7-8 Ağustos tarihlerinde Diyarbakır’daki, BDP’nin 700 kişilik üst kurul delegelerinin katıldığı kongrede, “Demokratik özerklik ilanı” tartışmaları, PKK’nın bağımsız Kürdistan talebine resmiyet ve aleniyet kazandırmak için yapılıyordu. İşte AKP’nin açılım projelerinin de, anayasa paketinin de aslında PKK’nın Bağımsız Kürdistan heves ve hedeflerine bir nevi taşeronluk hizmeti olduğu ortaya çıkıyordu. Bu nedenle referandum sonrası süreç için haklı olarak endişe duyuluyordu. AKP “Demokratikleşme, özgürleşme, vesayet rejimini değiştirme” gibi yaldızlı laflarla asıl amaçlarını saklıyor ve sürekli toplumu aldatıyordu.
AKP Dubai Anlaşmasını gizliyor ve halkımıza yalan söylüyordu
AKP Türkiye’nin Irak’a tek taraflı müdahalede bulunmaması hususunun, Türkiye ile ABD arasında 22 Eylül 2003’te Dubai’de imzalanan hibe anlaşmasının ön koşulu haline sokulmadığını ve Türkiye’nin, bu anlaşmayla tek taraflı müdahale konusunda bir taahhütte bulunmadığını belirtiyordu.
Oysa gizli denilen anlaşmayı ABD saklamıyordu. Söz konusu anlaşmanın Amerikan Hazine Bakanlığı İnternet sitesinde ayan-beyan yayında olduğu anlaşılıyordu.
Gerçekten de sitenin arşivinden 22 Eylül 2003 yılı kayıtlarına girdiğinizde anlaşma metni karşınıza çıkıyordu:
“The two conditions are: (1) Turkey is implementing strong economic policies; and (2) Turkey is cooperating with the United States in Iraq.”
Orada da görüldüğü gibi Türkiye’ye 8.5 milyar dolarlık kredi verilmesi karşılığında, bu anlaşmanın iki şartı olduğu belirtiliyor ve o zaman “Güçlü Ekonomi Programı” denilen Kemal Derviş politikalarına devam edilip aksatılmaması ve Türkiye’nin ABD’nin Irak operasyonlarında yer almaması veya Irak’a yönelik askeri bir operasyonda bulunmaması şart koşuluyordu. Tabii bu husus nispeten diplomatik bir dille ifade ediliyor:
“Türkiye, Amerika Birleşik Devletleri ile Irak’ta işbirliği içerisindedir. ABD’nin Irak’taki barış ve istikrar operasyonlarına Türk askeri katkısı, Türk işbirliğinin belirlenmesi için gerekli bir şart değildir” deniyordu.
ABD Hazine Bakanı John Snow da anlaşmadan sonra bir açıklama yaparak, söz konusu iki şartı alenen tekrarlıyordu. Demek ki AKP resmen yalan söylüyordu. Daha sırada Abdullah Gül’ün Dışişleri Bakanı iken Powell ile imzaladığı iki sayfalık, dokuz maddelik gizli anlaşma vardı. O anlaşma daha ağır hükümler içeriyordu.
Moiz Kohen TAKİNALP Hahamının “Müslüman Türkleri ismen ve resmen değil, ama fikren ve fiilen Yahudileştirmek” adına giriştiği Türkçülük tahribatının, “Türkiye Türklerindir” şeklinde logosuna yansıtıldığı ve Türkiye’nin Yahudi asıllı sabataistlere – Beyaz Türklere ait olduğunun hatırlatıldığı ve İnönü döneminin en meşhur zenginlerinden Yahudi BURLA BİRADERLER’ce paranın en kıymetli zamanında Sedat Simavi sabataistine bir milyon yedi yüz bin lire vererek, Kur’an inancı ve İslam ahlakı aleyhine yayın yapmak şartıyla destek çıkıldığı Hürriyet Gazetesinden Ertuğrul Özkök’ün…
Ve yine Kuvayı Milliye’ye, yani Milli Mücadele birliklerine, hiçbir işe yaramayıp atılacak kadar çürük ve eski malzemeyi, çok pahalı fiyatlara yeni ve sağlam mal diye satıp milyonlar kazanan; ve bu sahtekârlık ve soysuzluğun Meclise taşınıp tartışılması üzerine Atatürk’ün kendisini çağırtıp:
“Sen benim ve Milletimin şerefiyle oynuyorsun. Hangi hain Yahudi şirketini araştırsak arkasından sen çıkıyorsun. Sen Cumhuriyet isimli bir gazete çıkarmaya layık bulunmuyorsun, şimdi defol!” Diyerek kapatılan ve altı-yedi ay sonra el ayak öpülerek tekrar açtırılan Yunus Nadi’nin Cumhuriyetinden Orhan Bursalı’nın:
“Kürtlere soralım. Türklerle birlikte yaşamak istemiyorlarsa, ayrılmalarına ve sonuçlarına katlanmalarına fırsat tanıyalım ve Federasyon dahil her şeyi oturup konuşalım…”
Teklifleri bu güne kadar AKP’ye karşı sözde üniter devleti savunan ve açılımlara karşı çıkan sahtekârların hem tiyniyetini hem de hıyanetini ortaya koymuştu.
