YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL MENÜ

DERGİLER

Ay Seçiniz
category
69209ab9d7b0f
0
0
6401,171,6356,117,28,27,170,98,3,144,26,4,145,113,17,6330,1,110,12
Loading....

TOPLAM ZİYARETÇİLERİMİZ

Our Visitor

2 0 8 9 4 8
Bugün : 31152
Dün : 45549
Bu ay : 883876
Geçen ay : 1371576
Toplam : 45287697
IP'niz : 216.73.216.128

SON YORUMLAR

Son Yorumlar

YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL YAZILAR

YENİ ÇIKAN KİTAPLARIMIZ

ADİL DÜNYA YAYINEVİ

Tel-Faks:

0212 438 40 40

0543 289 81 58

0532 660 12 79

Allah, Facirleri de Dinine Hizmet Ettirebilir
AMA ZAFERİ SADIK MÜCAHİTLERE VERMEKTEDİR!

Cenab-ı Hak dilerse facir ve kâfir kişiler eliyle de… Hain ve zalim kesimlerin bazı girişimleriyle de… Fasık ve münafık kimselerin vesilesiyle de; Dinini destekleyebilir, mü’minlerin yararına olacak gelişmeleri güçlendirebilir ve İslami hareketlerin hedefine ulaşmasını kolaylaştırabilir. Bu durum, zalim ve hain kimseleri şereflendirmek ve sevap verip ödüllendirmek için değil, onları sonunda rezil etmek, küçük düşürmek, İlahi İzzet ve Azametini gösterip, inkârcıları ve münafıkları pişman ve perişan kılıvermek gayesiyledir.

Hatta böylesi Dindar görünümlü fasık ve münafık kimselere “İstidrac” cinsinden bazı geçici başarılar verilmesi de, Cenab-ı Hakkın bir hilesi ve mekridir. İstidrac: Derece derece felâkete ve korkunç akıbete sürüklenirken, zahiren meziyetli ve marifetli görünme, hatta keramet ehli zannedilme halidir.

Aşağıdaki ayetler bu gerçeği haber vermektedir:

“(Ancak her türlü imkân ve iktidara kavuşturulduğu halde) Ayetlerimizi yalanlayanları (Kur’ani hükümleri gereksiz ve geçersiz sayanları, yetki ve fırsatları olduğu halde dini emirleri uygulamaya çalışmayanları ve İslam’ın icraatını değil, sadece edebiyatını ve istismarını yapanları) ise, onları bilmeyecekleri (ve fark edemeyecekleri) bir yönden derece derece (yükseltip, riyakârlık ve istismarcılıkla yüreklendirip, sonunda çok acı ve alçaltıcı akıbetlerine) yaklaştıracağız.

Ben onlara (şahsi ikbal ve ihtirasları için dine ve davaya hıyanete kalkışanlara, bunların gerçek ayarları ortaya çıksın diye) belirli bir süre (mühlet ve fırsat) veriyor (yularlarını uzatıyorum. Ancak) Benim ‘keyd’im (planım ve tuzağım) sapasağlamdır. (Hiç kimsenin yaptığı yanına kâr kalmayacaktır.)” (A’raf: 182-183)

“Artık bu (Hakk) sözü (ve Kur’an’ın hükmünü) yalan sayanı (ve kendi hevâ ve kuruntularına uyanı) Sen Bana bırak! Ki, Biz onları hiç bilmeyecekleri bir yönden (ve fark etmeyecekleri yöntemlerle) derece derece (adım adım felâkete ve dalâlete) yaklaştıracağız. [Not: Yani, açık din düşmanlarına ve Müslüman dava adamı görüntülü münafıklara kulak asmayın, onların işi bize kalmıştır. Bilmeden bir kimseyi helâke sürüklemenin bir şekli de şudur: Zalim ve doğruluk düşmanı birine bu dünyada sıhhat, mal, evlat, başarı gibi bazı nimetler verilir. Böylece kendisinde hiçbir günah ve yanılgı olmadığını zannederek Hakka karşı gizli düşmanlığa, zulüm ve isyana battıkça batıp tükenmektedir. Bu nimetlerin kendisi için bir bağış değil, bilakis felâketine vesile olduğunu fark etmemektedir.]

