YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL MENÜ

DERGİLER

Ay Seçiniz
category
6902e7ca1eb27
0
0
6401,171,6356,117,28,27,170,98,3,144,26,4,145,113,17,6330,1,110,12
Loading....

TOPLAM ZİYARETÇİLERİMİZ

Our Visitor

2 0 8 8 5 2
Bugün : 6461
Dün : 38192
Bu ay : 1305021
Geçen ay : 1355873
Toplam : 44337266
IP'niz : 216.73.216.49

SON YORUMLAR

Son Yorumlar

YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL YAZILAR

YENİ ÇIKAN KİTAPLARIMIZ

ADİL DÜNYA YAYINEVİ

Tel-Faks:

0212 438 40 40

0543 289 81 58

0532 660 12 79

TÜRKİ CUMHURİYETLERİN KIBRIS KARARI
VE
CUMHUR İTTİFAKI’NIN TUTARSIZLIĞI

2025 Nisan başında Avrupa Birliği (AB) ile Orta Asya ülkeleri arasında ilk defa düzenlenen zirve, AB’nin de, AKP’nin de ayarını ortaya çıkarmıştı. Maalesef bu ülkelerin zirvede AB’yle imzaladıkları ortak bildiride, Kıbrıs Adası’nda Türkiye’nin karşı çıktığı tezleri destekleyen bir madde yer almıştı.

Bu madde ile yalnızca Türkiye’nin tanıdığı “Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti”nin; kurulmasını kınayan ve tanımama çağrısı yapan BM Güvenlik Konseyi’nin 541 ve 550 sayılı kararlarına bağlı kalacaklarını açıklamışlardı. Zirveye Orta Asya’dan beş devlet; Kazakistan, Özbekistan, Türkmenistan, Kırgızistan ve Tacikistan katılmıştı.

Oysa, bu ülkelerden Tacikistan hariç dördü, Kıbrıs’ın kuzeyindeki Türk yönetiminin de gözlemci sıfatıyla katıldığı Türk Devletleri Teşkilatı’nda (TDT) yer alıyorlardı. Bu ülkelerin, TDT’ye rağmen böyle bir bildiriye imza atmaları, Türkiye ile ilişkilerindeki samimiyeti ve Cumhur İttifakı’nın güvenilirliğini sorgulatmaya başlamıştı. Ve hele bu toplantılardan sonuncusunun; Katil Netanyahu uşağı Macaristan Başbakanı Viktor Orban’ın ev sahipliğinde yapılması… Ve bu Orban ile Erdoğan’ın dostluk sarılmaları bile, bizim ahmak takımını hâlâ uyandırmamıştı!? Gözleyip bakalım; “Emri Hak vaki oluncaya kadar buradayız!” Yani; “Ben, ölünceye kadar Cumhurbaşkanıyım!..” buyuran Sn. Erdoğan’ın bu saltanat sevdası gerçek olacak mıydı? Yani yaptıkları yanına kâr kalacak mıydı?

Peki Orta Asya ülkelerinin bu tutumu neden kaynaklanmıştı?

Kazakistan’ın eski diplomatlarından, siyasi analist Kazbek Beysebayev, AB’nin Rusya’ya yaptırımlarının Kazak ekonomisini de etkilediğini vurgulamıştı. Beysebayev, AB’nin bu zirvede duyurduğu 12 milyar euroluk yatırım sözünün bu kararın alınmasında etkili olduğunu hatırlatıp: “Bence bölgedeki ülkeler, bu ‘hediye’ için Türkiye’yi üzmeye değeceğini düşündüler.” itirafında bulunmuşlardı.

Kırgız uluslararası ilişkiler uzmanı Dr. Chinara Esengul da “Kültürel ve etnik bağlardan kaynaklanan duygusal tepkiler anlaşılabilir. Fakat günümüzde dış politikaya yön veren şey stratejik hedefler ve yatırım fırsatları olmalıdır” sözleriyle “biz parayı verenin düdüğünü çalarız” demeye çalışmıştı.

Özbek siyasi analist Rafael Sattarov ise daha samimi davranıp: “Gerçekçi olmak gerekirse Orta Asya öyle bir halde ki, bu ülkeler Kuzey Kıbrıs’ı umursamanın bedelini ödeyebilecek durumda değiller” açıklamasını yapmıştı.

Anlaşılan o ki, Kıbrıs Türklerinin durumu Orta Asya ülkelerinin öncelikleri arasında sayılmamaktaydı. Bu durum ise AKP iktidarının ve Cumhur İttifakı’nın en büyük ayıbıydı. Türki Cumhuriyetlerin; Kıbrıs Rumlarının ve AB tarafının yanında yer almaları, aslında Erdoğan İktidarının ve Cumhur İttifakı’nın ağırlığını ve saygınlığını da ortaya koymaktaydı.

KKTC Deyince! (Akla Erbakan gelmiyorsa, orada bir hinlik ve cinlik aranmalıydı!)

