YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL MENÜ

DERGİLER

Ay Seçiniz
category
6909e22adceae
0
0
6401,171,6356,117,28,27,170,98,3,144,26,4,145,113,17,6330,1,110,12
Loading....

TOPLAM ZİYARETÇİLERİMİZ

Our Visitor

2 0 8 8 7 4
Bugün : 27762
Dün : 45637
Bu ay : 155045
Geçen ay : 1371576
Toplam : 44558866
IP'niz : 216.73.216.3

SON YORUMLAR

Son Yorumlar

YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL YAZILAR

YENİ ÇIKAN KİTAPLARIMIZ

ADİL DÜNYA YAYINEVİ

Tel-Faks:

0212 438 40 40

0543 289 81 58

0532 660 12 79

 

Önce, bilgi ve sezgi sahibi hiçbir insanın asla itiraz edemeyeceği şu gerçekleri hatırlatarak başlayalım:

1– Bugünkü İSRAİL, Siyonist Yahudilerin dört bin yıllık, Nil’den Fırat’a bütün coğrafyayı içine alacak bir “ARZI MEV’UT – Vaat edilen Kutsal Yurt” hayali ve hedefinin ilk sıçrama tahtasıdır.

2- Türkiye’mizin de neredeyse yarısı, Büyük İsrail’in “Arzı Mev’ud” sınırları arasındadır.

3- BOP, Arzı Mev’ud hedefine ulaşmak üzere, 27 İslam ülkesinin parçalanıp kontrol altına alınmasını amaçlayan bir Siyonist ABD programıdır.

4- Bu yabancı ve yıkıcı projenin işbirlikçi taşeronlarından ve eşkahyalarından birisinin de kendisi olduğunu Sn. Recep T: Erdoğan, 36 yerde kendisi açıklamıştır..

5- Türkiye NATO’ya: “Komünist Sovyet tehdidine karşı korunmak ve Rus saldırılarını durdurmak” gibi, resmi ve gayri samimi nedenlerle alınmamıştır. Tam aksine:

a)   Askeri bakımdan tamamen Batıya bağımlı tutulmak ve Türkiye’ye Milli harp sanayini kurdurtmamak

b) İslam ülkelerine ve Türki Cumhuriyetlere tabii ve tarihi liderlik potansiyeli olan Türkiye’yi, Batının kuyruğu yapmak ve sürekli kontrol altında tutmak

c) Zamanı gelincede de, İsrail’in Arzı Mev’ud hayali için, çeşitli bahanelerle Türkiye’yi Batı’nın bu askeri paktından çıkarmak ve saldırmak niyetiyle bizi NATO’ya sokmuşlardır.

6- En haklı olduğumuz; Kıbrıs Harekâtımızda, PKK ile boğuşmamızda ve Ermeni komplolarında bile, işte bu NATO ve BATI, bizim yanımızda değil, sürekli karşımızda yer almışlar ve düşmanlarımıza yardımcı olmuşlardır.

7- ABD ve İsrail’in Türkiye politikalarının gizli mahiyetini ve gerçek niyetini anlamak için, Siyonist Stratejist George Friedman’ın: “İran’ın taktik, ama Türkiye’nin stratejik hedef” sayıldığını itiraf eden şu saptamalarını dikkatle ve defaetle okumak lazımdır:

“Gelecek on yılda, İran’la ilgili en çok arzulanan seçenek; şu an için düşünülemez gibi görünen bir hamleye başvurmaktı. Bu hamle, imkânsız gibi görünen, ama çaresiz durumlarda Roosevelt ve Nixon’ın seçtikleri yolla aynıydı: Daha önce stratejik ve siyasi tehdit olarak algılanan ülkelerle ittifak yapmaktı!” (sh. 150-151)

“Orta Doğu’nun karmaşık sorunlarına çözüm olarak, Amerikan başkanı İran’la geçici bir anlaşma yolu bulmalıydı. Böyle bir anlaşma İran’a istediğini kazandırıp rahatlatacak, ABD’ye ise geri çekilmek için alan yaratacak ve aynı zamanda Sünni kökten dinciler için ortak düşmanlığın temelini oluşturacaktı. Başka bir deyişle, Başkan Arap Yarımadasını İran’ın etki alanının içine sokmalı, ama doğrudan kontrollerini kısıtlamalı ve diğerleri gibi, Suudileri de dezavantajlı duruma taşımalıydı!

