YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL MENÜ

DERGİLER

Ay Seçiniz
category
6920ff104eb3b
0
0
6401,171,6356,117,28,27,170,98,3,144,26,4,145,113,17,6330,1,110,12
Loading....

TOPLAM ZİYARETÇİLERİMİZ

Our Visitor

2 0 8 9 5 0
Bugün : 1928
Dün : 41199
Bu ay : 895851
Geçen ay : 1371576
Toplam : 45299672
IP'niz : 216.73.216.128

SON YORUMLAR

Son Yorumlar

YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL YAZILAR

YENİ ÇIKAN KİTAPLARIMIZ

ADİL DÜNYA YAYINEVİ

Tel-Faks:

0212 438 40 40

0543 289 81 58

0532 660 12 79

“KISSA”LARIN AMACI
VE
ASHABÜ’L - KARYE OLAYI

Kıssa: Arapça sad harfiyle; ibretli ve etkili hikâyeler… Öğüt veren özlü hadiseler ve tarihi rivayetler anlamını taşır. Kur’an-ı Kerim’de Yusuf Suresi 3. ayette şöyle buyrulmaktadır:

“Biz bu Kur’an’ı vahyetmekle Sana kıssaların (ibretli ve hikmetli tarihi olayların) en güzelini aktarıyoruz; oysa daha önce Sen bundan haberdar değildin.”

Mü’min Suresi 78. ayette ise şu ifadeler yer almaktadır:

“Muhakkak Biz Senden önce de elçiler gönderdik; onlardan kimini Sana aktarıp-anlattık ve kimini anlatmadık. Herhangi bir elçiye, Allah’ın izni olmaksızın bir ayeti (mucizeyi ve hüküm ölçülerini) getirmek olacak şey değildir. Allah’ın emri geldiği zaman ise, (kesinlikle) Hakk ile hüküm verilir ve işte o zaman, (Hakkı) iptal etmekte (istekli) olanlar (ve bâtılı seçip savunanlar) hüsrana uğrayıp (gideceklerdir).”

Nisa Suresi 164. ayette ise “Kıssa” kelimesi şöyle aktarılır:

“Ve kesinlikle Sana daha önceden (gerçek hayat) hikâyelerini (ve Tevhid mücadelelerini) anlattığımız elçilere de, hiç anlatmadığımız (daha nice) elçilere de (vahyettik). Allah, Musa ile de ona hitap edip konuşuverdi.”

ASHABÜ’L-KARYE KISSASI

“Sen onlara resullerin (davetçi ve tebliğcilerin) geldiği şu kent halkını misal olarak anlat ki; Hani o vakit Biz onlara iki resul (mübelliğ ve mürşit) göndermiştik, (ama) onları yalanlamışlardı. Biz de (o davetçi elçileri) üçüncü biriyle destekleyip güçlendirdik. Bunun üzerine (gidip onlara-yöre halkına) dediler ki: ‘Şüphesiz biz, size gönderilmiş elçileriz. (Bizi dinleyiniz ve iman ediniz.)’” (Yasin: 13-14)

Yasin Suresi 13 ile 29. ayetlerinde anlatılan “Ashabü’l-Karye” (şehir-yöre halkı) ve onlara görevli gönderilen Elçi (HAKKA ve HAYRA ÇAĞIRICI)ların:

Amaç ve icraatlarının MUTLAK,

Ama gittikleri Mekânın-Diyarın ve görevli şahısların MUĞLAK (kapalı) bırakılmasının hikmetleri vardır:

1- Her asırda; farklı ülkelere, bölgelere, şehirlere ve yörelere tebliğ amaçlı gönderilen görevlilerin, aynı sıkıntı ve saldırılara muhatap kalabilecekleri ve nasıl tavır almaları icap ettiği…

2- Böylesi DİN davetçisi ve DAVA tebliğcisi için görevlendirmelerin, birbirlerini takip, takviye ve tasdik için en az iki kişi olarak gönderilmesi gerektiği…

3- Devletlerin siyasi, stratejik ve istihbari konulardaki özel görevlendirmelerde de en az iki kişi kuralının gözetilmesi…

4- Bu iki Elçinin=Tebliğcinin=Görevlinin başarılı olamadığı veya tam sonuca ulaşamadığı yerde; onların azli veya geri çekilmesi yerine, emin-ehil ve etkin bir üçüncü kişiyle desteklenip güçlendirilmesinin daha verimli olabileceği…

5- Bir yörede, tebliğ ve çekirdek kadro teşkiline gitmeden önce o yerde, bize destek verecek güvenilir bir şahsiyetin belirlenip eğitilmesinin önemi…

6- Böylece Kur’ani mesaj ve metotların, dönemsel ve yöresel olmayıp, evrensel ve sürekli prensip ve yöntemler içerdiği…

7- Bu nedenle, ilim ehline düşen; Mehmet Akif’in: “Kur’an’ı asrın idrakine söylettirmek…”, yani yeni şartlara, ihtiyaçlara ve her türlü sorunlara Kur’an temelli ve Asr-ı Saadet mihverli çözüm ve çareler üretme mesuliyeti…

8- Yasin Suresi 13. ayetinde geçen “Ashabü’l-Karye’nin” neresi olduğu; o iki elçinin ve onlara takviye için gönderilen üçüncü şahsiyetin kimlikleri konusunda; Yahudi ve Hristiyan kaynaklardan ve bazı Ashab-ı Kiram’ın aktardıklarından yola çıkarak, Antakya gibi şehir isimleri ve Habib-i Neccar gibi tarihi şahsiyetleri tefsirlere taşıyanların bu gayretleri;

a) Kur’ani haber ve hikâyelerin ete-kemiğe büründürülüp daha iyi ve etkili anlaşılmasını sağlamak açısından yararlı bir girişimdir.

b) Ancak bu “tahmini ve takribi” rivayetlerin, Kur’an’ın asıl mana ve mesajını gölgede bırakacak ve Kur’ani Kıssaları bir masal kıvamına taşıyacak girişimler ise yersizdir, hatta tehlikelidir.

Değerli araştırmacı ve ilahiyatçı Ahmet Sait Sıcak, bu konuda; “Tefsirde Spekülatif Yorum – Ashabü’l-Karye Örneği” başlıklı, oldukça gerekli, gerçekçi ve cesaretli bir kitap hazırlamıştır.

Bazı konuların yersiz ve yararsız teferruatlara boğulması,

Net ve müspet kanaat ve kuralların özet olarak ortaya konulmaması,

Ağırlıklı olarak sadece ilahiyatçılara ve konunun uzmanlarına hitaben yazılmış olması ve her okuyucunun rahatlıkla yararlanmasının pek gözetilmemiş olması gibi durumlar tenkit edilebilse de, genelde cidden yararlı ve başarılı bir çalışma yapılması ve kitaplaştırılması tebrik ve teşekküre şayandır.[1]

Ashabü’l-Karye kıssasının:

a. Kur’an’ın kalbi olarak vasıflandırılan Yasin Suresi’nde yer alması.

b.Yasin Suresi’nin faziletine dair rivayetlerin, Müslümanlarca çok okunan bu sureyi ve dolayısıyla kıssayı öne çıkarması.

c. Kıssaların çok geniş halk kitlelerinin dikkatini çeken bir anlatım tarzı olması.

d. Bir yerleşim yerine aynı anda üç elçinin gönderilmesinin, peygamberler tarihi açısından genel teamülün dışına çıkması.

e. Kıssadaki müphemlerin (gizli bölümlerin) merak oluşturması ve tafsilini gerekli kılması.

f. Kıssanın müphemlerinin bağlayıcı bir bilgiyle kesinleştirilmemesinin, merakın sürekliliğini sağlaması.

