Reklam
Reklam
Reklam

ERBAKAN’IN SİYASİ UZLAŞI AHLÂKI VE YENİ BİR İKTİDAR İHTİYACI

Kullanıcı Değerlendirmesi: / 24
ZayıfMükemmel 

 

ERBAKAN’IN SİYASİ UZLAŞI AHLÂKI

VE

YENİ BİR İKTİDAR İHTİYACI

        

Giriş:

Prof. Gencer Özcan tarafından: “On Bir Aylık Saltanat” başlıklı; Refah-Yol dönemini konu alan bir kitap bize ulaştırıldı. Türkiye’deki faizci sömürü sermayesinin ve rantiyeci çevrelerin kiralık kafaları oldukları anlaşılan… Erbakan ve Milli Görüş şahsında çok sinsi bir “Bütün-Tam İslam” düşmanlığı sırıtan… Genellikle masonların ve din istismarcısı münafıkların oluşturduğu marazlı muhalif cephenin kasıtlı ve kısır görüşlerini aktaran bu kitabın yanlışlık ve yamukluklarını ortaya koymak için 3 cilt kitap yazmak lazımdı. Çünkü akademisyen kılıfı ve bilgiçlik havası içinde uydurulup topluma yutturulmaya çalışılan sözde saptama, gerçekte saptırma ve saplantıları bir makale halinde yanıtlamamız bir ihtiyaçtı. Gencer Özcan’ın saptama diye sıraladığı safsataları bize şu fıkrayı hatırlatmıştı; cehaletine rağmen bilgiçlik taslayan birisi, âlim bir zata: “Hocam, Hz. İdris’in oğlu Hz. Yusuf, Nuh Tufanı’nda gemiye binmeyip yüzerek Himalaya Dağı’na ulaşmıştı, değil mi? Varsa yanlışımı düzelt” deyince o zat: “Yahu, tamamı yalan-yanlış olan bu zırvaların hangisini düzelteyim. Tamamı uydurma ve palavra olan bu sözleri dizmek de, herhalde şeytani bir meziyettir!..” buyurmuşlardı…

23-28 Temmuz 2016 yılında Uluslararası Siyaset Bilimi Topluluğu (IPSA) tarafından İstanbul’da düzenlenecek “24. Dünya Siyaset Bilimi Kongresi”nin iptal edilmesi için, bu kuruluşa mektup yazıp: “Türkiye güvenli değil, buraya gelmeyin!..” diyen ve rantiyeci sermayenin kalemşörleri gibi hareket eden akademisyenler arasında Gencer Özcan’ın da bulunması, bunların asıl amacını ve ayarını ortaya koymaktadır.

Erdoğan iktidarına sözde karşı çıkıp özde fırsat ve ruhsat sağlayan malum ve mel’un odakların Erbakan’a ve Refah-Yol iktidarına niye 11 ay dayanamadıklarını bir türlü yanıtlamayan bu şahıs, kitabın ismini “On Bir Aylık Saltanat” koyarak, ülkemizi ekonomik, sosyolojik, ahlâki ve ailevi bir uçurumun kenarından kurtarmak için çırpınan ve “Efsane Başbakan” diye anılmaya başlayan Rahmetli Erbakan Hocamızı “saltanat sevdalısı ve sultanlık meraklısı” gibi gösterme çabası bile tam bir saptırma ve bilimsel sahtekârlıktı. Kitabın 189. sayfasında ve “İsrail’le İlişkiler” başlığında, bizim de yazılarımızdan alıntı yapan ve “PKK ve IŞİD gibi terör şebekelerinin arkasında ABD, AB ve İsrail’in bulunduğu…” tespitimizi bile alâkasız ve abartılı bulacak kadar yanlı, yanlış ve yanıltıcı bir tavır takınan ve Erbakan’ın “Faiz ve IMF karşıtlığından ve Havuz (Kamu Tek Hesabı) Sistemi uygulamasından” (Bak: Sh. 17) gıcık alan bu şahsa gerçek Erbakan’ı ve bu ülke-millet için yaptıklarını bir kez daha hatırlatalım:

Siyaset; Hak ve adaletle toplumu yönetme ve en etkili ve yetkili şekilde insanlara hizmet etme mesleğidir.

“İnsanların hayırlısı insanlara faydası dokunandır.” (Hadis)

“Bir saat adaletle hükmetmek (hayırlı bir hükümet hizmeti yürütmek) yetmiş yıl (nafile) ibadetten hayırlıdır.” (Hadis)

1996 Senesinde Libya’daki Tasavvuf Kongresi’nde, bizim sunumumuzu; “Ahmet Hoca siyaset yapıyor, oysa biz tasavvufi hikmeti ve hizmeti konuşmak için buraya toplandık!” itirazına; Nijerya Devlet Başkanı Muavini ve Kadiri Tarikatı Şeyhi’nin yanıtı: “Siyaset Hz. Peygamberin ve Raşit Halifelerin mesleğidir!”

1996 yılında Libya Evkaf Bakanı’nın davetiyle katıldığımız Trablus’taki Dünya Tasavvuf Kongresi’nde, 650 kadar çok seçkin ve seviyeli ilim, irfan ve devlet adamına, Erbakan Hocamızın görevlendirmesiyle; “Adil Düzen’de Ahlâki Yapılanma” konusunu anlattığımızda, Şam Üniversitesi’nden bir Doçent kardeşimiz bizi “Siyaset yapmakla” suçlayınca, Nijerya Devlet Başkan Yardımcısı kalkıp o arkadaşımızı: “Bu sözlerin nedeniyle, önce Efendimizden, sonra Raşit Halifelerinden özür dilemen gerekiyor. Çünkü siyaset, hak ve adaletle bir devleti yönetme ve bozulan düzeni-dengeleri yeniden ıslah edip İslamlaştırma sanatıdır ve başta Aleyhisselatü Vesselam’ın ve diğer Hülafa’nın mesleği ve icraatıdır. Bizim tarikatlarımızın çoğu ya Hz. Ebubekir Sıddık Hazretleri’ne veya Hz. Ali Efendimiz’e dayanmaktadır, onlar da siyasetle meşgul olmuşlardır. Siyaseti dışlamak veya kötülemeye kalkışmak, hikmete de, edebe de, Dinimizin özüne de aykırıdır!” diyerek uyarmış ve salondaki ulema ve meşayihin takdirlerini toplamıştı.

Erbakan’a göre “Siyaset; toplumu gütmek değil, şefkatle nezaret etmek ve hayra yönlendirmek içindir.”

Ey iman edenler! (Yöneticilerinize:) "Raina-Bizi güt (şuursuz koyun sürüsü gibi bizi yönet)" demeyin; "Ünzurna-Bizi gözet (organize ve koordine edip istişare ile idare et)" deyin ve (Hakk ve adalet ettikçe onları) dinleyin. (Unutmayın ki) Kâfirler ve nankörler için acı bir azap vardır. [Not: Müslüman topluma koyun gibi güdülmek ve despot bir idareye boyun eğmek değil, etkin bir şekilde siyasete girmek, yönetimi takip ve tenkit etmek, ama şuurlu bir sorumluluk yüklenip Hakk’ta ve hayırda itaat etmek düşmektedir.] (Bakara: 104)

Medine Sözleşmesi ve Farklı Görüşlerin Birlikte Yaşaması

İslam; her dinden, her dilden ve her kavimden ama herkesin birlikte huzur içerisinde yaşayacağı, can, mal ve namus emniyeti, din ve düşünce hürriyeti gibi temel insan haklarının korunacağı barış ve adalet düzeni demektir.

“Ey iman edenler! Hepiniz birlikte (ve her hükmünde bir hayır olduğunu bilerek) topluca barış ve güvenliğe (Silm'e, İslam'ın selamet ve saadet düzenine) girin ve şeytanın (Siyonist ve emperyalist odakların) adımlarını (zalim planlarını ve teşkilatlarını takip ve tercih edip) izlemeyin. Çünkü o, size apaçık bir düşmandır (bunu bilin ve ona göre hareket edin).”[1] ayeti de bu gerçeği ifade etmektedir. Farklı dinlere ve hukuk sistemlerine mensup toplulukların, temel ve tabii esaslar ve anlaşmalar çerçevesinde, birlikte yaşayabileceklerinin ilk tatbikatını Hz. Peygamber Efendimiz göstermiştir.

