YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL MENÜ

DERGİLER

Ay Seçiniz
category
68c1b98bceca3
0
0
6401,171,6356,117,28,27,170,98,3,144,26,4,145,113,17,6330,1,110,12
Loading....

TOPLAM ZİYARETÇİLERİMİZ

Our Visitor

2 0 8 7 2 8
Bugün : 36685
Dün : 46483
Bu ay : 452749
Geçen ay : 1415082
Toplam : 42129121
IP'niz : 216.73.216.17

SON YORUMLAR

Son Yorumlar

YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL YAZILAR

YENİ ÇIKAN KİTAPLARIMIZ

ADİL DÜNYA YAYINEVİ

Tel-Faks:

0212 438 40 40

0543 289 81 58

0532 660 12 79

Hem karşılaştığımızda, hem telefon konuşmalarımızda:

. Hükümete ve Cemaate haksız yere saldırdığımızı ve hayırlı hizmetlerini hesaba katmadığımızı

. Milli Görüşçülükle Atatürkçülüğün asla uyuşmadığını ve bu nedenle gereksiz ve temelsiz iddialara kalkıştığımızı

. “Adil Düzen”in, içi doldurulmamış sloganik bir söylem olduğunu, böylesi hamasi ve hayali projelerle, reel bir sistem olan “Küresel Düzen”in karşısına çıkılamayacağını

. “Siyonizm’in yakında çökeceği ve Adil Düzen’in hâkimiyeti” konusunda insanları boşuna umutlandırdığımızı

Hatırlatıp bizi uyaran, hatta yumuşak şekilde “fesatçılıkla” suçlayan dostuma, önce hakkımızdaki duygu ve düşüncelerini açıkça paylaştığı ve “paylar gibi” davransa da, arkamızdan konuşmadığı için, tebrik ve takdirlerimi sunuyorum. Ayrıca, bu konulardaki gerçeklerin açıklanmasına vesile oldukları için de kendilerine teşekkür ediyorum.

Öncelikle bizi tenkit, hatta tahkir ettikleri hususlardaki kanaat ve gayretlerimizin, öyle kendi kafamızdan ve kuruntularımızdan kaynaklanan “saplantı ve saptırmalar” olmayıp, Kur’an-ı Kerim ayetlerinin ve Hadis-i Şeriflerin açık buyruklarına, geçmişteki ve günümüzdeki ilim ve irfan erbabının beyanlarına dayandığını, Müslümanların ve insanlığın ihtiyaçlarını karşılamayı ve bu zillet ve sefaletten kurtarmayı amaçladığını, özellikle belirtmek istiyorum.

A- AKP Hükümeti ve Fetullah Gülen Hareketi ise, ettikleri hizmetler, verdikleri hezimetlerin yanında hiç kalan oluşumlardır. Kur’an’ın günah-sevap kefesinde ve vicdan terazisiyle tartıldığında korkunç tahribatları ortaya çıkmaktadır!

Cemaat:

. Sözde değil, ama fikren ve fiilen Kur’an ahkâmını ve İslam şeriatını gereksiz saymakta

. Haçlı emperyalistlere ve Siyonist Yahudilere yaranmak hatırına, Kelime-i Şehadet’in “Muhammedün Resulüllah” rüknünü bile kaldırmakta

. “Dinler Arası Diyolog” safsatasıyla, batıl ve bozuk felsefelerle İslamiyet’i karıştırıp-barıştırıp yozlaştırmakta

. ABD ve AB’nin Müslümanlara ve mazlum insanlığa yönelik işgal ve sömürülerine taşeronluk yapmakta

.  Zalim ve kâfir odakların cinayet ve rezaletlerine mazeret ve meşruiyet uydurmakta

. Cihat (Devlet ve hâkimiyet) ruhu köreltilip, küresel emperyalizmin dindar ve demokrat gönüllüleri haline getirilmiş bir nesil hazırlamakta

.  İslami temellere ve insani hedeflere odaklı saf ve sağlam hareketleri körletip kısırlaştırmaktadır.

Bu Milli ve manevi tahribatlarını kesin belgelerle anlattığımız 900 sayfalık “Küresel Fesatçılık ve Fetullahçılık” kitabımıza bir satır itiraz bile yapılamamıştır. Açtıkları mahkemeler de bizim lehimize sonuçlanmıştır. Ve yine 1200 sayfalık “Cumhuriyet Türkiye’sinde Nifak Hareketleri” kitabımız, bunların sapkınlık bataklığını ve karanlık bağlantılarını ortaya koymaktadır.

AKP ile Cemaat arasındaki çatışmayı anlatmak için, o malum şarkıyı şöyle değiştirmek lazımdı:

“İkimiz bir CIA’nın

Güller açan dalıyız.

Sen şöhret, ben riyasete

Gönülden sevdalıyız….

ABD’nin teşvikiyle

Sen benimle, ben seninle

Aşk için dalaşmalıyız..”

M. Ali Birand’ın: 19 Haziran 2012 Hürriyet gazetesinde:

“Gülen ne yargıya, ne askere, ne de AKP’ye güvenmiyor?” yazısında:

“Askerin bir yolunu bulup kendisini tutuklatmasından, yargı tarafından da bir daha kafasını kaldıramayacak ağırlıkta bir cezaya çarptırılmaktan korkuyor.. Ve tabi AKP’nin kendisini kollayıp kurtarabileceğine inanıp güvenmiyor” tespitleri aslında çok şeyi anlatmaktaydı.

Fetullah Gülen, “İsa Mesih”miş!?

“Bu kutlu işte her ülkeden insanlar işbirliği yapacak, tarihte emsali görülmedik şekilde Doğu Batı bütünleşmesi sağlanacaktır. Bundan dolayı hadisi şeriflerde bu kutlu tekevvün (oluş ve doğuş) Hz. İsa’ya atıfla MESİHİYET olarak ifade buyrulmaktadır. Kur’an elbette kendi asli dilinde okunacak, fakat Kur’an asıl temsilini bir defa daha Türkçede bulacaktır. İşte Türkçe olimpiyatlarında tüten mana bu Mesihi temsilin soluklarıdır” (18 Haziran 2012, Zaman, Mesihi Soluklar)

Bu sözleriyle Ali Ünal, Fetullah Gülen’in “Mesih”lik rolünü, yani ahir zamanda inmesi müjdelenen Hz. İsa (AS) olduğunu, dolaylı şekilde vurgulamaya çalışmaktaydı. Ve tabi Başbakan tarafından çağrı yapıldığı halde, Türkiye’ye dönememenin acizliği ve hasreti içinde çaresiz ağlamasını bile, “Aziz”lik sayanlar, herhalde bu safsataya inanmaktaydı!?

Fetullah Gülen, Amerika’yı ve AKP iktidarını arkasına almasına rağmen, hangi güçten korkmaktaydı?

