Recep T. Erdoğan boşuna efelenip hava atmıştı
Duygusallık, riyakârlık ve ucuz kahramanlık yapanlara, Anadolu’da bir gelin benzetmesi vardır.
“Evinden çıkarken ağlayan geline sormuşlar:
Madem gitmek istemiyorsun ve üzüntüden ağlıyorsun, öyleyse ne diye ayaklanıp evden çıkıyorsun?
Yanıtı meşhurdur:
“Karışmayın, hem ağlarım, hem kocama koşarım!”
Şimdi Bay başbakan, haftalarca IMF’ye hava attı. Sonra da Amerika’ya, yani ayağına koşup teslimiyete yattı…
Konuya girmeden, Muhterem Mehmet Şevket Eygi Bey’e, müsaadeleriyle bir sorumuz vardı.
Üstat Milli Gazetede sık sık:
“Türkiye’de halis bir Oğuz Türkünün yüksek makamlara çıkması gizli protokollerle yasak edilmiştir.
Bu ülkede Türk ve Müslüman gibi görünen Yahudi dönmeleri yüksek makamlara çıkabilir.
Irk bakımından başka alt kimliklere sahip olanlar çıkabilir.
Birtakım kriptolar çıkabilir.
Kürtlerden birinin de cumhurbaşkanı ve başbakan olmasının yolları açıktır.”[1] Buyurmaktaydı. Elbette ve herhalde sağlam bilgi ve belgelere dayanmaktaydı. Yoksa bizim bildiğimiz Zat, öyle kafadan sıkmazdı.
Gelelim sorumuza:
Cumhurbaşkanı Sn. Abdullah Gül ve Başbakan Recep T. Erdoğan, acaba; “Halis Oğuz Türkü” ve “sağlam Müslüman” olmadıkları için mi, bu yüksek makamlara taşınmışlardı?
Yoksa, “Salih ve sağlam Müslüman ve halis Türk soyundan” oldukları halde, çok büyük bir feraset, cesaret, kuvvet ve siyaset sonucu mu, Siyonist güçlere rağmen, bu noktalara tırmanmışlardı?
Fırdönekliğin daniskasını bilen Fehmi Koru, Başbakan için: “Önce Obama idi, şimdi Bush oldu”, demişti. Bu benzetmeye Tayyib Bey çok kızdığı için, Fehmi Koru’ya adeta azarlar gibi bir cevap vermişti.
S. Arif Emre Bey’in güzel benzetmesiyle: Fehmi Koru’nun tespiti yanlıştır. Öyle dememeliydi, Tayyip Bey önce MİLLÎ GÖRÜŞÇÜ geçinirdi, sonra BUSH’luğa özendi demeliydi.
Evet, Erdoğan önceleri o derece Millî Görüşçü idi ki, İstanbul Belediye Başkanı iken, Türk kamuoyuna; üzerine basa basa:
“Ben Millî Görüşçüyüm “ASLA BİR BÖLEN OLMAYACAĞIM” diye tekrar tekrar taahhütte bulunan kişiydi.
Ama Millî Görüş gömleğini çıkarınca Millî Görüşçülükten eser kalmadı. İslâm ülkelerinin siyasi haritasını değiştirerek, bu bölgeleri ele geçirmekten başka bir anlamı olmayan BÜYÜK ORTADOĞU PROJESİNİN amansız savunucusu olarak kraldan ziyade kralcı olurcasına, BUSH’un politikasının, en hararetli elemanı oldu. Zira kendileri hâlen Büyük Ortadoğu Projesi’nin aktif bir üst düzey temsilcisi olarak EŞBAŞKANLIK (yani siyonizme uşaklık) GÖREVİNİ DERUHTE ETMEKTEYDİ…
Rahmetli OSMAN BÖLÜKBAŞI bir sohbetinde:
– Bizim partimizden milletvekili seçildikleri halde, Meclis’e girince, bizden ayrılarak başka partilere geçen o kadar çok siyasi mevta ile karşılaştım ki, bu siyasi mevtaları bağrıma göme göme, bağrım, Karacaahmet Mezarlığı’na döndü demişti.
