YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL MENÜ

DERGİLER

Ay Seçiniz
category
6649397baddc3
0
0
6401,171,6356,117,28,27,170,98,3,144,26,4,145,113,17,6330,1,110,12
Loading....

TOPLAM ZİYARETÇİLERİMİZ

Our Visitor

2 0 7 6 9 8
Bugün : 3449
Dün : 23538
Bu ay : 388886
Geçen ay : 737322
Toplam : 23905172
IP'niz : 3.135.222.253

SON YORUMLAR

Son Yorumlar

YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL YAZILAR

YENİ ÇIKAN KİTAPLARIMIZ

ADİL DÜNYA YAYINEVİ

Tel-Faks:

0212 438 40 40

0543 289 81 58

0532 660 12 79

 

GEREKTİĞİNDE DEVLET MÜDAHALESİ KAÇINILMAZDIR!

      

Haziran 2016 tarihinde Milli Çözüm Dergimizde yayınladığımız bu yazımızı, önemine binaen değerli okurlarımıza ve kamuoyuna tekrar hatırlatmayı, tarihi bir zorunluluk ve insani bir sorumluluk sayarak dikkatlerinize arz ediyoruz.      

AKP iktidarına ve Sn. Cumhurbaşkanı’na karşı bir askeri darbe yapılacağı iddiaları, malum ve marazlı medyada o dönem sıkça gündeme taşınmaktaydı. AKP’nin tahribatları bahanesiyle İslam düşmanlığı ve Batı uşaklığı yapan çevreler, Ordu’yu darbe yapmaya kışkırtarak, hem kendilerine iktidar yolunun açılacağını hem de TSK’yı yeniden yıpratıp güdümlerine sokacaklarını sanmaktaydı. Evet, Çözüm Süreci gafleti ve dalâletiyle 4 yıl boyunca PKK’nın Güneydoğu’ya silah ve mühimmat yığıp büyük ayaklanma hazırlığına göz yumulması, hatta bıçak kemiğe dayanınca TSK’nın inisiyatifi eline alıp PKK’nın belini kırma harekâtında; dönemin Mardin Valisinin, Nusaybin operasyonunu yöneten komutanların işini savsaklama yaklaşımları ve Diyarbakır’da yaşandığı gibi, terörist eşkıyalara yönelik operasyon hazırlıklarının PKK’ya sızdırılması sonucu gerekli tedbirlerin alınması elbette sabır taşını zorlamaktaydı. Ancak TSK; artık hamasi duygularla, kof laiklik damarının kışkırtılmasıyla ve hele ABD’nin arka çıkmasıyla değil, Milli sorumluluk duyarlılığıyla ve tarihi sonuçlarını hesaba katacak bir ortak akılla davranma olgunluğuna çoktan ulaşmıştı. Yani Türkiye’de klasik anlamda bir askeri darbe beklentisi içinde olanlar, hayal kırıklığına uğrayacaktı, çünkü böyle bir girişim asla olmayacaktı. Ancak; milletin dirlik ve bekası, ülkenin birlik ve bağımsızlığı tehlikeye düştüğünde bu kötü gidişata bir devlet müdahalesi elbette kaçınılmazdı. Öyle ki; iktidarın ve Cumhurbaşkanı’nın da mecburen olur vereceği, askerin ve emniyet güçlerinin birlikte hareket edeceği ve halkımızın da memnuniyetle destekleyeceği girişim ve gelişmeler herhalde yaşanacaktı.

Sn. Erdoğan’ın 2016’daki Amerika ziyareti öncesinde ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü John Kirby’nin, Türkiye’de bazı medya kuruluşlarında çıkan “ABD, AKP hükümetini ve Erdoğan’ı düşürmeye çalışıyor” iddialarını, “saçma sapan, yanıt vermeye bile değmez iddialar” şeklinde yanıtlaması; Türkiye’deki askeri darbe hesaplarından, ABD’nin de haberdar olduğunu ortaya koymaktaydı.

Ancak ABD’nin Türkiye’deki asker ve diplomatlarının ailelerini tahliye kararı kafaları karıştırmıştı.

Amerikan Savunma Bakanlığı, İncirlik Askeri Üssü’nün bulunduğu Adana ile Muğla ve İzmir’deki askeri personelinin aile ve yakınlarının, bulundukları kentleri terk etmeleri kararını niye almıştı? Yoksa Türkiye’yi iyice karıştırma planları mı vardı?

Meşhur yandaşlardan, Yeni Şafak gazetesi yazarı ve Ankara temsilcisi Abdülkadir Selvi, uzun yıllardır çalıştığı gazetesinden niye ayrılmıştı?

Yeni Şafak gazetesi yazarı ve Ankara temsilcisi Abdülkadir Selvi, 2016’da Yeni Şafak’tan ayrıldığını açıklamıştı. Abdülkadir Selvi’nin: Son 1 yıl içerisinde belki birkaç kez bu kararı vermem gerekiyordu. Kimi zaman acıyı bal eyledik. Sıkıntılara ‘davamız’ dedik, göğüs gerdik. Vefaya ve istişareye önem verdim. Onun gereğini yerine getirdiğim için bu süre uzadı” sözleri, o dönemde son bir yıldır PKK’ya karşı askerle birlikte davranan Sn. Cumhurbaşkanı’na bir uyarı mıydı? Yoksa yaklaşan askeri darbe korkusuyla gemiyi ilk terk eden fareler takımından mıydı? Abdülkadir Selvi, istifasının ardından Hürriyet’in yazar kadrosunda yer alacaktı. Deniz Zeyrek, Hürriyet Ankara Temsilciliği’ne devam edecek, Selvi ise Ankara’da yazar olarak görevine başlayacaktı. Yani Abdülkadir Selvi, Erdoğan’a yandaş gazeteden (o dönemdeki) karşıt gazeteye atlamıştı.

O süreçteki Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun 29 Mart 2016 Salı günü partisinin Meclis’teki grup toplantısında konuşurken: “Teröre karşı herkes maneviyatını ve moralini en yüksek düzeyde tutarak hayata karışmalıdır. Herkes sokağa, caddeye, bulvara, meydana büyük bir özgüvenle çıkmalı ve kucaklaşmalıdır. Biz karanlığı mum yakarak, şiddeti merhametle, nefreti daha fazla muhabbetle yeneceğiz…” sözleri neyin telaşıydı? Yoksa “Artık biz bu ülkeyi yönetemez ve terörle baş edemez hale geldik” itirafı mıydı?