Ben onlara şimdilik mühlet verip süre tanıyorum. Ama elbette Benim düzenim (mekrim, tedbirim ve cezalandırmam) sapasağlamdır. [Not: Ayette; “Keyd” kelimesi geçmektedir. Bunun anlamı gizli plan yapmak demektir. Keyd ve Mekr: Arapça bir kelime olarak “ansızın uygulamaya konuluncaya kadar hain ve zalim rakiplerin; her şeyin kendi arzuları ve planları doğrultusunda ve yolunda gittiği şeklinde aldatılıp duran bir kimse aleyhinde hazırlanmış gizli bir planı” ifade etmektedir. Keyd ve Mekr: Sinsi ve gizli projelerle, hissedilmeyecek hile ve düzenlerle; düşmanlarına ve dost görünümlü münafık istismarcılarına zarar vermeye yönelmektir.]” (Kalem: 44-45)

Yoksa gayb (görünmeyenin bilgisi) onların yanında (bulunuyor) da, kendileri mi yazıp durmaktadırlar? (Ki geleceklerini kendileri kurguluyor gibi davranmaktadırlar!)” (Kalem: 47)

Kesinlikle anlaşılıyor ki: Kâfirler ve zalimler istemeseler de, hatta şeytani gayelerle istismar etmeye yeltenseler de, Allah sonunda elbette nurunu tamamlayacak ve yeryüzünde İslam’ın Adil Düzen’ini hâkim kılacaktır.

“(Zavallılar) Allah’ın nurunu, ağızlarıyla söndürmek istiyorlar, (ama Allah buna asla fırsat vermeyecektir. Ahmaklar, üfürmekle Güneş’i karartmaya çalışıyorlar;) halbuki kâfirler hoşlanmasa da, Allah mutlaka nurunu tamamlayıverecektir. (Çünkü Allah, dinini ve düzenini hâkim kılmayı murad etmiştir ve takdiri kesinleşmiştir. Bundan asla vazgeçmeyecek, Kur’an’ın hidayeti ve İslam’ın hakikatleri kıyamete kadar devam edecektir.)” (Tevbe: 32)

“Onlar, Allah’ın nurunu (ve İslam’ın zuhurunu) ağızlarıyla (kuru laf kalabalığıyla) söndürmek istemektedirler. Oysa Allah, Kendi nurunu tamama (başarıya) eriştirecektir; kâfirler hoş görmese (ve engellese) bile (Kur’an’ın Adil Düzen’ini yerleştirip yürütecektir).” (Saff: 8) ayetleri bu kutlu neticeyi müjdelemektedir.

Münafık KUZMAN’ın ucuz kahramanlığı ve intiharı!

Uhud Savaşı’na katılan Kuzman isimli bir şahıs: “Kadınlar; bu adam korkak ve kaypak birisidir, vatanını savunmaktan acizdir” demesinler diye gerçekte İslamiyet’e ve ahirete inanmadığı ve sadece ganimet payı almayı amaçladığı halde, ortaya atılıp kahramanca savaşmış, sonra ağır yaralanmıştı. Ona gıpta eden bazı sahabeler, kendisine övgüler yağdırınca Efendimiz: “O cehennemdedir!” buyurmuş ve sahabeler hayretler içinde kalmıştı. Daha sonra o kişinin aldığı yaranın acısına dayanamayarak, kabzasını yere dayadığı kılıcı üzerine kendisini atıp intihar ettiğini ve son anında ahirete inanmadığını, hurmalıklarını korumak ve kadınların dilinden kurtulmak için savaştığını söylediğine şahit olan sahabe bunu Efendimize anlatınca:

“Gerçek şu ki, cennete sadece ve ancak iman ve İslam ehli girecektir. Ama şurası da bir hakikattir ki, Allah dilerse kendi dinini elbette facir (fasık, münafık, inkârcı) bir kişi ile de te’yid edip güçlendirebilir.” (Buhari: Cihad bahsi no: 182 – Müslim. İman bahsi no: 178) mealindeki hadis-i şerifleri buyurmuşlardır.