Evet soysuzluk siyaset, böyle yürütülüyor. Bir nevi vefasızlık mesleği gibi algılanıyor.
Sayın Erdoğan’ın Bush haline gelmesi ise aşama aşama gerçekleşti:
– Önce ABD’ye gidildi, siyonistlerin dış ilişkiler kuruluşu CFR, kendilerini kabul etti. Hatta Sayın Erdoğan daha milletvekili ve başbakan bile olmadan kendisine CFR: ÜSTÜN CESARET MADALYASI TAKIVERİLDİ.
– Hatırlanacağı gibi, siyonistler vaktiyle, 28 Şubat Postmodern darbesindeki gayretlerinden dolayı Sayın ÇEVİK BİR’e de böyle bir madalya vermişlerdi.
– Bunu tâkiben Erdoğan, Millî Görüş’ün, ADİL EKONOMİ ilkesinden vazgeçerek, Bush’un fâizci kapitalist ekonomisine övgüler yağdırdı. IMF’ye teslim olup, gâvura kâhyalığa girişti.
– Bush, Erdoğan Başbakan olunca, Irak’a Türk Askeri ile ABD askerlerinin kuzeyden birlikte vurmasını talep etti. Bu talebi Erdoğan kabul etti. Talebi hayata geçirerek tezkereyi TBMM reddetmeseydi, 62 bin ABD askeri, Karadeniz’den, Akdeniz’e, Ege’ye ve Güneydoğu’ya kadar olan üslerimize yerleşecek ve Türkiye’mizi adeta İslâm ülkelerinin istilası için, genel bir karargâh olarak kullanmaya başlayacaklar idi.
– Bush’un Irak’a müdahale etmesine, o günlerde Fransa, Almanya, Rusya ve diğer barış isteyen ülkeler kesinkes karşı çıkmışlar idi. Eğer Türkiye olarak biz de karşı çıkarak ABD’ye hayır deseydik Ortadoğu’da bu facialar asla yaşanmayacaktı. Dünya dengeleri açısından KİLİT ÜLKE olan Türkiye’nin savaşa karşı çıkması halinde Bush dünyada yalnız kalacak, bu maceraya girmeye cesaret edemeyecekti.
Bu ve buna benzer gerekçeler, Sayın Erdoğan’ın Bush hâline geldiği hakkındaki kanaatlerin ispatına yeterliydi.
Netice olarak diyebiliriz ki Erdoğan’ın, kendisini yenileyerek, nedamet duyarak, artık OBAMA olmaya bile, şansı kalmamış birisidir.
Endişemiz odur ki, eğer OBAMA, halkımızın deyimiyle sakalı ele vererek, çevresinin, hinoğlu hin siyonistler tarafından kuşatılmasına engel olamazsa, onun da kısa zamanda BUŞLAŞARAK harcanıp gitmesi kesindir.
Çünkü siyonistler ABD’de çok organizedir. ABD’nin, hem Demokrat Partisini ve hem de Cumhuriyetçi Partisini, etkileri altına aldıkları bilinmektedir. Yani hiçbir şeyi, tesadüfe bırakmayacak kadar tedbirlidir.
Nitekim; Siyonistler Türkiye’mizde de bütün partilere nüfuz etme ve yön verme gayretlerindedir.
Tek çare MİLLÎ GÖRÜŞ’tür. Milletimizin Saadet ve selâmete ermesi ancak Erbakan hareketiyle mümkün görülmektedir.
Başbakan Erdoğan’ın G-20 zirvesi için gittiği Amerika’dan yaptığı açıklamalar IMF ile yeni bir anlaşmaya yaklaşıldığını gösteriyordu. Böylece daha önce bizzat Erdoğan’ın efelenmelerinin doğru olmadığı anlaşılmış oldu.
