İSRAİL’İ DURDURMAK İÇİN;
ÖNCE İŞBİRLİKÇİLERDEN KURTULMAK LAZIMDI!
İsrail Türkiye’ye Saldıracak mıydı?
İsrail’in 9 Eylül 2025 tarihinde Katar’daki Hamas hedeflerini vurması, Ortadoğu’da dengeleri yeniden sarsmıştı. Bu gelişmenin ardından, Ankara’nın Hamas’a destek verdiği bahanesi ve İsrail’e karşı sert eleştirileri, “Sırada Türkiye olabilir mi?” sorusu, hem Türk basınında hem de uluslararası basında tartışılmaya başlanmıştı. Michael Rubin’in 9 Eylül’de Middle East Forum’da çıkan yorumları ve liberal İsrail basınının önde gelen gazetesi Haaretz’de ABD merkezli Demokrasileri Savunma Vakfı Kıdemli Araştırmacı Sinan Ciddi’nin kaleme aldığı yazı, bu tartışmaları daha da kızıştırdı. Her iki yazıda da Katar operasyonunun ardından Türkiye’nin risk altında olduğu vurgulanmıştı.
Michael Rubin, İsrail’in Katar’da Hamas’a yönelik saldırısını değerlendirirken “sıradaki adresin Türkiye olabileceğini” yazmıştı. Rubin, “Eğer Türkiye teröristlerin vekiliyle hareket ederse -ki Hamas fiilen teröristtir- o zaman Türkiye esasen ilk kurşunu kendisi sıkmış sayılır ve İsrail karşılık vermekte haklıdır” ifadelerini kullanmıştı. İsrail’in Katar’daki saldırısının Beyaz Saray’la koordinasyon içinde yapıldığını söyleyen Rubin, bununla İsrail’in “HAMAS’ı nerede olursa olsun hedef alabileceğini” gösterdiğini hatırlatmıştı. Rubin ayrıca; bir saldırı durumunda NATO üyeliğinin Türkiye’ye bir güvence veremeyeceğini hatırlatıp: “NATO fikir birliğine dayalı bir örgüttür ve nadiren ‘kesin’ kararlar alınır. İsveç ve Finlandiya, Türkiye’nin şantajlarına kızgın. Bu nedenle Stockholm ya da Helsinki’de veto makul seçenek olacaktır!” demekten sakınmamıştır.
Siyonist Haaretz Gazetesi: Küresel güç dengeleri sarsılır!
Türkiye’yi “terör destekçisi” olmakla suçlayan yazılarıyla tanınan Rubin’in tehditkâr ifadelerinin aksine İsrail merkezli liberal Haaretz gazetesinde Türkiye’ye herhangi bir saldırının Tel Aviv için ağır sonuçları olacağı hatırlatılmıştı. Washington merkezli Demokrasileri Savunma Vakfı Kıdemli Araştırmacısı Sinan Ciddi, gazetedeki analizinde, İsrail-Türkiye geriliminin büyümesi hâlinde ortaya çıkacak tablonun sıradan bir kriz olmayacağını vurgulamıştı.
İsrail’in Dürzi ayaklanmasına verdiği destek üzerinden SGD’yi Mazlum Abdi ve geçici Cumhurbaşkanı Ahmed Şara ile imzaladığı 10 Mart anlaşmasından caydırdığı, ABD’nin de Ortadoğu önceliğinin İsrail olduğu biliniyordu. İsrail, Suriye’nin istikrara kavuşmasını en çok, “Türkiye’nin etkisi artabilir” gerekçesiyle istemiyordu.
İsrail’in bu tutumu, Ankara’nın “Terörsüz Türkiye” başlığı altında PKK’nın silahsızlandırılması bahanesiyle ve Kürt sorununa siyasi çözüm bulma gerekçesiyle, aslında şimdilik resmen ve ismen olmasa da fiilen ve fikren Türkiye Kürdistanı’nı kurma aşamasındaki Cumhur İttifakı’na dolaylı destek çıkma amaçlı olmasındı?
Siyonist uşağı Aliyev’in arabuluculuğuyla Suriye’de Türkiye ve İsrail arasında çizilen “çatışmasızlık hattının” Trump desteğini arkasında sayan Netanyahu için fazla bir anlamı kalmayacaktı; çünkü ABD sayesinde ne yapsa yanına kâr kalan bir İsrail vardı.
Katar saldırısı bunun son kanıtıydı. Katar’ın; Hamas ve Müslüman Kardeşler’e ev sahipliği yapıp, Mısır’ın düşman sayması da diğer arabulucu Mısır için bir güvenlik garantisi sayılmamalıydı.
Artık İsrail, saldırı eylemlerini gerekçelendirmek gereği bile duymamaktaydı.
Bütün bu gelişmelerden sonra İsrail’in, Türkiye’nin güvenlik tehdidi algılamasında ön sıralara çıkması doğaldı. Ama İsrail, Türkiye’ye doğrudan saldırmak yerine, işbirlikçi iktidarlar eliyle fiilen Güneydoğu Kürdistanı’nı kurdurup, ülkemizi parçalamak hesabındaydı!..
Yandaş yorumculardan Coşkun Başbuğ, Kuduz İsrail’in vahşet ve cinayetleriyle ve HAMAS karşısındaki hezimetiyle ilgili doğru ve duyarlı bir tavır takınırken, maalesef Sn. Erdoğan iktidarının sorumluluklarıyla ilgili konuları sürekli çarpıtmaktaydı. Örneğin, Siyonist İsrail’in Gazze’ye kara harekâtı başlatıp soykırımı pervasızlaştırdığı aynı günde, Katar’da toplanan İslam ülkeleri yöneticileri için: “Biz onlardan ‘Ey İsrail, bu soysuz saldırılarını sonlandırmazsan, bizler topyekûn müdahale kararı almaya hazırız!’ çıkışı beklerken, maalesef umduğumuz bu cesur ve onurlu duruşu ortaya koyamadılar!” serzenişinde bulunmuşlardı. Oysa bu girişime herkesten önce dindar ve kahraman Erdoğan’ın öncülük etmesi ve bu yönde karar alınmasına yönelik önergeler vermesi gerekirken bunu yapmaması kınanmalıydı. Coşkun Başbuğ’un aynı gün bir TV programında “Gazzelilerin çoğu Zengîler döneminde oraya yerleştirilen Türklerden oluşmaktadır. Bu direniş kahramanlığının altında bu gerçek yatmaktadır!” anlamında ırkçılık kokan, bu şanlı direnişin İman ve Cihad şuuruna dayandığını geri plana atan yaklaşımları da temelden sakattı…
NATO, Türkiye’yi atar, İsrail’i tutardı!