Fetullahcı Zaman Yazarı Bejan Matur ise özetle: “ Elbette hiç kimse birlikte yaşamaya zorlanamaz. İnsanlara herhangi bir şeyin zorla dayatılması savunulamaz. Türklerle Kürtlere bu zoraki birlikteliği dayatan Cumhuriyet politikaları artık bırakılmalıdır. Ama bu yöndeki teklifler, Ertuğrul Özkök’ün kırıcı ve Kürtlere yukarıdan bakıcı tavrıyla değil, daha ılımlı ve insancıl şekilde yapılmalıdır.” Diyerek, ülkemizin ve milletimizin parçalanmasına değil, bunun yapılış tarzına karşı çıkarak tam bir münafıklık sergiliyordu.[1]
“İslam’ın iman ve ahlak düsturları yeterlidir, Kur’an’ın şeriat ahkâmı ve zulme karşı cihat çağrısı çokta gerekli değildir” diyerek, Siyonist ve emperyalist sömürü düzenine uyumlu ve ılımlı bir din uyduran Fetullahçıların bu safsatasını Türkiye’de ilk defa CHP’li Başbakan Şemsettin Günaltay gündeme getiriyor ve şöyle diyordu:
“Kur’an’ı ikiye ayırmamız; Mekke’de nazil olan iman ve dua ayetlerinden ibaret bulunan kısmı almamız, ama Medine’de nazil olan ve hayatı düzenleyen hükümler taşıyan kısmını bırakmamız gerekiyor.”[2]
Evet, Mecliste ilk ve ortaokullarda Din dersi okutulmasını Atatürkçülüğe aykırı bularak itiraz eden Behçet Kemal Çağlar’a, CHP’nin insaf ve iz’an sahibi Başkanı Hasan Saka’nın:
“Ben yirmi beş sene Mustafa Kemal’in arkadaşlığını yaptım ve onu sizden çok daha yakinen tanırım. Sizin zan ve iddia ettiğiniz gibi, Mustafa Kemal Paşa asla dinsiz değildi ve dini kaldırmak istemiyordu. Onun yegâne arzusu taassubu kaldırmaktı, dinin istismarına ve hurafe katılmasına karşı çıkıyordu.”[3] Sözlerini herkese hatırlatmak gerekiyordu.
Mustafa Kemal’in vefatı üzerine kaleme aldığı bir yazıda: “Atatürk öldü ise başımızda Stalin ve İnönü vardır.” Diyerek sevinen Falih Rıfkı Atay’ların, Atatürk kovduğu için korkusundan Amerika’ya kaçan ve ancak öldükten sonra tekrar kapağı Türkiye’ye atan Ahmet Emin Yalman gibi sabataist şarlatanların bugünkü şakirtleri hem ulusalcı hem de İslamcı medyada, artık Türkiye’nin parçalanması için paslaşıyordu. İşte Ertuğrul Özkök’ün köksüzlüğü:
“Türk tarafının elindeki tek koz!” neymiş?..
Türkiye, tarihinde ilk defa Kürt meselesini en çarpıcı ve en gerçekçi biçimde tartışıyor. Diyorum ki, artık zamanı gelmiştir. Şarkı söylemenin zamanı da gelmiştir, farklı söylemenin zamanı da…
Kaderin cilvesine bakın ki, farklı şeyi söyleme cesaretini bugün, Türkiye’de üniter devletin en muhkem kalelerinden biri olan “Cumhuriyet” Gazetesi’nin bir yazarı gösterdi. Orhan Bursalı bakın ne diyor:
“Türk tarafının elinde tek koz var: Kürtlerin çoğunun ayrılmayı isteyip istemediği. Çünkü doğal veya anormal, tüm ayrılıkların, herkese bir faturası olacaktır. Bu nedenle, bu kozun güçlendirilmesi gerekir.” Cumhuriyet Gazetesi’nin yazarı açık açık, “Ayrılma kozunu, Türklerin ve Kürtlerin önüne koyalım” diyor. “Cumhuriyet” Gazetesi’nin bir yazarı bunu söyleyebiliyorsa, bütün Türkiye söyleyebilir. Haydi gelin ağzımızı alıştırmak için hep birlikte soralım:
“Türklerle Kürtler birlikte yaşamak zorunda mıdır?”
Eğer bu ortak iradeyi gösterip yaşayabileceksek, tabii ki yaşayalım. Tabii ki hem Türkler, hem Kürtler için en iyisi budur.