g. Kısmen muhataba göre şekillenen tefsir eserlerinde, halkın merakının giderilmeye çalışılması.

h. Kıssanın sadece Kur’an tefsirini değil; tarihi gerçekliğini tespit sebebiyle Yahudi ve özellikle de Hristiyan kilise tarihi ve teolojisiyle alâkası.

i. Sayı, isim ve mekân gibi müphemler dolayısıyla bu konularda ihtilaflar içeren kıssalardan (Ashab-ı Kehf vb.) sonuçları açısından daha büyük ihtilaflara sebebiyet veren, gelen kişilerin mahiyetine dair birbirine zıt bilgiler taşıyan (peygamber/havari) rivayetlerin bulunması.

j. Müphemleri gidermek için serdedilen hem rivayete hem de dirayete dayalı bilgilerin birçok ihtilafa ve müşkülata yol açması.

k. İhtilaf ve müşküllerin giderilmesine ve izah edilmesine çaba harcanması.

l. Elde edilen tüm bilgilere ve çalışmalara rağmen, kıssa hakkında son noktanın konulmaması.

m. Bu kıssanın ve konularının; dinler ve kültürler arasında ortak bir değer olarak algılanması,

n. Asırlar boyu devam eden inanç turizminin kıssaya bağlı unsurları devamlı olarak gündemde tutması gibi sebepler, Yasin Suresi’ndeki bu kıssayı muhatapları için daha önemli kılmış ve kıssa hakkında tefsir başta olmak üzere birçok farklı ilim dalında uzmanlaşmış müellifin eser vermesini gerekli kılmıştır.[2]

Kur’an ayetlerini tefsir için yapılan rivayetlerin olumlu katkıları

Tefsir geleneğinde İsrailiyat’a pejoratif (küçümseyici ve kötüleyici) anlam yükleyen genel teamüle[3] ek olarak, özellikle 20. yüzyıl sonrasında revaçta olan, “Kur’an’ın, metninde belirtilen ana mesajına yoğunlaşılması gerektiği” fikrini savunan edebî tefsir ekolünün etkisindeki günümüz tefsir algısı; “İsrailiyat kaynaklı” bir konuda toptancı bir yaklaşımla okurları “olumsuz” sonuçlara zihnen hazırlamaktadır. Buna rağmen İsrailiyat kaynaklı nakiller; metin ve senet kritiğine tâbi tutulmuş verilerle: Birçok konuda doğru bilgilere ulaşma imkânı, tefsirin yazar kadar muhataplarla da şekillenip kıymet kazandığı,[4] geniş halk kitlelerinin dinin temel gayesi olan ilkeleri somut örnekler üzerinden daha iyi anladığı ve benimsemeye başladığı gibi argümanlarla savunulmaktadır. Esasen; resullerin gösterdikleri mucizelere dair anlatılardaki ayrıntılar Karye halkının inkârdaki inatlarını, resullerin tebliğ sırasındaki konuşmaları tevhid dininin devamlılığını, şehrin en uzağından gelen adamın evinin konumu, yaşı, hasta ve kör olmasına dair ayrıntılar kendisini uzak tutan birçok engele rağmen geldiğini göstermesi ve Kur’an’ın kıssadaki mesajlarının anlaşılması açısından birçok olumlu etkiye sahip olduğu açıktır. Bununla birlikte çoğu İsrailiyat’a ait olan gereksiz rivayetlerin terk edilmesi gerektiğini ileri süren[5] edebî tefsir ekolü içerisinde de Ashabü’l-Karye kıssasına dair nakillerin, olumlu bir fonksiyon eda ettiğinin gösterilmesi, verilen örneğin etkinliğini artıracaktır.

Edebî tefsir ekolü içerisinde temayüz eden, sanatsal açıdan bir lafzın diğerlerine tercih edilmesiyle ortaya çıkan anlamlar gibi Kur’an’ın üslûbuyla ilgili açılımları önceleyen beyânî tefsir[6] metodolojisi (usul ilmi) içerisinde ele alınabilecek bu örnek Yasin Suresi 14. ayette Ashabü’l-Karye kıssasının anlatıldığı pasajda geçmektedir. Ayetteki “Hani, kendilerine iki elçi göndermiştik de onları yalanlamışlardı… Biz de bir üçüncü ile desteklemiştik…” ifadesinde “Biz de ikisini bir üçüncü ile desteklemiştik / فَعَزَّزْنَاھُﻤَ بِثَالِثٍ ” değil de “Biz de bir üçüncü ile desteklemiştik / فَعَزَّزْنَا بِثَالِثٍ ” denilerek cümlede mef’ûlün bih terk edilmiştir.[7]

(İran asıllı, büyük Tefsir ve Kelâm bilgini) Zemahşerî bu konuda “Kelâm, herhangi bir maksatla kurulduğunda, siyakı ona göre yapılır ve sanki onun dışında kalanlar atılmış ve reddedilmiş gibi o maksada yönelinir. Yasin Suresi 14. ayette maksat, kimlerin desteklendiğinin değil kiminle desteklendiğinin zikredilmesidir. Kendisiyle desteklenilen “ بِثَالِثٍ /  bir üçüncü ile” ise, Şem’ûn ve onun izlemiş olduğu ince tedbirlerdir. Bu sayede Hakk galip gelmiş ve Bâtıl zelil ve zail edilmiştir.”[8] şeklinde bir açıklama getirmektedir. Zemahşerî’nin ayet metniyle mükemmel bir uyum içinde olan bu açıklamaların tümüne sadece metinden hareketle ulaştığını söylemek bir kısmı için makul değildir. Açıklamaların Kur’an’ın genel üslubunu ilgilendiren kısmını, metinle bağlantılı olarak analiz bir müfessir için makul olsa da “ve onun (Şem’ûn’un) izlemiş olduğu nice tedbirlerdir. Bu sayede Hakk galip gelmiş ve Bâtıl zelil ve zail edilmiştir.” şeklindeki Kur’an’da geçmeyen ince tedbirler ibaresiyle tebliğde metot değişimine vurgu yapan açıklama için bunu söylemek mümkün değildir. Zemahşerî mezkûr “beyânî i’câzı” (mucizevi ve çok etkili beyanı-hitabet sanatını) tespit ederken tefsirinde ayrıntılı bir şekilde aktardığı[9] Ashabü’l-Karye kıssasına dair anlatılardan istifade etmiş olmalıdır. Çünkü Kur’an metnindeki bu inceliğin daha net bir şekilde anlaşılması için aktarılan anlatılardaki ayrıntılar oldukça etkin bir rol üstlenecek mahiyettedir.