Ne var ki, böyle riyakârlık, çıkarcılık ve münafıklık niyetiyle bu yüce dinin ve İslami hareketin gelişip güçlenmesine vesile olacak girişimlerin sahipleri, Allah katında makbul değil, merdud kimselerdir.

Siyaset ve politikada, Dini hizmet oluşumlarında ve tarikatlarda, vakıflar ve sosyal yardımlaşma kurumlarında bazı kötü niyetli, dünya ehli ve yabancılarla işbirlikçi kişilerin ve kesimlerin; genelde şu üç türlü riyakârlık ve sahtekârlıkları; Dinimize ve mü’minlere birtakım yararlara sebep olsa da, kendileri Allah’ın kahrına uğramışlardır.

1- Suiistimal hesaplı Dini söylemler.

“Ve eğer onlar (düşmanlar) Seni aldatmak ve hile yapmak isterlerse, şüphesiz Allah Sana yeterlidir. O Seni yardımıyla ve mü’minlerle te’yid edip destekledi (ve destekleyecektir).” (Enfâl: 62)

2- Siyasi istismar amaçlı İslami eylemler.

“(Bu azaba düşmenizin ve cehennem zindanına hapsedilmenizin) Sebebi ise şudur: Siz Allah’ın ayetlerini alay ve istismar konusu edindiniz ve dünya hayatının (geçici makam ve çıkarlarına) aldanıp gittiniz!” (denilecek.) Artık bugün çıkarılmamak üzere onlar (cehenneme kilitlenecek) ve Allah’tan özür dileme ve hoşnutluğunu kazanmak için (O’ndan) fırsat isteme talepleri de kabul edilmeyecektir.” (Câsiye: 35)

3- Sosyal istikrar sağlama görüntülü şahsi ikbal ve iktidar gayeli milli ve manevi girişimler.

“Böylece bütün Nebilere (ve Hakk dava elçilerine), insan ve cinn şeytanlarından düşmanlar kıldık. Onlar birbirlerini aldatmak için yaldızlı sözler fısıldaşırlar. (Hakka davetçilerle onların yakın çevrelerine yerleşmiş bazı şeytani ekipler, sanki birbirlerine güveniyormuş tavrıyla sahte iltifatlar yağdırırlar.) Rabbin dileseydi (izin vermeseydi, elbette) bunu yapamazlardı. Öyleyse onları (Hakk dine ve hizbe sızmış insan suretli şeytanları) yalan olarak uydurmakta oldukları iftiralarıyla baş başa bırak. (Seyret ki sonları nasıl olacaktır!) [Not: Kur’an-ı Kerim’de birçok ayette belirtildiği gibi, insanlar; 1- Ya Hizbullah=Allah’ın Tarafgirleri, Destekçileri, Partisi ve Ekibi olmaktadır. (Bak: Maide: 56), 2- Ya da; Hizbüşşeytan=Şeytanın Tâbileri, Destekçileri, Partisi ve Ekibi olmaktadır. (Bak: Mücadele: 19)] (En’am: 112)

Böylece, Dini ve Ahlâki değerleri koruyor, Milli ve Manevi dengeleri kolluyor gözükerek, siyasi makam ve şahsi çıkar peşinde koşanların; bu istismar (samimiyetsizce sömürüp yararlanma) ve suiistimal (bazı doğru ve değerli şeyleri kötü maksatlı kullanma) amaçlı bazı girişimleri Din’in ve mü’minlerin güçlenmesine dolaylı destek sağlamış olsa da, aslında kendileri mel’un ve mahrum konumdan kurtulamayacaklardır.

