Cumhur İttifakı İsrail'e
“KARŞIT” MIYDI, “ÇAŞIT”1 MIYDI?
Suriye’de YPG Silah ve Militan Yığmaktaydı!
Terör örgütü PKK sözde fesih açıklaması yapmıştı. Ancak örgütün Suriye kolu YPG ve Irak kolu PJAK iş birliği yaparak Suriye’de çatışma hazırlıklarını hızlandırmışlardı. Bu kapsamda 18 bin teröristin Suriye’ye geçmesi için Sincar’a sevk edildiği aktarılmıştı.
Batılı güçlerin ve Yahudi Lobilerinin projeleri istikametinde MHP lideri Devlet Bahçeli’nin “Terörsüz Türkiye” çağrısıyla başlayan süreçte terör örgütü PKK’nın, örgütü feshettiğini duyurması tam bir tuzaktı. Bu açıklamanın ardından AKP, “Fesih, tüm bileşenleri kapsamalıdır” derken dikkat çeken bir iddia ortaya atılmıştı… Türkiye gazetesinin haberine göre, terör örgütü PKK’nın Suriye kolu YPG, silah bırakmak yerine çatışma hazırlığı yapmaktaydı. YPG’nin; örgütün İran kolu PJAK ile anlaştığı ve terör örgütü faaliyetlerini ortak yürütecekleri belirtilirken, Kandil’de yapılan fesih kongresi ardından PKK’nın üst yönetimi 18 bin teröristi Suriye’ye geçmeleri için Irak’taki Sincar’a gönderdiği ortaya çıkmıştı.
Suriye sahasında görevli kaynaklar; terör hattında tünel kazma, silah ve mühimmat yığma, terörist takviyesi gibi hazırlıkların artarak sürdüğünü aktarmışlardı.
YPG ve İran’daki PJAK anlaşmıştı. Gerekirse ‘Öcalan bize karışamaz’ diyerek bir tür danışıklı dövüş ile terör tırmandırılacak ve Suriye Kürdistanı kurulacaktı. Bağımsız Kürt Rabıtası Başkanı Abdulaziz Temo, örgütün ısrarla Arap aşiretlerini Türkiye ve Şam’a karşı kışkırtmaya çalıştığını ve çeşitli vaatlerle terörist toplamayı sürdürdüğünü aktarmıştı.
“Esad istihbaratı ve İran, bu bölgede PKK’nın can damarıydı. Bu damar kısmen koparıldı. Şimdi birkaç ülke istihbaratı üzerinden yeni desteklerle ayakta kalmaya çalışıyorlardı. PKK kesin bir biçimde Şam’ı oyalamaktaydı. Terör örgütü PYD elebaşları Salih Müslim ve Elder Halil, Şam’ı devlet olarak tanımadıklarını ve silah teslimi gibi bir durumun söz konusu olmadığını belirtip: ‘Biz devletiz ve Şam’la iki eşit devlet temelinde konuşuruz’ havasındaydı” diyen Abdulaziz Temo, 18 bin PKK’lı teröristin Suriye sınırındaki Sincar’a taşınması bilgisinin gerçeği yansıttığını ve Barzani yönetiminin de ikili oynadığını aktarmıştı. Gazeteye konuşan bir başka saha kaynağına göre: İran destekli Haşdi Şabi de sürecin aktif parçası olarak rol almıştı. Şam ise terör elebaşları Müslim ve Halil’in tehdit düzeyindeki açıklamalarını barış zeminini aşındırıcı sözler olarak nitelendirirken, “Kimse yeni bir iç savaş ve kaos planı yapmasın. Aksi halde bütün hayalleri yıkılır” uyarısında bulunarak Türkiye’yi oyalama politikasına devam ediyorlardı.
Barzani Kürtleri ve PKK Türevleri İsrail’in Doğal Yandaşıydı!
Kuduz Katil Binyamin Netanyahu 2010 yılında: “Biz Kuzey Irak’ta bağımsız bir Kürt Devleti kurulmasını destekliyoruz” buyurmuşlardı.