Ashabü’l-Karye kıssasında, ilk iki elçiyi-tebliğciyi desteklemek üzere gönderilen “Şem’ûn’un diğer havârileri desteklemek için geldiğini ilk başta gizlemesi” üç anlatıda da yer almaktadır.[10] Şem’ûn’un ilk olarak gönderilen iki resulle irtibatı yokmuş gibi davranması, hemen her bölüme serpiştirilerek, sözlerinin artık Krala tesir ettiğini anladığı kıssanın son bölümüne dek anlatılır. Şem’ûn’un şehre girişinin, sosyal hayatta ve Kralın yanında konum edinmesinin, halkla beraber onların ibadetlerinde bulunuşunun, hapishaneye girişinin, havârilerle irtibat kuruşunun, gözü olmayan kişinin/alaca hastanın iyileşmesi ve ölünün dirilmesi için dua edişinin ve diriltilen genç tarafından teşhis edilişinin anlatıldığı tüm bölümlerde, bunu gizlice ve diğer iki resulle irtibatını ortaya çıkarmayacak şekilde yaptığı kıssa anlatımında her seferinde farklı donelerle tekrarlanarak vurgulanır. Olay örgüsündeki bu ayrıntı, ayet metnindeki mef’ûlün bihin terk edilmesini, dolayısıyla elde edilen lafzın muktezâ-i hâle uygunluğunu en güzel bir şekilde açıklamaktadır. Diğer bir deyişle sadece bir tümleç düşürülerek kıssanın önemli bir kısmı Kur’an’da işareten anlatılmıştır. Böylelikle ne tür bir takdir yapılırsa yapılsın hiçbir ispatın sağlayamayacağı anlam genişliği ve belâğî zevk cümlede hazifle sağlanmıştır.[11]

Ayetin nazmında lafzen düşürüldüğü gibi kıssanın ilk safhasında Şem’ûn hapsedilen iki resulü sanki terk etmiş gibidir. Oysaki hem ayetin فَعَزَّزْنَا بِثَالِثٍ ibaresindeki fiil, fâil ve mef’ûlün verdiği anlam hem de kıssa anlatılarındaki Şem’ûn’un yaptıkları açısından zahirî görünüşün aksine resuller terk edilmemiştir. Bununla birlikte ta’ziz anlamı özellikle vurgulanmış ve mutlaklaştırılmıştır.[12] Ayrıca ayetin metnindeki mef’ûlün bihin terk edilmesine paralel olarak es-Semerkandî’nin anlatımında ayrıntılı bir şekilde belirtildiği üzere “daha önce giden iki havârinin tebliğ metodunun yetersiz ve başarısız olması”[13] sebebiyle kıssada ilk olarak şahıslar ve tebliğ metotları değil, risâletlerinin desteklendiği anlaşılmaktadır. Mef’ûlün bihin terk edilmesi bu anlam inceliğini de yansıtmaktadır. 

Aktarılan bilgiler, İsrailiyat kaynaklı bazı rivayetlerin, Kur’an metnini daha iyi anlamaya olumlu etkisini gösterdiği gibi; Kur’an metnine uyması yönüyle mezkûr bilgilerin sıhhati açısından da bir delil olarak kabul edilebilir. (Ancak İsrailî rivayetlerin bir kısmının ise Kur’anî mana ve mesajı sakladığı hatta saptırdığı da dikkate alınması gereken bir gerçektir. A.A.) Hicrî ikinci asırdan beşinci asra kadar Mukâtil b. Süleymân’ın aktarımı hariç kıssaya dair tüm anlatılarda ayet metnine uyumlu bir şekilde “Şem’ûn’un diğer havârileri desteklemek için geldiğini ilk başta gizlediği” ayrıntısı yer alır. Bu ayrıntının metindeki karşılığının ilk defa Zemahşerî tarafından kıssa anlatılarından asırlar sonra dile getirilmesi mezkûr bilgilerin metinle uyumunu ve sıhhati destekler durumdadır. Böylelikle Kur’an metnine göre bir anlatının, İsrailî kaynaklardan sadece birkaç benzerlik esas alınarak seçilme[14] veyahut süreç içinde oluşturulma ihtimal ve kanısı büyük ölçüde zayıflamakta, ilgili rivayetlerin bağlayıcı kabul edilebilmeleri yolunda dirayet kaynaklı bir destek bulunmuş olmaktadır… Her ne kadar bu desteğin dirayet kaynaklı olduğu belirtilse de aslı itibarıyla Kur’an metnine dayanıyor oluşu, müfessirlerin tercihlerini desteklemek için çokça kullandıkları ayetlerin zahiri argümanıyla kastedilen bilgi değerine, yapılan bu yorumda ulaşılması anlamına gelmektedir.

İmam-ı Gazzâlî’nin Yaklaşımı:

İmam-ı Gazzâli (ö. 505/1111) (Kur’an ayetlerine, kendi kafasına göre yorum getirmekle ilgili) menedilen re’yi, a) niyet ve b) metot açısından menedilen re’y şeklinde iki ana ayrıma tâbi tutmaktadır. Yoruma kaynaklık etmesi açısından amaç, gaye, garaz veya ön yargı şeklinde de ifade edilebilecek niyete bağlı olarak menedilen re’yi, Gazzâli ilk olarak a) Bir bilgiye dayanan ve b) Dayanmayan şeklinde ikiye ayırır. Sonrasında ise kişinin, a) Kötü veya iyi niyetle ortaya koyduğu te’vil, b) Söylediğinin yanlış olduğunu bildiği halde yaptığı yorum ve c) Birçok manaya ihtimali olan ayet-i kerimeyi cehaletinden dolayı kendi arzu ve isteğine uygun olanı tercih ederek yaptığı yorum olmak üzere üçe ayırmaktadır. Gazzâli metot açısından menedilen re’yi ise; rivayeti öncelemeden doğrudan dil kaidelerine müracaat edilerek yapılan yorum olarak açıklamaktadır.[15]

Gazzâlî’nin yaptığı sınıflandırmadaki iyi niyetle yapılan menedilmiş yorum, konunun anlaşılması açısından oldukça önemlidir. Kanûnü’t-te’vil adlı eserinde yaptığı açıklamada Gazzâlî; “İyi niyetle yapılan bu şekildeki yorumun menedilmesindeki hikmet kolayca anlaşılamayabilir. Oysaki ayetten maksadın başka bir şey olmasına rağmen farklı bir manaya, bile bile hamledilmesi tersten okumayla; ayetle kastedilen farklıyken, maslahat uğruna hakikate aykırı bir şekilde ayetlerin lafızlarının tayin edilmesi manasına denk gelir ki bunu söyleyenin boynunun vurulması gerektiği hususunda ümmet içinde bir görüş ayrılığı yoktur”[16] ifadesiyle hem konuya açıklık getirir hem de yapılan yanlışın büyüklüğüne ve menedilme sebebine dikkat çekmektedir.

İbn Madâ’ el-Lahmî el-Kurtubî (ö. 592/1196) de benzer bir yaklaşım sergiler. O, Kur’an hakkında kendi re’yiyle veya herhangi bir ilme dayanmadan yorum yapmayı yasaklayan hadisleri delil getirerek Kur’an’a lafız veya zanna dayalı olarak mana eklemenin haram olduğunu vurgular. Ona göre Kur’an’a mana eklemek, lafız eklemek gibidir. Hatta haram olmaya daha uygundur. Çünkü esas kastedilen manalardır. Lafızlar, manaya delâlet içindir.[17] Günümüze ulaşmayan Tenzihü’l-Kur’an ‘ammâ lâ yelîku bi’l-beyân[18] adlı eserinin isminden ve hakkında verilen bilgilerden hareketle, onun bu kitabında nahiv merkezli açıklamalarla Kur’an’ı yanlış ve gereksiz yorumlamalarından,[19] buna ilaveten Allah’ın kelâmını asıl gayesinden uzaklaştırmaya sebep olduklarından[20] ötürü gramercileri uyardığı anlaşılır.