İsrail 9 Eylül’de Katar’ın başkenti Doha’daki bir binaya savaş uçaklarıyla saldırmıştı. Gerekçesi üst düzey Hamas kadrolarını ortadan kaldırmaktı. Hamas, saldırıda Siyasi Büro Üyesi Halil el Hayye ve Doha’daki büro şefi ve Katarlı güvenlik yetkilisi dahil 6 kişinin öldürüldüğünü doğrulamıştı. Vurulan bina, Türkiye ve Fransa Büyükelçiliklerine yakındı. ABD’nin Ortadoğu’daki en büyük askeri üssü, Merkez Komutanlık (CENTCOM) bölge karargâhı El Ubeyd, Doha yakınlarındaydı. Katar’da Türkiye’nin de bir askeri üssü vardı. El Rayyan üssündeki Tarık bin Ziyad Kışlasıydı. Dahası; Katar, Mısır ile birlikte İsrail ve Hamas ile yürütülen ateşkes görüşmelerinde arabuluculuk yapmaktaydı. Nitekim bina vurulduğu sırada Katar’ın Hamas’ı ateşkese ikna görüşmeleri yaptığı bilgisi vardı. Katar, saldırı ardından İsrail’le arabuluculuktan çekildiğini açıklamıştı.
Erdoğan’ın dostu (!) Trump’ın timsah gözyaşları!
Netanyahu saldırıda ABD rolü olmadığını anlatmak için “İsrail başlattı, İsrail başardı, tüm sorumluluğu da üzerine alıyor” diye zırvalamıştı. İsrail’in saldırganlığının tek güvencesi olan ABD Başkanı Donald Trump “Hiç memnun olmamış” tavrı takınmıştı. Timsah gözyaşları dökerek Katar Şeyhi Temim El Sani’yi aramış, İsrail saldırısına “katılmadığını”, üzüntülerini paylaşmıştı. Türkiye karşı cephede hemen çalışmaya başlamıştı. Türkiye arabulucu değildi ama ABD ile irtibat halinde, Hamas’ı ateşkese ikna etmeye çalışmaktaydı. İsrail, Türkiye’nin Hamas ile irtibatını öteden beri hedef almıştı. İran’ı ve Katar’ı vuran, Suriye’yi atış alanına çeviren Netanyahu’nun Türkiye’ye de sataşacak denli gözü dönmüş olduğu konuşulmaktaydı.
Bu konuda en net konuşan kişi, Washington’daki İsrail lobisinin en faşizan sözcülerinden Michael Rubin olacaktı. Rubin, saldırının hemen ardından National Security Journal’da “İsrail az önce Hamas’ı Katar’da vurdu: Sıradaki Türkiye olabilir” başlığıyla bir yorum yayımlamıştı. Rubin, İsrail Türkiye’yi vurursa NATO’nun 5’inci maddesini işletmeyeceğini, Türkiye’nin yardımına gelmeyeceğini de hatırlatmıştı.
Kissinger’in çok gizli raporu ve Türkiye planları
Tarihler 1974 yılının yaz aylarıydı. Kıbrıs Barış Harekâtı Erbakan’ın özel dirayetiyle Türkiye açısından başarıyla tamamlanmıştı. Bunun sonucunda da ABD Kongresi, Başkan Ford’a Türkiye’ye silah ve askeri yardımın kesilmesini dayatmıştı. Hatta Kongre, 10 Aralık’ı son tarih olarak belirlemiş ve o güne kadar bir çözüm bulunmazsa Türkiye’ye yönelik silah ve askeri yardımın durdurulmasını kararlaştırmıştı. Çözüm bulunamadı ve 5 Şubat 1975 yılında ABD ambargosu Türkiye için devreye girmiş durumdaydı. Ama yine Erbakan’ın cesaretiyle ABD Üsleri kapatılınca, bu ambargoyu da kaldırmak zorunda kalmışlardı.
Tam o günlerde yani 10 Aralık 1974’te ABD Başkanı Ford’un masasında Türkiye ile ilgili başka önemli bir konu daha vardı. “Çok Gizli” başlıklı bu rapor o kadar gizliydi ki rapordan haberdar olan insan sayısı bir elin parmağını bulmamaktaydı!
Raporu; CIA, Dışişleri Bakanlığı, Pentagon ve ABD Uluslararası Kalkınma Ajansı (USAID) hazırlatmıştı.
Raporun ismi; “Ulusal Güvenlik Çalışma Muhtırası 200: Dünya Nüfus Artışının ABD Güvenliği ve Yurtdışı Çıkarları Üzerindeki Etkileri ve Türkiye!” olmaktaydı. Raporun başındaki isim ise ABD modern tarihinin en etkili isimlerinden Siyonist Yahudi Henry Kissinger idi. Zaten rapor da “Kissinger Raporu” olarak anılmıştı.
Bu çok gizli raporda şunlar yazılmıştı:
“Dünyada petrol ve diğer yer altı ve yer üstü kaynaklarının yoğun olduğu bölgelerde nüfus hızlı artıyor ve bu nüfus böyle hızlı artarsa kaynakları onlar tüketeceği için bizlerin oraları rahatlıkla sömürmesini zorlaştırıyor. Ayrıca burada nüfus ve gençlerin sayısı arttıkça anti Amerikancı yapılar da büyüyecektir ve bazı bölgelerde komünizm tehlikesi söz konusu olabilir. Artan nüfus, kendi kaynakları yetersiz olunca Batı’ya gelmek isterse ABD için ulusal güvenlik problemleri artabilir. Bu yüzden bu bölgelerdeki nüfusu zorla da olsa kontrol etmemiz gerekiyor.”
Emperyal çıkarları uğruna, insanlığın çoğalmamasını, ailelerin yok olmasını, toplumların kaderinin değişmesini düşünen bu gizli rapor birçok insan hakları kuruluşu tarafından çok sert şekilde eleştirilmesi de işe yaramamıştır. Acaba Türkiye’deki nüfus planlamaları, aile yuvasının zayıflatılması, evlenme yaşının 40’lara çıkarılması ve hele genç-dinamik nüfusun hızla ve korkunç oranda azalması ve bunların özellikle AKP iktidarında yaşanması sadece bir tesadüf sayılır mıydı?