Başbakan’ın “Türkiye’ye dön” çağrısına yanıt veren Fethullah Gülen, Türkiye’ye dönmeyeceğini açıklamıştı. Konuşması sırasında zaman zaman gözyaşlarına hâkim olamayan Gülen, konuşmasını tamamlayamamıştı.

Gülen, “Türkiye’ye geri dönecek misiniz?” sorusu üzerine şunları vurgulamıştı:

“Bunu hemen söyleyeyim: O, kendine yakışanı yaptı. Fakat o ilk değil; sayın Cumhurbaşkanının da, açıktan açığa dedikleri oldu, bir vasıta ile bana söyledikleri de oldu. Ricâl-i devletten daha başkaları da kendilerine yakışan o civanmertliği sergilediler; bugüne kadar ben defaatle duydum, o arkadaşlardan yanıma gelenler de aynı şeyleri teklif ettiler; “Artık Türkiye’ye gelme zamanı değil mi?” dediler. Şimdi, onlar bununla kendilerine düşeni, kendilerine yakışanı yapıyorlar. Ben de kanaat-i âcizânemce bana yakışanı yapmam lazım. Şimdi onlar davet ederler, gel derler, normaldir.

…..(Ülkeye dönersem) bazı yakışıksız şeyler olabilir diye, ben hiçbir zaman “böyle başıma dert açacağım” mülahazası yaşamadım.

.….Gittiğimde oraya, birileri, işin rövanşı peşinde koşan birileri, bazı müesseselere zarar vermek suretiyle, idareyi zor durumda -yüzde bir ihtimalle- bırakacaklarsa şayet, Türkiye’deki olumlu şeylerde bir duraklama olacaksa şayet, ben bir müddet daha ömrüm vefa ederse burada kalmayı; ülkeme, milletime, ülkemde olan o şeylere zarar vermemek için dau’s-sıla deyip sıla sevdasıyla, kahve içtiğim kahveleri bile böyle hatırlayarak ve sonra ondan kaçarak, burnumun kemikleri sızladığı anda ondan uzaklaşarak, burada kalacak, yaşayacağım…

.….(Ne var ki) Kendi ülkemde ölmeyi ve mübarek annemin ayaklarının dibine gömülmeyi arzu ederim. Bunu da benim vasiyetim sayın!.. Ama yaptığım şeylerde, düşüncelerimde, planlarımda, gayretlerimde, milletime, ülkeme zerre kadar zarar gelmesine razı olamam. Yüzde bir ihtimalle de olsa razı olamam ona. O talep eden arkadaşlarımız, devlet büyüklerimiz kusura bakmasınlar!.. Talep etmeleri onların civanmertlikleri, ama benim bu mevzuda düşünmem de, onlara karşı, onların yaptığı şeylere karşı saygımın gereği…”

Evet, bu sözlerin Türkçesi: Beni Türkiye’ye götürmeye ve sahiplenmeye, ne Cumhurbaşkanı’nın, ne Başbakan’ın, ne de diğer büyük(!) devlet erkanının ve maalesef ne de Amerika’nın gücü yeterli olmamaktadır!.?.

“HSYK’nin “haziran atamaları”nda 2 bin 335 savcı ve yargıç yer değiştirdi ve özel yetkileri alındı. Ergenekon, Balyoz, Şike davasının savcıları, KCK davasının mahkeme başkanı, bir de Hrant Dink davasının yargıcı başka görevlere atandı” diye “Cemaatin” huzuru kaçtı sananlar aldanmaktaydı.. Çünkü Ergenekon ve Balyoz gibi iki önemli davanın iddianamesi zaten çoktan hazırlanmıştı.

Kimse AKP iktidarıyla Gülen cemaatinin birbirlerini boğazlayacaklarını ummasın. Çünkü her ikisi de ABD patronlarının verdiği rolü oynamaktadır. Fetullahçıların tek sıkıntıları: “Bir darbe veya beklenmedik milli bir hamle olursa ne yaparız?” korkularıdır! Çünkü Süleyman Demirel bile hâlâ TBMM Darbeleri Araştırma Komisyonu üyelerinin: “Bir askeri darbe olabilir mi?” sorusunu: “Bilemem!” şeklinde yanıtlamaktadır. Defalarca yazdık, tekrar hatırlatalım: Fethullah Gülen, ABD’de bu korkuyla yaşadığı için Türkiye’ye dönüş yapamamaktadır ve tabi ABD’nin de gücünü aşan bir durum vardır!

“Uzun bir yolculuğun sonunda Cemaat bu noktalara taşındı.

Turgut Özal döneminde ivme kazandı, Süleyman Demirel’le doruğa ulaştı, Bülent Ecevit’in başbakanlığında zirve yaptı. Hatta Gülen hareketini Necmettin Erbakan bile durduramadı” diyen Hikmet Çetinkaya’nın bu sözleri, Erbakan Hoca’nın ABD ve işbirlikçilerince dışlandığının itirafıydı.

İşte bu Bay Fetullah Gülen yıllardır ABD’de yaşamaktadır. Kendisinin ve yakın çevresinin Pentagon, CIA ve FBI’yla sıkı bir dostluk ilişkisi olduğunu artık bilmeyen kalmamıştır.

“Arizona Eyaleti Tucson kentinde bulunan (Davis Monthan Air Force Base) Hava Üssü’nde açılan Sonoran Science Academy adlı okulda Fetullahçılar ortaokul ve lise eğitimi yaptırmaktadır. Burası ABD Hava Kuvvetleri’nin en önemli üssü konumundadır. 6 bin asker 1700 sivil görev yapmakta ve 13 bin emekli asker bu yörede oturmaktadır. Çok sayıda ABD savaş ve bombardıman uçağı bu Davis Monthan’dan havalanarak Irak ve Afganistan savaşlarında kullanılmaktadır. Ayrıca Gülen hareketinin ABD’nin 26 eyaletinde 131 sözleşmeli okulu bulunmaktadır. Bu okullar Teksas’tan Kaliforniya eyaletine değin uzanmaktadır.”[1]

Şimdi akıl ve vicdan ehline şu soruyu sormak lazımdır: ABD mi F. Gülen’i kullanmaktadır, Yoksa F. Gülen mi ABD’yi kullanmaktadır? Değil başka ülkelerden gelen sığınmacıların, Amerikan vatandaşlarının bile girip çıkamadığı bu askeri bölgelerde okul açtıran, Hocaefendinin kerameti mi olmaktaydı, yoksa Yahudi Lobilerinin, ılımlı İslamcı hizmetkârlarına bir şefaatı mıydı?

