlarca Ermeni toplumunu yöneten bu çok sinsi ve siyasi cemaatin hikâyesi MÖ 730 yılında başlayıp günümüze kadar uzanmaktadır. Bu iddianın sahiplerinden birisi de araştırmacı-yazar Levon Panos Dabağyan’dır. Yahudi asıllı Pakradunilerin MS 1045 yılına kadar Ermenileri “acımasızca” yönettiğini ifade ederek, iddialarına dayanak olarak dünyaca ünlü Yahudi tarihçilerinden Prof. Dr. Abraham Galante’yi gösteren bir araştırmacıdır. Galante, “Pakraduniler veya Bir Ermeni-Yahudi Tarikatı” adlı kitabında, “Pakraduniler, varlıklarını Juda İmparatorluğu’nun sonlarından (MÖ 7. yüzyıl), 20’nci yüzyıla dek sürdürmüş olan Ermeni-Yahudi karışımı bir kavimdir” saptamasını yapmaktadır.
Bizans’ın kendi krallıklarına son verdiği Pakraduniler, Selçukluların hâkimiyetine girdikten sonra yüzyılımıza kadar hayatiyetini cemaat içinde devam ettiriyor.
Hikâye milattan önce 730 yılında başlıyor. O tarihte, Ermeni Kralı Sannasar, Filistin’e yaptığı seferde İsrail Kralı Osee’yi öldürerek, 10 Yahudi kabilesini esir alıyor. Sonra onları Fırat’ın ötesine, Güney Ermenistan’a yerleştiriyor. MÖ 700’lerde, bu kez Babil Kralı Nabukadnezar, Mısır Kralı Necho ile Kudüs Kralı Yoachim’e karşı bir savaş açıyor. Söz konusu sefere, Doğu Ermenistan Kralı Hıraçya da büyük bir ordu ile katılıyor. Hıraçya’nın bu savaşta gösterdiği olağanüstü başarı, Nabukadnezar’ı fazlasıyla memnun ediyor ve esir aldığı 10 bin Yahudi’nin yarısını Kral Hıraçya’ya hediye veriyor. Bu esirler arasında İsrailoğulları’nın önemli şahsiyetlerinden Prens Şampat (Smbat/Shampat) da bulunuyor. Şampat, kısa zamanda Hıraçya’nın takdirlerine mazhar oluyor. Devlet hizmetine alınıp, önemli mevkilere yükseliyor.
Esirlikten Soyluluğa: Pakraduniler (Ermeni Görüntülü Gizli Yahudiler) Tarih Sahnesine Çıkıyor!
MÖ 15O’lerde soyunun Hz. Davud’a (AS) dayandığını iddia eden ve adı “Pakarad Şampa” olan bir Yahudi, zamanın Ermenistan Kralı Vağarşak’a başvurarak, saray hizmetine girebilme talebinde bulunuyor. Dikkat çekme ve kendini sevdirme açısından Prens Şampat’ı dahi gölgede bıraktığı kaydedilen Pakarad Şampa, Kral Vağarşak’ın en yakın bendeleri mevkiine erişiyor. Sonunda şaşırtıcı bir şekilde, Ermeni Krallarına taç giydirme imtiyazı ile 10 bin süvariye komuta etme hakkını elde ediyor. MÖ 90-36’larda Ermeni krallarından Dikran II. (Büyük Dikran) İsrailoğullarına yönelik yeni bir sefer düzenliyor.
Bu sefer sırasında esir aldığı binlerce Yahudi’yi o da ülkesine götürüyor. Esirler arasından seçtiği “Aşod” adında bir asil Yahudiyi özel hizmetine alıyor. Bu olaylar sonucunda Ermenistan’a yerleşen ve zamanla nüfusları hızla artan esir Yahudiler, sürgün yıllarının sembol ismi Prens Şampat’ın hatırasını kendilerine rehber edinerek, teşkilatlanıp milli varlıklarını koruyabilme mücadelesine girişiyor. Zamanla Ermenilerin yönetimini ele geçiren Pakraduniler MS 1045’e kadar Ermenistan’da saltanat sürmeyi başarıyor.
