Türkiye Resmen Kuşatılmıştır
AMA ERDOĞAN İKTİDAR TELAŞINDADIR!
Batı’dan Yunanistan Ege Adalarını silahlandırıp, 30 km yakınımızdaki Dedeağaç’ta NATO ile Türkiye’ye yönelik tatbikatlar yapılmaktadır. Güneydoğu sınırımızda; İsrail, Suriye’yi işgal planlarını hızlandırmıştır. Ama maalesef Cumhur İttifakı, hâlâ iktidar hırsıyla PKK’ya tavizler yağdırmaktadır.
ABD Dışişleri Bakanı Rubio’nun Suriye’de ‘İç Savaş’ Uyarısı Anlamlıdır!
ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio, 20 Mayıs 2025’te Senato Dış İlişkiler Komitesi’nde ifade verirken; Suriye’de topyekûn bir iç savaşın “birkaç ay değil birkaç hafta uzakta” olabileceğini söylemiş ve geçiş yönetimine destek çağrısında bulunmuşlardı.[1]
ABD Başkanı Trump, 13 Mayıs’ta gittiği Suudi Arabistan ziyareti sırasında, Suriye’ye yönelik yaptırımları kaldırma kararı verdiğini açıklamıştı. Trump, 14 Mayıs’ta Ahmed Şara ile yüz yüze görüşmesinde “dağılmış Suriye’yi yeniden ayağa kaldırma şansı” olduğunu hatırlatmıştı.
BBC Türkçe’ye konuşan ve Londra Üniversitesi’ne bağlı Ekonomi ve Siyasal Bilimler Fakültesi’nde (LSE) Çatışma ve Sivil Toplum Araştırma Birimi’nde Suriye programını yöneten Dr. Rim Turkmani, Rubio’nun senatoyu ikna etmek için “uç örnekleri kullandığını” aktarmıştı. Ama bize göre bu sözler Türkiye’yi hedef almaktaydı ve Erdoğan iktidarına bir uyarıydı.
Reuters haber ajansının konuya yakın kaynaklara dayandırdığı 21 Mayıs tarihli haberine göre ABD Ankara Büyükelçisi Thomas Barrack’ı Suriye özel temsilcisi olarak atayacaktı. Barrack, 20 Mayıs’ta Washington’da yapılan Türkiye-Suriye çalışma grubu toplantılarına katılmıştı.
İsrail’in Büyük Planı ve Küçük Piyonları
İsrail, tarih boyunca uyguladığı ilhak politikalarını bir kez daha sahneye koymuş durumdadır. Golan Tepeleri yetmedi, şimdi gözü Hermon Dağı ve Suriye’nin güneyindeki Dürzi kasabalarındadır. Ama asıl mesele, bu hamlelerin ardındaki büyük planda yatmaktadır. Bu durum, Tel Aviv’in bölgedeki etnik ve mezhepsel fay hatlarını derinleştirme stratejisinin bir parçasıdır. Amaç sadece toprak kazanımı değil; aynı zamanda Suriye’nin güneyini istikrarsızlaştırmak ve İsrail’in hâkimiyet alanını genişletmek arzusudur.
İsrail’in PKK ve Nusayrilerle Stratejik Yakınlaşması
İsrail’in Suriye planları sadece Dürzilerle sınırlı sanılmamalıdır. Tel Aviv, Fırat’ın doğusunda PKK’yı, batıda ise Lazkiye’deki Nusayrileri doğal müttefik saymaktadır. PKK’nın; ABD’nin desteğiyle Fırat’ın doğusunda kalıcı olma çabası ve Nusayrilerin Lazkiye’de ayrılıkçı planlar yapması, İsrail’in bölgeyi parçalama stratejisinin aşamalarıdır. Özellikle Lazkiye’de, “Nusayri Devleti” fikri üzerinden oynanan oyunlar unutulmamalıdır. Bölgede halkın ayaklandırılmaya çalışıldığı, uluslararası müdahale için zemin hazırlanmaya başladığı söylentileri günden güne yayılmaktadır. Zira Lazkiye’de herhangi bir çatışma yaşanmazken muhalif kılığına giren bazı DEAŞ görünümlü kişilerin kente girişte örgüt marşları çaldığını sosyal medyadan hatırlamaktayız. Güney Kıbrıs’a 3 bin Nusayri Milis yollanması bu amaçlıdır.