Bu stratejinin temeli; İran’ın gücüyle yüzleşip kabullenerek, onu şekillendirmeye çalışmaktır. Ancak asla unutulmasın ki bölgedeki güç dengesinin çözümü Türkiye’nin yükselişi ve bağımsız güç haline gelmesiyle alakalıdır. Çünkü güçlü bir Türkiye, İran ve İsrail’in karşı dengesi olacaktır ve Arap Yarımadası’nın (ve Sünni İslam dünyasının) istikrarını sağlayacak (bir tehdit ve tehlike konumundadır).” (Sh. 159)

Yahudi Lobilerinin şekillendirdiği Amerikan İngilizcesindeki siyaset, strateji ve diplomasi dilini iyi bilenler, bu son paragrafın bizim yaptığımız gibi tercüme edilmesi gerektiğini kabul edeceklerdir.

Özel İstihbarat ve öngörü firması STRATFOR’un sahibi ve yönetici ve “gelecek tahmincisi” Yahudi kökenli ve neo-con düşünceli George Frıedman, Siyonizm gerçeğini gizlemeye ve ABD’yi Yahudi Lobilerinden bağımsız bir güç gibi göstermeye çalışmaktadır, ki bu Siyonizmin en önemli kuralıdır.

George Frıedman’ın, Tayfun Törüner’in çevirdiği “Gelecek 10 Yıl” kitabındaki şu saptama ve saptırmaları Onun asıl niyetini ortaya koymaktadır.

“Birleşik Devletler İsrail’le son derece karmaşık bir ilişki yürütüyor ve bunu herkesten çok Amerikalılar ve İsrailliler anlamıyor. ABD’nin İsrail hamiliği ve hizmetçiliği, ABD-İslam ilişkilerini zehirliyor ve Orta Doğu’da savaşın sona erdirilmesini zorlaştırıyor gibi görünebilir. Buna ek olarak, bazıları İsrail’in ABD’nin dış ilişkilerini kontrol ettiğine inanıyorlar ve bu sadece İslami kökten dincilerle sınırlı olmayan bir düşüncedir. Bu karmaşık gerçekler ve ABD ile İsrail’i birbirine bağlayan daha derin ilişkiler, gelecek on yılda Birleşik Devletlerin küresel stratejisi için temel bir sorun olmaya devam edecektir.

ABD-İsrail ilişkisi, dış siyaset konusunda özellikle gizli yürütülen; gerçekçiler ve idealistler arasında süregelen tartışma ile ilgili bir araştırma konusudur. Amerika’nın İsrail ile olan yakın ilişkisinin temelinde, hem ulusal çıkarlar hem de ABD’nin kendisininkine benzer rejimleri desteklemesi gerektiğine olan ahlaki inanç yatıyor gözükmektedir. (sh. 117)

(100 yıl öncesinde) Kuzey Afrika’nın büyük çoğunluğu, Yunanistan ve Balkanlarla beraber Akdeniz’in doğu sahili boyunca uzanan bölge, Kolomb zamanından yirminci yüzyıla kadar Osmanlı kontrolündeydi.

Tüm bunlar, Osmanlılar Birinci Dünya Savaşında Almanlarla müttefik olup yenilince sona ermiştir. Galip gelenler ganimetleri bölüşmüşlerdi, buna Suriye diye bilinen geniş Osmanlı vilayeti de dâhildi. Fransızlar ve İngilizler arasında gizli bir savaş dönemi antlaşması imza edildi. Sykes-Picot adı verilen bu antlaşma, bölgeyi Hermon Dağı’ndan başlayıp batıya, denize kadar uzanan kaba bir çizgiyle iki müttefik arasında paylaştırmıştı. Kuzeydeki bölge Fransız kontrolüne geçecekti; güneyde kalan bölge ise İngilizlerin kontrolüne verilecekti. Daha fazla bölünme sadece modern Suriye’nin değil, Lübnan, Ürdün ve İsrail’in doğmasıyla neticelenmiştir. (sh. 118)

Frıedman ABD-İsrail ilişkilerini çarpıtma ve Siyonist projeleri saklama çabaları!

ABD İsrail’in bağımsızlığını 1948’de tanıdı, ama iki ülke kesinlikle müttefik değildi. ABD İsrail’in durumunu her zaman demokratik bir güç olarak tanımış olsa da bu gerçek ABD politikasını hiç yönlendirmedi. 1948’de İsrail kurulduğunda ABD’nin öncelikli çıkarı, Sovyetler Birliğinin engellenmesiydi ve Amerika tamamen Türkiye ve Yunanistan üstüne odaklanmış vaziyetteydi. Yunanistan içerideki komünist asilerle dertliydi; hem Yunanistan hem de Türkiye için Sovyetler bir dış tehditti.(sh. 125)