26 yüzyıldır Yahudilikleri devam ediyor
“Kripto Yahudilik” konusunda uzman olan Türkiyeli Yahudi Prof. Abraham Galante, “Les Pacradounis ou Une Secte Armeno-Juive / Pakraduniler veya Bir Ermeni-Yahudi Tarikatı / Baskı: 1933, Fransızca İst.” adlı eserinde bu konuda hayli enteresan bilgiler veriyor: “Pakraduniler varlıklarını Juda İmparatorluğu’nun sonlarından (MÖ 7. yüzyıl), 20’nci yüzyıla kadar sürdürmüş olan Ermeni-Yahudi karışımı bir kavimdir. Eğin’de, ‘Erzurum-Sivas arasında’ (Malatya Balaban-Hekimhan, Erzincan Kemaliye hattında), Marmara Denizi’nin Avrupa yakasında ve İstanbul Hasköy’de yaşamış oldukları bilinen Pakraduniler, 26 yüzyıldır Yahudi yönlerini sürdürmekte gösterdikleri kararlılık nedeniyle Portekizli Maranolar, Selanikli Dönmeler ve İranlı Meşhediler gibi Yahudi kökenli topluluklar arasında sayılabilirler.” Malatya tarafından Darende’nin Balaban kasabasına girişte ve yol üzerindeki Havra, kilise ve cami karışımı yapı, incelemeye ve irdelemeye değerdir.
Dabağyan, Pakradunilerin kullandığı isimlerin Ermenilerden farklı olabildiğini söyleyerek; Ermeni tarihçi Gatoğigos Ğorenazi’den şu nakilde bulunuyor: “Simpat adını, ‘Pakraduniler’ oğullarına verirler. Bu isim İbranice’den geliyor ve aslı ‘Şampat’tır. Ermeniler arasında asırlarca pek revaç görmüş olan ‘Pakrat, Simpat, Aşot, Kakik, İsrael, Tavit’ gibi isimlerin Ermeni menşeli olmadığı bariz şekilde meydana çıkmaktadır.”
Dabağyan, Bizanslı tarihçi Pavstos’un, 3. asırda bölgede iskân edilmiş ve kısmen Hristiyan olmuş Yahudilerin miktarını 400 bin olarak verdiğini de kaydediyor.
Konunun uzmanı Gad Nassi: “Pakraduniler domuz eti yemezler, oysa Ermenilerde serbesttir” tespitini yapıyor!
Sabataycılık, Ladino ve Kripto Yahudi cemaatleri konusunda uzman isimlerden araştırmacı-yazar Dr. Gad Nassi, Pakradunilerin 20. yüzyılın ilk yarısına kadar özel gelenekleriyle Sivas/Divriği ile Erzincan/Eğin (yeni adı Kemaliye) arasındaki bölgede varlıklarını sürdürdüklerini belirtiyor. Nassi’ye göre cemaatin yayılımı, Arapkir, Hekimhan, Kapadokya ve Kilikya/Çukurova’ya kadar uzanıyor.
Nassi, Pakraduni soyundan gelenlerin fiziki görünüşlerinin Ermenilerden ayrıldıklarını, kafa yapısı olarak Yahudiler gibi Dolikosefal olduklarını kaydediyor. Bir Yahudi-Ermeni’nin evinde vefat gerçekleştiğinde, evin içini tamamen değiştirdiklerini, evde asla su kullanmadıklarını, çünkü ölüm meleğinin kılıcındaki kanı bu suyla temizlediğine inandıklarını belirtiyor. 7 gün iş yapmayıp Yahudilerde olduğu gibi yas tuttuklarını da belirtiyor. Nassi, Pakradunilerin Yahudiler gibi asla domuz eti yemediklerini, cumartesi günü çalışma yasağına riayet ettiklerini, genelde cemaat içinden evlendiklerini ve soyadlarının da Yahudi kökenlerini anlatacak şekilde verildiğini ifade ediyor. Bunun da Ermeniler arasında “Yahudiliğin bir uzantısı” olarak değerlendirildiğini söylüyor. Nassi, Pakradunilerin, siyaset, ticaret ve finans alanında çok becerikli olduklarını kaydederken, benzer bir grubun da geleneklerini koruyarak 19’uncu yüzyıla kadar Gürcistan’da Gürcüler içinde hayatiyetini devam ettirdiğini ifade ediyor.
