YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL MENÜ

DERGİLER

Ay Seçiniz
category
6922ccce77ab6
0
0
6401,171,6356,117,28,27,170,98,3,144,26,4,145,113,17,6330,1,110,12
Loading....

TOPLAM ZİYARETÇİLERİMİZ

Our Visitor

2 0 8 9 5 3
Bugün : 10380
Dün : 47039
Bu ay : 951342
Geçen ay : 1371576
Toplam : 45355163
IP'niz : 216.73.216.189

SON YORUMLAR

Son Yorumlar

YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL YAZILAR

YENİ ÇIKAN KİTAPLARIMIZ

ADİL DÜNYA YAYINEVİ

Tel-Faks:

0212 438 40 40

0543 289 81 58

0532 660 12 79

 

“MÜ’MİNLERE YARDIM ETMEK (VE ZAFER VERMEK)

BİZİM ÜZERİMİZE BİR HAKK’TIR!” (Rum: 47. ayet sonu)

          

Ahmet Akgül Hocamızın Sohbet Notları:

Zafer; Allah’ın sonsuz kudretine bağlıdır ve vakti, Levh-i Mahfuz’da kayıtlıdır. Zahiri sebepler, vesileler ve cihat emri istikametindeki gayretler ise, elbette lazımdır ve kulluk imtihanımızın bir parçasıdır. Allah’ın dünyanın dengelerini değiştirecek kesin zaferi ve devrimi; şirkin her türlüsünden kurtulmuş ve gerçek iman ufkuna ve umuduna kavuşmuş çok az sayıdaki mü’min, müstakim ve mücahit ekipler eliyle nasip buyurması, bir Sünnetullah (ezeli ve ebedi takdir kuralı)dır.

“(Derken) Talut (yanında kalan az sayıdaki) orduyla birlikte (savaşmak üzere bulundukları yerden) ayrılıp (yola çıktığında:) ‘Doğrusu, Allah sizi (önümüze çıkacak) bir ırmakla imtihan edecektir. (Susamanıza rağmen, karşıya geçinceye ve ben size izin verinceye kadar) Kim bu (su)dan içerse, (artık) o benden değildir. Kim de -eliyle bir avuç hariç- doyasıya tadıp içmezse o bendendir. (Anlarım ki sadık ve sağlam birisidir) dedi. (Ama) Küçük bir kısmı hariç, hepsi o sudan içmişlerdi. Nihayet (Talut ve) iman edenler beraberce (ırmağı) geçince onlar (geride kalanlar): Bugün bizim Calut’a ve askerlerine karşı koyacak gücümüz yoktur’ diyerek (fesada yönelmişlerdi). Allah’(ın va’adine, nusretine ve rahmetine) kavuşacaklarına iman ve itimatları (ve Rablerine hüsnü zanları tam ve sağlam) olanlar ise dediler ki: ‘Allah’ın izniyle, nice az (ama itaatkâr ve sebatkâr) topluluk, çok daha kalabalık (ve güçlü sanılan) topluluklara galip gelmiştir. (Çünkü) Allah sabreden (mü’minlerle) beraberdir.’

Onlar(dan iman erleri) Calut ve askerlerine karşı çıkarken de şunları söylemişlerdi: ‘Rabbimiz, (cihaddan kaçmamak, ordudan ve itaatten ayrılmamak için) üzerimize sabır ve metanet yağdır; ayaklarımızı (hizmet ve istikamet üzerinde sabit ve) sağlam tut ve (Senin Hakk Dinini ve adalet düzenini) inkâr eden topluluklara karşı bize yardım et…’ (diye dua etmişlerdi.)

Böylece, Allah’ın izniyle onları (çok az sayıdaki sadıklar, kalabalık ve donanımlı düşmanları) yenilgiye uğrattılar. (Daha peygamber olmamış bulunan ve genç bir subay olarak orduya katılan Hz. Davud, düşman tarafın henüz bilmedikleri ve şaşkınlıkla izleyip panikledikleri, yeni bir teknolojik silah hükmündeki attığı sapan taşıyla, zırhlar içinde ve fil üzerinde gururla meydan okuyan kâfir komutanı Calut’un gözlerini kör edip, beynini akıtarak devirince; başsız kalan düşman birlikleri dağıldılar ve bozulup kaçtılar; böylece) Davud Calut’u öldürdü. Allah da ona mülk ve hikmet (hükümdarlık ve bilgelik) verdi; ona dilediği şeylerden (yöneticilik, adalet, sanat ve teknoloji bilgilerinden) öğretti. Eğer Allah’ın, insanların bir kısmı ile bir kısmını defedip (engellemesi) olmasaydı, yeryüzü mutlaka fesada uğrardı. Ancak Allah, âlemlere karşı büyük fazıl (ve ihsan) sahibidir.” (Bakara: 249, 250, 251) ayetleri bu gerçeği anlatmaktadır.

Yaygın olan dört şirk çeşidi ise şunlardır:

1- Allah’ın Zatın’da Şirk Koşmak (Put Şirki): Allah’ın varlığını kabul etmekle beraber, yerde ve gökte yardımcıları bulunduğu, bazı Nebilerin, Velilerin O’nun çocukları olduğu, O’na rağmen ve izni dışında şefaatçılar (insanların günahlarını bağışlatıp cennete ulaştırıcılar) uydurulduğu gibi sapkın düşüncelere kaymak şirke batmaktır.

2- Allah’ın Şeriatında Şirk Koşmak (Tağut Şirki): Kur’an’ı yeterli ve Peygamberi gereksiz saymak, Kur’an’ın bazı hüküm ve haberlerini inkâra kalkışmak, Kur’an’a ve İslami esaslara aykırı bir düzen içinde yaşamaktan hoşlanmak, faizin, fuhşun, kumarın yaygınlaştığı bir ortamı alkışlamak… İslam’ı; Kapitalist, Komünist, Sosyalist, Darwinist düşünce ve sistemlerin bir yedek lastiği ve aksesuarı yapmak ve buna razı olmak… İslam’a; vicdana, akla, bilimsel doğrulara ve çağdaş ihtiyaçlara uygun Adil ve Asil bir Düzen kurulmasına karşı çıkmak şirk ve küfür bataklığıdır.

3- Allah’ın İcadatında (Yaratmasında) Şirk Koşmak (Tabiat Şirki): Atom zerrelerinden hücrelere, böceklerden galaksilere, canlı ve cansız her şeyi, tüm kâinatı ve tabiatı hiç yoktan yaratan, bu yaratmayı sürekli tekrarlayıp her şeyi varlıkta tutan, dünyayı ve ahiret hayatını ibretle, hikmetle ve sonsuz, kusursuz nimetlerle donatan bizzat Cenab-ı Hak’tır. Tabiatın (doğanın) kendisi, hâşâ bir tanrı, yaratıcı ve güç kaynağı değil, İlahi kudretin yansımaları, kanunları ve programları konumundadır. Her biri ayrı bir akıl, tasarım ve sonsuz kudret isteyen ve birer san’at harikası olarak sergilenen her şeyin, dört mevsimin ve bütün hadiselerin; öyle kendiliğinden veya tesadüfen ortaya çıktıklarını sanmak… Veya bunların tabiatın sürüp giden bir eseri olduğunu savunmak, şirk ve küfür sapkınlığıdır.