Yüz yıldır Siyonistlerce “saklanan gerçek” artık açığa çıkmıştı. İsrail, bağımsız bir Kürt devleti kurulmasının “açık stratejik hedefi” olduğunu, Türkiye “kaygısı” duymadan aktarmaktan sakınmamıştı.
Artık Kürt-Yahudi iş birliği için “komplo teorileri yazanlar”, 1930-60’lı yıllardan fotoğraflar bulup, “delil sunma” telaşında olmayacaklardı. Yeni “referans noktası” olarak Netanyahu’nun bu sözlerini kullanacaklardı.
Yahudi toplumu; insanlık tarihine önemli, ama çoğu kirli ve gizemli katkılar sunmuşlardı. Bir yönüyle de kapalı ve karanlık bir yapılanmaydı. Bilinen insanlık tarihi içinde “sürekli her coğrafyadan sürgün edilmiş olmaları” iyi okunmalıydı. Bu yüzden Yahudi toplumlarının defalarca, toprakları işgale uğramış ve varlıkları da yağmalanmıştı. “Bozgunculuk yapmakla, verdikleri sözü tutmamakla” meşhur olmuşlardı. Kur’an’da Musa Peygamber’e karşı olumsuz tavırları, ders alınması gerekir ölçüde tekrarlanıp anlatılmıştı. Yaradan’ın “övgüsüne layık” olan bir millet iken, hıyanetleri ve ahlâki zaafiyetleri nedeniyle “lanete uğrayan” bir millet olmuşlardı.
Muhtelif coğrafyalardaki Yahudi toplulukları; Endülüs gibi, Almanya gibi, Roma gibi, birlikte oldukları devletler ve topluluklar tarafından; “nefret saldırısına”, “ağır suçlamalara”, “soykırıma”, “sürgüne yollanmaya” ve “cadı avlarına” muhatap olmuşlardı. İşte bu yüzden tarihte; Asurlular, Medler, Persler, Ermeniler, Romalılar, Mısırlılar Yahudilerin Ortadoğu’da kurdukları şehir devletlerini veya krallıklarını yıkmışlar, topraklarını ellerinden almışlar ve toplumlarını zorla, başka bölgelere göçe tâbi tutmuşlardı. Bu göç ve sürgünler; Yahudilerin çok çeşitli toplumlar içinde yer almalarına ve birçok kültürle kaynaşmalarına yol açmıştı. Milli dinleri Musevilik onları korumuş ve bütün dünyanın onlar için vatan olduğu “worldwide nationality – küresel bir millet” ortaya çıkmıştı. Bu girişten sonra “Kürtler ve Yahudiler birlikte ne yapmak istiyorlar?” sorusunun cevabını bulmaya çalışalım.
Yahudiler; Kuzey Irak denen, Kürtlerin daha yoğun yaşadığı bölgeye, MÖ en az 3 değişik dönemde, topraklarını ele geçiren Persler, Babilliler ve Asurlular tarafından zorla sürgüne yollanmışlardı. Yani Kuzey Irak’a gelişleri bu sürgünler sonucu yaşanmıştı. Bu bölgede Kürtler kendilerine yardımcı olmuşlar ve varlıklarını sürdürebilmeleri için Yahudilere yerleşecekleri köyler ayarlamışlar, eğitim ve dinleri için okul ve ibadethane kurmalarına destek çıkmışlardı. Birlikte yaşanan yüzlerce yılda ortaya “Kürtçe konuşan Yahudi Toplumu” çıkmıştı. Çoğunluğunun yerleştiği bölge “Barzan bölgesi” olmaktaydı. Bu nedenle Yahudilerin bazıları Barzani (Barzanlı anlamında) soyadı kullanmışlardı. Irak’ta 1947 yılında yapılan nüfus sayımına göre, Irak nüfusunun %3’e yakını Yahudilerden oluşmaktaydı.