“Hayır böyle olmamalı idi! KKTC deyince bugün insanların aklına kumar geliyor, sahte diploma, para aklama geliyor, Falyalı’dan sonra; artık uyuşturucu, fuhuş, kadın ticareti, pedefoli, insan kaçakçılığı, şantaj kasetleri akla gelmeye başladı. Şimdi buna bir de cinayet eklendi. Son zamanlarda daha çok CHABAT akla geliyordu. KKTC dediğiniz yer 3.355 km², 400.000 nüfuslu bir yarımadaydı. Yüzölçümü olarak Osmaniye ili kadar, Nüfus olarak Aksaray kadardı. Rum Kesimi ise 9.240 km², yani neredeyse KKTC’nin 3 katıydı. Nüfusu da öyle: 1.370.754 civarındaydı.

Kıbrıs Barış Harekâtı, 20 Temmuz 1974’te yapıldı. Kıbrıs Barış Harekâtı‘nın üzerinden 50 yıl geçmiş durumdaydı. Henüz daha Maraş bölgesi ile ilgili sorunu bile çözemedik. Sözde 20’den fazla bölgedeki devletin; sınır, rejim ve iktidar yapılarını dönüştürmek için BOP’ta ABD ile eş başkanız, İngiltere ile stratejik ortağız, dahası AB kapısında Turhan’ın karikatüründeki gibi, yavrularını emziren domuzu emmek için domuz ağılının kapısında yarım asırdır bekliyoruz, ama bu konuda hâlâ hiçbir gelişme yok. Türkiye, Avrupa Birliği (o zamanki adıyla Avrupa Ekonomik Topluluğu-AET) üyeliği için ilk resmi başvurusunu 14 Nisan 1987 tarihinde yaptı. Türkiye’nin AB üyelik başvurusunun üzerinden tam olarak 38 yıl geçti. AET’ye ortaklık için ilk başvuru ve Ankara Anlaşması’nın tarihi 12 Eylül 1963. Yani AB kapısındaki bekleyişimizin üzerinden 62 yıl geçmiş. “Batı’ya kalkan tren” sürekli rötar yapıyor!

Kıbrıs konusunun kökleri çok eskilere gider. Kıbrıs, 1878’den itibaren Osmanlı’dan kiralanarak Britanya yönetimine geçti; 1914’te İngiltere Ada’yı ilhak etti. 1960 yılında Türk ve Rum halkı tarafından ortaklaşa Kıbrıs Cumhuriyeti kuruldu. Ancak Rumlar tarafından Yunanistan’ın ve Kilisenin desteği ile “Enosis” (Yunanistan’a ilhak) çabaları başlatıldı. Ardından Türklere yönelik saldırılar başladı. Bu saldırılar 1963-1974 arası zaman zaman yayılarak ve şiddetini artırarak devam etti. 15 Temmuz 1974’te Yunan cuntası destekli darbe ile Kıbrıs Cumhurbaşkanı Makarios devrildi ve yerine EOKA’cı Nikos Sampson getirildi. Ardından 20 Temmuz 1974’te Barış Harekâtı başladı. Türkiye, 1960 Garanti Antlaşması’nın verdiği haklara dayanarak askeri müdahalede bulundu. 1. Harekât: 20 Temmuz 1974’te TSK, havadan ve denizden Kıbrıs’a çıkarma yaptı (Girne bölgesi). 22 Temmuz 1974’te ateşkes ilan edildi, ama saldırılar sürdü. 14 Ağustos 1974’te Cenevre görüşmelerinden sonuç alınamayınca 2. Harekât başladı. Türk ordusu Lefkoşa’dan Gazimağusa’ya kadar olan bölgeyi kontrol altına aldı. Kıbrıs Adası fiilen ikiye bölündü. 1983’te Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) ilan edildi. Ve KKTC’yi resmen tanıyan tek ülke Türkiye!” diyen Abdurrahman Dilipak, 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı’nı sanki cinnler ve görünmez güçler yapmış gibi… Sanki Türkiye’nin başında bir Hükümet yokmuş gibi davranmıştı… Tabi asıl amacı Şanlı Kıbrıs Çıkarması’nın başlatılmasında ve başarılmasında başrol oynayan, Başbakan Yardımcısı Rahmetli Necmettin Erbakan Hoca’yı unutturmaktı. Küfranın (nankörlüğün ve gerçeğin üzerini kapatmanın) bu denlisine az rastlanırdı. Bu tarihi ve talihli başarının binde birini Erdoğan yapsaydı, örneğin Ege Denizi’ndeki bir kayalığı bile Yunanistan’dan geri alsaydı, bu sünepe takımı, ona ne kahramanlık destanları uydururlardı…

KKTC’de işler öyle bir noktaya geldi ki, kalabalık gruplar Türkiye’yi işgalci olarak görerek protesto etmeye kalkabiliyor. Öte yandan Türkiye AB’ye girmek istemiyor mu? O zaman şöyle diyorlar, “Madem Türkiye AB üyesi olmak istiyor, Türk dünyası AB ile ilişki kurmak için Rumları tanıyor, peki biz neden burada bu şartlar altında yaşamaya mecbur bırakılıyoruz?”