Ama yaşayamayacaksak? Yaşayamayacaksak, artık adını koyalım.
Bakın Özal 20 yıl önce “Federasyon dahil her şeyi konuşmalıyız” dediğinde yer yerinden oynamıştı. Şimdi bu soruyu soruyoruz, yer yerinden oynamıyor, yaprak bile kımıldamıyor. Demek ki, 20 yılda mesafe kat etmişiz.
Anayasamız üniter devleti vazgeçilmez şart olarak önümüze koyuyor.”[4]
Ertuğrul Özkök, “Gelin Türkiye’nin parçalanmasını engelleyen bu anayasayı değiştirelim ve ilk adım olarak AKP’nin bu değişiklik paketine “EVET diyelim” demeye getiriyordu.
Bu arada: “Turkey in the 1960’s and 1970’s Through the Reports of American Diplomats’- (60’lı 70’li Yıllarda Amerikan Diplomatlar’ın Raporlarıyla Türkiye) adlı kitapta 1965 yılında kaleme alınan “Güneydoğu Türkiye’ye Seyahat (Kürdistan) başlıklı raporda yer alan bir kehanet de dikkat çekiyordu. Barzani (Molla Mustafa Mesut Barzani’nin babası) Irak’ın kuzeyindeki Kürt bölgesinde bir otonomi tesis etmeyi başarırsa Türkiye’deki ayrılıkçı Kürt hareketi canlanacaktır(!)”[5] diyordu.
Bu karanlık odaklar kimdi? İsrail mi, ABD mi, AB mi, komşu ülkeler mi?
Fetullah Gülen, son terör saldırılarıyla ilgili taziye mesajında: bunun ‘daha önce defalarca görülen karanlık oyunların bir yenisinin sahneye konulmasından ibaret olduğunu’ söylüyordu.
Gülen, “Milletimizin yapması gereken, meydana gelen üzücü olayları, çirkin emelleri için kullananların kışkırtmalarına gelmemek; insan hakları ve demokratik alandaki kazanımlarımızı kaybettirecek düşünce ve hareketlere prim vermemektir.” ifadelerini kullanıyordu.
“Buna karşı ortaya konulacak çözüm önerilerinin, bu karanlık olayları planlayanların amaçlarına hizmet etmeyecek şekilde olması zaruridir. Terörden olduğu kadar, darbelerden ve olağanüstü hallerden de canı çok yanan insanımız, hainlere en güzel cevabı sağduyu, dostluk ve kardeşlik mesajları verecektir”[6] diyordu.
Ama her nedense Fetullah Gülen, aynen Başbakan ve Cumhurbaşkanı gibi, bu “karanlık odakların” ismini bir türlü koyamıyor. Bunlar İsrail mi, ABD mi, AB mi yoksa bazı komşu ülkeler mi? Olduğunu söylemeye imanları ve cesaretleri yetmiyordu.
PKK’nın siyasi kanadı olan BDP Eş Başkanı Gültan Kışanak, aynen Fetullah Gülen ağzıyla: “Kürt sorununun çözümü için kesinlikle demokratik girişimlerin denenmesini, askeri operasyonların ve OHAL’ın uygulanması durumunda Türkiye’nin felakete sürükleneceğini” söylüyordu.
BDP’den: “Çözüm bulunamazsa, çatışma süreci kaçınılmaz” tehditleri!
Gültan Kışanak, artan terör olaylarını ‘gerçek bir açılım yapılmamasına’ bağlıyor, sağduyu ve aklıselim ile soruna acilen çözüm bulunmaması halinde 1990’lı yıllardaki gibi çatışma sürecinin kaçınılmaz olacağını söyleyip Türkiye’yi tehdit ediyordu.
