YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL MENÜ

DERGİLER

Ay Seçiniz
category
6920067e5200a
0
0
6401,171,6356,117,28,27,170,98,3,144,26,4,145,113,17,6330,1,110,12
Loading....

TOPLAM ZİYARETÇİLERİMİZ

Our Visitor

2 0 8 9 4 7
Bugün : 5330
Dün : 45549
Bu ay : 858054
Geçen ay : 1371576
Toplam : 45261875
IP'niz : 216.73.216.128

SON YORUMLAR

Son Yorumlar

YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL YAZILAR

YENİ ÇIKAN KİTAPLARIMIZ

ADİL DÜNYA YAYINEVİ

Tel-Faks:

0212 438 40 40

0543 289 81 58

0532 660 12 79

HAYDAR BAŞ’CILARIN BOŞBOĞAZLIĞI

Yeni Mesaj yazarlarından ve Haydar Baş’ın yandaşlarından Selim Kotil ile Harun Kayacı kendi TV Programlarında, AKP bahanesiyle Rahmetli Erbakan’ı ve Adil Düzen programını eleştirirken “cahil cesur olur” cinsinden saçmalamış ve “Amerika’nın global şirketlerinin ve Batının taleplerini, yeşil bir bohçaya sarıp Adil Düzen diye bu milletin önüne koydular. “Selem Senedi” diye, kapitalizmin en vahşi uygulamasını İslami proje diye yutturmaya çalıştılar” şeklinde sataşmışlar ve koyu cehaletlerini ortaya koymuşlardı.

Oysa değil Fıkhi kaynaklarımızı, sade bir ilmihal kitabı dahi karıştırmış olsalardı[1], “Selem” yoluyla alışverişin tüm mezhepler ve Müçtehitlerce caiz olduğunu anlayacaklardı. Tabi bu kadar cehalet, ancak sahte bir üstadın çıraklarına yakışırdı. Bütün fıkıh kaynaklarımıza göre Selem: Para peşin, mal veresiye yapılan ticarete denir. Bilhassa çiftçi ve sanayicilerin başvurduğu bir satış şekli olan selemin caiz olması için bazı şartların bulunması gerekir. Paraya muhtaç olan kimse, malını henüz üretmeden önce satmak ister. İslâm dini, alıcıların satıcının darlığından istifade ederek, malı ucuza kapatmasını önlemek, üreticinin ise malını değerlendirmesine fırsat vermek için bazı şartlarla bu tip satışları caiz görmüşlerdir. Peygamberimiz, Medine’ye geldiğinde, Medinelilerin mahsullerini bir-iki sene önceden Yahudilere sattıklarını ve sömürü aracı olarak kullandıklarını görünce, bunun üzerine şunları söylemiştir: “Kim hurmasını önceden satacaksa; belirli ölçüde, belirli tartıda ve belirli bir vakte kadar olmak şartıyla satsın.”[2] Bu ölçüleri koyan Peygamberimiz, faiz cinsinden bir sömürü aracı olan bu ticaret şeklini bereketli bir alışverişe çevirmiştir. Bu bir ilahi ilham eseridir, yoksa akıl ve araştırma ile bu neticeye erişilmesi mümkün değildir.

Selem, henüz var olmayan, yani üretilip ortaya konulmadan önce bir malın satışı olduğundan, ilk bakışta caiz olmaması gerekirken, ihtiyaç ve zaruret sebebiyle, peygamberimizce izin verilmiştir ve faizsiz sermaye edinmeyi ve ucuz üretimi gerçekleştirdiği için bir mucizedir. Bunda her iki tarafın da kârı vardır; müşteri biraz daha ucuza mal alır, satıcı da peşin para ile ihtiyacını giderir. Meselâ bir sanayici nakit sıkıntısına düşerse, belirli bir süre sonra teslim edilmek şartıyla, üreteceği -vasıfları belli olan- malları satar; alacağı para ile üretimini gerçekleştirir. Böylece sanayicinin tezgâhı çalışır, üretim devam eder, alıcı da normal zamana nispetle biraz daha ucuz mal edinip ihtiyacını giderir. Bu imkân üreticiyi, tefecilerin eline düşmekten de koruyan bir Peygamber müsaadesidir. Çünkü üretimin devamı için paraya kaçınılmaz bir ihtiyaç hissedilir. İslâm Hukuku’nda meşru olan dört çeşit alışverişten biri de selemdir. Tekrar hatırlatalım, Selem kısaca, para peşin, mal veresiye olmak üzere yapılan alışveriştir. Selem’e, aynı mana ve vezne sahip olan “selef” de denir. İkisi de teslim ve takdim etmek manasına gelir. Selem denilmesi, alış-veriş meclisinde ücretin peşin olarak teslim edilmesine binaendir. Selef denilmesi ise ücretin mala takdim edilmesi nedeniyledir.

Selem akdi, ilk bakışta yok olan bir şeyin satışı olması cihetiyle kıyasa muhalif zannedilse de, Efendimiz tarafından ihtiyaca binaen meşru kılınmış ve müsaade edilmiştir. Meşruiyeti, kitap, sünnet ve icma ile sabittir. Kitaptan delil, Bakara suresinin, mudayene ayeti de denilen 282. ayetidir ki, ibni Abbas (RA) buna “Selem ayeti” demektedir. Sünnetten delil ise, şu hadis-i şeriftir: “İbn Abbas (RA)’dan şöyle rivayet edilmiştir. Resulüllah (SAV) Medine’ye teşrif buyurduğunda insanlar selem suretiyle bir iki sene vadeli alır-satarlardı. Bunun üzerine Resul-i Ekrem “Kim hurma (gibi bir şey almak)da selem tarikiyle alış-veriş ederse, miktarı (Ölçek veya kilogramı) ma’lum olarak -yine İbni Abbas’tan bir rivayette- muayyen bir vade ile alıp-satsın” buyurduğu[3] yukarıda zikredilmiştir. İcma’a gelince, bütün mezhepler selem tarikiyle yapılan alış-verişi kabul etmişler ve caiz görmüşlerdir.

SELEM Senedi (Sipariş) Kredisi:

Özetle Selem; para peşin, mal veresiye olmak üzere yapılan alışveriş sözleşmeleridir. Bu, kitap, sünnet ve icma ile sabit ve caizdir, aklen, ilmen ve vicdanen de gerekli ve geçerlidir. “Selem; para peşin, mal veresiye yapılan senetleşmedir” demek; Yani birkaç ay sonra üretilecek buğday, peynir, kumaş vb. şeylerin, o günkü piyasa değerinden biraz daha düşük bir fiyatla satılıp peşin parası alınarak, karşılığında taahhüt edilen malın, üretildikten sonra ödenmesidir. Bu durumda; peşin para veren alıcı (tüketici) ucuza mal almış olacaktır. Bu parayı tüketiciden veya bankadan peşin ve faizsiz kredi olarak alan müteşebbis ise, üretimi gerçekleştirmek ve işini genişlettirmek imkânı bulacaktır. Ancak, selemin, faiz şüphesinden uzak kalması ve meşru sayılması için şu şartları taşıması gerekir:

1- Para peşin olarak ödenmelidir.

2- Malın veresiye (en az bir ay gibi bir müddet sonra) verilmesi gereklidir.

3- Peşin ödenen paranın cinsi ve miktarı mutlaka belirtmelidir. (45 Cumhuriyet altını 7000 TL, 2000 ABD doları, 3000 Euro, gibi)

4- Peşin alınan para karşılığında sonradan verilmesi taahhüt edilen malın,

a- Cinsi (buğday – peynir – kumaş gibi)

b- Nev’i (yerli buğday, kaşar peyniri, yazlık terlen kumaş gibi)

c- Miktarı (300 kg, 5 teneke, 170 m gibi)

d- Sıfatı (süper, iyi, orta, düşük kalite gibi) her halde belirtilmiş olmalıdır.

5- Malın teslim edileceği yerin ve zamanın gösterilmesi şarttır.

6- Bu malın kararlaştırılan mekân ve mevsimde piyasada bulunur cinsten olması lâzımdır.

7- Selem yapılan iki bedelin (paranın ve malın) faiz illetine karışmaması için, farklı cins ve miktarda olması esastır.

Bütün bu şartların faize dönüşmemesi için aşağıdaki esasların da uygulanması gerekir. Bu esaslar İbni Abbas (ra) Hazretlerinin selem ayeti dediği, Bakara 282 ve 283. ayetlerinden çıkarılmıştır. Şöyle ki:

A- Selemin mutlaka yazılması (selem senedi veya sipariş senedi şeklinde)

B- Bu senedin devlet teminatı altında bulunması, yani resmi olması

C- Bu senetlerde alacaklının değil, sadece borçlunun belirtilmesi,

D- Selem senetlerinin “Hamiline” şeklinde düzenlenmesi,

E- Taahhüt edilen malın belirlenen yer ve zaman, miktar ve evsafta teslim edilmemesi halinde bunu tazmin etmek üzere yeterli bir ipotek alınması ve teminat gösterilmesi.

F- Selemle satışa konu olan malın şartlara ve standartlara uygunluğunu kontrol edecek resmi bir teşkilatın bulunması gerekir.

İlk bakışta selemin (para peşin, – biraz ucuz sayılarak – mal veresiye alışverişin) faize benzediği zan ve iddia edilir ama bu asla doğru değildir. Şimdi faizi haram ve haksız, selemi caiz ve yararlı kılan; İslam’ın hangi hikmet ve hedefleri esas aldığını ve faizle selemin farklarını ortaya koyalım.

