Barzani’den ABD’ye açık çek uzatılmıştı!
Barzani’nin tek başına hiçbir güce sahip olmadığını, ABD’nin desteği ve itelemesi nispetinde kendinde güç vehmeden birisi olduğunu sıkça vurguluyoruz. Özellikle Barzani’nin Kuzey Irak’taki PKK militanlarının varlığı, barındırılması ve desteklenmesi hususunda yaptığı işin ABD’ye maşalıktan öteye geçmediğini, bunun için de Kuzey Irak’taki terör örgütü kamplarının sökülüp atılması için Barzani ile uğraşmak yerine meselenin ABD ile halledilmesi gerektiğine dikkat çekiyoruz.
Yıllarca Kuzey Irak’ta bir Kürt devleti kurulmasına Türkiye’nin izin vermeyeceği, böyle bir gelişmenin kabul edilemeyeceği tekrarlandı, ama gelinen noktada Kuzey Irak’ta, Irak’tan bağımsız yeni devletin oluştuğunu görüyoruz. Eğer bugün Barzani, Başkan Bush’un daveti üzerine Irak yönetiminden bağımsız olarak ABD’ye gidiyor ve orada Başkan Bush’la görüşüyor, bir takım açıklamalar, yapıyorsa; ABD’nin gereken desteği en azından şimdilik Türkiye’ye değil Barzani’ye verdiğini anlıyoruz.
Kuzey Irak’ta yeni devletin oluştuğunu gösteren başka gelişmeler de vardı. Sözgelimi Barzani ABD ziyareti sırasında Başkan Bush’a, “ABD-Bağdat güvenlik anlaşması olmazsa, Amerikan üslerine seve seve ev sahipliği yaparız” diyerek, Irak yönetimini tanımadığını, Kuzey Irak’ta bağımsız olarak kendilerinin karar verme durumunda olduğunu gösteriyordu.
Aylarca tartışılan Bağdat-Washington Güvenlik anlaşması, Iraklı Sünni ve Şiilerden büyük tepki alıyordu. Bu bakımdan bu anlaşmanın Irak Meclis’i tarafından onaylanması kolay olmuyordu. Anlaşma metnine: “ABD’nin Irak’taki üslerini bir komşu ülkeye karşı kullanamayacağı” maddesinin konulmasını istiyordu. Ayrıca Irak Başbakan’ı Nuri El Maliki Irak’taki ABD askerlerinin tümünün 2001 yılına kadar çekilmesini öngören bir düzenlemede ısrar ediyordu. Yani Iraklı Sünni ve Şiiler ABD’yi biran evvel ülkelerinden çıkartıp atmak için uğraşırken Barzani’nin “Bağdat istemezse Kuzey Irak’ta istediğiniz üsleri kurabilirsiniz” şeklindeki açıklaması ve bunu dünya kamuoyuna deklare etmesi, Irak’a hıyanet, Amerika’ya hizmet anlamı taşıyordu.
Meseleye bu açıdan bakıldığında Barzani’nin tüm gücünün ABD’den geldiği rahatlıkla anlaşılacaktır. Ve Barzani’nin ABD’nin gönüllü maşası olduğu da açıktır. Elbette ABD’nin gönüllü maşası olmak aynı zamanda Kuzey Irak’ı İsrail’in de ileri karakolu haline sokmaktadır. Böyle bir noktaya gelindikten sonra bilinmelidir ki artık bölge ülkelerinin başı dertten kesinlikle kurtulmayacaktır. Bu arada Barzani’nin ABD’yi Kuzey Irak’ta üsler kurmaya davet etmesinin gerisinde başka hedefler de vardır. Elbette Irak yönetiminin hayır diyeceği bir anlaşmanın arkasından ABD’nin Kuzey Irak’ta üs kurmaya kalkışması ve bunun çağrısının Barzani’den geliyor olması; Peşmerge liderinin kendi ülkesine de ihanetinin belgesi anlamındadır. Sırf kendi çıkarı ve geleceği için yıllarca beraber yaşadığı bir ülkeyi gözden çıkarması, bölgenin yeni gelişmelere ve felaketlere sürüklenmesini bile göze alması, Barzani’nin güvenilmezliğinin kanıtıdır. Peki, kendi ülkesine hıyanetten sakınmayan Barzani, Türkiye’ye sadık kalır mıydı? AKP iktidarı ve Fetullahçılar, bunu bilmeyecek kadar saf mıydı, yoksa aynı merkezlere mi uşaklık yapmaktaydı? Ve zaten Kuzey Irak’taki Fetullah okulları, Yahudi Lobilerinin talimatı ve finansmanıyla açılmaktaydı..