Medine’ye hicretlerinden sonra; Müslümanlar, Yahudiler, Müşrikler ve bir miktar da Hristiyan kabileler arasında, hem ortak savunma esaslarını belirleyen, hem de başıboşluktan kurtulup kanun, kurallar ve anlaşmalar çerçevesinde, yani bir devlet düzeni içerisinde birlikte yaşama şartlarını içeren, tarihin ilk yazılı anayasası hazırlanmıştı. İbni Hişam’ın siyerinde; 52 madde olarak verdiği, M. Hamidullah’ın madde madde inceleyip çağdaş yorumlar getirdiği, Hicret’in 1’inci, Miladi 622 yılında Efendimizce hazırlanan ve taraflarca mutabık kalınarak imzalanan bu anayasa; hem laiklik esaslarını hem ortak yaşama şartlarını barındırmaktadır.

Şimdi “Medine Sözleşmesi” diyebileceğimiz bu anayasanın önemli maddelerine bir göz atalım:

• Mekkeli ve Yesribli Müslümanlar (Muhacir ve Ensar) ve onlarla birlikte savunmaya katılanlar diğer insanlardan farklı bir toplum sayılmış, aralarındaki her türlü kavim ve kabile ayrıcalıkları ve bütün sınıf farklılıkları kaldırılmıştır. Bütün Müslümanlar kendi aralarındaki kan diyetlerini ve esaret fidyelerini yürürlükte olan kurallara ve adil esaslara uygun olarak ortaklaşa ödeyecekler, fakir, borçlu ve çok çocuklu olan mü’minlerin de bu gibi durumlarda yardımına koşulacaktır.

• Yahudiler de Müslümanlarla birlikte bir topluluk teşkil edecekler, Medine’ye karşı yapılacak her türlü tecavüze karşı Müslümanlarla birlikte ortak savunma konumuna girecekler, Hz. Muhammed’in izni ve haberi olmadan askeri seferler düzenleyemeyecekler ve Yahudilere karşı yapılacak herhangi bir hareket ve haksızlık durumunda ise Müslümanları yanlarında bulacaklardır. Medine site-İslam devletinin himayesine giren ve bu anlaşmayı kabul eden Yahudiler ve de onların koruyacağı kimseler her türlü hakaret ve hıyanetten emin olacaklar, kendi dini inanç ve ibadetlerinde tamamen serbest kalacaklar ve aralarında kendi hukuk kurallarına göre yargılanacaklardır.

• Medine’deki müşrik Araplar ve bazı civar köylerdeki Hristiyanlar da, Yahudi ve Müslümanların anlaşmalı bulunduğu diğer dostları da, bu anlaşma hükümlerine sadık kaldıkları müddetçe her türlü hürriyet ve emniyet şartlarından yararlanacak ve aynı haklara sahip olacaklar ama bunların hiçbirisi ve hiçbir şekilde Mekkeli müşrik Kureyşlilere asla yardım ve yataklıkta bulunamayacaklardır.

• Bu ahdi ve anayasayı kabul edenler arasında, herhangi bir konuda ihtilaf ve uyuşmazlık çıkarsa, bunu halletmek üzere, hakem mevkiinde başvurulacak ve kararına uyulacak son makam ve merci Allah ve Resulü olacaktır.

Ve zaten İslam’da devletin görevi; vicdani kanaatleri ve dini öğretileri zorla değiştirmek ve dejenere etmek değil, ülkede kanunların tatbikini ve adaletin tecellisini sağlamaktır.

İslam; Efendimizin Medine Sözleşmesi ile başlattığı bu uygulama ile aynı zamanda bugün ülkemizde de olduğu gibi sadece kâğıt üzerinde kalan ve genellikle fakir ve zayıf tabakalara uygulanan hukuk kurallarının herkese ve her yerde tatbikini sağlamış, insanları “hukukun üstünlüğü” prensibine alıştırmıştır.

Evet, Laiklik ve Demokrasinin özeti: Asli düşüncelerini ve Milli değerlerini koruyarak farklı ve aykırı kesimlerle birlikte ve barış içerisinde yaşama disiplinine en ilk ve mükemmel örnek MEDİNE SÖZLEŞMESİ’dir.

A- MSP-CHP Koalisyonu ve Başardıkları

Erbakan’ın CHP ile Koalisyonları ve Tabuların Yıkılması

14 Ekim 1973 seçimlerinde; CHP: 186, AP: 149, MSP: 48, Demokratik Parti: 45, Güven Partisi: 13, MHP: 3, Birlik Partisi: 1, Bağımsızlar ise: 5 milletvekili çıkarmıştı.

Seçimlerden hemen sonra, 20 Ekim 1973 tarihinde, Ankara Sümer Sokak’taki MSP merkezinde yapılan Genel İdare Kurulu toplantısında, Erbakan Hoca Genel Başkanlığa yeniden seçildi. Süleyman Arif Emre’nin bu makamda kalmasını ve kendi hesapları açısından Erbakan’ın dışlanmasını uygun gören iç ve dış çevrelerin hevesleri de, böylece kursaklarında kalmış oldu.

73 seçim sonuçlarından oluşan Meclis aritmetiği bir koalisyonu zorunlu kılıyordu. Birçok koalisyon ihtimali üzerinde duruluyordu. Erbakan Hoca bunları şöyle sıralıyordu:

1- CHP-AP koalisyonu,

2- CHP-AP-MSP koalisyonu,

3- AP-MSP-DP-CGP koalisyonu,

4- CHP azınlık hükümeti,

5- CHP-MSP koalisyonu,

6- AP-MSP azınlık hükümeti,

7- Erken seçim,

Önceleri, Diyarbakır Milletvekili Halit Kahraman'la, Bingöl Milletvekili Abdullah Bazencir dışında bütün milletvekilleri ve Genel İdare Kurulu Üyeleri, koalisyona ve özellikle CHP-MSP ortaklığına şiddetle karşı çıkıyorlardı.

Halbuki; “hem MSP’nin ve idealinin rejim tarafından resmen kabul edilmesi, hem Milli Görüş’ün iktidarda neler yapabileceğinin fiilen gösterilmesi, hem inançlı kadroların devlet kademelerine yerleştirilmesi ve yetiştirilmesi, hem ülkenin tek başına bir azınlık hükümetinin tahribatına terk edilmemesi ve hem de bir hükümet kurulamaması sonucu, Meclis’in feshedilip yeniden seçime gidilmesinin önlenmesi gibi” pek çok ciddi gerekçeler ve Hudeybiye misali hikmetlerle, CHP-MSP koalisyonuna ihtiyaç duyuluyordu. Ve Erbakan bu tarihi fırsatı değerlendirmek istiyordu. Cumhurbaşkanı Fahri korutürk, hükümeti kurma görevini Ecevit'e verdi. Ecevit sırasıyla CGP, DP ve AP Genel Başkanlarıyla görüştü. Ancak bunlardan bir netice alınmamıştı.

Bu hükümet bunalımı devam ederken, 9 Aralık 1973'te yapılan yerel seçimlerde MSP; bütün şer güçlerin korkunç saldırıları, halkı aldatmaları ve hatta korkutmaları karşısında istediği başarıyı sağlayamıyor, oy oranı %12'den %5.12'lere düşüyordu. CHP %5, AP ise %4 oylarını artırmıştı. Bu şartlarda erken seçim, MSP için hiç arzu edilmeyen sonuçlar doğurabilirdi.

Milletvekilleri ve Genel İdare Kurulu Üyeleri, geç de olsa bu gerçeği anladılar ve CHP-MSP koalisyonuna kerhen de olsa razı oldular. Ve uzun süren görüşmeler ve tartışmalar sonucu, nihayet 25 Ocak 1974'te her iki partinin birlikte hazırladığı hükümet protokolünü imzaladılar.

MSP-CHP Koalisyon Hükümeti 26 Ocak 1974'te göreve başladı. 1 Şubat’ta Meclis’ten güvenoyu alındı. MSP’den sadece Bursa Milletvekili Dr. Emin Acar “Hayır” oyu kullanmıştı.

MSP'den Şevket Kazan Adalet, Oğuzhan Asiltürk İçişleri, Fehim Adak Ticaret, Korkut Özal Gıda ve Tarım, Abdülkerim Doğru Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı’na, Süleyman Arif Emre Diyanetle ilgili Devlet Bakanlığı’na, Erbakan Hoca ise Başbakan Yardımcılığı’na ve Ekonomik Kurul Başkanlığı’na getiriliyordu.

Bu koalisyon umulduğundan çok daha uyumlu ve verimli hizmetlere başlıyordu. Hem maddi, hem de manevi alanda çok becerikli ve bereketli işler başarıyordu. Batılı kaynaklar; Ecevit’i ve solcu kesimi kışkırtmak için artık bu hükümete “Erbakan Hükümeti” diyordu. Başta Ecevit olmak üzere diğer bütün CHP’li Bakanların, Erbakan'ın güdümüne girdiği söyleniyordu. Oysa CHP-MSP koalisyonu şanlı Kıbrıs Harekâtı’nı bile başlatıp başarıyordu.