İlgili Bakanlık’tan alınan bilgilere göre son durumumuz iç karartıcıydı!
Ülkemizde doğurganlık hızı; nüfusun kendini yenilemesi için gerekli olan %2,1’in altına düşmüş olan il sayısı 2014’te 52 iken 2025’te 71’e ulaşmış durumdaydı.
Türkiye nüfusunun %88’i artık nüfusu yenilenemeyen bir şehirde yaşıyorlardı.
İlk evlilik yaşı erkeklerde 28.3’e, kadınlarda ise 25.8’e yükselmiş durumdaydı, evlenmek isteyenlerin yaşı 35’i aşmıştı.
Artık gençlerimiz geç evleniyor ve geç çocuk sahibi oluyorlardı.
Ortalama anne olma yaşı 29.3’e yükselmiş durumdaydı.
Ülkemizde yıllık nüfus artış hızının; 2021 yılında binde 12,7 iken 2022 yılında bu oran binde 7,1’e ve son olarak 2024 yılında binde 3,4’e gerilemesi, tehlike çanlarıydı.
Toplam nüfus ile ilgili tüm bu projeksiyonlar incelendiğinde, TÜİK’in düşük ihtimalli senaryosuna göre 2100 yılında nüfusumuzun 54 milyona; BM’nin düşük ihtimalli senaryosuna göre 38 milyona, çok düşük ihtimalli senaryoya göre ise 25 milyona kadar azalacağı vurgulanmaktaydı.
Önümüzdeki 5 yıl içinde nüfus artış hızımız bu şekilde düşmeye devam ettiği takdirde ilkokulda okuyan öğrenci sayısında yaklaşık 900 bin azalma yaşanacaktı.
Rakamlar çok acıydı ve uyarıcıydı. Evet, giderek yaşlanıyoruz ve bunun sonucunda giderek yok oluyoruz. Bu konuya sadece rakamlar olarak bakmamamız gerekiyor. Gün geçtikçe yaşlanan bir toplumun üretemeyeceği, tüketemeyeceği, ekip biçemeyeceği, sosyal hayat inşa edemeyeceği ve hepsinin sonunda yok olacağımız bir döneme giriyoruz. Üstelik bu ürkütücü tabloyu, güya dindar ve duyarlı Erdoğan iktidarı ve Cumhur İttifakı süreçlerinde yaşıyoruz. Tedbiri şimdi almazsak geri dönüşü yoktu. Bu pencere bir daha açılmamak üzere kapanıyor!” tespitlerine artık kulak kabartmalıydı.
İlker Yücel’in çarpıcı bir tespiti vardı:
“NATO isterse dünyanın öbür ucuna, Kore’ye bir tugay asker gönderirsiniz, NATO istemezse burnunuzun dibinde yüz binlerce Müslüman katledilirken, ülkeniz de tehdit edilirken kürsülerde kükremekle yetinirsiniz!..”
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın uzun yıllar metin yazarlığını yapan, önde gelen İslamcı yazarlardan Aydın Ünal, 11 Ağustos 2025 tarihli Yeni Şafak gazetesindeki yazısında şunları yazmıştı: “(Filistin’de yaşanılanlar karşısında) Dişlerimizi, yumruklarımızı sıkıyor, öyle anlar geliyor ki kafamızı öfke patlamalarıyla duvarlara vuruyoruz. Sonra dönüyor, o öfkeyle, sayıları 2 milyarı bulan İslam âlemini sorguluyoruz…”
Gladyo, Nurcuları ve Dindar Oluşumları Nasıl Kullandı?
İslamcı yandaşların cesaret edemediği sorgulamayı, Türkiye özelinde, Nurcuların önde gelen isimlerinden Mustafa Kaplan yapmıştı. Kaplan, sıradan bir Nurcu sanılmasındı. 20 yaşından beri Nurcuların içinde yer alarak, yayın organları Yeni Asya gazetesinin başyazarlığına kadar yükselen bir şahıstı. 9 Mart 2025 ve 3 Ağustos 2025 tarihlerinde ‘Ezber Bozan’ programında konuşan Kaplan, CIA’nın İslamcıları nasıl tuzaklara düşürdüğünü tek tek anlatmıştı. Emperyalizm; önce İngiltere’nin vurucu güç olduğu zamanlarda, sonra da ABD’nin öne geçtiği NATO döneminden itibaren sadece Türkiye’de değil dünya çapında, terbiye edilip uyarlanan, uslu duran, bulundukları ülkenin iç cephesinde zafiyet yaratan, bağımsızlıkçı tavrı baş düşman sayan bir İslamcılık oluşturmuşlardı.
İşte Nurcu Yazar Mustafa Kaplan’ın Tarihi İtirafları
Kaplan, şu gerçeklerin altını çizerek ‘sorgulamayı’ yapmıştı:
– Bize baş düşman, mevcut rejim ve komünizm dediler. Yönümüzü onlara çevirdik. Komünizmle mücadele dernekleri, FETÖ’nün büyüme merkezi yapıldı.
– İslamcılar, Batı’nın siyasi önceliklerine göre konumlandı.
– Emperyalizmin Yeşil Kuşak planında kullanıldık.
– İçeride rejim değişikliğine odaklanınca, dış güçlerle ittifak, meşru sayıldı.
– Bu çizginin sonucunda Batılı Hristiyanlar müttefikimiz hatta kurtarıcımız sanıldı.
– Yeni Asya’da İngiliz istihbaratının etkili olduğuna şahit olanlardanım.
– Nurculuğu örgütlü hale getirenler İngilizler olmuşlardır.
– Gladyo, Nurcuları ‘abiler’ aracılığıyla yönlendirmeye başladı. Said-i Nursi’ye bile sansür uygulandı.
– Lüks ciplerle; medreselere ve Nurcuların ileri gelenlerine dolarlar dağıtıldı.
– Bugün hâlâ Devlette Nurcu ve FETÖ tehlikesi vardır. Bu İngiliz ve Amerikan istihbaratının sızması anlamındadır.
– Körfez Savaşı’nda ABD, Irak’a saldırınca Nurcular Müslümanları savunmadılar. Sonra da ABD ve İsrail’e seslerini hiçbir zaman çıkarmadılar. NATO denetiminde bir İslamcılık oluşturdular.