Hürriyet’ten Ahmet Hakan, “Hulusi Paşa’ya açık mektup” yazarak:

“Genelkurmay Başkanı Sayın Hulusi Akar! Muhakkak sizin de dikkatinizi çekmiştir: Son zamanlarda gerek içerideki gerek dışarıdaki bazı ifrit, nobran ve antidemokratik tipler, ‘Asker darbe yapacak’ şeklinde bir tevatüre omuz vermekte ve gıybet kazanını fokur fokur kaynatmaktadır. Yok, asker rahatsızmış. Yok, ABD onay vermişmiş. Yok, Ordu içindeki Fetullahçılar plan yapıyormuş. Yok, dış konjonktür müsaitmiş. Yok, ‘Reza Bey’ olayı bahane edilecekmiş. Yok şuymuş, yok buymuş. Sayın Hulusi Akar! Siz de çok iyi bilirsiniz ki… ‘Darbe olacak’ demek, ‘Genelkurmay Başkanı darbe yapacak’ demektir. Yani darbeye dair her söylenti, her tevatür, her dedikodu… Aslında şahsen ve doğrudan sizi hedef almaktadır” sözleriyle hem kışkırtmakta hem Genelkurmay’ı açıklama yapmaya zorlamaktaydı.

Aslı ve ayarı malum Hasan Cemal ise:

“Asker, Erdoğan’ı sevebilir mi? Asker, Erdoğan’ı samimi bulabilir mi? Asker, Erdoğan’ın değiştiğine inanabilir mi? Ya da Milli Görüş gömleğini sırtından çıkardığına inanabilir mi? Asker, Erdoğan’ın hayata, Türkiye ve dünyaya bakışını beğenebilir mi? Paylaşabilir mi? Asker, Erdoğan’ın Atatürk’e, laik Cumhuriyet’e, din ve devlet işlerine bakışını olumlu bulabilir mi? Asker, Ergenekon ve Balyoz’la ilgili olarak, ‘Ben bu davaların savcısıyım’ diyebilmiş Erdoğan’a güvenebilir mi? Asker, kendi komutanlarının, kendi silah arkadaşlarının hapse atıldığı, yıllarca yargılandığı bir dönemin Başbakan’ından, Erdoğan’dan nereye kadar hoşlanabilirdi? Asker, bir Genelkurmay Başkanı’nın ‘terör örgütü liderliğinden yargılanmasını ne kadar içine sindirebilirdi? Asker, ‘Paralelciler bizi aldattı’ deyip işin içinden sıyrıldığını belirten Erdoğan’a ne kadar inanabilir, onu bu konuda ne kadar affedebilirdi? Asker, bir Cumhurbaşkanı olarak, bir Başkumandan olarak Erdoğan’ı ne kadar içine sindirebilirdi? Asker, sırtını sistemli bir biçimde Batı’ya dönen, yüzünü Doğu’ya, İslam âlemine çeviren, Batılı hayat tarzından hiç hoşlanmadığını her fırsatta belli eden bir Erdoğan’a sempati duyabilir mi? Asker, Erdoğan’ın Atatürk’e, laik Cumhuriyet’e ihanet ettiğini düşünüyor olabilir mi? Böylesi duygu ve düşünceler kafaların arkasında saklı duruyor olabilir mi?” sözleriyle hem kirli niyetini hem de gizli mahiyetini ortaya koymakta ve açıkça darbe şakşakçılığı yapmaktaydı.

Mason ve dönme İttihatçı Cemal Paşa’nın torunu Hasan Cemal, hâlâ TSK’yı Müslüman Türk Milletinin değil, Hristiyan ABD ve AB’nin ordusu sanmaktaydı. Erbakan’ı yıkarak bunları iktidara taşıdıkları 28 Şubat süreci ve sonrasında Sn. Recep T. Erdoğan’ı ve AKP iktidarını uzun yıllar alkışlayan ve arka çıkan, ama o dönemde son bir yıldır TSK ile uyumlu davrandığı için aleyhinde yazan bu Hasan Cemal’in asıl düşmanlığının Milli Ordumuza olduğunu anlamamak için ahmak olmak lazımdı.

“Yolsuzluk iddiaları, ekonomideki daralma; asker, polis, sivil her gün onlarca insanın ölmesi, şehirlerin yıkılması, canlı bomba saldırıları, çocuklara taciz-tecavüz olayları, Anayasa’nın askıya alınması, yargının siyasallaşması, dış politikada ağır iflas… Bu bir ülke için korkunç bir tablo. Fakat tüm bunlara rağmen insanlar parti tercihini değiştirmiyor. Siyasette bir kilitlenme var… Hal böyleyken yazarlar, gazeteciler, aydınlar, akademisyenler, muhalefet partileri… Genel olarak muhalif çevrelerde şöyle bir hava var: Bir mucize olacak, Erdoğan’ın planları sekteye uğrayacak ve Türkiye bu kötü gidişattan kurtulacak. (mış…) Erdoğan zaten vahim hatalar yapıyor. Hükümetin kifayetsizliği, kusurları ortada. Bunlar sır değil. Fakat elle tutulur bir alternatif yok. Bu da sır değil… Bir ülke bu şekilde yol alamaz… Söyler misiniz Allah aşkına ne olacak, nasıl olacak da işler düzelecek?.. Elbette Erdoğan bu politikayla önünde sonunda duvara toslayacak. Fakat ne kadar sürecek? Üç yıl mı? Beş yıl mı? On yıl mı? O gittiğinde ortada bir ülke kalacak mı?.. ‘Türkiye yıkılacak Erdoğan da altında kalacak.’ Bunu mu diyorsunuz?”[1] sözleriyle askeri darbeye mazeret ve meşruiyet kılıfı hazırlamaktaydı.

Genelkurmay’dan onurlu ve şuurlu darbe açıklaması!