Bu fırsatçı Yahudilerin bir kısmı; Filistin dediğimiz topraklarda, Osmanlı’nın; Siyonist odakların kışkırttığı emperyal güçler tarafından paylaşımı sonrası oluşan ortamdan istifadeyle, İngilizlerin himayesinde bölgeye taşınmış ve Müslümanların tam ortasında, İsrail devletini kurmaya ve bunu büyütmeye çalışan şeytanın çocukları olup çıkmışlardı. Yahudiler dede-babalarından kaldığını iddia ettikleri ve 1948’de devletleştikleri bu toprakları da yeterli görmüyorlar ve kendilerine “vadedilmiş” çok geniş toprakların varlığından da söz ediyorlardı. “Nil’den Fırat’a” çok geniş büyük bir bölge onların olacaktı. Bu iki parametre; “İsrail devletinin varlığının korunması”, “Siyonist ideolojinin yeryüzüne hâkim olması” Yahudilerin şeytani amaçlarıydı.
İsrail Kuzey Irak’taki Kürtlerle 1934’lerden itibaren ilgilenmeye başlamıştı. MOSSAD’ın bütün liderlerinin en önemli görev yerlerinden birisi de Kuzey Irak Barzan bölgesi olmaktaydı. Barzanilerin bölgesi MOSSAD’ın arka bahçesi sayılmıştı. Bu sıkı ilişkiden; Mustafa Barzani “Bağımsız Kürdistan kurulmasını”, İsrail ise 1967 savaşında olduğu gibi, “düşman cephesini yani Irak hükümetini zayıflatmayı” ummuşlardı.
Bu savaşla İsrail; 10-15 tane Arap İslam devletinin tam ortasında var olabileceğini ispatlamış, “mükemmel stratejik oyun ile” yakın ve orta vadede Arap milletinin ve Arap devletlerinin, İsrail için “tehdit olabilme kapasitesini” sıfırlamışlardı. Çünkü İslam ülkeleri yöneticilerini kendi avuçlarına almışlardı.
Kuzey Irak Kürtleri, Barzan bölgesinin Kürtlerinden oluşmaktaydı. Barzani’nin liderliğini yaptığı, 4 Kürt kabilesinden oluşan “konfederasyon” İsrail’le irtibatlıydı. Yahudilerin bu kabile ilişkilerinin 2500 yıla yakın bir geçmişi vardı. Bu bölgeye zorla göç ettirilen Yahudiler, bölge Kürtlerinin; dilini, âdetini, yemeklerini, müziğini benimsemiş durumdaydı. İsrail’e göç etmiş olanlar bile hâlâ Kürtçe müzik dinlemeyi, memleket hasretini bırakmamışlardı. Zaten gerek İsrail’de, gerekse Kuzey Irak Bölgesinde kurulan Kürt-Yahudi oluşumları, müşterek bir gelecek planlarına, yani Yahudi-Kürt irtibatının ve bağlarının asla kopmaması üzerine kurgulanmıştı. Kuzey Iraklı Kürtçe konuşan Yahudiler de artık İsrail’de önemli bir güç haline dönüşmüş ve İsrail politikalarını etkileme kapasitesine ulaşmışlardı. Ayrıca Kuzey Irak Kürtlerinin bağımsızlık mücadelesinin desteklenmesi maksadıyla İsrail’e göç etmiş 300.000 Kürdistan Yahudi’sinin tekrar Kuzey Irak’a dönmesine çaba sarf ediyorlardı. Kuzey Irak Kürtleri de zaten bağımsız devlet kurmayı, Yahudiler de Kürtlerle birlikte olmayı “çok” istiyorlardı.
AKP iktidarı; genel olarak Barzani aşiretinin otonom çıkarlarının ve bölgede yürütülen Amerikan ve İsrail çalışmalarının bazen doğrudan, bazen dolaylı olarak destekleyicisi olmuşlardı. Karşılık olarak PKK ile mücadele konusunda Amerikan ve Yahudi desteği ise tam bir safsataydı. Öcalan’ın 1999’daki teslimi bu kapsamda bir tuzaktı. Erdoğan’ın Barzani’ye olumlu bakışı ve desteğinin, her şeye rağmen, hâlâ sürüyor olması üzerinde durmak lazımdı. Barzani’nin petrolü boru hatları ile Türkiye üzerinden İskenderun Limanı’na ve buradan İsrail’e gemilerle taşınmaktaydı. Erdoğan’ın Barzani’nin bir Kürt devleti kurmasına sessiz kalması iyi okunmalıydı. Suriye’deki Kürtler için ise Erdoğan’ın tutumu tamamen “karşı” konumda sanılmasına aldanmamalıydı. İsrail, geldiğimiz safha itibarıyla Suriye Kürtlerine de sahip çıkacağını defalarca açığa vurmuşlardı.