Wall Street Journal: İsrail, Suriye’yi Bölmeye Çalışmaktadır!
Wall Street Journal (WSJ) gazetesi, İsrail’in, dünya güçlerini Suriye yönetimini federal sisteme dönüştürmeye ikna etmeye çalıştığını yazmıştı. WSJ’nin haberine göre İsrail ordusu Suriye’nin güneyinde daha fazla bölgeyi hedef alırken; Tel Aviv, Şam’daki merkezi hükümeti zayıf tutmak için büyük güçleri etkilemeye yönelik lobi faaliyetleri yapmaktaydı. İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, hükümetinin Suriye’deki Dürzi toplumunu koruma konusundaki kararlılığını dile getirerek, Suriye hükümetinin Dürzilere zarar vermesine izin vermeyeceğini vurgulamıştı. Suriye’nin başkenti Şam’a bağlı Ceramana bölgesinde hükümet güçleri ve silahlı Dürzi gruplar arasında çatışma yaşanmasının ardından İsrail ordusu, “Dürzilere yardım için 1 milyar dolardan fazla” harcama yapacağını açıklamıştı.[2]
Robert Ford; Ahmed Şara’yı Terör Dünyasından Çıkarıp Siyasete Kazandırdık!
ABD’nin eski Şam Büyükelçisi Robert Ford, Suriye’deki Heyet Tahrir el-Şam (HTŞ) yönetiminin lideri Ahmed el-Şara’nın siyasete geçiş sürecinde “Batılı kurumların önemli rol oynadığını” açıklamıştı. Sky News Arabia’nın aktardığına göre, Baltimore’daki Uluslararası İlişkiler Konseyi’nde Mayıs 2025 ay başında konuşan Ford, “Şara ile temasa, 2023’te bir İngiliz sivil toplum kuruluşunun yürüttüğü çatışma ve çözüm” projesi kapsamında başladığını hatırlatmıştı. Ford, bu girişimin bir Avrupa ekibi tarafından yürütüldüğünü, kendisinin de bu ekipte yer aldığını vurgulamıştı. Ford’a göre amaç, Şara’yı “terör dünyasından çıkarıp siyasete kazandırmaktı.”
Üç aşamalı görüşme sürecini biz yaptık!
Ford, Şara ile ilk görüşmesini Mart 2023’te yapıverdiğini, eylül ayında ikinci bir buluşmanın gerçekleştiğini ve son olarak Ocak 2025’te Şam’daki Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nda bir araya geldiklerini açıklamıştı. Ford, bu süreçlerde Sn. Erdoğan’ın taşeronluğunu ise hiç gündeme bile taşımamıştı.
“İsrail’i Ancak Güç Durdurur!” diyen yandaş yorumcuya soralım
Suriye’de Beşşar Esad rejiminin yıkılmasıyla işgal planları sekteye uğrayan Katil İsrail’in Tel Aviv yönetimi, Suriye’nin çeşitli bölgelerine başta Şam ve Hama olmak üzere sürekli saldırılar düzenlemekteydi. Konuya ilişkin A Haber canlı yayınında önemli açıklamalarda bulunan Askerî Stratejist Dr. Eray Güçlüer, İsrail’in Suriye’de Türkiye’nin dengeleyici varlığından rahatsız olduğunu belirterek, “İsrail’i ancak güç durdurur, diplomasiden anlamaz” demişti. Güçlüer, saldırmazlık mekanizmasına dair önemli mesajlar verirken, Suriye Milli Ordusu hazırlıklarına da dikkat çekmişti.