Aslında ABD’de ne oluyorsa, “Küçük Amerika” hayalleri ile geldiğimiz noktada ABD’de olumsuz anlamda ne varsa bizde o var gibi sanki. (Bunun gibi) Bizde ne varsa “Yavru Vatan”da da o var. Ya da tersinden okursak, “Yavru Vatan”da ne varsa, “Anavatan”da o var. Son günlerde KKTC, Türk dünyasının Kıbrıs Rum Kesimi’ni “Kıbrıs Cumhuriyeti” olarak tanımasıyla gündeme gelmişti. Bir de Gazze düşerse Trump’ın Kıbrıs ile ilgili planları da var. O zaman tabi İsrail; Mısır ve Lübnan federasyonu ile Doğu Akdeniz büyük ölçüde İsrail’in “Münhasır alanı” olacak. Yani “Mavi Vatan” hayalleri de suyunu çekecek. Bu arada denizde Mavi Vatan hayalleri kurarken biz ülkemizde, Chemtrails belası sebebi ile Mavi gökyüzünü kaybettik. Başımızdan pislik yağdırıyor birileri. Havamız boz bulanık bir su rengine döndü.

Zaten burnumuzun dibinde tüfek atımı menzilde, aramıza sınır çizgisi bile sığmayan bir Meis Adası var, Yunanistan’a ait. Yunanistan kara sularını 6 milden 12 mile çıkartacak olursa, balıkçılarımız bile denize açılamayacak nerede ise. Mustafa KemalOrdular ilk hedefiniz Akdeniz’dir, ileri” dedi ama kimse duymadı. Ordu yokmuş zaten o cephede. Meis Yunan’da kaldı, Lozan’da da ayıp olmasın diye konuyu gündeme getirmedik zaten. “Yurtta sulh, cihanda sulh” prensibinin ardından, ne kimsenin bir karış toprağında gözümüz var ne de kimsenin bizim bir karış toprağımızda gözü olmasın” dedik ama, Kardak Krizi ile de artık “ne olacak böyle” diye düşünmeye başladık. Halbuki, Şeriat’tan kurtulup rakıyı içince “Yunan’la kardeş olduğumuzu” anlamıştık ama, Yunanlılar sanırım UZO içiyorlar, o da anlaşılan onlar üzerinde bizdeki rakı etkisini yapmıyor. Artık rakı da kesmiyor, bizimkiler de uyuşturucu işine girdiler baksanıza.

Yunanistan artık bizi bıraktı İsrail’le flört hayatı yaşıyor. Biliyorsunuz bizde flört hayatı, nikâh dışı cinsellik içeren arkadaşlık da haram. Yunan bu işten anlamıyor. Onların çıplaklar kampı bile var. Ne var yani, bizim de karnavalımız var, o eksikliği yatlarda, özel otellerde karşılamaya çalışıyoruz. Beyaz Türkler demokratik yöntemlerle (!?) her şeye bir çare buluyorlar, üretiyorlar. “Demokrasilerde çare tükenmez” diye bir söz var biliyorsunuz! Tabi birtakım CHP’li “Laikçi Müslüman” kendilerini Şeriatla bağımlı hissetmedikleri için, onların nev-i şahsına münhasır Müslümanlıkları, Kitap’a, Risalet’e dayalı Müslümanlıkla pek uyuşmuyor. Bakalım Trump’un “kilise-devlet ayrılığı” konusunun bugün yeniden ele alınması gerektiğine ilişkin düşünceleri ile, Papa olmak istediğine ilişkin açıklaması, sağda ve solda, milliyetçi ve liberal kesimdeki ABD ile uygun adım politikası üzerinden bu konuda nasıl bir etki oluşturur göreceğiz.” diye sızlanan Dilipak, 25 yıldır tek başına iktidarda bulunduğu halde, bu sıraladığı sorunlara hiçbir ciddi ve gerçekçi çare üretemeyen Erdoğan iktidarını ise, güya dolaylı tenkit kılıfıyla, bütün tahribatlarına mazeret uyduruyorlardı.

Bu arada unutmadan, Türk yurttaşı Doğan Kasadolu’nun 20 Nisan 2025’te bir basın açıklaması oldu, ama nedense hemen hemen kimse bu konuyu gündeme getirmedi. Konu, Güney Kıbrıs’ta, yani Kıbrıs Rum Kesimi’nde aylardır tutuklu bulunan Türk yurttaşı bir Musevi var. Adı: Simon Aykut! Peki Aykut niye tutuklu, suçu ne? Aykut KKTC’de gayrimenkul almış. İşlem yasaya uygun. Peki bundan Rumlara ne? Suçlama ilginç, satın aldığı gayrimenkul eskiden bir Rum’a aitmiş. Yani Aykut KKTC’de, Rumlara ait bir gayrimenkulü gasp etmiş. Dikkat! AB, Rum yönetimini Kıbrıs Cumhuriyeti’nin yasal ve resmi muhatabı olarak kabul etmiş oluyor. Dolayısı ile bu karar AB ülkelerinde de kabul görecek ve daha sonraki benzer işlemler için emsal teşkil edecek bir karar.