Erbakan; Ecevit'le birlikte onlarca İmam-Hatip Okulu açıyor, 6 bin yeni imam ve müezzin kadrosu çıkartılıyordu. Tarım Bakanlığı’nda faizsiz kredi dağıtımını başlatıyor, ahlâksız yayınlara savaş açılıyordu. Sanayileşme hamlesine hız veriliyor ve inançlı kadrolar her kademede görev alıyor ve dindar insanlar artık ikinci sınıf vatandaş muamelesinden ve aşağılık kompleksinden kurtuluyordu.

Bu arada 15 Temmuz 1974'te, Kıbrıs'ta sürpriz bir gelişme oldu. Yunanistan'daki Amerikancı faşist albaylar cuntasından cesaret alan EOKA’cı Sampson bir darbe yapmış ve ENOSİS’e doğru ilk adımı atmıştı. Hedefleri Kıbrıs'ı Yunanistan'a katmaktı. Bundan 5 gün sonra, 20 Temmuz 1974'te Türk Silahlı Kuvvetleri, Kıbrıs Barış Harekâtı’na girişti. Harekâtın kararlaştırılmasında, başlatılmasında ve başarılmasında başrolü Erbakan oynamıştı. Kıbrıs Çıkarması, koalisyon ortakları arasındaki gerginliği bir süre unutturmuş gibiydi.

Kıbrıs çıkarmamızın her aşamasında samimi ve cesaretli katkıları olan Deniz Baykal’ı rahmetle anıyoruz.

B- MSP-AP Ortaklığı ve Kalkınma Programları: Süleyman Demirel’in Adalet Partisi ve MHP ile kurulan 2. Milli Cephe Hükümeti’nde de, en hızlı ve hayırlı hizmetleri yine Erbakancılar yapıyordu. MSP hayırlara motor, şerlere fren oluyordu.

MSP; “Önce Ahlâk ve Maneviyat” parolasına uygun olarak açtığı İmam-Hatip Okulları’nın sayısını 350'ye çıkarıyor, Tevhid-i Tedrisatı sağlıyor ve çocuklarımızın din istismarcılarından kurtarılmasına çalışıyor, temelini attığı 200 ağır sanayi fabrikalarından 70 kadarını hizmete ve üretime açıyordu.

Bu maksatla; “MSP’yi Erbakan’dan kurtarma ve kaleyi içten yıkma” operasyonları da hızlanmıştı. Ve nihayet 15 Ekim 1978'de yapılan MSP Büyük Kongresi’nde çıbanlar deşilmeye başlanmış, muhalifler cebindeki taşları ortaya saçmışlardı. Korkut Özal’ın başını çektiği ekip, “önce Hoca’nın çevresini boşaltmak ve Genel İdare Kurulu’na kendi adamlarını doldurmak, arkasından da bir parti içi darbe ile Hoca’yı devre dışı bırakmak” amacına yönelik, iki kademeli bir plan uygulamış, ama başarılı olamamışlardı.

Erbakan Hocamız Kongreyi açış konuşmasında, “77 seçim sonuçlarının bir hezimet olmadığını, cemaat ve teşkilatımızın elinden geleni yaptığını, ama rakiplerin ve dış güçlerin bütün imkânlarıyla MSP’ye saldırdığını ve takdir-i İlahi olarak ortaya çıkan bu neticenin hakkımızda hayırlı olacağını, telaş ve endişeye gerek bulunmadığını” güzel bir dille anlatmışlardı.

Arkasından bir nevi zorla kürsüye çıkan Korkut Özal, Erbakan'ı “edebiyat yapmak ve cemaati oyalamakla” suçlamış, “77 seçim sonuçlarının açık bir hezimet olduğunu” savunarak ve bundan birinci derecede Hoca’yı sorumlu tutarak Erbakan'dan bu hezimetin hesabını sormuşlardı.

Bunun üzerine Erbakan Hocamızın kulağına fısıldadığı notlarla söz alan Ali Oğuz, "Fehim Adak Bey, 1973’te Mardin’den milletvekili seçildi ve Bakan oldu... Bütün ülkeye ve özellikle kendi bölgesine halkı memnun edecek hizmetler götürmüş ki 1977 seçimlerinde MSP, Mardin'de milletvekili sayısını ikiye çıkardı. Buna karşılık biz 73’te Erzurum’dan 3 milletvekili kazandık. Korkut Özal Bey ise özellikle o bölgeye hizmet götürecek Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’na getirildi... Ve 77 seçimlerinde kendilerinin aday olduğu Erzurum’dan bu sefer 6 milletvekili çıkarmamız gerekirken, tam tersine bire düştü. Demek ki Korkut Bey, Bakanlığında başarılı olamamış ve yararlı hizmetler yapamamıştır. Bu nedenle önce zat-ı âlileri, kendi seçim bölgesindeki bu hezimetin hesabını versinler, ondan sonra Genel Başkanımızdan hesap istesinler!..” diyerek çok nefis bir cevap vererek Korkut Özal'ı susturmuşlardı. Ve kongreyi takip eden gün, Hürriyet gazetesinin manşeti çok enteresandı ve hıyanet girişimlerinin perde arkasını açığa vurmaktaydı:

“İçten ve Dıştan Yapılan Bütün Girişimlere Rağmen Yine Erbakan!..” Bu sıkıntılı süreçte hainlerin oyunlarını bozmak üzere bize de önemli görevler düşmüştü.

● Erbakan hep yapıcıydı ve hayırlı ittifaklardan yanaydı!..

Günümüzde yaşanan Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi'nden kaynaklı seçim ittifakı tartışmalarının benzeri, geçmişte 80'li yılların sonu 90'lı yılların başında da yaşanmıştı. O süreçte Refah Partisi'nin Genel Başkanı Necmettin Erbakan, iktidarda olan ANAP Genel Başkanı Turgut Özal'a karşı; DSP, SHP, DYP ve diğer muhalefet partilerine bir ittifak projesi sunmuşlardı. Erbakan, 1991 Genel Seçimleri öncesince yaptığı konuşma sırasında bir gazetecinin sorusuna verdiği yanıtta, muhalefet partilerine bir araya gelme çağrısı yapmıştı:

“Muhalefet partilerine gelin beraber hareket edelim davetinde bulunuyorsunuz. Bir yandan da bu muhalefet partilerine faizci diyorsunuz. Faizci olan bu partilerle bir araya gelmekle onlarla aynı duruma düşmüş olmuyor musunuz?” sorusunu şöyle yanıtlamıştı:

“Evet, söylediğiniz her iki konu da tamamen haklıdır ve sizin dediğiniz gibi içerisinde herhangi bir tezat bulunmamaktadır. Biz bu muhalefet partilerini beraberliğe neden çağırıyoruz? Gelin şu Turgut Özal'ın yaptığı hileyi, haksızlığı ve bu antidemokratik kanunları birlikte değiştirelim diyoruz. Eğer bu haksızlıkları değiştirmek için yanımıza gelirler, beraberce bu kanunları değiştirirsek ne âlâ, memleket için hayırlı bir adım atmış oluruz. Bu demek değildir ki; “Gelin birlikte faizcilik yapalım.” Bizim teklifimiz: “Gelin bu haksızlık ve yanlışlıkları ortadan kaldıralım, millete memlekete hayırlı hizmetler yapalım!”

● Erbakan’ın hayret ve hayranlık uyandıran başarılarından birisi de, yetersiz ve yeteneksiz kadrolarla çok büyük işleri başarmasıydı!..

Devlet işlerinde deneyimli ve derinlikli kadroları CHP seçip almıştı.

Onun altındaki bilgili ve becerikli elemanları AP bünyesine katmıştı.

Erbakan’a fahri müezzinler, itilmiş kimseler ve ezilmiş kesimler kalmıştı.

Almanya’da bize sormuşlardı; “Sürekli Erbakan deyip duruyorsun, ne kerametini gördün?” Onlara şöyle demiştik:

“Bizi Onun en samimi ve en bilgili talebelerinden sayıyorlar. Oysa biz çapımızı da, çabamızı da biliyoruz… Ve düşünüyorum, en sadık ve en sağlam takipçisi biz isek, çevresindeki bu elemanlarla Erbakan’ın bu tarihi hizmetleri başarmasından daha büyük keramet olur mu?”

- Evet, rahmetli Mümtaz Soysal’ın tespitiyle: “Erbakan tek kişilik bir ordu gibiydi!..”