Şimdi sormak gerekirdi; İsrail Türkiye’yi, caydırıcı bir güç olarak görmediğinden mi, güya bizim kontrolümüzdeki Suriye’ye saldırmaktan çekinmemekteydi? Yoksa, bu gücü İsrail’e karşı kullanacak bir irade ve iktidar görmemesi mi, ona bu şeytani cesareti vermekteydi?
Tarihe Not Düşün; Filistin’deki İhlalleri Araştırma Komisyonu AKP Oylarıyla Reddedilmiş Olmaktaydı!
20 Mayıs 2025’in tarihi bir gün olduğunu vurgulayan Kocaeli Milletvekili Ö. Faruk Gergerlioğlu, Filistin konusunda sürekli hamasi nutuklar çeken AKP iktidarının Mecliste “Filistin’deki Uluslararası İhlalleri Araştırmak ve Filistin’e İnsani Yardımı Organize Etme” konulu Meclis araştırması açılması önerisini reddettiğini belirtmişti. Muhalefetin kabul ettiğini fakat AKP oylarıyla bu önerinin reddedildiğini belirten Gergerlioğlu, bu durumun tarihe not düşülmesi gerektiğini söylemişti. AKP iktidarının, günde 150 insanın öldüğü Filistin’e yönelik bir Meclis araştırması önerisinin konuşulmasını reddettiğini herkesin görmesi gerektiğini söyleyen Gergerlioğlu, “Utanın ve vicdanınız sızlasın!” ifadelerini kullanarak tepki göstermişti.
AKP’li Leyla Şahin Usta, Gergerlioğlu’nun sorusu karşısında şaşırıp bocalamıştı!
Gergerlioğlu, konuşmasından sonra Filistin meselesinin kırmızı çizgileri olduğunu söyleyen AKP Grup Başkan Vekili Leyla Şahin Usta’ya sert sözlerle tepki verdi. Usta’ya “Azerbaycan’ın İsrail’e sattığı petrolden komisyon alıyor musunuz, almıyor musunuz? Soykırım yapanlarla diplomatik ilişkiyi kestiniz mi? Ticareti bitirdiniz mi?” sorularını yönelten Gergerlioğlu,
Leyla Şahin Usta’nın hiçbir sorusuna cevap veremediğini belirtmişti.
Milli Devletimize Resmen Tehdit: NATO (Dedeağaç-Yunanistan) Tatbikatı
NATO’nun kuruluşu, 4 Nisan 1949’da Washington’da tamamlanmıştır. Türkiye, hemen 1 yıl sonra, daha NATO üyesi olmadan, 21 bin 212 askeriyle Kore Savaşı’na katılmıştır. Menderes Hükümeti, 21 Kasım 1950’de toplam 56 bin 536 Mehmetçiğimizi, ABD çıkarına Kore Savaşı’na yollamıştır. Kore Savaşı’na katıldıktan 1 yıl sonra, 17 Ekim 1951’de Kuzey Atlantik Anlaşması’na Dair Protokol’ü imzalamışız. Ardından Türkiye Cumhuriyeti’nin Katılmasına Dair Kanun’u 18 Şubat 1952 tarihinde kabul eden Türkiye, NATO’ya resmen katılmıştır. NATO üyeliğine ödediğimiz ilk bedel, Kore Savaşı’ndaki 724 kayıp ve şehidimiz olmuştur.
İçimizdeki resmi düşman!?
NATO üyeliğimizden sonra, Cumhuriyetimizin kazanımlarının bir bir kaybedilmesi süreci hızlanmıştır. Sağ sol kavgalarının, terör örgütlerinin silahlandırılmasının, darbelerin, aydınlarımıza yönelen suikastların, mezhepsel katliamların, yangınların arkasında NATO müttefiklerimizin açık ve örtülü müdahaleleri hep süregelmiştir. NATO içimizdeki resmi düşmandır. Atatürk’ten sonra, 1946’lardan başlayarak yürütülen Türkiye Cumhuriyeti’ni yıkım politikasına, emperyal planlara, içeride ve dışarda yıkıma destek veren işbirlikçilerin hain hesaplarına karşı milletçe teslim olmadık, pek çok badireden geçtik, çelikleştik, ama yıkılmadık.