4- Allah’ın İcraatında ve Takdiratında Şirk Koşmak (Esbab (Sebepler) Şirki): Bizim inancımıza göre; hayır ve şer, küçük ve büyük, nimet veya musibet, varlık ve darlık, bereket veya sefalet, galibiyet veya hezimet, her şey Allah’ın takdirine, tayin ve taksimine bağlıdır. Elbette insan olarak biz kullarına düşen, iyilik ve hayır yolunda var gücümüzle çalışmak, çabalamak, her türlü kötülük ve zulümden dikkatle sakınmaktır. Kendimizin, ailemizin ve yakın çevremizin olduğu gibi, milletimizin, memleketimizin ve hatta tüm İslam ve insanlık âleminin huzura ve refaha kavuşacağı bir ADİL DÜZEN MEDENİYETİ için azimle yola çıkmak, bu uğurda her türlü fedakârlığı yapmak ve bütün vesilelere ve sebeplere yapışmaktır. Bütün bu uğraş ve aşamalarda: “Ülkemizde bâtıl ve din istismarcısı partiler çok oy almaktadır, maddi imkânları ve medya organları güçlü konumdadır. Yeryüzünde ise, zalim odaklar ekonomik, teknolojik ve askeri üstünlüğü ellerinde tutmaktadır. Bunlarla başa çıkmak imkânsızdır. Bu amaçla yapılan gayretler boşunadır!” gibi düşünceler şeytandandır, imana aykırıdır ve elbette yaygın bir yanılgıdır. Çünkü yegâne kuvvet ve kudret sahibi ancak Allah’tır ve O’nun; sayıları çok az da olsa, halis, salih ve mücahit kullarına zafer va’adi Hak’tır…

Zafere erişecek mü’minler, tüm insanlık kendileri aleyhinde birleşse dahi, onların sadece iman ve heyecanları artacaktır:

(Sadık ve sağlam mü’minler) Öyle kimselerdir ki; bir kısım (korkak ve münafık) insanlar (onlara gelip), ‘gerçekten (kuvvetli ve tehlikeli düşman olan) insanlar size karşı toplanıp (bir şer ittifakı kurdular.) Aman ha, onlardan korkun (ve kendileriyle uyuşun. Çünkü bunlarla başa çıkmanız ve başarılı olmanız imkânsızdır.)’ dediklerinde, bu (tehdit ve teklifler o mü’min ve mücahitlerin) imanlarını artırıp (moral ve maneviyatlarına güç katmıştır; çünkü onlar:) ‘Allah bize yeter. Ve O ne güzel (ve en mükemmel) Vekîl’dir. (Biz O’nun emrinde, O da bizimle beraber olduktan sonra, O’nun izni ve iradesi dışında hiçbir güç bize zarar veremeyecektir)’ diyerek (dik duran sadıklardır).” (Al-i İmran: 173)

Zalim ve kâfir odakların Süper Güçleri, NATO birlikleri, uçak gemileri ve uzay sistemleri, azınlık ama sadık mü’minlerin asla gözünü ve gönlünü korkutamayacaktır:

“Onlar üstlerinde kanat süzerken ve açıp yumarken sıra sıra uçanlara (gökyüzündeki kuşlara ve uçaklara) bakıp görmüyorlar mı (ve hiç düşünüp ibret almıyorlar mı)? Ki onları (bütün kuşları, uçakları ve uzay araçlarını havada) Rahman’dan başkası tutmuyor (her şey O’nun koyduğu tabii kanunlarla ve insana verdiği akıl yoluyla yürüyor). Şüphesiz O, her şeyi hakkıyla (ve bütün incelik ve gizlilikleriyle) görüp durandır.

(Ey Siyonist ve emperyalist zalim güçler ve Allah’tan ziyade bunlardan çekinen ve güvenen gafiller! İşte bu yegâne kuvvet ve kudret sahibi olan) Rahman’a karşı (ve O’na rağmen), size yardım edeceğine (inandığınız ve süper güç sandığınız) şu sizin ordunuz (uçak gemilerinizden, balistik füzelerinizden ve tank roketlerinizden oluşan bir sürü devasa filonuz; Cenab-ı Hakkın Kudreti karşısında neymiş ve) kimmiş (ki onlardan korkup sığınmaktasınız…?) Oysa gerçekte bütün kâfirler, sadece boş bir gurur ve aldanış içinde bulunmaktadırlar.” (Mülk: 19-20)

Allah’ın va’adi Hak’tır ve bize yakışan sabırla zafere odaklanmaktır:

“Andolsun, Biz Senden önce birçok peygamberi kendi kavimlerine gönderdik de, onlara apaçık belgeler getirdiler (ama onlar buna rağmen inkâr edip azgınlaştılar); böylece Biz de suçlu günahkârlardan intikam aldık. İman edenlere yardım etmek (ve zafere eriştirmek) ise, Bizim üzerimize Hakk olmuş (bir va’ad)tır.” (Rum: 47)

“(Ey Nebim!) Bu nedenle Sen sabret; şüphesiz Allah’ın va’adi Hakk’tır; kesin bilgiyle ve vicdani kanaatle (yakinen) inanmayanlar(ın itiraz ve inkârları ve ahireti değil dünyayı öne alanların sapkınlıkları) sakın Seni (telaşa kaptırıp) hafifliğe (veya gevşekliğe) sürüklemesin (çünkü intikam vakti yakındır).” (Rum: 60)

Hz. Davud’u sapan taşıyla, Efendimizin Muhterem Dedeleri Abdulmuttalib’i Ebabil kuşlarıyla destekleyip, dönemin zalim ve süper güçlerini hezimete uğratan ve hizaya sokan Allah (CC) sadık Milli Görüşçüleri ve Milli Çözüm Ekibini de Erbakan’ın projelerini hazırladığı İHA’lar ve SİHA’larla zafere ulaştırmasına kim engel olacaktır?!..

Şeytani ve Nefsani “ENE-BENLİK” Gururu Firavunluk Sapkınlığıdır; Ama Rabbani ve Rahmani “Güven Bilinci” ise İman Kahramanlığıdır!

Cenab-ı Hak “ENE-BENLİK” duygusunu, Kendi Zatını, san’atını, icraat ve takdiratını anlamak ve karşılaştırıp kavramak üzere: Bir “Vahid-i Kıyasi”, yani; ölçü birimi ve iki şeyi kıyaslayıp değerlendirme ve derecelendirme göstergesi olsun diye, insanların mahiyetine yerleştirmiş durumdadır.

Rum: 28. ayeti bu konuyu çok güzel açıklamaktadır:

“(Allah) Size kendi nefislerinizden (şöyle) bir örnek vermektedir: ‘Size rızık olarak verdiğimiz şeylerde (şahsi servet ve mülkünüzde); ellerinizin altındakilerden (işçi, memur ve hizmetlilerinizden bir kısmının), sizinle eşit ortak sayılmasına (yanaşır mısınız?) Kendi kendinizden (ve aile fertlerinizin bile malınızı serbestçe tasarruf etmesinden) korkup sakındığınız gibi, bunların (işçi ve memurlarınızın) da (hiçbir hakları olmadıkları halde; kendi malınızı, yetki ve imkânlarınızı, istedikleri gibi harcamasından) endişeye kapılacağınız ortaklarınız (bulunmasından rahatsızlık duymayacak kimseler) var mıdır? (Siz buna razı olur musunuz ki, Allah da mülküne ortak kabul etsin?)’ İşte Biz, aklını kullanabilen bir kavim için ayetleri böyle birer birer açıklarız.”

● İnsan malına, mülküne, tezgâhına, fabrikasına; hiç hakkı ve katkısı olmadan dışarıdan bir şerik=ortak kabul eder mi?

● İnsan (muhtarlıktan devlet başkanlığına kadar) kendi makamına ve yetki alanına bir şerik=ortak ister mi?

● İnsan hanımına, çocuklarına ve mahrem hayatına bir şerik=ortağa razı olabilir mi?

● İnsanın vücudunda iki ayrı beyin ve iki ayrı karar merkezi olması onu şaşkınlığa ve çıkmaza uğratıvermez mi?

● İnsan kendi sanatına, kendi yapıtına, kendi kitabına, icadına başkasının ortak olmasına ve sahip çıkmasına dayanabilir mi?

Öyle ise âlemlerin Yüce ve yegâne Rabbi olan Allah (CC); yerin, göklerin, feleklerin, meleklerin, zerrelerin, galaksilerin, cismanilerin, ruhanilerin… Velhasıl her şeyin tek Sahibi ve gerçek Maliki olan Halık-ı Teâlâ; hiç mülkünde ve hükmünde ortak ve şerik kabul eder mi? Böyle bir şey mümkün ve münasip olabilir mi?

Bu Parça Altın ve Elmasla Yazılsa Lâyıktır.

Hz. Peygamber Efendimiz (SAV)’in sadece bir elinin mucizelerine bakın:

Efendimizin avucunda küçük taşların zikir ve tesbih edip duyulması…

وَماَ رَمَيْتَ اِذْ رَمَيْتَ   “(Ey Resulüm!) Attığın vakit Sen atmadın, lâkin Allah attı.” (Enfal Suresi: 17. ayetinin) sırrıyla, aynı avucunda, küçücük taşların ve toprağın, top ve gülle gibi düşmanı hezimete uğratması…

وَانْشَقَّ الْقَمَرُ “… Ay parçalandı” (Kamer Suresi 1. ayetinin) açık ve kesin hükmüyle, aynı elinin parmağıyla Ay’ı iki parçaya ayırması…

Hem aynı elin on parmağından çeşme gibi su akması ve bir ordunun içip doyması…

Yine aynı elin, hastalara ve yaralılara şifa olması…

Elbette o mübarek elin, Cenab-ı Hakk’ın ne kadar harika bir kudret mucizesi olduğunu gösteren kanıtıdır…

Âdeta,

O mübarek elin avucu dostlar içinde Allah’ın tesbih edildiği küçük bir zikirhanedir ki, küçücük taşlar dahi içine girse Cenab-ı Hakk’ı zikir ve tesbih etmeye başlamaktadır.