1980 öncesi, emekli, dul ve yetimlerin maaşlarını iyileştireceğini açıklamış, kendi partisindeki Milletvekilleri bile, “Yahu, sayımız belli, payımız belli, böyle olmayacak şeyler konuşmamalıyız!” demeye başlamışlardı. Oysa Erbakan Hoca, hem CHP hem AP Milletvekillerini ikna etmişti. Ne var ki; emekli, dul ve yetim maaşlarıyla ilgili MSP’nin kanun teklifi, 1 oyla Meclis’e takılıvermişti. O çürük oy ise, o gün Meclis’e gelmeyen, güya kendi Milletvekilimiz “Yaşar Göçmen”di.

Erbakan’a Göre; Milli Görüş’ün Ne Olduğu Nasıl Anlaşılırdı?

Erbakan Hocamız tarafından defalarca ve çok önemli ortamlarda dile getirilen ve aslında levha halinde yazılıp asılması ve üzerinde kafa yorulması gereken şu vecizeleri, maalesef yeterince anlaşılmış sayılmazdı:

“Bir kimse, Malazgirt’te inanışının şahlanışını yaşamadan; Kosova’da, Niğbolu’da bir kılıç olup parlamadan; Ulubatlı Hasan olup İstanbul’u fethetmeden, Sultan Fatih olup atını denize sürmeden; Kanuni olup şanlı ordularıyla Avrupa’nın içlerine yürümeden… (Çanakkale’de) Seyit Çavuş olup 250 kiloluk mermiyi ‘Ya Allah!’ diyerek namluya sürmeden… Bir insan (Kutlu Kurtuluş Savaşı’mızın ilk büyük zaferi sayılan ve Mustafa Kemal’in komutasında yapılan) Sakarya’nın siperlerine girmeden ve (bizzat kendisinin büyük bir dirayet ve cesaretle tarihi harekât ve çıkarma emrini verdiği) Kıbrıs’ta düşman tahkimatının arasından geçmeden, Milli Görüş’ün ne olduğunu anlayamaz!” sözleri, Kahraman Ordumuzun değerini ve Milli Görüş düşüncesini çok güzel anlatmak yanında, Şanlı Çanakkale Savunmamızın ve Sakarya Meydan Savaşı’mızın Kutlu Komutanı Mustafa Kemal’i de sitayişle anmaktadır.

Erbakan mana âleminde: “Mustafa Kemal Atatürk; hayatını, rahatını ve tüm çıkarlarını, ülkesi ve milleti için harcayan ve tüm mal varlığını başta Kahraman Ordumuza ve devletin hayır kurumlarına bağışlayan ve son nefesinde ‘ve aleykümüs-selam’ diyerek ruhani ve nurani varlıkların selamını alan mü’min ve seçkin bir şahsiyettir!” buyurmuşlardır.

C- E. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Vural Savaş’ın Bize Anlattıkları!

Vural Savaş, RP’yi kapatmamak için; Hoca’nın en meşhur Gn. Bşk. Yardımcılarından bazı evraklar istediğini, bu evrakların Genel Merkez’de varlığını bildiğini… Ama Gn. Bşk. Yardımcılarının bu evrakları kasıtlı olarak göndermediklerini… Ve sonunda bunların Erbakan’a tuzak hazırlamakla görevliymiş gibi davranmalarına hayret ettiğini bize anlatmıştı.

Ve tabi Vural Savaş’a: RP’yi kapatma davası raporunda; “Habis ur” gibi, değil hukuk adamına, sokak çocuğuna bile yakışmayan sözlerinin çirkinliğini ve seviyesizliğini hatırlatınca da kızarmıştı.

Ç- Erbakan Hoca’nın, Yakın Çevresine İzlettiği Fransız Filmi ve Amacı!?

Erbakan Hoca, 2007'nin Mayıs ayında; Genel İdare Kurulu üyelerini ve teşkilat yetkililerini konutuna davet ederek, onlara sadece bir film izletip uğurluyordu. Hocamız bununla, kendi yakın çevresinin de aynen bu filmdeki gibi davranıp durduğunu ve bütün bu hıyanet ve rezaletlerin farkında olduğunu onlara hatırlatıyordu.

"Başkan" isimli Fransız yapımı olan siyah-beyaz filmin konusu şuydu:

Bozuk sistemin mevcut prensip ve prosedürleriyle Başbakanlığa gelen bir zat, sözde demokratik ve laik kurumların ve bunların başındaki bürokratların, solcu ve sağcı iktidarların, Milletvekili ve Bakanların nasıl yozlaştıklarını, hangi kirli ve gizli işlere bulaştıklarını, niçin sömürü sermayeye uşaklaştıklarını, şahsi feraset ve faziletiyle seziyor ve bunlara karşı tek başına siyasi bir mücadeleye girişiyor. Ancak; en yakınları, dava arkadaşları ve hizmet kadroları bilinen kişilerin dahi, hıyanet merkezleriyle ilişkilerine ve muhalefet partileriyle gizli işbirliğine şahit oluyor. Bu acı deneyim ve birikimlerinden sonra, çevresindeki resmi veya samimi(!) insanlara; hep güveniyor, değer veriyor ve danışıyor gözükerek, ama asıl planlarını sürekli gizleyerek ve safiyane bir gayretle çırpınıyor gibi hareket ederek, onların destek kılıflı kösteklerinden kurtulmaya çalışıyor. Yani hem marazlı muhalefetle, hem de münafık mahiyetiyle uğraşmak ve herkesi kendi ayarında idare etmek, böylece olumlu ve onurlu hedeflerine, tek başına ve stratejik manevralarla yürümek zorunda kalıyor. Aynen Erbakan ve Atatürk gibi…

Erbakan Hoca bu filmi izletmekle, herhalde: Teşkilat içindeki ve yakın çevresindeki birtakım kişilerin gerçek ayarını, amacını ve ahlâkını bildiğini; kendisini ve Milli Görüş hareketini istismar etmek isteyenlere, kontrollü ve güdümlü olarak izin verdiğini ima ediyordu!.. Bu aynı zamanda, Hoca'nın artık "köprüyü geçtiği ve görevini bitirdiği" anlamına da geliyordu!..

Evet; Mustafa Kemal misali, dünya çapında büyük devrimlere ve köklü değişimlere öncülük etmiş, ender ve önder kişiler gibi, Erbakan Hoca da "Tek başına bir ümmet" sıfatına layık, yalnız ve yıldız bir şahsiyetti.

Erbakan; elinden tutup kaldırdıklarının, makam ve menfaat kazandırdıklarının, etiket ve şöhret sahibi yapıp adam sınıfına kattıklarının, nice hatalarına ve hayırsızlıklarına rağmen bağışlayıp kayırdıklarının ve en yakınına alıp bin türlü mihnetine katlandıklarının birçoğundan, maalesef vefasızlık ve vicdansızlık görmüş birisiydi. Bu durum asla, Hoca'nın, adam tanıyamadığını ve çevresini taşıyamadığını değil:

a) Yüzyıllardır uygulanan ahlâki tahribatla toplumun her kesimini nasıl yozlaştırdıklarını,

b)  Siyonist merkezlerin sürekli kontrol altında tutmak üzere, dindarlık ve dava adamlığı rolü yapan hain tipleri, nasıl ve niçin Milli Görüş’e ve Erbakan'ın çevresine soktuklarını,

c) Kaliteli, kabiliyetli ve karakterli elemanlarını, seçkin ve samimi insanlarını, uzun süren geçiş döneminde vitrine koyup yıpratmanın ve hedef yapmanın yanlışlığını bilen Hoca'nın: Hem şeytani odakları oyalamak, hem de kadrolarını deneyip ayarını ortaya koymak üzere, bütün bunlara bilerek katlandığını göstermekteydi.

Ve zaten "Dahiler, yalnız kalınca devleşmekteydi."

D- Refah-Yol’un Kurulması ve İcraatları

Malum merkezler ve ABD, Erbakan’ı iktidarda başarısız kılmak ve umut olmaktan çıkarmak üzere Refah-Yol’a razı olmuşlardı. Hocamız bunu, Aytunç Altındal’a daha önce açıklamıştı. Evet, uzun bir sürecin ve onurlu bir mücadelenin sonunda Refah Partisi birinci parti konumuna çıkmıştı. Artık, Refah Partisi’nin hükümet olması şarttı... Neden?

Çünkü çok haklı ve hayırlı programlarının hayali olmadığını kısmen de olsa göstermesi ve iddialarını ispat etmesi lazımdı. Bunun için de, iktidar olması kaçınılmazdı. Muhalefette kalarak kendini tanıtması ve ispatlaması mümkün olmayacaktı.

Ayrıca, bu şartlarla hükümeti kuramazsa "158 milletvekiliyle koalisyona sokmadılar, 300 milletvekili de çıkarsa iktidarı vermeyecekler" şeklindeki yanlış bir kıyası doğru gibi göstererek halkımızın beynini bulandıracaklardı. Bu konudaki endişe ve şüpheleri ortadan kaldırmak için de, Refah'ın iktidar olması önemli ve gerekli bulunuyordu.