Mustafa Kaplan’ın hâlâ itiraftan sakındığı ve münafıklıktan kurtulamadığı bir gerçek vardı: “Rahmetli Necmettin Erbakan Hoca bu Siyonist-Emperyalist planları, başından beri hatırlatıp uyarmıştı, ama bizler Ona karşı cephe açmakla hayatımızın en büyük gafleti yanında, ülkemize ve geleceğimize en büyük hıyaneti de işleyen dindarlardık!”
Kaplan’ın işaret ettiği yukarıdaki gerçekleri şöyle toparlayalım:
NATO isterse; dünyanın öbür ucuna, Kore’ye bir tugay asker gönderirsiniz, NATO istemezse burnunuzun dibinde yüz binlerce Müslüman katledilirken, ülkeniz de tehdit edilirken kürsülerde kükremekle yetinirsiniz. Kürecik ve İncirlik’teki eşkıya merkezlerini kapatmak değil, yanlarına bile yaklaşamazsınız. Ve İsrail’e dolaylı destek sağlamaktan utanmazsınız!
Erdoğan İktidarı Hollanda Kadar Olamamıştı!
16 Haziran 2025 tarihinde düzenlenen Uluslararası Paris Havacılık Fuarı’nda, İsrail Havacılık ve Uzay Sanayii (IAI) standı kapatılmıştı. Ayrıca İsrail savunma şirketlerinin, Gazze’deki savaşla bağlantılı olarak NEDS savunma fuarına katılmasına izin verilmeyeceği açıklanmıştı. Hollanda’nın Rotterdam şehrinde her yıl düzenlenen ve büyük ölçüde denizcilik sektörüne odaklanan NEDS Fuarı, son yıllarda İsrail Havacılık ve Uzay Sanayii (IAI), Elbit Systems ve Rafael gibi İsrail’in en büyük savunma şirketlerini ağırlamıştı. Ancak Globes’un İsrail kaynaklarına dayandırdığı habere göre, etkinlik organizatörleri yakın zamanda yazdıkları bir mektupta, 20 Kasım’da düzenlenecek olan 2025 yılı etkinliğinde İsrail şirketlerinin katılımına izin verilmeyeceğini hatırlatmıştı.
The Times Of Israel tarafından yapılan habere göre, İsrail kaynakları Globes’a katılmayacaklarını doğrulamıştı. Organizatörler ise, yasağın “güvenlik ve organizasyonel” nedenlerden kaynaklandığını vurgulamıştı. İsrail şirketlerinin NEDS olarak bilinen fuarda yer almayacaklarının açıklanması, Hollanda hükümetinin İsrail-Gazze savaşının başlamasından bu yana genel lisans kapsamında İsrail’e hiçbir askeri ürün ihraç edilmediğini açıklaması üzerine yapılmıştı. Öte yandan İsrail Savunma ve Dışişleri Bakanlıkları, konunun incelenmekte olduğunu yanıtlamıştı. Ama maalesef AKP iktidarı, İstanbul’daki Savunma Teknolojileri Fuarı’na, İsrail’e silah sağlayan onlarca şirketi çağırmıştı.
Türkiye’deki Gençler İslam’dan Soğumaya Başlamıştı!
AKP’nin istismarcı ve tahribatçı politikaları yüzünden Türkiye’nin dindarlık haritası değişmeye başlamıştı. KONDA araştırmasına göre son 16 yılda kendini “dindar” olarak tanımlayanların oranı %55’ten %45’e düşmüş, “inançsız/ateist” diyenler ise dörde katlanmıştı! Türkiye’nin toplumsal dönüşümüne ışık tutan Konda Araştırma Şirketi, 2008 ve 2024 yıllarını kıyaslayan güncel “Hayat Tarzları” verilerini yayımlamıştı. Türkiye dindarlık oranı ve inançsızlık eğilimleri üzerine çarpıcı sonuçlar ortaya koyan araştırma, son 16 yılda toplumun inanç profilinde önemli kaymalar yaşandığını ortaya koymaktaydı. Araştırmanın en dikkat çeken bulgusu, kendini “dindar” olarak tanımlayan vatandaşların oranındaki belirgin düşüş olmaktaydı. 2008’de toplumun yüzde 55’i kendini bu şekilde ifade ederken, 2024’te bu oran %45’e gerilemiş durumdaydı. Türkiye’de dindarlık tanımına girenlerin oranında tam 10 puanlık bir azalma vardı.
Ateist ve İnançsız Oranı Dörde Katlanmıştı!
Diğer tarafta, inançsız ve ateist olarak tanımlanan kesimin hızla büyüdüğü ortaya çıkmıştı. 2008 verileriyle kıyaslandığında, kendini “ateist” veya “inançsız” olarak ifade eden bireylerin oranı dört kat artmıştı. Bu kesimdeki belirgin yükseliş, toplumsal yapıdaki dönüşümün en net göstergelerinden biri sayılmaktaydı.
İbadet Edenler Azalmıştı!
Araştırma, “inançlı ama ibadetlerini düzenli yerine getirmeyen” bireylerin oranında da artış olduğunu saptamıştı. Bu kategoriye girenlerin oranında son 16 yılda 3 puanlık bir artış yaşanmıştı. Bu durum, geleneksel dini pratiklerden uzaklaşan ancak inancını tamamen reddetmeyen bir grubun varlığına ve büyümesine yol açmıştı.
Türkiye altınıyla, İsrail’e savaş fonu sağlanmaktaydı!
“Süper talan yasası” Meclis’ten geçmiş bulunuyordu. Bu yasa yalnızca zeytinliklerin taşınmasını ya da yalnızca 4 şirket lehine ‘kayırma’ içermiyordu. Uluslararası enerji ve değerli metal şirketleri ile onların içerideki kılcal damarlarının hegemonik gücünü artırıyordu. Topyekûn Anadolu ihalesi anlamına gelen bu yasa, Erdoğan’a olağanüstü yetkiler veriyordu. 2020’li yıllar, yalnızca iklim krizi, enerji savaşı ve pandemilerle değil, aynı zamanda soykırım ve ‘küresel adaletin’ paramparça olduğu bir dönem olarak tarihe geçiyordu. Bu dönemin en karanlık yüzlerinden biri ise, İsrail’in Filistin halkına yönelik sistematik saldırıları ve Gazze’de gerçekleştirdiği yıkıcı katliamlar oluyordu. Ancak bu katliamların yalnızca askeri, diplomatik ya da medya boyutu yoktu. Derinlerde AKP-İsrail arasında işleyen, sanayi sermayesi, finans ve madencilik gibi görünürde “nötr” sektörlerle ilintili bir ekonomik suç ortaklığı ağı bulunuyordu.