O sıralarda ABD İsrail’i, o bölgedeki daha geniş stratejik amaçları bakımından çok önemli görmüyordu. Ama Süveyş krizinden sonra, Birleşik Devletler stratejik ilişkilerini tekrar gözden geçirmeye başlıyordu. Amerikalılar Süveyş’te Mısırlılar lehine müdahale ediyor, ama Mısırlılar her şeye rağmen Sovyet tarafına geçiyordu. Fransızlar ve İngilizler geride, özellikle Suriye ve Irak’ta, son derece istikrarsız ve Abdülnasır’ın askerî olarak yönetilen Arap milliyetçiliği doktrinine olumlu bakan bir sürü rejim bırakmışlardı. Suriye 1956 yılında Sovyet tarafına geçmeye başlamıştı, ama 1963’te sol yanlısı askerî darbe bu pozisyonu mühürlüyordu. Benzer bir darbe aynı yıl Irak’ta oldu.(sh. 127)

İsrailliler artık stratejik bir değer oluşturuyordu ve karşılığında da ABD’nin birdirbir oynamasını sağlıyorlardı. ABD, Irak askeri gücünün elini kolunu bağlamak için İran’ı silahlandırdı, bu kendi açısından önemliydi, çünkü İran Sovyetlerle bir sınır paylaşıyordu. İsrail’in Sovyetlerle sınırı yoktu, ama Suriye ile vardı ve Amerikan taraftarı bir İsrail, Suriye’yi bağlarken Sovyetler’in Suriye’ye asker getirmesi durumu daha karmaşık ve riskli kılıyordu. Buna ek olarak, İsrail Mısır’a rakipti. Sovyetler Mısırı silahlandırmakla kalmayıp İskenderiye Limanını deniz üssü olarak kullanıyordu, bu da ABD’nin Akdeniz’de bulunan Altıncı Filosu için tehlike arz edebiliyordu.(sh. 129)

Siyonistlerin İran’ı büyültme, Türkiye’yi küçültme arayışları!

İran ve Irak arasındaki güç dengesi 2003 yılında ABD işgali Irak hükümetini ve ordusunu yok edinceye kadar korunuyordu. O zamandan beri İranlıları hizada tutan ana güç ABD oldu. Ama ABD güçlerini Irak’tan çekme niyetini açıklayınca, bu da (Irak hükümetinin ve ordusunun durumunu göz önüne alırsak) İran’ı Basra Körfezi’nde tek egemen güç olarak bırakıyordu. Bu hem Amerikan stratejisi hem de bu çok karmaşık bölge için temel bir sorun oluşturuyordu. Amerika’nın yokluğunda ortaya çıkabilecek ittifaklar Batılıları ürkütüyordu. (sh. 147)

Türkiye geniş nüfusuyla ve stratejik konumuyla yükselen ama etkisini Basra Körfezi’ne kadar yansıtamayan ve hâlâ sınırlı olan bir güç odağıydı. Kuzeyde İran ve Irak’a baskı yapabilir ve dikkatlerini körfezden uzaklaştırabilir ama Arap petrol yataklarını korumak için doğrudan müdahale yapamazdı. Ayrıca Irak’ın istikrarı, şu anki durumda bile fazlasıyla İran’ın elinde bulunmaktaydı. İran Bağdat’ta İran yanlısı bir rejim kurulmasını belki başaramayabilir, ama istediğinde Bağdat’ın dengesini bozacak gücü vardı.

İran’ın nükleer tesislerine saldırılmasına vereceği cevap, dünyada deniz yoluyla taşınan petrolün yaklaşık yüzde 45’inin dar bir kanaldan geçtiği Hürmüz Boğazını bloke etmesi olacaktı. İran’ın gemileri vuracak füzeleri ve daha da önemlisi mayınları vardı. Eğer İran boğazı mayınlamayı başarır ve ABD burayı yeterince güvenilir şekilde temizleyemezse, petrol dağıtım hattı kapanırdı. Bu, petrol fiyatlarının çarpıcı şekilde yükselmesi ve küresel ekonominin sıkıntıya düşmesiyle sonuçlanacaktı. (sh. 149)

İran’ın nükleer tesislerine odaklanmış izole bir saldırı -İsrail’in kendi başına girişebileceği türden- kendi sonunu hazırlamak anlamı taşırdı ve İran’ı her zamankinden tehlikeli yapardı. O tesisleri ikincil hasar görmeden yok etmenin tek yolu İran’ın donanmasına da saldırmak ve konvansiyonel imkânlarını azaltmak için hava saldırılarını yoğunlaştırmaktı. Böyle bir saldırıysa aylarca vakit alırdı (İran ordusu hedef alınacak olursa) ve etkisi tüm hava saldırıları gibi sınırlı kalırdı.