Ve yine "Refah'ın iktidarına ve Erbakan'ın Başbakanlığına Ordu geçit vermez" biçimindeki asılsız ve kasıtlı dedikoduların, resmen çürütülmesi ve kahraman Ordumuzun, milletimizin ve onun gerçek temsilcisi olan Meclis’in ve Hükümetin emrinde olduğunun gösterilmesi ve en azından “rahatsızlık duyanlar varsa bunların belirlenmesi ve çıbanların deşilmesi” için de, yine Refah’ın iktidar olmasında hayati faydalar seziliyordu.

Üstelik ülkemiz batma noktasına getirilmiş durumdaydı. Hem iktisadi, hem siyasi, hem de ahlâki yönden iflasın eşiğine varılmıştı. Türkiye üzerinde; içte ve dışta, düşman güçler tarafından korkunç planlar yapılmaktaydı. Bu vaziyette "oturup bekleyelim ve partiyi büyütelim" düşüncesi yanlıştı. Bu gemiyi batmadan kurtarmamız ve çok acil tedbirler almamız lazımdı. Allah korusun, batmış bir ülkenin, büyümüş partisi olmak kime ne kazandıracaktı?!

Refah'ın bu koalisyonu hangi partiyle kuracağı ise gerçekte o kadar da önemli değildi. Birinci derecede önemli olan, bir "onarım hükümeti"nin kurulması ve yıkımların durdurulmasıydı. Erbakan Hoca, masonların; “Refah’a hükümet yolunu açalım ve iktidarda başarısız kılalım” hesaplarının da farkındaydı.

Ta başından beri, "Biz bütün partilere aynı mesafedeyiz ve her birisiyle ve hatta hepsiyle birlikte hükümet kurabiliriz" diyen Erbakan Hoca, zikzak çizmeden doğru bildiği istikamette yürümekte ve ülkemizi; açlık, anarşi ve ahlâksızlık belasından kurtarmak için sabır ve samimiyetle çırpınmaktaydı.

"Hangi partiyle kurulacak koalisyonun en çok dedikodusu yapılır?" korkusu değil, "Hangi partiyle en uyumlu ve daha uzun ömürlü koalisyon mümkün ve münasip olur?" duygusu ağır basmalıydı.

Temel zihniyet olarak yanlış bir çizgide ama farklı kategoride gördüğümüz partilerden "bize yakın" zannettiklerimizden ziyade, "hizmete yatkın" görülenlerle hükümet kurmak hem ülkemiz, hem de partimiz açısından daha da hayırlı olacaktı.

His ve heyecanlarla siyaset ve hükümet yapılmayacağını, milli çıkarlarımız ve ortak paydalarımız doğrultusunda, uzlaşmak gerektiğini artık anlamamız lazımdı. Hem, daha geniş bir halk tabanına dayanan bir koalisyonla, önemli sorunların üstesinden gelmek ve acemilik dönemini rahat geçirmek daha kolay olacaktı.

İsrail Cumhurbaşkanı Weizmann'ın Habitat için geldiği İstanbul'dan ayrılırken: "Cumhurbaşkanı Demirel benim çok yakın dostumdur. Onu iyi tanırım. Ve eminim ki böyle bir durumu (yani Refah'ın iktidar olmasını) engellemek için elinden geleni yapıyordur. Ayrıca Ordu’nun da bu konuda elinden geleni yapacağını sanıyorum" şeklindeki talihsiz ve terbiyesiz sözleri, Refah'ın iktidarda olmasının ne denli gerekli olduğunu göstermesi bakımından, oldukça anlamlıydı.

Ve zaten Refah'ı iktidar ortağı yapmamak için tepinenlerin ve suni senaryolar tertip edenlerin hepsi de, Siyonist Weizmann'ın uzaktan kumandalı adamları ve uşaklarıydı. Cumhurbaşkanı Sayın Demirel'i kendi sekreteri ve Ordumuzu da kendi emir eri gibi gören ve açıkça iç işlerimize müdahale eden bu Siyonist’e verilecek en güzel cevap ise, Erbakan'ın Başbakanlığında Refah'ın Hükümet kurmasıydı. Ve işte, 29 Haziran 1996... Bugün tarihi ve talihli bir aşamaydı... Bugün tarihe mal olacak bir köşe taşıydı.

Şimdi Millet İttifakı da işte, bu nedenlerle tarihi bir önem taşımaktaydı.

Erbakan’ın Adım Adım Bâtılı (Yanlışları) Aşıp, Hakkı (Doğruları) Uygulama Arayışları!

Erbakan'ın 1 yıllık Başbakanlığı ise; çok uzun süren "geçiş döneminin" sonuçlanması ve artık "geliş" döneminin başlamasıydı. Daha önce belirttiğimiz gibi, İslam’ı temsilen Osmanlı’nın hâkim olduğu dönemde "Yeryüzünde Hak ve adalet var! Bâtıla ve zulme geçit yok!" zihniyeti ve siyaseti izlenmişti.

Ama cihad ve içtihat (Milli savunma ve ilmi kalkınma) ruhunun körlenmesiyle Osmanlı bünyesinde zafiyet baş göstermiş ve Tanzimat’la birlikte, "Bundan böyle Hakkın yanında, bâtıl da var!" denilmişti.

Ve sonunda Osmanlı’nın yıkılması ve 1. Dünya Savaşı sonunda Siyonist hâkimiyetinin başlamasıyla "Artık yeryüzünde sadece bâtıl ve zulüm kalmıştır. Hak ve adalet kaldırılmış, şeytanın saltanatı başlamıştır!" noktasına gelinmişti.

Ama Atatürk’ün önderliğindeki şanlı kurtuluş mücadelesinin, Cumhuriyet’e geçilmesinin, şaibeli ölümünden sonraki yozlaştırma girişimlerinin ardından, 70'li yıllarda Milli Nizam’la başlayan bir hareket, "Yeter artık meydanı boş bulduğunuz!.. Bâtıl varsa bilesiniz ki Hak da var!" diye sesini yükseltmiş ve mücadeleye girişmişti...

Ve sonunda 1 yıl süren Erbakan’ın Başbakanlığı sürecinde ise; her türlü bâtılın, barbarlığın, bedavacılığın ortadan kaldırılması… Her dinden ve her görüşten bütün insanların birlikte barış içinde yaşama şartlarının oluşturulması için son hazırlıklar da tamamlanmış ve "Hem ülkemizde hem yeryüzünde, artık hak ve adalet hâkimdir!.. Zulüm ve sömürü dönemi bitmiştir!" diye ilan edilecek mutlu sona yürünmeye başlanmıştı.

Bakınız; diğerlerinin 5 yılda beceremediğini, Erbakan Hükümeti 11 ayda başarmıştır:

• Memurlara yüzde 200 zam yapılmış...

• Bağ-Kur’lunun maaşı 3 katına çıkarılmış...

• Asgari ücret yüzde 100 artırılmış...

• Vergisiz ve zamsız ilk paket açıklanmış...

• Basının promosyon pervasızlığı bastırılmış...

• Çekiç Güç; önce pazarlık masasına yatırılmış ve 12 önemli taviz koparılmış ve sonunda bölgemizden atılmış...

• Tüm mağdur ve muhtaç vatandaşların Sosyal Dayanışma Fonu yoluyla devlet sigortasına alındığına dair Başbakanlık Genelgesi yayınlanmış...

• Erbakan ilk ziyaretini çok anlamlı bir jestle, Kıbrıs’a yapmış...

• Amerika’nın İran’ı yeniden vurmak için bahane aradığı bir ortamda, yine çok haysiyetli ve cesaretli bir tavırla, ilk resmi yurt dışı seyahatini İran'a, oradan Pakistan ve Endonezya gibi İslam ülkelerine programlamış...

• İsrail Savunma Bakanı’nın Türkiye’ye yapacağı ziyareti kaale almamış!..

• İsrail’le yapılan askeri anlaşmayı ülkemiz lehine şartlara bağlamış...

• Milli harp sanayinin canlandırılması amacıyla öncelikle savaş helikopterlerinin yapımı için derhal girişimler başlatılmış...

• PKK’nın gelir kaynakları ve kan damarları koparılmış; Kürt halkımızla PKK, birbirinden ayrı tutulması için dikkatli davranılmış…

• Terör sorununun temelinden çözümüne yönelik sivil ve seviyeli diyalog yolu seçilmiş ve hapishanedeki açlık grevlerinde ilk sevindirici sonuçları alınmıştır...