Meclis maden teklifini görüşürken, Kütahya Simav’da altın ve gümüş madeni üretimi için gün sayılıyordu. Kırma-eleme tesisleri ve yığın liçi alanları devreye alınıp sıcak test aşaması başlatılıyordu. Kimdi bunlar, Kütahya Simav’daki ‘Tavşan madeni’ hangi ilişki ve çıkar ağını gösteriyordu? Bu ağın bir ucunda, Türkiye’de faaliyet gösteren Ariana Resources ve Zenit Madencilik görülüyordu. Diğer ucunda ise dünyanın en büyük altın madenciliği şirketlerinden biri olan ABD sermayeli Newmont Corporation sırıtıyordu. Ve tüm bu ilişkilerin üzerinde, dünyanın en büyük varlık fonları: BlackRock, Vanguard ve State Street gibi küresel finans devleri bulunuyordu.
Küresel Siyonist ortaklıklar ve yerel hıyanet kârları
Ariana Resources, Türkiye’de Tavşan ve Salinbaş gibi sahalarda altın madenciliği yapıyordu. Bu şirketin en büyük hissedarı Nicholas Graham olsa da, yönetim kadrosunun büyük kısmı İngiltere merkezli Siyonist endeksli ve çoğu madencilikten gelen sermayedarlardan oluşuyordu. Ama asıl dikkat çekici olan, Ariana’nın yaklaşık %4’lük hissesi Newmont Corporation tarafından elde tutuluyordu! Newmont, bu ilişkiyi basit bir yatırım olarak görmeyebilir. Çünkü Ariana yalnızca Türkiye’de değil, Kosova, Kıbrıs ve Zimbabve’de de projelere sahip. Bu da şirketi jeopolitik olarak hassas bölgelerde “stratejik” bir oyuncu haline getiriyordu.
Newmont İsrail’e çalışıyordu!
Newmont halka açık bir şirket sanılıyordu. Ancak bu, şirketin anonim olduğu anlamına gelmiyordu. Aslında oldukça tanıdık bir sermaye üçlüsü bu şirketin kaderini belirliyordu:
• Vanguard Group (%12)
• BlackRock Inc. (%8,70)
• State Street Global Advisors (%4,5)
Bu üç dev fon, sadece Newmont’un değil, aynı zamanda Siyonist Sermayenin sahip olduğu Raytheon, Lockheed Martin ve Northrop Grumman gibi Amerikan silah devlerinin de en büyük hissedarları sayılıyordu. Yani, Gazze’ye atılan bombaları üreten şirketlerle altın çıkaran şirketler aynı kasaya çalışıyordu! Ve dindar-kahraman Erdoğan İktidarı bunlara yol açıyordu!

Yazıda önemli bölümler mevcut:
– İlki Kissinger’ın yazıları.
– İnançsız oranının dörde katlanması artık”veyl olsun” dedirtecek boyutta.
– Aslında Milli Çözüm’den (tıpkı Fethullah Gülen dosyası gibi) bir dosya olarak, yıllardır ve hasretle beklediğimiz Kontrgerilla(Gladyo) gerçeğine bu yazıda az da olsa değinildiği için can-ı gönülden teşekkürler:
“…Nurcuları ve Dindar Oluşumları Nasıl Kullandı?
İslamcı yandaşların cesaret edemediği sorgulamayı, Türkiye özelinde, Nurcuların önde gelen isimlerinden Mustafa Kaplan yapmıştı. Kaplan, sıradan bir Nurcu sanılmasındı. 20 yaşından beri Nurcuların içinde yer alarak, yayın organları Yeni Asya gazetesinin başyazarlığına kadar yükselen bir şahıstı. 9 Mart 2025 ve 3 Ağustos 2025 tarihlerinde ‘Ezber Bozan’ programında konuşan Kaplan, CIA’nın İslamcıları nasıl tuzaklara düşürdüğünü tek tek anlatmıştı. Emperyalizm; önce İngiltere’nin vurucu güç olduğu zamanlarda, sonra da ABD’nin öne geçtiği NATO döneminden itibaren sadece Türkiye’de değil dünya çapında, terbiye edilip uyarlanan, uslu duran, bulundukları ülkenin iç cephesinde zafiyet yaratan, bağımsızlıkçı tavrı baş düşman sayan bir İslamcılık oluşturmuşlardı.
İşte Nurcu Yazar Mustafa Kaplan’ın Tarihi İtirafları
Kaplan, şu gerçeklerin altını çizerek ‘sorgulamayı’ yapmıştı:
– Bize baş düşman, mevcut rejim ve komünizm dediler. Yönümüzü onlara çevirdik. Komünizmle mücadele dernekleri, FETÖ’nün büyüme merkezi yapıldı.
– İslamcılar, Batı’nın siyasi önceliklerine göre konumlandı.
– Emperyalizmin Yeşil Kuşak planında kullanıldık.
– İçeride rejim değişikliğine odaklanınca, dış güçlerle ittifak, meşru sayıldı.
– Bu çizginin sonucunda Batılı Hristiyanlar müttefikimiz hatta kurtarıcımız sanıldı.
– Yeni Asya’da İngiliz istihbaratının etkili olduğuna şahit olanlardanım.
– Nurculuğu örgütlü hale getirenler İngilizler olmuşlardır.
– Gladyo, Nurcuları ‘abiler’ aracılığıyla yönlendirmeye başladı. Said-i Nursi’ye bile sansür uygulandı.
– Lüks ciplerle; medreselere ve Nurcuların ileri gelenlerine dolarlar dağıtıldı.
– Bugün hâlâ Devlette Nurcu ve FETÖ tehlikesi vardır. Bu İngiliz ve Amerikan istihbaratının sızması anlamındadır.
– Körfez Savaşı’nda ABD, Irak’a saldırınca Nurcular Müslümanları savunmadılar. Sonra da ABD ve İsrail’e seslerini hiçbir zaman çıkarmadılar. NATO denetiminde bir İslamcılık oluşturdular…”
Gazze’ye saldıran vampirlerle Şanlı Hamas’ın arasında yapılan ateşkes anlaşmasına sözüm ona garantör olarak ülkemiz de katılmıştı.
Anlaşma gününden bu yana israil denen kuduz! Gazze’mize saldırılar düzenlemiş ve bugün (28/10/2025) Netenyahu denen deccal, Gazze’ye yeniden toplu saldırı emrini vermişti.