AKP ise:

. Erbakan’ı etkisiz ve çaresiz bırakmak

. Milli Görüş’ün kökünü kurutmak

. Ama; “Milli Görüş’ün devamı ve Erbakan’ın adamları” kılıfıyla toplumu AKP’nin peşine takıp oyalamak

. Siyasi ve ekonomik ihtiraslar uğruna tüm kutsalların pazarlanmasını ve sonunda Türkiye’nin parçalanmasını sağlamak

. AB cenneti(!) hayali ve ABD’nin yüksek himayesi(!) uğruna bütün kurumlarımızın ve kazanımlarımızın elimizden çıkmasını kolaylaştırmak

. Ve en beteri, toplumdaki Milli ve manevi duyarlılıkları törpüleyip, dünyacı ve neme lazımcı kalabalıklar oluşturmak üzere boyunlarına cesaret (esaret) madalyası takan ve BOP’un eş kâhyalığına atayan Yahudi Lobileri eliyle iktidara taşınmış ve iyice aşınıncaya kadar orada tutulmaya, sonra da ANAP gibi tarihin çöplüğüne atılmaya hazırlanmışlardır.

Bu gerçekleri, belgeleriyle anlatan tam 7 kitabımıza bir cümle bile yanıt veremeyen ve inkâr edemeyen AKP, sadece etkiledikleri hukuki girişimler ve hakaret gerekçesiyle on binlerce liralık tazminatlarla bizleri susturmaya çalışmışlardır.

ABD’li Siyonist Lobilerin “Erbakan’dan kurtulmak ve Milli Görüş’ün kökünü kurutmak” üzere tertiplediği 28 Şubat sürecinde, Pentagon maşası paşaların verdiği brifinglere katılıp onları ayakta alkışlayanların (Bak: Mustafa Yılmaz / Kulis Ankara / Milli Gazete / 13 Haz. 2012) ve şimdi en ön saflarında Cihat(!) yaptığı bir iktidarın samimiyetine inanmak, saflıktan çok öte bir ahmaklıktır.

Kendileri Kur’ani hükümlerin aslına inanmadıkları ve sürekli sataşıp savaş açtıkları halde “Protestan Kur’an” diye kitap yazıp Fetullahcıların ve Ilımlı İslamcıların “ayetleri yozlaştırıp kapitalizmle uyumlaştırmasına” sözde karşı çıkan Muammer Karabulut (Bak: Tanyeri Yayınları) ve “Türkiye Kime Kalacak?” (Bak: Doğan Yayınları) diye, AKP’nin şahsında İslam’a ve Müslüman halkımıza saldıran Osman Ulagay gibi Robert Koleji mensupları ve tüm ulusalcı takımı ise, AKP’nin tahribatını kolaylaştırmaktan ve toplumu bunların kucağına atmaktan başka işe yaramazlardı ve zaten bununla görevli insanlardı.

Milli Gazetemizin yaşı genç, ama başı dik ve bakışı dinç yazarlarımızdan Burak Kıllıoğlu’nun (Allah feraset ve istikamette daim kılsın) şu tespitleri bunların tahribatını ne güzel anlatmaktadır:

Bilderberg ve Truva atı

Bilderberg Toplantıları, bir zamanlar, özellikle İslami kesimde büyük bir şüpheyle karşılanır, sorgulanırdı. Katılanlardan gündem konularına ve sonrasında hangi değişikliklerin olacağına kadar her detay araştırılır, dünyanın egemen güçlerinin Türkiye’deki uzantıları ve irtibatlı olduğu kimseler hakkında fikir edinilmeye çalışılırdı. Elbette ki, bu toplantılara çağrılanların kariyerlerindeki yükseliş trendi de izlemeye alınıyordu.

Tabii, devir değişti, bir zamanların dava ve ideal sevdalıları hedefe (hangi hedefse artık) giden her yolu mubah saymaya ve sermayenin renginin olmadığına inanmaya başladılar ve bu gizli toplantılar da eskisi gibi sorgulanmaz ve tartışılmaz oldu.

Hâlbuki dünyanın başına çorap ören sacayağında Trilateral Komisyon ve CFR ile birlikte diğer önemli aktör halen Bilderberg yapılanmasıydı. Öyle olmasa, dünyanın en önemli siyasi ve ekonomik figüranları, başka işleri yokmuş gibi her yıl toplanıp gizli gizli bir şeyleri konuşmazlardı. (Türkiye’den bu sene Bilderberg’e katılanlardan Sayın Ali Babacan, bu senenin gündeminden ve özet de olsa konuşulanlardan bahsetse keşke) Söylendiğine göre bu senenin gündem maddeleri Suriye meselesi ve müdahale hazırlığı Türkiye ve Avrupa’daki ekonomik kriz ve çözüm yollarıymış.

Bu noktada, uluslararası arenada devamlı surette Türkiye ekonomisine yönelik haddinden fazla övgüler içeren ifadeler, Türk ekonomisinin göz kamaştırdığından, krizdeki AB’ye örnek alınacağına (yani AB ülkelerinin de Türkiye gibi, tamamen Yahudi sermayesinin kontrolüne sokulacağına) kadar birçok iltifatın altındaki şeytanlık sırıtmaktaydı.

Bir yandan rüşveti kelam cinsinden ve niyeti pek de halis gibi gelmeyen övgüler, öte yanda da yapısal sorunları (bütçe açığı, cari açık, tasarruf açığı) dağ gibi duran ve en ufak bir memur maaş zammında dahi “Yunanistan gibi olmakla” karşı karşıya olan Türkiye ekonomisi manzarası, tam bir tezatlıktı. Türkiye’nin, Batı tarafından (özellikle ABD) İslam dünyasının önüne siyasi manada “rol model” olarak konulmasının ardından, anlaşılan sıra ekonomik manada da “rol model” olarak hazırlanmaktaydı. IMF içinde Türkiye’nin aktif bir rol üstleneceğini böyle düşünmek lazımdı.

Aslında bu durum, Türkiye’nin neoliberal ekonomi politikalarına (Siyonist sermaye tezgâhına) kayıtsız şartsız teslimiyetinin de ispatıydı. 1980’nin 24 Ocak Kararları ile başlayan sürecin zirvesine yaklaşılmıştı. Batı’nın komünizm yerine düşman olarak hedef tahtasına İslam’ı koydukları ve buna göre NATO dahil kurumlarını yeni stratejilerle yapılandırdıkları yeni dönemin, “Truva atı” maalesef AKP Türkiye’si olmaktadır. Bir zamanlar insanlığa hıyanetlerini ve siyonizme hizmetlerini yazıp dillendirdikleri Bİllderberg’e, davet edildikten sonra sesi soluğu kesilenler ise içi boş övgülerden sarhoş durumdadır. Bu arada, Dünya Ekonomik Forumu’nun Türkiye ayağının bundan böyle geleneksel hale getirilmesi fikrini de, Türkiye’nin artan ekonomik rol modelliğine bağlamak lazımdır.

Şimdi şayet; AKP ve Cemaat, çok stratejik tavizlerle, Siyonist güçleri oyalayıp, Dinimize, Devletimize ve kutlu hedeflerimize yaklaşmak ve alt yapı hazırlamakla meşgul ise, bizim bu sert ve mert ikaz ve itirazlarımız, malum odaklar nezdinde onların işini kolaylaştıracaktır. Yok, bu tespit ve tenkitlerimiz doğru ise, tarihi bir hizmet yapılmakta, toplum uyarılmaktadır. Ve bütün bunlar suç ise, bu suç bizim manevi mesuliyetimiz ve lezzetimizdir!