IMF programının Türkiye’nin derdine derman olup olmayacağı meçhuldür. Amerika’da devreye sokulan kurtarma paketinin krizi durdurmaya yetmeyeceği görülüyordu. Hatta yavaşlattığı bile söylenemez. Bir yanda bankacılık ve finans sektöründeki güven sorunu devam ediyordu
Artık ne Avrupa’da ne de Amerika’da krizin sonuna gelindiğine ve en kötünün geride kaldığına dair herhangi bir açıklama geliyordu. Bugüne kadar böyle konuşan herkes söylediklerine pişman oldu. O yüzden yetkililer aşırı derecede ihtiyatlı konuşuyor ve ihtiyatlı hareket ediyordu. Amerika’da toplanan G-20 zirvesi somut kararlar alamadan dağılıyordu.
Kısaca değerlendirmek gerekirse, Amerika ve Avrupa’da kriz çok derin tahribat yapmaya devam ediyordu. Bu kriz sırasında gelişmiş ülkelerde ‘stag-deflation’ bekleniyor. Yani hem durgunluk olacak hem de fiyatlar sürekli düşecek. Zaten bunun işaretleri şimdiden ortaya çıkmaya başladı bile. 1929 dünya ekonomik buhranı da benzer sonuçlar ortaya çıkarmıştı. Emtia fiyatları taban yaptığı halde alıcı bulamıyordu.
Türkiye ise birkaç açıdan sıkışmış. Döviz kurlarındaki yükseliş enflasyonu körüklüyordu. Dünya krizde olduğu için döviz kurlarındaki yükseliş, ihracata yönelik üretim yapanların derdine çare olamıyordu. Firmalar Avrupa’dan ve diğer pazarlardan sipariş alamadıkları için zor şartlarda ayakta kalma mücadelesi veriyorlar. Birçoğu ise şimdiden kapandı. O yüzden krizin bizi teğet geçeceği lafları artık tarih oldu. Başbakan dahil hiç kimse o sözleri söylemiyordu.
Bu noktada IMF ile anlaşmaktan ne umuyordu? IMF genellikle faizi yükselterek, kuru düşük tutmaya çalışıyordu. Bu, mevcut krizde mümkün olmayabilir. Çünkü kuru düşük tutacak derecede sıcak para gelmemesi büyük ihtimaldir. Mümkün olsa ve kur düşse, ihracat zorlaşacağı için daha fazla işsizlik demektir. Bu arada ödemeler dengesindeki bozulma artarak devam ediyordu. IMF anlaşması demek, o bozulmanın daha da derinleşeceği anlamını taşıyordu. Bu arada hem özel sektörün hem de kamunun dış borç ödemeleri tehlikeli miktarlarda. Bu sorunlara ancak milli politikalar çare olabilir. IMF değil… Bakalım ne yapacaklar?[2]
“Özel” borçlara devlet garantisi mi sağlanmaktaydı?
IMF ile yapılacak anlaşmanın temelinde bu nedenin yattığı belirtiliyor. Krize büyük bir dış borçla yakalanan özel kesim 2001 krizinde olduğu gibi kurtuluşu yine devlet garantisinde görüyor. Bu garanti de ancak IMF eliyle getirilebilir. Başta TÜSİAD olmak üzere içerdeki büyük sermaye kesiminin ‘IMF’siz olmaz’ kavgası da buradan kaynaklanıyor.
‘Ümüğümüzü sıktırmayız’ diyerek IMF’ye karşı bugüne kadar efelenen Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın da özel sektörün dış borçlarına karşı örtülü devlet desteğini kabul etmenin dışında yapacak bir şeyinin olmadığına vurgu yapılıyor.
İktisatçı Mustafa Sönmez, üzerinde kıyametlerin koparıldığı IMF anlaşmasının bir züğürt tesellisi olduğunu belirterek, IMF’den gelecek kaynağın Türkiye’nin kanayan yarasını kesinlikle iyileştirmeyeceğini belirtiyor.