Sahi aklımıza geldi: Bu garantörler BOP kapsamında kuduz israil’i korumak için mi garantör olmuştu?! Niye tıs çıkmıyordu?
Niye bu dindar Kahramanlar “Gazze’ye gideceğim” havası atarken, yapay zeka ile üretilmiş yardım videolarından ve göstermelik bazı videolardan başka bir aksiyon alamıyorlardı!
Üstadımızın bir toplantıda feryat ederek dua ettiği gibi feryatla dua ediyoruz: “Allah’ım! Allah’ım ümmete imdat eyle! Allah’ım Adil Düzeni iktidar eyle!”
BOP Eşbaşkanı, istihbarat servislerinin güdümüne girmiş cemaatlerle ve kendi oluşturduğu elit sermaye sınıfıyla birlikte siyonizmin hedeflerine hizmet eden karmaşık bir hizmet ağı oluşturmuştur. Kürsülerden kınamalarla, uydurulmuş fetvalarla ve hikmetlerle halkın gazı alınmakta zihinleri uyuşturulmaktadır. Ne yazıkki ülkemizin kritik kurumlarıda fazlaca siyasileşmenin doğal sonucu olarak bu sisteme çanak tutmaktadır.
Trump’ın hamiliğinde gerçekleşen güya ateşkes görüşmelerinde ve sonrasında Mısır’da düzenlenen ateşkes partilerinde gerinerek boy gösteren liderler, ülkelerinde dünya lideri payesini kolayca alıvermişlerdi. Fakat İsrail’in ateşkesi hemen ihlal etmesine ses çıkarmamışlardı. Bu kukla oyunlarının artık anlaşılması, bu işbirlikçilerden artık kurtulunması gerekiyordu.
Filmin son sahnesini gören temiz ruhlar manipüle edilen senaryonun içindeki işbirlikçi alçakları hemen çözebiliyordu.
Erbakan Hocamız müminin ferasetinden korkun, çünkü Allah’ın nuruyla bakar, olayların arkasını görür, ferasetle hareket eder derdi. Bugün Milli Çözüm’ün 23 sene önceki makalesi alınıp okunduğunda bu gerçeğe şahitlik edilecektir. Milli Çözüm yayın hayatı boyunca, öncesinde Üstad Ahmet Akgül Hocamız’ın 40 yıl önceki gençlik konferanslarında da bu gerçeğe şahitlik edilecektir. Çünkü Milli Çözüm olayları değerlendirirken Kuran’ı, Efendimiz (sav)’in hayatını, Erbakan Hocamızın siyasetini ve söylemlerini ölçü almaktadır. Bu şaşmaz ölçü sebebiyle de her söylediğinde haklı çıkmaktadır ve çıkacaktır.
İşte Türkiye’mizin böylesine ferasetli ve plan proje üretebilen Milli Çözüm kadorlarına ihtiyacı vardı.
Aziz Erbakan Hocamız kurtuluş yolunu ta 1980’lerde şöyle bildirmişti:
“Bakın size kesinlikle ifade ediyorum ki:
TÜRKİYE’NİN KURTULUŞU;
MİLLİ ÇÖZÜM’E İNANAN bir Cumhurbaşkanı’nın o makama oturması,
MİLLİ ÇÖZÜM’E İNANAN bir Hükümet’in kurulması
ve yeni bir devrin başlamasıyla mümkündür!”
Prof. Dr. Necmettin Erbakan (TRT Basın Toplantısı, Yazarlar soruyor – Nisan 1980)
Ülkemizin işbirlikçi iktidarlar eliyle ve Haim Naum planıyla içine düşürüldüğü bu bataklıktan ancak Milli Çözüm feraseti ve irfanı kurtarabilirdi. Akp iktidarı ülkemiz, bölgemiz için bir milli güvenlik sorunuydu. Türkiye’nin kurtuluşu ancak Milli Çözüm öncülüğünde yeniden bir Kuvay-ı Milliye ruhuyla Milli Mutabakat Hükümetinin kurulmasıyla mümkündü.
İslam Dünyasının toplumları, halkları, ülkeleri hatta kültürel birikimleri özellikle “entelektüel emperyalizme” maruz ve mahkum kaldıkları için ya da köleliği tercih ettikleri için, bu sömürü ve siyonist yapıya mukavemet noktasında varoluşsal sorunları, ve sorumlulukları ya farkedemediler ya da görmezden geldiler!
Dünyanın ve zamanın dışında yaşıyorlarmış gibi, olayların ve özellikle Siyonizmin farkında ve bilincinde olmadan yaşadılar yaşıyorlar. Herhangi bir sorgulama değerlendirmesi içine girmediler,girmiyorlar. En kolay, en basit yoldan güce ve iktidarlara eklemlenme yöntemini seçtiler,seçiyorlar
Varoluşsal sorunları , sorumlulukları ve bunların çözümlerini ortaya koyan yegane iman ise Prof Necmettin Erbakan’ın “Millî Çözüm” imanıdır.!
Üstad Ahmet Akgül Hocamızın olaylara bütüncül yaklaşım ve eleştirel analiz bilincini ortaya koyması, aynı zamanda bütün sosyolojik, ekonomik, askeri ve siyasi sorunlara köklü çözümler ve proğramlar üretme kabiliyetine de sahip bir insan olduğunu açıkça göstermektedir…
Evet! Bir tv kanalında iktidara ve güce yaslananan bir yorumcunun tahrifkar yorumundaki hastalığı teşhis edip, tedavi edici bir içerikle yeniden faydalı ve etkili hale getirmek “Allahın, Nurunu kelimelerle hakim kılacağının da bir delili sayılamaz mı?