Suriye’den ‘terörist’ Amerika’ya sert uyarı geliyordu.
Suriye Dışişleri Bakanı Velid Muallim, ülkenin Bukamal bölgesinde 8 sivilin hayatını kaybettiği terörist ABD baskınını terörist saldırı olarak niteliyordu.
Londra’da İngiliz meslektaşı David Miliband ile yaptığı görüşmenin ardından düzenlenen basın toplantısında konuşan Muallim, işgalci ABD ve işbirlikçi Irak hükümetlerinin, olayı araştırıp Şam yönetimine bilgi vermesini istedi. Saldırının gündüz saatlerinde yapıldığı için planlanmış bir saldırı olduğunu belirten Muallim, “Bunu terörist saldırı olarak görüyoruz” diyordu.
Muallim, “Bundan ABD hükümetini sorumlu tutuyoruz. Ölenlerin hepsi sivil, silahsız Suriyelilerdi ve olay Suriye topraklarında yaşandı” diye konuşmuştu.
Bunun gibi bir saldırının tekrar yaşanması durumunda Suriye’nin güç kullanıp kullanmayacağının sorulması üzerine Muallim, “Eğer bunu tekrar yaparlarsa kendi topraklarımızı savunacağız” diye uyarıyordu.
Ayrıca Fransa da, işgalci ABD’nin Suriye topraklarında düzenlediği hava saldırısından endişe duyduğunu ifade ederek, itidal ve ülkelerin toprak bütünlüğüne ‘’tam saygı” gösterilmesi çağrısında bulunuyordu. Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy’nin bürosundan yapılan açıklamada, sınır ötesi düzenlenen saldırıda Suriyeli sivillerin kaybından Fransa’nın üzüntü duyduğu bildiriliyordu.
Suriye Amerikan kuruluşlarını kapatıyordu
Suriye kabinesi, düzenlenen Amerikan saldırısının ardından ülkedeki Amerikan kuruluşlarını kapatma kararı aldı. Resmi SANA’nın haberine göre, kabine, ülkedeki Amerikan okulu ve Amerikan kültür merkezini kapatmayı kararlaştırıyordu. Bu arada Suriye, topraklarında düzenlenen Amerikan saldırısının hedefinin bir El Kaide yetkilisi olduğu yolundaki Amerikan iddiasını reddederek “Söyledikleri şey tek kelimeyle gerekçe değil. Bunu tamamen reddediyoruz” deniyordu.
Suriye Dışişleri Bakanı, ABD’nin Suriye’ye gerçekleştirdiği terörist saldırıyla ilgili de, “Türkiye’nin sivilleri hedef alan bu tip saldırıları her zaman kınadığını düşünüyorum” diyerek Türkiye’ye güven duygularını yineliyor ancak AKP iktidarının, Suriye’ye yönelik ABD saldırısı karşısındaki suskunluğunu dolaylı biçimde kınıyordu.
Bütün Bu Barbarlıklar Yaşanırken Zaman Gazetesi Hala Barzani’ye Sahip Çıkıyordu.
Kandil’deki PKK (ya İran ve Türkiye göz yummaktaymış!?)
Ali Bulaç’ın şu sözleri mide bulandırıcıydı:
İstanbul’u ziyaret eden Irak Kürdistanı Enformasyon Genel Müdürü Sero Kadir başkanlığında bir gazeteci grubuyla görüştük. Heyettekiler, bize Kuzey Irak’ta olup bitenler hakkında bilgiler verdiler. Türkiye’den büyük beklentileri var. Açıkça “Türkiyesiz bir Irak Kürdistanı olmayacağı”nı ifade ediyorlar.