O el, düşmanlara karşı küçücük bir Rabbani cephanedir ki, içine taş ve toprak girse, gülle ve bomba olup zalimlerin başında patlamaktadır.

O el, yaralılar ve hastalar için şifalı ve Rahmani bir eczanedir ki, hangi derde temas etse derman olmaktadır.

O el, Celâl ile (hiddet ve şiddetle) kalktığı vakit, Ay’ı parçalayıp, iki yay şekline sokmaktadır…

Ve Cemâl ile (şefkat ve merhametle) döndüğü vakit, kevser akıtan on musluklu bir rahmet çeşmesi olup susuzları doyurmaktadır.

Acaba böyle bir Zatın bir tek eli bu hayret verici mucizelere mazhar ve vesile oluyorsa, o Zatın, kâinatın Yaratıcısı katında ne kadar makbul ve davasında ne kadar sadık bulunduğu ve o el ile biat edenlerin ne kadar bahtiyar olacakları, açıkça anlaşılmaz mı?

Ya Rabbi, bizleri bu Zata; biat, itaat ve sadakatten ayırma! (Amin.)[1]

Cenab-ı Hakkın halifelik sırrına ve tecelli nuruna, en güzel ve en mükemmel bir mazhariyet ve memuriyetle; Allah adına ve O’nun iradesi namına hareket eden Aleyhisselatü Vesselam Efendimizin bir tek eli, böyle ne mucizelere kadir olmakta ve nice düşmanları yıkıma uğratmaktadır!..

Bir Rüya Âleminde Erbakan Hocamız Şöyle Buyurmuşlardı:

[Bunlar Aziz Erbakan Hocamızın, rüyada (Üstadımızca yazılan ve Ayşe Akgül adına yayınlanan) “Hüner Hakka Kul Olmakmış” şiirine yaptıkları dersten notlardı.]

        

“Sen en büyük, ben bir hiçim

Zatın olmaz, şekil biçim

Edep kaplat, dışım içim

Ermiş; ehl-i hal olmakmış!..”

        

Hiçlik nedir? Hiçlik: Sonradan yaratılıp var olan kişinin, Yüce Yaratıcı Zatın tecellisi sonucunda varlığın bilincinde tattığı manadır. Hiç veya yok: Kelime anlamıyla; hiçbir varlığın olmadığını ifade eden bir işaret zamiri olmaktadır. Yani olmayanı, ama mutlak anlamda olmayanı işaret eden bir mana taşır. Manevi ve Tasavvufi anlamdaki “Hiçlik veya yokluk” ise; hiç zamirinin hâkim olduğu durumu anlatır. “Hiç veya Yok” kelimesi varlıktaki bir eksiği hatırlatır. Buna bir örnek getirmek gerekirse; “Bardağımda hiç su yok” gibi bir ifadede, bardaktaki bir eksiklik anlatılmaktadır. Bu, mutlak anlamdaki hiçlik, yokluk kavramından farklıdır. Mutlak anlamda “yokluk ve hiçlik”; suyun aslında hiç olmadığını, su diye bir varlığın bulunmadığını ifade etmek için kullanılır.

Manevi hiçlik nedir? Allah’ın varlığı ve sonsuz tecelliyatı karşısında hiç olma, yok olma durumudur. Bir kimsenin, bir şeyin (kendi başına ve Mevlâ’dan ayrı düşünülmesi halinde) değersizliği ve önemsizliği vurgulanıyordur. Yadsıma sonucu, gerçekteki belirlenimlerin, özelliklerin, durumların ortadan kaldırılması sonucu bir şeyin hakikatte var olmayışıdır, yokluğudur…

Hiçliğimizi hatırlamak için biz şöyle dua ederiz; “Ya Rabbi! Benim benliğimi aradan çıkar ki, benliğim Sende fânî olsun da ben arada hîç olayım! Çünkü ben Seninle olduğum takdirde, herkesle ve her şeyle birlikte olmuşum demektir. Şayet (Zatını unutur da) herkesle olursam, Seninle beraber olamam; bu da, Senin yolunda benim için en büyük eksiklik ve hamlık olur.”

Şimdi sen; “Hocam, ben bir boşluktayım” desen: “Gel dolduralım” deriz… “Zikretmek beni ürkütüyor” desen; “Allah demekten korkulur mu?” deriz. “Tamam Hocam” diyerek davaya nefes olsan (ve samimi katkı sunsan); “Sen istemedin, Biz seni istedik!” deriz… “Madem geldim; bana bir keramet gösterin” desen; “Dön de eski hâline bir bak!” deriz… (Nereden nereye, hangi halden bu merhaleye geldiğini hatırlatıveririz!..) Acele edip “Ben ne zaman kemâle ererim?” desen; “Ben demeyi bırakınca!” deriz… “Peki, zikrimi nasıl yapayım, ne söyleyeyim?” desen; “İlahi ente maksudi ve rızake matlubi” de” deriz… “Kızdığım birine hesap sorabilir miyim?” desen; “Sen kendin hesabı sorulanken, kimin hesabını ve hangi yetkiyle soracaksın?” deriz… “Dava kardeşimi kınasam, ayıplayıp kırsam” desen; “Kınadığını yaşamadan ölmezsin!” deriz… “Ben de susmayı denerim” desen; “Aferin! Susan, konuşandan çok öğrenir!” deriz… “Rabbimi bilmek isterim” desen; “Sen önce kendini bil!” deriz… “Kendimi nasıl bileceğim?” desen; “Her şeyden önce haddini bil!” deriz… “Ee Hocam! O zaman ben bir hiçmişim ya” desen; “Haah, işte bu makamın kıymetini bil!” deriz… “Hocam, Sizi çok seviyorum!” desen; “Ee, hani ya ispatı?” deriz… “Aşkın ateşinde yandım” desen; “Dumanın hani, nerede külün?” deriz!. “Hocam, çok derdim var, derman isterim” desen; “Allah derdini artırsın ki, boş beleş işlerle uğraşmayasın, Rabbine yakınlaşasın!” deriz.… “Dilim kurudu, su alabilir miyim?” desen; “Pınar başında susanır mı?” deriz… Çaresiz kalıp susarsan; “Hah, şimdi oldu!” deriz… “Ah Hocam, ne olur yetiş!” desen; “Ee senin kalbinde boş yer yok ki (yani önce sen gönlünde Bize yer aç ki!..)” deriz… “Biliyorum” desen; “Bilme!” deriz… “Bilmiyorum” desen; “Bileceksin!” deriz… “Hocam, bu söylediklerinizdeki hikmet ne ki?” desen; “Çok soru sorma!” deriz… Eline bir kitap alsan; “Önce bildiğinle amel et!..” deriz… Gelecek kaygısı çeksen; “Yarın henüz gelmedi, bugününü imanla yaşa!” deriz… “Çok yoruldum, biraz durayım mı?” desen; “Hiç durmadan yürü, kader gayrete âşıktır!” deriz… “Arada bir geriye gideyim” dersen; “Aman ha, imanda ve cihatta geriye gidilmez. İmanda gerilersen imanın gider, cihatta gerilersen değerlerin yiter!” deriz… “O zaman öne çıkayım, herkes nasıl gayret edilirmiş görsün!” desen; “Riyadan sakın, sessiz sedasız, sadece Mevlâ görecek ve bilecek şekilde çalış!” deriz… “Ne yöne gideyim?” desen; “Peygamberlerin, tüm şehitlerin, deden Fatih’in yoluna git!” deriz. “Biraz nasihat verir misiniz?” desen; “Bugüne kadarki nasihatlarımızdan, konuştuklarımızdan ve sükûtumuzdan ne anladın ki!” deriz… Yaptığın işleri sorsan; “İmanının aynasıdır. Yaptıkların senin ayarındır!” deriz. “Yorulur, yıkılır, düşersem ne olacak?” dersen; “Düştüğün yerden yeniden kalkarsın, Allah düşenlerin de Rabbidir!” deriz. “Fitne çıkarsa ne olacak?” dersen; “Asla fitneyi çıkaranlardan ve kışkırtıp yayanlardan olma!” deriz… “Ya gelir beni bulursa!” dersen; “Hâbil ol” deriz. “Cahille karşılaşırsam ne yapayım?” dersen; “Kitap gibi sessiz ol!” deriz. “İbadetlerimi nasıl yapayım?” desen; “Az da olsa devamlı yap!” deriz. “Başkalarında kusur görürsem ne yapayım?” desen; “Gece gibi ört ki; Allah da senin kusurlarını örtsün!” deriz. “Ahirete nasıl gideyim?” desen; “Aman kul hakkıyla gitme!” deriz…

İlâhî azamet, saltanat ve tanzim karşısında, kul kendi küçüklük ve “hîç”liğini ve Rabb’in yüce kudretini müşahede etmeli ve bu şuur ve huzurla davranmalıdır. Hepimiz şahit oluruz ki; Allah-u Teâlâ, bu hakikati zaman zaman kullarına çeşitli imtihanlarla hatırlatmaktadır. Öyle ki, muazzam bir saltanat ve servet bahşettiği Peygamberi Süleyman Aleyhisselam’ı bile, bir müddet tahtında cansız bir ceset olarak bırakmış ve ona acziyeti tattırmıştır.