B- Atatürk’ün ise, zalim ideolojilerin ve dinsiz çevrelerin istismar aracı olmaktan kurtarılması ve bu maksatla “Bizim Atatürk” kitabımızın yazılması, tarihi bir adımdır!

Üstat Bediüzzaman Said Nursi Hz.lerinin; 12. Şua, Denizli Mahkemesi Müdafaasında, Mustafa Kemal’i kast ederek:

“Maksadım; O kumandan ya (eceli gelip) ölecek veya tebdil edilecek, ordu (onun adına uydurulan Kemalizm) tahakkümünden kurtulacak demektir.”

Tespitlerindeki “Tebdil edilecek” yani, “Kemalizm adına uydurulan ve uygulanan batıl ve barbar sistem ve düşünce değiştirilip düzeltilecek” sözlerini manevi bir işaret ve görev sayarak; çok ciddi ve geniş bir araştırma yapıp, Atatürk’ü din düşmanı olarak gösteren ve Onun gölgesinde zulüm düzenlerini yürütenlerin oyunlarını bozacak bu kitabı hazırlamakla bir çığır açılmıştır. Bizim Atatürk kitabımızdan sonra, onlarca “Dindar Atatürk” konulu kitaplar piyasaya çıkmış ve çoğu bizim kitabımızı kaynak gösterip alıntı yapmıştır.

Hâlbuki daha önce rahmetli Necip Fazıl Kısakürek, Atatürk’ün vefatından 6 gün sonra, Cumhuriyet gazetesinde yayınlanan çok çarpıcı ve sahip çıkıcı bir yazı kaleme almıştı ve O’nun takipçileri sayılan İslamcı yazarlar, her nedense bu konuyu hiç gündeme taşımamıştı.

Necip Fazıl’ın Atatürk Değerlendirmesi:

Atatürk’ün vefatından sonra yurt içinde ve yurt dışında, hakkında binlerce yazı yayınlanmıştır. Her biri kendi içinde değerlendirilmesi gereken yazılardan birisi de, Necip Fazıl Kısakürek’in, Cumhuriyet Gazetesi’nde, 16 Kasım 1938 tarihinde Atatürk’ün ölümünün ardından kaleme aldığı yazıdır.

Necip Fazıl, Atatürk’ün vefatından dolayı duygularını şöyle anlatmıştır:

“Bütün dünyada ülke Kralına, anası kadar yanacak kimse yoktur. Bu zalim ruh kanununa rağmen bu defaki ölüm, vatanın her evinden çıkmış kadar göze büyük göründü. Evinizdeki bir kahve fincanının çatlaması, bize yedikule surlarının çöküşünden daha tesirli geldiği halde; bu defaki ölümü hepimiz, fiili ve şahsi bir mülkiyet kaybı ifadesiyle duyduk. İçtimai ölüler arasında (Atatürk gibi), her evin ölüsü olabilmiş kahramanlar, tek eldeki parmak sayısından daha azdır.

Hiçbir Türk, kendi, devlet reisine, bütün dünyanın bu türlü bir saygı göstereceğini ümit edemezdi. Osmanlı İmparatorluğu’nun yarı dünyaya sahip olduğu devirlerde bile, böyle bir ihtirama( saygınlığa ve ağırlığa) hedef olabilmiş hükümdar yoktur. Avrupa’nın, bize en yabancı milletlerine kadar heyetlerle, askeri kıt’alarla ve en büyük mümessillerle Ankara’ya koşmuş olması gösteriyor ki, Garp (Batı), Atatürk’ün şahsında Türk ehliyet ve kıymetine artık inanmıştır. Bu inandırışın büyük aksiyonunu yapan Milli Kahraman’ın ölüsü karşısında da, hiç bir protokol kaidesinin olmadığı ve hiç bir garplının bir yabancıya göstermediği bir hürmetle şapkasını çıkartmaktadır.

Atatürk’ün gözleri ile görmediği bu manzarayı, biz yalnız gözlerimizde bırakmayarak; keskin bir delalet (kesin ve net bir kanıt) halinde şuurumuza sindirmekle mükellefiz.

O, Türk’e, hem Türk’ü hem de Avrupalıyı inandırabildi. Tarihte büyük bedbinlerle (kötümserlerle) büyük nikbinlerden(çok iyimserlerden) ibaret iki sıra kahraman vardır. Her şeyi karanlık görenler, aydınlığı aramaya doğru gizli bir cehde; aydınlık görenler de öldürücü şartlar karşısında kırılmaz bir mukavemete gebedir.

Bence bu fikirlerin ikisi de, dava ve aksiyon doğuracak çapta olmak şartıyla, kurtarıcılara mahsus vasıflardandır. Bedbin kahraman bizi, vücudunu görmediğimiz bir hayata erdirmeğe, nikbin kahraman da vücudunu görmediğimiz ölüm tehlikesinden kaçırmaya memurdur.

Atatürk’ün ruhi maktalarından (Kesitlerinden) bence en alakalısı, O’nun yılmaz ve hezimet kabul etmez nikbinliğidir. Atatürk bu eşsiz nikbinliği (aşırı iyimserliği ve ümit beslemesi), başta ve sonda, biri milletine ve öbürü şahsına ait iki büyük tezahürle vesikalandırdı.

Birinci vesika;

Bir millet için; esaret ve mahkûmiyet anının, bir vakıa (fiili durum) halinde teslim edildiği hengâmede, bu vakıaya (milletimizin esir oluşuna) inanmayan tek adam o idi. Bütün dünya ile birlikte milleti de kendi ölümüne inandığı vakit bile o inanmadı. Bu, Atatürk’ün millet ufkuna doğuşu ile başlayan ilk ve büyük nikbinliğinin (iyimserlik ve özgüvenin) tecellisidir.

İkinci vesika;

Milli kahraman, hasta döşeğinde günden güne fenalaşırken, yakınlarından itibaren bütün Türk Milleti’ne kadar herkes ağır bir ümitsizlik içinde boğuluyor; fakat kendisi bir çocuk gibi saffetli, ayağa kalkacağı, otomobiline veya motörüne bineceği dakikayı bekliyor, ölebileceğine biran bile mümkün gözü ile bakamıyordu. Bu da sonuncu tecelli.

Atatürk, başlangıçta Milleti’nin; sonunda da kendisinin ölümüne inanmadı. Bu iki nikbinlik tecellisinin birinde haklı, ötekinde haksız çıktı. Fakat koca bir millete hayat vesilesi getirmiş bir kahramanın ferdi hayatı olamayacağı için, Onu ikinci tecellide haksız bulamayacağız.