Bugün de, komşularımızı bölen, parçalayan ve işgal planlarını gerçekleştiren NATO ittifakı, Türkiye’nin sınırları dibinde, NATO üyesi Türkiye’yi çağırmadığı bir askeri tatbikatı Yunanistan’da yapmaktadır. Yunanistan sınırımıza 30 km. uzaklıktaki Dedeağaç’ta, “Aniden Müdahale Operasyonu” adıyla 8 NATO üyesi ülke, özellikle dikkat çeken 2 bin Amerikan istihkam askerinin katılımıyla Türkiye’nin çağrılmadığı bir tatbikat başlatmıştır. Nehir geçme, nehir üstüne seyyar köprü kurulması tatbikatlarını bu bölgede, bu ülkeler hangi nehir için yapıyorlar? sorusunun cevabı, elbette Meriç olmaktadır.
Çağrılmadığımız bir tatbikatla bize meydan okuyanlar, en başta vatansever, cesur Türk Milleti’ni korkutamayacakları gibi, kandıramazlar da. Biz biliyoruz ki “Su uyur, düşman uyumaz.” [3]
Bütün bu olumsuz ve onursuz gelişmelere rağmen ve Türkiye her yönden kuşatılmışken, Sn. Devlet Bahçeli’nin kalkıp: “Türkiye’nin, Cumhurbaşkanı Erdoğan’a ihtiyacı vardır!..” çıkışları, gizli oyunların ve kirli kurguların artık açığa çıkarılması ve tertiplenen tezgâhın mutlaka bozulması gerektiğinin son alarmıydı!?
Lozan’ı Tanımamak, Türkiye’yi Parçalamaktır!
Ermeni müttefiki ve İsrail destekli PKK’nın sözde fesih bildirgesi tartışılmaktaydı. Özellikle de Lozan bölümü üzerinde durulmaktaydı. PKK’lılar “Lozan Anlaşması’na karşı silahlı mücadele başlattık!” diye zırvalamışlardı! Yani PKK’nın kuruluş sebebi özellikle Türkiye Cumhuriyeti’nin varlık senedi olan Lozan Anlaşması’ymış. PKK, güya kendini feshediyor ama Lozan’ı reddediyor, Cumhuriyet’i reddediyor, Ulus devleti reddediyor. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kuruluşunu, varlık senedini yok sayıyor. Sevr Anlaşması’nı esas kabul ediyor. Nedir Sevr Anlaşması? Türkiye topraklarında Kürdistan kurmak planıdır. Lütfen hatırlayalım: Milli mücadelemizi kazandık. Milli mücadeleyi kazandıktan sonra İsviçre’de, Lozan’da Lemang Gölü kıyısındaki Rumine Sarayı’nda oturduk masaya. Kayıtsız şartsız bağımsızlık hakkımızı, savaşarak denize döktüğümüz emperyalizme kabul ettirdik ve Lozan Anlaşması’nı imzaladık. Memleketin tapusunu aldık.