Bu kadar kısa zamanda, bu denli olumlu kararları, hem de ılımlı yollarla başarabilen bir hükümet, samimiyetle tebrik ve takdir edilmez miydi?.. Uygar ve uyumlu davranışlarıyla, sorumlu ve seviyeli tutumlarıyla, bu hayırlı sonuçlara katkılarından dolayı da koalisyonun diğer ortağı DYP'yi ve özellikle Tansu Çiller Hanımefendi’yi de kutlamamız gerekmez miydi?..

İşte Erbakan’ın Refah-Yol döneminde ekonomide ve sosyal adalette, bir yılda yapılanlar ve amaçlananlar:

Erbakan Hoca iktidara geldiklerinde, Türkiye’yi bir motora benzetmişlerdi. Kendileri zaten dünya çapında bir motor profesörüydü ve benzetmesi oldukça önemliydi. Hoca’nın bu motorla ilgili teşhisi ise, çok daha önemli ve ilginçti. Motor "ambale" olmuştu. Yani aşırı yükten ve bakımsızlıktan dolayı patlama ve parçalanma noktasına gelinmişti.

Hoca’nın tedavi önerisi ise, hayati bir kurtuluş reçetesi niteliğindeydi: Beklemeye ve ihmal edilmeye gelmez! Motor bu haliyle döndürülmeye devam edilirse, sonunda yatak sarar ve krank kırar. Bu ise hepimizin içinde bulunduğu geminin batması demektir...

Erbakan Hoca bu yüzden, anarşi ve terörü dizginleyecek etkin tedbirler yanında, acil ihtiyaç duyulan ekonomik önlemleri de almaya başladı:

a- Türkiye’de, Cumhuriyet tarihinde ilk defa denk bütçe hazırlandı ve şeytan şebekeleri ortalığı karıştırıncaya kadar başarıyla uygulandı.

b- Türkiye, hem dış borç kuyruğundan, hem de iç borç batağından kurtarıldı.

c- Faiz oranları hızla aşağı çekildi... Ve ekonomiyi boğan faiz kıskacı kırıldı.

d- Havuz Sistemi uygulamasıyla, (yani tüm kamu bütçelerinin tek bir hesapta toplanıp, ihtiyaç duyan diğer kurumlara faizsiz aktarılmasıyla) hem KİT’lerin bütçeleri kontrole alındı, hem de çok yüksek faizli gereksiz borçlanmalar kaldırıldı.

e- IMF ve Dünya Bankası gibi kuruluşlar bile, kısa dönemdeki bu üstün başarılar karşısında şaşkınlığa uğradı ve hayret ve de hayranlıklarını saklayamadı.

f- Refah-Yol Hükümeti işçiye, memura, emekliye ve köylüye bir yılda yüzde 300’e varan oranlarda ücret ve maaş artışı sağladı. Ve Eşel-Mobil’e geçilerek tarihi bir adım atıldı. Grevsiz, kavgasız toplu sözleşmeler, bu dönemde yaşandı.

g- Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Fonu’ndan, tüm fakir ve sahipsiz ailelere trilyonlarca yardımlar aktarıldı.

h- Öğrenci bursları ve Bağ-Kur’luların maaşları 3-4 misli artırıldı.

i- Özelleştirme faaliyetleri kontrol altına alındı, yandaşları kayırma ve ülkenin birikimlerini gözden çıkarma dönemi kapandı.

j- Bedelsiz ithalatla bütçeye 1.5 milyar marklık ek gelir sağlandı.

k- Yatırımlar çoğaldı ve yaygınlaştı.

l- Bürokrasi hantallığı kaldırıldı. Resmi işlemlere; kolaylık, çabukluk ve canlılık kazandırıldı.

m- Tabiatıyla bu olumlu ve onurlu girişim ve gelişmeler sonucu, enflasyon düşmeye, ekonomik ve ticari hayat dirilmeye ve düzelmeye başladı.

n- Şimdiye kadar sadece İstanbul dükalığına ve dönme diktasına sunulan kredi ve teşvik imkânları, artık Anadolu kalkınmasına ve yerli ve milli sanayinin oluşmasına aktarıldı.

o- Bütün bunlar yapılırken de, yeni zam ve vergi gibi kolaycı ve yıkıcı tedbirler ve acı reçeteler yerine, öz kaynakların kullanılması, üretimin arttırılması ve israfın kaldırılması gibi tutarlı çarelere başvuruldu.

ö- Güneydoğu’da yeniden köye dönüş başladı. Terör mağduru insanlarımıza, her türlü imkân ve emniyet sağlandı.

Ve işte tam bu noktada Refah-Yol Türkiye’si, gelecekle ilgili mutlu hedeflerini ve projelerini ortaya koymuşken, maalesef Siyonist tertipli 28 Şubat hıyanetiyle Hükümetten uzaklaştırılması süreci başlatıldı. Ancak Erbakan Hoca siyasi dehası ve ülke çıkarları sevdasıyla 4 ay daha iktidarda kalıp, çok hayırlı ve başarılı icraatlar yaptı. Bu süreçte Erbakan Hoca’nın; Yurdumuz ve Ordumuz zarar görmesin diye gösterdiği özveri ise takdire şayandı.

● Hoca’nın Almanya’da katıldığı gizli toplantı ve sorumlu tavrı

Erbakan Hocamıza 40 Sayfalık Mektup Yazdırtan Olay!

Almanya’daki özel ve gizli toplantıya Hoca nasıl katılmıştı, Müslümanlar aleyhindeki sinsi ve gayriinsani tuzakların nasıl farkına varmıştı? Kendileri anlatmıştı:

"Yıl 1952, ilkbahar aylarıydı...

Almanya'da doktora tezi ve doçentlik tezi çalışmalarımı bitirdikten sonra Aachen Technische Hochschule'sinde Prof. F.A.F Schmidt ile beraber bugünün harp sanayinin temelini teşkil eden füzeler ve Leopard tank motorlarının geliştirilmesiyle ilgili araştırmaları yürütüyorduk. Prof. Schmidt, harp içindeki Almanya'nın en üst seviyede araştırmalarını yapan Deutsche Luftfarhtforschung Merkezi'nin en önemli şahsiyeti sayılırdı. Alman ordusunun dünyada ilk defa Avrupa'da yapılan atışla Londra'yı tahrip için kullandığı V1, V2 füzelerinin keşfinde önemli rol oynamıştı. Bir gün üniversitenin araştırma laboratuvarında çalışırken benimle görüşmek istediğini söyledi. Önünde, ESSO Petrol Şirketi Genel Müdürü Dr. Müller'in gizli bir konferansa davet kartı bulunuyordu. Bu konferansa kendisinin gidemeyeceğini, ancak böyle bir şahsın verdiği konferansta isminin yazılı olduğu masanın boş kalmamasına da ehemmiyet verdiğini belirtti. Mümkünse bu konferansa kendi adına benim gidip, yerini almamı rica etti. Memnuniyetle kabul ettim.

ESSO Şirketi Genel Müdürü Dr. Müller açış konuşmasını yaparken:

"Sizleri her ne kadar ‘Bugünkü Arabistan’ konulu bir konferansa davet ettimse de, bu davetin böyle takdimi, konferansın gizliliği münasebetiyledir. Toplantının asıl maksadı şudur: Suudi Arabistan'ın yeni petrol bölgesi Damman'dan geliyorum. Amerikalılarla beraber dünyanın en zengin petrol kaynaklarını bulduk. Amerika'nın ve Avrupa'nın önemli şehirlerinde seçilmiş kimselerle yapılmasını programladığımız bu gizli toplantılarla, bu muazzam servetin Batılıların yararına kullanılmasını nasıl temin edebileceğimizin istişarelerini yapmak istiyoruz. Onun için bu büyük zenginlik hakkında size kısaca bilgi verdikten sonra, aslında ben sizin tavsiyelerinizi dinlemek istiyorum." dedi.

Suudi Arabistan'da dünyanın en zengin petrol yatakları bulunmuş ve ilk üretim başlamıştı. Buradaki rezervler dünya toplam rezervinin yüzde yirmisine denk, büyük ve zengin yataklardı. Batı bu rezervlerin kendi yararına kullanılmasını istiyordu ve daha ilk günden bunun tedbirlerini almaya çalışıyordu.