Aleviliği istismar eden Rafızî Ermeniler kimlerden oluşuyor?
Fransız Mareşali Horace Sebastiani, Türkiye Ermenileriyle ilgili 1814 tarihli raporunda: Ermenileri normal Ermeniler ve “Rafıziyyun/Rafıziler” olarak ikiye ayırıyor. Dabağyan “Osmanlı İmparatorluğu’nda Şer Akımlar” kitabında bu raporu değerlendirirken, Fransızların Türkiye’deki etnik yapıya daha 1800’lü yılların başında bile ne kadar hâkim olduklarının anlaşıldığını ifade ederek şöyle tepki veriyor:
“Selçuklular devrinde, Alparslan’ın saflarına geçerek, Bizans’a karşı savaşan ve sonradan İslam dinini kabul eden Ermenilerin büyük bir kısmı, bilahare ‘Alevi Mezhebi’ne geçmiş ve öyle kalmışlardır. (Yaptıkları isyan ve taşkınlıkları da saf Alevi Müslümanlara mal etmeye çalışmışlardır.) Demek ki, Mareşal Horace Sebastiani, Fransa’nın Türkiye üzerinde taşıdığı gizli emellerin tahakkuk sahasına aktarılacağı zaman, Osmanlı topraklarında yaşayan bilumum unsurlardan istifade edebilmek için, Anadolu topraklarında yaşayanları da iyiden iyiye tetkik etmiş veya ettirmiş!” diyor.
Ermeni asıllı Türk vatandaşı yazar Torkom İstepanyan ise Pakradunilerle ilgili şu değerlendirmede bulunuyor: “Türk-Ermeni kardeşliğinin başlangıcı 11’inci yüzyıl ortalarına dayanır. 1064’te Pakraduni Ermeni Krallığına Bizanslılar tarafından son verilince, Bizans zulmüne dayanamayan Ermeniler Türklerin himayesine sığınmışlardır. Bu devre onlar için huzurlu yıllardır. Vatanlarına sımsıkı bağlanmışlardır. Türkler tarafından bunlardan bazılarına “Paşa”lık unvanı bile takılmıştır. Böylece ilk Türk-Ermeni dostluğunun temeli atılmıştır. Bu kardeşliğin en güzel kanıtı da bugün dünyanın dört bucağına serpilmiş olan Ermeni toplumunun günümüze dek varlığını sürdüren Türkçe kökenli soyadlarıdır. Örneğin, Romanya doğumlu olduğu halde dünya Ermenilerinin Ruhani Reisi Gatogigos Vazgen I’in soyadı ‘Balcıyan’dır.”[1]
Ermeni isyanlarının arkasında Pakraduniler yatıyor!
Yazar Levon Panos Dabağyan, Ermeni meselesinin can damarını teşkil eden “1. Zeytun İsyanı’nın” arkasında Fransa ve Vatikan’ın bulunduğunu, isyanın düzenleyicilerinin Pakraduniler olduğunu ileri sürüyor. Dabağyan, Zeytunluların kökeniyle ilgili olarak şöyle diyor: “Ani Beldesi’nin Bizanslılara geçmesinden ve Bizanslıların Ermeni katliamından sonra, Anadolu’nun muhtelif bölgelerine dağılan ‘Pakraduni Hanedanı’ mensupları Haçin ve Zeytun havalisine yerleşmişlerdi. Dolayısıyla (Fransa’nın gönderdiği Katolik Ermeni) maceracı Leon, Ermenileri isyana teşvik için gerçekten en münasip bölgeleri seçmiş demekti. Zira, Pakraduni Hanedanı, zaten birtakım entrikalara müsait ve gayri Ermeni bir unsur idi” diyor.