Henüz Kerkük’ün nihai statüsü üzerinde bir anlaşma sağlanmış değil, ama Sero Kadir’in çizdiği çerçevede, yani özerk bölge olarak Kerkük, Kürdistan içinde yer alacaksa, bu Irak petrollerinin yüzde 40’ı anlamına gelir.
Bütün bunlar ham düşünceler, işlenmeye muhtaç. Şu var ki hiçbiri yabana atılır gibi değil. Dünyanın belli başlı ülkeleri çoktan Erbil’de temsilcilikler açıyor, Türkiye geç kalmış sayılır. Türkiye’nin belki herkesten önce attığı adım 1994’ten beri orada faaliyet gösteren Fetullah’ın Türk okulları. Bu sene Amerikan ve İngiliz üniversitelerinden sonra üçüncü büyük üniversiteyi Türkler açıyor.
Bütün bunlar elbette güzel şeyler. Ama konu PKK’ya geldiğinde herkes bir parça yutkunarak konuşuyor. Irak Kürdistanı’nın resmî görüşü şu: “PKK Türkiye’nin bir iç sorunudur, bizimle uzaktan yakından ilgili değildir. PKK’nın konuşlandığı bölge bizim kontrolümüzde değil, insansız boş arazilerden oluşur.”
“Pekiyi, PKK’nın oradan çıkması için sizin de bir şeyler yapmanız gerekmez mi?” şeklindeki soruya gelen cevap son derece manidar: “Şunun altını çizelim. PKK, geçmişte Türkiye, Suriye ve İran’ın bilgisi ve izni dahilinde Kandil Dağı’na yerleştirilmiştir. Eğer bugün bu üç devlet kendi aralarında anlaşacak olursa, Kandil’de tek bir PKK’lının kalması mümkün olmaz.”
Türkiye’nin içinde 1.500, dağda 4.500 olmak üzere 6 bin militanı olduğu hususu Bakanlar Kurulu’nda dahi konuşuluyor. Herkes biliyor ki, bunun üçte biri Suriye kökenli. Suriye’de Kürtlerin durumu Türkiye’dekilerle mukayese edilmeyecek kadar kötü. Nüfus cüzdanları bile yok. Suriye’yi İsrail’le anlaşmaya adeta zorlayabilen Türkiye, neden içli dışlı olduğu Şam yönetimiyle bu konuda herhangi bir teşebbüste bulunmuyor? Bu size garip geliyor mu?” sorularıyla kafa karıştırmaya ve Barzani haklı çıkarılmaya çalışılmaktaydı.
Sağduyuya çağrı!(ymış)
DTP’nin “Burası bizim kalelerimiz, kimse buraya gelmesin, yoksa yeri göğü birbirine katarız” yollu tutumunun savunulur hiçbir yanı yok. AKP’nin “Ben burayı isterim, sizin Meclis’teki siyasi kimliğinizin bir önemi yok, değil mi ki PKK’ya açıkça karşı çıkmıyorsunuz, o halde teröristsiniz; biz her şeyin tekini savunuyoruz, buna karşı çıkan bu ülkeden çekip gitsin” tavrı da bir o kadar yakışıksız, tehlikeli ve kutuplaşmaya açık.
Bazen olgun bir ruhla siyasi fedakârlıklar yapmak kısa vadeli kayıp görünse de orta ve uzun vadede fedakârlığı yapana da ülkeye de büyük kazançlar sağlar. Mesela Lübnan Hizbullah’ı bazen Hıristiyanlara oy verirler. Bunu da şöyle izah ederler: “Lübnan’da Hıristiyanlarla iç içe yaşadığımız bazı bölgeler var. Orada biz çoğunluğu teşkil ediyoruz. Seçimi Hıristiyanların sayısal çoğunluk sağlayarak kazanmaları mümkün değil. Ama biz karar alıyoruz, seçimlerde Hıristiyan bir adaya oy veriyoruz, bazen aday bile çıkarmıyoruz. Amacımız gücü yoksa da Hıristiyanların temsilini sağlamak, böylece yönetim ve siyaset sürecine katılıyorlar, kendilerini dışlanmış veya baskı altında hissetmiyorlar. Her yeri demokratik yollarla da olsa istila etmenin uzun vadede aleyhimizde olduğunu biliyoruz.” Bence bu büyük bir siyasi olgunluktur, Batılı demokrasilerde bile örneği yoktur. Birlikte yaşamak engin, kucaklayıcı perspektifi gerektirir.