Önce faiz nedir?

 1- Faiz, “zamanla artan borç” olmaktadır:

Örneğin 1 milyon borç verilir. Her ay %’de şu kadar artarak katlanır.

2- Faiz; zarara katılmayan kârdır:

Para bir taraftan, emek diğer taraftan, hem kârâ hem de zarara katılmak üzere kurulan bir ortaklık caizdir, ama sadece ben parama karşılık şu kadar kar isterim, zarara karışmam demek ise faizdir.

3- Faiz; misliyattan alınan fazlalık ve kiradır:

Buğday, arpa, toz şeker gibi aynı cins üretim mallarının borç alınıp, sonradan geri ödenirken verilen fazlalık faizdir.

4- Faiz; başkasının zararına doğan kazançtır ve karşılıksız basılan paradır:

Adil Düzende asıl olan “para parayı doğurur” değil, “para, emek ve üretmek karşılığıdır” düsturudur. Faiz, çalışmadan veya üretmeden, başkalarının kazancını ve hakkını sömürmek, başka bir ifadeyle “üretmeden tüketme hakkı elde etmek” demektir ki bu açık bir haksızlık ve bir nevi hırsızlıktır.

Faizle Selemin farkına gelince:

a- Faiz, malı önceden alıp parasını sonradan ödemek şeklinde olduğu için – vade farkından dolayı – fiyatlar artıyor ve enflasyonu körüklüyor.

Selemde ise parayı peşin verip mal sonradan alındığı için fiyatları düşürüyor ve enflasyonu önlüyor.

b- Faiz, daha parasını ödemeden ve karşılığında bir şey üretmeden önce “peşin tüketim” yaptırıyor. Böylece “borçlu yaşama” düzenini doğurup, ekonomik dengeyi bozuyor.

Selemde ise önce parası ödeniyor, tüketim sonraya bırakılıyor. Böylece hem üretime destek verilip teşvik ediliyor, hem de “dengeli yaşama düzeni” kuruluyor.

c- Adil Düzen’deki selem (Sipariş) senedi “malı” temsil ediyor. Bugünkü senetler ise “para” yerine geçtiği için mevcut para değerini ve alım gücünü otomatikman düşürüyor.

d- Faizli krediler; işletmeyi küçültür, üretimi düşürür ve işsizliği artırır. Selem kredisi ise tam aksine işletme kapasitesini büyültüyor, üretimi artırıyor ve işsizliği önlüyor.

e- Selem senetleri zaten “Hamiline” (taşıyana) yazılı olduğu için icabında para gibi işlem görüyor. Böylece selem yoluyla faizsiz kredi bulabilen hiç kimse, artık faizli krediye mecbur kalmıyor ve itibar etmiyor.

Yani sadece “selem müessesesi” bile faiz yuvalarını kurutmaya yetecektir. Bu nedenle “Atom bombasıyla sarsamayacağınız Siyonist sömürü sistemini selem senediyle yıkabilirsiniz” sözü, asla mübalağa olmayıp gayet ilmi ve insani bir gerçeğin ifadesidir.

Selem konusunun anlaşılması için, günümüzde pek çok insanın kafasına takılan ve sıkça karşımıza çıkan: “Faizsiz bir düzende ihtiyaç duyulan krediler nasıl ve nereden sağlanacaktır?” sorusunu yanıtlayalım.

Öncelikle şu üç hususu belirtmemiz gerekiyor:

1- Adil Düzen’de diğer ekonomik hizmetler yanında, kredi işlevini de yürütecek olan faizsiz bankalar genellikle devlete ait hizmet kuruluşları olacaktır. Ve tabi isteyenler özel banka da kuracaktır. Ancak geçiş sürecinde faizle çalışan özel bankalara ve yatırılan paralara devlet garantisi sağlanmayacaktır.

2- Karzı Hasen Kurumu olan devlet bankalarında, lüks ve gereksiz eşya ithal etmek veya “çeşitli malları bolluk mevsiminde ucuza kapatıp ihtiyaç duyulduğunda pahalıya piyasaya sürmek” gibi yatırım ve üretime dönük olmayan, sadece kâr amaçlı ticari krediler son bulacaktır. Krediler, sadece yatırım ve üretim amaçlı girişimlere sağlanacaktır. Böylece “istihkarcılık-karaborsacılık” hortumlamacılık devri kapanacaktır.

3- Adil Düzen’de devlet elektrik, su, ulaştırma, savunma gibi temel hizmetleri yapmak ve makro planda ve ülke çapında genel kalkınma planları ve organize projeleri hazırlamak dışında, hemen her türlü yatırım ve üretim işlerinin “Özel sektör” tarafından yürütülmesi esas alınacaktır. Bu nedenle kredi müessesesi daha bir önem ve özellik kazanır.

Yukarıda da vurgulandığı gibi Adil Düzen’de “Faizsiz Kredi”lerin kimlere ve hangi kriterlerle verileceğini önemine binaen tekrar etmemiz yerindedir:

1- Kâr Ortaklığı anlaşmalarına.

a- Sermaye sahipleri tesisleri fabrikayı kurarak,

b- Yöneticiler işletmecilik yaparak,

c- İşçi ve ustalar emekleriyle katılarak,

d- Banka ve şirket sahipleri tesis için gerekli hammaddeyi bularak,

e- Devlet ise; kanalizasyon, elektrik ve telefon gibi altyapı, su ve elektrik gibi genel hizmetleriyle destek çıkarak kurulacak “Kâr Ortaklığı” yatırımlarına yeteri kadar faizsiz kredi sağlanacaktır.

2- Hakkı Mükteseb Kredisi:

Elinde ihtiyaç fazlası parası olan kimseler, bunu faizsiz bankaya yatırırsa, bankada bıraktığı parasının miktarı ve zamanı kadar kredi kullanma hakkı doğacaktır. Örneğin bankaya 100 milyon yatırıp 1 yıl bekleten bir insan, başkalarının 1 yıl boyunca bu 100 milyondan kredi olarak yararlanmalarını sağladığı için – isterse kendi parasından hariç bankadan 100 milyon kredi alıp 12 ay kullanacak veya toplam 1 trilyon 200 milyon alıp 1 ay kullanma hakkına sahip olacaktır. Böyle bir sistemde herkes, ileride kredi hakkı doğsun diye, birikmiş parasını karşılıksız bankaya yatıracaktır. Bu İslam’daki “Karz-ı hasen” müessesesinin şimdi çağdaş ve evrensel Adil Düzende devlet garantisi ve organizesiyle yürütülmesi anlamını taşır.

3- Emek Kredisi:

Özel ve tüzel kuruluşlar atölye ve fabrikalarında çalıştıracakları işçi sayısına göre, “özel emek kredisi” alma hakkına sahiptirler. Bu daha fazla işçi çalıştırmak için işletmeyi ve üretimi artırmayı teşvik eden bir unsur olacaktır.

4- Rehin Kredisi:

Elinde ürettiği ve o an satmak istemediği zirai malları veya sınaî mamulleri bulunan kimseler isterlerse bunları rehin bırakarak, değerinin yarısından fazla kredi alacaktır.

5- Adil Düzende, “her mükellefin devlete ödediği vergi” nispetinde ayrıca ilave kredi alma hakkı doğacaktır.

6- Yatırım projesi kredisi:

Uygun projelerle bankaya başvuran müteşebbislere, bağlı oldukları meslek odalarından “Bu işe ehildir” belgesini ve yine bağlı bulundukları ahlaki kurumdan “Bu kimse emindir” garantisini alıp göstermeleri halinde -bu aynı zamanda onlara kefil oluyorlar demektir- kendilerine gerekli ve yeterli krediler sağlanacaktır.

Adil Düzen Ortaklık Ekonomisi

Tarih boyunca ekonomik güçlükleri aşmak ve büyük işler başarmak için genelde iki yöntem kullanılmıştır:

a – Bunlardan birisi Peygamberlerin getirdiği ve İslam’ın geliştirdiği “ortaklık” sistemi,

b – İkincisi de Firavunların uyguladığı ve bugünkü batının kurumlaştırdığı kölelik ve işçilik sistemidir.