Türk Cumhuriyetleri AB’nin 12 milyar dolarlık fonundan yararlanmak için, AB ülkelerini bir bütün olarak tanımaları gerektiğinden, dolaylı olarak Kıbrıs Rum Kesimi’ni de tanımış oluyorlardı. Kıbrıs Rum Yönetimini Kıbrıs Cumhuriyeti olarak tanırken de KKTC’yi işgalci olarak tanımış oluyorlardı. Şimdi işe bakın: KKTC’de gayrimenkul sahibi olan herkes için, bu emsal karar üzerinden, GASP iddiası ile dava açılabilir, tutuklanabilir, mahkûm edilebilir, AB ülkelerine girişi yasaklanabilir, kişi cezasını çekmek üzere Kıbrıs Rum Kesimi’ne gönderilebilir. Bu konu Türk vatandaşlarını da yakından ilgilendiriyor. Hatta bu kişilerin AB ülkeleri bankalarındaki paralarına, onların mal varlıklarına da bu şekilde, tazminat, kefalet, teminat olarak el konulabilir.

Peki niye bir Türk üzerinden böyle bir karar almadılar? Çok basit, Türklerin Rum Kesimi ile teması yok. İkincisi, Kıbrıs yönetimi bu yönde bir karar almadan Avrupa ülkelerinin bu konuyu bu şekilde gündeme getirmesi çok uygun olmayacaktı. Peki niye bir başkası değil de, bir Musevi! Bu konu ilginç ve önemli. Musevilerin birden fazla ülkeyle ilgili pasaportu var ve kolayca kurtulabilirler. Ama bu gerekçe ile bir Musevi’nin bile tutuklanıyor olması bir kararlılık ve cesaret örneği. Hatta, özellikle Türk vatandaşı da olan CHABAT’ın burada çok büyük ölçüde gayrimenkuller almaları, yatırımlar yapmaları bu anlamda Rumların onlarla doğrudan ve dolaylı bir şekilde bazı pazarlıklar yapmasına kapı aralayacaktır.

Zaten bir Avrupa ülkesinin daha pasaportunu taşıyorsanız, KKTC’ye Türk Pasaportunu gösterecek, Rumlara da Alman, Fransız, İngiliz ve İtalyan pasaportunuzu göstereceksiniz ve AB ülkesi pasaportu ile gidip bir de Rum Kesimi’nde yatırım yapacak ve anlaşacaksınız. Öyle de oldu, Kıbrıs Rum Kesimi’nde Fransız, İtalyan, Alman, Hollandalı birileri yatırımlar yapmaya başladılar. Neyse, bu günlük de bu kadar. Anasının hali bu iken yavrusunun hali ne olacak ki! KKTC üzerine yazacak çok şey var da, hangisini yazacaksın ki!” diyen Abdurrahman Dilipak, Erbakan Hoca’nın Ecevit’le iktidar olduğu süreçte, Bergamalı Yahudi Simon Aykut gibi, dış güçlerle ve Siyonist merkezlerle irtibatlı, Türkiye aleyhine çalışan hainleri tespit edip vatandaşlıktan çıkardığını da yine her nedense atlamıştı!?

Erdoğan yandaşı Yeni Şafak gazetesinin, AKP iktidarının iflas ilanı gibi manşeti ortalığı karıştırmıştı. (26 Mayıs 2025)

“Ekonomide rasyonel çöküş” başlığı atan Yeni Şafak gazetesi: •Faiz arttı, •Döviz yükseldi, •Enflasyon azdı, •Üretim düştü, •Sanayi duruyor, •Şirket iflasları katlandı, •İş dünyasında faiz isyanı, •Yüksek finansman maliyeti üreticinin ayağına pranga… Ara başlıklarıyla AKP iktidarının iflasını açıklamıştı.

AKP iktidarı, Erbakan Hoca’nın bütün yatırımlarını batırmış ve satmışlardı.

Bunlardan Samsun Çarşamba Şeker Fabrikası’nın temeli, 1977 yılında Milli Görüş Lideri Necmettin Erbakan tarafından atılmıştı. 1989’da açılan fabrikanın yapımı için milyonlar harcandı. 22 yıl üretim yapan fabrika, bölgede yeterince şeker pancarı yetişmediği gerekçesiyle 2011’de Erdoğan iktidarı eliyle devre dışı bırakılmıştı. 14 yıllık bu sürede 253 milyon lira zarara uğramıştı. Yeniden faaliyete geçirmek için 3 milyon dolar daha harcanmış, aslında yandaşlara aktarılmış, ancak tüm masraflara rağmen ayağa kaldırılamamıştı. Şimdi 1013 dekar arazisi, binaları ve lojmanları ile birlikte MKE’ye devredilme kararı alınmıştı. Fabrikanın taşınması için 150 milyon lira daha harcanacaktı.