Karşı çıkışa rağmen hükümetin artık IMF ile anlaşmasına kesin gözle bakılırken, Sönmez bu gelişmeleri şöyle değerlendirmişti: IMF ile anlaşmanın arkasında özel sektörün dış borçlarına devlet garantisinin getirilmesi yatıyor. Özel sektörün dış borcu 190 milyar doları aşıyor. İçerde bu borcu alanlar, acaba nasıl ödeyeceğiz telaşı, dışarıdaki borç vericiler ise nasıl tahsil edeceğiz endişesi yaşıyor. Özel sektörün 4-5 yıl içinde dış borçları 60 milyar dolardan, 190 milyar dolara çıkmış bulunuyor. Özel sektöre, kimse niye bu kadar borçlanıyorsunuz? demiyor. Onlar da nasıl olsa ihracat yapıyoruz, bu borcu çevirmenin yolunu buluruz, olmazsa devletin sırtına vururuz” diye düşünüyor. Ancak ihracat kesilince bu borcu çeviremez duruma geldiler. Şimdi de çare devlet garantisinde aranıyor.”
Başta TÜSİAD olmak üzere içerdeki büyük sermaye kesimlerinin hükümeti IMF ile anlaşmaya zorlamalarının nedenin de bu olduğunu ifade eden Sönmez, “Devlet garantisinin ancak IMF eliyle getirilebileceğine inanılıyor. Hükümet de alternatif bir program ortaya koyamadığı için bunu kabul etmek zorunda kalıyor. Çünkü böyle gelmiş, böyle gidiyor. Krizin de böyle atlatılacağı zannediliyor. B planları bile bulunmuyor.
Bunun dışında IMF ile yapılacak anlaşmanın kesinlikle ülkenin içinde bulunduğu krize bir çözüm olmayacağını da herkes biliyor. “IMF artık bir züğürt tesellisidir. Bu anlaşmanın krize karşı hiçbir özelliği yok. Bunun bile farkında değiller. IMF ile anlaşma yapılsa dahi sıcak para artık Türkiye’ye gelmeyecektir. Boş beklentilerle toplum avutuluyor.
IMF: “100 milyar dolarlık ek kaynağa ihtiyacımız var” diye kendisi para dileniyor konumdaydı
Uluslar arası Para Fonu (IMF) Başkanı Dominique Strauss-Kahn, IMF’nin küresel ekonomik düzelmeye yardımcı olmada büyük bir rol oynaması için daha fazla kaynağa ihtiyacı olduğunu söyledi. Strauss-Kahn, BBC’ye yaptığı açıklamada,”IMF’nin muhtemelen gelecek altı ayda en az 100 milyar dolarlık ek kaynağa ihtiyacı var” diye konuştu. IMF’nin yakın gelecekte yeterli parası olmasına rağmen, muhtemelen daha fazlasına ihtiyacı bulunduğunu ifade eden Strauss-Kahn, “Ancak aynı zamanda sorunları olan ülkeler sayısı önemli oranda arttı ve IMF’den destek istediler. Bu yüzden daha fazla kaynağa ihtiyacımız var” dedi.
AKP Hükümetinden kara para aklama yasası.
Terör ve uyuşturucu parasına da kapılar açılıyordu.
Maliye Bakanlığı’nın üzerinde çalıştığı düzenlemeye göre; yurt dışında parası olanlar, paralarını Türkiye’ye getirirse, bu işlemden hiçbir vergi alınmayacak, bu paraların nereden bulunduğu sorulmayacaktı. Bu girişimle, kara paracılara, uyuşturucu başta olmak üzere her türlü kaçakçılıkla para kazananlara ve Deniz Feneri olayında tanıdığımız hortumculara fırsat yaratıldı.
AKP Hükümeti, yurt dışında parası olanların hiçbir incelemeye tabii tutulmaksızın paralarını Türkiye’ye getirmelerinin önünü açacak bir yasa çıkarmaktaydı. Üzerinde yaklaşık bir yıldır çalışılan ve Bakanlar Kurulu toplantısında “acilen yasalaştırılması” kararlaştırılan tasarıya göre, ister özel kasalarda dursun, isterse bankaya yatırılmış olsun, yurt dışından getirilecek paralara hiçbir inceleme yapılmayacaktı. Yasada belirtilecek süre zarfında Türkiye’ye getirilecek paralardan vergi de alınmayacaktı.