“Ülkemizin ve milletimizin birlik, bütünlük ve güvenliği için, görevlerinin ifasında Anayasa’da belirtilen hukuk devleti, hukukun üstünlüğü ve demokratik toplum olmanın gerekleri prensiplerine bağlılığı temel esas alarak, Anayasa ve yasalar çerçevesinde kendisine verilen görevler doğrultusunda yurt içinde ve sınır ötesinde teröristlerle mücadele eden TSK; bazı il ve ilçelerde de gece gündüz demeden, hiçbir zorluğa aldırmadan, her türlü fedakârlık ve kahramanlığı göstererek, polis ve korucularla omuz omuza operasyonlarını aralıksız sürdürmektedir… Hal böyle iken bazı medya organlarında hiçbir dayanağı olmadan yapılan haber ve yorumlar doğal olarak kahraman silah arkadaşlarımızın moral ve motivasyonunu olumsuz etkilemekte, tüm mensuplarımızı rahatsız etmektedir… Milletinin engin sevgi ve güveninden güç alan, demokrasiye bağlılığını her ortamda dile getiren Türk Silahlı Kuvvetlerinde idari ve adli mekanizmalar sürekli ve etkin olarak çalıştırılmaktadır. Türk Silahlı Kuvvetlerinde disiplin, mutlak itaat ve tek emir-komuta esastır. Hiçbir yasa dışı, emir-komuta hiyerarşisi dışı oluşum ve/veya harekete taviz verilmesi söz konusu değildir. Bambaşka saiklerle yapıldığı anlaşılan ve hiçbir hukuki, insani, vicdani ve akli dayanağı olmayan, basın etiğinden ve üslubundan uzak, haddini aşan haber ve yorumları yapanlar hakkında hukuki işlemler başlatılmış ve suç duyurusunda bulunulmuştur. Kamuoyuna saygı ile duyurulur.”

Bu duyuru ve uyarılar Genelkurmay’ımızın olgun, onurlu ve şuurlu tavrını yansıtmakta ve Aziz Milletimize umut aşılamaktaydı. Ancak FETÖ yapılanmasıyla ilgili bütün iddiaları ciddiye alması ve gerekli takibatı yapması da lazımdı. Umarız Sn. Cumhurbaşkanı da, iktidar sorumluları da bu tehlikenin farkındaydı.

Genelkurmay Başkanlığı’nın bu sert açıklamasının muhatabının dönemin Sabah yazarı Rasim Ozan Kütahyalı olduğu da tartışılmıştı. Bu şımarık şarlatan “Türkiye ve Erdoğan’ı hedef alan operasyonlar” başlıklı yazısında, “Rus uçağının ‘Fetullahçı’ pilotlar tarafından düşürüldüğünü ve F-16 pilotlarının yüzde 50’sinin ‘Fetullahçı’ olduğunu” hatırlatmakla kalmamış, “2016 yılında TSK’dan toplu şekilde atılacak bunlar. Hulusi Akar direnmeye kalkarsa da istifasını verir. Bu kadar basit” diyerek bir nevi FETÖ’cüleri uyarmış ve kışkırtmıştı. Acaba yandaş yazar R. O. Kütahyalı, bu bilgileri kimden almıştı. İktidar çevreleri bunları biliyor idiyse niye tedbir almamışlardı?

Erdoğan Amerika’da Musevi Düşünce Kuruluşu temsilcileri ve akademisyenlerle buluşmuşlardı!?

Cumhurbaşkanı Recep T. Erdoğan St. Regis Oteli’nde, düşünce kuruluşu temsilcileri ve çoğu Yahudi asıllı akademisyenlerle yaptığı toplantıda kafa karıştırıcı bir konuşma yapmıştı. ABD’nin siyasi hayatına yön veren, dış politikasına katkı sunan akademisyenler ve düşünce kuruluşu temsilcileriyle bir araya gelmekten duyduğu memnuniyeti ifade eden Cumhurbaşkanı Erdoğan, ortak gündemlerinde son derece önemli konuların yer aldığını hatırlatmıştı.

ABD ile Türkiye’nin sahip olduğu ittifak ve ortaklığın önemini vurgulayan Erdoğan’ın: “Türkiye açısından geçmişte olduğu gibi bugün de ABD ile ilişkilerimiz vazgeçilmez niteliktedir. İş birliğimizi ortak değerler ve karşılıklı menfaatler temelinde geliştirmek için her türlü çabayı gösteriyoruz. Bunu yapmaya da devam edeceğiz. Karşı karşıya bulunduğumuz sorunların çözümünde Türkiye-ABD ittifakının bir alternatifi olmadığı ortadadır. Burada esas mesele bu iş birliğinin gerek stratejik gerek taktik düzlemde gerçek anlamda verimli kılınabilmesidir” sözleri ABD’ye kayıtsız şartsız teslimiyet ilanı mıydı? “Ey ABD sen teröristlerin yanında mısın, yoksa bizim (Türkiye’nin) yanında mısın?” çıkışları nerede kalmıştı? “ABD ile ilişkilerimizin vazgeçilmez bir nitelik taşıdığını, Türkiye-ABD ittifakının bir alternatifi bulunmadığını” belirten bir Cumhurbaşkanı ABD karşısında ağırlık ve saygınlığımızı ve Milli çıkarlarımızı nasıl koruyacaktı?

Sn. Cumhurbaşkanı’nın: “Terörün yayılması ve bugün Avrupa sınırlarına dayanan mülteci krizi, bu iki ülkedeki çöküşün en somut ürünleridir. Bu iki ülkedeki dağılma sürecinin önüne geçilemediği takdirde Batı toplumlarını çok daha vahim gelişmeler beklemektedir. Her şeyin küreselleştiği, sınırların anlamını kaybettiği bir dünyada bu tür krizlerin etkilerinden kimsenin uzak duramayacağı ve kendini koruyamayacağı kesindir” sözleriyle Irak ve Suriye’nin fiilen bölünmesine bir resmiyet kazandırma itirafı ve göç dalgasının yıkıcı etkilerinden Batı ülkelerini koruma telaşı, acaba yandaş yalakalarca hangi hikmet ve mazeretlerle yorumlanacaktı?

Cumhurbaşkanı Recep T. Erdoğan’ın, konakladığı St. Regis Oteli’nde, ABD’deki Musevi kuruluşlarının temsilcilerinden oluşan heyetle toplantılarına şu Siyonist baronlar da katılmışlardı:

B’nai B’rith Yönetim Kurulu Başkanı Peter Perlman, Siyonizm Karşıtlığıyla Mücadele Birliği Ulusal Direktörü Marvin Nathan, İtibarsızlaştırmayla Mücadele Birliği Yönetim Kurulu Başkanı Jonathan Greenblatt, Yahudi Kuruluşları Başkanlar Konferansı Eski Başkanı Richard Stone, Başkanlar Konferansı Başkan Yardımcısı Malcolm Hoenlein, Dünya Yahudi Kongresi Başkan Yardımcısı Robert Singer, AIPAC Başkanı Robert Cohen, AIPAC Siyasi İşler Direktörü Arthur Abramson, Washington Musevi Cemaati İlişkileri Kurulu İcra Direktörü Ron Halber, Georgetown Üniversitesi Öğretim Görevlisi Brenda Shaffer’in yer aldığı kabulde, Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Berat Albayrak, Gençlik ve Spor Bakanı Akif Çağatay Kılıç da hazır bulunmuşlardı.