MHP lideri Devlet Bahçeli’nin ‘çözüm önerilerine’ tepki gösteren Kışanak, “Bu yaklaşımla ancak çeteler, Jitem’ler türer.” yorumunu yapıyor, CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun ‘Kan kanla yıkanmaz.’ sözüne ise destek veriyordu.[7]
Bu arada Zaman yazarı ve ABD yalakası Ali Bulaç ta, yine BDP ağzıyla şunları söylüyordu:
“Sorunun toplumsal boyut kazanmasının orta vadede karşımıza çıkarması muhtemel iki tehlikeli gelişme söz konusu: Biri, sorunun ayrışmalara ve giderek çatışmalara dönüşme istidadı kazanması, diğeri Hakkâri bölgesinden başlayarak sivil yerleşim birimlerinde Filistin benzeri bir ‘Kürt intifadası’ olarak halkı devletin güvenlik kuvvetleriyle karşı karşıya getirmesi. Taş atan çocukların giderek artan sayısı ve hâlâ bu konuyla ilgili bir düzenlemenin yapılmamış olması, PKK’nın geliştirdiği “dağlarda gerilla, yerleşim birimlerinde çocukların öncülüğünde halk ayaklanması” şek<linde özetleyebileceğimiz doktrine elverişli zemin hazırlamaktadır.”[8]
Aynı yazısında Ali Bulaç: “Bazıları da akla ziyan önerilerde bulunup “sınırlarımızın değiştirilmesi”nden bahsediyor. Bu da bizi bambaşka bir badireye, hatta bir savaşa itme potansiyeli olan fikirdir. İran’la sınırlarımızda bir düzeltme yaptığımız doğrudur, ancak 1639’dan bu yana istikrarlı olan sınırda düzenleme yapmayı gerektiren konu ve İran’la ilişkimizin mahiyeti başka, Kürt sorunu, Kuzey Irak Kürt Yönetimi ve Irak’ı işgal ederek ‘komşumuz olan ABD’yle olan ilişkilerimiz başkadır. Bizi bu badireden çıkaracak olan feraset ve basirettir” sözleriyle;
- Kuzey Irak’a müdahalenin Amerika’ya yapılmış sayılacağını, çünkü Irak’ın Amerikan kontrolünde bulunduğunu belirtiyor.
- Dolayısıyla, PKK’nın Amerika tarafından kollanıp kışkırtıldığını da itiraf ediyordu.
- Ve böylece “Akdeniz’de İsrail’i otorite sayan Fetullah Gülen” gibi, Ali Bulaç ta Irak’ta Amerika’yı izin alınması ve rızasına uyulması gereken otorite saymak zilletine düşüyordu.
Ve zaten Kürt kökenli Kamran İnan bile, aslında ABD’ye tapınmak derecesine hayranlık duyan ve ABD’ye kafa tutmayı nankörlük sayan birisi olmasına rağmen, PKK’nın arkasında Amerika’nın bulunduğunu söylemekten çekinmiyordu.
Soru: O zaman PKK’nın arkasındaki o büyük güç Amerika olabilir mi?
K. İnan: “Amerika başından beri bu işi himaye ediyordu, ama neden? Bize güvenmediği için… Yoksa Amerika istese Kuzey Irak’ta olaylar 24 saatte biter. Ama Amerika’nın bize güveni kalmadı. 1 Mart tezkeresine kadar Ortadoğu’daki ekseni, İsrail artı Türkiye idi. Ondan sonra İsrail artı Büyük Kürdistan oldu. Son olaylar ise malum! New York Times’ta 27 Mayıs tarihli bir makalede; “Türkiye gibi genç demokrasilerin Amerika’ya sırt çevirip, seçimi bile hileyle alan, insanları idam eden, ‘İsrail’i haritadan sileceğim’ diyen Ahmedinecad’la kucaklaşmaları kendileri için yapılabilecek en büyük ayıptır” deniyor. Buna lüzum var mıydı? Gazze için yapılanlar doğrudur, ama Sudan’da 350 bin insan yok edildi. Onlar için neden ayağa kalkmadık?”[9]
“Çoluk çocuk şımarıklığı” denilen iç savaş provaları!
Hiç çarpıtmadan gerçeği görmek gerekiyordu. PKK, 5 bin silahlı gücü, ağır silahları, yerleşkeleri, sağlık tesisleri, enerji santralleri, eğitim bölümleri, büyük ve kirli para kaynakları, lojistik kanalları, televizyonu, radyosu, basılı yayınları, Avrupa’da, ABD’de temsilcileri olan bir yaygın örgüt konumundaydı ve süper güçlerin kontrolü altındaydı. Birçok ülkenin gizli servisiyle başta CIA ve Mossad’la bağlantıları vardı.
Kendi adına kullandığı başka şiddet örgütlerinden de destek alıyordu. Dağlarda köylü yandaşlarından, kasabalarda, kentlerde milislerinden, sivil uzantılarından destek veriliyordu. Üstelik Ortadoğu’nun en büyük Kürt nüfusu Türkiye’de bulunuyordu. Örgüt o nüfusla “aidiyet” örtüşmesi oluşturmak çabasında maalesef başarılı oluyordu. Arkasındaki büyük güçler ve siyonist merkezler de işini kolaylaştırıyordu. Bu çok yönlü ve büyük bir sorundu.
Ama, başka bir “büyük sorun” göz ardı ediliyordu. O da, BDP tarafından sokağa salınan, eylem koyan, ergenlik-gençlik arası çağdaki çocuklar, maalesef hafife alınıyordu. Bunlar PKK’nın milis ağının kontrolü dışında sanılıyordu. “Hiçbir yerden talimat almıyorlar, sadece taş atarak başladılar… Macera ve özenti psikolojisi içinde davranıyorlar” diyenler yanılıyor veya kasıtlı olarak potansiyel bir tehlikeyi gizliyordu. Çünkü bu eylemler Türkiye’yi ciddi sokak çatışmalarına sürüklemeyi amaçlıyordu. Her eylem karşı eylemcilerini üretiyordu. Türkiye, açıkça bir iç savaşa sürükleniyordu. Daha sonra patlak veren İnegöl ve Dörtyol olaylarını bu süreç tetikliyordu.