Para aklamanın önü, hiç bu kadar açılmamıştı.
Kriz gerekçesiyle alınacak önlemler paketi içine sıkıştırılan bu ilginç yasa girişimi, “Türkiye’yi kara para cennetine çevirir mi?” tartışmasını gündeme taşıdı. Maliye Bakanı Kemal Unakıtan, her ne kadar “getirilecek paranın uyuşturucu, terör ve insan kaçakçılığı ile ilgili olmaması konusunda hassasiyet taşıyoruz” dese de, bu şekilde elde edilen paraların ülkeye girişinin nasıl önleneceği konusunda kafalar karışıktı. Uzmanlara göreyse, bu paraların üzerinde “terör, uyuşturucu veya insan kaçakçılığıyla elde edilmiştir” gibi bir ibare olamayacağından, kara parayı Türkiye’ye sokmak hiç de zor olmayacaktı.
Uzmanların dikkat çektiği diğer bir nokta ise: “dolandırıcılık yoluyla elde edilen paraların Türkiye’ye getirilmesinin önü, bu yasayla açılmış olacaktı”. Almanya’daki Deniz Feneri Derneği yöneticilerinin, gurbetçileri dolandırarak elde ettiği paraları kuryeler aracılığıyla Türkiye’ye getirdiğinin mahkemece saptandığı hatırlanırsa: “artık dolandırıcılar da gizli-saklı para getirmeye gerek duymayacak” imkânlara kavuşacaktı.
Kayıt altındaki para niçin gelmiyor?
Yurt dışında bulunan ve kayıt altına alınan paraların Türkiye’ye geleceğini düşünmek “hayalperestlik” olarak nitelenebilir. Avrupa ülkeleri, yüklü miktardaki paraların kendi ekonomilerinden çekilerek başka bir ülkeye gitmesine, bu kriz koşullarında o kadar kolay izin vermeyecek. Öte yandan kayıt altındaki paraların sahiplerini, paralarını Türkiye’ye göndermeye teşvik edecek hiçbir somut koşul da Türkiye’de yok. Gurbetçilerimizin yoğun olarak yaşadığı Almanya, İsviçre, Fransa ve İngiltere gibi ülkelerde, kriz önlemleri kapsamında mevduata yüzde 100’e yakın devlet güvencesi verilirken, Türkiye’de mevduata verilen güvence çok sınırlı. Birçok uzmana göre kayıt altındaki bu paralar ancak, yatırım teşviki gibi özendirici düzenlemeler devreye sokulursa Türkiye’ye çekilebilir. Oysa AKP’nin hazırladığı düzenlemede böyle bir şey yok.
Yasa da, MASAK da devre dışı bırakılıyor.
Kayıt dışı parayla mücadelede en önemli silah, 5549 sayılı Suç Gelirlerinin Aklanmasının Önlenmesi Hakkında Kanun ve bu kanun kapsamında faaliyet yürüten Mali Suçları Araştırma Kurulu Başkanlığı(MASAK). Ancak uzmanlara göre, hükümetin yeni girişimi hem yasayı işlevsiz hale getirecek, hem de MASAK’ı kara parayla mücadelede etkisiz hale getirecek. Çünkü kara para, sorgusuz sualsiz ülke ekonomisine dahil olarak aklanmış olacak.[3]