Dr. Müller, ayrıca konuşması esnasında; Müslümanlık hakkında gerçekle hiç alâkası olmayan o kadar yanlış şeyler anlattı ve Müslümanların hakkı olan bu petrolü onlardan alabilmek için toplantıya iştirak edenler de o kadar insanlık dışı haksız teklif ve tavsiyelerde bulundular ki; o gün hayatımın feveran göstermemek için en çok çaba sarf ettiğim günü oldu. Bunlar, Müslümanların evrimlerini henüz tamamlamadığını, bu nedenle tam insan sayılmayacaklarını, bu yüzden sömürülmelerinin ve hatta gerekirse öldürülmelerinin yanlış olmayacağını savunmuşlardı. Her birine hak ettikleri cevabı verebilirdim ama Prof. Schmidt'in yerine gittiğim ve Müslümanlara karşı daha ne gibi şeytani düşünce ve projeleri olduğunu dinleyip öğrenmem gerektiği için susmak zorunda kalmıştım. Ancak reaksiyonumu hemen o gece Türkiye'deki ve çeşitli İslam ülkelerindeki arkadaşlarıma 40 (kırk) sayfalık bir mektup yazarak duyurmak ihtiyacını hissettim.”

Erbakan Hoca, hep tarihi ilkleri başlatmış ve başarmıştı!

A- Siyasi hizmet ve öncesi:

       1- Profesör olma süreci, 2- Gümüş Motor hamlesi, 3- Odalar Birliği serüveni, 4- AP’ye katılım girişimleri, 5- Bağımsızlar Hareketi, 6- Milli Nizam Partisi dönemi, her biri bir ömre sığmaz başarı hikayeleriydi…

B- Siyasi koalisyonlar dönemi:

       1- CHP ile, 2- AP ve MHP ile (Milliyetçi Cephe Hükümetleri) ülkeye ve millete en hayırlı hizmetler üretilmişti.

C- Milli Görüş’ün halkın her kesimini şuurlandırma-hizmete sokma becerisi:

       ● Parti. ● Sendika - Hak-İş. ● MGV - Gençlik. ● Mefkureci Öğretmenler Derneği ● Milli Gazete gibi farklı sınıf ve statüdeki herkesin, bu tarihi hizmete katılacağı oluşumlar meydana getirilmişti.

D- Adil Düzen Sistemi: Aklıselime, müspet bilime, tarihi tecrübelere, vicdani kanaate, evrensel hukuk prensiplerine ve Kur’an-ı Kerim’e göre “doğru” sayılanların esas alınması ve “yanlış” sayılanlardan sakınılması ile hazırlanan yeni medeniyet projesidir.

E- Erbakan’ın Evrensel Projeleri:

  İslam Birleşmiş Milletleri Teşkilatı.

  İslam Ortak Pazarı.

  Ortak İslam Dinarı.

  İslam Savunma Paktı.

  İslam Bilim ve Teknoloji Vakfı.

F- D-8’ler (D-60’lar – D-120’ler)

  Tarihte ilk defa; Şii İran’la Ehl-i Sünnet’in resmi ittifakını Erbakan sağlamıştı.

Dünya Ehl-i Beyt Vakfı Genel Başkanı Fermani Altun Bey’in: Erbakan Hoca’yı Ziyareti ve Çiçek Demeti Hazırlatması!

Adıyaman E. İlçe Başkanımız değerli Adnan Uyar kardeşim aktarmıştı. Bizim de özel yakınlığımız ve gönül bağımız bulunan, Dünya Ehl-i Beyt Vakfı Genel Başkanı Fermani Altun Bey, “Alevi sorununu görüşmek, kalıcı ve kucaklayıcı çözümler üretmek” niyetiyle, yazlığındaki Erbakan Hocamızı ziyarete varmışlardı. Hal hatır sorduktan sonra, “Hocam, bu Alevi sorununa, artık insaflı ve akılcı bir çözüm bulmamız konusunu konuşmaya geldim…” deyince, Erbakan Hocamız; yarıya kadar su doldurulmuş bir vazo isteyip, Fermani Altun Bey’e; “Bahçedeki çeşitli çiçeklerden bir demet hazırlayıp bu vazoya yerleştir ve evin balkonunda bu konuyu özel görüşmek üzere lütfen oraya getir!” ricasında bulunmuşlardı. Elinde çeşitli çiçek demeti konulan vazoyla balkona gelen Fermani Bey’e Erbakan Hocamız; “Bu, her biri ayrı özellik ve güzellikte yaratılan çiçeklerin hangisi sorun ve sıkıntıdır?” diye sorunca, Fermani Bey: “Bunların her biri renkleriyle, rayihaları ile mükemmel bir görüntü sunuyorlar, sorun değil uyum içinde bulunuyorlar…” şeklinde yanıtlamışlardı.

Bunun üzerine Erbakan Hocamız: “Evet değerli kardeşim, Aziz Milletimizi oluşturan ve cennet ülkemizde bulunan Aleviler-Sünniler, Türkler-Kürtler, Göçmenler-Yerliler hepsi işte bu vazodaki farklı çiçekler gibidir. Dokularıyla, kokularıyla her biri ayrı özellik ve güzelliktedir. Asıl sorun, Alevileri ve Kürtleri sorun gören hastalıklı zihniyettir. Bizleri kardeş yapan, Milli birlik ve dirliğimizin mayası olan İslam bilincini körletmeye ve böylesi suni ve sinsi sorunlar üretmeye kalkışanlara asla fırsat vermemeliyiz, bizler de bu kasıtlı ve ayrıştırıcı sahte kavramları kullanıp hain güçlerin oyununa gelmemeliyiz!” buyurmuşlardı.

Makamı ziyarete gelen CHP’liler-MHP’liler-HDP’liler ve Alevilerle ilgili genel gözlemler; Erbakan Hoca’nın bugün her kesimde, nasıl sevildiğini ve özlendiğini ortaya koymaktaydı.

Bizim tespitimiz;

Aziz Erbakan Hocamızın: “Bir gün herkes Millî Görüşçü olacak” ve “Ülkesini seven ve bunun için fedakârlık yapanlar Milli Görüşçüdür” sözünün kerameti bu anket çalışmasında açığa çıkmıştır. Erbakan Hocamızın Makamını ziyaret eden; SP’li Milli Görüşçüler, YRP’li Milli Görüşçüler, AKP’li Millî Görüşçüler, CHP’li Milli Görüşçüler, Ülkücü Milli Görüşçüler, Bürokrat Milli Görüşçüler, sanayi ve teknoloji uzmanı Milli Görüşçüler vardı ve Erbakan’ın aziz hatırasına sahip çıkmaktalardı.

CHP’li bir ziyaretçinin şu sözü ilgi çekiciydi; “Erbakan Hocamız Milli değerimizdir, bu parti meselelerine sığmaz.”

Erbakan Hoca’nın İHA ve SİHA Projeleri ve Mutlu Sonuçları!

ESAM'ın tarihi bir toplantısında rahmetli Başbakanlarımızdan Prof. Dr. Necmettin Erbakan Hocamız, çağımızın dönüşüm projelerini şöyle açıklamıştı:

27 Mayıs 2006’da İstanbul Ali Sami Yen Stadı’nda muhteşem bir katılım ve coşkuyla kutlanan İstanbul'un Fetih yıl dönümü şöleninden bir gün sonra: Grand Cevahir Kongre Sarayı’nda ESAM tarafından düzenlenen ve İslam dünyasından yüzlerce devlet adamı ve ilim erbabının katılımı ile gerçekleşen, Milli Çözüm Ekibi olarak bizlerin de iştirak ettiğimiz “Müslüman Toplulukları ve Sorumlulukları” konulu ilmi konferansta Erbakan Hoca;

• İslam dünyasının ve insanlığın temel problemlerini ve sebeplerini,

• Kurtuluş çarelerini ve çözüm projelerini,

• Bunlarla ilgili yeni fikir önerilerini, fiili tatbikat örneklerini ve başarılı pratiklerini, çok akıcı bir dille ve çarpıcı misallerle anlatmıştı ve bunlar Milli Çözüm Dergimizde defalarca yazılmıştı.