Davut (AS)’ın dilinden: “Zaten (mal ve emeğini ortaklık için) karıştıranların birçoğu diğerine haksızlık ederler“[4]

“… Bundan fazla ise mirastan üçte birine ortaktırlar”[5]  gibi ayetlerden,

“Allah’ın (nusret ve inayet) eli arkadaşlarına hıyanet etmeyen (şirket ve ticaret) ortaklarının üzerindedir”[6] gibi hadislerden, zülüm ve sömürü esasına dayanan kölelik ve işçilik sistemine karşı İslam’ın adil ortaklık (şirket) yöntemini benimsediğini ve biçimlendirdiğini anlıyor ve İslâm hukukunda çeşitli şirketlere (ortaklıklara) önemli bir yer verildiğini görüyoruz.

a- Şirketi mülk (Bağ, bahçe, arazi, arsa vb. mal ortaklığı)

b- Şirketi ihale (Halkın ortak malı sayılan sular, meralar, ormanlar)

c- Şirketi amal (Belirli işleri, o işten anlayan sanatkar ve işçilerin birlikte yapma ortaklığı)

e- Şirketi inan (Sermaye ve hizmet eşit, kabiliyet ve marifete göre farklı kar ve kazanç ortaklığı)

f- Şirketi muzarebe (Bir taraf sermayesini, diğer taraf sanat ve emeğini koyarak kurdukları kar ortaklığı)

g- Şirketi Vücuh (Şöhret sahibi olan tanınmış ve ürünlerinin reklamı yapılmış birisinin, tanınmayan ve meşhur olmayan bir kimseye ait malları satıp karşılığında kardan hisse alması)

h- Şirketi Muzaraa (Arazi sahipleriyle tarımdan anlayan kimselerin (çiftçilerin) yaptığı ziraat ortaklığı) gibi çeşitli şirket (ortaklık)larla ilgili yüzlerce kural ve kavramın İslam bilginlerince çok ciddi ve ilmi araştırmalar ve tartışmalar sonucu ortaya konulduğunu biliyoruz.[7]

Çağdaş kölelik rejimi olan bugünkü işçilik sisteminde ve vahşî kapitalizm düzeninde ise, servet ve sermaye belirli ellerde birikir. Uluslararası büyük şirketler, dev tröstler, karteller her şeye hâkimdir ve mal sahibidir. Nüfusun çok büyük çoğunluğunu oluşturan memurlar ve işçiler ise bu sistemde patronların demokrat ve çağdaş köleleridir. Sözde işçi ve memurların haklarını savunan ve koruyan sendika ve dernekler ise, emeği sömürülen ve ezilen kesimin havasını almak ve oyalamak için bir emniyet supabı gibidir ve perde arkasında yine patronların emrinde ve düzenin güdümündedir. Adil Düzenin ön gördüğü ortaklık sisteminde ise herkes mal sahibidir, kimse kimsenin sırtından geçinememekte ve emeğini sömürmemektedir. Zira herkes fabrika ve işletmelerin ortağıdır. Ve üretime katkısı nispetinde kazancı olacaktır.

Bu “ortaklık ekonomisi”nin dört temel girdisi vardır. Bu dört unsur birleşerek işletmeyi oluştur:

1- Tesis (Bina, makine, arazi ve arsa)

2- Emek (Çalışan – memur, sanatkâr)

3- Hammadde (Fabrikada işlenecek madenler, pamuk, yün, şekerpancarı vb. gibi şeyler)

4- Genel hizmet (Kanalizasyon, elektrik, su gibi alt yapı hizmetleri, ulaştırma ve haberleşme hizmetleri, imar, plan ve proje hizmetleri, hukuk ve noterlik hizmetleri, güvenlik ve koruma hizmetleri, bilgi, belge ve mal depolama hizmetleri, denetleme, dayanışma ve hakemlik hizmetleri)

Bu çeşit ortaklık işletmelerinde tesis sahiplerinin üretimden belirli bir yüzde oranında aldığı pay “Kira”dır ve zarara katılmayacaktır. Emeğiyle bu işletmeye ortak olan işçi, memur ve sanatkarların yine belirli bir yüzde olarak alacakları “Ücret” payı da zarara katılmayacaktır.

Ne var ki üretimin artması için daha fazla gayret ve hizmet gösterilirse, haliyle ücret payı da artacaktır. Yani Adil ekonomik düzenin ortaklık sisteminde işçi ile işverenin çıkarları ortaktır. Adil Düzende işçi ile işverenin menfaatleri de hedefleri de barışmakta ve uyuşmaktadır. Hâlbuki şimdiki kapitalist sistemlerde menfaatler çatışmakta, birisi karını, ötekinin zararında aramaktadır.

Bu ortaklık işletmesine hammadde sağlayanlar ise yine o nispette üretimden yüzde payı alacaktır. Devlet ise yukarıda sayılan “genel hizmetleriyle” bu ortaklığa katıldığı ve üretimi kolaylaştırdığı için belirli bir yüzde payı alır. Bu “Katılım payı” bir nevi “vergi” sayılır, ama bu vergi devletin verdiği hizmetin karşılığıdır. Evet, başka çaresi yok, ya kapitalist kölelik düzeni yıkılarak, ortaklık sistemi kurulacak veya insanlığın başı beladan kurtulamayacaktır.

Haydar Baş’ın “Milli Ekonomi” safsatası ve cahilliklerinin sırıtması!

Beş on tane ayet ve hadis meali ezberlemek ve birkaç kelimenin manasını öğrenmek dışında, Kur’an ve sünnetten hüküm çıkaracak şekilde Arapça bilmeyen, Arapça yazılmış bir kitabı anlayıp tercüme dahi edemeyen, bir toplantıda Arapça kısa bir sunum bile yapmaya gücü yetmeyen Haydar baş, acaba “Milli Ekonomi modeli” hazırlarken:

Hangi prensipleri, hangi ayet ve hadislerden istinbat edip kıyasla bu neticeye ulaştığını

Hangi konu ve kuralları, Mesalihi Mürselle ile hazırladığını

Hangi durumda ihtihsan’a başvurduklarını

Hangi konularda örf’ü esas alarak içtihatta bulunduklarını, ortaya koyabilirse, ancak o takdirde bu projesinin İlmi ve İslami olduğu savunulabilirdi. Oysa bunların hiçbirisini yapmaya ve yazmaya ilmi ve ehliyeti müsait değildi. Ve tabi Milli Ekonomi Modeli de baştan sona safsatadan ibaretti.

Hiçbir yabancı dil bilmeyen, herhangi bir dilde kendi yazdığı bir makalesi bile gösterilemeyen, Azerbaycan Üniversitelerinden ayarladığı Prof.luk etiketi ile kendini bilgin ve yetkin göstermeye, böylece kompleksini yenmeye ve din sömürüsü ile kendisine bağladığı müritlerine sözünü dinletmeye yönelen Haydar Baş’ın, “cahil cesur olur” cinsinden Adil Düzen’e sataşan ve hiç vicdanı titremeden bir sürü iftira atan yalakalarına sesleniyoruz:

Şeyhiniz Haydar Baş’ı da, en güvendiğiniz Hocalarınızı da getirin, kendi televizyonunuza bizi de davet edin. Biz Adil Düzen’in hangi nass’lara ve ilmi esaslara göre hazırlandığını tek tek delilleriyle ve çağdaş ihtiyaçları karşılayıcı örnekleriyle, ayrıca komünist ve kapitalist sistemlerden tamamen farklı özellikleriyle anlatıverelim. Bunları başaramazsak, 75 milyona karşı bizi rezil eder ve din tahribatına engel olma şerefine erişirsiniz. Bunun gibi, bizler de Haydar Baş’a Milli Ekonomi Modeliyle ilgili, çok değil sadece üç soru yönelteceğiz ve bu safsataları nerelerden devşirdiğini göstereceğiz… Kur’ani hüküm ve hikmetlerin, İslami ve insani gereksinimlerin ortaya çıkmasını samimiyetle isteyen mü’minler iseniz ve kendinize güvenirseniz, haydi bu teklifimizi gerçekleştirin, dinimize ve milletimize çok hayırlı bir hizmet verin. Veya İslami cesaretiniz ve ilmi dirayetiniz buna yetmiyorsa, İstanbul’da her masrafı bize ait bir panel düzenleyelim, biz sizleri ve Haydar Baş şeyhinizi davet edelim; toplum huzurunda Adil Düzen’le Milli Ekonomi Modeli’ni tartışıp gerçeklerin ortaya çıkmasına gayret edelim.

Daha önce Beşşar Esad’ı Hz. Hüseyin’e, karşıtlarını ise Yezid’e benzeten ve Meltem TV’de hızını alamayıp Esad’ı eleştirenlere: “Şerefsiz köpek, Allah belanı versin!” gibi kendi tıynetine yakışan galiz küfürlerle beddua eden Haydar Baş; Adalet, huzur ve hürriyet ancak İslamiyet’i terk etmekle ulaşılacağına inanan Darwinist ulusalcılara yaranmaya mı çalışıyordu?

Oysa BOP çerçevesinde Suriye’yi karıştıran ve iç savaş başlatan Siyonist güçlere ve AKP gibi işbirlikçilerine tavır alırken, Beşşar Esad’ın zulüm ve tahribatını aklamak hiçbir iz’an ve vicdanla bağdaşmıyordu. Aydınlık yazarı ve Sabataist (Yahudi asıllı) Rafet Balli, Suriye, Irak, Lübnan ve Mısır gibi ülkeleri kastederek “sonuç yerine: hangi din ya da mezhep bayrağı bu ülkeleri birleştirebilir?” (23 09 2013) diye soruyor ve Milli birlik ve dirliğe ulaşmak için dini değerleri ve İslami öğeleri bırakmak gerektiğini ima ediyordu.

Hemen söyleyelim; bugün aziz milletimizi kaynaştıran ve Türkiye Cumhuriyetimizi ayakta tutan İslamiyet’tir. Siz kıcık alsanız, zalim Mao ve Lenin’in onda biri kadar saygı duyup sahip çıkmasanız da, asırlar boyu Selçuklu ve Osmanlıya yüksek medeniyetler kurduran ve zaferden zafere koşturan İslamiyet’tir. Anadolu’yu bize vatan yapan, Çanakkale’yi geçilmez kılan ve şanlı kurtuluş savaşını yapıp Cumhuriyeti kurduran ve de bugüne kadar Komünist ve kapitalist gâvurların tasallutundan koruyan yine İslamiyet’tir. Dış güçler ve dinsiz çevreler bu gerçeği çok iyi bildiklerinden dolayıdır ki bazen yasaklayarak, bazen ılımlaştırarak, bazen katılaştırarak, gerçek İslam’ı körletme ve kirletme peşindedir. Darwinist Laiklik ve masonik Kemalistlik perdesi altında İslam düşmanlığı yürüten çoğu soysuzlar, aslında Siyonizm’in (siyasi Yahudilik hedefinin) dinci hizmetçileridir. Bunlar AKP ve cemaat içinde de, PKK ve El – Kaide’nin perde gerisinde de kendi ağabeyleri bulunduğunu çok iyi bilmektedir.