Aslında araziler ranta açılacaktı

“İktidar bu fabrikayı bilerek çalıştırmamış, personeli işsiz bırakmıştı. Fabrika kapatılıp bir kısmı MKE’ye tahsis edileceği kılıfıyla, diğer araziler ve binalar ranta açılacaktı. Oysa şeker fabrikasının geniş arazisi içinde MKE’ye de yer verilip, iki fabrika aynı anda üretim yapabilir durumdaydı. Erdoğan İktidarı Erbakan Hocalarının fabrikasını el birliği ile batırmışlardı.”

Türkiye’yi İsrail güdümlü şirketler mi yönetiyorlardı?

Türkiye’de 6500 akaryakıt istasyonunun tüm teknolojisini, otomasyonunu, pompa sistemlerini kuran, adeta tekel gibi bir şirket vardı. Adı TURPAK…  Müşterileri; OPET, Shell, Petrol Ofisi, Sunpet, Aygaz, BP, Aytemiz, M Oil, Milangaz, yani neredeyse tüm akaryakıt şirketleri olmaktaydı. Bu şirket şu andaki araçlara UTTS montajını yapan en büyük şirket konumundaydı. Öyle ki http://UTTS.org’u bile almışlar, siteye girdiğinizde TURPAK’a ulaşıyorsunuz. Anlıyoruz ki #UTTS’nin en büyük paydaşı TURPAK. Pastanın en büyük dilimi de onun.

Araçlardaki UTTS modülünü okuyacak olan pompa sistemindeki UTTS sistemini akaryakıt istasyonlarına kuran şirket yine TURPAK’tı… Peki TURPAK kim? Eskiden ORPAK adında bir İsrailli şirketin Türkiye’deki şirketiydi. ORPAK’ın sahibinin ismi Hayim Kohen olmaktaydı. Sonra Gilbarco Veeder-Root isimli bir Amerikalı şirket ORPAK’ı 2018’de satın almıştı.

ORPAK’ın İsrailli bir şirketken CEO’su olan Shay Bakfan isimli bir Yahudi yönetici (Tel Aviv University’den mezun) şu anda Gilbarco Veeder-Root’un bir başka şirketi olan Vontier’in CEO’suydu. Gilbarco Veeder-Root şirketinin aldığı tek İsrailli şirket ORPAK sanılmasındı. 2015 yılında da yine İsrailli Odysii isimli bir şirketi satın almış. 2004 yılında kurulan Tel Aviv merkezli Odysii, istihbarat yazılım çözümleri sağlayan küresel bir yazılım şirketiydi.

Ama ne hikmetse bu İsrailli istihbarat yazılımları şirketi satın alındıktan sonra ortadan kaybolmuştu. http://odysii.com’a erişilemiyordu. Yani şirketi bünyenin içinde eritmiş durumdaydı. Odysii ortadan kaybolmuştu. İsrailli şirketlere yönelik dünyada oluşan tepki sonucu birçoğunun ABD şirketi gibi görünmeye başladığını biliyoruz. “Gilbarco Veeder-Root için ‘gizli İsrailli bir şirket’ demek” için elimizde bir delil yoktu. Ama yukarıdaki satın almalar enteresandı.

Ve sonuç olarak bu şirketin Türkiye’deki şirketi, ülkemizdeki 6500 adet petrol istasyonunu tepeden tırnağa yönetiyordu. Hem de tek tuşla bunu başarıyordu. Bu yetmiyormuş gibi bir de UTTS’nin araçlara montajının da en büyük oyuncusu yine TURPAK, yani Amerikan Gilbarco Veeder-Root şirketi oluyordu. Enteresan olan bir durum da şu; Gilbarco ORPAK’ı satın alıyor, ORPAK ismi tarihe karışıyor ama hem Gilbarco, hem de TURPAK, ORPAK’ın logosundaki amblemi (Kırmızı-Mavi-Yeşil) kullanmaya devam ediyordu!?

İsrail bağlantısını hiç görmesek, yok saysak bile Türkiye’deki milyonlarca aracın akaryakıt alıp alamaması ve binlerce istasyonun akaryakıt satıp satamaması bir Amerikan şirketinin kurduğu sisteme bağlı bulunuyordu. Bütün bu anlattıklarımız size mantıklı ve hayatın doğal akışına uygun geliyor muydu? Acil bir durumda, bir seferberlik halinde arabalarımıza binip akaryakıt istasyonuna kadar gidebiliriz. Sadece biz değil, ambulanslar, polis ve askeri araçlar, itfaiye araçları… Peki ya sonrası?[1]

Şimdi soruyoruz: Türkiye’yi hâlâ Cumhur İttifakı’nın yönettiğine inanıyor musunuz?