Sözcü’den bir haber başlığı “(Gül’den) Erdoğan’a iki uyarı”. Haber şöyle: “Abdullah Gül İstanbul’da, Türkiye Bankalar Birliği merkezini ziyaret ederek, birlik yönetim kurulu üyesi bankaların genel müdür ve yönetim kurulu başkanlarıyla toplantı yaptı. Erdal Sağlam’ın Referans’ta yazdıklarına göre, Gül bankacıların şikâyetlerini dinledikten sonra şu yorumu yapmış: ‘Hükümet böyle bir kriz konjonktüründe yerel seçimleri düşünerek hareket etmemeli. Hükümetler için asıl olan genel seçimlerde aldığı sonuçlardır.’ Gül, IMF ile anlaşmanın da politik olarak sakıncalı olmayacağını, bunu daha önce yaşadıklarını kaydetmiş.” (11 Kasım 2008)
Şimdi de başka bir haber: “5 Kasım’da (2007) Erdoğan’la Bush’un görüşmesinden sonra yürütülen teknik telaşlarda 2009’daki yerel seçim de gündeme geldi. AKP’liler ABD’den destek istedi. Bunun üzerine ABD yönetimi, güçlü bir Müslüman Kardeşler bağlantısı olan Kürdistan İslami Birliği de dahil olmak üzere, tüm Iraklı Kürt grupların dinsel ve etnik bağlarını kullanarak yerel seçimlerde DTP’yi değil AKP’yi işaret etmesi yönünde devreye girdi… Önce bölgesel Kürt yönetimi lideri Mesud Barzani’nin sonra da Irak Cumhurbaşkanı Celal Talabani’nin Türkiye’deki Kürtlerin AKP’ye oy vermesini istemesinin arkasında da bu mutabakat yer aldı.” (Cumhuriyet, 8 Kasım 2008)
Bu konuda Enis Berberoğlu’nun yazısını da yorumsuz aktaralım:
“Siyasi sorumluluk hükümete, askeri operasyon yetkisi Genelkurmay’a bırakıldı. Ama bu yakınlaşma neticesinde orada sıkışıp kalanlar da olmadı değil. Örneğin, Fetullah Gülen cemaati son birkaç yıldır Güneydoğu’da çok aktif.
“Meselenin Başbakan açısından analizinde Fehmi Koru’nun durduğu yerin önemi var. Başbakan’ın, Fehmi Koru’nun çıkışının Çankaya’nın tavrı olarak algılanması endişesi taşıdığını düşünüyorum.” (Hürriyet, 11 Kasım 2008) Son söz Melih Aşık’ın: “Başkent kulislerine yakın bir dostumuz şu hatırlatmada bulunuyor: Tayyip Erdoğan yapılan eleştirilerde Abdullah Gül etkisi görüyor, o yüzden iki kat öfkeleniyor…” (Milliyet, 11 Kasım 2008)
Neoliberal-Fetullahçı cephede Tayyip Erdoğan eleştirisinin dozu iyice arttı. Fehmi Koru’dan sonra Ali Bayramoğlu da döktürdü:
“Bunun adı kötü yönetimdir. Fehmi Koru boşuna ‘Obama gibi başladılar, bugün Bush noktasına geldiler’ demiyor. Hasan Cemal boşuna ‘Demokratikleşme süreci, Çillerleşmeye dönüştü’ demiyor.” (Yeni Şafak, 8 Kasım 2008)
Hasan Cemal’in 8 Kasım’daki yorumunu da Bayramoğlu’nun kaleminden aktarmış olduk. En fanatiklerden Emre Aköz ile sürdürelim:
“AKP’ye desteğimin yüzde 50’si doğrudan (AB vesilesiyle), diğer yüzde 50’si ise dolaylıydı (Kemalistler yüzünden), ilk yüzde 50’lik bölüm neredeyse sıfırlanmış durumda. Diğer yüzde 50 ise yarıya inmiş durumda.” (Sabah, 9 Kasım 2008)
Mehmet ve Ahmet Altan’ların da aynı minvalde yazdığını belirtelim. Bu manzara karşısında Mehmet Yılmaz şöyle yazdı:
“Tayyip Erdoğan’dan bir demokrasi kahramanı yaratmak isteyen ‘liberal çevreler’ hayal kırıklığına uğramışlar. Eğer reenkarnasyon diye bir şey varsa, ben de bir daha dünyaya geldiğimde liberal olacağım! Belli ki bu eğlenceli bir faaliyet! Yıllardır herkesin gözünün önünde olan, herkesin bilip gördüğü, yazdığı bir şeyi birdenbire keşfetmenin insana nasıl bir haz verdiğini düşünün bir kere.” (Hürriyet, 10 Kasım 2008)
Neden böyle oldu? Necati Doğru’nun yanıtı şöyle:
“Başbakan zor durumda. Güneydoğu’daki terör! AB’ye üyelik fiyaskosu! Ekonomik krizin etkisi! İşsizi bol küçülen Türkiye! Bu dört önemli sorun; Başbakan’ı yol çatısına getirdi. Yol çatısındaki Başbakan’ı, imiğine nişan alarak ağır top ağabeyi Fehmi, acımasızca vurdu. Rüzgâr döndü! Yaralı ümüğe esiyor yel!” (Vatan, 8 Kasım 2008)
Bu fasılda son alıntı Mehmet Barlas’tan. Barlas, Fehmi Koru’ya bir tür “aramıza hoş geldin” dedikten sonra bir süredir benimsediği tavrı sürdürdü:
“Artık bir Türk meselesi haline de gelen Amerika kaynaklı ekonomik kriz konusunda, henüz tartışma aşamasına bile gelemediler. Hükümet üyeleri bile birbiriyle çelişkili açıklamalar yapmakta.” (Sabah, 8 Kasım 2008)
[1] Milli Gazete
[2] Milli Gazete / Hasan Ünal
[3] Aydınlık / 19 Ekim 2008

CÜBBELİ AHMET “BEL’AM”CIK’I VE MAHMUT EFENDİ YAKINLARINA UYARI!
FETULLAH GÜLEN DOSYASI
FİLİSTİN’DE; BÜYÜK BAYRAMIN BÜYÜLÜ BAŞLANGICI VE ZEKİ GEÇKİL’İN ŞARLATANLIĞI
Dünyanın Fikri Değişimi Türkiye’den, FİİLİ DEĞİŞİMİ İSE FİLİSTİN’DEN BAŞLAMIŞTIR!
FİLİSTİN’DE; BÜYÜK BAYRAMIN BÜYÜLÜ BAŞLANGICI VE ZEKİ GEÇKİL’İN ŞARLATANLIĞI
OĞUZHAN ASİLTÜRK’ÜN ERBAKAN’A İFTİRALARI
DİKKAT!? Soysuzların Soytarılığı!
DİKKAT!? Soysuzların Soytarılığı!
KUR’AN’A TERCÜMAN, OLDUM KOVULDUM! (ŞİİR)
KUR’AN’A TERCÜMAN, OLDUM KOVULDUM! (ŞİİR)
Milli Çözüm, yaşam sürdüğümüz şu dünya hayatında gerçekleşen hadiseleri doğru anlamanın ve uyanık kalmanın tüyoları…
Özgür Özel, hapishanede bulunan İBB başkanı Ekrem İmamoğlunun yaptığı mitinglerle sesinini duyurmaya çalışıyormuş gibi görünürken…
"Başbakanlar, başbelasıdır bozuk düzende! Gizli gerçek hükümet, mason localarıdır Siyonist merkezler ise akıl hocalarıdır Amerika…
Sırtlanlar sadece, vergi yükler sırtlara BOP IMF görevlisidir, fatura hep yurttaşa Milli Görüş bereketle, zam…
Öyle anlaşılıyor ki hem CHP’de hem AKP’de hem de diğer muhalefet mahfillerinde, hâlâ en korkulan…
Bir toplumda iki sınıf vardır ki onlar bozulursa bütün toplumda ifsat olur bunlar yöneticiler ve…
"CHP’nin marazlı masonik takımı Kılıçdaroğlu’na karşıydı. Çünkü Kılıçdaroğlu, “Kirli, kiralık ve münafık cephenin” değil, “Milli ve duyarlı cephenin” yanındaydı.…
MİLLİ GÖRÜŞ - MİLLİ ÇÖZÜMDEN GAYRİSİ HAİM NAHUM DOKTRİNİN UYGULAYICISIDIRLAR. KİM DAHA İYİ UYGULAYACAKSA SİYONİZM…
Bugünlerde terörist başı bebek katili cani'nin ayağına gitmek için can atanların böylesine bir ihanete nasıl…
Anlaşılan amaç Özel'i bir şekilde aday yaptırıp tekrar kolaylıkla iktidarı sürdürmek. Tabi bu hizmet! falan…