Dabağyan 1862 ve 1895’te iki kez denenen isyanın ise Türkiye’ye sadık Gregoryan Ermenilerin destek vermemesi üzerine akamete uğradığını kaydediyor. Pakradunilerin de hâlâ var olduğunu belirtiyor: “Hâlâ varlar tabii; ama sayıları ne kadardır ve hangi organizeler içinde yer almışlardır bilemem. Sanmıyorum. Ancak, bizde birine ‘Pakraduni!’ dedin mi, bu hakaret için kullanılırdı. Çocukken birine kızdığımızda, ‘Pakradunisin ulan sen!’ derdik. Onların ırklarından gelen bir zekâları, müztehzi bir bakışları, hesapçı, işini bilir bir yapıları vardır. Tarım ve zanaattan çok hep ticaretle, para/finans işleriyle uğraşmışlardır.”
Levon Panos Dabağyan gibi, seçkin ve seviyeli bir aydınımız olmakla beraber, T.C. Devletine ve ülkesine gönülden bağlı, hepimizin ortak üst kimliği olan Türk kavramına sahip ve saygılı bir Ermeni vatandaşımızın bu gerçekleri samimiyetle açıklaması ayrı bir önem kazanmaktadır.
PAKRADUNİLER HANEDANI VE ERMENİLİĞE SIZMALARI
“Selçuklular ve Öncesi Devirleri” (859-1045)
Tarihi kaynaklarda ve tarihi yeni kitaplarda, “Ermeniler ve Ermenistan” konusuna temas eden bölümlere dikkatle bakılacak olursa, şu garip durumla karşı karşıya gelinir. Şöyle ki; hayırlı işler yapmış olan Ermeni büyükleri kötülenir ve bilhassa “Türklere ihanet etmiş” olanlar ise, “doğrudan Ermeni gösterilir.” Bu durum ise Ermeni kavmini Türklere karşı ve düşman oldukları intibaını uyandıran bir taktiktir!..
Gerçi böylesi icraatların gerçek çehresini açıklığa kavuşturan, “siyaset dışı” tarihi kaynak ve eserler mevcuttur. Ancak, ne yazık ki böylesi tarafsız eserler maalesef pek az olduğundan gözlerden uzak kalmaktadır.
Biz, yukarıda kayda geçtiğimiz bu garabetli işe Türk-Ermeni münasebetlerini ilelebet bozuk tutmak isteyen birtakım “gizli ellerin karıştığı” ve tarihi tahrif yolu ile, sinsi maksatlar güttükleri inancıyla bakmaktayız.
Mesela; Kars-Ermeni Kralı Kakik II’nin, Sultan Alparslan’ın samimiyetini istismar etmesi vakası, doğrudan; “Ermeni samimiyetsizliği, Ermeni ihaneti” olarak birçok tarihi kaynak ve eserlerde geçmektedir. Peki bu doğru mudur? Hemen cevaplayalım: Hayır, doğru değildir! Tam aksi; “Tarihi bir yanlış veya tahrifattır.”
Zira Kakik II’nin saltanat sürdüğü dönem olan (1042-1045) tarihleri arası, “Doğu-Ermenistan”ın külliyen “PAKRADUNİLER HANEDANI HÂKİMİYETİ”nde olduğu tarihi kaynaklarca sabittir.
Kral Kakik II ise; tam iki asır Ermenistan’a hükümran olan ve aslen Ermeni asıllı olmayan, Pakraduniler Hanedanının son hükümdarı idi.
Ancak buna rağmen, daha sonraları çok ağır bir hata işlemiş olduğunu anlayarak, Sultan Alparslan’dan af dilemiş ve Yüce Türk Hakanı onun özrünü kabul ederek, kendi saflarına davet etmiş ve fakat, art arda meydana gelen aksilikler, Kral Kakik II’nin yüce hükümdarın yanına varabilmesini önlemiştir ve öyle sanıyoruz ki, şayet varabilseydi, Ermeni kavmi günümüzdeki hazin durumda olmayacaktı!..