Sırası gelmişken; İş Bankası konusunda, yine Sn. Dilipak’a bir sorumuz olacaktı: Gazetenizle, TV’nizle, özel sohbetlerinizle ve tüm ekibinizle 25 yıldır desteklediğiniz şu Erdoğan iktidarından, en azından 12 Eylül 1980 darbecileri kadar cesur ve onurlu davranmalarını ve bütün milletin hakkı olan milyarların, şu CHP Holdinginin ve aslı-ayarı malum kesimlerin kontrolünden kurtarılmasını isteyen, net ve mert bir uyarı yazısı neden yazmazsınız? Çünkü maalesef, Kılıçdaroğlu’na kadar CHP’nin başına geçenler, sanki iktidar olmaktan ziyade, İş Bankası gibi çok yağlı arpalıklardan yararlanmak için bu partiye konmak için uğraşmışlardı. Bu yaklaşım Erdoğan’ın ve Cumhur İttifakı’nın da işine yaramaktaydı… Bu arada asla unutmayın ki; güya 6’lı Masa ortakları Meral Akşener’in ve Temel Karamollaoğlu’nun arkadan-yandan çelmeleri (yani net ve mert şekilde ona sahiplik etmemeleri)… Ve CHP içindeki hıyanet ekibinin kasıtlı hançerlemeleri olmasaydı, şu anda Sn. Kemal Kılıçdaroğlu Cumhurbaşkanıydı!.. Bu arada UCM (Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin) Kuduz Katil Netanyahu’yu yakalama kararını tanımayarak, 3 Nisan 2025 tarihinde bu soykırımcı Siyonist’i Macaristan’a davet edip ağırlayan Başbakan Viktor Orban, İsrail hatırına bütün dünyayı karşısına almaktan sakınmayan uşak ruhlu bir alçaktı. Maalesef işte bu Viktor Orban alçağının en samimi ve sürekli görüştükleri dostu ve destekçisi ise kahraman Sn. R. T. Erdoğan’dı… Hayret bizim sözde İslamcı istismarcılarımız, bu yakınlıktan hiç de gocunmamaktaydı!?..

“İş Bankası deyip geçmeyin!” diyen, Dilipak şunları yazmıştı:

Önce şu İtibar-ı Milli ve Afyon Terakki Bankalarını hatırlatalım:

İtibar-ı Milli Bankası 1917’de İttihat ve Terakki Cemiyeti öncülüğünde, İttihatçı liderlerin yanı sıra dönemin önde gelen Osmanlı bürokratları, sanayicileri ve tüccarlarının da katılımı ile kuruldu. Kurucular arasında Talat Paşa (Dönemin Sadrazamı ve İttihat ve Terakki’nin önde gelen isimlerinden), Cemal Paşa (Bahriye Nazırı), Mehmed Cavid Bey (Dönemin Maliye Nazırı ve önemli bir ekonomi yöneticisi / Dönme). Adının “İtibar-ı Milli” olduğuna bakmayın, kimi İngiliz yanlısı, kimi Fransız, kimi Almancı… İtibar-ı Milli Bankası’nın gayesi neydi? “Osmanlı ekonomisini yabancı sermayenin etkisinden kurtarmak, yerli ve milli sermayeyi desteklemek ve milli bir finans sistemi oluşturmaktı”. 1918’de Osmanlı’nın 1. Dünya Savaşı’ndan yenik çıkması ve İttihat ve Terakki’nin dağılması ile birlikte bankanın faaliyetleri aksadı. 1919’da fiilen faaliyetlerini durdurdu ve tasfiye sürecine girdi. Daha sonra, 1927 yılında bankanın Anadolu’daki bazı finansal varlıkları Türkiye İş Bankası’na devredildi ve zamanla tasfiye edildi. İş Bankası’nı kuran akıllılar arasında da sadece İngiliz’ci, Fransız’cı, Almancı’sı değil, daha fazlası vardı, Rusçu’su, Amerikan’cısı, İtalyan’cısı…

İtibar-ı Milli Bankası’nın kurucuları ve yöneticileri Malta‘ya sürgün edildi. Sürgün edilenlerin bazıları şunlar: Mehmed Cavid Bey (Maliye Nazırı ve Osmanlı ekonomisinin en önemli isimlerinden biri. Aynı zamanda İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin önde gelen isimlerinden). Doktor Nazım Bey (İttihat ve Terakki’nin lider kadrosundan, bankanın kuruluş sürecinde etkili olan isimlerden). Kara Kemal Bey (Osmanlı’da milli ekonomi fikrinin önemli savunucularından). Rıza Tevfik (Bölükbaşı), Ziya Gökalp vd. Mustafa Kemal, Malta’ya sürgüne gönderilenlerden, banka ile ilişkisi olanlardan bankadaki hisselerini İş Bankası’na devri konusunda muvafakatname imzalayanların geri dönüşünü sağladı. Malta Sürgünü 1919-1921 yılları arasında, Osmanlı’nın önde gelen 100’den fazla ismini kapsıyordu. 1921 yılında Ankara Hükümeti‘nin girişimleriyle Malta‘daki sürgünler serbest bırakıldı. Mehmed Cavid Bey ve Kara Kemal Bey, daha sonra Cumhuriyet’in ilk yıllarında idam edildi…