HAKKA DEĞİL, HAKLI OLDUĞUNA İMAN EDEN HERTÜRLÜ VAHŞETİ SOYKIRIMI YAPAR!.. ANCAK ÇARESİ YOK; ALLAH DİNİNİ VE DÜZENİNİ HAKİM KILMAYI MURAD ETMİŞ VE TAKDİRİ KESİNLEŞMİŞTİR!.. NEREDEN ANLIYORUZ: ASRA VE KUR’AN’A TERCÜMANLIK EDEN REHBER ŞAHSİYETLERİ ELİYLE HAZIRLANAN ÇALIŞMALARDAN…
Adil Düzen projeleriÜstün Savaş Teknoloji HarikalarıŞuan yeryüzünde hakmış hukukmuş adaletmiş mazlummuş mağdurmuş insanmış çolukmuş çocukmuş kadınmış demeyip var gücüyle ve özellikle de ülkelerin başına koydukları demokratur oyunuyla seçtirdikleri idareciler – işbirlikçilerden aldıkları güçle insanlığı öldürmekte İsrail ve avenesi… İsrail’in nüfusu her İle İlçeye vali kaymakam atamaya bile yetmeyecek ölçüde az olmasına rağmen İşbirlikçileri sayesinde terör estiriyorlar dünyada… Dolayısıyla bu işbirlikçilerden biran evvel kurtulunması en öncelikli meselemizdir. Milli Çözüm defaatle hatırlattı. Yanlış adımlar ve duyarsız tavırlar sonucu, çok derin bir uçuruma doğru yaklaşan insanın, uçurumun kenarından bile pişman olup geri dönmesi, elbette yararlıdır ve akıllılıktır. Ancak uçurumdan kayıp düşmeye başladıktan sonraki pişmanlık ise, sahibine hiçbir yararı olmayan ve çok geç kalınan bir ahmaklıktır. Bu hatırlatma, Türkiye’yi yöneten iktidara ve suç ortaklarına yönelik bir uyarıdır. Çünkü, artık uçurumun kenarına varılmıştır ve hâlâ geri adım atmak ve kurtulmak için bir şansları vardır. Ama buna rağmen, inatla burnu doğrultusunda ve kapıldıkları koyu gaflet uykusunda yol alanların, faydasız pişmanlık ve perişanlıkları yakındır.
Ülkemizde iktidar ne kadar İsrailci ABD’ci AB’ci ise sözde muhalefet onlardan farkı malesef yoktur. Güya muhalefet diye geçiyor ama Maliye Bakanlığı teklifi gelse kabul eder misiniz diye soruluyor Ali Babacan’a Erdoğan’a kırgınlıklarım var ama kabul ederim diyor. Ne iktidar ne muhalefet birbirilerinin aynısıdır… 100 AKP GERÇEĞİ VE AKP İLE DİĞERLERİNİN 40 AYNI YÖNLERİNİN YAZILDIĞI MAKALELER bu sitede hala durmaktadır.
Siyonistler, 8 milyarlık insanlığın kurtuluş reçetesinin merkezinin TÜRKİYE olduğunun farkında oldukları için tüm tuzaklar tüm plan ve projeleri Türkiye üzerinde odaklanmaktadır. Ancak Siyonistler her ne kadar Türkiye üzerinde oyun ve tuzakları yoğunlaşsa da tüm tuzakların sahibi Cenabı Haktır.
Artık tam anlamıyla anlaşılmıştır ki; böylesine tehlikeli bir dönem ve işbirlikçilerinden kurtulmak en öncelikli meseledir ve ülkemizin ve diğer mazlumların 8 milyarlık insanlık aleminin kurtuluşu ANCAK MİLLİ ÇÖZÜM’E İNANAN BİR CUMHURBAŞKANI’NIN BAŞTA TÜRKİYE’NİN İDARESİ MİLLİ BİR MUTABAKATLA İŞBAŞINA gelmesiyle mümkündür.
Akabinde Milli Mutabakat ile işbaşına getirilen Milli Çözümlü idare eliyle inşaallah; Aziz Erbakan Hocanın hazırlayıp şartlar olgunlaştığında kullanılmak üzere Kahraman ve Şanlı Türk Silahlı Kuvvetlerimizin ilgili birimlerine bıraktığı ve teslim ettiği ÜSTÜN SAVAŞ TEKNOLOJİLERİ HARİKALARI ile zalimin anladığı dil olan GÜCÜ – MÜEYYİDEYİ gösterecek ve İsrail ve avanesini tarihin çöplüğüne gönderecek Adil bir Düzen inşaallah ilan edilecek Türkiye merkezli ve diğer mazlum mağdur ülkelerde… Ve böylece Türkiye Cumhuriyet’i Mustafa Kemal Atatürk’ün de ifadesiyle ilelebet payidar kalacaktır.
KUVVET VE KUDRET SAHİBİ YALNIZCA CENABI HAKKTIR, ONUN VERDİĞİ MÜJDEYLE NOKTALAYAYIM:
Tevbe Suresi 32. Ayet: ” (Zavallılar) Allah’ın nurunu, ağızlarıyla söndürmek istiyorlar, (ama Allah buna asla fırsat vermeyecektir. Ahmaklar, üfürmekle Güneş’i karartmaya çalışıyorlar;) halbuki kâfirler hoşlanmasa da, Allah mutlaka nurunu tamamlayıverecektir. (Çünkü Allah, dinini ve düzenini hâkim kılmayı murad etmiştir ve takdiri kesinleşmiştir. Bundan asla vazgeçmeyecek, Kur’an’ın hidayeti ve İslam’ın hakikatleri kıyamete kadar devam edecektir.) ”
(BAK: http://www.mealikerim.com )
MAKALENİN BAŞLIĞI İLE EN MÜKEMMEL TESPİT YAPILMIŞ. VE İNŞALLAH BUNUNLA BERABER MİLLİ ÇÖZÜME İNAN BİR CUMHURBAŞKANIN O MAKAM OTURMASI, VE MİLLİ ÇÖZÜME İNANAN BİR HÜKÜMETİN KURULMASI İLE BAŞALAYACAK YENİ DEVİR İLE İNŞALLAH TÜRKİYE VE İNSANLIĞIN HUZUR VE SAADET YOLU AÇILACAK, DECCAL NETANYAHU GEBERTİLECEK, İSRAİL YERLE BİR EDİLİP HARİTADAN SİLİNECEK VE SİYONİZMİN TÜM SİSTEMLERİ ETKİSİZ HALE GETİRİLEREK ADİL DÜZENE DAYALI YENİ BİR DÜNYA KURULACAKTIR İNŞALLAH.RABBİM BİZLERİ BU UĞURDA CANLA BAŞLA ÇALIŞAN MÜCAHİD MUTTAKİLERDEN EYLESİN. AYAKLARIMIZI VE KALBİMİZİ SABİT KILSIN AMİN.
İSRAİL DİBiMİZE KADAR GELMİŞTİ
Suriyeli kaynaklar, geçtiğimiz gece yarısı İsrail ordusuna ait birkaç Merkava tankının ve askeri cihazların, Suriye’nin güneyindeki Kuneytre bölgesine girdiğini bildirdi.