O asırların Ermenilerine gelince, bu bahtsız kavim kendi ülkesi içinde olduğu halde: yabancı bir kavmin boyunduruğu altında inim inim inleyip durmuştur. Bir başka ifadeyle kendi hayatları, kendi yaşantıları hususunda tek bir söz dahi söylemeye hakları yoktu. Yani açıkçası kendi ülkelerinde, bir başka kavmin esareti altındaydılar.
O halde bu tarihi yanılgıyı veya bilhassa tahrif kanalı ile gerçeklerin bilinmemesini sağlayanların, iğrenç tahrifatlarını meydana çıkartmak ve tarihi belgelerle gerçekleri ispat etmek, Türk-Ermeni münasebetlerinin düzeltilebilmesi açısından, bizlerin attığı ilk adım olmuştur, diyebiliriz. Çünkü, Sultan Alparslan ve Kral Kakik II vakası; Türk ve Ermeni münasebetleri bahsinde hiç de kulak arkası edilecek bir vaka değildir. Çünkü, günümüzdeki bağımsız Ermenistan başta olmak üzere, Batı ülkelerinde emperyalist devletlerin ücretli maşası Ermeni bozuntuları da dahil, Ermeni milleti bir bütün olarak varlığını külliyen; “Selçuklu, Osmanlı Devletleri ve dolayısıyla da, yüce Türk milletine medyundur.” Bunun aksini iddia edenler ya cahil veya hamaset duygularıyla körelmiş basiretsiz nankörlerdir. Çünkü, tarih hemen her meselenin doğrusunu gösteren en değerli anahtardır. Bu anahtarı dürüst kullanan, hakikatlerin nurlu ışığını rahatlıkla görebilir!..
“Pakradunilerin Ermeni soyundan gelmedikleri bahsine temas etmeden, şu noktayı bilhassa belirtmek isterim ki; “Pakradunilerin menşeine temas ederken, hiçbir surette; “ırkçı bir tutum neticesi, fanatik düşüncelere saplanmış değilim.” Irki mevhumlar üzerinde durmamın yegâne sebebi; tarihi vakaları tüm yönleriyle meydana çıkarıp, değerli okuyucularım ile tarih meraklılarına, Ermeniler konusunda en sağlam kayıtları sunabilmektir. Kaldı ki, tarihi mevzularda, vakaları gün ışığına kavuşturabilme uğraşında daha başka bir sistemin var olduğu asla söylenemez. Çünkü, öyle bir sistem mevcut değildir. Dahası tarihi bir hadiseyi gün ışığına çıkartıp, aydınlığa kavuşturabilme çalışmalarında; herhangi bir kavmin gocunabileceği düşüncesiyle hareket edilecek olursa, ortaya kupkuru bir yazı kalabalığı çıkmış olur, böylece onca emek verilmiş bir eser, sırf bu sebepten dolayı, hakiki özelliğini yitirmiş olur.
Dolayısıyla “Türk, Ermeni, Yunan, Rum, Süryani ve Musevi’ler başta olmak üzere hemen hiçbir milletin mensubu; eserimizde yer alan vakalar içinde, kavimleriyle alâkalı menfi pasajlara rastladığı zaman asla gocunmamalıdır. Dahası bu yazıda ana temayı temsil eden konu her şeyden evvel yüce Türk milleti ve devletinin milli menfaatleri başta olmak üzere; süper devletler tarafından günümüzde dahi adeta bir kobay gibi kullanılan, Ermeni milletinin istikbali mevzubahistir. Buna rağmen kitapta yer alan vakalar içinde geçen her kavmin milli haysiyeti özellikle düşünülmüş ve doğrudan şahısların icraatları üzerinde durulmuştur. Yer yer rastlanacak olan menfi değerlendirmeler ise bizim yorumlarımızın dışında kalmaktadır. Zira, bizzat o çağlarda yaşamış ve vakaları bizzat görebilmiş tarihçilere aittir ki; bu durum karşısında hemen herkesin şapkasını çıkarması lazımdır!.. Dahası; “Rüzgâr ekenlerin, fırtına biçmekten gayrı hiçbir çareleri olmadığını” peşinen kabullenmek elzemdir. Çünkü, kaçınılmaz bir gerçektir!..