Çünkü şeytan bunları aldatıp oyalamaktadır.

“(Kâfir şeytan) Onlara (sadece kuru kuruya) va’ad ediyor, onları en olmadık kuruntulara düşürüyor. Oysa şeytan, onlara bir aldanıştan başka bir şey va’ad etmez (boşuna umutlandırır).” (Nisa: 120)

“Onlar (münafıklar, sözde) Allah’ı ve iman edenleri aldattıklarını (zannetmektedirler); oysa onlar, sadece kendilerini aldatmaktadırlar ve (ama bunun) şuurunda değillerdir. (Çünkü Allah’ı ve mü’minleri aldatmaya çalışanlar, ancak kendilerini kandıran kimselerdir.)” (Bakara: 9)

Sonunda asıl zafer, münafıkların değil, mücahit ve müttaki Müslümanların olacaktır.

“De ki: ‘Ey kavmim, bütün imkânlarınızla çalışıp (elinizden geleni) yapın; şüphesiz ben de (görevimin gereğini) yapıyorum (yapacağım). Yakında (kutlu) sonuç diyarının (ülke ve dünya iktidarının) kimin olacağını, bilip-öğreneceksiniz. Gerçekten zalimler (şeytani amaçlarına ve) kurtuluşa ermeyeceklerdir.’” (En’am: 135)

“Muhakkak ki Allah, bu dini; facir bir adamla da teyit ve takviye eder.” Hadisinin Anlamı:

Facir: Kelime olarak “haktan sapmış, haram ve günaha dalmış kötü ve günahkâr insan” anlamındadır. Facir; kâfir, münafık, fasık olmak üzere üç mana için de kullanılır. O zaman bu cümlenin manası: “Allah dilerse kâfir, münafık ve fasık bir adamın eli ile de dinine hizmet ettirebilir.” olmaktadır.

“Pekâlâ, bunun gerçek hayatta örnekleri var mıdır?” Bunun hem Asr-ı Saadet’te hem de günümüzde birçok misaline şahit olunmaktadır. Medineli münafıklar zahirde de olsa İslam saflarına katılıp sayılarını çoğaltarak hatta istemeyerek de olsa bazı savaşlara katılarak dolaylı bir şekilde hizmete vesile olmuşlardır.

“Allah, bu dini; facirlerin / fasıkların eliyle de güçlendirir.” manasına gelen hadis, birçok tarikle rivayet edilmiştir. Hafız Heysemî, Taberanî’nin -Amr b. Numan tarikiyle- yaptığı rivayetin sahih olduğunu belirtmiştir. (bk. Mecmau’z-Zevaid, 5/303).

Konuyu daha detaylı olarak ifade eden rivayetler de vardır. Buharî ve Müslim’in aktardıklarına göre, Ebû Hureyre şöyle demiştir: “Bizler (Hayber’de) Resulüllah’ın beraberinde hazır bulunduk. Resulüllah, İslam’ı iddia etmekte olanlardan bir kimse için: ‘Bu adam ateş ehlindendir.’” buyurdu.

Savaş başlayınca bu adam şiddetli bir şekilde -düşmanla- çarpışmaya başladı ve kendisine büyük bir yara isabet etti. Bunun üzerine (bir sahabi tarafından): “Ya Resulüllah! ‘O, ateş ehlindendir.’ buyurduğun şu kimse, bugün gerçekten çok çetin bir savaş yapmış ve ölmüştür.” denildi. Peygamber (SAV) bu söze karşılık: “O, ateşe gitmiştir.” buyurdu. Bu haberden dolayı insanlardan bazıları şaşkınlık içerisindeydiler. Onlar bu şaşkınlık hâli üzerinde bulundukları sırada birdenbire: “O adam ölmemiştir, lâkin onda şiddetli bir yara vardır.” denildi. Geceden bir vakit olunca o yaralı adam, yaranın acısına sabredemedi ve kendi kendini öldürdü. Sonra bu durum Peygamber (SAV)’e haber verildi. O da: “Allah-u Ekber, Ben kendimin Allah’ın kulu ve Resulü olduğuma şehadet ederim.” buyurdu.