Hîç’lik; benlikten sıyrılmayı ifade eden bir kavramdır. Çünkü İlâhî esrardan nasip alabilmek, önce nefsani arzulardan sıyrılabilmekle başlayacaktır. Dolayısıyla manevi tekâmüllerin başlangıç noktası, “hîç”e varabildikten sonradır… Şiirimizde bahsedildiğine göre; Hiçlikten sonraki makam, “hâl” makamıdır!

Hâl ehli olmak ne demektir? “Uygun düşmek, yerinde görülmek” (yani kulluğun edebine ve erdemine ermek) demektir. Yetişmek, pişmek ve olgunlaşıvermek demektir! Hâl; kulun hayırlı ve yararlı sonuçlar üretme hususunda Hakk’ın Yaratma sıfatıyla zuhur etmesi ve eserlerin O’nun himmetiyle meydana gelmesidir. Unutmayın ki; görünüşte herkes insandır ama gerçek insan hâl ehli olandır. Acı su da, tatlı su da berraktır. Sakın görünüşe aldanmayın. Görünüşte herkes insandır, ama gerçek insan, hâl ehli olandır.

Hâl; kalbe hulûl edip manevi sağlığa kavuşturan, veya saf zikrin kalbe girmesini sağlayan ve yok olmayan şeydir. Sizler Milli Çözümcüler olarak; her biriniz inşaallah hâl ehli olmak zorundasınız. Biliniz ki dosta düşmana hâl ile öğüt veren, kâl ile (sözle) öğüt verenden çok daha etkili ve hayırlıdır!”[2]

          

HÜNER; HAKK’A KUL OLMAKMIŞ!..

        

Bu hayat ki, imtihandır

Dünya fani, bir cihandır

İki kapılı bir handır

Akıl; boşayıp, dul olmakmış…

      

Sakın dostum, şer beladır

Haksız düzen, Kerbela’dır

Fani olan, bir puladır

Büyük servet, kul olmakmış…

      

Kötülükten, tevbekâr ol

Hakk ehline, hürmetkâr ol

Mücahide, hizmetkâr ol

Amaç hayra, yol olmakmış…

        

Mü’mine yakışan netlik

Halka şefkat, zulme sertlik

Bu dünyada, asıl mertlik

Kalbi Hakk’la, dol olmakmış…

        

Sen En Büyük, ben bir hiçim

Zatın olmaz, şekil biçim

Edep kaplat, dışım içim

Ermiş; ehl-i hal olmakmış…

        

Marifet kalpteki kalay

Az, Muhammet Ali Clay

Ağa paşa, olmak kolay

Derviş gönlü, bol olmakmış…

      

Her an huzurda kalasın

Gönlünde secde kılasın

Kalbi olur mu kalasın

Hüner aşkla, ful olmakmış…

      

Cihat sonsuzluğa sefer

Şehit oldu, Tayyar Ca’fer

Dünyada en büyük zafer

Dost eşikte, çul olmakmış…

      

Özünü takvayla donat

Kol kırılsa, takar kanat

Âlemde en büyük sanat

Benlik yakıp, kül olmakmış…

      

Yenilmişsen, nefs devine

Kire şirke, kim sevine

Bülbül konmaz, kalp evine

Lazım gelen, gül olmakmış…

      

Erbakanca versen ahit

Gündüz cahit, gece zahit

Şirk ortamda, durmaz Vahit

Kalbi Hakk’la, dol olmakmış…

        

Evet; her Peygamberin (AS), düşmanların şerrinden, cahil halkın gaflet ve nefretinden kaçıp sığındıkları, Yüce Mevlâ’ya iltica edip yakardıkları ve yakınlaşma vesilesi yaptıkları makamlar = duraklar vardır. Hazreti Musa için Tur-i Sina (Sina Dağı), Hazreti Peygamber Efendimiz için NUR Dağı ve Hira Mağarası bu konumdadır. Hacc ve Umre ziyareti yapma ve Nur Dağı’na çıkma fırsatı bulanlar hatırlayacaktır: Aleyhisselatü Vesselam Efendimiz, o çıkılması çok zor olan ve tüm Mekke Vadisi’ne hâkim bulunan Nur Dağı ve Hira Mağarası:

Hem cahiliye toplumundan, dünyevi saplantılardan ve şirk-günah ortamından uzaklaşma mekânıdır.

Hem, tefekkür, ibadet ve riyazet için çok yüksek ve mükemmel bir inziva ortamıdır.

Hem düşmanların kolayca varamayacağı ve kılıçla-okla aşağıdan yukarıya hiçbir zarar ulaştıramayacağı, çevredeki taşlarla bile saldırganların uzaklaştırılacağı bir konumdadır. Zira Efendimiz, Eski Mekke yönetiminin aldığı prensip kararları gereği; “eman’sız”, yani izin belgesiz ve pasaportsuz, Mekke dışına çıkanların veya Mekke’ye girmeye çalışanların, mutlaka etkin ve yetkin bir müşrik aristokratın emanında = himayesinde içeri girme mecburiyeti doğrultusunda, Mekkeli müşrik yönetimine haber gönderip eman istediği süreçte de, Mutim b. Adiy kendisine kefil oluncaya kadar da yine Hira Mağarası’nda saklanmışlardı.

Tarih boyunca, Peygamber varisleri makamındaki Âlimlerin, Velilerin, Mürşit ve Mübelliğlerin de, zaman zaman böyle sığındıkları, ya manevi olgunlaşma veya şer güçlerden korunma amaçlı saklandıkları mekânlar, özel ortamlar ve oluşumlar vardır.

İşte, Erbakan Hocamızın öğretileri ve Milli Çözüm Dergisi de bugün bizim için aynı anlamı ve amacı taşımaktadır.

Kâbe-i Şerif’e 6 km kadar mesafedeki ve yaklaşık 700 m yükseklikteki bu çok dik ve meşakkatli zirveye, Cebel-i Nur’daki Hira inziva evine, sonradan gönüllü kimselerce oyulup ayarlanmış tabii merdiven basamakları üzerinden, sadece çıkış ve iniş dahi 3.5 saat sürmektedir.

        

Şiir:

“Benliği at, birliğe er

Şirkten kurtul, dirliğe er

Hiçlik, huzur kapısıdır

Pire iken, pirliğe er”

        

Hz. İbrahim ve oğlu İsmail’den Beri Hz. Peygamberimiz (SAV)’in Bütün Dedeleri Mü’min ve Asil İnsanlardı!

Efendimizin Muhterem Babalarının ve Annelerinin vefatından sonra, kendisini himayesine alan Dedesi Abdulmuttalib, bir Hanif Müslim olarak, asla putlara tapmamış, zinaya yaklaşmamış, kumar oynamamış, faizle uğraşmamış, yalandan ve haramdan sakınmış, saygınlık duyulan muhterem bir insandı ve Mekke’nin Reisi makamındaydı. Hz. Abdulmuttalib, Ramazan ayında Hira mağarasına çekilip ibadet ve tefekküre dalardı. Ondan önce Hira’ya çekilen bir insana rastlanmamıştı. Bütün bu üstün meziyetlerden dolayı kendisine Kureyş’in ileri gelenleri “İkinci İbrahim…” ismini takmışlardı. Kendisinden sonra Hz. Peygamberimizi emanet bıraktığı, Hz. Ali Efendimizin babası, Ebu Talib de putperestlikten, şirkten ve zulümden ve her türlü cahiliye kötülüğünden nefret eden, rahmet ve şefkat sahibi bir Zattı. Ebu Talib, Efendimizi müşriklere karşı savunmak için her belayı göze almıştı, çünkü Onun yüksek ahlâkına hayrandı ve haklılığına inanmıştı…

Artık Her Milli Çözüm Erinin Kalbi Bir HİRA MAĞARASI Olmalıydı!..