ABD’nin bölgedeki stratejik hedeflerine ulaşması için Iraktaki askerî varlığını (çoktan 50.000’e kadar azaltıldı) kullanmadan ve bölgeye yayılmış askerî varlığını artırmadan İran’a karşı dengeyi sağlayacak bir yol bulması lazımdı. İran’a karşı yapılacak büyük bir hava akını istenilen sonucu doğuramazdı. ABD Irak’ın karşı ağırlık olarak tekrar ortaya çıkmasına bel bağlayamazdı, çünkü İran buna asla fırsat tanımazdı.

Sonunda İran’la uzlaşma ve Türkiye’ye saldırma aşamaları

Sonuç olarak, artık iyice anlaşılıyor ki:

A- ABD ve İsrail, Şii İran’ı Sünni İslam’a karşı, kendi tabii müttefikleri gibi görmektedir.

B- Aralarındaki kavga ve kapışmalar, stratejik değil, taktik gereğidir.

C- Asıl düşmanlık hesapları ve nihai saldırı hazırlıkları Türkiye’ye yöneliktir. Türkiye ile İran’ı vuruşturmak ve böylece ikisinden de kurtulmak stratejisi güdülmektedir.

D- NATO, Türkiye’yi dış tehditlere karşı korumak için değil, ülkemizi kendi avuçlarında tutmak içindir.

E- BOP çerçevesinde ve Arap Baharı görüntüsüyle bütün İslam ülkeleri hizaya getirildikten ve nihayet Suriye ve İran pürüzleri de halledildikten sonra, asıl sıra Türkiye’ye gelecektir.

F- Türkiye önce “Irak tezkeresini çıkartmadığı ve İran’a karşı gereken tavrı almadığı” gerekçesiyle NATO’dan ihraç edilecektir.

G- Bunun ardından ise; “ileri de demokrasi gereği Kürtlere özerklik verilmiyor ve bağımsızlık mücadelesi veren (PKK’lılara) aşırı güç kullanılıyor” bahanesiyle ve BM’nin ilgili maddeleri gereğince Türkiye’ye savaş ilan edilip saldırıya geçilecektir.

H- Bütün bunları “komplo teorisi” ve “kurgu filmi” sananlar, özel istihbarat ve öngörü firması STRATFOR’un sahibi, Yahudi George Frıedman’ın “Sonunda İran’la uzlaşma ve Türkiye’ye saldırma” kehanetini bir kere daha okumaları gereklidir.

Ve Türkiye’nin; işbirlikçi hükümet ve cemaatlerden ve Masonik-Sabataist hıyanet şebekesinden biran evvel kurtarılması en acil meseledir!

0 0 votes
Değerlendirmeniz

Makale Paylaşım Sayısı: 

Abone ol
Bildir
1 Yorum
En Yeniler
Eskiler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

George Friedman niye kitabında İsrail den bahsetmiyor?
George Friedman Yahudi kökenli macar asıllı bir Amerikalı. Kitabında Japonya ve Türkiye nin ittifak yapıp Amerikaya hem de Şükran günü saldıracağını yazmış. Amerikan halkına Türkler ve Japonlar sizin düşmanınız mesajı veriyor ve Amerikalılara bilinç altında Türklere acımayın onlar sizin düşmanınız olacak diyor. Rusya nın topraklarını koruyamayacağını ima ediyor fakat 3.dünya savaşında Rusya yok Japonya ile Türkiye var. Bazı düşünceleri mantıklı ama kıt kaynaklı Japonya ve Türkiyenin Amerikaya savaş açması aptallık bu yüzden kimse onun kitabını almasın. Türkiye güçlenecek tarım turizm ve sanayi dengeli bir şekilde gelişirse güçlenebiliriz fakat herhangi bir ülkeyle (Suriye vs gibi) savaşa girersek önce turizm sonra sanayi ve tarım biter uzun vadede kaybederiz. Japonya Amerika güçlü çünkü teknoloji geliştiriyor. Amerika 1 numaralı turizm ülkesi onu kimse yıkamaz ama Meksikalılar ve zenciler onu içten yıkabilir. Uyuşturucu çeteleri de mikrop gibi Amerika yı yıkabilir. Amerikan vatandaşları Amerikayı yıkacak George Friedman tarihi iyi bildiğine göre Roma tarihine bir baksın. Romayı da vatandaşları ve iç savaşlar yıktı. Çin hakkındaki bazı görüşlerine katılıyorum devlet desteği ile karsız ihracat ülkeye zarar verir. Rusya hala Süper güç 50 sene sonra da bu pek fazla değişmez. İyi eğitimle Türkiye gelişebilir.

Picture of Rahmet PAKGÜL

Rahmet PAKGÜL

YORUMLAR

Son Yorumlar
1
0
Düşünceleriniz değerlidir, lütfen yorum yapın.x
Paylaş...