Milli Görüş’ü ve Adil Düzen’i tenkit kılıflı taklitçilikle hiçbir yere varılamayacağının izahı ve ispatıdır:

“İnternete girerek kısmen yayınlanmış Millî Kalkınma Modelini ele aldım ve paragraf paragraf değerlendirme yazdım. Düzeltildikten sonra, seminerlerin dışında “Haydar Baş” adı altında www.akevler.org’da yayınladım” diyen çağımızın en önemli bilim adamlarından Sn. Süleyman Karagülle, Haydar Baş’ın Milli Ekonomi Modeliyle ilgili şu ilmi tenkit ve tespitlerde bulunmaktadır:

1) Millî Ekonomik Modelin Haydar Baş’ın hazırladığı sık sık vurgulanmaktadır, ama maalesef Modelin tarihçesi yapılmamaktadır. İslami dayanakları ve ilmi kaynakları ortaya konmamıştır. Oysa gerçek Adil Düzen modeli Hazreti Nuh Peygamber ile başlamış, Kur’an ile ekmel seviyeye ulaşmıştır. Bizim yapmakla mükellef olduğumuz, o ilâhî modellerle çağımızın problemlerini çözmeye çalışmaktır. “Adil Düzen”i değerlendirmeden ve onu yok sayarak yazılan bu kitabın yeni olduğunu iddia etmek hatalıdır ve yalandır. Oysa yapılması gereken “Adil Düzen”in ele alınması, varsa yanlışlarının ortaya konması ve eksikliklerinin tamamlanmasıydı. Haydar Baş’ın yaptığı bu davranış İslâmî olmayan bir yaklaşımdır.

2) İsevilik, Musevilik vardır ama Muhammedilik yoktur. Kişilerin tanrılaştırılması ateist ve Siyonist sermayenin hileli oyunudur. Aslında Başkanlar teori üretmezler, hazırlanan teorileri değerlendirirler ve uygulamada tercihlerini yaparlar. Çünkü Başkanın empozesi olunca onun üzerinde tartışılamaz. Bunun partiye ve tarikata zarar vereceği düşünülür. Oysa başkan tarafsız kalır ve gerekli şeyleri ilgili kişilere söyletirse, hem başkanlık etkisini yitirmez, hem de model gelişir. Kritik edilmeyen model gelişmez. Milli Ekonomi Modeli kitabının ilmi bir tenkidi maalesef yapılmamıştır. Sadece övgü ve reklam yapılmaktadır.

3) Tertiplenen toplantılarda model anlatılıp kritik edileceğine, Haydar Baş’ın methiyesi yapılmış ve hep olumlu şeyler söylenmiştir. Bu inandırıcı değildir. Kapalı devre oluşturmaktadır. Parti ve tarikatını “kendi yazar, kendi okur” hâle getirmektedir. Bu tavırla İslam ve insanlık âlemine örnek ve önder olmak imkansızdır.

4) Modelde bazı tahlillere girişilmiş, bazı teklifler getirilmiş, ama mekanizmalara yer verilmemiş, yani çözüm modelleri üretilmemiştir. Örneğin: “Para devlet için istendiği kadar basılabilir” gösterilmiştir. Oysa karşılıksız para değersiz kâğıt hükmündedir, faizi ve enflasyonu tetikleyen bir sömürü cinsidir. “Para karşılıksız faizsiz halka kredi olarak verilecektir” denilmektedir. Bu nasıl yapılacak ve kim takdir edecektir? Anlatılmamıştır. Bu modelle rüşveti yaygınlaştırmaktan başka bir şey yapılmayacak. Sonunda ödenmemiş kredi ile devlet iflasa sürüklenecektir.

Milli Görüş programları sayesinde itimat ve itibar kazanan AKP’liler sonunda anayasa ekseriyeti ile iktidara taşınmıştır. Ama yanlış ve haksız icraatlarıyla maalesef halkın “Adil Düzen”i yanlış tanımalarına sebep olmuşlardır. Kendi ümitsizliklerini halka aşılamışlar, AB’ye teslim olma dışında bir çare kalmadığına inandırmışlar; yani, Allah’ın kurallarını ve Kur’an nizamını unutmuşlardır.

“Haydar Baş ve kadroları da maalesef CIA tarafından kuşatılmış, kendileri dışında kimseleri görmez olmuşlardır. Milli Ekonomik Modelin İslam’la, Kur’an’la ve adı dışında Milli ihtiyaç ve amaçlarımızla hiçbir alakası bulunmamaktadır.” (Süleyman Karagülle, Kur’an Seminerleri 19.12.2005, www.akevler.org)

Şimdi Sn. Haydar Baş’çılar!         

İslam edeptir, edep ise haddini bilmektir. AKP’nin duyarsız ve tutarsız icraatlarını haklı olarak gündeme getiren ve eleştiren her programınızın, her köşe yazınızın sonunda “İşte bunların ayrıldıkları Milli Görüş de böyleydi… Bu yanlışlıkları Hocaları da tekrar ederdi…” gibi sanki asıl hedef, AKP bahanesiyle Milli Görüşü ve muhterem liderini karalama gayretleriniz ısrarla sürüp gitmektedir. Bu tavrınız:

a) Zahirde milli Görüşü tahkir ve tenkit gibi görünse de

b) Gerçekte, Milli Görüşü taklit ve Onun boşluğunu doldurma hevesi ve taktiği olduğu sezilmektedir. Ama bu çok komik ve sırıtan bir taklit ve kopyacılıktır.

Madem, Milli Görüş öyle yanlış ve yararsız politikalara sahipti de, Sn. Haydar Baş neden yıllarca o partinin il başkanlığını üstlendi? Ya haksız ve hayırsız bildiği bir partiden makam ve menfaat koparmak peşindeydi… Veya bu hareketin asıl niyetini ve mahiyetini fark edemeyecek kadar basiret fukarası bir kimseydi… Kaldı ki AB hakkında bildikleri ve söyledikleri ta o yıllarda Erbakan Hoca’dan dinledikleri ve öğrendikleridir.

Milli Ekonomi diye konferans ve kitaplarında ortaya koyduğu şeylere gelince:

Bunlar Erbakan Hoca’nın ve Milli Görüşçü uzmanların Adil Düzen projelerinin, bazı ana başlıkları, o da anlamadan ve kavramadan alınıp, yuvarlak vaatlerle süslenmiş, ilmi bir temeli ve değeri olmayan derleme sözlerdir. Bu kitabı reklâm için, parayla konuşturuldukları belli olan Azeri ve Rus Profların(!) pohpohlu övgüleri de sadece sizi gülünç duruma düşürmektedir.

İlmi bir araştırma yapabilmek için mutlaka gerekli olan bir tek yabancı dil dahi bilmeden, Bakü’de bir şekilde ayarlanan Prof. etiketlerine ve suni şöhretlere tenezzül buyuran, yani kendi kendisini bile aldatan tipler, bu millete nasıl kurtuluş rehberliği edecektir?!..

Haydar Baş’ın bu Prof.luğunun parayla alınmış bir etiket değil, ilmi ve resmi bir kariyer ehliyeti özelliği taşıdığını

Yabancı bir dil bildiğini, o dilde konuşup yazdığını

Milli ekonomi modelindeki bilgi ve belgeler gerçekten aklı yattığını ve bunların hangi temellere dayandığını ve nasıl uygulanacağını,

Bu tür Milli ve yerli projelere fırsat tanımayan Siyonist ve emperyalist güçleri nasıl devre dışı bırakacağını,

Bizzat ispatlayacağı, bir TV Programına çağrılmamızı ve bu iddialarımızla iftira ettiğimizi ortaya koymanızı bekliyoruz… En azından AKP ile Milli Görüşü aynı göstermek şarlatanlığınızdan vazgeçmenizi umuyoruz. Ülkemiz üzerindeki Siyonist ve emperyalist oyunları, gündeme taşıdığınız kirli ve gizli senaryoları, AKP ve benzeri dini söylemli Batı taklitçilerini ortaya çıkardığınız ve Milletimizi uyardığınız program ve yazılarınızı beğeniyoruz ve destekliyoruz… Birçoğunu yararlanarak izliyoruz… Ama her programın sonunda getirip:

Türkiye’de şeytani güçlere ve masonik çevrelere karşı siyasi mücadeleyi başlatmış

Sürekli bu zalim ve hain güçlerin hışmına uğramış, bu yüzden üç ihtilal yapılmış, beş partisi kapatılmış ve en sonunda siyaseten yasaklanmış

Birkaç asırdır yeryüzüne hâkim Siyonist kuşatmayı yararak, ilk Milli, müstakil ve evrensel oluşum olan D-8’leri başarmış

ANAP gibi, AKP gibi kendisine hıyanet edenler hep iktidara taşınmış olan Kutlu ve onurlu bir şahsiyeti, şuurlu ve mazlum bir hareketi, hiç hakkınız ve haddiniz olmadan dile dolamanızı doğrusu sindiremiyoruz!