Evet, İsrail; Irak, Suriye, Türkiye ve İran Kürtleri arasında: “Biz İsrail’in yanındayız, çünkü onun himayesiyle özgürlüğe kavuşacağız!..” diyen gönüllü yandaşlar çoğaltmayı başarmıştı. Şimdi de Gazze’deki ve Batı Şeria bölgesindeki Filistinlileri, tüm insanlık dışı baskı ve barbarlıkları kullanarak “Biz artık İsrail’in safındayız ve onun vatandaşı olmaya hazırız!” dedirtmeye ve HAMAS’ı pes ettirmeye çalışmaktadır. Ama boşuna çabalamaktadır, çünkü bunu başaramayacaktır…
“Terörsüz Türkiye” Masalı!..
Devlet Bahçeli, Ankara merkezli (ama Batı destekli ve Siyonist Lobiler endeksli) “Milli Çözüm Süreci” başlatıp: “Öcalan örgüte silah bırakma çağrısı yapsın.” buyurmuşlardı. Aradan aylar geçtiği halde; uzun müzakereler hâlâ yapılıp durulmaktaydı. Kafamda, “İş yokuşa mı sürülüyor?” soruları dolaşmaya başlamıştı. “İşi yokuşa süren kimler?” AKP ya da DEM içindeki bir kanat mı? sorularına yanıt bulmaya çalışıyorum.
“Milli Çözüm Süreci” başladığından beri yazılanları, konuşulanları ve panelleri takip etmeye çalışıyorum. Birilerinin işi yokuşa sürmek istediğini anlıyorum. Sadece DEM’deki bir grup değil; iktidarın bir kanadının da Devlet Bahçeli’yi yalnızlaştırma politikası yürüttüğünü görüyorum… Bizim tarihi bir sözümüz vardır: “Savaşta kazandık ama masada kaybettik.” gerçeğini hatırlatıyorum.
Sağlıklı münazara yapılarak/tartışılarak ortak karar almak/uzlaşmak bizde hayli zordur. Maksatlı “oyun bozan” sayısı hayli fazladır… Kuşkusuz her bozguncuyu “taşeron casus” diye etiketlemek de yanlıştır. Ama: Kimilerinin (gönüllü veya güdümlü CASUS) olduğunu düşünmemek de saflıktır! Evet: Temkinli olmak mecburiyetindeyiz; tarihsel dersimiz hep acı doludur. “Milli Çözüm Sürecini” dikkatli takip ediniz, oyunbozan taşeron istihbaratçıların varlığını göz ardı etmeyiniz…” diyen Soner Yalçın’a sormak lazımdı: Kendi görevini kamufle etmek için bu kadar izaha ne gerek vardı? Soner Yalçın’ın, aslında “kirli çözülme tavizi”ne, “Milli Çözüm” kılıfı geçirmesi de enteresan bir saptırmacaydı?..
Yunan Genelkurmay Başkanı’ndan Bartholomeos’a İstanbul’suz Helenizm Haritası!