Benim gözümde birbirine bağlı iki işin sahibi olarak iki Atatürk vardır:

Zaman tasnifi ile bunlardan biri, düşmanın denize dökülüşüne, öbürü de bugüne kadar sürer. Biri ölüm hükmü giydirilmiş bir milleti şahlandırdı. Mucize çapında bir barışla madde ve askerlik planında muzaffer kıldırdı. Öbürü, biran evvelki ölüm tehlikesini doğuran sebepler âlemine karşı harekete geçti, fikir ve cemiyet planında yeni bir bünye inşasına girişti. Bu tarife göre birine asker, öbürüne inkılâpçı Atatürk demek, hatıra gelecektir. Atatürk’ün iki iş merhalesini temsil eden cepheleri arasında, bence mefkûreci ve hudutsuz şahsiyet; asker Atatürk’tedir. Asker sıfatı da Onu ifadeye kifayetsizdir. Zira bu merhalede askerlik O’nun sadece aletiydi. Bu merhalede O, en büyük asker olmak kıymetinin çok üstünde bir değer taşıdı. Koca bir milletin diriliş iradesini temsil eden mefkürevi insan olmak değeri. Bu değerle Atatürk, beşer tarihinde sayısı bir kaçı geçmeyen hakiki millet kurtarıcılarından bir tanesidir.

İnkılâpçı Atatürk’e bütün talih ve salahiyetini asker Atatürk hazırladı. Garip bir tesadüf cilvesi ile iki Atatürk’ten her biri ayrı isimler taşıyor. Mustafa Kemal ve Atatürk… İnkılâpçı Atatürk, Tanzimat’tan beri Türk Cemiyeti’nin Avrupa medeniyet manzumesine (sistem ve silsilesine) kavuşturulması yolunda girişilen yarım ve kısır teşebbüsleri, tam ve yüzde yüz randımanlı hamleler haline getirdi.

İkinci merhalenin Atatürk’ü, ıslahçılık tarihimizin en büyük çehresidir. Fakat ilk merhalenin Atatürk’ü, aynı soydan hadiseler arasında, bütün beşer tarihinin en ulvi ifadesini taşıyacaktır.”

Rahmetli Necip Fazıl’ın, daha sonraları, bu kanaatlerinden dönüş yaptığına veya pişmanlığını açıkladığına hiç rastlanmamıştı. Şimdi Necip Fazıl Atatürk’ü böylesine över ve yüceltirse “vardır bir hikmeti”, ama Ahmet Akgül sahiplenir ve istismarcıların önünü keserse “sapkınlık alameti” sayanların bu tavrı çifte standartçılık ve sahtekârlık sayılmaz mıydı? Veya en azından 16 Kasım 1938 tarihli Cumhuriyette Necip Fazıl’ın böyle bir yazı yazmadığını ispatlamaları lazımdı.

Süper yalaka İslamcı-İstismarcılardan STAR yazarı Ahmet Kekeç’in 12 Haziran 2012 “Cemaatin Kalemleri” yazısında, “kahramanlık taslarken hırsızlığını açığa vuran Kıpti” misali:

“Cemaati kızdırırsak, arkasındaki odaklarca kara listeye alınacağız… AKP’nin yanlışlık ve haksızlıklarını yazmaya kalkışsak, kapının önüne koyulacağız”

Gibi algılanmaya müsait örtülü itirafları da, bunların psikolojik perişanlığını yansıtmaktaydı.

Necmettin Erbakan Hocamız’ın Atatürk’le ilgili müspet tavrı:

10 Kasım 2010 tarihli Milli Gazetede, Aziz Hocamızın şu tarihi beyanatı çıkmıştı. Bu sözler öyle gizli kapalı sohbet notları olmayıp, aleniyet ve resmiyet kazanmıştı. Ve böylece Milli Çözüm’ün yaklaşımına destek çıkılmıştı.

Saadet Partisi Genel Başkanı Prof. Dr. Necmettin Erbakan’ın, Mustafa Kemal Atatürk’ün vefatının 72. yılı dolayısıyla yayınladığı mesaj, tarihi gerçekler ve talihli müjdeler içermekteydi:

Atatürk’ü Milli Mücadele’ye öncülük etmiş büyük bir komutan olarak nitelendiren Erbakan’ın, “Gazi Mustafa Kemal Atatürk, milletimizin bağımsızlık konusundaki vazgeçilmez kararlılığını arkasına alarak Türkiye Cumhuriyeti’ni kurmuş birisidir. Öncülük ettiği Milli Mücadele hareketi ile milletimizin esarete asla boyun eğmeyeceğini bütün dünyaya göstermiştir.” tespitleri oldukça anlamlı ve önemliydi.

Milli Görüş Lideri, yaptığı yazılı açıklamada, Atatürk’ün “Muasır Medeniyet” hedefine ancak devleti ve milletiyle bütünleşmiş, ekonomik gelişmesini sağlamış, insan hak ve özgürlüklerini gerçekleştirmiş bir Türkiye ile ulaşılıp aşılabileceğini kaydetmişti.

İstiklal mücadelesinde Anadolu topraklarını işgal eden emperyalist ülkelerin bugün aynı planlarını çok daha tehlikeli ve sinsi oyunlarla gerçekleştirmeye çalıştığını belirten Erbakan Hoca’nın:

“Milletimiz tıpkı Milli Mücadele günlerinde olduğu gibi bu sinsi planları boşa çıkaracak inanç, azim ve kararlılığa sahip bulunmaktadır. Sahip olduğu tecrübe ile bu oyunları tekrar boşa çıkaracaktır. Bizler tarih boyunca, dünyaya huzur ve saadet getirmiş bir ecdadın varisleri olmanın onurunu ve sorumluluğunu taşımaktayız.  “Yiğit düştüğü yerden kalkacak.”, Türkiye yeni ve adil bir Medeniyet değişimine öncülük yapacaktır. Bugün dünyaya hâkim olan açlık, sefalet, kan ve gözyaşına son verecek iradeyi yine milletimiz ortaya koyacaktır. ‘Uydu değil, lider ülke’ vizyonu doğrultusunda önce Yeniden Büyük Türkiye, ardından Yeni Bir Dünya mutlaka kurulacaktır. Bu vesileyle vefatının 72’nci yılında Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü, Milli Mücadele kahramanlarımızı ve bu vatan için canını vermiş bütün şehitlerimizi rahmet ve şükranla anıyorum.” Sözleri ise; kutlu ufukların işareti ve mutlu yarınların müjdeleriydi.

Öyle ya;

Eğer Atatürk bağımsızlığımızın öncü komutanı, Milli kalkınmamızın mimarı, İslam inançlı ve Hz. Muhammed (SAV) hayranı, ama din istismarına ve yobazlığa karşı, Lider ülke büyük Türkiye sevdalısı ve Batı Medeniyetine ulaşmayı değil onu aşmayı hedef gösteren ender ve önder bir devlet adamı ise, o halde Atatürkçülükle Milli Görüşçülük niye uyuşmasındı?