Obama, Erdoğan’ın toplantısına asistanını bile yollamamıştı!

ABD’deki temasları beş gün süren Cumhurbaşkanı Recep T. Erdoğan, ilk toplantısını yapmıştı. Ajanslarda son dakika geçen haberde, toplantıya ABD Başkanı Obama’nın asistanının da katıldığı vurgulanmıştı. Ancak toplantıya katılan ismin Obama’nın eski asistanı olduğu anlaşılmıştı. Ayrıca bu toplantıya, German Marshall Fund Başkanı Karen Donfried, Washington Enstitüsü yöneticisi Michael Singh, Woodrow Wilson Merkezi Başkanı Jane Harman, Georgetown Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Joel Hellman, SAIS/Johns Hopkins Üniversitesi Dekanı Prof. Vali Nasr’ın da aralarında bulunduğu çok sayıda düşünce kuruluşu temsilcisi ve Yahudi asıllı akademisyen katılmıştı.

Beyaz Saray Sözcüsü Josh Earnest, Erdoğan’ın Washington ziyaretinde ABD Başkanı Obama’yla görüşüp görüşmeyeceğine dair küstahça bir açıklama yapmıştı.

Nükleer Güvenlik Zirvesi’ne katılacak olan Recep T. Erdoğan’ın, ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden’la resmi bir görüşme gerçekleştireceğini hatırlatan Beyaz Saray Sözcüsü Josh Earnest’in, “Başkan (Barack) Obama’nın da hazır buradayken Cumhurbaşkanı Erdoğan’la az da olsa bir çeşit konuşma gerçekleştireceğine eminim” sözleri onur kırıcıydı ve küstahçaydı. Erdoğan’ın Washington’daki dört günlük programının iki günü Obama’nın ev sahipliği yapacağı Nükleer Zirve’ye ayrılmıştı. Türk diplomatlar, zirve sürerken Obama’yla “ayaküstü” birkaç dakikalık buluşma ayarlayıp, basına “ikili görüşme” gibi servis etmek için çabalamaktaydı. ABD Başkanı Obama, Erdoğan’ın gezinin son gününde, Washington’a çok yakın mesafedeki Maryland eyaletindeki cami açılışına da katılmayacaktı. ABD ziyareti sırasında, konuşacak düşünce kuruluşu bulamayan Erdoğan için Türkiye’nin en güçlü iş kadınlarından birinin devreye girmesiyle, Yahudi Brookings Enstitüsü’nün toplantıya katıldığı bile basında yer almıştı.

Üstelik Obama’nın, AKP hükümetinin basın özgürlüğü ve demokrasi konularındaki uygulamalarını ilk kez kamuoyuna açık bir şekilde uyarması anlamlıydı!

ABD Başkanı Barack Obama, Cumhurbaşkanı Recep T. Erdoğan’ın da katıldığı Nükleer Güvenlik Zirvesi’nin kapanışında yaptığı konuşmada, “Türkiye’de basına yönelik yaklaşımın ülkeyi sıkıntı verici bir yola sokacağı” uyarısında bulunmuşlardı. Obama, “Türkiye’deki bazı eğilimlerden rahatsız olduğunu” da hatırlatmıştı. Türk hükümetinin basın özgürlüğü ve demokrasi konularındaki uygulamalarından rahatsızlığını vurgulayan Obama’nın: “Gerçek olan bir şey var ve bunu doğrudan kendilerine de hatırlattım. Türkiye’deki bazı eğilimlerden rahatsız olduğum bir sır değil. Ben basın özgürlüğüne, din özgürlüğüne, hukuk ve demokrasiye güçlü bir şekilde inanmaktayım ve korunmasından yanayım” sözleri nasıl yorumlanmalıydı?

Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu’nun “PYD yüzünden ABD’yle küsecek değiliz” zavallılığı!

Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, o süreçte Suriye’deki son gelişmelerle ilgili Washington’da flaş açıklamalar yapmış “PYD konusundaki görüş ayrılığı yüzünden ABD ile küsecek değiliz” itirafında bulunmuşlardı. ABD’nin Washington kentinde temaslarda bulunan Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, Amerika’nın Sesi radyosuna iki ülke ilişkilerini yorumlamıştı. Dışişleri Bakanı, bazı konularda ABD ile farklı düşünmenin normal bir süreç olduğunu ifade ederken; “PYD konusunda farklı düşünüyoruz diye küsecek değiliz” sözleri, bunların ayarını ortaya koymaktaydı. Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu, ABD Dışişleri Bakanı John Kerry ile görüşmesinde, daha çok Suriye’deki ateşkesin devamı ve terör örgütü IŞİD ile mücadele konusunda görüştüklerini de hatırlatmıştı.

İngiliz The Times gazetesi, ABD’nin, Türkiye-Suriye sınırında IŞİD’in elinde kalan tek bölgenin kimde kalması noktasında anlaşmazlık yaşadığını, diğer bütün konularda mutabakat sağlandığını yazmıştı.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Washington ziyareti öncesinde, Türkiye-Suriye sınırında IŞİD’in elinde kalan son bölge Cerablus’un, IŞİD’den sonra ılımlı muhaliflerin mi yoksa PYD’nin mi kontrolüne geçeceği yönünde Ankara-Washington arasında pürüz yaşandığı vurgulanmıştı.

Özetle:

Cumhurbaşkanı Recep T. Erdoğan, Washington’da 31 Mart – 1 Nisan 2016 tarihleri arasında gerçekleşen Nükleer Güvenlik Zirvesi ile birlikte bir dizi programa iştirak etmek için ABD’ye uçmuşlardı. Özellikle uluslararası terör ile Suriye krizinin ele alınacağı belirtilen programın detayları ise sonradan ortaya çıkmıştı. Erdoğan’ın seyahatinin iş adamı Rıza Zarrab’ın Miami’de tutuklanmasından hemen sonrasına denk gelmesi de dikkatlerden kaçmamıştı. Erdoğan’ın ABD ziyaretinin en önemli durağı ise Yahudi lobilerine yakınlığı ile bilinen Washington merkezli düşünce kuruluşu Brookings Enstitüsü’nde yapılan toplantıydı. Daha önce Suriye’nin bölünmesi ile ilgili raporlar hazırlayan düşünce kuruluşundaki etkinliğe katılan Erdoğan, burada ‘Küresel Sınamalar ve Türkiye’nin 2023 Hedefleri’ başlıklı bir konuşma yapmıştı. Erdoğan’ın Brookings Enstitüsü programının dışında da bazı Musevi kurum ve kuruluşlarının temsilcileriyle de bir araya gelmesi ayarlanmıştı.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın her ABD ziyareti, dikkat çeken ilişkilere de sahne olmaktaydı. Özellikle 2004 yılında yaptığı bir ziyaret, tarihe ‘Üstün Cesaret Ödülü’ alan Başbakan olarak geçmesine sebep olacaktı. 26-30 Ocak 2004 tarihinde ABD’ye gerçekleştirdiği ziyaretinde ünlü Amerikan Musevi Komitesi (AJC) Erdoğan’a ‘Üstün Cesaret Ödülü’ takmıştı. Ancak, bu ödül üzerinden 10 yıl geçtikten sonra ise işler tersine döndü. İsrail’in 2014 yılında Gazze’ye hain saldırısı üzerine Erdoğan’ın yaptığı eleştiriye karşın AJC Başkanlar Komitesi, Erdoğan’dan ödülü geri istediğini açıklamıştı. Erdoğan, kamuoyu önünde ödülün geri verileceğini söylemesine karşın ödülün geri verilip verilmediği ise hâlâ gizli tutulmaktaydı.