General Hupis, Fener Rum Kilisesi Patriği Bartholomeos’a İstanbul’u Türkiye sınırları dışında gösteren bir Helenizm haritası sunmuşlardı. Yunan Genelkurmay Başkanlığı resmi sitesinde de bu harita paylaşılmıştı, ayrıca Bartholomeos için ‘ekümenik’ sıfatı kullanılmıştı. 27 Mayıs 2025 Salı günü 18. Balkan Ülkeleri Genelkurmay Başkanları Konferansı nedeniyle İstanbul’a gelen Hupis, Fener Rum Kilisesi’ne de ziyaret ayarlamıştı. Burada Bartholomeos’la görüşen Hupis’in, İstanbul’un eski Helen coğrafyasında yer aldığı bir Trakya haritası hediye etmesi tam bir skandaldı. Fener Rum Kilisesi olayı gizlemeye çalışmıştı. Yunan Genelkurmay Başkanlığı’nın resmi internet sitesinden paylaştığı fotoğrafı, Fener Kilisesi paylaşmamıştı.
26 Mayıs’ta Yunanistan Dedeağaç’ta başlayan ve Türkiye’nin hedef alındığı NATO tatbikatı sürerken Yunan tarafından kışkırtıcı bir hamle daha yapılması açık bir küstahlıktı.
2007 yılından beri düzenlenen 18. Balkan Ülkeleri Genelkurmay Başkanları Konferansı, bu yıl Türkiye’nin ev sahipliğinde yapılmıştı. 28 Mayıs’ta yapılan toplantıya üye ülkeler; Arnavutluk, Bosna-Hersek, Bulgaristan, Yunanistan, Kuzey Makedonya, Romanya, Sırbistan ve Karadağ ile gözlemci ülkeler Slovenya ve Hırvatistan’dan Genelkurmay Başkanları veya temsilcileri, misafir NATO Askeri Komite Başkanı ve NATO Napoli Müşterek Kuvvet Komutan Yardımcısı katılmışlardı. Toplantıdan bir gün önce Balat’taki Fener Rum Kilisesi’ne giden Yunan Genelkurmay Başkanı Hupis, açıkça Türkiye’ye meydan okumaktan sakınmamıştı. Bartholomeos’a hediye edilen haritada, Trakya’daki toprakların Türkiye’de olmadığı anlaşılmıştı. Verilen eski Helen Trakya’sı haritası, Yunan Genelkurmay Başkanlığının sosyal medya hesaplarından da paylaşılmıştı.
İşte dindar Kahraman Erdoğan iktidarının ağırlığı ve saygınlığı bu kadardı. Türkiye dört yanından kuşatılmışken, Sn. Erdoğan 3. sınıf Netanyahu Uşağı Macaristan Başbakanı Viktor Orban’la kucaklaşmayı “Dünya Liderliği” sanmaktaydı!?
Sn. Erdoğan “U” dönüşü yapar mıydı?
Daha işin başında 60 milyar dolar zararla yola çıkan CHP’li Belediyelere yönelik 19 Mart 2025 Operasyonunun mantığını kavramak adına çok şey yazıldı, aktarıldı. CHP yönetiminin: “Bize ait belediyelerde, varsa bir yolsuzluk, elbette araştırılsın… Ama AKP’li belediyelerle ilgili dosyalar da açılsın ve yargı tarafsız ve bağımsız olarak görevini yapsın!” demesi gerekirken, kof bir gürültü çıkarması da akıl dışı bir yaklaşımdı. Bu arada “İktidar, ayağına makineli tüfekle ateş ediyor!” diyenler bile vardı. Kamuoyu araştırmalarında sürekli yere çakılmaya devam eden AKP oyları, bu “kendi ayağına sıkma” benzetmesini haklı çıkarmaktaydı. Ama Saray, devam eden tutuklama dalgalarına bakılırsa bu yolda ısrarlıydı. Oysa, siyaset duygularla yapılmazdı. 23 yıl ülkeyi tek başına yönetme becerisi göstermiş bir politikacı, duygularının peşine asla takılmazdı. Siyasetin konusu gerçekler ve bu gerçeklerin alt alta yazılıp toplandığı, bölünüp çarpıldığı hesaplardır. 2+2 her zaman dört etmese de akıllı politikacı hesap kitap işini hiçbir zaman bırakmazdı. 19 Mart Operasyonunun matematiği çok basit ve anlaşılırdı; muharebeyi kazanmak harbi kazanmaya yeterli sayılmazdı. Toplum bilhassa ekonominin sefaletinden dolayı umutsuzluğa kapılmıştı. İmamoğlu ülkenin geleceğini pırıl pırıl aydınlattığı için değil, Erdoğan’a en güçlü alternatif sanıldığı için prim yapmıştı. O olmazsa başkası olacaktı. Bu inanç da tek başına İmamoğlu’nun önünü açmaktaydı. Ama her durumda CHP’yi kurumsal bir iktidar rakibi olarak siyasetin ufkuna taşımıştı.