Lozan Anlaşması’yla Sevr suikastı sonuçsuz kaldı. Aradan 85 yıl geçti. 2008 yılı oldu. İsviçre Konfederasyonu Başkanı Ankara’ya resmi ziyaret yaptı. Yani İsviçre’den Türkiye’ye gelen tarihteki ilk devlet başkanıydı. Zarif bir devlet adamıydı. Lozan Anlaşması’nın üzerinde imzalandığı masayı, yanında hediye diye Türkiye’ye taşımıştı. O sırada Cumhurbaşkanı makamında Abdullah Gül oturmaktaydı. Ama adamcağız maalesef şoke olmuşlardı. Çünkü Türkiye Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanı adeta suratını asmış yani bu manevi değeri eşsiz hediyeyi hiç beğenmediğini açığa vurmuşlardı. Neyse ki “Böyle hediye mi olur kardeşim al bunu geri götür!” falan demekten sakınmıştı. Lütfedip kabul etmişlerdi, ama depoya koymuşlardı. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül de Çankaya köşkünü kullanıyordu. Alt tarafı yemek masası ebatlarında olan Lozan Anlaşması masasına 438 dönümlük Çankaya köşkünde yer bulunamamıştı. Tek tük de olsa objektif yayın yapan televizyonlarımız vardı. “Ayıp be kardeşim” şeklinde haberler çıktı. Bunun üzerine Cumhurbaşkanlığı’ndan yüreklere su serpen bir açıklama yapıldı. Denildi ki kimse merak etmesin, yer ayarlanıyor, masayı hak ettiği yere koyacağız diye halkı avutmuşlardı. Neticede masa nerede bulundu biliyor musunuz? Çankaya Köşkü’nün deposunda bile değildi. “Yer ayarlanıyor, hak ettiği yere yerleştireceğiz” filan denilerek sanki mandal karşılığında hurdacıya verilen işe yaramaz, eski püskü eşyaymış gibi götürüp resim heykel müzesinin deposuna koymuşlardı. E tabii bu kepazelik ortaya çıkınca, Cumhuriyet karşıtlığı üzerine, karşı devrim üzerine makaleler yazılmaya başlandı. O sırada işte Kültür Bakanı da Ertuğrul Günay’dı. Cumhuriyet Halk Partisi kökenli bir AKP’li olduğu için dayanamadı. O devreye girdi. Cumhurbaşkanlığı’nın işte depoya attığı bu Lozan masasını buldu, çıkarttı. Birinci meclise taşıdı.
PKK’nın sözde fesih bildirgesinde yer alan: “Lozan Anlaşması’na karşı silahlı mücadele başlattık” cümlesini işte bu yaşanmış öykü ile birlikte okumak lazımdır. Lozan Anlaşması’ndan adeta tiksinenler sadece PKK’lılar sanılmasındı. Türk milleti, PKK’nın kuruluş amaçlarından birinin Lozan Anlaşması’nı ortadan kaldırmak olduğunu ilk kez bu kadar somut şekilde anlamıştı. Halbuki özellikle Diyarbakır’da bakın her yıl Lozan Anlaşması’nın yıldönümünde veya Sevr Anlaşması’nın yıldönümünde Sevr Anlaşması’nı savunan konferanslar yapılmaktadır. Her yıl sözde böyle tarihçiler, akademisyenlerle falan Lozan karalanırken Sevr’e övücü atıflar yapılmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni adeta soykırımla suçlayan bu konferanslar da, hem Barzani’nin Rûdaw televizyonunda yayınlanmakta hem de Avrupa’dan yayın yapan PKK televizyonlarında yer almaktadır. Hatta bakın 2024 yılında Diyarbakır’da Barzani’nin himayesinde düzenlendi Lozan Karşıtı Konferansı. Suriye’deki PKK-YPG’nin elebaşı Mazlum Kobani de tebrik mesajı yollamıştı. Evet. Suriye’deki YPG’nin elebaşı Diyarbakır’da Barzani himayesinde yapılan Lozan Karşıtı Konferansa mesaj yollamıştı. Bakın gayet net. Türkiye’nin tapusu anlamına gelen Lozan Anlaşması hem PKK’nın hem Peşmerge’nin hem PYD’nin ortak düşmanıdır. Aynı zamanda Sevr Anlaşması da hem PKK’nın hem Peşmerge’nin hem PYD’nin ortak amacıdır. Hatta bakın Diyarbakır Barosuna mensup iki Avukat, Lozan Anlaşması’nın