Ki, oraya sığınan herkes bir huzur ve itminan bulmalıydı… O kalpte mazlumlara, mağdurlara ve mecburiyet altında zalim nizamlara mahkûmlara, huzur ve refah kapısının anahtarları vardı…

“Ben Evrene; yere ve göklere sığmadım. Ancak mü’minlerin (şirkten ve şekavetten arınmış tertemiz) kalplerine sığdım” mealindeki Kutsi Hadis’in mazharı ve makamı olan gönüller hazırlanmalıydı… Çünkü zafer, işte bu gönüllere ve sadık erlere nasip buyrulacaktı!

Her Birimize, Sahabe-i Kiram’dan Hatıb bin Ebu Beltea’nın Duyarlılığı Lazımdır!

Bu zat, aslen Yemenli olup yakınlarıyla birlikte Mekke’de yerleşip yaşıyorlardı. İman ettikten sonra Hicret’e katılıp Medine’ye taşınmışlardı, ama yakınları iman etmediklerinden Mekke’de kalmışlardı. Aleyhisselatü Vesselam’ın cihat çağrısına uyup Bedir’e ve Uhud’a katılmışlardı. Uhud’da Hz. Peygamberimizin Ayneyn Tepesi’ne diktiği elli okçu arasındaydı ve nöbet yerinden asla ayrılmamıştı. Efendimizin dişinin kırıldığını ve yüzünün yaralandığını görünce, kimin yaptığını sorup öğrenmiş ve tek başına düşman saflarına dalıp Utbe bin Ebu Vakkas’ı öldürerek kestiği başını, getirip Peygamberimizin önüne atmıştı. Hicri 6. (Miladi 628’de) Mısır Mukavkıs’ına elçi olarak yollanmıştı. Mukavkıs’ın; “Hz. Muhammed Peygamber ise, neden düşmanlarının helaki için beddua etmiyor?” sorusuna; “Hz. İsa da, kendisini öldürüp çarmıha germek isteyenlere beddua etmemişlerdi!” yanıtını verince hayran kalmıştı.

Hatıb bin Ebu Beltea ayrıca Hudeybiye Seferi’ne katılmış, Biatûr-Rıdvan olayında hazır bulunmuşlardı. Sonra Mekke Fethi’nde ve ardından Huneyn Seferi’nde de mücahitler arasındaydı. İşte her bir şerefi, binlerce insana şefaatçi olmaya yeterli olacak bu Zat, Hz. Peygamberimizin hedefini özenle gizlediği büyük hazırlıkların Mekke Fethi’ne yönelik olduğunu sezmiş ve o sırada Medine’ye gelen Mekkeli şarkıcı bir kadınla müşriklere, Efendimizin hazırlıklarını bildiren bir mektup yazıp yollamıştı. Ve o mektupta: “Teslim olmanız sizlerin hayrınadır. Zira Allah vahiyle bildirdi ki, Peygamberimiz tek başına da kalsa, zafer Onun olacaktır!” uyarısını yapmıştı. Bu sahabenin amacı, Mekke’ye bir saldırı sırasında, bu iyilik karşılığında sahipsiz bulunan müşrik akrabalarına dokunulmamasıydı. Hz. Peygamberimiz, vahiyle bundan haberdar kılınmış, Hz. Ali ile birlikte görevlendirdiği bir ekip ona yetişerek şarkıcı kadının saç örgüleri arasına gizlediği mektubu çıkarıp almışlardı.

Bu olay üzerine, Hatıb bin Ebu Beltea’yı hain diyerek öldürmek isteyen Hz. Ömer’e Peygamber Efendimiz: “Ya Ömer, sakin ol!.. Ne biliyorsun, belki de Cenab-ı Hak ‘Ey Bedir Ehli, bundan böyle ne yaparsanız yapın, Ben sizleri bağışlayacağım…’ (Zira artık sizlerden kalem kaldırılmıştır; kötülükleriniz yazılmayacaktır…) buyurmuşlardır” uyarısını yapmışlardı.[3] Çünkü Hatıb bin Ebu Beltea’nın o mektubu hıyanet kasıtlı değil, zaafiyet damarıyla yazdığı ortaya çıkmıştı. Zaten bu hadise üzerine, Mümtehine Suresi 1-9 ayetlerinin inzal edildiği rivayet olunmaktadır.

Ama bütün bu teskin ve teselli edici durumlara rağmen, Hatıb bin Ebu Beltea, hayatı boyunca mahcubiyet ve mahzuniyet duygusuyla diğer sahabelerin yüzlerine bakamaz olmuşlardı. Nihayet 70 yaşlarında iken vefat etmişler ve cenaze namazlarını Hz. Osman kıldırmışlardı…

Aziz Erbakan Hocamız da: “Şuurlu ve sorumlu bir Müslüman, kendi hata ve günahlarını düşündükçe, başkalarının yüzüne bakmaya mecali kalmayacaktır…” buyururlardı.

 


  [1] Bediüzzaman – 19. Mektup’tan

  [2] Fatma Betül Erişkin/ 31.08.2021

  [3] Bak: Buhari. Cihat bahsi – 141

0 0 votes
Değerlendirmeniz

Makale Paylaşım Sayısı: 

Picture of Abdullah AKGÜL

Abdullah AKGÜL

Subscribe
Bildir
18 Yorum
En Yeniler
Eskiler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Hiçlik ve zafer
Hiçliğimizi hatırlamak için biz şöyle dua ederiz; “Ya Rabbi! Benim benliğimi aradan çıkar ki, benliğim Sende fânî olsun da ben arada hîç olayım! Çünkü ben Seninle olduğum takdirde, herkesle ve her şeyle birlikte olmuşum demektir. Şayet (Zatını unutur da) herkesle olursam, Seninle beraber olamam; bu da, Senin yolunda benim için en büyük eksiklik ve hamlık olur.”
Rabbimiz kim olduğumuzu hakkıyla bilip anlamayı nasip etsin. Mümin kişinin gerçek zaferi Rabbinin huzurunu davasına sadık bir kul olarak varabilmektir.

BENLİK BAŞ BELASI
BENLİĞİ AT , BİRLİĞE ER
ŞİRKTEN KURTUL ,DİRLİĞE ER
HİÇLİK , HUZUR KAPISIDIR
PİRE İKEN , PİRLİĞE ER…

İNŞAALLAH RABBİMİZ NASİP EYLESİİİN

AMİİN

Milli Çözüm Özün Özü
[b]Makalemiz özün özünü anlatmakta. [/b]
Birçok okul, cemaatler, hocalar… namazın kılınışını, Kur’an’ın okunuşunu, zekâtın verilişini, sakalın şeklini, cübbenin tarzı… öğretebilir.
Şekle yönelik dersi verebilir, verende zaten çoktu.
Fakat kalp eğitimi; Makalede kendini hissettiren hikmet pınarından, maneviyat ikramından, [b]Milli Çözüm[/b] adresinden alınabilir. Kur’an ile günümüz okunursa, insanın ruhu, aklı, vicdanı işte böyle tatmin olurdu!