“Kısaca Erdoğan 19 Mart Muharebesinin ilk etabını kazansa bile, sandıkta verilecek asıl savaşı kaybetmeye adaydı. 19 Mart sadece bu sonucu hızlandıracaktı. İyi de, acaba Erdoğan; kendi iktidarını, partisini ve kendi prestijini göz göre göre neden ateşe atmaktan sakınmazdı? Mantığa aykırı görünen bu tablonun bir açıklaması var mıydı?” soruları hâlâ yanıtsızdı.
Alper Yağcı Daktilo 1984’te yayımlanan (22 Mayıs 2025) “Batık Maliyet mi, Gemileri Yakmak mı? İktidarın İzlediği Yolun Mantığı” başlıklı yazısında, bu sorunun cevabını analitik bir zekâ ile tartışan, Erdoğan’ın girdiği yolda vazgeçemediği tutkusunu anlamamızı mümkün kılan oldukça tutarlı bir yorum yapmıştı. Yağcı, “zarardan ne kadar çabuk dönülürse kârdır” anlamına gelen “batık maliyet” yerine “patika bağımlılığı” metaforunun daha geçerli olduğunu hatırlatmıştı. “Patika bağımlılığı” yanlış yolda ısrar anlamında kullanılırdı. Şu sonuca varılmıştı: “İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun tahliye olması iktidara zarardan kâr değil, daha çok zarar getirebilir tahmini yapılmaktaydı. Bu ihtimali gerçekleştirmek yerine pazarlık için kenarda tutmak muhtemelen tercih edilecektir.” yaklaşımı enteresandı.
Kullanılan üçüncü metafor ise “gemileri yakmak”tı. Malûm, AKP’lilerin hatırı sayılır kısmı, artık Erdoğan’ın arkasında durmuyor ve ona destek vermiyorlardı. İş dünyasının, iktidar değişikliği hesabıyla AKP’den ayrılıp CHP’ye demir atması da hesaba katılmalıydı. Tek başına savaşan ve muhtemelen arkasından bir yığın dolap tezgâhlanan Erdoğan, İmamoğlu’nu içeride tutarak aradaki köprüleri yıkmış, gemileri yakmış olarak kendi etrafını konsolide etme, yani toparlayıp güçlendirme çabasındaydı. Böylece iktidarı kaybetmenin maliyeti, bürokrasi-siyaset ve iş adamları için giderek artmaktaydı. Sonunda, AKP iktidarı çaptan düşmüş ve sonucu belirleyen asıl harp, yani seçim bu çıkar ağının bütün gücünü seferber ettiği göstermelik bir seçime dönüşmüş olacaktı. Gemiler yakılınca, çaresiz askerler savaşı kazanmış sayılacaktı. Özetle; şayet gemiler yanmışsa, siyasî elitler neye mal olursa olsun iktidarı muhalefete vermeye yanaşmayacaktı. Sonra anayasa değişecek, seçilme oranı %40’a düşecek ve tek turda sonuç alınacaktı. Kürt sorunu bu amaçla gündeme taşınacak, “terörsüz Türkiye” sloganı halkı yatıştırıp uyutacaktı.
Bana kalırsa devasa iktidar cihazı, bu oyun alanında manevraları yürütürken iki esaslı zaafla malûl durumdaydı: Birincisi Erdoğan’ın veliahtı yoktu, ikincisi AKP bütünüyle devre dışı ve oyuna dahil edilmesi çok zordu. AKP, kurumsal bir örgüt olarak işlevsiz ve etkisiz konumdaydı. İktidardaki güç oyununun partide değil sarayda yürütüldüğü açıktı. İmamoğlu operasyonu sonrasında parti örgütünün devreye sokulmaması, Erdoğan’ın yanında saf tutulmaması son derece garip bir tablo oluşturmaktaydı. Kimse topa girmiyordu. Girenler ise yukarıdan gelen zorlamalara boyun eğdiklerini göstere göstere kelâm ediyordu.