“Eğer Mustafa Kemal yaşasaydı, elbette Milli Görüşçü olacaktı” buyuran da Erbakan Hocamızdı. Ve Atatürk’ün yıllardır gizlenen vasiyeti açıldığında, herkesin dudakları uçuklayacak ve Milli Çözüm’e hayranlık duyulacaktı.

Mustafa Kemal’i tebdil ve tevil ederek hakkında hüsnü zanna yöneldiğin gibi, AKP hükümeti ve Fetullah Gülen hareketiyle ilgili de, “onların Siyonist merkezlerle münasebetlerini ve bazı tavizlerini, hayırlı hizmet ve hedeflere yaklaşmak için bir strateji ve taktik olarak” değerlendirmen gerekirken niye şiddetle tenkit ediyorsun? Şeklindeki sorulara yanıtımız ise;

Atatürk vefat edip gitmiştir. O’nu kendi dinsizlik ideolojilerine alet etmek isteyenlere ve Onun istismarıyla zulüm saltanatlarını sürdürenlere, bu fırsatı vermemek gerekir. Ama AKP yetkileri ve Cemaat liderinin halen hayatları devam etmektedir ve zalim merkezlerle münasebetleri ve dış güçlerin destekleri açık ve kesindir. Ve bu gidişin hangi sonuçları amaçladığı bizce belli değildir. “Hüküm zahire göredir; hıyanet ve dalalet girişimlerine hüsnü zanla mukabeleye izin verilmemiştir.”

Şimdi Atatürk gibi bir şahsiyeti Sabataist sömürü sisteminin ve laiklik kılıflı dinsizlik ideolojisinin istismar aleti olmaktan çekip (Bediüzzaman’ın tabiriyle, Kemalizm’i tebdil ve tevil ederek değiştirip düzeltip) Milli ve Manevi gereklerimize ve gerçeklere uygun, yeniden yorumlamak eğer bir suç ise; bu suç bizim sevabımız ve faziletimizdir!

“Biz Allah yolunda cihat ederken, (Haklı ve Hayırlı bildiğimiz gerçekleri söyleyip yazarken) hiç kimsenin kınayıp-karalamasından çekinmeyen” (Maide: 54) Mü’minleriz. Ve Allah c.c. fazilet ve ferasetini dilediğine vermektedir. (Maide: 54)

Kız kardeşi Makbule Hanımın; 10 Kasım 1938’de vefat edince, Dolmabahçe’de Atatürk’ün cenaze namazının tamamen İslami emirlere göre kılınmasını istemiş… 1953’te Etnografya Müzesinden Anıtkabir’e taşınırken, tabutun içerisine Arapça ayet ve dualar yazılı kâğıtlar yerleştirmiş… 8 Kasım 1952 tarihli “Resimli 20 Asır” Dergisinde Gazeteci Kandemir’le yaptığı röportajda: “Artık yapayalnız kaldım, Allah’tan başka hiç kimsem yok. Ömrüm Kur’an okumak ve ibadet yapmakla geçiyor. Bir de O’nun (Atatürk’ün) sesi kulaklarımda çınlıyor” diye dertleşmiş olması (17 Haziran 2012, Mustafa Armağan, Zaman) bunların inançlı ve dindar bir aileden geldiklerinin en açık kanıtıdır.

C- “Adil Düzen” ise, iddia ettiğiniz gibi “içi boş, sloganik söylemler” olmayıp; tamamen ilmi, insani, İslami gerçekçi orijinal bir sistem konumundadır.

Adil Düzen “Doğru”ları esas alarak ve “Yanlış”lardan sakınılarak hazırlanmış ve ehliyetli bilim adamları nezdinde defalarca tartışılıp olgunlaştırılmıştır; ve Onun dışında hiçbir yeterli ve tutarlı bir proje, İslam âlimlerince henüz ortaya konulamamıştır. Bizim 600 sayfayı bulan, İngilizce ve Arapça çevirileri de yapılan “Adil Bir Düzen ve Yeni Bir Dünya” kitabımız incelendiğinde, Erbakan Hocamızın insanlığa tanıttığı bu sistemin ne muazzam ve muntazam bir ilmi hazırlık olduğu daha iyi anlaşılacaktır.

“Doğru”ların ve “Yanlış”ların tespitinde ise beş temel ölçü esas alınmıştır; 1-Aklı Selim, 2-Müspet İlim, 3-Tarihi Deneyim ve Birikim, 4-Vicdani Kanaat ve Tatmin, 5-İlahi Din.

İşte bu beş kıstasın, ittifakla “Yararlı, Hayırlı, İyi, Gerekli ve Güzel” gördükleri “Doğru” sayılmış; ve yine bu beş temel ölçünün ittifakla “Kötü, Zararlı, Gereksiz, ve Çirkin” bulduğu şeyler ise “Yanlış” sayılmıştır. Akıl ve vicdan sahibi hiç kimsenin bunlara karşı çıkması imkânsızdır. Ancak “Aklıselimin, müspet bilimin, tarihi tecrübelerin ve vicdani kanaatlerin “doğru, güzel ve gerekli” bulduğu şeyleri sırf İslam’da benimseyip öğütlüyor diye karşı çıkmak ise, sadece şeytanlık damarı ve imansızlık tavrıdır.

D- Umut İmanın canıdır; Yeis ve karamsarlık ise, hem Allah’ın vaadine itimatsızlıktır, hem de O’nun kudretine itiraz ve inkâr sayılmıştır!

Cenab-ı Hakkın mü’minlere vaat ettiği galibiyetin: Öyle büyük kalabalıklarla, oy çoğunluğu kazanmış kukla iktidarlarla, klasik ve kuvvetli silahlarla değil; tam aksine azın azı bir sadıklar ekibi eliyle ve şeytani cephede bulunmayan ve çok ucuza mal olan, ama düşman güçleri aciz ve çaresiz bırakan teknoloji üstünlüğü ile gerçekleşeceğini şu ayeti kerimeler haber buyurmaktadır. Bu ayetler, aynı zamanda zaferin sırlarını ve aşamalarını da anlatmaktadır.

1- Nebiler, elçiler ve davetçiler, hırsla istese ve bütün gücüyle gayret etse de, insanların büyük çoğunluğu iman etmeyecektir:

“Sen şiddetle arzu etsen (ve hırs göstersen) bile, insanların çoğu iman edecek değildir.” (Yusuf: 103)

2– Bu iman eden az kişilerin büyük kısmı ise; süper güçleri, şeyhlerini, hoca efendilerini ve şefaatçilerini Allah’a ortak edip, şirke yönelecektir.

“Onların çoğu (imanlarına) şirk katmadan Allah’a iman etmeyecektir.” (Yusuf: 106)

3– Davalarında sadık ve samimi çok cüzi bir ekibi, Allah zahiren büyük ve güçlü kalabalıklara galip getirecektir.