Kaynaklara göre, üç İsrail tankı ve birkaç askeri araç, Kuneytre’den El-Samadaniye kasabasına doğru ilerledi. İsrail güçleri, burada eski bir Suriye ordusu üssüne yakın, Selam Yolu üzerinde geçici bir kontrol noktası kurduğu şeklinde haberler artık sıkça duyulmaktaydı. Dürzi grupların ve Ahmet Şara gibi işbirlikçileri sayesinde İtrail artık iyice küstah tavırlar sergilemekteydi. Filistin’de silah bırakma antlaşması yapması rağmen hergün onlarca Filistinliyi katletmeye devam ediyor. Tüm hazırlıklarını önce büyük Kürdistanı işbirlikci Cumhur ittifakı sayesinde biran önce kurmak istemektedir. Katil APO ile yapılan görüşmeler ikinci açılım hareketi şeklinde okunabilirdi. İsrail ile büyük hesaplaşma yakındı bu hesaplaşma çok stratejik ‘yüksek ilmin ve manevi bir üstünlükle Mili Çözüm fikriyatı ile çözülecektir. Ama önce bizim önce kendi bağırsağımızdaki zararlı bakterilerden yani ajanlık yapan fetö gibi hareketlerden ve cemaatlerden kurtulmamız gerekiyor. Siyonistlerin tek korkusu Türkiye de Necmettin Erbakanın Adil Düzen projelerinin savunucusu Milli Çözümdür. Bu tarihi sorumluluğu omuzlarında taşımaktadır. Allah’ın vaadine güvenimiz tamdır. Milli Çözüm yazıları sayesinde inşaAllah büyük bir değişim ve dönüşümle İsrail yıkılacaktır.
Aziz Erbakan Hocamız; ülkemiz üzerindeki Siyonist-Emperyalist planları, ta en başından beri hatırlatıp uyarmıştı.
Erbakan Hocamıza karşı cephe açan dindarlar, hayatlarının en büyük gafletleri yanında, ülkemize ve geleceğimize en büyük hıyaneti de işlemişlerdi.
Üstadımız Ahmet Akgül Hocamız; İsrail’in, Türkiye’ye doğrudan saldırmak yerine, işbirlikçi iktidarlar eliyle fiilen Güneydoğu Kürdistanı’nı kurdurup, ülkemizi parçalamak hesabında olduğunu, ta en başından beri hatırlatıp uyarmaktaydı.
Üstadımız Ahmet Akgül Hocamıza karşı cephe açan dindarlar, hayatlarının en büyük gafletleri yanında, ülkemize ve geleceğimize en büyük hıyaneti de işlemektedlerdi.
Kur’an-ı Kerim işbirlikçi iktidarları şöyle haber vermektedir:
“(Ey Resulüm!) İnsanlardan öylesi vardır ki, (aslında İslam’a hasım ve Sana hain oldukları halde) dünya hayatına ilişkin sözleri (kahramanlık gösterileri, başarılı girişimleri, kolaycı ve çıkarcı projeleri) Senin hoşuna gidecektir ve (böyleleri) kalbindekine (münafıklık ve menfaatçilik düşüncesine) rağmen Allah’ı şahit getirir (yeminler ederek dine ve davaya sadık ve samimi olduğunu belirtir); oysa o (gizli ve tehlikeli) azılı bir düşman (yerindedir).”
“(Çünkü bu tipler, Hakk davadan döneklik ederek) Sırtını çevirip gittiği ve işbaşına (iktidara) geçtiği zaman; (ülkesinde ve) yeryüzünde (barış kılıflı) bozgunculuğa girişmeye, ekini ve nesli (bozup) helak etmeye çaba gösterir. (Genleri bozulmuş İsrail tohumları ile bitki ve hayvan türlerini ve bebeklerin-gençlerin geleceğini tahribe yönelir.) Allah ise, (fitne ve fesadı) bozgunculuğu sevmemektedir. [Not: 8 Kasım 2006’da çıkarılan 5553 sayılı Hibrit Tohum Kanunu’yla, yerli tohumlarımıza yasak getirilmiş ve uzmanlara göre bu uygulamadan sonra hastalık ve ölüm oranlarında tam üç kat artış gözlenmiştir.]” (Bakara Suresi 204. ve 205. Ayetleri)
İşbirlikçi iktidarlardan “Ey İsrail, bu soysuz saldırılarını sonlandırmazsan, bizler topyekûn müdahale kararı almaya hazırız!” çıkışını yapmalarını beklemek beyhudeydi!
İsrail’i durdurmak için; önce işbirlikçilerden kurtulmak lazımdı ve Aziz Erbakan Hocamız buyurdukları gibi “TÜRKİYE’NİN KURTULUŞU; MİLLİ ÇÖZÜM’E İNANAN bir Cumhurbaşkanı’nın o makama oturması, MİLLİ ÇÖZÜM’E İNANAN bir Hükümet’in kurulması ve yeni bir devrin başlamasıyla mümkündü!”
“En Tehlikeli Yanlış, Doğruya En Yakın Olandır!” Prof.Dr. Necmettin ERBAKAN
AKP, BOP Projesi ve Haim Nahum Doktrinin uygulayıcısıdır. Din istismarı ile öyle sinsi ve tehlikeli şekilde tahribat yapmaktadır ki, Yahudi Lobilerinden
“üstün cesaret madalyası” dahi almıştır.
Ekini ve nesli bozan, ülkemiz insanını aç, işsiz, borca esir hale getiren, dinini yozlaştıran ve kutuplaştıran işbirlikçi hükümete karşı;
Milli Çözüm Siyonistlerin ve işbirlikçirinin planlarını deşifre etmekte, kutuplaştıran halk arasında, köprüler inşa etmektedir.
Siyonizm ve işbirlikçilerinden kurtulmanın ve Adil Bir Düzen kurmanın tek yolu, Erbakan Hocamızın Projeleridir. Milli Çözüm’de bu projelere sahip çıkmaktadır.
Siyon – Haçlı Birliğinin ülkemizi parçalama hazırlıklarına karşı, vatanımızda liyakat ve sadakat ehli güçlü bir irada bulunması gerekmektedir.
Yeniden Büyük Türkiye için ise işbirlikçi zihniyetten kurtulmak an meseledir.
Milli Çözüm öncülüğünde kurulacak olan Milli Mütabakat Hükümeti, dünyanın makus talihin çok yakında değiştirecektir İnşaAllah..
Allah nurunu tamamlayacak…