iptal edilmesi istemiyle, Lozan Anlaşması iptal edilsin diye Danıştay’da dava açmışlardır. Ama sayın medyamız bunu özellikle sizlere duyurmamıştır. Güya Lozan Anlaşması Kürtlere danışılmadan imzalanmışmış… Dolayısıyla iptal edilmesi lazımmış… diyerek Danıştay’a başvurmuşlardı. Peki Danıştay reddederse ne olacaktı? Danıştay reddederse Anayasa Mahkemesi’ne taşınacaktı. Peki Anayasa Mahkemesi de reddederse ne olacaktı? İç hukuk yolları tükenirse Lozan Anlaşması’nın iptali için Birleşmiş Milletler’e gideceklerini ve Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komitesi’ne başvuracaklarını açıklamışlardı. Ne oldu? O Danıştay’daki davadan hiç haber çıkmadı. Çünkü sayın medyamız bunları haber yapmıyorlardı. Peki Lozan Antlaşması bugüne kadar hiç delindi mi? Evet, delindi. AKP hükümeti döneminde delindi. Çünkü Süleyman Şah Türbesi Lozan Anlaşması’nın 3. maddesi gereğince Türkiye Cumhuriyeti toprağıydı. Süleyman Şah Türbesi Türkiye ile Fransa arasında yapılan 1921 yılındaki Ankara Anlaşması’nda yani Türkiye-Suriye sınırını belirleyen anlaşma çerçevesinde Türk toprağı olarak saptanmıştı. 1921 anlaşmasının 9. maddesi. Hatta Lozan Anlaşması’nın 3. maddesi ise bu Türkiye ile Fransa arasında imzalanan Ankara Anlaşması’nı tanıyan maddeler arasındaydı. Dolayısıyla Lozan Anlaşması’nın 3. maddesi gereğince Süleyman Şah Türbesi Türkiye Cumhuriyeti toprağıydı. Türkiye Cumhuriyeti’nin orada askeri birlik bulundurma ve Türk bayrağını çekme hakkı vardı. AKP hükümetinin kararıyla bu vatan toprağı terk edildi. Biliyoruz. Süleyman Şah Türbesinin sandukalarını sırtlayıp tırıs tırıs kaçıp ayrıldık. Üstelik kaçmadan önce türbe binasını ve Lozan Anlaşması’ndan beri orada bulunan saygı karakolunu, askeri birliğimizin karakolunu patlayıcılarla havaya uçurduk. Evet. Süleyman Şah Türbesinin yerinin değiştirilmesi öyle zannedildiği gibi, millete anlatıldığı gibi koruma amaçlı basit bir önlem filan sanılmasındı. Bir tek harfine bile bakın asla dokunulmaması gereken Lozan Anlaşması’nın kendi ellerimizle delinmesi olayıdır. ABD yönetimi 1923 Lozan Anlaşması’nın görüşmelerine gözlemci sıfatıyla katıldı. Dolayısıyla anlaşmayı imzalamadı. Taraf olmadığı için de imzalamakla yükümlü tutulmamıştı. Ancak Türk ve Amerikalı yetkililer Lozan Anlaşması kapsamında dostluk ve ticaret anlaşması yapma kararı almışlardı. Bu anlaşma Lozan’da resmi tapusunu alan Genç Türkiye Cumhuriyeti’ne yönelik bütün ekonomik ve siyasi yaptırımları kaldırmayı amaçlamıştı. Türkiye Büyük Millet Meclisi bunu imzaladı. Amerikan Senatosu ise reddetti, imzalamadı. Yani şu Amerika Birleşik Devletleri, Beyaz Saray bugüne kadar Türkiye Cumhuriyeti’nin tapusu olan Lozan Anlaşması’na dair hiçbir mutabakata imza atmamıştı. Dolayısıyla ben naçizane öneriyorum; mademki Lozan Anlaşması’na savaş açan PKK ile masaya oturuyoruz, öyle ise oturmuşken işte o Birinci Meclis’teki bu masaya (Lozan Anlaşması’nın imzalandığı masaya) oturulsun!.. Evet, bölücü örgütle imza atacaksak eğer, hiç utanmadan, başladığı yerde bitirilsin ve aynı masada anlaşma yapılsın…[4]

Milli Çözüm yıllardır yüzlerce kez bu ülkede sadece iki taraf olduğunu, söz konusu tarafların “milli” ve “gayrimilli” lerden oluştuğunu yazmıştır. Belki yıllar önce tam manasıyla anlaşılamayan bu derin ama bi o kadar da açık tespit artık çok net bir şekilde anlaşılmaktadır.