Siyasetin dilini, üslubunu, tarzını böylesine sertleştirip, reste karşı rest ve giderek basit bir belediye seçimini “ya sev ya terk et” noktasına getirmek ne kadar makul, ne kadar ülkenin siyasi istikrarına ve sosyal barışına hizmet eder? Bu, sivil siyasetin dili değil; buyuran, tehdit eden, dışlayan, ezmek isteyen devletin dilidir.
Bir başka nokta şu: Bir parti Türkiye’deki bütün belediyeleri kazanmak zorunda mı? “Belediyeler, hükümet, devlet de benim olsun” tehlikeli bir ihtirastır, siyasetçiyi nereye götürür? Ben AKP’lilerin yerinde olsaydım, ilk günden böyle bir restleşmeye girmem, tam aksine Çankaya ve İzmir’i CHP’ye, Diyarbakır ve Güneydoğu’da birkaç şehri DTP’ye, Osmaniye, hatta Adana’yı MHP’ye bırakırdım. Çinliler, “Bir şehri kuşatırsanız, mutlaka bir çıkış kapısı bırakın, yoksa şehirdekiler ya intihar eder ya da öyle bir hamle yaparlar ki, zaferinizi hezimete çevirirler” der. CHP, MHP ve DTP’nin de bir sürü yazarı çizeri, entelektüeli, işadamı, müteahhidi, işsizi var. Madem daha uzun süre belediyeler bir “sebeplenme kapısı”dır, bırakın bu partilere mensup insanlar da bir iki yerde sebeplensin. “Rabbena, hep bana!” yanlış. Eminim AKP’lilerin çoğu benim gibi düşünüyordur”[1] diyerek federatif Kürdistan yolunun AKP eliyle açılmasını tavsiye buyurmaktaydı. Ve zaten Ali Bulaç gibilerden cesaret alan Diyarbakır Belediye Başkanı Osman Baydemir: “Yaptığımız mücadele sonucu dilimizi resmen kabullendiler. Ama gelecekte bu toprakların Kürdistan ismini de kabullenmek mecburiyetindedirler” diyerek, Türkiye’yi parçalama ve Kürdistan’ı kurma amacını küstahça açığa vurmaktaydı.
Oysa Barzani ile ABD Türkiye’ye karşı tuzak hazırlıyordu. Zamancılar ve Ilımlı İslamcılar da bunlara çanak tutuyordu.
Adana İncirlik üzerinden Washington’a giden Irak’ın kuzeyindeki yerel Kürt yönetiminin lideri Mesud Barzani, Türkiye’ye dostluk mesajı gönderdiğini söylüyordu. Yerel Kürt yönetiminin Washington’daki temsilciliğinin bir otelde şahsına verdiği resepsiyonda Barzani, küçük bir grup gazeteciye, “Türkiye’ye dostluk mesajı gönderiyorum” diye hava atıyordu. Barzani, resepsiyondaki konuşmasında da, ABD’ye “Irak’ı diktatörlükten kurtardığı” iddiasıyla teşekkür ederek, “komşularla en iyi ilişkileri sağlamak için çalışıyoruz” şeklinde bir devlet başkanı gibi konuşuyordu.
Irak’ın kuzeyindeki yerel yönetimin Washington temsilcisi Kubat Talabani de açıklamasında, “Türkiye ile ilişkilerimizin güçlendirilmesi ve bölgemizde barış ve istikrar sağlayacak çözümleri aramak için çalışmaya devam ediyoruz” diyordu. Resepsiyona, Irak savaşının mimarlarından eski Savunma Bakan Yardımcısı Paul Wolfowitz, ABD’nin eski Bağdat Büyükelçisi ve şimdiki BM Daimi Temsilcisi Zalmay Halilzad, Irak’taki eski geçici koalisyon yönetiminin başı Paul Bremer ve Başkan Yardımcısı Dick Cheney’nin geçen yıllarda Washington’u sarsan bir CIA ajanının kimliğinin medyaya sızdırılması skandalında yalan ifade vermekten suçlu bulunan eski başdanışmanı Lewis Libby katılıyordu. ABD yönetiminin halen görevdeki üst düzey yetkililerinin resepsiyonda yer almadığı dikkat çekiyordu. Yani Barzani-AKP işbirliğini doğrudan Yahudi Lobileri yönetiyordu. Barzani, daha önce ABD Başkanı George W. Bush ile Beyaz Saray’da görüşmüştü. Bu görüşmede ve Barzani’nin diğer Washington temaslarında terör örgütü PKK sorununun da ele alındığı ve demokratik çözüm üzerinde durulduğu biliniyordu.