‘ABD, Türkiye’ye karışık sinyaller göndermekteydi!’
ABD’de yayımlanan Politico gazetesinde yer alan bir yazıya göre, ABD’nin eski Ankara Büyükelçisi Eric Edelman, Amerikan yönetiminin İran konusunda Türkiye’ye “karışık sinyaller” gönderdiğini söylüyordu.
Gazetedeki Laura Rozen imzalı yazıda, “Türkiye-İsrail ilişkileri bozuldukça, ABD Başkanı Barack Obama yönetiminin çıkmaza girdiği” yorumunda bulunulmuştu. Kongre üyelerinin, “özellikle Gazze yardım gemilerine yönelik son saldırının ardından Türk yetkililerin İsrail karşıtı söylemleri ile BM Güvenlik Konseyi’nde İran’a yeni yaptırımlara ‘hayır’ oyu vermesi nedeniyle Türkiye’nin bedel ödemesi gerektiği” yönündeki sözleri hatırlatıyordu. ABD’nin eski Ankara Büyükelçisi Edelman da Politico’ya yaptığı açıklamada, “Obama yönetiminin içinde bulunduğu zor duruma” işaret etti ve “Bana kalırsa, şu ana kadar ele alınmayan temel sorun şu; Türkler bu aşamada bizim onlara, onların bize ihtiyaç duyduğundan daha fazla ihtiyacımız olduğunu düşünüyor” diyordu.
İşte bu yüzden Türkiye’ye bir gözdağı verilmesi ve bu maksatla NATO’dan çıkarılmakla tehdit edilmesi gerektiği konuşuluyordu.
İsrail’in iktidardaki Likud Partisi’ni destekleyen Ortadoğu Forumu’nun (MEF) tartışmalı direktörü Daniel Pipes ise National Review’ün internet sitesinde JINSA’nın Ankara’nın NATO’dan çıkarılması yönündeki çağrılarını yineliyordu. Bunun anlamı; Türkiye’nin Irak ve Afganistan gibi işgale uğrayabileceği, uyarısı yapılıyordu. Zaten ünlü Amerikalı Gazeteci Seymund Hears 1993’te yazdığı, Medeniyetler Çatışması Kitabında: “Türkiye AB hayaliyle oyalanadursun, Türkiye’nin NATO’dan bile çıkarılması için hazırlık çalışmaları başlatıldığını” yazıyordu!
Referandum “Kürtlere Özerklik” oylamasına dönüşürse!..
“AKP’nin Anayasa mücadelesi ve Gazze işinin altından Güneydoğu’ya “özerklik” çıkacağı “paranoyasına” kapıldım” diyen Müyesser Yıldız haklıydı:
AB ve ABD, Kürt kökenli insanlarımız için en başından beri “azınlık” hakları talep ediyor. Öte yandan tüm global raporlarında, “Kürt ulusunun dünyadaki devletsiz en büyük ulus” olduğunu, o “ulus”un en büyük parçasının da Türkiye’de yaşadığını anlatıyorlar.
Bakın geçenlerde ülkemizde ağırlanan, Erdoğan’la “sıcak diyalog”lar yapan “Güney Kürdistan Başkanı” Barzani nasıl bir üslup kullandı?.. Ağzından bir kez Türk Milleti ifadesi çıkmadı, “Türkiye halkı, Türkler” dedi. Buna karşılık bolca, “Biz Kürt milleti… Kürt milletinin desteklenmesi” vurgusu yaptı!..
Başbakan Erdoğan ve Barzani’nin görüşlerinin başka konularda da örtüştüğü görüldü.
Türkiye ziyaretinde Barzani de, “PKK’nın davranışlarından ben sorumlu değilim. 100 bin peşmergemiz var, doğru. Ama Türkiye’nin 1 milyon askeri ve güvenlik gücü var. Türkiye kendi sınırlarını koruyabiliyor mu?” sorusunu sordu. Üstüne üstlük, “Türkiye’den, Irak’a terörist geçişlerini engellediği” için Ankara’ya teşekkür etti. Barzani TRT-Türk ekranından, “PKK liderlerinin teslim edilmesi konusunun asla müzakere edilmediğini” da resmen duyurdu!..
Bir vakitler DTP öncülüğünde, “Öcalan siyasi irademizdir” kampanyası yapılıp toplandığı öne sürülen milyonlarca imza BM’ye gönderilmişti. Sahi o imzalar BM’de nasıl bir işlemden geçirilmişti?