Şiir:

Hiçbir taklit aslının, yerini tutmaz
Biraz aklı olan bu, hileyi yutmaz
En büyük balonun, bir iğnelik canı var
Asaletli kişi asla, aslın unutmaz!…

Evet, bütün bunları görünce, Hint Filozofu Beydaba’nın:

“Kudurmuş çakal sürülerinin etrafını sardığı Kaplan’a özenip, onun yerine göz diken, hatta onu kötülemeye ve küçük düşürmeye yeltenen Tavşan’ın hikâyesini” hatırlatıyoruz.

Şiir:

Zavallı imrenmiş, sürü başı tor boğaya
Fazla şişme çatlarsın, demişler kurbağaya
Takılan buğday sapıyla, biraz üfürülünce
Balon gibi patlayıp, pişman olmuş doğduğuna…

Yeni Mesaj Gazetesinin ve Meltem TV’nin, fikri masaja (yoğrulmaya ve olgunlaşmaya) ihtiyacı vardı:

BTP’nin MYK üyesi Muharrem Bayraktar 20 Nisan 2005 tarihli Yeni Mesaj Gazetesinde “Saadet Partisinin AB söylemlerinde samimi olmadığını, çünkü programında AB’ye yatkın ve aşkın(!) ifadeler yer aldığını” söylemişti. Biz Milli Görüşçü kimseleriz. Erbakan Hoca’nın resmi değil, samimi takipçileriyiz. Saadet Partisiyle, gönül birlikteliğimiz dışında hiçbir bağlantıya sahip değiliz. Milli Görüşe parti taassubuyla değil; Kuvayı Milliye şuuru, imani ve insani sorumluluk duygusuyla taraftarlık içindeyiz. Dergimizde zaman zaman, SP içindeki bazı marazlı şahıslara yönelik ciddi tenkitlerimizi de bunlara delil gösterebiliriz. Milli Görüşün ve Saadet Partisinin masonik ve münafık cephede değil Milli ve yerli çizgide olduğunun, 40 yıllık tecrübelerle tescil edildiğini bildiğimiz için Parti programında yer alan:

Türkiye’nin AB ile ilişkileri, ülkemizde insan hakları ve demokrasi uygulamasının, AB kriterlerine uygun hale getirilmesi ve bu değerlerin Avrupa ile birlikte daha da geliştirilmesi açısından önemlidir” ifadeleri

Önce Türkiye’deki demokrasi ve özgürlük seviyesinin, Avrupa’nın kendi içinde uyguladığı standartlara kavuşturulması, sonra da Türk-İslam medeniyetindeki adil ve asil hedeflere ulaştırılması gereğinin bir temennisidir.

Kemal’in önceleri “Muasır Medeniyete Yetişmeliyiz” dediği daha sonraları “Muasır Medeniyetin fevkine geçmeliyiz” şeklindeki tedrici amacının bir başka ifadesidir. Yani Batı henüz her konuda eksiktir. Siyonist sermayenin gizli hâkimiyetinden kurtulabilir ve emperyalist Haçlı ruhundan sıyrılabilirse, bizim medeniyetimizden öğrenecekleri ve istifade edecekleri çok şey olduğunu göreceklerdir.

Çünkü Erbakan Hoca’nın 40 yıl anlattığı gibi, AB aslında üç kabuklu bir Siyonist girişimidir.

Dış konumu: Avrupa Ülkeleri dayanışması ve işbirliği; İç kabuğu; Hıristiyanlık ortaklığı ve kardeşliği; Gerçek durumu ise; Siyonist sermaye hâkimiyetidir!

İşte SP’nin bu yaklaşımı, bir nevi Avrupa’yı uyandırma stratejisidir. Artık Fransa, Almanya ve İtalya gibi ülkelerde ABD ve İsrail karşıtlığının fark edilmesi tesadüfî değildir. Ve Erbakan, eline geçen ilk fırsatta D-8’ler gibi son 150 yıldır, Siyonist çetenin kontrol ve kumandası dışında başarılabilen ilk ve tek uluslararası oluşumu gerçekleştirmiştir. Siyonizm’in baskısına dayanamayacak bazı zayıf ülkeleri ve Türkî Cumhuriyetleri de, muhtemel tazyik ve tahribattan korumak için bu girişime dahil etmemiştir…

Haydar Baş’çıların: “sahi bu çelişkinin amacı ne? SP’nin programı ile propagandası neden farklı?” sorusuna, iki soruyla ve sadece kendilerinin anlayacağı şifreli bir üslupla cevap verelim:

Dolar ile diplomanın benzerliği ve ilişkisi nedir?

İcazetsiz şeyhlikle, parti şefliğinin ortak çizgisi ve çelişkisi nedir?..

Evet, Sn. BTP’liler!  velev Saadet Partisi, bunları programına yazmakla yanlış yapmış!..

Ama şimdi bu yanlışını fark edip doğru olan bir tavır sergilediği ve AB’nin gizli ve gerçek mahiyetini sezdiği ve milletimizi ikaz ettiği için, tebrik edilmesi ve teşvik edilip desteklenmesi gerekmez mi? Yanlıştan dönüp doğruya yönelenlerin tebrik ve teşvik edilmesi gerekirken, tenkit edilmesi hangi dinde ve mezhepte caiz görülmektedir?

Kaldı ki bir liderin ve partisinin önce hangi cephede olduğunun tespiti gerekir. Acaba Milli ve Rahmani safta mı, yoksa kirli ve şeytani güçlerin tarafında mı? Sorusunun cevabı verilmelidir. Eğer rahmani cephede ise; Zahiren bazı yanlış görülen söz ve tavırlarına hüsnüzan edilir ve bir özel hizmet ve strateji amaçladığına hamledilir. Yok, eğer, Şeytani cephede ise, zahiren İslami ve insani bir hizmet gibi görünen işlerinde bile, elbette bir art niyet aramak lazım gelir.

Şimdi Erbakan’ın; çocukluk yıllarından, okul hayatından, Odalar Birliği Başkanlığından, AP’ye sokulmamasından ve siyasete atılışından bugüne, hangi şer odaklarının ve şeytani mihrakların saldırısına maruz kaldığını, niçin beş partisinin kapatıldığını, neden siyasi yasaklara ve bu cezalara çarptırıldığını… Ve yine eline imkân ve fırsat geçince, nasıl ağır sanayi hamlelerini, Kıbrıs Barış Hareketini, tarihi D-8’ler girişimini, havuz sistemiyle rantiyenin hortumlarının kesilmesini başardığını…

Ve dahi, bir AKP milletvekilinin ABD ziyareti dönüşü bir Yahudi lobisi yetkilisinden naklen:

“Erbakan’ı siyaseten öldürdük ve gömdük, ama yetmez, üzerine beton dökmemiz gerekir!” diyecek kadar, malum ve mel’un güçleri bu denli ürkütmesinin sebeplerini ve amaçlarını düşünürseniz, Erbakan’ın ve Milli Görüşün hangi safta olduğunu her halde fark edersiniz…

Çok değerli ve Milli düşünceli aydınlarımızdan; Eski Sanayi Genel Müdürlerinden Sn. Bülent Esinoğlu, hem Diyarbakır dönüşü yolculuk sırasında hem de lütfedip gönderdiği faksta şu gerçekleri anlatmıştır:

“Sn. Necmettin Erbakan’ın ünlü Libya ziyareti heyetinde ben de vardım. Devlet görevlisi olarak tüm toplantılara katıldım. Toplantılara ara verilip orada bulunan gazeteciler Erbakan’dan veya hükümet yetkililerinden demeçler alıyorlardı. Demeçlerin tam aksini ifade eden manşetleri ertesi gün gazetelerde gördüğümde şaşkına dönüyordum.

Trablus’un Güneyinde büyük bir mekanik imalat kompleksini gezmiştik. Mesleğimin mühendis olması ve imalat alanında tecrübeli olmam dolayısı ile bu fabrikaların her türlü silahı üretecek kabiliyette olduğunu fark ettim. Yani burası mükemmel bir silah fabrikası idi. Ancak fabrikada çalışan hiç kimse yoktu ve atıl vaziyette çürümeye terk edilmişti. Neden çalışmadığını birlikte dolaştığımız Libya’lı yetkiliye sorduğumda, teknik elemanlarının olmadığını eğer biz (Türkiye) yardım edersek bunun mümkün olacağını belirtti. Bu nedenle Erbakan’ın ziyaretinden oldukça ümitliydi. Esas dilinin altındaki baklayı ise sonradan çıkarttı. ”Ama korkarım Amerika size müsaade etmez” demişti. Libyalının bu sözüne itiraz ettim. “Amerika ne karışır” dedim. Libyalı yetkili: “Siz Amerikan sömürgesi değil misiniz?” Bu söz benim ciğerime oturmuştu. Daha sonra Tahran ve diğer Arap ülkelerine gittiğimde buna benzer ifadeler ile karşılaştım. Osmanlı’dan koparılan topraklarda yaşayanların bizi Amerikan sömürgesi olarak görmesindeki gerçeklik payını ve sorumlularını artık sorgulamamız gerekir.