Eski CIA yöneticisi sratejist Graham Fuller, “Türkler artık ABD’nin çıkarlarına göre değil kendi belirlediği dış politikaya göre davranıyor. Yüz yıldır ilk kez büyük bir bölgesel güç haline geldiler. İyi komşuluk ilişkileri bize örnek olmalı” derken, sanki ağzından bal damlıyordu. Bu sözlerin gerçeği yansıtmasını kim istemez. Gerçekten insanın gururunu okşuyordu. Dileriz Fuller ABD’nin sinsi ve siyonist bir hesabının tahakkuku için gururumuzu okşamıyordu!
Kaldı ki Türkiye’nin dış politika ve komşuları ile ilişkilerinin ne noktada olduğunu, nereden nereye geldiğini görmek için Fuller’in aracılığına hiç de ihtiyaç yoktu. Ancak millet olarak gururumuzun okşanması her zaman hoşumuza gidiyordu. Bu gurur okşanmasının perde arkasını iyi okumak, ona göre hareket etmek gerekiyordu. Çünkü, ABD’nin dostluğuna da düşmanlığına da tam olarak güvenmemek gerekiyordu.
ABD’nin Afganistan ve Irak’ı işgallerini sadece bu ülkelere demokrasi ve özgürlük getirmek için gerçekleştirildiğini savunmak ve buna inanmak gaflet değil, hıyanet kokuyordu. Dünyanın gözünün içine baka baka yalan söyleyen bir ABD’nin siyonist siyaseti sürekli gizleniyordu. Saddam’ın elinde nükleer silah olduğunu hem de BM komisyonunun aksi görüşüne rağmen tekrarlayan ve bunun için Irak’ı işgal eden güçten gelecek alkışa da, şantaja da inanmamak gerekiyordu. Fuller’in, “Türkiye yüz yıldır ilk kez büyük güç” sözleri Türkiye’yi Büyük Ortadoğu Projesinde gereksiz yere rol üstlenmesinin devamını sağlamaya yönelik sarf ediliyordu.
Bu arada Barzani’nin ABD’de bulunduğu günlerde Fuller’in Türk insanının gururunu okşayıcı laflar etmesi arasında bir bağlantı olup olmadığını düşünmek durumundayız. Çünkü, Barzani’nin ABD’ye çağrılması ve bu ziyaret sırasında Barzani’nin Türkiye’ye yönelik geçmiştekinin aksine tedbirli ve yumuşak bir üslup sergilemesi bazı çevrelerce ABD’nin Irak konusunda artık Kuzey Irak yöneticilerini tek belirleyici olarak görmediğini, Iraklı Şii ve Sünnilerin de yönetimde kalıcı ve etkili hale gelmelerini istediğini tekrarladığı bir dönemde Fuller Türkiye’nin gönlünü okşuyordu.
Bu arada terör konusunda Barzani’nin Türkiye için muhatap haline getirilmesinin sorumlusu da ABD yönetimi değil midir? Öyle görünüyor ki ABD Irak’ın işgali öncesi ve sonrasında Barzani’ye ihtiyacı olacağını düşünmüş ve Kuzey Irak yönetiminin başına Barzani’yi, Irak’ın başına da Talabani’yi getirmiştir. Ne var ki iki peşmerge liderinin belli noktalara getirilmesi, güçlerini aşan bir oranda söz sahibi olmalarına yol açmış, bu da Irak’taki diğer grupları rahatsız etmiş, ABD’ye başlangıçta sıcak bakan gruplar bile bugün ihanete uğradıklarını düşünmeye başlamışlardır. Tüm bu gelişmeler ABD’yi Irak’ta tavır değişikliklerine zorlamıştır.