Gazzâli’nin, Kur’an’ın ana mesajının gizlenmesine ve perdelenmesine yol açan yorumlarla ilgili, sadece müfessirleri değil, onların yanı sıra Kur’an ve tefsir okuyucusu olması beklenen Müslümanları da yönlendirdiği anlaşılmaktadır. Hüccetü’l-İslam el-Gazzâli’ye göre her ilmin övülen bir miktarı vardır. Bu tasnifle ilimler; a) Azı da çoğu da yerilen ilimler, b) Azı da çoğu da makbul olan, çoğaldıkça daha güzel ve faziletli olan ilimler ve c) Yetecek kadarı makbul, fazlası makbul olmayan ilimler olmak üzere üçe ayrılır.[21] Üçüncü grupta yer alan ilimlerin ise iktisâr (kısaltma), iktisâd (normal olanı) ve istiksâ’ (ayrıntılı) olmak üzere üç çeşidi vardır.[22]

İmam-ı Gazzâli tefsir ilmini üçüncü gruptaki ilimler içerisinde değerlendirmektedir. O, tefsirde iktisârın, (özlü izahın) Kur’an’ın iki misli hacminde olacağını söylemekte ve bu tür tefsire el-Vâhidi en-Nisâbûr’i’nin (ö. 468 /1076) el-Vec’iz[23] adlı eserini örnek almaktadır. Ona göre tefsirde istiksa (bir şeyin hakikatine varma, ayrıntılarıyla araştırma) ise Kur’an’ın üç misli büyüklüğünde olandır. Bu hacimdeki tefsire ise aynı müellifin el-Vasit[24] isimli eserini örnek gösterir. İstikşafın (İstikşaf: Keşfetmeye çalışma, gizlenen ve bilinmeyen gerçekleri ortaya çıkarma çabası) örneği ise yine aynı müellifin et-Tefsîru’l-basît[25] isimli tefsiridir.[26] İmam-ı Gazzâlî’nin bu açıklamalarında mahiyete değil hacme bağlı bir sorgulamaya gittiği ve farz-ı kifâye olarak bu ilimleri ayrıntılarıyla öğrenme durumunda olanlardan[27] daha ziyade, genel okuyucuyu muhatap aldığı görülmektedir. Söz konusu yaklaşım tefsir sınıflandırmalarının, müfessir kadar olmasa bile tefsir okuyucusunu da ilgilendirdiğini göstermesi açısından önemlidir.

Farz-ı kifâye olarak bu ilimleri ayrıntılarıyla öğrenmek durumunda olan müfessirlerin kendi uzmanlık alanlarıyla ilgili donanımlarının tefsire etkisi müsellemdir.[28] (Doğal ve olağandır.) Kur’an’ın ana mesajının gizlenmesine ve perdelenmesine yol açan yorumlarda da mezkûr donanımların etken olduğu görülür. Usûlde ve teoride çözüm bulunan bu olumsuz etkilerden pratikte müfessirlerin masun kalamayışının tefsir tarihinde birçok örneği vardır.[29]

Ashabü’l-Karye kıssası, özelinde kıssa anlatımı açısından es-Semerkandî’nin Sa’lebî’ye öncülük ettiği, Sa’lebî’nin ise bu tarzı daha da geliştirdiği anlaşılmaktadır.

Sa’lebî tefsirindeki kıssa anlatımı hem Mukâtil b. Süleymân’dan ve Ebü’l-Leys es-Semerkandî’den hem de diğer eseri ‘Arâisü’l-mecâlis’ten birçok farklılık gösterir. Bunlar maddeler halinde sıralanacak olursa; 

a) Sa’lebî tefsirinde kıssa anlatımını, Mukâtil b. Süleymân’dan ve es-Semerkandî’den farklı olarak kıssanın başladığı 13. ayette yoğunluklu olarak tamamlar. Kıssanın ayet açıklamalarında değil de ilk ayette topluca aktarılması tefsire göre kıssa anlatımının öncelendiğini göstermesi açısından önemlidir.

b) Sa’lebî’nin anlatımının Mukatil’den ve es-Semerkandî’den ayrıldığı diğer nokta ise çoğunlukla senet zinciri bildirmemekle birlikte kaynak göstermesidir. O kıssa anlatımına başladığı ilk yerde “nebîlerin haberlerine dair ulemanın dediğine göre” şeklinde kaynak gösterirken, farklı kavillerin olduğu durumlarda ilgili ismi ayrıca belirtir. Bunlar 1. kavilde Vehb, 2. kavilde Vehb, 3. kavilde İbn İshâk, Ka’b ve Vehb’den, 4. kavilde İbn Abbâs, 5. kavilde Mukâtil ve 6. kavilde Vehb şeklinde Sa’lebî’nin her iki eserinde de aynı sırayla yer verilir.

c) (Ashabü’l-Karye ile ilgili) Kıssa anlatımı şehrin uzağından bir adamın gelişinin anlatıldığı bölüme kadar ‘Arâisü’l-mecâlis’le birkaç istisna dışında aynı gibidir. Habîb en-Neccâr’ın şehit edilişine dair Hasan-ı Basrî’den (ö. 110/728) aktarılan rivayetin yanı sıra el-Keşf ve’l-beyân’da Kasasu’l-enbiyâ’dan farklı olarak Abdullāh b. Mes’ûd (ö. 32/652-53) ve Süddî’den (ö. 127/745) birer rivayet nakledilir.

d) Belirtilen kaynaklardaki alıntıların tümünde olay örgüsünün Kur’an’ın Kur’an’la tefsiri ve bütünselliği içerisinde ayrıntılandırılmıştır. Bununla birlikte Sa’lebî’ anlatısında diğer Kur’an ayetlerini çağrıştıracak daha fazla lafız bulunmaktadır. Bu anlatıda;

(Allah, Hz. İsa’yı) İsrailoğullarına elçi gönderecek (O, İsrailoğullarına şöyle diyecektir): ‘Gerçek şu ki, ben size Rabbinizden bir ayetle geldim. Ben size süzme çamurdan (veya metalik hamurdan) kuş biçiminde bir şey oluşturup içine üfürürüm, o da hemencecik Allah’ın izniyle kuş oluverir. Ve Allah’ın izniyle doğuştan kör olanı ve alaca hastalığına tutulanı iyileştirir ve ölüyü diriltirim. (Her gün) Yediklerinizi ve evlerinizde biriktirdiklerinizi size haber veririm. Şüphesiz, eğer inanmışsanız bunda sizin için kesin bir ayet vardır’ (bunlar mucizedir).” (Âl-i İmrân: 49)

“Allah ise şöyle diyecek: ‘Ey Meryem oğlu İsa, sana ve annene olan nimetimi hatırla. Ben seni Ruhu’l-Kudüs (Hz. Cebrail) ile destekledim, beşikte iken de, yetişkin iken de insanlarla (hikmetle ve düzgünce) konuşabildin. Sana Kitabı, hikmeti, Tevrat’ı ve İncil’i öğrettim. Hani o vakit Benim iznimle çamurdan kuş biçiminde (bir şeyi) oluşturuyordun da (yine) iznimle ona üfürdüğünde bir kuş olup (uçuverirdi). Doğuştan kör olanı ve (deri hastalığı olan) alacalıyı iznimle iyileştirdin, (yine o süreçte) Benim iznimle (mucize olarak) ölüleri (geçici olarak diriltip, tekrar hayata) çıkarıverdin. İsrailoğullarına apaçık belgelerle geldiğinde onlardan inkâra sapanlar, ‘Şüphesiz bu apaçık bir sihirdir’ demişlerdi (de) İsrailoğullarını senden geri püskürtmüş, zararlarını defetmiştim.” (Maide: 110)

“İşte Rabbiniz olan Allah budur. O’ndan başka ilah yoktur. Her şeyin Yaratıcısıdır, öyleyse (yalnız) O’na kulluk edin. O, her şeyin (ve herkesin) üzerinde bir Vekîl’dir. (Her türlü ihtiyaçlarını gideren ve sahiplik edendir.)(En’am: 102)