“Gerçekten Allah’a (O’nun vadine ve müjdesine) kavuşacaklarını uman (sağlam) iman sahipleri, dediler ki: Nice küçük topluluklar, Allah’ın izniyle çok büyük kalabalıklara galip gelmiştir. Allah (çoğunluğuna ve maddi yoğunluğuna güvenenlerle değil, Hakta ve cihatta) sabredenlerle beraberdir.” (Bakara: 249’ un son kısmı)

4– Bu çok cüzi ekip bile gurura kapılıp kendi nefislerinden bir şey vehmetmesin diye, Cenab-ı Hak, her asırdaki zalim ve azgın CALUT’ları, DAVUT’ları eliyle bertaraf etmektedir.

“Böylece, Allah’ın izniyle onları hezimete uğratıp yendiler. Davut Calut’u öldürünce (şaşkınlığa kapılıp dağılıp gittiler)” (Bakara: 251)

Özel eğitimli FİL’lere binmiş, zırhlar giyinmiş, her türlü savaş tedbirlerini alıp gelmiş on binlerce kişilik CALUT ordusuna karşı, Hz. DAVUT’un geliştirdiği ve karşı tarafın bilmediği SAPAN TAŞI sayesinde, yani çok basit bir teknolojik yenilikle, kâfir ve zalim komutan, gözlerini delen sapan taşıyla geberip yere serilmiş, Allah böylece elene-döküle bir avuç kalmış sabır ve sadakat ehline zafer vermiştir. Bugün de, planlamasından yapım aşamasına, deneme safhasından seri üretim konumuna kadar, tamamen kendi bilgisi ve gözetimi altında gerçekleştirilip, yakında şartlar olgunlaşınca İsrail ve ABD güçlerini Ortadoğu’da hezimete uğratmak üzere, kahraman ordumuzun ilgili birimlerine teslim ettiğini açıklayan Erbakan Hoca’nın, çok ucuza mal olan özel teknolojileri sayesinde, süper güçlerin nükleer füzeleri, uçak gemileri ve tüm saldırı sistemleri, etkisiz hale getirilecektir.

5– Vaad edilen bu zaferin vakti ise: Resullerin ve davetçilerin, toplumdaki ve etrafındaki insanlardan artık umudunu kestikleri ve herkesçe yalanlanıp yalnız bırakıldıklarını hissettikleri bir süreçte Allah’ın nusreti yetişecektir.

“Öyle ki elçiler (insanların gayret ve desteğinden) umutlarını kesip te, artık kesinlikle yalanlandıklarını (anladıkları ve tamamen yalnız kaldıkları) kanaatına vardıkları bir sırada, nusretimiz (ve zafer va’dimiz) onlara gelecektir.” (Yusuf: 110)

“Mü’min, Allah’ın ayetleri okunduğu ve hatırlatıldığı zaman, imanları ve umutları artan ve sade Rabblerine tevekkül edip dayanan” insandır. (Enfal: 2)

Peki, Allah’ın ayetlerini duyunca itiraza kalkışan ve canları sıkılan kimseler, acaba nasıl mahlûklardır?

Muteber hadislerde ve mutevatir haberlerde “Maddi kuvvet ve ekipçe çok zayıf olan Hz. İsa Aleyhisselamın, zahiri güç ve desteği çok büyük olan DECCAL’i tek başına öldüreceği” yolundaki rivayetler de yukarıdaki ayetlerin bildirdiklerine uygun düşmektedir. (Bak: Müslim Kitabül Fiten: 34)

Yeri gelmişken şu gerçekleri de vurgulayalım ki:

a) Hz. İsa AS.’ın Hz. Mehdi AS’a tabi olacakları ve birlikte birçok hizmetlerde ortaklaşa çalışacakları

b) Hz. İsa’nın Hz. Mehdi’nin vefatından sonra, O’nun projelerini sahiplenip hedeflerine ulaştıracağı

c) Hz. İsa AS’ın aynen Hz. Mehdi AS gibi sadık tabilerinin ve talebelerinin çok az bulunacağı

d) Siyonist Deccal’in, Hz. İsa eliyle katlolunup İsrail’in yıkılacağı

e) “Deccal’in Hz. İsa’yı görünce, tuzun suda erimesi gibi yok olacağı” şeklindeki hadislerin (Müslim – Fiten bölümü – Tefsir-i ibni Mesud Sh. 243) işaretiyle, İsa Aleyhisselamın, Hz. Mehdi’nin teknoloji harikalarını kullanarak Deccalizmin korkunç silah yığınaklarını çürütüp etkisiz bırakacağı (Bak: Süneni İbni Mace C. 10 No: 32) sağlam kaynaklarda açıkça belirtilmektedir.

Şimdi, ey benim kardeşim! Eğer Rabbimizin hükmüne ve vaadine, Peygamberimizin haberlerine ve İslam büyüklerinin müjdelerine inanmak, olayları bu doğrultuda yorumlamak ve bunlara uygun davranmak bir suçsa; âlem şahit olsun ki, bu suç bizim şerefimiz ve izzetimizdir!

E-   Oğuzhan ve Şevket Kazan ekibiyle ilgili tespit ve tenkitlerimize gelince:

Oğuzhan Asiltürk tanık sıfatı ile savcılıkta ifade veriyor; Erbakan ailesiyle ilgili bütün tükürdüklerini yalıyordu!?

SP Genel İdare Kurulu üyesi Oğuzhan Asiltürk de 12 Nisan’da tanık sıfatıyla savcılıkta ifade veriyordu. Erbakan’ı 1954’ten bu yana tanıdığı için ailesini de yakından bildiğini belirten Asiltürk, Zeynep Erbakan’ın dilekçe verdiğinden haberi olduğunu anlatıyordu. Çünkü zaten O’nu kendisi kışkırtıyordu. Zeynep Erbakan’ın dilekçesinin ardından Yüksek İstişare Kurulu’nu toplayıp Mehmet Altınöz ile Fatih Erbakan’ı çağırdıklarını, Erbakan’ın gelmediğini, Altınöz’e ise yalıyı sorduklarını belirten Asiltürk, “Kendisi ailesinin tasarrufları ile aldığını, zengin bir aileyi mensup olduğunu söyledi” diyerek, aylarca “Erbakan cihat paralarını, mala çevirip üstüne tapuladı ve bunları çocuklarına miras bıraktı” iddialarının birer iftira olduğunu böylece itiraf ediyordu.