Yine Başbakan Erdoğan, Sivas’tan öte hat çekmişti… DTP-BDP’li Pervin Buldan mahalli seçimlerden sonra, “Kürdistan’ın sınırlarını çizdiklerini” söylemişti.
DTP-BDP’li belediyeler uzun süredir zaten “özerk” gibiydi. Şimdilerde bunu “resmileştireceklerini” ilan etmişlerdi.
Gül, Erdoğan ve iktidarın diğer sözcüleri, “Ne pahasına olursa olsun Kürt açılımını sürdürme” kararlılığını yinelemekteydi.
Bir de KCK iddianamesinden, “DTP’lilerin, dönemin Adalet Bakanı, (şimdinin TBMM Başkanı) Mehmet Ali Şahin’le yaptığı bir görüşme dikkat çekmekteydi”. Şahin, “Bazı konularda bazı şeyler yapmak istiyoruz, ama durumları da biliyorsunuz” diyerek biraz beklemelerini önermişti.
Ve Bahçeli gibi bir ismin, “Terör, alan hakimiyetini arttırıyor” sözünü telaffuz etmesi ilginçti!..
Tüm bunları alt alta koyduktan sonra, raportör Osman Can’ın, “Anayasa Mahkemesi kararını tanımayalım” önerisi ve iktidarın bu konudaki tutumu çerçevesinde soralım:
Acaba birileri, Doğu-Güneydoğu’da sandık koyup, “özerklik” referandumu yaptırırsa ve o sandıktan bir şekilde “evet” oyu çıkartırsa ne olacaktı?
OHAL ve Sıkıyönetim mi uygulayacaktık, yoksa askeri operasyonları mı yaygınlaştıracaktık?
İyi de şimdi Çankaya’da, Dışişleri Bakanı iken, “Özgürlüklerden geri gidemeyiz. OHAL ağza alınacak şey değil” görüşünü savunan,
Daha geçenlerde beraberinde Kazakistan’a götürdüğü BDP’li Şerafettin Halis’e, “Devlet cephesinden de bazı kesimler operasyon yapılmasını istemiyor. Doğrusu asker de operasyon yapmaya çok istekli görünmüyor” dediği öne sürülen bir “Başkomutan” (Cumhurbaşkanı) vardı!..
Ya Erdoğan? RP İstanbul İl Başkanıyken ve ABD Büyükelçileriyle sıkı-fıkı iken 2. Cumhuriyet tartışmaları kapsamında “Bazı grupların, örneğin Kürtlerin ayrılık isteğinde bulunma” ihtimali için “Onun kararını halk verecek. Bu durumda belki Osmanlı eyaletler sistemi benzeri bir şey yapılabilir” demiş bir başbakan bugün Güneydoğunun özerkliği için Anayasa referandumundaki gibi, “Millet ‘Evet’ diyorsa, ona da kimse hayır diyemez” şeklinde okumak lazımdı.
Abdullah Gül, Abdullah Öcalan, Mir Dengir Fırat, Emine Ayna ve Osman Can’ın buluştuğu ortak bir nokta vardı; Hepsi de 1921 Anayasa’sının en “özgürlükçü” Anayasa olduğuna inanıyor ve bunun uygulanmasını istiyordu. T.C.’nin kuruluşu öncesine ait bu Anayasa’da ne mi vardı?
- “Türkiye Devleti’nin dini İslam’dır” maddesi…
- Bir de, “eyaletlere özerklik”!.. maddesi bulunmaktaydı…
Oysa bu maddeler 1921 anayasasına yerli ihtiyaçlar ve milli amaçlar için koyulmuşlardı. Ama şimdi Sevr’in uygulanması ve milli birlik ve dirliğimizin parçalanması için istismara çalışılmaktaydı.
Sözde demokratik eylemler, söylemler, hukukla mücadeleler… Her yol adeta bu zemini hazırlamaya çıkıyordu. Ama sanki “zamanlamada” bir anlaşmazlık yaşanıyordu. Birileri, “Aman, seçime kadar dayanalım” mesajı veriyor, diğerleri ise sanki “seçimde ne olur, ne olmaz?” düşüncesiyle, “Hemen, şimdi” diyordu!..[10]
Peki, Türkiye çaresiz miydi?
Hayır, çare vardır ve Adil Düzendir. Zulmün, “zalim dünya düzeni”nin ve “terör”ün gücü nerden geliyor? Birincisi: İsrail oğullarının dolarları ABD ordusunu güçlü kılıyor… İkincisi: ABD ordusu da doları dünyanın tek parası hâline getiriyor…
Dünyayı ve ülkemizi terörizme boğan, insanlığı zulüm içinde inleten bu güce son vermenin iki yolu var: Dünyadaki “zalim düzen ve terörizmi” sona erdirmek üzere bunların ana sermayesi olan doları ortadan kaldırmak için ABD ordusunu ortadan kaldırmak veya ikinci yol olarak ABD ordusunu ortadan kaldırmak için doları ortadan kaldırmak…
Bir şeyi ortadan kaldırmak için de önce onun alternatifini getirmek gerekiyor.