(Ey Resulüm, onlara sor) De ki: ‘Göklerin ve yerin Rabbi kimdir?’ (Cevap verip) De ki: ‘Allah’tır.’ (Tekrar sorup) De ki: ‘Öyleyse, O’nu bırakıp da kendi kendilerine bile ne yarar ne de zarar sağlamaya malik olmayan birtakım veliler mi (tanrılar) edindiniz?’ De ki: ‘Hiç görmeyen (kör) ile gören (basiret sahibi) eşit olabilir mi? Veya karanlıklarla nur eşit olabilir mi?’ Yoksa Allah’a, O’nun yaratması gibi yaratan ortaklar buldular da, bu yaratma (sonucu mu, oluşan insanlar, hayvanlar, ağaçlar ve bütün varlıklar böylesine ahenkli ve mükemmel şekilde denk geldi de) kendilerince (tesadüfen mi) birbirine benzeşti? (Cevaben) De ki: ‘(Hayır) Allah, her şeyin (bizzat) Yaratıcısı’dır ve O (Vâhid) Tektir, Kahredici (kudretin sahibidir.’)(Ra’d: 16)

Allah, her şeyin Yaratıcısı’dır. O, her şeyin üzerinde Vekîl’dir. (Herkese sahip çıkan ve hakkını koruyandır.)(Zümer: 62)

İşte bu (Yüce sıfatları taşıyan), sizin Rabbiniz Allah’tır; her şeyin Yaratıcısı’dır; O’ndan başka ilah yoktur. Öyleyse nasıl olur da (Hakk’tan) çevriliyorsunuz? (Bu açık bir akılsızlık ve vicdansızlıktır.)” (Mü’min: 62)

(Allah CC) Gökleri ve yeri bir örnek edinmeksizin (hiç yoktan) yaratandır. O’nun nasıl bir çocuğu olabilir? O’nun bir eşi (zevcesi) de yoktur. O, her şeyi yaratmıştır. O, her şeyi Bilen (Allah’tır).(En’am: 101)

(O Allah ki) Göklerin ve yerin mülkü (hükümranlığı ve tasarruf hakkı) O’nundur; (Allah asla) çocuk edinmemiştir. (Allah’a evlat isnadı küfürdür.) O’na mülkünde (başka bir) ortak da yoktur, her şeyi bizzat O yaratmış, ona bir düzen vermiş, belli bir ölçüyle (en ince ayrıntılarıyla birlikte) takdir etmiştir.(Furkan: 2) [30]

“Ve de ki: ‘(Her türlü) Övgü (hamd; asla) çocuk edinmeyen (doğmayan ve doğurmayan), mülkte ve hâkimiyette ortağı olmayan ve zilletten (acizlik ve çaresizlikten) dolayı sığınılacak bir yardımcıya da (ihtiyacı) bulunmayan Allah’adır.’ Ve O’nu (şanına yakışır şekilde) tekbir edebildikçe tekbir et. (Her konuda ve her durumda Allah’ın Dinini, hükümlerini ve va’adini üstün tut, O’na güven ve yücelt!)(İsrâ: 111)

(Hz. Zekeriya, hayret ve sevincinden) Dedi ki: ‘Rabbim, bana gerçekten ihtiyarlık ulaşmışken ve karım da kısırken nasıl bir oğlum olabilir?’ (Cenab-ı Hakk ise:) ‘İşte böyle!..’ dedi, ‘Allah dilediğini yapar’ (diye uyarıverdi).” (Âl-i İmrân: 40)

“Görmedin mi ki, gerçekten göklerde ve yerde olanlar, Güneş, Ay, yıldızlar, dağlar, ağaçlar, hayvanlar ve insanlardan birçoğu Allah’a secde etmektedirler. (İnsanların) Birçoğu üzerine ise azap hak olmuştur. Allah kimi aşağılık kılarsa, artık onun için bir (yüceltici ve) ikram edici yoktur. Şüphesiz Allah, dilediğini yapandır. (Her işini hikmet ve adaletle görendir.)” (Hacc: 18)

Ey iman edenler! ‘Akit’lerinizi (Rabbinize ve birbirinize verdiğiniz sözlerinizi ve yaptığınız anlaşma metinlerinizi) yerine getirin. (Hacc ve umrede) İhramlı iken avlanmayı helâl saymamak şartıyla ve (şimdi) size okunacaklar dışta tutulmak üzere, (diğer bütün) hayvanlar size helâl kılındı. Şüphesiz Allah dilediği hükmü verir.” (Maide: 1)

(İbrahim) Hani o zaman babasına: ‘Ey babacığım! İşitmeyen, görmeyen ve sana bir fayda eriştiremeyen (ihtiyaç duyduğun herhangi bir şeyi temin edemeyen) nesnelere niye tapıyorsun?’ demişti.” (Meryem: 42) ayetleri iktibas edilmiştir.

e) Kıssa anlatımında aktarılan olay örgüsü ve ayrıntılar açısından Sa’lebî’nin anlatımının Mukâtil’den ve es-Semerkandî’den ayrıldığı birçok nokta bulunmaktadır. Mezkûr üç eserde de “takviye için gelen üçüncü resul Şem’ûn iken” olay örgüsü oldukça farklıdır. Farklı anlatılar sıralanacak olursa;

1- Gelen iki resul şehirde ilk olarak Habîb en-Neccâr’la karşılaşmış, onun oğlunu iyileştirmiştir.

2- Şehirde resullerin mucizeleri şöhret bulmuş ve birçok hasta, resuller tarafından iyileştirilmiştir. Buraya kadarki anlatıma Mukâtil ve es-Semerkandî’de yer verilmemiştir. Bundan sonraki anlatım ise es-Semerkandî’de daha ayrıntılı verilmiştir.

3- Kral, resulleri çağırarak dinleri hakkında bilgi almış ve resuller inkâr edilip çarşıda dövülerek hapsedilmişlerdir.

4- Bunun üzerine Mukâtil’in ve Semerkandî’nin de aktardığı üzere; Şem’ûn takviye için gelmiştir.

5- Mukâtil’den anlatısından farklı olarak “Şem’ûn, halk içinde şöhret bulup Kral tarafından tanınacak kadar şehirde kalmış ve Kralla arkadaşlık etmiştir.”

6- Şem’ûn hapiste olan resulleri kurtarmak için bir vesile/metot aramış (özellikle bu bölüm es-Semerkandî’de fazlaca ayrıntılandırılır),[31] resullerin gözleri tamamıyla olmayan bir hastayı iyileştirmesi ve babası gelmediği için yedi gündür defnedilmeyen bir ölünün diriltilmesi sonucunda Kral ve halkın bir kısmı bir rivayete göre iman etmişler, Mukâtil’in de aktardığı gibi diğer bir rivayete göre inkâr etmişlerdir. Es-Semerkandî’nin aktarımına göre Habîb en-Neccâr, diriltilen gencin babası olan kişidir.

7- Mukâtil’den farklı olarak Habîb en-Neccâr’ın yaşantısı hakkında ayrıntılı bilgi verilir.

8- Mukâtil’den farklı olarak Habîb en-Neccâr’ın şehadeti ayrıntılarıyla nakledilir.