 Şirketlerin ve mal varlığının merhum Erbakan’a ait olduğu konusunda bilgisi olmadığını belirten Asiltürk, “Tam tersine bu şirketlerin hissedarlarının kendilerine ait malları olduğunu biliyorum. Bu şirketlerin ortakları partimizin faaliyetleri sırasında ihtiyaç duyulduğu zaman maddi yardımda bulunan insanlardır. Sürekli partiye yardım ettikleri için Zeynep Erbakan tarafından bu husus yanlış değerlendirilmiş ve şirketlerin mallarının babasına ait olduğu şeklinde bir kanaate varmıştır” (milliyet.com.tr 22 Mayıs 2012 ) diye konuşuyor, tam bir fesatçı ve fırsatçı tavrıyla, aylarca Erbakan Hoca’nın ve çocuklarının töhmet altında kalmasına yol açan yalanlarından, savcı huzurunda vazgeçiyor ve MİLLİ ÇÖZÜM DERGİSİ’nin haklılığı bir kez daha ispatlanıyordu. Bakalım yalancı ve iftiracı Oğuzhan’ın yandaşları şimdi onun bu fitneliğine hangi mazeret ve kerametleri uydurmayı düşünüyordu? Rahmetli Erbakan Hocamız gibi aziz ve tertemiz bir şahsiyete değil, sade ve sıradan bir kimseye ve ailesine bile bu tür yalan isnatlarda bulunmanın ağır vebali ve kepazeliği ortada iken, şimdi  zoru görünce kustuklarını yalamaktan sakınmayan bir kişiye; hala rağbet ve hürmet edenlerin, onlardan daha bayağı duruma düştüğüne tarih şahitlik ediyordu![2]

Oğuzhan Asiltürk’ün: Milli Görüş’e ait tüm malvarlıklarını tek çatı altında toplayıp kendi kontrolüne alma girişimi!

Oğuzhan Asiltürk’ün, bugüne kadar Milli Görüş partilerinden dördünün haksız bir şekilde kapatıldığını, ancak bugünkü şartlar altında siyasi partilerin keyfi yorumlarla kapatılmasının mümkün görünmediğini ileri sürüp: “Bu durumda il ve ilçelerimizde davanın malı olarak bazı kardeşlerimizin üzerinde bulunan taşınmazların partiye ve ilgili kuruluşlara devredilmesi uygun olacaktır”[3] talimatları:

Kökünü kurutmaya ve Erbakan ismini unutturmaya çalıştığı Milli Görüş’e ait bütün mal varlıklarını kendi güdümüne alma niyetini ve karanlık tıynetini yansıtmaktadır.

Son Sözüm:

Yazık be dostum! Demek madenin ham demirmiş ki, yaşlandıkça paslandın; Çünkü paralı yavşaklara yaslandın. İmkan ve iktidar sahiplerine yağcılığa başladın!?

Ne demişti, Nevşehir’in sadık ve sağlam âlimlerinden, can dostum Ahmet Sürücü Hocam:


“Müslüman’ın olgunu, kocadıkça koç olur

Münafık’ın moruğu, kocadıkça hiç olur!”

Bu hikmet ve hakikat incisine bir halka da biz katalım:

“Milli Görüş sağlamı, çelikten de güç olur

Münafıklar hazzetmez, ne söylerse suç olur”

Evet dostum, bu İslami ve insani gerçekleri haykırmak, size göre suç ise, tam aksine bizim kalbi ve Kur’ani zevkimizdir.



[1] Bak: Yılmaz Polat; 10 Nisan 2012, Yurt Gazete

[3] 17 Haziran 2012, Milli Gazete

 

0 0 votes
Değerlendirmeniz

Makale Paylaşım Sayısı: 

Picture of Rahmet PAKGÜL

Rahmet PAKGÜL

Abone ol
Bildir
4 Yorum
En Yeniler
Eskiler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Teşekkürler
Sayın Rahmet Pakgül,
Yazılarınızı ve Milli Çözüm Dergisini yakından ve ilgiyle takip ediyoruz. İlminiz ve olaylara bakış açınız bizlere ışık oluyor. Özellikle gündemdeki aktörlerin ve Mustafa Kemal Atatürk hakkında gerçek tesbitleriniz ileride yazılacak tarih kitaplarında kaynak olarak gösterilecek değerde analizler içermektedir.
Şükranlarımı bir borç bilirim.
Başarılarınızın devamını dilerim.

Hikmet Akan

O AZINLIK BU AZINLIK
“Gerçekten Allah’a (O’nun vadine ve müjdesine) kavuşacaklarını uman (sağlam) iman sahipleri, dediler ki: Nice küçük topluluklar, Allah’ın izniyle çok büyük kalabalıklara galip gelmiştir. Allah (çoğunluğuna ve maddi yoğunluğuna güvenenlerle değil, Hakta ve cihatta) sabredenlerle beraberdir.” (Bakara: 249’ un son kısmı)Ahir zaman olarak yaşadığımız çağımızda günümüze ışık tutan, azim ve imanımızı arttıran bu ayeti kerime Milli Çözümü anlatmaya yeter diye düşünüyorum. Allah razı olsun sayenizde Atatürk’ün deccal değil sayılı milli ve manevi lderlerimizden biri olduğunu, fetullah güleni ve AKP ve yetkililerinin de sahnede düşman perde arkasında can ciğer olduklarını ve sinsi zarar ve tahribatlarını öğrenmiş olduk.
Teşekkürler Milli Çözüm takipçi ve destekçiniziz.
Baki selamlar…

MEYVE VEREN AĞAÇ TAŞLANIR
SİZİ TENKİT EDENLER YILLARDIR YANLIŞA DOĞRU DEME GAFLETİNDE OLANLARDIR. SİZ İSE HAYATINIZI BU KUTLU DAVAYA ADAMIŞ BÜYÜK BİR BEYİNSİNİZ. FARK ŞU ONLAR SİZE KARŞI OLMAKLA BİRİLERİNE YAMANMAYA ÇALIŞIYORLAR, SİZ İSE ONLARIN VE TÜM İNSANLIĞIN KURTULUŞU İÇİN GERÇEKLERİ İNSANLIĞA AKTARMAYA ÇALIŞIYORSUNUZ. ALLAH SİZDEN VE MİLLİ ÇÖZÜM EKİBİNDEN RAZI OLSUN.

ALKIŞLIYORUM
TEK KELİMEYLE TEBRİKLER,ŞÜKRANLAR ,ŞAPKAMI ÇIKARIYORUM.DAHA ÖNCELERİ SON DERECE RİJİT VE YANLIŞ BULDUĞUM MİLLİ ÇÖZÜMÜ,TAKİP ETTİĞİM BU 4-5 AYLIK SÜRE ZARFINDA VİCDANIM VE AKLIMLA ANALİZ EDEREK DİYORUM Kİ:HİÇ ANLAMAZLIKTAN GELMEYELİM, HİÇ EVİRİP ÇEVİRMEYELİM,MİLLİ ÇÖZÜM HAKKI SÖYLÜYOR HAKKI TUTUP KALDIRIYOR,BATILA KARŞI HAKKIN KILICI MİSYONUNU ÜSTLENİYOR.BENCE MİLLİ GÖRÜŞÜN VE GERÇEK VATANSEVERLİĞİN DOĞRU ADRESİDİR MİLLİ ÇÖZÜM.

ÖZEL YAZILAR

YORUMLAR

Son Yorumlar
4
0
Düşünceleriniz değerlidir, lütfen yorum yapın.x
Paylaş...