Sonra Efendimiz (SAV) Bilâl’e emretti de Bilâl insanlar içinde:

“Şu muhakkak ki cennete ancak Müslüman nefis girer. Ve muhakkak ki Allah bu İslam Dini’ni (dilerse) elbette facir kişi ile de te’yid edip kuvvetlendirir.” sözlerini bağırıp ilan etti. (Buharî, Cihad, 182; Müslim, İman, 178)

Vakidî’nin Megâzî’si, hadisenin Uhud’da cereyan ettiğini, olayın kahramanının adının Kuzman olduğunu belirtir. Ona göre, “Kuzman, Uhud’dan geri kalır. Kadınlar bunu (savaş kaçkını diye) alaya alırlar. Bunun üzerine gidip İslam ordusuna katılır ve ön safta yer alır; ilk oku atar, sonra kılıcını çeker ve acayip kahramanlıklar gösterir. Müslümanlar bir ara bozguna uğrayıp dağılınca kılıcın kınını kırar ve “Ölüm, kaçmaktan daha iyi!” diye bağırarak ileri atılır. Bu esnada kendisine uğrayan Katade İbnu’n-Nu’man: “Şehidlik sana mübarek olsun!” diye tebrikte bulunur. Kuzman ise: “Vallahi ben bir din için savaşmadım, kavmimin itibarı için savaştım!” diye mukabele eder ve yaranın ızdırabına dayanamayarak intihar eder.” (Bkz. Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ, 14/147-148)

En aşağılık fitne, zalim odaklarla iş birliği yapmaktır!

Fitne, sözlükte; altın, gümüş gibi madenleri potada, ateşte eriterek, saf hale getirmek anlamını taşır. Kur’an-ı Kerim’de fitne kötülenip yasaklanmıştır:

“Onlar öyle sapıklardır ki, yeryüzünde fitne ve fesat çıkarırlar.” (Bakara: 27)

“Onlara; ‘Yeryüzünde fitne fesat çıkarmayın’ dendiği zaman, ‘Biz ancak ıslah edicileriz’ diye yanıtlarlar.”  (Bakara: 11)

“Fitne çıkarmak adam öldürmekten daha kötü ve kışkırtıcıdır.” (Bakara: 217)

“Kalplerinde eğrilik olanlar, fitne çıkarmak için, ayetleri kendilerine göre yorumlar.” (Âl-i İmrân: 7)

“Onlar fitne çıkarmak için can atarlar ve fırsat kollarlar.” (Nisa: 91)

“Onlar yeryüzünde bozgunculuğa koşarlar; Allah ise bozguncuları sevmediğini açıklar.” (Maide: 64)

“Fitneden (ve her türlü fesatlık girişiminden) sakının.” (Enfâl: 25)

“Yeryüzünde fitne fesat çıkaranlara lanet olsun.” (Ra’d: 25)

Hadis-i şeriflerde de fitne ve hıyanet yasaklanmıştır:

“Fitneden sakının! Söz ile çıkarılan fitne, kılıç ile çıkarılan fitne gibidir.” (İbni Mace)

“Fitne zamanı evinizden ayrılmayın! Adem’in oğlu (Habil) gibi olun!” (Ebu Davud, Tirmizi)

“Kıyamet yaklaştıkça fitneler çoğalır. Böyle zamanlarda kenarda kalan, ileri atılandan; oturan, ayakta olandan; ayakta olan, yürüyenden; yürüyen de koşandan hayırlıdır. Evinizde oturun, fitneye karışmayın!” (Ebu Davud)

“Fitne zamanında evinizde oturun, günahlarınıza tevbe edin, dilinizi tutun, kendi işinize bakın, başkalarının işine karışmayın!” (Nesai)

“Ne mutlu fitneye karışmayana ve fitneye maruz kalıp da sabredene!” (Ebu Davud)

Allah zaferi, sayıları çok az da olsa; mü’min, müstakim ve mücahit kullarına nasip buyurmaktadır!