ŞEYTANLARI VE ŞEYTANİLERİ SEVİNDİRME ALLAHIM!.
Türkiyede iktidara geldiklerinden bugüne kadar; ahlaki ve manevi değerlerimizi ayaklar altına alan, iç ve dış siyasette saygınlığımızı yitiren, ekonomide çöküşü hızlandıran Akp, son dönemlerde can çekişen ekonomiyi yoğun bakımdan kurtaramayacağını anlayınca, fişi tam çekmden son bir çırpınış hamlesiyle birkaç gün veya birkaç haftalarını kurtarma yoluna gitme adına çok büyük tavizler verdikleri aşikar. Mesela Katar ziyareti ve tetörist destekçisi, İsrail taşeronu BAE BAE yöneticilerinin Türkiyede kırmızı halılarla karşılanması bu duruma öncülük etmiştir. Bir gece yapılan kabine toplantısı sonrası çok hızlı bir şekilde yapılan, önceden ayarlanmış ve planlı açıklamakarın durumun oluşmasında etkisi olmuştur. Fakat daha Erdoğan açıklamayı bitirmeden piyasalardaki düşüşün hızlanması kafalarda soru işaretleri oluşturdu. Acaba, BAE gibi İsrail uşakları, Akp’yi biraz daha elde tutmak ve Türkiyenin hem içten hem dıştan İsrail Siyonizmine bağlı ve bağımlı olması için böyle bir oyun ve plân tezgahlanmış olmasındı. Hem bir aydır faize değil ama yüksek faize karşı olduğu iması veren Erdoğan, dünkü açıklamasıyla faiz lobilerini birkez daha sevindirmiş ve milleti açıkça faizde parayı değerlendirmeye teşvik etmiştir. Hani Nass vardı. Hani Nas ortadayken sana bana ne oluyordu!. Yani bu kadarınada pes demek geliyor insanın içinden ama biz bunların yalanlarla süslü samimiyetten uzak sözlerini dikkate almamanın daha sağlıklı bir durum olacağının farkındayız. Bu arada, Parayı bankada mevduat hesabına yatıran milyon dolar zenginlerinin paraları, yarın hazinenin kur farkından kaynaklanan ücret farkını yine garibanın sırtından karşılayacağı gerçeği karşısında, tepkisiz kalan ve hatta bu duruma sevinen gafilleri görünce, Şeytanları ve şeytanileri sevindirme Allahım diye dua ediyoruz. Sonuç olarak; YA ADİL DÜZENLE ŞAHSİYETLİ VE HUZURLU BİR YAŞAM, YADA ADİ SİSTEMLERLE SÜRÜNMEYE DEVAM!..

KONUNU MİLLİ ÇÖZÜM ŞAHSİ MANEVİSI VE SADIKLARI İŞARET EDEN YÖNÜ
“Bu Parça Altın ve Elmasla Yazılsa Lâyıktır.

Hz. Peygamber Efendimizin sadece bir elinin mucizelerine bakın:

Efendimizin avucunda küçük taşların zikir ve tesbih edip duyulması…

وَماَ رَمَيْتَ اِذْ رَمَيْتَ   “(Ey Resulüm) Attığın vakit Sen atmadın, lâkin Allah attı.” (Enfal Suresi: 17. ayetinin) sırrıyla, aynı avucunda, küçücük taşların ve toprağın, top ve gülle gibi düşmanı hezimete uğratması…

وَانْشَقَّ الْقَمَرُ “… Ay parçalandı” (Kamer Suresi 1. ayetinin) açık ve kesin hükmüyle, aynı elinin parmağıyla Ay’ı iki parçaya ayırması…

Hem aynı elin on parmağından çeşme gibi su akması ve bir ordunun içip doyması…

Yine aynı elin, hastalara ve yaralılara şifa olması…

Elbette o mübarek elin, Cenab-ı Hakk’ın ne kadar harika bir kudret mucizesi olduğunu gösteren kanıtıdır…

Âdeta,

O mübarek elin avucu dostlar içinde Allah’ın tesbih edildiği küçük bir zikirhanedir ki, küçücük taşlar dahi içine girse Cenab-ı Hakk’ı zikir ve tesbih etmeye başlamaktadır.

O el, düşmanlara karşı küçücük bir Rabbani cephanedir ki, içine taş ve toprak girse, gülle ve bomba olup zalimlerin başında patlamaktadır.

O el, yaralılar ve hastalar için şifalı ve Rahmani bir eczanedir ki, hangi derde temas etse derman olmaktadır.

O el, Celâl ile (hiddet ve şiddetle) kalktığı vakit, Ay’ı parçalayıp, iki yay şekline sokmaktadır…

Ve Cemâl ile (şefkat ve merhametle) döndüğü vakit, kevser akıtan on musluklu bir rahmet çeşmesi olup susuzları doyurmaktadır.

Acaba böyle bir Zatın bir tek eli bu hayret verici mucizelere mazhar ve vesile oluyorsa, o Zâtın, kâinatın Yaratıcısı katında ne kadar makbul ve davasında ne kadar sadık bulunduğu ve o el ile biat edenlerin ne kadar bahtiyar olacakları, açıkça anlaşılmaz mı?

Ya Rabbi, bizleri bu Zata; biat, itaat ve sadakatten ayırma! (Amin.)[1]”

Yukarıdaki hakikatler bu gün; Aziz Erbakan Hocamız ve Üstadımız Ahmet Akgül Hocamızın hedef ve gayretlerine yardımcı olan biz Milli Görüş ve Milli Çözüm’cülerin ufak gayretlerinin bile, biat ve itaat şuurunun “o elin içindeki kum taneleri” misali her an zikir halinde, her bir gayretin en yüksek manada değere dönüştüğü, düşmana Atom ve Nükleer cinsi silahlardan daha büyük etki ettiğini; feraset ehli şimdi görüp sezmekte, ve tabi Siyonist en yüksek takım zaten bunu bilmekteydi.
“MÜ’MİNLERE YARDIM ETMEK (VE ZAFER VERMEK)
BİZİM ÜZERİMİZE BİR HAKK’TIR!” (Rum: 47. ayet sonu)

Yanlızca Milli Çözüm sadıkları bu ayetin manasını bugün bile yaşamaktadır. Elhamdülillah…
Allah cc. azim ve gayret ehline bizleri de katsın. Nankörlüğün her çeşidinden sakındırsın İnşallah.
Amin…

Kalbini Hira Yapabilmek…
“Ey Siyonist ve emperyalist zalim güçler ve Allah’tan ziyade bunlardan çekinen ve güvenen gafiller! İşte bu yegâne kuvvet ve kudret sahibi olan) Rahman’a karşı (ve O’na rağmen), size yardım edeceğine (inandığınız ve süper güç sandığınız) şu sizin ordunuz (uçak gemilerinizden, balistik füzelerinizden ve tank roketlerinizden oluşan bir sürü devasa filonuz; Cenab-ı Hakkın Kudreti karşısında neymiş ve) kimmiş (ki onlardan korkup sığınmaktasınız…?) Oysa gerçekte bütün kâfirler, sadece boş bir gurur ve aldanış içinde bulunmaktadırlar.” (Mülk: 19-20)

Daha birçok ayette müjdelendiği gibi Allah nurunu tamamlayacaktır. Önemli olan kalbini Hiralaştırmakla bu fethi görmeye, gerçekleştirmeye layık olabilmektir…

Nimetlerin en güzeli…
Her satırında hikmet dolu olan bu makale bizlere;
Allah’a nasıl yakınlaşacağımızı, nasıl dava eri olmamız gerektiğini, nasıl kul olmak gerektiğini ve bir çok hakikati bizlere mükemmel bir şekilde öğretmekte. Erbakan hocamızın rüya aleminde bizlere, daha önce kimsenin işitmediği gerçekleri aktarması da Allah’ın bir mucizesidir. Allah, Erbakan hocamız ve Ahmet hocamızdan, emeği geçen ve sebep olan herkesten razı olsun. Ayrıca; en büyük kerameti geçmişimize bakarak idrak etmemiz gerektiğinin öğretilmesi hayranlık verici. Bizden bu gerçekleri çıkarınca hiç ten başka ne kalır ki? Allah bu davaya hizmet etmenin idrakına varmayı, kıymetini bilmeyi ve ilmimizle amel etmeyi nasip etsin. Allah ayaklarımızı kaydırmasın. Allah hepimize hal ehli olmayı nasip etsin İnşallah. Zafer inananlarındır ve zafer yakındır!

Zaferlerin En büyüğü;Allahın Vaadine Yakin bir Şuurla İman Etmektir!
İman, Zaferlerin en yücesidir.. İman eden ise zaten zafere ulaşmıştır.. Bunun yanında, tüm insanlığa İslamın Hak, Adalet ve Ahlak ölçülerini örnek kılacak bir Adil Düzen zaferi de gelecektir inşallah

ASIL ZAFER, KATIKSIZ İNANMAKTIR
Elbette insan olarak biz kullarına düşen, iyilik ve hayır yolunda var gücümüzle çalışmak, çabalamak, her türlü kötülük ve zulümden dikkatle sakınmaktır. Kendimizin, ailemizin ve yakın çevremizin olduğu gibi, milletimizin, memleketimizin ve hatta tüm İslam ve insanlık âleminin huzura ve refaha kavuşacağı bir ADİL DÜZEN MEDENİYETİ için azimle yola çıkmak, bu uğurda her türlü fedakârlığı yapmak ve bütün vesilelere ve sebeplere yapışmaktır. Bütün bu uğraş ve aşamalarda: “Ülkemizde bâtıl ve din istismarcısı partiler çok oy almaktadır, maddi imkânları ve medya organları güçlü konumdadır. Yeryüzünde ise, zalim odaklar ekonomik, teknolojik ve askeri üstünlüğü ellerinde tutmaktadır. Bunlarla başa çıkmak imkânsızdır. Bu amaçla yapılan gayretler boşunadır!” gibi düşünceler şeytandandır, imana aykırıdır ve elbette yaygın bir yanılgıdır. Çünkü yegâne kuvvet ve kudret sahibi ancak Allah’tır ve O’nun; sayıları çok az da olsa, halis, salih ve mücahit kullarına zafer va’adi Hak’tır…

● Zafere erişecek mü’minler, tüm insanlık kendileri aleyhinde birleşse dahi, onların sadece iman ve heyecanları artacaktır.