Sn. Cumhurbaşkanı 2016 Şubat ayında bu Siyonist ve Stratejist Yahudileri Ankara’da ağırlamıştı.

Erdoğan’ın ABD ziyaretinden önce Yahudi Kuruluşu temsilcilerini, Ankara’da Külliye’de ağırladığı da ortaya çıkmıştı. Türk Musevi Cemaati Lideri İshak İbrahimzadeh ile birlikte ünlü Yahudi kuruluşları olan American Jewish Congress (Amerikan Yahudi Kongresi – AJC) ve Anti-Defamation League (İftira ve Karalama ile Mücadele Birliği – ADL) mensuplarını 9 Şubat 2016 günü kabul ettiği anlaşılmıştı.

Sn. Cumhurbaşkanı’nın ABD gezisi bize İsrail ziyaretini hatırlatmıştı!

Hatırlayacaksınız, Sn. Tayyip Erdoğan 1 ve 2 Mayıs 2005 tarihlerinde İsrail işgal devletine bir ziyaret planlamıştı. Erdoğan’ın ziyareti Filistin özerk yönetim bölgesini de kapsamaktaydı. Sn. Tayyip Erdoğan’ın ziyaret programının birinci bölümü İsrail işgal devletine yönelik olacaktı. Ziyaretin bu bölümünde Erdoğan, işgal devletinin Cumhurbaşkanı Moşe Katsav, Başbakanı Ariel Sharon, Başbakan Kıdemli Yardımcısı Şimon Peres ve Ana Muhalefet Partisi SHINUI Başkanı Yosef Lapid’le görüşmeler yapacaktı. Erdoğan ayrıca “Türk Yahudiler” olarak nitelendirilen Türkiye göçmeni Yahudilerle buluşacaktı. Erdoğan’ın İsrail ziyareti esnasında muhtelif iş birliği anlaşmaları da yapılacaktı. Başbakanlıktan verilen bilgilere göre ziyarette Türkiye-İsrail Sınai, Araştırma ve Geliştirme Alanında İş birliği Anlaşması imzalanacaktı. Ancak işgal devleti yetkililerinin yaptığı açıklamalarda altmış kadar anlaşmanın gündeme getirileceği vurgulanmıştı. Bunlardan ne kadarı üzerinde önceden ittifak sağlandığını ve ne kadarının imzalandığını ise yetkililerin açıklaması lazımdı.

Sn. Tayyip Erdoğan’ın İsrail işgal devletine yönelik ziyaretine büyük bir kalabalık katılmıştı. Dönemin Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül, Sanayi ve Ticaret Bakanı Ali Coşkun, Tarım ve Köyişleri Bakanı Sami Güçlü, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Hilmi Güler… Ayrıca Başbakanlık ve Bakanlık Müsteşarlarından, Milletvekillerinden ve iş adamlarından birçok kişi ziyaret programında yer almıştı. Ziyarete bunların yanı sıra kalabalık bir basın grubu katılmıştı. Tayyip Erdoğan’ın İsrail işgal devletine böyle görkemli bir ziyaret yapmasında Türkiye’de İsrail yanlısı lobinin yürüttüğü yoğun propaganda faaliyetlerinin etkisinin olduğu anlaşılmıştı. Çünkü İsrail yanlısı lobinin içinde yer alanlar özellikle o dönemde, Türkiye’nin Amerika’yla ilişkilerini geliştirebilmesi için İsrail’le ilişkilerine önem vermesi gerektiği yönünde etkileyici propaganda yapmışlardı. Amerikan basınında Türkiye’yi ve Başbakan Erdoğan’ı hedef alıcı yayınların artmasından sonra söz konusu propaganda faaliyetleri daha da yaygın bir hal almıştı. Bu çerçevede Türkiye’yi İsrail’in yanına itmeye çalışan lobi, Erdoğan’ın Amerika’yla arasını düzeltebilmesi için İsrail’e yanaşmasının şart olduğunu sıkça vurgulamaya başlamıştı. Bu gelişmeler Amerika’daki yayın faaliyetleriyle Türkiye’deki lobi faaliyetlerinin aynı merkezden yönlendirildiği gerçeğini de ortaya koymaktaydı.

Ve hele, Anıtkabir’de saygı duruşunda bulunmayı “sap gibi hazır olda beklemek” sayanların, Sultan Abdülhamit Han’ın ve Osmanlı’nın yıkılışını ve İsrail’in kuruluşunu hazırlayan Siyonist şeytan Theodor Herzl’in yüce makamında huşû ve huzurla saygı duruşunda bulunmaları hiç unutulmayacaktı!

Yahudi Lobilerine yaranarak nereye varılacaktı?