9- Habîb en-Neccâr hakkında “Ümmetlerin önde gelenleri üçtür; bunlar Allah’ı göz açıp kapayıncaya kadar bile inkâr etmemişlerdir. Bunlar; Ali b. Ebû Tâlib, Yasin Suresi’nde zikredilen kişi ve firavun hânedanından iman eden kişidir. Onlar sıddıklardır. Hz. Ali ise en faziletlileridir.” hadisi senediyle birlikte nakledilir.[32] (Age. sh: 109-111)

  1. Bak: Araştırma Yayınları – 2021 Ankara
  2. Age. Sh: 19
  3. Mustafa Öztürk, “Kur’an Kıssaları Bağlamında İsrâiliyyât Meselesine Farklı Bir Yaklaşım – Tefsirde İsrâiliyyât Karşıtı Söylemin Tahlil ve Tenkidi-”. İslâmî İlimler Dergisi 9/1 (2014), 8,
  4. Ahmet Sait Sıcak, Kur’an Tefsirinde Öznellik, 55, 81, 87. 
  5. Emin el-Huli, “Tefsir ve Tefsir’de Edebî Tefsir Metodu”, çev. M. Güngör, İslâmî Araştırmalar 2/7 (1988), 35. 
  6. Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Alâ tarîki’t-tefsîri’l-beyânî (Amman: Dâru’l-Fikr, 1434/2013), 1/7.
  7. Zemahşeri’nin burada hazif değil de terk terimini kullanmasında şöyle bir incelik bulunmaktadır: Hazif kullanılması, müsnedün ileyhin (özne-mübtedâ) kendisine çok ihtiyaç duyulan bir cümle unsuru olduğu, hazfedildiği an, sanki önce zikredilip arkasından hazfedildiği düşüncesine imkân tanınırken öte yandan müsnedde terk teriminin kullanılması, müsnedin (fiil-haber) cümlede böylesine bir öneme haiz olmadığını, zikredebilmek suretiyle tamamen terk edilebileceğine işaret ettiğini göstermektedir. Müteallikâtü’l-fi’l (fiille ilintili olan cümle öğeleri) içerisinde ele alınan mef’ûlün bih de bu kapsamda değerlendirilebilir. Hatib el-Kazvini, el-İzah fi ‘ulûmi’l-belâga (Beyrut: Dâru’l-Cil. t.s.). 2/103; Halil İbrahim Kaçar. Edebî Yönden Hazif Üslubu (Eksiltili İfadeler) (İstanbul: Ocak Yayıncılık, 2007). 38.
  8. Zemahşerî, el-Keşşâf, 4/8.
  9. Zemahşerî, el-Keşşâf, 4/7-12.
  10. Semerkandî, Tefsîru’l-Kur’ani’l-Kerim. 3/118-119; Saʿlebî, el-Keşf ve’lbeyân, 8/124; Nüveyrî, Nihâyetü’l-ereb fî fünûni’l-edeb, 14/251-254.
  11. Krş. Zemahşerî, el-Keşşâf, 2/651.
  12. İbn Hişâm. Cemâlüddin Abdullah b. Yusuf b. Ahmet el-Ensari. Muğnil-lebib ‘an kütübi’l-e’ârib (Dimeşk: Dâru’l-Fikr. 1405/1985). 1/798.
  13. Hapishanedeki iki resulü gizlice ziyaret eden Şem’ûn resullere şöyle hitap eder: “Ben sizi kurtarmak için geldim. Siz işe yanlış başladınız, onların size itaat edip-etmeyeceğini hesap etmediniz. Onları önce yumuşaklıkla davet edecektiniz. Siz ise korkutarak davet ettiniz. Sizin durumunuz, genç yaşında çocuğu olmayan, yaşlandığı zaman bir oğlu olan ve hemen onun bir anda büyümesini isteyen, büyümesi için de onu aşırı şekilde yediren, fakat çocuk bakımını bilmediği için boğup öldüren kadın gibidir. Siz de o kadın gibi acele ettiniz, Krala geldiniz, davet vakti olmadan, hemen onu imana davet ettiniz ve başınıza bela getirdiniz.” Semerkandî, Tefsîru’l-Kur’ani’l-Kerim, 3/118.
  14. Havvâ, el-Esâs fi’t-tefsîr, 8/4631.
  15. Ebû Hâmid Muhammed b. Muhammed el-Gazzâlî, İhya-i ‘ulûm’îd-din (Beyrut;Dâru’l-Ma’rife, ts.), 1/290-291
  16. Ebû Hâmid Muhammed b. Muhammed el-Gazzâli, “Kanûnü’t-Te’vil”, Mecmü’atü Resâili’l-İmam el Gazzâli (Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1427/2006) 7/124, Ayrıca bk. Ebû Hâmid Muhammed b. Muhammed el-Gazzâli, “Kanûnü’t-Te’vil”, çev. Bilal Aybakan, İslami Araştırmalar Dergisi 8/3-4 (2000), 522.
  17. Muhammed İbn Madâ el-Lahmi el-Kurtubî,i er-Red ‘ale’n-nühat (Kahire: Dâru’l-i’tisâm, 1399/1979), 74
  18. Abdülvehhâb İbn Mansûr, A’lâmü’l-Mağribi’l-‘Arabi (Rabat: el-Matba’a-tü’l-Melikiyye, 1403/1983), 3/359
  19. Celâleddin es-Sûyûtî, Buğyetü’l-vu’ât fi tabakaâti’l-luğavlyyin ve’n-nuhat, nşr. M. Ebû’l-Fazl (Lübnan: Mektebetü’l-‘Asırıyyeh, ts.). 1/323; M. Faruk Toprak “Reformist Bir Arap Gramercisi: İbn Maza”, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Dergisi 37/1-2 (1995), 212
  20. Hulusi Kılıç, “İbn Madâ”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi (İstanbul: TDV Yayınları, 1999), 20/163
  21. Gazzâlî, İhya-i ‘ulûm’îd-din, 1/38-39
  22. Gazzâlî, İhya-i ‘ulûm’îd-din, 1/39
  23. 1243 sayfadan oluşan bir ciltlik baskısı için bk. Ebü’l-Hasen Ali b. Ahmet b. Muhammed eş-Şâfiî en-Nisabûri el-Vahidi, el-Veciz fi tefsiri’l-Kitabi’l-‘Aziz, thk, Safvan Adnan Davudi (Dimaşk: Daru’n-Neşr. Daru’l-Kalem-Beyrut: ed-Dâru’ş-Şamiye, 1415/1994)
  24. Birinci cildi 539, ikincisi 639, üçüncüsü 595 ve dördüncüsü 576 sayfadan oluşan 4 ciltlik baskısı için bk. Ebü’l-Hasen Ali b. Ahmed b. Muhammed eş-Şafii en-Nisâburi el-Vahidi,el-Vasit fi tefsiri’Kur’ani’l-Mecid (Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1415/1994)
  25. 25 ciltlik baskısı için bk. Ebû’l-Hasen Ali b. Ahmed b. Muhammed eş-Şafii en-Nisâburi el-Vahidi, et-Tefsiru’l-basit (Riyad: Cami’atü’l-İmam Muhammed b. Su’üdü’l-İslamiyye, 1430-2008)
  26. Gazzâlî, İhya-i ‘ulûm’îd-din, 1/40
  27. Gazzâlî, İhya-i ‘ulûm’îd-din, 1/39
  28. Ahmet Sait Sıcak-Necmettin Çalışkan “Müfessirlerin Özellikleri Bağlamında ‘İnsan-ı Kâmil” Anlayışı ve ‘Büyük Adam Sosyolojisi’ Teorileri’. Uluslararası İslam ve Model İnsan Sempozyumu Tam Metin Kitabı (PDF: Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi, 2018). 286 vb.
  29. Age. Sh: 38-40)
  30. Furkan Suresi’ndeki lafızların anlatıda takdîm-te’hîr edilerek iktibas edildiği görülür.
  31. Kral karşısında izlenecek tebliğ metodu bölümü kısmen ve ilk olarak, gönderilen resulü destekleyen iki resul ayrıntısıyla kaynak verilmeksizin, Mâtürîdî’de (ö. 333/944) geçmektedir. Mâtürîdî, Tefsîru’l-Mâturîdî (Te’vîlâtu ehli’s-sünne), 8/509.
  32. Sa’lebi, el-Keşf ve’l-beyân, 8/24
5 2 votes
Değerlendirmeniz

Makale Paylaşım Sayısı: 