Hele hele FRANSIZLAR, İNGİLİZLER, RUSLAR ve AMERİKA BİRLEŞİK DEVLETLERİ, bu hususta hiç mi hiç alınmasınlar. Zira; bir buçuk milyon Ermeni’nin Türkler tarafından kesilmiş olduğu iddiasını; yıllar yılı çeşitli entrika ve propagandalarla Ermenilerin kafalarına sokan ve bu uğursuz propagandayı hâlâ sürdüren bizzat kendileridir. Dahası Ermeni-Komite artıklarının meydana getirdikleri, acımasız cinayet şebekelerini; madden ve manen besleyen ve de ülkelerinde barındıranlar yine kendileri olmuş ve olmaktadır!..
Bu konuda son bir hususa daha temas etmek isterim ki, gerçekten bu babda pek üzgünüm. Daha doğrusu, “Türk-Ermeni cemaati olarak” son derece üzgünüz. Durum aynen şudur:
Yıllar yılı gizli gizli Ermeni cemaati aleyhinde bulunan ve bilhassa bazı Bâb-ı Âli gazetelerince Türk Ermenisi’ni de rahatsız eden yalan yanlış beyanlarla, Türk Ermenileri aleyhinde bir cereyan meydana getirmeye çalışan ve bizler gibi dinen azınlık bir kavim, bu durumu günümüzde daha da hızlandırmış ve bizleri kötüleyebilmek için her ne melanetlik var ise sergilemektedir!..
Bu entrikacı kavmin asıl hedefi ise Türkiye’de bir tek Ermeni’nin kalmamasına dayanmaktadır. Bunu istemesinin hem de pek derin bir arzu ile istemesinin yegâne sebebi ise “Ermenilerin gitmesinden sonra, ülke ticaretini külliyen ele geçirebilmesi gayesine” dayanmaktadır!..
Bunda muvaffak olabilirler mi, olamazlar mı orasını bilemem ama yazar Ali ULUSAL Bey’in şu değerli uyarısı, bu doymaz kavme, herhalde bir nebze olsun nasihat yerine geçer diye düşünmemekte, doğrudan niyaz etmekteyim.
“Herkesin bir hesabı varsa, Allah’ın ayrı bir hesabı vardır.”
Osmanlı Devleti’nde Görev Alan, Bazısı Pakradun Olan Ermeniler
Agop Gırcikyan: Osmanlı İmparatorluğu’nun ilk elçisi (Paris) Reşid Paşa’nın müşaviri, Osmanlı İmparatorluğu’nun Paris’teki Elçiliğinin Maslahatgüzarı (1834-)
Krikor Ağaton: Osmanlı PTT Umumi Müdürü (1864), Hariciye Vekaletinde görevli (1848-1850)
Sahak Abro: Hariciye Vekaleti Umumi Kâtibi (1850-)
Sebuh Laz Minas: Paris Türk Elçiliği’nde Kâtip (1863)
Krikor Odyan: Hariciye Muhakemat Müdürü (1870)
Serkis Efendi: Hariciye’de Baş Sır Kâtibi (1870-1871)
Ovakim K. Reisyan: İstanbul Vize Kasabasının Mahkeme Reisi (1879), Sakız Adası İhzari Mahkeme Reisi (1885), Rodos Adası İhzari Mahkeme Reisi (1887)
Artin Dadyan Paşa: Hariciye Müsteşarı (1880)
Diran Aleksan Bey: Belçika’da Türk Sefiri (1862), PTT Müfettişi
Yetvart Zohrab Efendi: Londra Sefiri (1838-1839)
Hrant Düz Bey: Mesine (İtalya) Sefiri (1900-1907)
Hovsep Misakyan Efendi: La Haye’de (Hollanda) Elçi (1900-1907)