“(Derken) Talut (yanında kalan az sayıdaki) orduyla birlikte (savaşmak üzere bulundukları yerden) ayrılıp (yola çıktığında:) ‘Doğrusu, Allah sizi (önümüze çıkacak) bir ırmakla imtihan edecektir. (Susamanıza rağmen, karşıya geçinceye ve ben size izin verinceye kadar) Kim bu (su)dan içerse, (artık) o benden değildir. Kim de -eliyle bir avuç hariç- doyasıya tadıp içmezse o bendendir. (Anlarım ki sadık ve sağlam birisidir)’ dedi. (Ama) Az bir kısmı hariç, hepsi o sudan içmişlerdi. Nihayet (Talut ve) iman edenler beraberce (ırmağı) geçince onlar (geride kalanlar): ‘Bugün bizim Calut’a ve askerlerine karşı koyacak gücümüz yoktur’ diyerek (fesada yönelmişlerdi). Allah’(ın va’adine, nusretine ve rahmetine) kavuşacaklarına kesinlikle iman ve itimatları (ve Rablerine hüsnü zanları tam ve sağlam) olanlar ise dediler ki: ‘Allah’ın izniyle, nice az (ama itaatkâr ve sebatkâr) topluluk, çok daha kalabalık (ve güçlü sanılan) topluluklara galip gelmiştir. (Çünkü) Allah sabreden (mü’minlerle) beraberdir.” (Bakara: 249)

“Böylece, Allah’ın izniyle onları (çok az sayıdaki sadıklar, kalabalık ve donanımlı düşmanları) yenilgiye uğrattılar. (Daha peygamber olmamış bulunan ve genç bir subay olarak orduya katılan Hz. Davud, düşman tarafın henüz bilmedikleri ve şaşkınlıkla izleyip panikledikleri, yeni bir teknolojik silah hükmündeki attığı sapan taşıyla, zırhlar içinde ve fil üzerinde gururla meydan okuyan kâfir komutanı Calut’un gözlerini kör edip, beynini akıtarak devirince; başsız kalan düşman birlikleri dağıldılar ve bozulup kaçtılar; böylece) Davud Calut’u öldürdü. Allah da ona mülk ve hikmet (hükümdarlık ve bilgelik) verdi; ona dilediği şeylerden (yöneticilik, adalet, sanat ve teknoloji bilgilerinden) öğretti. Eğer Allah’ın, insanların bir kısmı ile bir kısmını defedip (engellemesi) olmasaydı, yeryüzü mutlaka fesada uğrardı. Ancak Allah, âlemlere karşı büyük fazıl (ve ihsan) sahibidir.” (Bakara: 251)

“Andolsun, Biz Senden önce birçok peygamberi kendi kavimlerine gönderdik de, onlara apaçık belgeler getirdiler (ama onlar buna rağmen inkâr edip azgınlaştılar); böylece Biz de suçlu günahkârlardan intikam aldık. İman edenlere yardım etmek (ve zafere eriştirmek) ise, Bizim üzerimize Hakk olmuş (bir va’ad)tır. (Mücahit ve müstakim mü’minlere nusret ve galibiyet vermek, Allah’ın izzet ve inayetinin şanıdır.)” (Rum: 47)

5 4 votes
Değerlendirmeniz

Makale Paylaşım Sayısı: 

Subscribe
Bildir
0 Yorum
En Yeniler
Eskiler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments
Picture of Abdullah AKGÜL

Abdullah AKGÜL

YORUMLAR

Son Yorumlar
0
Düşünceleriniz değerlidir, lütfen yorum yapın.x
Paylaş...