Subscribe
Bildir
9 Yorum
En Yeniler
Eskiler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Ezelden Ebede
Gönüllere hoş gelişi, tabiatı müşahede ve tefekküre davet şekli, insanın maddi dünyasına ve ruhuna hitap edişi, sözlerinin yerli yerinde dizilişi, tekrarlarının usandırma ve bitkinlik vermeyişi, çok güzel ayet sonları ve ahenkli bitişleri, tabii secileri (nesir kafiyeleri), asırlar sonra yapılmış hassas âletler ve laboratuarlar yardımıyla akılların ancak ulaşabileceği;
Atomlardan fezalara, canlı hücrelerden mucize organlara kadar, bütün ilmi sırlar ve detaylı bilgiler fert ve cemiyet ahlakını güzelleştiren ve aileyi ıslah eden ahlak kaideleri, tatlı hikayeleri, geçmiş asırların tarihini aydınlatan ibret ve hikmet belgeleri, mebde ve mead (kâinatın varoluşu ve sonu) hususundaki bilgileri, askeri talimat ve stratejileri, devletler arası hukuk prensipleri, bünyesinin diğer eserlerden farklı oluşu, tabii güzelliklerine ilaveten bedii güzellikleri, mücerredi müşahhas, zihinde gaip olanı önünde hazır yapan meselleri, güzel hitabeleri, müstesna ikna sistemi, delillerinin kuvveti, mantığının mükemmelliği, insanlığa her iki âlemin saadetini temin eden kaideleriyle,
Kur’an’ın üslûbunun fevkaladeliği, onun, insanlığı aciz bırakan yönlerinden biri olmuştur. Şiirden daha ince, denizlerden daha engin, sihirden daha çekici; şerefli ve yüksek bir mevkii olan bu ilahi ilmin talibi maalesef fazla değildir. Oysa Kur’an hakikaten basiret sahiplerinin meşgul olacağı bir Kitabı Kerimdir.49[34]
Müslümanların mukaddes kitabı olan Kur’an-ı Kerim, bu üslûbu sayesinde, Arap dilini iptidai mantık alanından, medeniyet ve kültürün düşünce yükünü taşıyacak teknik tekâmüle yükseltmiş ve onu, Arapçada nice ölmez şaheserler meydana getirme şerefine eriştirmiştir.

Bütün Peygamberler ilahi bir vazife ile gönderilmiş olduklarını ve kendilerini kavimlerine kabul ettirebilmek için mucizeler göstermek mecburiyetinde kaldıklarını biliyoruz. Bu hususu bizzat Hz. Peygamber şöyle dile getirmektedir:

“Hiç bir Peygamber gönderilmemiştir ki, ona, insanları imana getirecek, bir ayet verilmemiş olsun, Bana verilen, Allah’ın gönderdiği vahiydir. Onun için kıyamet günü ümmetimin sayıca diğerlerinden çok olmasını ümit ediyorum”50[35] demiştir. Geçmiş Peygamberlerin bu mucizeleri, sadece o devirde yaşayanlar ve orada hazır bulunanlar tarafından müşahede edilebilirdi. Kısaca ifade etmek lazım gelirse, onların bu mucizeleri sürekli değil, geçici ve hissi idi. Mesela, sihrin revaçta bulunduğu ve ünlü sahirlerin yaşadıkları bir devirde, Hz, Musa’ya sihirli bir asa verilmiş, bununla sihirbazlar mağlup edilmişti.
Hz. İsa’nın tıp alanında gösterdiği büyük mucizeler ise, onun zamanında tıbbın ve hazık tabiplerin en yüksek derecelere ulaştıklarını gösteren bir delildir .

Hz. Muhammed’in mucizeleri ise, kıyamete kadar geçerli sürekli ve aklidir. Çünkü o zamanda Arap dili ve hitabeti en yüksek dereceye ulaşmış bulunuyor, adeta altın çağını yaşıyordu.
Arap kavminin fesahat ve belagat yönünden en yüksek mertebeye ulaştığı bir devirde, gereken en büyük mucize, hiç şüphe yok ki, belagat ve fesahatin en büyük timsali olan ve hiç kimse tarafından taklit edilemeyen Kur’an-ı Kerimin vahyedilmesi olmuştur.
O Yüce yaratıcının Kelamıdır, mahlûkun sözleri asla onu taklit etmeye muktedir olamaz ve olamayacaktır da. Çünkü bu husus Allah tarafından o derece kesinlikle belirtilmiştir ki, aksinin varit olması mümkün değildir. Kur’an-ı Kerimin insanlığı aciz bırakan yönü, yani onun i’cazı, ona benzer veya ona yakın bir eserin meydana getirilememesinde aranmalıdır. İşte bu bakımdan Kur’an, Hz. Peygamberin en mühim ve en büyük mucizesi olmuştur. Bu mucize, artık başka mucizelere gerek bırakmamıştır.

“KISSA”DAN HİSSE
Kur’an-ı Kerim’deki kıssalar, gerçekleşmiş ibretli ve hikmetli tarihi olayların en güzelini bizlere aktarıp haberdar etmektedirler.
Kıssalar, günümüze ışık tutmaktadır.
Kıssalarda;
Tebliğci ve davetçi gönderilen karyelerden, yani ülkelerden, bölgelerden, illerden, ilçelerden ve kasabalardan, köylerden…
Zamanın şartlarına ve ihtiyaçlarına uygun olarak birbiri ardınca karyelere gönderilen, bizi dinleyiniz ve iman ediniz diyen tebliğci ve davetçilerden…
Tebliğ ve davete muhatap olduktan sonra, siz ancak bizim benzerimiz olan bir beşersiniz diyerek tebliğcileri yalanlayan, uğradıkları her türlü uğursuzluk ve huzursuzluğun sebebi olarak onları suçlayan, mücadelelerinden vazgeçmemeleri durumunda onları en ağır şekilde cezalandırmakla tehdit eden yöre halkından, acı ve alçaltıcı akıbetlerinden…
Dünyalık bir beklenti gözetmeden tebliğ ve davet edenlere uyulması için mücadele eden inançlı ve vicdanlı yöre halkının imanından-cihadından ve ulaştırıldıkları nice ikram ve ihsanlardan…
Zaman değişse de, şartlar değişse de insanların durdukları yerler değişmiyor, insanlar ya gönderilen tebliğ ve davetçidir, ya tebliğ ve davetçilere tabi ve taraf olup destek veren yöre halkındandır ya da tebliğ ve davetçileri inkâr ve itiraz eden yöre halkındandır ve bunların uğradıkları akıbet bellidir.
Günümüzde gönderilen tebliğ ve davetçileri Milli Çözüm temsil etmektedir.
Kıssadan hisse, insanlar nerede yaşadıklarına, nerede durduklarına baksalar kendi durumlarını ve akıbetlerini görürler!

HAMDIM! YANDIM! PİSTİM DİYEBİLMEK…
Bakara 214
Yoksa siz, daha önce gelip geçen (kavimlerin durumu) başınıza gelmeden (onların İslam yolunda ve imtihan amacıyla çektiklerini siz de çekmeden; dünyada Adil Devlete erişeceğinizi, ahirette ise) cennete gireceğinizi mi zannettiniz? Onlara öylesine belalar, yoksulluk ve hastalıklar dokunmuş ve öylesine sarsılmışlardı ki, sonunda peygamber ve onunla birlikte iman eden kimseler; “Allah’ın yardımı ne zaman?” diyecek (kadar çaresiz kalmışlar ama buna rağmen davalarından asla caymamışlardı. Sadakat ve samimiyetlerini böylece ispat ettikten sonra) İyi bilin ve bekleyin ki, artık Allah’ın yardımı yakında erişecektir.