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, Amerika’da Yahudi kuruluşlarının ileri gelenleriyle görüşmesinin olumlu geçmesi, yerli uşaklarını rahatlandırmıştı. Bu kuruluşlar arasında hayli önemli ve etkili “Anti- Defamation League” (ADL-Yahudi Karşıtlığıyla Mücadele Derneği) de vardı. Cumhurbaşkanı daha önce de Ankara’da yine önde gelen bir Amerikalı Yahudi heyetini Saray’da kabul ederek görüşmüş ve anlaşmışlardı. Türkiye 2016 Ocak ayında dış dünyada imaj çalışması için Amerika’daki Yahudi şirketleriyle ticari sözleşme imzaladığında, Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu şu açıklamayı yapmıştı: “Yurt dışında bazı lobi şirketleriyle anlaştık, bunu AKP için değil, Türkiye’nin imajı için yaptık. Hristiyan olunca iyi, Musevi olunca mı kötü?” (11 Şubat 2016) Bu sözler AKP’nin Yahudi ve Haçlı Lobilere teslimiyete mazeret kılıfıydı. Ayarı ve amacı malum, Hürriyet’ten Taha Akyol’un: “Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Yahudi lobileriyle yeniden sıcak ilişkiler kurması çok isabetlidir. Erdoğan’ın şu sözü de isabetlidir: ‘İsrail ve Türkiye’nin birbirine ihtiyacı var’ (2 Ocak 2016) sevinci her şeyi ortaya koymaktadır. Tabii iki ülkenin birbirine ihtiyacı 2016’da başlamadı, öteden beri böyleydi (böyle olmalıydı!?) Nitekim Erdoğan, Başbakanlığı döneminde 2004 yılında aynı ‘Anti-Defamation’ adlı Yahudi lobisi (ADL)nin ve ‘Amerikan Yahudi Kongresi’ (AJC)nin ‘Üstün Cesaret’ madalyalarını almıştı. Hatta Erdoğan döneminde Türkiye-İsrail ilişkileri, Esad rejimiyle İsrail’i barıştırma noktasına kadar ulaşmıştı.”

 


[1] 30.03.2016 – Levent Gültekin

 

0 0 votes
Değerlendirmeniz

Makale Paylaşım Sayısı: 

Ahmet AKGÜL

Ahmet AKGÜL

Yorumu Takip Et
Bildir
guest
6 Yorum
En Yeniler
Eskiler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments
Mehmet Akif AVC

Milli Devletin, İşbirlikçi İktidarı ve Siyonist Ağababalarını Bertaraf Etmesi Yakındır ve Bu, Kaçınılmaz Bir Gerekliliktir!
Şükürler olsun ki, Milli bir Devletimiz var. Erbakan hocanın temellerini attığı Milli Devlet, kendini devlet zannedip, devletin temellerine dinamit yerleştirenlerin ihanetlerini, en uygun zamanda, iplerini tutan Siyonist ağababalarıyla birlikte bertaraf edip, bütün insanlığın huzur ve refah içinde yaşayacağı Adil bir Düzeni inşa edecektir inşallah. Milli Devletin bu müdahalesi, kaçınılmaz bir gerekliliktir.

Makalede belirtilen aşağıdaki cümleler, din istismarcısı işbirlikçi iktidarın, kimlerin emrinde olduğunu hatırlatan ibretlik bir hakikattir:

“Cumhurbaşkanı Recep T. Erdoğan’ın, konakladığı St. Regis Oteli’nde, ABD’deki Musevi kuruluşlarının temsilcilerinden oluşan heyetle toplantılarına şu Siyonist baronlar da katılmışlardı:

B’nai B’rith Yönetim Kurulu Başkanı Peter Perlman, Siyonizm Karşıtlığıyla Mücadele Birliği Ulusal Direktörü Marvin Nathan, İtibarsızlaştırmayla Mücadele Birliği Yönetim Kurulu Başkanı Jonathan Greenblatt, Yahudi Kuruluşları Başkanlar Konferansı Eski Başkanı Richard Stone, Başkanlar Konferansı Başkan Yardımcısı Malcolm Hoenlein, Dünya Yahudi Kongresi Başkan Yardımcısı Robert Singer, AIPAC Başkanı Robert Cohen, AIPAC Siyasi İşler Direktörü Arthur Abramson, Washington Musevi Cemaati İlişkileri Kurulu İcra Direktörü Ron Halber, Georgetown Üniversitesi Öğretim Görevlisi Brenda Shaffer’in yer aldığı kabulde, Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Berat Albayrak, Gençlik ve Spor Bakanı Akif Çağatay Kılıç da hazır bulunmuşlardı.”

Mehmet S.Pınar

Devlet Müdahalesi Anayasal Zeminde Olacaktır!
Milli Çözümün Adil Siyasi Düzeninin en temel paradigmalarının başında Başkanlık Sistemi ve bu sistemin denetlenebilirliği gelmektedir.. Şeffaflığı esas alan, halka hizmeti en temel esas sayan bu sistemde muhalefet partileri dahil her türlü haklı hayırlı faydalı görüşün ve hazırlığı yapılmış çalışmanın ciddiyetle ele alınacağı bir sistemdir.. Seçim öncesi halka verilen vaatleri, yeteri süre ve imkân dahilinde yerine getiremeyen bir iktidarı bir diğer seçim sonrasına kadar bekleme süresi kalkacaktır. Ve sistem kendiliğinden iktidara el çektirecektir.. Şüphesiz bu sisteme hem iktidar hem muhalefet hem toplum da hazırlıklı hale getirilecek ve anayasal zeminde hukuk çerçevesinde etkinliğini idame ettirecektir….
♦️ Böylesi bir ideal ve adil sistemde her kurum ve yönetim kendi pozisyonunu bu esaslara göre şekillendirecektir..

Öylesine biri

Zamanı gelince butona basılacaktır
Allah tüm mazlum ve yalnız islam aleminin ve Türkiye yi bir kurtuluş anahtarı olarak gören tüm mazlumların duası ve ihtiyacı hatırına 20 küsür yıldır gamsız servet ve koltuk hevesli iş birlikçi ve hain AKP hükümetinden kurtarsın Aziz Necmettin Erbakan hocamızın ömrünü vakf ettiği ömrü boyunca üstünde durup geliştirip tek düşüncesi tüm mazlumların kurtulup reçetesi olan Adil dünya düzenine kavuştursun. Elbette milli ve şuurlu bin yıllık bi devleti ayakta tutan milli yapı tüm bu hainlikleri biliyor ve zamanı gelince butona basıp gereğini yapacağına asla şüphemiz yoktur.
Not : Nasıl yaşarsanız öyle yönetilirsiniz denilen olayda bu gaflet içinde yaşayan bu milletinde hak ettiği bir durumdur Allah bu gaflet içinde olan milleti de uyandırsın .
Elinize emeğinize sağlık tüm milli çözüm ekibini de rabbim her türlü kötülüklerden muhafaza eylesin.

Mücahit Dinç

Nass var Nass!
Bakara 120
Sen onların milletlerine (Siyonist ve emperyalist emellerine ve zulüm düzenlerine) tâbi olmadıkça Yahudi ve Hristiyanlar, kesinlikle Senden (ve Ümmet-i Muhammed’den) asla razı olacak (memnun kalacak) değillerdir. (Eğer Yahudi ve Hristiyanların zalim takımı, Müslüman bilinen kimselerden razıysa ve yardımcı oluyorsa, anlayın ki bunlar, kendilerinin güdümüne girmişlerdir.) De ki: Şüphesiz (tek) kurtuluş ve huzur yolu, Allah’ın yoludur (Peygamberin sünneti ve sistemidir). Eğer Sana gelen bunca ilimden (ve Kur’ani haber ve hükümlerden) sonra onların (yani Siyonist ve emperyalist odaklara yanaşanların) hevâlarına (ve şeytani arzularına) uyacak olursan, (artık) Senin için Allah (tarafın)dan ne bir dost, ne de bir yardımcı kalıverir.