Biz Libya’daki o muazzam fabrikayı gördükten sonra Erbakan Hoca’nın bunca istismar ve iftirayı göze alarak Libya gezisine niye önem verdiğini sezmeye başlamıştım. (Hoca bu yatırımları değerlendirmek ve her iki ülke çıkarına geliştirmek niyetindeydi.) O gün orada bulunan (casus) gazetecilerin hangi ilişkiyi engellemeye çalıştıklarını şimdi daha iyi anlıyorum”

Nobel Ödülü sahibi BM Yeni Düzen Arayışları Uzmanı Prof. Oruin Lazio, Erbakan Hoca’nın davetlisi olarak İstanbul’da verdiği bir konferansta şu samimi itirafta bulunuyordu: Ben artık Adil Düzenciyim. Sebebini şöyle açıklayabilirim;

“Büyük bir kasırga Avustralya’yı vurmuş, Hindistan’a Çin’e doğru gitmesi ve büyük bir felakete sebebiyet vermesi beklenirken birdenbire okyanusa doğru kaymıştır. Acaba müthiş bir yıkım endişesine sahip bu korkunç fırtına bütün meteoroloji ve fizik uzmanlarının beklentisi dışında niçin ve nasıl yön değiştirip okyanus içlerine doğru esmeye başlamış ve enerjisini dağıtmıştır. Bunun sebebi araştırıldığında, o mevsimde Avustralya’dan Asya’ya doğru göç eden milyarlarca kelebeğin hafif ve nahif kanat çırpınışlarının oluşturduğu hava dalgasının okyanus içlerine ve kutup bölgesine taraf saptığı anlaşılmıştır. Bu olaya meteorolojide kelebek anlamına gelen “şimetterlik” etkisi denmektedir. İşte ben (Prof. Lazio) yılların birikimi olan bilgi ve enerjimle birlikte; Erbakan’ın Adil Düzen brifingini dinleyince, insanlığın kurtuluşunun Milli Görüş ve Adil Düzen projelerinde olduğunu anladım, kafamda ve vicdanımda aradığım sisteme ulaştım ve bu istikamete yöneldim. Artık emrinizdeyim…”

Siyonizm’e, yani ırkçı Yahudi şovenizmine ve faşist batı emperyalizmine karşı:

1- İslam Birleşmiş Milletleri Teşkilatı

2- İslam Ortak Pazarı

3- Müşterek İslam Dinarı

4- İslam Ortak Savunma Paktı

5- İslam Kültür ve Eğitim İşbirliği kurumları

gibi, tüm dünyaya ve bütün insanlığa huzur, hürriyet ve refah sağlayacak ve barışı koruyacak kuruluşların;

a) Önce teorik (fikri) projelerini

b) Ardından, Milli Görüş hükümetleriyle pratik (fiili) girişimlerini ilk önce Erbakan ortaya atmış ve başlatmıştır.

Çok genç ve dinç nüfus potansiyelimiz

Yeraltı ve yerüstü zenginliklerimiz

Dört iklim, geniş arazimiz

Ve denizlerimiz

Dünyadaki stratejik yerimiz

Büyük tarihi mirasımız ve kültürel birikimimiz gibi tabii ve talihli imkân ve fırsatlarımızı değerlendirerek, kendi yerli ve Milli kalkınmamızı gerçekleştireceğimizi anlatmış ve toplumun uyanmasını sağlamıştır.

A) Teslis (üç ilah) sapkınlığıyla Allah ve yaratılış inancı yanlış ve batıl

B) Her çocuğun suçlu ve günahkâr doğduğunu kabul ederek insana bakışı yanlış ve batıl

C) “Âlemin sahibi biziz, istediğimiz gibi dünyayı kullanıp katlederiz, havayı, okyanusları, ırmakları keyfimizce kirletir ve tüketiriz” düşüncesiyle doğaya yaklaşmaları haksız ve batıl olan Yahudi faşizminin ve Hıristiyan şovenizminin şekillendirdiği bozuk ve barbar batı emperyalizmine karşı:

A- Cenabı Allah’ın birlik ve vahdetini,

B- İnsanın yaratılışındaki şeref ve fazileti,

C- Dünyanın tabiatının korunması gereken bir emanet olduğu hakikatini esas alan İslam dini ve ulvi prensipleri doğrultusunda farklı din ve kavimden bütün insanlara şefkat, merhamet ve adaleti amaçlayan Milli Görüş Medeniyetinin temellerini atmıştır.

İyi de bütün bunlar neye mi yaramıştır? İşte bu sorunun cevabı, çok yakında anlaşılacaktır. Ve kutlu bir devrimle Türkiye merkezli yeni bir dünya kurulacaktır.

Size tavsiyemiz:

Ilımlı İslam safsataları, Dinlerarası Diyalog tuzaklarıyla; İslamiyet’i yozlaştırma ve Siyonizm’e yamama girişimlerine…

AB hayaline Türkiye’mizi yıkma ve geleceğimizi karartma hıyanetlerine karşı verdiğiniz ve bizlerin de içtenlikle desteklediğimiz gayretlerinizi devam ettiriniz!…

Ancak sakın şımarıklık ve taşkınlık havasına girmeyiniz! Bir tarikat partisi ve tekke cemaati tavrını artık terk ediniz…

Ülkemizin Milli bir diriliş ve derlenişe en muhtaç olduğu bir dönemde, böylesine basit particilik ve fasit tarikatçılık taassubuyla hareket etmeyiniz!..

Milli Görüşten ayrılıp dergi çıkarmaya, tarikatınıza mürit toplamaya ve derken şirketlerinize ortak ayarlamaya çalıştığınız günlerde şimdi genel başkan yardımcınız Sn. Ali Bey’in Elazığ’a teşriflerinde:

“Biz her türlü siyasetten ve partiden uzak duruyoruz. Particilik ve siyasetle hiçbir hayırlı hizmet yapılacağına inanmıyoruz…Biz ilmi ve ahlaki gayretlerle netice alınacağını düşünüyoruz.. Bu nedenle asla siyasete bulaşmayacağız, bulaşmıyoruz” derken, daha sonra birden parti kurup, Erbakan’ın yılardır savunduğu ve insanlığın kurtuluş programı olarak ortaya sunduğu gerçekleri yarım yamalak taklit ederek bu yola girdiğinize bile seviniriz!..

Ama dikkat ediniz… “Koyun sarhoş olunca kendini kaplan sanmış.. Kurdun inini sorup, şafak vakti saldırmış” durumuna düşmeyiniz!.. Ve ham hayallere heveslenmeyiniz!..

Yazılacak ve yüzünüzü kızartacak çok şey var ama diyalogcuları, masoncukları ve mooncuları sevindirmemek ve hainlerin eline koz vermemek için şimdilik bu kadarla yetindiğimizi ve hatta birkaç sahifeyi de yazdığımız halde vazgeçtiğimizi biliniz!

Bediüzzaman’la ilgili yazdıklarınıza gelince:

Bütün hayatını ve rahatını iman davasına ve aziz vatanımızın savunmasına harcayan, Rus işgaline karşı talebe ve taraftarlarının başında gönüllü alay komutanı olarak çarpışan ve en yakınlarını ve yeğenlerini şehadetle uğurlayan, ağır yaralı olarak esir düşüp, Rusya’da yıllarca zindanlarda tutulan ve Türkiye merkezli yeni bir İslam medeniyetinin hayali ve hasretiyle yanıp tutuşan Bediüzzaman’ın; tescilli hatıratı ve yüzlerce kitabı ortada iken, sadece onu istismar eden bazı gafillerin suçunu ona yükleyip veya akla karanın karma karışık olduğu bir dönemde yazılan bir bildirideki imzasını bahane edip aleyhinde bulunmak; ne iyi niyetle, ne de yazarlık haysiyetiyle bağdaşmayan, dürüstlük seviyesinden ve samimiyetten uzak bir yaklaşımdır.

Bizim kanaatimize göre, Atatürk konusunda da bir “iltibas-karıştırma” mevzubahistir.

Atatürk, Tanzimat’tan beri ülkenin hayati kurumlarını ele geçiren ve bütün dünyada hâkimiyetini hissettiren Siyonist Yahudiler ve Sabataist dönmelere rağmen, hiçbir hareketin başarılı olamayacağını sezmiş ve onların yanında ve yolunda görünerek, en azından zahiri ve resmi planda Anadolu’yu kurtarmayı ve Türkiye Cumhuriyeti’ni kurmayı hedeflemiştir. Ve tabi yıllar sonra fark edilen bu çok ince siyaset ve stratejisinde; Sabataist Dönmeleri ve Siyonist Yahudileri bile uzun zaman inandıracak gerçekçi bir rol üstlenmiştir. O’nun bu dâhiyane rolünü fark edemeyenlerin: “Türkiye’mizi son Siyon ülkesi, milletimizi Yahudi kölesi” yapmaya çalışan hıyanet şebekesine duydukları haklı nefret ve tepkiyi, bazen onların elebaşı görünümündeki Mustafa Kemal’e yönetmelerini çok dikkatli tahlil etmelidir. Bediüzzaman şunları söylemektedir:

“İslam dinine ve ümmetine hıyanet eden o dehşetli şahsın, önemli bir kuvvetinin ve ekibinin Yahudiler olacağı yolundaki hadis ve haberlerin doğruluğunu; Lord Gürzon ve Haim Nahum gibileri ortaya koymaktadır”[8]

Bu sözlerden de açıkça anlaşılıyor ki, Bediüzzaman, yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin perde arkasındaki Yahudi ve dönme hıyanetini herkesten önce sezmiş, Ancak Atatürk’ün de onlardan birisi olduğunu zannetmiştir. Hâlbuki Atatürk en güçlü bulunduğu, muzaffer bir komutan ve Cumhurbaşkanı olduğu bir dönemde, Bediüzzaman’ı Ankara’ya davet etmiş, hürmet ve rağbet göstermiş, çok önemli ve yetkili görevler vermek istemiş ve bütün bunlara rağmen Bediüzzaman’ın çok sert ve ters tepkilerinin asıl niyetini bildiği için olacak ki kendi fıtratına hiç uygun düşmeyecek şekilde, yine de sabır ve sükûnetle karşılık vermiştir.