Eğer bugün Barzani boyunu aşan laflar ediyorsa ABD’nin terör konusundaki sorumluluğunu kendisi üstleniyorsa bu köşeye sıkışmışlığının; buruşturulup bir kenara atılmak üzere olduğunu anlamaya başlaması ile ilgilidir. “Türkiye’ye barış ve kardeşlik mesajı gönderiyorum. Akan kanın durması için hepimizin çalışması gerek, çünkü kan akması kimsenin yararına değil” gibi laflarla kim bilir ne şeytani hesaplar güdülüyordu.”[2]
Fırsatçı Amerika, esaret anlaşmasının imzalanması için kukla Irak yönetimini zorlamıştı.
Çünkü ABD işgale doymamıştı
ABD, Bağdat yönetiminden, Irak’taki işgalci Amerikan kuvvetlerinin bu ülkedeki geleceğini belirleyecek anlaşmayla ilgili niyetini bir an önce belli etmesini istiyordu. Hem Beyaz Saray, hem de Dışişleri ve Savunma Bakanlıklarından yapılan açıklamalarda, Irak yönetimine, anlaşmayı kabul etmesi, aksi takdirde karşı olduğunu açıkça söylemesi çağrısında bulunulmuştu.
Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Robert Wood, ”Zamanımız tükeniyor. Kapı kapanıyor. Iraklılar için karar verme zamanı geldi” diyerek Washington yönetiminin esaret anlaşması konusunda daha fazla beklemek istemediğini açıkça gösteriyordu.
Bu arada Pentagon, İran’ın işgalci ABD ile işbirlikçi Irak hükümeti arasında imzalanması planlanan sözde güvenlik anlaşması konusunda uzlaşmaya varılmasını engellemeye çalıştığını ileri sürüyordu.
ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice, esaret anlaşmasının bu yıl imzalanması gerektiğini söylüyordu. Amerikan askerlerinin BM’nin tanıdığı sürenin dolmasından (31 Aralık 2008) sonra Irak’ta kalışlarının statüsünü belirleyen anlaşma önem arz ediyordu.
SOFA; Irak’a sömürge statüsü tanıma anlaşmasıydı
Sonunda, Irak ile ABD arasında imzalanan güvenlik anlaşması, tam anlamıyla ABD’lilere sömürge gücü yetkileri verilmesini öngörüyordu.
Buna Irak Bölgesel Kürt Yönetimi Başkanı Mesut Barzani’nin Washington ziyareti vesilesi ile oldu. Barzani’nin SOFA için Washington’a geldiği gün gibi aşikârken, hala Türk basınında asıl konunun PKK olduğunu yazmaktan çekinmeyenler mevcuttu.
Tüm ABD varlığı korunacaktı
ABD’nin Irak’ta BM kararıyla varlığı Aralık sonunda bitiyordu. Bu varlığın uzaması iki şekilde mümkündü. Ya BM kararı uzatılacak ya da ABD ile Irak arasında bir anlaşma yapılacaktı. Bu anlaşma elbette sadece askeri varlığı değil, bu askeri varlık da dahil olmak üzere Irak’taki ABD varlığını, bu varlığın hareket alanını, yetkilerini, ABD’ye çalışan paralı askerlerin hukuki statüsünü de içeriyordu.
Obama’da bu anlaşmayı uygulayacaktı
ABD açısından eğer anlaşma 20 Ocak’tan önce tamamlanırsa, yeni başkan Obama’nın bu anlaşmaya müdahale etme şansı olmayacak ve yeni başkan anlaşmaya uymak zorunda kalacaktı. Anlaşma imzalandığı için 31. Maddesi uyarınca, yeni başkan istese dahi 1 yıldan önce asker çekme yetkisi olmayacaktı. Şimdiki taslak anlaşmanın iptali için bile 1 yıl önceden yazılı uyarı şart koşuluyordu. Dahası da var: Anlaşmanın şartlarının değiştirilmesi için her iki tarafın da onay vermesi ve alınacak kararın her iki devletin anayasasına uygun olması gerekiyordu. Ancak şu ortamda Iraklıların anlaşmayı imzalamama ihtimali zaten bulunmuyordu.