Ne büyük imtihandan geçmişler…
Elbette ki sıra ile ….
RABBIMIZ İMANIMIZI KUVVETLENDİSİN..
İMTİHANLARIMIZI VEREBİLMEYİ NASİP EYLESİN…

Mesaj ve Metot
Bir işte eğitimli ve talimli olmanın, nasıl insanı öne geçirdiğini ve melekelerinin nasıl ön plana çıktığını Milli Çözüm’ün tahlil ve tespitlerinde net olarak görmekteyiz. Baştan sona tebliğ ve nasihat hareketi olan, insanlığı iyiye, güzele, barışa ve refaha yönlendirmek ve nihayetinde Cenabı Hakkın emrinde tutmak hedefinde olan düşünce sistemimizin, sistem örgüsünü fark edebilen zihinler; mesajlar ve iletim metotları konusunda sıkıntı yaşamaktan geri durabiliyor. Böylece de en önemli konularda hedeften sapmalar olmuyor ve menzile erişimde sıkıntı olmuyor. Sayın Ahmet Sait Sıcak beyin vesilesi ile detayına bir nebze vakıf olduğumuz Ashabı Karye kıssasının mesaj ve metot açısından veciz bir uslüpla tahlilini yapan sayın yazarımıza müteşekkiriz. Bu anlayış ve idrak karşısında Cenabı Hakka şükrediyor ve bu hareketin içinde olmanın kıymetini bilenlerden olmayı ümit ediyorum.

Kuran da Geçen Kıssaların ve Olayların Manasını ve Günümüze Yönelik Mesajlarını Üstad Ahmet Akgül Hocamızın Yorumladığı Meali Kerimden Ancak Tam Öğrenilebilir
Allah Kelamının günümüze ışık tutan mana ve mesajlarının sadece bir bölümünü değil tüm bir bütün olarak anlaşılması, anlatılması;
Dış güçleri-Batılı ve içteki uzantılarını en çok rahatsız eden konudur. [b]Aziz Erbakan Hocamızın [/b]anlatmış olduğu “Haim Nahum Doktrin”i konunun ehemmiyetini anlamaya yetecektir.

[b]Üstad Ahmet Akgül Hocamızın[/b] yorumlamış olduğu Meal-i Kerim bu bağlamda İnsanlığa, Müslümanlara verilmiş en büyük hediyedir.

İnsanın dünya ve ahiret saadetine vesile olan İslam’ın en doğru şekilde anlaşılması için ana kaynağımız olan Yüce Kur’an’ın Manası ve Mesajını eşsiz bir emek-hassasiyetle hazırlayan başta Üstadımız Ahmet Akgül Hocamıza ve emeği geçen tüm Milli Çözüm ekibine teşekkürleri bir borç biliriz.

ilim ehline düşen; Mehmet Akif’in: “Kur’an’ı asrın idrakine söylettirmek…”, yani yeni şartlara, ihtiyaçlara ve her türlü sorunlara Kur’an temelli ve Asr-ı Saadet mihverli çözüm ve çareler üretme mesuliyeti… bu mesuliyeti yerine getiren AHMET AKGÜL H
Kur’an’ın asıl mana ve mesajını anlamamıza HAYATIYLA vesile olan başta Muhterem ERBAKAN HOCAMIZ’a , GÜNÜMÜZ ŞARTLARINA VE İHTİYAÇLARINA UYGUN OLARAK HAZIRLADIĞI MEALİ KERİM İLE ÜSTAT AHMET AKGÜL HOCAMIZDIR. RABBİMİZ RAZI OLSUN BİZLERİ ONLARIN YOLLARINDAN VE HİMMETLERİNDEN MAHRUM EYLEMESİN İNŞALLAH..

Mesajlarda verilmek istenenlerin asliyetini kaybetmemek
Kıssalardaki özü anlatmak yerine, özdeki anlamı dağıtacak ayrıntılara girmek Kur’anı Kerim’in bizlere kazandırmak istediği davranışları engellemektedir. Yazıda geçen kıssada, Hakk yolunda mücadele edenlere önerilen yöntem ve davranışlar üzerine yoğunlaşmak yerine farklı kaynaklardan da beslenerek gereksiz ayrıntılara girmek bu tür mücadelelerde lazım olan yetilerden yoksunluğa neden olacaktır. örneğin; kıssada geçen ve şahsın kendisi üzerinden örneklendirdiği “Hem bana ne oluyor ki, beni Yaratan’a kulluk etmeyecekmişim? Zaten siz de (sonunda) O’na döndürüleceksiniz. (Nihayet hepiniz de dönüp dolaşıp O’nun huzuruna götürüleceksiniz.)” ifadesi tebliğ esnasında kullanılacak müthiş bir ikna metodunu bizlere göstermektedir. Bu durum bize göstermektedir ki; Kur’an’da geçen kıssaları açıklayan ilim ehlinin toplumun farklı kesimlerinin ihtiyaçlarını ve algılarını göz önünde bulundurarak geniş çerçeveden, bugünün dilini iyi kullanarak, Kur’an’nın vermek istediği asli mesajı gözlerden kaçırmayan bir dille anlatmaları gerekmektedir.

Sonsuz şükürler olsun…
Bu makaleyi okuyunca birkez daha idrak ettim ki Milli Çözüm gerek makaleleri, gerek Meali Kerimi, gerek kitapları gerekse de İalhi bir ikram olan sadık rüyalarla Kur’an’ın doğru anlaşılması ve hayata tatbik edilmesi için Siyer, Fıkıh, Kelam, Akaid, Hadis usülü ve Tefisr ve Tefsir usülü alanlarında doyrucu hap bilgiler içeren ve idrak algısını en yüksek seviyede muhafaza eden muazzam bir okuldur.

Ashabı Karye örneğinde olduğu gibi, detaylarda boğmak yerine Yasin Suresindeki ilgili ayetlerle Rabbimizn bizden ne murad ettiği, neyi ders çıkarmamız gerektiğini idrak ettirmesi ve bunu yaparken en doğru tefsir metodunu izah etmesi; “Kuranın manası ve mesajı” şeklindeki bir başlığın Meali Kerime verilmesinin manasını doyurucu şekilde hissettirmektedir.

Sadece Ashabı Karye örneğinde olduğu gibi kişiler, muhataplar ve gelişmelerde boğmak yerine; tarihi tecrübenin ve Kurani Kerimin verilerinden istifade ederek bir tebliğcinin veya devlet görevlisinin hangi metodu uygulaması gerekliliğini ve hangi metodun başarısız olacağı hususunu ders etmesi Milli Çözümün ve tüm kaynaklarının farkını ortaya koymaktadır.

Bu eşsiz ve paha biçilmez nimetleri bizlere ikram eden Rabbimize sonsuz şükürler olsun…

Kur’an’ı Kerim’i anlamak…
Ilımlı İslamcılar ve İslam’ın güncellenmesi gerekiyor diyenlerin işine gelmediği için Ahmet Hocamızın hazırlamış olduğu Meali Kerim’e her ay farklı bir dava açıyorlar. Neden? Çünkü Kur’anı Kerimi gerçekten okuyan ve anlayan insanlar bu Din tüccarlarını desteklemeyecekler. Ancak ilk ayeti oku olan kitabımızı yahudiler, Müslümanlardan daha çok okudukları için bu haldeyiz. ”kime oy vereceğiz ya en azından başımızda ki Kur’an okuyor” mantığında ki halk maalesef hala gerçekleri göremeyecek kadar gafil. Şükürler olsun Rabbime bizlere Erbakan Hocam ve Ahmet Hocamı tanımayı nasip etti ahirette de bizleri haşretsin amin

Picture of Abdullah AKGÜL

Abdullah AKGÜL

YORUMLAR

Son Yorumlar
9
0
Düşünceleriniz değerlidir, lütfen yorum yapın.x
Paylaş...