Üstelik Bediüzzaman Atatürk’e ilişilmemesi gerektiğini söylemekte ve Ankara’daki davranışından dolayı pişmanlık göstermektedir. “Beni Ankara’ya istediler, gittim. Gidişatları benim ihtiyarlık hissiyatıma uygun gelmedi. “Bizimle beraber çalış” dediler. “Yeni Said öteki dünyaya çalışmak istiyor. Sizinle beraber çalışamaz. Fakat size de ilişmez” cevabını verdim. Evet, ilişmedim, hatta ilişenlere de iştirak ve meyil değil, belki teessüf ettim. (Mustafa Kemal’in aleyhine çalışanları asla hoş görmedim) Çünkü (bu tavırlar) İslam Milliyetçiliğinin geleneklerini yaralayabilir. (Atatürk gibi) acip (Hayrat verici) bir askeri dehayı (maalesef benim sert tepkilerim) bir derece bu ananelerin aleyhine dönmesine vesile oldu. Bu dehayı kuşkulandırıp İslami ananelerin aleyhine çevirmek caiz değildir. Onun için elimden geldiği kadar dünyalarından çekildim ve karışmadım”[9] diyen…

– Yurdumuzun barbar batılılarca işgal edildiği sırada ve mütareke yıllarında; İstila kuvvetlerine şiddetle ve cesaretle karşı çıkıp direnen ve Milli Mücadeleye ve Atatürk’ün Ankara Hükümetine taraftarlık gösteren[10]

– Anadolu hareketine karşı İngilizlerin dayatmasıyla Damat Ferit Hükümetinin, Şeyhülislam Dürrizade imzasıyla yayınladığı “Bunlar isyan etmiştir, öldürülmeleri gerekir” fetvasını “Müslüman halkı Kuvayı Milliye aleyhine karşı kışkırttığı” için kabul etmeyen, Ankara Müftüsü Rıfat Börekçinin fetvasını destekleyen[11] “zıt kavramlar yer değiştirmiştir; Zulme adalet, Cihada isyan, esarete ise hürriyet adı verilmiştir” diyerek Atatürk’ün başlattığı Milli Mücadeleyi cihat ve hürriyet kabul eden

– “Ankara’da mevcut 200 mebustan 163 mebusun imzası ile 150 bin lira, o zaman paranın kıymetli vaktinde aynı üniversite (Üstadın Van’da kurmayı tasarladığı Medresetüz Zehra) için vermeyi kabul ve imza ettiler. Mustafa Kemal de içinde idi”[12] diyerek Atatürk’ün ve Ankara Hükümetinin, kendisinin hayırlı teşebbüslerine destek verdiğini dile getiren Bediüzzaman’la Atatürk arasında bazı konularda yanlış anlaşılmaların olabileceğini, bazı hataların yapılabileceğini ama bunlar bahane edilerek, bu büyük şahsiyetlere hakarete kalkışmanın hıyanet cephesinin ekmeğine yağ süreceğini bilmeniz gerekir. Eskilerin deyimiyle, “Her zurnacı olanın kendisini borazancı, hatta bölükbaşı zannetmesi” gibi şimdi de, her gazetesi, TV’si ve partisi olanlar da, maalesef “Perili Köşkün Prensi havasına girmektedir.

“Yükseklere tükürme, dönüp yüzüne düşer…

Kule yapayım derken, kalkıp kuyusun eşer!”

Kibarı kelamının muhatabı olmamak için dikkat ve duyarlılık göstermelidir.

  1. Diyanet Vakfı İlmihali c. 2 s. 365
  2. Müslim, Müsâkât 25
  3. Müslim, Müsakat 25
  4. Sad: 24
  5. Nisa: 12
  6. Ebu Davut – Dare Kutni.
  7. Ö. Nasuhi Bilmen. Hukuku İslamiye Kamusu c. 7 s. 63 – 136.  Bilmen Yayınevi. 1970
  8. Emirdağ Lahikası
  9. Tarihçe-i Hayat Eskişehir Dönemi
  10. Külliyat Nesil Yay. 1. cilt s. 1080- Başbakanlığa Mektup
  11. Bak. Bediüzzaman’ın Hayatı Yeğeni Abdurrahman Nursi s. 106-107 Piran Yay. İst.
  12. Emirdağ Lahikası 27. Mektup
0 0 votes
Değerlendirmeniz

Makale Paylaşım Sayısı: 

Subscribe
Bildir
9 Yorum
En Yeniler
Eskiler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

çok tıngırtı …boş tenekeden gelir …
Ferdi bey kardeş(!)

mümkünse yukarıdaki yazıyla ilgili ilmi eleştirilerinizi yapın….

Sayın yazarın ilk paragrafında belirttiği:
” Rahmetli Erbakan’ı ve Adil Düzen programını eleştirirken “cahil cesur olur” cinsinden saçmalamış ve “Amerika’nın global şirketlerinin ve Batının taleplerini, yeşil bir bohçaya sarıp Adil Düzen diye bu milletin önüne koydular. “Selem Senedi” diye, kapitalizmin en vahşi uygulamasını İslami proje diye yutturmaya çalıştılar”

konuyu ve aşağıda “selem senedi ” ile ilgili açıklamalarını bir daha okuyun ; İslami ve ilmi bakış açınızı ve kendi çözümünüzü orta yere koyun …yazarın yazdıklarını yine ilmi manada çürütün …

sadece ilk paragrafa ilmi eleştiri getirseniz yeter! …fazlası değil…

yoksa yazdığınız yorumlarla boşboğazlığa devam etmiş oluyorsunuz …

ve yazdıklarınız içi boş ve kof laf kalabalığından öteye gitmiyor …

Nerden başlasam …
Şimdi bakınız ferdi bey,

BOP eşbaşkanı da dahil ve Sizin Haydar Baş’ınız da dahil olmak üzere hepsi Milli Görüş kaçkınlarıdır, değil öğrenci olmak, aday adayı bile olamadılar bu davaya… Öncelikle bunu bir öğrenelim, Zamanında Trabzon il başkanlığı yapıp da Milli Görüşü tarikatcılık yamakla abuk subuk suçlayan Haydar baş daha sonra sanki o lafaları etmemiş gibi kendi tarikatını kurdu (!?) ve etrafındakileri keramet masalları ile uyutup durdu, yediklerini buraya yazsam bu siteyi kapatırlar (!?)

Yani anlayacağın BOP eşbaşkanına ne diye yol verdiler ise Haydar Baş’a da paralı diplomayı üniversitesinden eline bir belge tutuşturdular ve aklının dahi ermediği uydurma bir adil düzen kopya ve bulamacı ile kendi uydurduğu milli ekonomik modeli adı altında her zaman olduğu gibi Milli Görüş-Adil Düzen’in önünü kesmek için sen burda kumda oynayıver dediler….

100’lerce adamın gelip dinlemesi bir şey ifade etmez, ona bakarsan Milli Görüşü yıkacağım diye yol açıkan BOP Eşbaşkanına da hiç bir sıfatı olmadığ ıhalde ABD ve Avrupada bir çok kodaman, devlet erkanı karşıladı ve sırtını sıvasladı….

Anlayacağın Kur’an’ında dediği kalabalıklar her zaman doğru yolda değil bilakis çoğunluk hüsrandadır…

Sahte Prof olayını Kemal Gürüz değil, YÖK başkanı ortaya çıkarmış (O tarihte de Kemal Gürüz idi) ve İç İşleri bakanlığıda araştırma yaparak olayın üzerine gitmiş Meclis gündemine de taşınmıştır, hatta araştırsan muhteremin diğer kerametlerini de buradan okursun…

Bak sen önce bir yukarıdaki yazıyı oku, zira bilgin yetersiz diyerek Haydar Baş Şıhının kerametlerine güvenme, yukarıda yazmışlar ve bilginin bir dayanağı olmalı demişler, o saydığın ekonomi modelini hangi ayet, hangi hadisten hangi kıstaslardan çıkarttın dediler ama tısssss ses yok, zira an anlattıklarını belgeleyecek ne bilgi ne birikim ne de o yürek var..

Şimdi siz önce yukarıdaki yazıyı okuyun, daha sonra da daha da okuyun ve ondan sonra yazınız…

Siz yeni olmalısınız zira o mahkeme dediklerinizden buradaki yazarlara da açıldı ama malesef her seferinde oyunları kendi başlarına çalındı…

İslam dünyası bu kafa ile demişsin ve kınadığın o batı dünaysı gibi hemencecik sende Milli Görüş tabanlı kimselere çamur atmışın, ayarınız aynı ne diyeyim…

Haydar baş zamanında Refah partisi Tarbzon il başkanı falan iken daha sonra kınadığı bir isnat ile kendi iftiralarını yalayarak tarikaıtnı kurdu ve her ne hikmet ise keramet gazı ile sizleri kandırdı… Bilimsel bir dayanağı yoktur, söylediklerinden kendi de bi haberdir, Kuran hadis bir dayanağı yoktur, bir ayet referans ver desen Milli Ekonomi modeli ile alakalı veremez…

Ne diyem ben sana OKU ilimde keramet, olmaz…. Şeriat zahire hükmeder, bilimde de ispat vardır, delil vardır… Bunlar yok ise kaynak en kaba yerindir…

OKU OKU OKU….