“Batık maliyet”le doğrudan karşı karşıya olanlar ise iş adamlarıydı. Para ürkektir, zoru görünce hemen kendini emniyete alırdı. Siyaset icabı değil ama bir girişimci olarak 19 Mart muharebesini, kendileri açısından batık maliyet olarak görüp, kenara çekilme olasılığı vardı. Şimdi asıl soruya dönelim: “U dönüşü” mümkün olacak mıydı? Cevabı tayin edecek ölçü siyasi gerçekçilikte saklıydı. Gerçekçi bir politikacı uçurumdan atlamazdı, ne kadar zor olsa da, bir u dönüşü yapardı.” diyen yazar, bakalım haklı çıkacak mıydı?[2]

CÜBBELİ AHMET “BEL’AM”CIK’I VE MAHMUT EFENDİ YAKINLARINA UYARI!
FETULLAH GÜLEN DOSYASI
FİLİSTİN’DE; BÜYÜK BAYRAMIN BÜYÜLÜ BAŞLANGICI VE ZEKİ GEÇKİL’İN ŞARLATANLIĞI
Dünyanın Fikri Değişimi Türkiye’den, FİİLİ DEĞİŞİMİ İSE FİLİSTİN’DEN BAŞLAMIŞTIR!
FİLİSTİN’DE; BÜYÜK BAYRAMIN BÜYÜLÜ BAŞLANGICI VE ZEKİ GEÇKİL’İN ŞARLATANLIĞI
OĞUZHAN ASİLTÜRK’ÜN ERBAKAN’A İFTİRALARI
DİKKAT!? Soysuzların Soytarılığı!
DİKKAT!? Soysuzların Soytarılığı!
KUR’AN’A TERCÜMAN, OLDUM KOVULDUM! (ŞİİR)
KUR’AN’A TERCÜMAN, OLDUM KOVULDUM! (ŞİİR)
Milli Çözüm, yaşam sürdüğümüz şu dünya hayatında gerçekleşen hadiseleri doğru anlamanın ve uyanık kalmanın tüyoları…
Özgür Özel, hapishanede bulunan İBB başkanı Ekrem İmamoğlunun yaptığı mitinglerle sesinini duyurmaya çalışıyormuş gibi görünürken…
"Başbakanlar, başbelasıdır bozuk düzende! Gizli gerçek hükümet, mason localarıdır Siyonist merkezler ise akıl hocalarıdır Amerika…
Sırtlanlar sadece, vergi yükler sırtlara BOP IMF görevlisidir, fatura hep yurttaşa Milli Görüş bereketle, zam…
Öyle anlaşılıyor ki hem CHP’de hem AKP’de hem de diğer muhalefet mahfillerinde, hâlâ en korkulan…
Bir toplumda iki sınıf vardır ki onlar bozulursa bütün toplumda ifsat olur bunlar yöneticiler ve…
"CHP’nin marazlı masonik takımı Kılıçdaroğlu’na karşıydı. Çünkü Kılıçdaroğlu, “Kirli, kiralık ve münafık cephenin” değil, “Milli ve duyarlı cephenin” yanındaydı.…
MİLLİ GÖRÜŞ - MİLLİ ÇÖZÜMDEN GAYRİSİ HAİM NAHUM DOKTRİNİN UYGULAYICISIDIRLAR. KİM DAHA İYİ UYGULAYACAKSA SİYONİZM…
Bugünlerde terörist başı bebek katili cani'nin ayağına gitmek için can atanların böylesine bir ihanete nasıl…
Anlaşılan amaç Özel'i bir şekilde aday yaptırıp tekrar kolaylıkla iktidarı sürdürmek. Tabi bu hizmet! falan…