Nisâ 45
(Halbuki) Allah sizin (gerçek dostlarınızı ve) düşmanlarınızı daha iyi Bilendir (ve bunun için Siyonist Yahudilerin, Haçlı ve dinsiz Hristiyan emperyalistlerin güdümüne girmenizi yasak etmiştir); oysa bir veli olarak (güvenip sığınılacak bir merci bakımından) Allah yeterlidir. Tam bir yardımcı ve zafere ulaştırıcı olarak da (yine) Allah kâfidir.

Mâide 51
Ey iman edenler! (Fitne çıkarmamak, anarşi ve ahlâksızlığı kışkırtmamak ve karşılıklı hak ve hürriyetlere saygılı bulunmak şartıyla; onlarla birlikte yaşayın, komşuluk yapın, ülke ve bölge nimetlerini paylaşın, ilmi ve iktisadi konularda yardımlaşın, ama gerçekten iman ve Allah’a itimat ediyorsanız sakın ha!) Yahudilerin (ırkçı emperyalist kesimlerini ve yine haksızlık ve ahlâksızlık hedefleyen bazı) Hristiyan (merkezlerini) veliler (yöneticiler) edinmeyin. (Onları dost ve dürüst zannedip, kendinize idareci, karar verici olarak kabullenmeyin. Zulüm ve hıyanet örgütlerine ve girişimlerine destek vermeyin.) Çünkü onlar, (sizin değil) birbirlerinin dostları ve destekleyicileridir. (Artık) Sizden her kim onları dost (ve rehber) edinip (peşlerine giderse), kesinlikle o da onlardandır. Şüphesiz Allah (Siyonist Yahudilere ve emperyalist Hristiyanlara değer ve destek veren ve Müslümanlara hıyanet eden) zalimler topluluğuna hidayet etmez (onların iman nurunu karartır). [Not: Bu ayet Yahudi ve Hristiyan kimselerle iyi ve insani ilişkileri, ticari ve bilimsel işbirliğini değil; zulüm sistemlerinin ve oluşumlarının güdümüne girmeyi yasaklamaktadır.]

Mâide 52
(Bu İlahi ikazlarımıza rağmen) Kalbinde maraz bulunan (şuursuz Müslüman)ları görürsün ki, hâlâ (Yahudi ve Hristiyanlarla ve onlara ait bâtıl kural ve kurumlarla dostluk hususunda) onların arasına koşuşturup yarışırlar (kâfirlere yaranmaya çalışırlar ve bu münafıklıklarına bahane olarak da); “aleyhimize gelişen ve değişen zaman içinde, başımıza bir felaket gelmesinden (ve Müslümanların mağlup olmasından) korkuyoruz. (Bari hiç değilse, Yahudi ve Hristiyanların yardımını kaçırmayalım, diye düşünüyoruz)” diyerek (sahte mazeretlere sığınırlar). Fakat pek yakında Allah (Müslümanlara) umulmadık bir zaferi veya Kendi katından mutlu bir emri (ve haberi) gönderecek de (o münafıklar) kendi içlerinde gizledikleri (şeytani heves ve hesaplarına) bin pişman (ve perişan) olacaklardır.

Mâide 57
Ey iman edenler! Sizden önce kendilerine kitap verilenlerden, dininizi alay ve oyun (konusu) edinenleri ve kâfirleri dostlar (veliler-yöneticiler) edinmeyin. Ve eğer (gerçekten) inanıyorsanız, Allah’tan korkup (kâfirlere ve zalimlere yaranmaktan) sakının. (Kâfir ve zalimlerin peşine gitmekten vazgeçin.)

Mâide 80
Onlardan (münafıklardan ve din istismarcılarından) birçoklarını, kâfirler (ve zalimlerle) dostluklar kurduklarını (onların velâyetine ve himayesine sığındıklarını) görürsün. Nefislerinin (dünyevi heves ve beklentilerinin) kendileri için takdim edip (önerdiği ve önemsediği şey, yani makam ve menfaat için kâfirlere yağcılık etmek) ne kadar kötü bir şeydir. Allah bunlara öfkelenip gazaplanmıştır ve onlar ebedi azapta kalacaklardır. (Zira bunu hak etmişlerdir.)

Tevbe 23
Ey iman edenler! Eğer imana (ve İslam davasına) karşı inkârı (ve din düşmanlarını) sevip tercih ediyorlarsa; babalarınız ve kardeşleriniz bile olsa, onları dostlar (veli-idareci-yönetici) edinip (başınızda) tutmayın! Sizden kim onları (hâlâ) dostlar edinirse, işte asıl zalim onlardır.

Mücadele 14
Allah’ın kendilerine karşı gazaplandığı bir kavmi (Siyonist Yahudileri, işbirlikçilerini ve zalim müşrikleri) veli (dost ve müttefik) edinenleri görmüyor (ve hâlâ anlamıyor) musun? Onlar ne sizden, ne de onlardandırlar. (Bunlar ortada kalmış hain ve gafil takımıdırlar.) Kendileri de (açıkça bu gerçeği) bildikleri halde, (Hakk ve hayır niyetli olduklarına) yalan üzere yemin edip durmaktadırlar (ve bunlar mü’minleri aldatıp oyalamaya çalışmaktadırlar).

Mümtehine 1
Ey iman edenler, (sakın) Benim de düşmanım sizin de düşmanınız olan (kişileri, çevreleri ve ülkeleri) evliya (dostlar ve müttefikler) edinmeyin. (Zalim ve kâfir güçlerin hükmüne ve himayesine girmeyin. Bu uyarılarıma rağmen hangi sebep ve beklentiyle) Siz hâlâ onlara karşı meveddet (yaranmak için muhabbet ve destek çağrısı) yöneltmekte (ve onlara yakınlık mesajı ve tavrı iletmekte)siniz! Oysa onlar size Hakk’tan gelen (Kur’ani emir ve hükümleri) inkâr etmişler, Rabbiniz olan Allah’a imanınızdan dolayı, Elçiyi de, sizi de (ülkenizden, hak ve hürriyetlerinizden) çıkarmaya girişmişlerdir. Eğer siz, Benim uğrumda (Kur’an’ın adalet kurallarını hâkim kılmak ve herkese temel insan haklarını sağlamak üzere) CİHAD etmek ve Benim rızama erişmek (niyeti ve gayretiyle yola) çıkmış iseniz; (nasıl oluyor da hâlâ kalbinizin içinde zalim ve kâfir güruhuna) onlara karşı meveddet (sevgi ve destek) gizliyorsunuz (ve Müslümanların sırlarını onlara veriyorsunuz? Oysa) Ben sizin gizli tuttuklarınızı da açığa vurduklarınızı da bilirim. Sizden kim bunu yaparsa (zalim ve kâfir güçlere yaranmaya ve sığınmaya çalışırsa), artık o kesinlikle (Hakk) yolun ortasından şaşırıp-sapmış birisidir.