6 ay sonra yine bekleriz…

zÜLKARNEYN BEY
dava falan demişsin 6 ayda bir kimler uğruyor bilmiyorum Oğlum olursa zülkarneyn ismini koymayı düşünüyordum.İsmin gerçekte zülkarneyn ise Güzelmiş.Ama benim ismim ferdi emailim var yani ben kavga etmek için uğramadım ama yazdıklarım eleştiri
değil erbakan hocayla ilgilide dini bilmiyor deselerdi eleştirirdim dediğim gibi sorun bir olamamakta onun için islam dünyası bu kafayla 100 yıl daha biyere gelemez demiştim.

zÜLKARNEYN BEY
1.Malesef haydar hocanın yıldızı parlamaz ve parlamıyorda.Çümkü kapitalist düzen ve İslam Düşmanları (kastım batı dünyası)Türk basınını Yönlendiriyor.2.Sayın Cumhurbaşkanı yanılmıyorsam Haydar Hocanın değil erbakan hocanın öğrencisi.3.Sahte prof. Olayını kemal gürüz ortaya attı cevabını aldı türk mahkemelerinde(bu arad Kemal gürüzle aynı safta olmanız üzücü)4.Alkışlayan 3-5 kişi değil 100 lerce ekonomi profu.Lisiçkin gavriletz volkonsky Erbakan hocanın da adil düzeni sunduğu kişiler.Kusura bakma ama bilgin yetersiz.Sıradaki gelsin derdim ama niyetim kavga değil Herkezin yanluışları olabilir senle ben kardeş olmayı beceremedikçe elin gavuru bizi birbirimize kırdırıyo benim derdim o.Yanlışımızla doğrumuzla elin gavuru için senle benim aramda hiç bir fak yok.İkimizde biriz.Onlar bizi bir görüyor ama sorun malesef biz bir bütün olamıyoruz.

Sıradaki gelsin…
🙂

Ferdi bey her ne hikmet ise Haydar Baş’ın sempatizanları yaklaşık her 6-7 ayda bir buraya gelirler, yorum yazarlar ve arkasından da bu derginin yazarlarından biri hakkında dava açarlar ve her zaman ki gibi de dava aleylerine sonuçlanır…..
🙂

Yenilen pehlivan güreşe doymazmış…

HAydar baş hakkında sahte, paralı diplomalar ile Hocalık yaptığını burada yazarlar yazmış ve duyduğumuza gçre siz bunlara dava açmış ve akabinde ise Haydar Baş’ın sahte diploma ile işler çevirdiği iddialarına Haydar Başçılar tarafından açılan davalar Milli Çözüm’ün hakkaniyeti ile sonuçlanmıştır. Yani Haydar Baş’ın bir şekilde çakma diplomalar ile etrafta gezindiği sizin kendi ayağınıza sıkmanız ile ortaya çıkmıştır…

Sağda solda roda buradan Haydar Baş lehine alkışlar var, toplantılarına katılanlar var demek bir şey ifade etmez…

Bu ülkede BOP EŞBAŞKANLIĞI yapan bir şahıs üzerinde hiç bir sıfat yok iken, sade sivil bir vatandaşken bile taaa Amerikalarda görüşmediği kodaman, avrupalarda destek almadığı Hristiyan kulübü kalmamıştı… Ne oldu…

Sizin Haydar Baş’ın ne zaman yıldızı parladı bir bakın bakalım,

Siz bir şeyler (!?) vaad edin tüm BOP çular, BİP çiler, Hristolar arkanızda değil alkış sizleri başların tepesinde taşır…

Anlaşılan odur ki yaranız kabuk bağlamış olmalı ki yine Mİli Çözüme sataşmaya başlamışsınız…

YUHHHHHH
YAA abi ilim diyosunuz islam din diyosunuz biraz ufak atın da inandırıcı olsuun.Haydar hoca 2 hadis 3 ayet bilirmiş pöffff.mem i dünya kabul etmiş kapitalizmi çökertiyor ben demiyorum 100 ülkeden iktisat profu söylüyor sizin cahil yorumlara bakın.haydar hocanın işi harbi çok zor islam ülkeleri bu kafalarla daha 100 yıl geride kalır.Yazık abi ya sizide seviyorum tüm müslümanları da seviyorum ama bu kadar haybeden bir müslüman eleştirilmez erbakan hoca tank motoru buldu sizin yaptığınız bu ilimsiz eleştiri on da hakarettir.Haydar hocaya saygınız yoksa bare kendi hocanıza saygınız olsun yoksa millet size bakıp erbakan hocada nasıl tembel öğrenciler yetiştirmiş diyecek yazık be kardeşim ya eleştirinde biraz ilmi olsun

Sn Enes Eren Beyefendiye…2
Bu arada belirtmeden geçemeyeceğim; Nasıl ki muhteşem Harun Yahya eserlerini Adnan Oktar gibi bir kıpti ile lekelemeye çalışıyorlarsa aynı şekilde refah ve bereket düzeni projeleri olan Adil Düzen projelerini lekelemek için Haydar Baş gibi ve hatta Numan Kurtulmuş gibi aynı tiyniyetteki zevatlarla lekelemeye ve bulandırmaya çalışmaktadırlar.

Milli Çözüm Dergisine çağımızın en büyük problemlerine pansuman tedbir değil köklü ve kaliteli çözümler sunduğu ve Milletimizin değerlerine ve değer verdiği insanlara dil uzatan her kesimden kişilere ve gruplara yanlış ve eksiklere düzeltme, çarpıtmalarına ikazlar sunarak toplumu aydınlattığı için milli düşünceli ve duyarlı tüm insanımız adına teşekkürü bir borç bilirim, Allah razı olsun.

Enes Eren Beyefendiye..
Sn. Eren,

Doğru söylüyorsunuz Hak’ta ittifak ve hayırda yarışmak Kur’anı Kerim’in emri ve Hz. Peygamber Efendimizin tavsiyesidir. Zaten Milli Görüş ve Milli Çözüm’ün hedefi de Aslımızı ve temel esaslarımızı koruyarak, çok farklı kesimler ve isimlerle ve Milli çıkarlarımız istikametinde ittifaklar kurmak ve tüm toplumu kucaklamaktır.

Ama belirtmek gerekir ki ittifak aynı hedef ve istikamete sahip taraflar veya ortak değer, hedef ve amaçları taşıyan taraflar arasında olacağı gerçeğini bilmemiz gerekir. Haydar Baş’ın sözde islami ekonomi modelinin sonucu “Milli Ekonomi Modeli” rüşvet ve yolsuzluk ekonomisinden başka bir yola çıkmaz. Solcu islamcılık gibi Kapitalist ekonomi modelinden başka birşey değildir. Aksini söyleyeceklerse once kendi yayın organlarında Akevler ekibinden Sn. Süleyman Karagülle’nin reddiyelerine cevap versinler. Milli Çözüm’ün savunduğu Adil Düzen Modeli ise sadece ekonomik değil, siyasi, ilmi ve eğitim olmak üzere 4 sütundan oluşmakla birlikte;
1. Kaynak Gösterdiği
2. Geliştirdiği
3. Daha olgun hale gelmesi için herkesimden insanın samimi düşüncelerine kapı açarak davet ettiği bir Model olduğu için Haydar Bas’ın ekonomi modeli ile bir tutmak hiç ama hiç insaflıca olmayacaktır.

Milli ve evrensel projelere, kalıcı ve kapsayıcı hedeflere sahip olan bilinçli ve dinamik Milli Görüş çatısı altında gerçekleşebileceği bir gerçektir, bu detaylarıyla bu hatırlatmayı Sn.Haydar Baş ve ekibine de yapmanız daha isabetli olacaktır. Eğer kendileride gerçekten ciddi, cesaretli ve Kur’an ve insan kaynaklı iseler bu teklife yok demeyeceklerdir!!!

Ama malesef Fıkhi mezheplerin dahi “Milli Ekonomi Modeli” savları dahilinde nelere cevaz verdiğini dahi bilmeyen sn. Haydar Baş ve ekibi demek ki bu sistemlerini islama dayandıramamaktadırlar. Zira ayet ve hadis ile geçerliliği ispatlanmış 4 ticaret metodundan biri olan Selem Senedi ve Adil Düzen hakkında “Amerika’nın global şirketlerinin ve Batının taleplerini, yeşil bir bohçaya sarıp Adil Düzen diye bu milletin önüne koydular. “Selem Senedi” diye, kapitalizmin en vahşi uygulamasını İslami proje diye yutturmaya çalıştılar” iftiralarıyla aslında “Milli Ekonomi Modeli” nin içeriğini de kendi ağızlarıyla ifşa etmişlerdir.

Selem Senedinin hangi şartlarda ilahi bir lütuf halini alacağı, faizin çeşitleri ve selem senedi ile farkları, adil ortaklık ve vergi sistemleri gibi çok önemli tespitler içeren bu makaleden keşke tüm Müslümanlar faydalanabilse…

ittifak
kavgayı bırakın ittifak yapın kavga bu ülkeye hiç birşey vermez

Picture of Osman ERAYDIN

Osman ERAYDIN

YORUMLAR

Son Yorumlar
9
0
Düşünceleriniz değerlidir, lütfen yorum yapın.x
Paylaş...