Sarkis Balyan: Karadağ’da ve İtalya’da Türk Konsolosu (1900-)
Azaryan Manuk Efendi: Hariciye Müsteşarı
Gabriyel Noradunkyan: Gazi Ahmet Muhtar Paşa Kabinesi’nde Hariciye Nazırı (1912)
Agop Kazazyan Paşa: Maliye Nazırı/Hazine-i Hassa Nazırı
Mikael Portugal Paşa: Maliye Nezareti Müşaviri (1886), Ziraat Bankası Genel Müdürü/Hazine-i Hassa Nazırı (1891)
Sakızlı Ohannes Paşa: Hariciye Vekaleti Umumi Kâtibi (1871), Hazine-i Hassa Nazırı (1897)
Garabet Artin Davud Paşa: Viyana Sefiri (1856-1857), Lübnan Valisi (1861), PTT ve Nafia Nezaretlerinde Nazır (1868)
Krikor Sinapyan: Nafia Nazırı
Jorj Serpos Efendi: Türkiye Telgrafları Umum Sekreteri (1868)
Osgan Mardikyan: PTT Nezareti Nazırı (1913)
Tomas Terziyan, Nişan Guğasyan, Tavit Çıracıyan: Mülkiye Hocaları
Krikor Zohrap, Bedros Hallaçyan: İstanbul Mebusları

CÜBBELİ AHMET “BEL’AM”CIK’I VE MAHMUT EFENDİ YAKINLARINA UYARI!
FETULLAH GÜLEN DOSYASI
FİLİSTİN’DE; BÜYÜK BAYRAMIN BÜYÜLÜ BAŞLANGICI VE ZEKİ GEÇKİL’İN ŞARLATANLIĞI
Dünyanın Fikri Değişimi Türkiye’den, FİİLİ DEĞİŞİMİ İSE FİLİSTİN’DEN BAŞLAMIŞTIR!
FİLİSTİN’DE; BÜYÜK BAYRAMIN BÜYÜLÜ BAŞLANGICI VE ZEKİ GEÇKİL’İN ŞARLATANLIĞI
OĞUZHAN ASİLTÜRK’ÜN ERBAKAN’A İFTİRALARI
DİKKAT!? Soysuzların Soytarılığı!
DİKKAT!? Soysuzların Soytarılığı!
KUR’AN’A TERCÜMAN, OLDUM KOVULDUM! (ŞİİR)
KUR’AN’A TERCÜMAN, OLDUM KOVULDUM! (ŞİİR)
Bil ilimsiz, irfansız; yol yok ümrana Ya Kur’an’a uyarız, ya da buhrana İslamsız bütün yollar,…
"...Kula kulluğu bozan, cumhuriyettir İslam’a uygun nizam, çün hürriyettir..." Ne güzel mısralar! İşte aydın olmak…
AHZAP SURESİ 67. AYETİ KERİME TAM DA BU KİMSELERDEN BAHSETMEKTE. LANET OLSUN KAFİR VE ZALİM…
İmam Gazali'nin Nasihatül Mülük (Hükümdarlık Ahlakı) adlı eserinde Yöneticilere yaptığı uyarılardan birisi de şöyledir: "Kalbinde…
Murselat Suresi (1-7) : Birbiri ardınca ve iyilik amacıyla (örfen; zamanın şartlarına ve ihtiyaçlarına uygun olarak) gönderilenlere (insanları uyarıcılara,…
Bakara 120 Sen onların milletlerine (Siyonist ve emperyalist emellerine ve zulüm düzenlerine) tâbi olmadıkça Yahudi…
2 yıldır, tarihte görülmemiş İsrail katliamı ve soykırımı devam ederken her ay yaklaşık 50 gemi…
Ey yöneticiler ve yandaş kalemler, okuyunuz bu satırları (belki doğru bir icraat yaparsınız): "...HAMAS’ın Silahsızlanması…
Evet Türkiye’nin, hatta tüm bölgemizin ve insanlık âleminin yeni ve köklü bir değişim ve dönüşüme…
Üstadımız, senelerdir bir birinden ayrıştırılıp kutuplaştırılan parti ve kesimler arasında köprü olmuş ve onları Medine…