Afyon Terakki Bankası’na gelince, bu bankayı, Malta sürgününden dönenler tekrar bir araya gelip, kendi aile sermayelerini birleştirip kurdular. Kurucular arasında İttihat Terakki’nin şeyhi (aynı zamanda Fevzi Çakmak’ın da şeyhi) olan Küçük Hüseyin Efendi (hani şu ziyarete gittiği mezarı başında öldürülen Yahudi iş adamı Üzeyir Garih’in şeyhi) de vardı. Afyon Terakki Bankasının öncülü olan Terakki Servet Osmaniyesi de 1910’da Afyon’da “yerli sermayeyi güçlendirmek ve bölgesel ekonomik kalkınmayı desteklemek gayesiyle” kurulmuştu. 1917’de İstanbul’da Osmanlı İtibar-ı Milli Bankası kurulunca faaliyetlerini yavaşlatmıştı. İlk kuruluşunda açıkladıkları gaye “Yabancı sermayeli bankalara karşı yerli tüccar, çiftçi ve sanayicileri desteklemek, ülke genelindeki ekonomik faaliyetleri finanse etmek” şeklindeydi. Zaten Afyon Servet-i Osmani’nin kurucularının hemen hemen tamamı İttihat Terakki’nin yerel temsilcisi. Bankanın kesin sermayesi hakkında kesin bir bilgi yok. 26 Ağustos 1924’te İş Bankası kurulacak, Afyon Servet-i Osmani bankası daha sonra 1926 yılında “Afyon Terakki Servet Bankası T.A.Ş.” adını alacaktır. Malta sürgünleri geri dönüp İtibar-ı Milli’nin bir kısmına ortak olup adını da “Afyon Terakki Bankası”na çevirince, Mustafa Kemal, bunların kamudan zimmetlerine geçirdikleri paralarla bu bankada sermaye tezyidine gittikleri iddiası ile, bu bankaya da el koyacak ve elde edilen para ve emlakı İş Bankasına aktaracaktır. Bu banka hakkında 1926 yılında her hisse “50 liralık altın hisse” karşılığı kurulmuştur. Bu da bir hissenin 8-10 Cumhuriyet altınına karşılık geldiği söylenebilir.

Tekrar İş Bankası’na dönecek olursak, 250.000 lirası ödenmiş 1 milyon lira sermaye ile 26 Ağustos 1924’te tek şube olarak kurulan İş Bankası, 8 kişilik bir kadro ile çalışmaya başlamıştı. Zaten kısa süre içinde de, bilinen kaynaklardan sermayenin tamamı karşılanmış oldu. İş Bankası gerçeğinin tam olarak ortaya çıkartılması için bankanın dış kredi kaynakları ve içeride kimlere hangi şartlarla, ne için ve hangi ölçüde kaynak aktarıldığının da tespiti gerekir.

Hindistan Hilafet Merkezi, Mısır ve Özbekistan’dan gelen paralardan da söz ediliyor. Önce gelen paralar ve bu paraların nerelere harcandığının bir dökümünün çıkartılması gerek. Çünkü bu kaynaktan bankaya sermaye olarak yatırılan paranın dışında, birilerinin adına mevduat olarak yatırılmış olması da söz konusu. Bu ve benzeri soruların cevaplanması gerekir.

İş Bankası; şeker, cam, dokuma sektörlerinde yer almış, maden, liman, kömür işletmeleri gibi çok çeşitli alanlarda iştiraklere girişmiştir. 1927 yılında İtibar-ı Milli Bankası ile birleşmesinin ardından sermayesini 4 milyona yükseltmiştir. Bugün genel olarak sermaye yapısı 3 bloktan oluşmaktadır: Türkiye İş Bankası A.Ş. Mensupları Munzam Sosyal Güvenlik ve Yardımlaşma Sandığı Vakfı: %37,26; Halka açık pay: %34,65; Mustafa Kemal’in üzerinde gözüken hisseler (Cumhuriyet Halk Partisi): %28,09

Bugüne kadar Mustafa Kemal’in hisseleri 2 kez CHP’den alınıp hazineye devredildi, ancak daha sonra tekrar CHP’ye geçti. 14 Aralık 1953’te Demokrat Parti döneminde çıkarılan 6195 sayılı yasa ile CHP’nin mallarına el kondu ve bankadaki hisseleri hazineye verildi. CHP’nin başvurusu üzerine Anayasa Mahkemesi, 11 Ekim 1963 tarihli ve 963/124 sayılı kararıyla söz konusu kanunu iptal etti. 12 Eylül Darbesi‘nden sonra 16 Ekim 1981’de kabul edilen 2533 sayılı yasayla CHP dahil tüm siyasi partiler kapatıldı. Bu nedenle banka hisseleri bir kez daha hazineye devredildi. 1992’de kapatılan siyasi partilerin yeniden kurulmasının önü açılınca CHP de yeniden açıldı. 1992-1997 yılları arasında banka hisseleri CHP ve hazine tarafından birlikte temsil edildi, bu tarihten sonra Yargıtay kararıyla yeniden tamamen CHP‘ye geçti. Bu işlemlerin de ciddi bir şekilde incelenmesi gerekir.