Artık pilotsuz uçaklarımız hazırdı:

ASELSAN ve TAİ-TUSAŞ gibi Milli müesseselerimizin ve Teknoloji Araştırma şirketlerimizin ürettiği pilotsuz uçakların yapımı tamamlanmış, dünyadaki örneklerinden daha üstün ve etkin konuma ulaşmışlardır. Simülatör sistemiyle, bu uçakların kendisine zarar vermeden çok çeşitli denemeler rahatlıkla yapılmıştır. Bütün bunlarda seri imalat safhasına gelinmiş durumdadır. Her türlü silah ve teknolojik araç ve gereçler üretilip savunma ihtiyaçlarımız için hazırlanmıştır. Bütün bu özgün başarı ve birikimler, Şanlı Ordumuzun hizmetine sunulmuş bulunmaktadır.

a- Pilotsuz uçakların yanında her türlü bilgisayarlı savunma araç ve gereçlerinin,

b- Duvardan, kapıdan, mayınlı ortamdan, tel örgülü ve elektrikli manialardan aşan ve hedefine ulaşıp görevini yapan, yürüyen teknolojik böceklerin,

c- Ulusal ve uluslararası her türlü stratejik konuşma ve yazışmaları dinleyecek ve değerlendirecek, ama kendisi asla çözülmeyecek son sistem iletişim aletlerinin,

d- Düşman ülke ve örgütlerin elindeki bilgisayar sistemlerini, teknolojik projelerini, hıyanet ve saldırı girişimlerini, bunların çok özel ve gizli casusluk şebekelerini takip ve tahrip edici özellik ve yeteneklere sahip, sentetik ilaç kapsülleri benzeri, uzaktan kumandalı ve fark edilmesi imkânsız; bir nevi “suni cin” modellerinin, bunların hepsinin:

e- Tasarım ve proje başlangıçlarını,

f- Model ve deneme safhalarını,

g- Seri üretim ve geliştirme aşamalarını gerçek ve örnek video çekimleriyle gösteren Erbakan Hoca’nın bu tanıtım filmleri, hayret ve hayranlık uyandırmış ve: “Ahir zamanda ve Hz. Mehdi'nin Deccal'e karşı kutlu savaşında; barut ateş almayacak, silahlar patlamayacak” mealinde müjdelenen haberlerin nasıl hakikat olacağı böylece ispatlanmıştır.

Herhalde düşman güçler ve emperyalist merkezler de bu kutlu gerçeklerin ve mutlu gelişmelerin farkındaydı ve telaşındaydı. Ama önünde sonunda Hak bâtıla, adalet barbarlığa galebe çalacak, inşaallah Türkiye merkezli yeni bir medeniyet inkılabı yaşanacaktı. Bütün bu teknolojik harikaların altyapısını hazırlayan Aziz Erbakan Hocamızı minnetle ve şükranla anıyor, O’nun başlattığı tarihi devrim ve değişimin devam ettiğini hatırlatıyor ve pek yakında büyük zafere erişileceğini bekliyoruz.

Tarihi büyük devrimleri hazırlayan böylesi seçkin liderler, genellikle altyapıyı ve fikri programları hazırlar, en sadık talebeleri ise zafere ulaştırırdı. Kimisi bir Kadir Gecesi’ndeki samimi tevbesiyle, 83 yıllık (1000 aylık) sevap ve şeref kazanırdı. Kimisi 83 yıllık birikimini bir hecede mahvedip bırakırdı. Evet, AKP iktidarının bazı hayırlı icraatları da vardır. Ama manevi, ailevi, ahlâki ve ekonomik tahribatları bunların bin katıdır. Şimdi iz’anı ve vicdanı olanlara soruyoruz:

24 Temmuz 2020’de Ayasofya’yı açması mı daha sevaptır; İsrail’le normalleşme anlaşması mı daha ağır günahtır?

Başörtüsünü kısmen serbest bırakması mı daha sevaptır; yoksa İstanbul Sözleşmesi’yle eşcinselliği serbest bırakması ve zinayı suç olmaktan çıkarması mı daha günahtır?

Otoyollar, köprüler, havalimanları ve tüneller açması mı daha yararlıdır; yoksa ülkeyi resmiyette 640 milyar dolar, gerçekte 1,5 trilyon dolar borcun altına sokması mı daha zararlıdır?

Erbakan Hoca’nın projelerinin bir kısmı olan İHA ve SİHA’ların yapılması mı daha faydalıdır; yoksa tüm fabrikalarımızın ve Cumhuriyet kazanımlarımızın çoğunun küresel şirketlere satılıp savrulması mı daha ağır bir tahribattır?

Yoksulluktan, geçim sıkıntısından cinnet ve cinayetler artmıştır. Sefalet ve cinsi rezaletler artmıştır… Hırsızlık ve hilekârlık artmıştır. Ailevi huzursuzluklar ve boşanmalar artmıştır. Erdoğan iktidarlarının ahlâki ve ekonomik tahribatları toplumu bunaltmıştır. Yoksullaşma sonucu yozlaşmalar azıtmıştır. İntiharlar ve silahlı çatışmalar çoğalmıştır. Mustafa Kemal döneminde (1923-1938) Türkiye’nin kalkınma hızı %7,4 oranındaydı. 1940-2000 arası %5,3 kalkınma hızı, AKP’li 2002-2023 arası sadece %7,1 civarındadır. Ama toplum, rakam oyunlarıyla avutulup uyutulmaktadır.

Bu arada, daha önce NATO’ya alınmak üzere Türkiye’den vize koparmak için kırk takla atan İSVEÇ’in, üstelik ve özellikle Türkiye Büyükelçiliği önünde, meczup ve soytarı bir sözde siyasetçiye ve resmen polislerin koruma çemberinde Kur’an-ı Kerim yaktırma küstahlığı, ardından Hollanda’nın da aynı küstahlığı tekrarlaması öyle propaganda yapıldığı ve pompalandığı gibi; Sn. Tayyip Erdoğan’ın yeniden seçilmesine engel olmak için değil, tam aksine ve kanaatimize göre, onun yeniden Cumhurbaşkanı olmasını sağlamak içindi. Çünkü bu açıkça ve alçakça provokasyonu gören dindar halkın, bu hınç ve heyecanla yeniden Sn. Erdoğan’a kayacağını anlamamak için ahmak olmak lazımdı. Bu Siyonist ve emperyalist hamleler, bilardo oyununda deliğe girmesi istenen topa doğrudan değil de dolaylı toplar üzerinden yön vermekle aynıydı. Kaldı ki; Sn. Erdoğan’ın 20 yıldır, örnek aldığı Menderes, Demirel ve Özallarla beraber, 60 yıldır girmek için can attıkları Haçlı AB’nin diğer bütün ülkeleri de İslam’a karşı aynı şeytani amaç ve araçları kullanmaktaydı!..

Tam bir aşağılık kompleksiyle bu Haçlı AB’ye katılım bayağılığını Atatürk’ün hedefi ve hayali gibi göstermek de tam bir sahtekârlıktı. Çünkü Atatürk, Batı’ya uşaklığı değil, “Muasır Medeniyeti yakalama ve onu aşma” hedefini ortaya koymuşlardı. AKP, daha doğrusu Erdoğan sözcüsü Ömer Çelik’in: “Nefrete nefretle karşılık verilmez. Uygar ve uyumlu tavır sergilemeliyiz.” uyarıları da bizim yorum ve yaklaşımlarımızı haklı çıkarmaktaydı, çünkü bu alçaklıklar Erdoğan’a yaramaktaydı.

Dostlar, yaşadığımız ortam; hesaplaşma değil, helalleşme zamanıdır!

Bu konuda Sn. Kılıçdaroğlu tarihi bir adım atmıştır ve desteklenmesi lazımdır.

Bakınız, Sn. Erdoğan zalim dediği Sisi ile tokalaşıyor. Katil dediği Suud Kralı’yla kucaklaşıyor. Terörist dediği İsrail’in terör başı Herzog’u Saray’da ağırlıyor. FETÖ’cü dediği BAE Emiri’nin ayağına koşuyor… Ama ülke muhalefetine ve Sn. Kılıçdaroğlu’na yapmadığı hakaret kalmıyor. Bakınız, toplumun yarısına: İllet İttifakı, Zillet İttifakı, Rezalet İttifakı diye hakaret ediliyor!.. Şu büyük deprem felaketi üzerine bile Kılıçdaroğlu’nu muhatap almıyor ve sebepsiz yere suçlamaktan geri durmuyor. Öyleyse önümüzdeki seçimlerde bütün bunları dikkate alarak tercih yapmamız gerekiyor!

 


[1] Bakara: 208


Bu yazarin diger makaleleri

  Cenabı Hak, insanları kolayca tanışıp kaynaşsın ve birbirinin fazilet...
Devami
Euzübillahi-mineşŞeytanir-Racim Bismillah’ir-Rahman’ir-Rahim. Elhamdülillahi Rabbil Alemin. Vesselatü Vesselamü Ala Seyyidina Muhammedin...
Devami
  Big Bang (Büyük Patlama) ile Ortaya Çıkan: MUHTEŞEM KÂİNAT SARAYI VE İNSANIN SORUMLULUKLARI         ...
Devami
  Sadece bir işe yaradı!  Erdoğan'ın AB ile görüşmelerin devam...
Devami
  ATATÜRK’ÜN “İSLAM BİRLİĞİ” GAYRETLERİ        Davos’ta, önceden hazırlanan ve Müslüman halkımızın havasını almayı amaçlayan “One...
Devami
Gizli Dünya Devleti'nin hükümeti bilinen ve ABD’nin dış politikasına yön...
Devami

Makale Paylaşım Sayısı: 295

SON YORUMLAR