Mümtehine 9
(Ancak ey mü’minler!) Allah, din konusunda sizinle savaşanları (İslam’ı yıkmaya ve yozlaştırmaya çalışanları), sizi yurtlarınızdan (huzur ve hürriyet ortamınızdan) sürüp çıkarmaya (çabalayanları) ve (sindirilip susturulmanız ve esir konumuna sokulmanız üzere vatanınızdan ve haklarınızdan) uzaklaştırılıp çıkarılmanız için (uğraşan Yahudi, Hristiyan ve müşriklere) arka çıkanları, (işte bunları tutup) veli (rehber, dost, yoldaş) edinmenizi (şiddetle sakındırıp) yasak etmektedir. Kim bunları (hâlâ) dost edinip (peşinden giderse), artık onlar gerçekten zalimlerin ta kendileridir.

Mus ab

Kutlu Milli Çözüm kadroların İsrail’i tarihin çöplüğüne gömmesi ve YENİ BİR DÜNYAYI kurması an meselesi.
Bir devlet müdahalesi ile tüm sahtekarlıkların, gafletin, ihanetin, düşmanla işbirlikçilerin ortaya çıkması artık kaçınılmaz. Aynı zamanda vatana, milletimize, dinimize en sadık ve ülke sorunlarını çağın şartlarına uygun çözüm yolları/projeleri sunan ve geçmişte dünya çapında tarihi başarılara imza [b]Aziz Erbakan Hocamızın[/b] siyaset ve stratejisine hakim kadroların [b]Üstad Ahmet Akgül’ün[/b] Hocamızın ve Milli Çözüm kadrolarının olduğu inkar edilmez bir gerçek olduğu aşikar olmak üzere. Kutlu Milli Çözüm kadroların İsrail’i tarihin çöplüğüne gömmesi ve YENİ BİR DÜNYAYI kurması an meselesi.

Veysel

Kurtaramaz Putların!
Yazıyı baştan sona okuyunca, aklıma ne hikmetse Üstad Ahmet Akgül hocamızın “Kurtaramaz Putların” şiiri geldi. İnsan, Allah Teala hazretlerinden başkasına sırtını dayasa da kurtaramayacağını bilmeli elbet…

“Bugün, dünün meyvesi, yarının çekirdeği
Son menzile dönüyor, ömrünün tekerleği
Can çırpınır; istemez, bedenden çekilmeyi
Kalp sıkışır, ruh çıkar, tükenir umutların
Azrail’den alamaz, seni bütün putların!

Hepsi geride kaldı, yalılar ve villalar
Teneşire konunca, başlıyor vaveylalar
Başka sevgili bulur, Ajdalar ve Leylalar
Faydası yok ampulün, katırların kurtların
Yalnız bırakır bâtıl, partilerin putların!

O kirli paraların, saklı gizli kasada
Ve viski şişelerin, yarım kaldı masada
Elbisen kefen bezi, modaya uymasa da
Çürüyecek; cilalı, cevizden tabutların
Haydi kurtarsın seni, kurtarıcı putların!

Bâtıla hayran iken, sen İslam’a düşmandın
Okulunu kapattın, Kur’an’dan hoşlanmazdın
Faydası olmaz amma, can verirken pişmandın
Sen kölesi olmuştun, hep barbar tağutların
Şimdi sahip çıkmıyor, pek sevdiğin putların!

Bil ki karanlık kabrin; bulunmaz kapıları
Ne banka şubeleri, ne kredi kartları
Mirasçılar paylaşır, yatları ve katları
Dağılacak elbette; yuvaların yurtların
Hiç boşuna bekleme, gelmeyecek putların!

Bu daracık mezarda, şimdi hesap başlıyor
Günahkâr zalimleri, çetin azap haşlıyor
Bak hâlâ şu zavallı, başörtüsü taşlıyor
Toprak atıp dağılır, tüm yalancı dostların
Seni hep terk ederler, tapındığın putların!

Put ki: arzularındır; yücelttiğin taptığın
Çıkarların uğrunda, her haksızlık yaptığın
Ön yargın saplantındır, inat edip saptığın
Silkin artık dökülsün, içindeki kurtların
Seni mahvedecekler, o mukaddes putların!

Ahireti unuttun, Allah’tan korkmuyordun
Kur’an’ın kapağını, açıp da bakmıyordun
Adil Düzen diyeni, meclise sokmuyordun
Piyonu olup çıktın, Siyonist haydutların
Şimdi kurtarsın seni, güvendiğin putların!

Kaçamak yaptığınız; o karılar, kocalar
Şimdi bak; herkes kendi, pisliğinde bocalar
Ne masonik localar, ne münafık hocalar
Bak faydası olmuyor, o sahte mabutların
Çağır seni kurtarsın, bu zavallı putların!

Şehvete ve şöhrete, böyle kul oldun gittin
Makam servet peşinde; niye pul oldun gittin
Sonunda cehenneme; yazık kül oldun gittin
Gördün ya kuruntuymuş; bütün bu tabuların
Seni yalnız bıraktı, güvendiğin putların!

Kimilerin partisi, kimin locası puttur
Birilerinin şeyhi; veya hocası puttur
Çoklarının karısı; bazı kocası puttur
Kimi kölesi olmuş; çulların çaputların
Gel Allah’a yönel ki, faydası yok putların!

Ahmet Hoca Hak Nebi, hakikat temsilidir
Fikir aklın, zikr kalbin; cilası, tespihidir
Hazırlan, kabir suali; bir kimlik tespitidir
Gayesiz ve gayretsiz; boş hayal tutkuların
Gel Hakk’a gönül ver ki, faydası yok putların!”

Üstad Ahmet Akgül

ÖZEL YAZILAR

YORUMLAR

Son Yorumlar
6
0
Yorumunuzu okumaktan memnuniyet duyarızx