Bir İşbank kuruluşu olan İş Yatırım Menkul Değerler A.Ş. yatırım danışmanlığı, kurumsal finansman, portföy yönetimi, girişim sermayesi alanları ve hisse senedi piyasası, vadeli işlem ve opsiyon piyasası ile ayrıca varant piyasasında faaliyet gösteren dikkat çekici bir şirkettir. Türkiye’de 31 şubesi bulunan şirket, 2000 yılından itibaren toplam 13 milyar ABD dolarının üzerinde büyüklüğe sahip bir kuruluş. İş Yatırım’ın hisselerinin, %66,65’i İş Bankası’na, %2,43’ü İş Factoring Finansman Hizmetleri A.Ş.’ye, %2,43’ü İş Finansal Kiralama A.Ş.’ye, %0,17’si Camiş Yatırım Holding’e aittir. %29,32’si Borsa İstanbul’da işlem görmektedir. İş Bankası‘nın ayrıca finans, cam, enerji, telekomünikasyon başta olmak üzere çeşitli hizmet ve sanayi alanında faaliyet gösteren 71 şirkette doğrudan, 53 şirkette ise dolaylı iştirakleri olduğu ileri sürülüyor. Tabi, bankanın hisseleri belirlenirken o hisselerin bu şirketlerdeki karşılıklarının da yeniden bir değerlendirilmeye tabi tutulması gerekebilir. Ancak internet sayfasında hâkim sermaye ve iştirakleri konusunda şu bilgiler veriliyor:

Finans Grubu / 21 Şirket: Anadolu Anonim Türk Sigorta Şirketi, Anadolu Hayat Emeklilik A.Ş., Efes Varlık Yönetim A.Ş., JSC İşbank / Rusya, JSC Isbank / Georgia, İş Faktoring A.Ş., İş Finansal Kiralama A.Ş., İş Gayrimenkul Yatırım Ortaklığı A.Ş., İş Girişim Sermayesi Yatırım Ortaklığı A.Ş., İş Portföy Yönetimi A.Ş., İş Yatırım Menkul Değerler A.Ş., İş Yatırım Ortaklığı A.Ş., İşbank AG / Almanya., Milli Reasürans T.A.Ş., Türkiye Sınai Kalkınma Bankası A.Ş., Yatırım Finansman Menkul Değerler A.Ş., Maxis Girişim Sermayesi Portföy Yönetimi A.Ş., Maxis Investments Ltd. / İngiltere., TSKB Gayrimenkul Yatırım Ortaklığı A.Ş., Moka Ödeme ve Elektronik Para Kuruluşu A.Ş., Yatırım Varlık Kiralama A.Ş.

Teknoloji Grubu / 12 Şirket: İş Net Elektronik Bilgi Üretim Dağıtım Ticaret ve İletişim Hizmetleri A.Ş., Softtech Yazılım Teknolojileri Araştırma Geliştirme ve Pazarlama Ticaret A.Ş., Topkapı Danışmanlık Elektronik Hizmetler Pazarlama ve Ticaret A.Ş., Gullseye Lojistik Teknolojileri A.Ş., İmecemobil Tarım Platformu Elektronik Hizm. Tic. A.Ş., Livewell Giyilebilir Sağlık Ürün Hizmet ve Teknolojileri San. ve Tic. A.Ş., Maksmarket Danışmanlık Elektronik Hizmetler Ticaret A.Ş., Maxi Digital Gmbh / Almanya., Maxitech Inc. / ABD., Jourma GmbH / Almanya., İş Dijital Varlık Teknolojileri A.Ş., Yüzüncü Yıl Teknoloji Girişimleri A.Ş.

Enerji Grubu / 2 Şirket: Enaş Enerji Yatırımları A.Ş., İş Yenilenebilir Enerji Proje Yönetimi Danışmanlık A.Ş. Cam Grubu / 1 Şirket: Türkiye Şişe ve Cam Fabrikaları A.Ş.   

Sağlık ve Hizmet Grubu / 9 Şirket: Bayek Tedavi Sağlık Hizmetleri ve İşletmeciliği A.Ş., Erişim Müşteri Hizmetleri A.Ş., İş Merkezleri Yönetim ve İşletim A.Ş., Kültür Yayınları İş-Türk A.Ş.,

TSKB Gayrimenkul Değerleme A.Ş., TSKB Sürdürülebilirlik Danışmanlığı A.Ş., İş Sanat A.Ş., Kasaba Gayrimenkul İnşaat Taahhüt ve Ticaret A.Ş., Trakya Yatırım Holding A.Ş.

“The Banker” dergisinin açıkladığı sıralamaya göre İş Bankası ana sermaye bazında dünyanın en büyük 181. bankasıdır. Aralık 2021 itibarıyla 21’i yurt dışında olmak üzere 1.195 şube, 6.476 bankamatik ve 22 bini aşkın personeli bulunmaktadır.

  1. @omerekinci
5 1 vote
Değerlendirmeniz

Makale Paylaşım Sayısı: 

Abone ol
Bildir
0 Yorum
En Yeniler
Eskiler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments
Picture of Kâzım GÜLFİDAN

Kâzım GÜLFİDAN

YORUMLAR

Son Yorumlar
0
Düşünceleriniz değerlidir, lütfen yorum yapın.x
Paylaş...