ABD, Irak hava ve deniz sahasında tam egemenlik sağlamıştı
Şimdiye kadar SOFA ile ilgili öne çıkan konular asker çekme şartları ve takvimi ile ABD askerleri ile paralı askerlerin yasal dokunulmazlıklarıydı. Ancak ABD’nin çıkarına olabilecek ve sömürge şartlarını aratmayacak maddeler de vardı. Bu maddeler Irak’ın egemenliğini neredeyse tamamen yok saymaktaydı. Anlaşmanın detaylarına gelince: Yine burada daha önce bahsettiğimiz gibi ABD’liler hava sahası konusunda da tam anlamıyla bir tahakküm kuruyorlar: Sadece ABD uçakları değil, ABD tarafından onaylanmış sivil uçaklar da hava sahasını kullanma, yakıt alma, iniş yapma ve bunları yaparken de herhangi bir ücret ödememe gibi haklara sahip oluyordu. Bu uçaklar Iraklılar tarafından ne durdurulabilir ne de aranabilirdi. Aynı haklar ABD gemileri ve Pentagon’la anlaşma yapan sivil gemiler için de geçerliydi.
Irak’ın arama ve dinleme hakkı elinden alınmıştı
Irak ABD güçlerine kendi muhaberatını sağlaması için ücretsiz olarak telsiz frekansları ayırmakla yükümlü tutuluyordu. Ayrıca hem askeri hem de sivil personelin Irak’a girmesi için ABD tarafından verilmiş bir kimlik kartına sahip olması yeterli sayılıyor ve bunun dışında bir şey sorulamıyordu. ABD güçlerinin ve yüklenicilerinin Irak’a getirmek istediği talim ve hizmet amaçlı malzemelerin aranması ya da malzemelerin lisanslarının sorulması tamamen yasaklanıyordu. Buna kişisel malzemeler ya da tüketim malzemeleri de dahil ediliyordu.
Talabani, bu aşağılık anlaşmayı meşru gösterme çabasındaydı!
Irak Devlet Başkanı Celal Talabani, Washington yönetimiyle yapılan güvenlik adı verilen anlaşmanın, ABD’nin Irak’ın komşularına sınır ötesi operasyon düzenlemesini engellemek için önemli olduğunu iddia ediyordu. Irak Devlet Televizyonu’na yaptığı açıklamada, güvenlik anlaşmasının ”kendi istedikleri biçimde” kabul edilmesi durumunda, ülkesinin, ABD’nin Suriye’ye düzenlediği türden saldırıları durdurabileceğini ileri sürüyordu. Ancak Irak hava sahasının kontrolünün şu an için Bağdat yönetiminde olmadığını ifade eden Talabani, eğer hava sahasının kontrolü kendi ellerinde olsaydı, ABD’nin sınır ötesi operasyonunu engelleyebileceklerini savunuyordu. Amerikalı ve Iraklı yetkililer, ABD askerlerinin ne yaparlarsa yapsın yargılanmayarak 2011’e dek Irak’ta kalmalarını içeren anlaşmayı sonunda kabul ettiriyordu. Irak Ulusal Güvenlik Danışmanı Muvaffak El Rubaiye, yaptığı bir açıklamada, ABD askerlerinin, BM’nin tanıdığı sürenin (Aralık 2008) dolmasından sonra Irak’taki mevcudiyetlerinin statüsü belirleyen SOFA (Status of Forces Agreement) anlaşmasında, ABD askerlerinin, Irak topraklarını kullanarak komşu ülkelere operasyon düzenleyemeyeceğine ilişkin gayet açık bir madde bulunduğunu savunuyordu. Oysa ABD, Irak topraklarından Suriye’deki bir köye hava saldırısı düzenlediği saldırıda 8 sivilin katledildiği unutturuluyordu.
ABD’nin tutuklama ve gözaltı hakkı korunacaktı!