● Zalim ve kâfir odakların Süper Güçleri, NATO birlikleri, uçak gemileri ve uzay sistemleri, azınlık ama sadık mü’minlerin asla gözünü ve gönlünü korkutamayacaktı.

● Allah’ın va’adi Hak’tır ve bize yakışan sabırla zafere odaklanmaktır.

Hz. Davud’u sapan taşıyla, Efendimizin Muhterem Dedeleri Abdulmuttalib’i Ebabil kuşlarıyla destekleyip, dönemin zalim ve süper güçlerini hezimete uğratan ve hizaya sokan Allah (CC) sadık Milli Görüşçüleri ve Milli Çözüm Ekibini de Erbakan’ın projelerini hazırladığı İHA’lar ve SİHA’larla zafere ulaştırmasına kim engel olacaktır?!..

Şeytani ve Nefsani “ENE-BENLİK” Gururu Firavunluk Sapkınlığıdır; Ama Rabbani ve Rahmani “Güven Bilinci” ise İman Kahramanlığıdır!

(Makaleden Alıntı)

Yaygın şirk, Hiçlik ve Ehli Hal olmak…
Malesef günümüzde makalede bahsedilen şirk çeşitlerinden müslüman topluluklar içerisinde en yaygın olanı Esbab Şirki olmaktaydı. Amerika’nın, Rusya’nın, Çin’in, NATO’nun yenilmez, kapitalizmin çökmez, bunlar zamanla olabilecek olsa da; bir kesim tarafından yapılabilmesi için çok büyük sebepler lazım zannedilmesi bugün en yaygın olan esbab şirki çeşitidir.

Özellikle Sadık Mü’minler içerisinde Feth-i mübin’in gerçekleşmesi ve siyonizmin yıkılması; ABD, Rusya ve NATO’nun hizaya getirilmesi ve israilin tarih sahnesinden silinmesi için bazı sebeplerin yaşanması düşüncesi de esbab şirki tehlikesi taşımaktadır. Oysa Sadık Mü’minlere düşen Allah Kur’an’da vaad etmiş, Efendimiz asm müjdelemiş, Aziz Erbakan Hocamız plan ve programını yapmış ve işaret etmişse öyle ya da böyle olacaktır, Allah “ol” diyecek olacaktır şeklinde iman etmesidir. Tabi bazı gelişmeleri insanlara şevk ve heyecan olması, imanlarını kuvvetlendirmesi için bu fetih inancına yormak bunun dışındadır.

Makalede zikredilen altın ve elmasla yazılsa yeridir diye buyrulan ve ahiret hayret alemidir sözünü hatırlatan şu cümle, başımızı secdeden kaldırmasak, ne yaparsak yapalım şükrünü eda edemeyeceğimiz bir nimet…

[i]”Acaba böyle bir Zatın bir tek eli bu hayret verici mucizelere mazhar ve vesile oluyorsa, o Zâtın, kâinatın Yaratıcısı katında ne kadar makbul ve davasında ne kadar sadık bulunduğu ve o el ile biat edenlerin ne kadar bahtiyar olacakları, açıkça anlaşılmaz mı?”[/i]

Hasılı bu nimetlerin hakkını ifa edemeyecek olsak da, çabasını göstermek adına önce benlikten kurtulup [b]hiç [/b]olmayı, sonra şuurla İslamı yaşayarak yaşatan [b]ehli hal [/b]olmayı Rabbim bizlere lütfeylesin… Amin…

Sefer Şartı
Aziz Erbakan Hocamız, “Zafer Allah’ın (cc) elindedir. Biz seferden sorumluyuz” diye bizleri uyarır ve asıl odaklanmamız gereken yönü bize hatırlatırlardı. Seferde olabilmek için, Üstad Ahmet Akgül Hocamızın öğrettiği üzere; kafası, karnı ve kalbi bu yolda olabilmek yani zihnen hazır olmak, helalden başka bir şeyi hedeflememek ve kalbini yalnızca Cenabı Hakka açmak gerekir. Tabelasını ve vitrinini emredilen üzere süslediğimiz benlik sergimizin, içini de samimiyetle bu yöne almadıkça bu sefere çıkmaya hak kazanamayacağız.

BİZLER SEFERDEN SORUMLUYUZ ZAFER ALLAHTANDIR,BU NEDENLE NASIL ,NİÇİN VE NEZAMAN DEMEK BİZİM İŞİMİZ DEĞİL
Onların dağları yerinden oynatacak kuvvetli organizasyonları, hileleri ve planları olsa da biliniz ki Allah’ın dediği olur. İbrahim, 46)
Necmeddin ERBAKAN

Ya Rabbi, bizleri bu Zata; biat, itaat ve sadakatten ayırma!(Amin)
Hz. Peygamber Efendimizin sadece bir elinin mucizelerine bakın:

Efendimizin avucunda küçük taşların zikir ve tesbih edip duyulması…

وَماَ رَمَيْتَ اِذْ رَمَيْتَ “(Ey Resulüm) Attığın vakit Sen atmadın, lâkin Allah attı.” (Enfal Suresi: 17. ayetinin) sırrıyla, aynı avucunda, küçücük taşların ve toprağın, top ve gülle gibi düşmanı hezimete uğratması…

وَانْشَقَّ الْقَمَرُ “… Ay parçalandı” (Kamer Suresi 1. ayetinin) açık ve kesin hükmüyle, aynı elinin parmağıyla Ay’ı iki parçaya ayırması…

Hem aynı elin on parmağından çeşme gibi su akması ve bir ordunun içip doyması…

Yine aynı elin, hastalara ve yaralılara şifa olması…

Elbette o mübarek elin, Cenab-ı Hakk’ın ne kadar harika bir kudret mucizesi olduğunu gösteren kanıtıdır…

Âdeta,

O mübarek elin avucu dostlar içinde Allah’ın tesbih edildiği küçük bir zikirhanedir ki, küçücük taşlar dahi içine girse Cenab-ı Hakk’ı zikir ve tesbih etmeye başlamaktadır.

O el, düşmanlara karşı küçücük bir Rabbani cephanedir ki, içine taş ve toprak girse, gülle ve bomba olup zalimlerin başında patlamaktadır.

O el, yaralılar ve hastalar için şifalı ve Rahmani bir eczanedir ki, hangi derde temas etse derman olmaktadır.

O el, Celâl ile (hiddet ve şiddetle) kalktığı vakit, Ay’ı parçalayıp, iki yay şekline sokmaktadır…

Ve Cemâl ile (şefkat ve merhametle) döndüğü vakit, kevser akıtan on musluklu bir rahmet çeşmesi olup susuzları doyurmaktadır.

Acaba böyle bir Zatın bir tek eli bu hayret verici mucizelere mazhar ve vesile oluyorsa, o Zâtın, kâinatın Yaratıcısı katında ne kadar makbul ve davasında ne kadar sadık bulunduğu ve o el ile biat edenlerin ne kadar bahtiyar olacakları, açıkça anlaşılmaz mı?

Ya Rabbi, bizleri bu Zata; biat, itaat ve sadakatten ayırma! (Amin.)[1]

[b]“Ben Evrene; yere ve göklere sığmadım. Ancak mü’minlerin (şirkten ve şekavetten arınmış tertemiz) kalplerine sığdım” mealindeki Kutsi Hadis’in mazharı ve makamı olan gönüller hazırlanmalıydı… Çünkü zafer, işte bu gönüllere ve sadık erlere nasip buyrulacaktı![/b]

“Benliği at, birliğe er

Şirkten kurtul, dirliğe er

Hiçlik, huzur kapısıdır

Pire iken, pirliğe er”

İmtihanın Sırrı Neydi ve Zafer Kime Nasip Olacaktı?
İMTİHANIN SIRRI

İnsan “sürgün yeri” olan bu dünyaya Rabbimizi tanıma, bilme ve ona göre davranması için gönderilmiştir. İnsanın hiçliğini, faniliğini ve acziyetini idrak edip Allah’a kulluğunu arzederek seçim ve eylemleriyle tarafgir olup dünya imtihanını kazanma görevi vardır.