Hak gelmeden bâtıl zâil olmuyor, olamıyor… Hak önce gelmeli; sonrası kolay…
ABD silahlı gücü, dünya silahlı güçlerine karşı her bakımdan hakim durumda. Bu gücün dünyadaki hava ve deniz üstünlüğü “para/dolar”a dayanır. Bu para/dolar da geçmişte olduğu gibi günümüzde de ABD’de var. Demek ki ABD “para/dolar” sayesinde dünya hava ve deniz hakimiyetinin sahibidir; dolayısıyla dünyadaki tüm ekonomiye de hakimdir.
Mesela, İran hep olduğu üzere bugünlerde de dünya siyasetinin gündeminde ya; şöyle düşünelim ve sorumuzu soralım bakalım: İran, ABD’nin izni olmadan petrolünü satabilir mi veya satmak üzere uluslar arası sularda nakledebilir mi?
ABD istese bir uçakla petrol gemisini batırır, İran bir şey yapamaz.
Kritik bir soru daha: İran dolardan bağımsız bir para çıkarabilir mi? Bazen dolara alternatif para çıkarılması gündeme geldiği için bu soruyu sordum. İran böyle bir para çıkarsa petrol ona dert olmaya başlar. Bir de bakarsınız ki, İran devleti veya rejimi hemen yıkılıverir! İran bugün kafa tutuyorsa veya kafa tutuyormuş gibi görüntü veriyorsa; küresel sömürü sermayesi buna izin verdiği içiz kafa tutuyor; hattâ böyle olmasını istediği veya böyle olması işine geldiği için izin veriyor ve bu durumu kullanıyor. Böylece diğer etkin devletleri bu sayede denetim ve kontrol altına alıyor. Bütün dünyanın gözleri önünde oyun oynanıyor.
Oynanan uluslar arası oyun nedir?
Çatışan taraflar ve tarafları sömüren küresel sermaye!
Kamran İnan Bitlis’li hatırı sayılır bir aileden geliyordu. Babası Yassıada Mahkumu DP Milletvekili Selahattin İnan, ağabeyi AP’li Abidin İnan’dı… Pek çok yerde özgeçmişinde ‘Kürt kökenli milletvekili’ tanımı yapılmaktaydı. O ise bu vurgudan hiç söz etmek istemiyor. Tersine onun tüm vurgusu üniter devlete, Türkiye Cumhuriyeti’nin bekasındaydı… Öyle ki dünyanın en önemli nişanlarından Legion d’Honneur nişanını, Fransa’nın Ermeni soykırımındaki tutumundan ötürü iade ederken bir saniye bile tereddüt yaşamamıştı. Kendisine “Kürt meselesi” diye başladığım soruyu bitirmeye bile izin vermeyip, “Böyle bir meselenin varlığını kabul etmiyorum ki, münakaşa edeyim” diye kestirip atmaktaydı.[11]
PKK bu teknolojiye sahip olabilir miydi? Hayır, bunlar İsrail’in işiydi!
Mavi Marmara Baskını olduğunda tam 15 Saat gemi ile bağlantı kopmuştu. Koskoca gemi Akdeniz’in sularında sanki buhar olup uçmuştu. Bırakın gemiyi bölgeden tek bir sinyal dahi alınamıyordu. Nedeni İsrail’in uyguladığı “elektronik karartma”ydı. İsrail bu teknoloji sayesinde yardım filosunun bulunduğu bölgeyi manyetik bir ağ ile kapatmış ve dış dünya ile bütün bağlantıyı koparmıştı. Elektronik Karartma yeni harp sisteminin en önemli unsurlarından birisi olmaktaydı. Aynı teknolojiyi ABD’de Irak savaşında kullanmıştı. “Elektronik Karartma” ile Irak ordusunun bütün radarlarını bozmuş, frekanslarını karıştırmış, telsiz bağlantılarını koparmış, iletişim sistemlerini boşa çıkarmıştı. CNN, BBC gibi kanallar Bağdat’ın göbeğinden canlı yayın yaparken, Iraklı komutanlar kendi birliklerine emir bile ulaştıramamıştı. Sonuç ortada. Bağdat 1 günde düşmüştü.
Gediktepe saldırısına gelirsek.