Pasaport yerine Irak’a girip çıkacak Amerikalılara bir de ehliyet ve ruhsat serbestisi getiriliyordu. Aynı şekilde ABD’nin verdiği ehliyetler ve iş yapma ruhsatları herhangi bir Irak müdahalesi, kontrolü ya da sınavı olmaksızın ve ekstra ücret ödemeksizin Irak’ta kullanılabilmeleri sağlanıyordu.
Yine anlaşmaya göre ABD güçlerinin Irak makamlarından izin almadan gözaltına alma ve tutuklama hakkı “askeri operasyon” istisnası ile korunuyordu. Halen Irak’taki cezaevlerinde bulunan 18.000 kişinin kimlik bilgilerini dahi Irak’a vermeyen ABD, anlaşmanın yürürlüğe girmesi halinde halen bu tutukluların isim listesini ve tutuklular hakkındaki bilgiyi Iraklılara vereceği söyleniyordu. Tutuklular süreç içinde ABD’nin şartları ABD tarafından belirlenmek üzere, ABD’nin takdir ettiği şekil ve zaman ayarlaması ile serbest bırakılabilecek ya da Iraklılara teslim edilecek umutları hala sürüyordu.
[1] Ali Bulaç / Zaman
[2] Abdülkadir Özkan / Milli Gazete

CÜBBELİ AHMET “BEL’AM”CIK’I VE MAHMUT EFENDİ YAKINLARINA UYARI!
FETULLAH GÜLEN DOSYASI
FİLİSTİN’DE; BÜYÜK BAYRAMIN BÜYÜLÜ BAŞLANGICI VE ZEKİ GEÇKİL’İN ŞARLATANLIĞI
Dünyanın Fikri Değişimi Türkiye’den, FİİLİ DEĞİŞİMİ İSE FİLİSTİN’DEN BAŞLAMIŞTIR!
FİLİSTİN’DE; BÜYÜK BAYRAMIN BÜYÜLÜ BAŞLANGICI VE ZEKİ GEÇKİL’İN ŞARLATANLIĞI
OĞUZHAN ASİLTÜRK’ÜN ERBAKAN’A İFTİRALARI
DİKKAT!? Soysuzların Soytarılığı!
DİKKAT!? Soysuzların Soytarılığı!
KUR’AN’A TERCÜMAN, OLDUM KOVULDUM! (ŞİİR)
KUR’AN’A TERCÜMAN, OLDUM KOVULDUM! (ŞİİR)
Milli Çözüm, yaşam sürdüğümüz şu dünya hayatında gerçekleşen hadiseleri doğru anlamanın ve uyanık kalmanın tüyoları…
Özgür Özel, hapishanede bulunan İBB başkanı Ekrem İmamoğlunun yaptığı mitinglerle sesinini duyurmaya çalışıyormuş gibi görünürken…
"Başbakanlar, başbelasıdır bozuk düzende! Gizli gerçek hükümet, mason localarıdır Siyonist merkezler ise akıl hocalarıdır Amerika…
Sırtlanlar sadece, vergi yükler sırtlara BOP IMF görevlisidir, fatura hep yurttaşa Milli Görüş bereketle, zam…
Öyle anlaşılıyor ki hem CHP’de hem AKP’de hem de diğer muhalefet mahfillerinde, hâlâ en korkulan…
Bir toplumda iki sınıf vardır ki onlar bozulursa bütün toplumda ifsat olur bunlar yöneticiler ve…
"CHP’nin marazlı masonik takımı Kılıçdaroğlu’na karşıydı. Çünkü Kılıçdaroğlu, “Kirli, kiralık ve münafık cephenin” değil, “Milli ve duyarlı cephenin” yanındaydı.…
MİLLİ GÖRÜŞ - MİLLİ ÇÖZÜMDEN GAYRİSİ HAİM NAHUM DOKTRİNİN UYGULAYICISIDIRLAR. KİM DAHA İYİ UYGULAYACAKSA SİYONİZM…
Bugünlerde terörist başı bebek katili cani'nin ayağına gitmek için can atanların böylesine bir ihanete nasıl…
Anlaşılan amaç Özel'i bir şekilde aday yaptırıp tekrar kolaylıkla iktidarı sürdürmek. Tabi bu hizmet! falan…