İşte bu ahiret hesabıyla “bir veya daha az” zaman kalınan dünyada ün büyük makam Rabbe kul olmaktır. İşte burada asıl ve ön önemli gerçek şudur: Allah’tan ayrı düşünülen her ne varsa değersizdir, önemsizdir. O’nun esmasının, varlığının ve gücünün hesaba katılmadığı düşünce, O’nsuz düşünülen ilim, bilgi, olay, tarih, insan…

Kul olduktan sonra bir de hâl ehli olmak vardır ki o da şudur:
“Uygun düşmek, yerinde görülmek” (yani kulluğun edebine ve erdemine ermek) demektir. Yetişmek, pişmek ve olgunlaşıvermek demektir! Hâl; kulun hayırlı ve yararlı sonuçlar üretme hususunda Hakk’ın Yaratma sıfatıyla zuhur etmesi ve eserlerin O’nun himmetiyle meydana gelmesidir.

Mevlamızla ne kadar irtibat kurulursa da o ilim, bilgi, varlık o kadar değerlidir ve özüne ve aslına o kadar yaklaşılmıştır. İnsan Rahman’ın varlığı ve sonsuz tecelliyatı karşısında hiç olup bu bilgi içinde yok oldukça varlaşır. Allah’ın sonsuz azametini tanıdıkça var olur, kul olur. Allah’a kul oldukça Rab ile muhabbet artar. Allah kulunu sevdikçe o kulun işittiği kulağı, gördüğü gözü, tuttuğu eli, yürüdüğü ayağı yani aklettiği aklı ve düşüncesi, hakkı ve hayrı söyleyen sözü, net ve mert tavrı, zalime karşı vakur duruşu, mümine karşı şefkati olur. Yani Allah’a kul oldukça “Allahça”mız gelişir. Allahça’mız geliştikçe de olayları, varlığı Allah’sız düşünme hastalığından uzak oluruz, imtihanların kaybındaki şeytanın insana fısıldadığı en büyük vesveseden kurtulur, Allah’a tam manasıyla teslim oluruz.

ZAFER KİME NASİP OLACAK?

Kur’ana, sünnet, ortak akıl, ilim ve bilim, kültüre uygun barış, bereket, adalet ve otokontrol sistemler bütünü olan Adil Düzen kurulsun diye gayret edip her tülü sıkıntılara katlananlara,

İnancına Put, Tağut, Tabiat ve Esbap şirklerinden hiçbirini katmadan inananlara,
Cihad emirinin sözüne tam uyanlara,

Zafer yolunda zorluk görseler herşeyi Hayy sıfatıyla her an yaratan Allah’ın bu zor şartları aşacak ve Allah’ın davasının düşmanlarını hem de ibretlik olarak yerin dibine batırmaya sonsuz güç-kudreti olduğu bilinci ve huzuruyla imanı ve heyecanı artanlara,

Hz. Davud’u sapan taşıyla, Efendimizin Muhterem Dedeleri Abdulmuttalib’i Ebabil kuşlarıyla destekleyip, dönemin zalim ve süper güçlerini de Erbakan Teknolojileriyle hezimete uğratacak ve hizaya sokacak Allah (CC)’ın müminlere zafer va’adinin hakk olduğuna kesin bir şekilde inananlara,

Şeytani ve nefsani Ene-Ben’likten sıyrılıp Rahmani ve Rabbani ‘güven bilinci’yle kendini donatanlara, olgun, imani bir bilinç kuşananlara,

Kalbinden Rabbimizden gayrısını çıkarıp şirkten arındırmış, gönül evini Allah ve Efendimiz (sav)misafir olacak diye temizlemiş ve temiz turmuş ve hal makamına erişmiş olanlara,

Allah zaferi nasip edecektir.
Ne mutlu kutlu fethe memur olanlara!!

Günümüzde MANEVİ OLGUNLAŞMA VE ŞER GÜÇLERİN PLANINI VE PROJELERİNİ DOĞRU ÇÖZÜMLEYİP BATILA KAYMAMANIN ALDATILAMAMANIN TEK ADRESİ MİLLİ ÇÖZÜM’DÜR.
Milli Çözüm’den başka hiçbir kurum kuruluş tarikat cemaat dernek vakıf ;; Kur’an’ı – Resulullahı ve Aziz Erbakan Hocamızın yolunu BÖYLESİNE NE ÖRNEK ALIYOR NE BÖYLE ANLIYOR NE DE BÖYLE BİR DERDİ TASASI HEDEFİ VAR!!!!

Rabbimize sonsuz şükürler secdeler ediyoruz ki, Milli Çözüm vesilesiyle hem Kur’an’ı , hem Resulullahı hem de Aziz Erbakan Hocamızı dosdoğru anlama lütfuna nail oluyoruz. Rabbim gereğini yapmayı cümlemize lütfeylesin. Amin.

Evet; her Peygamberin (AS), düşmanların şerrinden, cahil halkın gaflet ve nefretinden kaçıp sığındıkları, Yüce Mevlâ’ya iltica edip yakardıkları ve yakınlaşma vesilesi yaptıkları makamlar = duraklar vardır. [b]Hazreti Musa için Tur-i Sina (Sina Dağı), Hazreti Peygamber Efendimiz için NUR Dağı ve Hira Mağarası[/b] bu konumdadır.

Tarih boyunca, Peygamber varisleri makamındaki Âlimlerin, Velilerin, Mürşit ve Mübelliğlerin de, [b]zaman zaman böyle sığındıkları,[/b] [b]ya manevi olgunlaşma veya şer güçlerden korunma amaçlı [/b]saklandıkları mekânlar, özel ortamlar ve oluşumlar vardır.

[u][b]İşte, Erbakan Hocamızın öğretileri ve Milli Çözüm Dergisi de bugün bizim için aynı anlamı ve amacı taşımaktadır.

[/b][/u]

“MÜ’MİNLERE YARDIM ETMEK (VE ZAFER VERMEK) BİZİM ÜZERİMİZE BİR HAKK’TIR!”
Benlik davasıyla yanan nefsimize, bu güzel yazı ile su döküp haddini bildirdiğiniz için Allah cc razı olsun.

“bedi üzzaman”
Muhterem hocamda.başlıktaki sözcük hakkında,lugatlara göre değil de,kur anın,ruhuna göre,bir araştır ma ve değerlendirme yapmasını,istirham ediyorum.Başarılar.

Zafer inananlarındır. Ve Zafer yakındır…
Zafere erişecek mü’minler, tüm insanlık kendileri aleyhinde birleşse dahi, onların sadece iman ve heyecanları artacaktır.
Zalim ve kâfir odakların Süper Güçleri, NATO birlikleri, uçak gemileri ve uzay sistemleri, azınlık ama sadık mü’minlerin asla gözünü ve gönlünü korkutamayacaktır:
“Onlar üstlerinde kanat süzerken ve açıp yumarken sıra sıra uçanlara (gökyüzündeki kuşlara ve uçaklara) bakıp görmüyorlar mı (ve hiç düşünüp ibret almıyorlar mı)? Ki onları (bütün kuşları, uçakları ve uzay araçlarını havada) Rahman’dan başkası tutmuyor (her şey O’nun koyduğu tabii kanunlarla ve insana verdiği akıl yoluyla yürüyor). Şüphesiz O, her şeyi hakkıyla (ve bütün incelik ve gizlilikleriyle) görüp durandır.
(Ey Siyonist ve emperyalist zalim güçler ve Allah’tan ziyade bunlardan çekinen ve güvenen gafiller! İşte bu yegâne kuvvet ve kudret sahibi olan) Rahman’a karşı (ve O’na rağmen), size yardım edeceğine (inandığınız ve süper güç sandığınız) şu sizin ordunuz (uçak gemilerinizden, balistik füzelerinizden ve tank roketlerinizden oluşan bir sürü devasa filonuz; Cenab-ı Hakkın Kudreti karşısında neymiş ve) kimmiş (ki onlardan korkup sığınmaktasınız…?) Oysa gerçekte bütün kâfirler, sadece boş bir gurur ve aldanış içinde bulunmaktadırlar.” (Mülk: 19-20)
Milli Çözüm Ekibine selam ve dualarla Allaha emanet olun.

ÖZEL YAZILAR

YORUMLAR

Son Yorumlar
18
0
Düşünceleriniz değerlidir, lütfen yorum yapın.x
Paylaş...