53 tane terörist ellerini kollarını sallayarak baskın yapmıştı. Karakola, bölüğe değil koskoca birliğimize saldırmıştı. Gece görüş dürbünleri, termal kameralar, heronlar, neronlar bir işe yaramamıştı. 11 tane canımıza kıyılmıştı. Aynı şey Dağlıca Baskını’nda da yaşanmıştı. Elbette üç-beş PKK’lı çapulcunun böyle bir teknolojiye sahip olduğu düşünmek ahmaklıktı. Ama birilerinin bu çapulculara teknolojik destek verdiği aşikârdı. Bu desteklerden biri de elektronik karartma yardımıydı. Elektronik harp sistemleri uzmanlarına göre bu öyle menem bir teknoloji ki: bu teknoloji ile düşman kuvvetleri dost, dost kuvvetleri düşman olarak gösterebilmek imkânı vardı. Acaba 53 tane teröristin çoban sanılması bu yüzden olmasındı!? diye soranlar haklıydı.
Yüreğimiz yanıyor. Kimse kusura bakmasın. Sanayi ve teknoloji hamleleri için hayatını adayan, ama mel’un güçler ve malum işbirlikçiler tarafından sürekli ayak takılan Erbakan Hoca’ya destek yerine köstek olan asker ve sivil herkes vebal altındadır.
[1] Bak: 07 Temmuz 2010,Zaman, Sh.21. “Kürtlerle yaşamak zorunda mısınız?
[2] Atatürk ve İnönü Dönemi Van Milletvekili Rahmetli İbrahim Arvas’ın hatıratı- Tarihi hahikatler-Resimli Posta matbaası- 1964-Ankara-Sh.62
[3] Age, Sh.61
[4] Ertuğrul Özkök, Hürriyet
[5] Libra Yy. Rıfat Bali
[6] 23 Haziran 2010 / Zaman
[7] 23 Haziran 2010 / sh:17 / Zaman
[8] 23 Haziran 2010 / Zaman
[9] Mine Şenocaklı / 14.06.2010 / Vatan
[10] 14.06.2010 / Oda TV
[11] Kamran İnan – Mine ŞENOCAK, 14-06-2010,Vatan
CÜBBELİ AHMET “BEL’AM”CIK’I VE MAHMUT EFENDİ YAKINLARINA UYARI!
FETULLAH GÜLEN DOSYASI
FİLİSTİN’DE; BÜYÜK BAYRAMIN BÜYÜLÜ BAŞLANGICI VE ZEKİ GEÇKİL’İN ŞARLATANLIĞI
Dünyanın Fikri Değişimi Türkiye’den, FİİLİ DEĞİŞİMİ İSE FİLİSTİN’DEN BAŞLAMIŞTIR!
FİLİSTİN’DE; BÜYÜK BAYRAMIN BÜYÜLÜ BAŞLANGICI VE ZEKİ GEÇKİL’İN ŞARLATANLIĞI
OĞUZHAN ASİLTÜRK’ÜN ERBAKAN’A İFTİRALARI
DİKKAT!? Soysuzların Soytarılığı!
DİKKAT!? Soysuzların Soytarılığı!
KUR’AN’A TERCÜMAN, OLDUM KOVULDUM! (ŞİİR)
KUR’AN’A TERCÜMAN, OLDUM KOVULDUM! (ŞİİR)
NASİPSİZLERDEN EYLEME YA RABBİ.. "Hak davaya tam iman ettikten sonra, Allah yolunda mallarımızla ve canlarımızla…
Asıl sorunumuz ne biliyor musunuz?! Milli Çözüm'ün yıllardır defaatle ifade ettiği sözüyle cevaplayayım: ASIL SORUNUMUZ:…
YANDAŞ VE KİRALIK MEDYA Trump, “Onları herkesten daha iyi tanıyorum. Çok zekiler. Keşke bu kadar…
Hz. Ebu Bekir bütün malını Hakkın davasına bağışlamıştır. Bu örnek davranışı sayesinde Hak davanın şerefi…
"Amerika’nın fethi ve İsrail’in hizaya getirilmesi!” şeklinde sunulan ve haftalar boyu TV’lerde konuşulan Sn. Erdoğan’ın…
Türkiye’de toplum desteğini kaybeden işbirlikçiler, “Ekonomik ve stratejik rüşvetler karşılığı, siyasi reklâm desteği sağlamak amaçlı”…
Fetih 1 Doğrusu Biz Sana (zafer yollarını) açtık; apaçık bir fetih ihsan ettik. https://www.mealikerim.com/48/fetih/1 Fetih…
YAKIN TARİHDE ATASÖZÜ OLSUN; "ERBAKAN HOCANIN İZİNDEN YÜRÜMEZSEN, Tramp'ın PEŞİNDEN YOL ALIR GİDERSİN.! " "TÜRKİYE…
Milli Çözüm kutlu okul, napsın yoldan kayana Uğraşırız adam olsun, yazık Hak’tan cayana Zerre vicdan…
Bu makale aynı zamanda; Aziz Erbakan Hocamızın en Sadık Talebesi ve Takipçisi ve aynı zamanda…