Gayrimilli taraf şeytanın ve siyonizmin uşaklığını yapmakta ve bu uşaklıkta her geçen gün ustalaşmaktadır. Çünkü aziz Türk milletini yıkmak için hazırlanan bu uşaklar çağlar boyu kendileri için hazırlanan tecrübe aktarımlarını farklı siyonist kuruluşlar vasıtasıyla almakta ve her geçen gün ihanetlerini daha da derinleştirmektedirler.
İşte geldiğimiz bu noktada milletimizin artık Milli Çözüme sarılması, Adil düzen medeniyetine inanması, özüne dönmesi ve vatanını, cumhuriyetini savunması gerekmektedir. Çünkü milli duruşun yegane savunucusu Milli Çözüm olmuştur.
Anladığım ;Batı işbirlikçilerine diyorki,biz istediğimiz an herhangi bir ülkenin (Suriye örneği) devlet başkanını indirir bize hizmet edenin kimliği ne olursa olsun onu başa getiririz.
Ülkemiz her yönden kuşatılmış olsada amaçlarına asla ulaşamayacaklardır.
Mevcut iktidar ve ana muhalefet artık çözüm üretemez olmuştur.
Milli bir Çözüm ise ancak Erbakan hocamızın projelerini hayata geçirecek ekiple olacaktır.
“Sistemden beslenenler, sistemi değiştiremezler.”
( Prof. Dr. Necmettin ERBAKAN)
“Üstelik inandığı gibi yaşayamayanlar, imani ve vicdani kanaatlerinin aksine davranıp yamuklaşanlar, zamanla yaşadıkları gibi inanmaya, yani münafıklaşmaya başlayacaklardır. Ve artık yozlaşan insanları, alışkanlık ve karakter haline getirdikleri bu yamukluklardan vazgeçirmek; kırılıp eğri bağlanan bir kolu veya bacağı, eski haline getirmekten çok daha zor olacaktır.”
(Üstad Ahmet AKGÜL)
“Münafık ve Masondan başkan, Kurt’tan çobana benzer.”
( Üstad Ahmet AKGÜL)
Siyonizm’in yani BATIL’ın karargahının kuklası – işbirlikçisi – piyonu -yardımcısı – eli ayağı olmanın gereği insanlığın ezilmesi için her türlü gayret ve çabanın gösterilmesini gerektirir. Bu direkt zarar vermekle – zararlı kanunlar çıkartmakla – zararlı olabilecek her türlü eyleme fiile onay vermekle olabileceği gibi insanlığın faydası için hiçbirşey yapılmaması ve kendi çıkarı için gayret göstermekte BATIL’A SİYONİZME HİZMET etmek sonucuna varır…
Yok eğer HAKK’IN karargahının destekçisi – yardımcısı olmayı şiar edinmiş isen yani HAYAT; İMAN VE İMTİHANDIR şuuruna ulaşmış, kalben ve tamamen Allah’a ve İslam’a teslim olmuşsan bu bozuk sistem ve düzenden kurtulmanın ve yerine Kur’an ve Sünnet’ten ilham alarak ADİL BİR DÜZEN ve hazırlıklar yapma ihtiyacı ve inancı hissedersin ve gereğini yapar çabalarsın.
İşte Siyonizm için gayret edenler,
İşte HAKKA TESLİM OLMUŞ VE HAKKA VE ADALETE DAYANAN HAZIRLIK VE İNANCI ÜZERLERİNDE BARINDIRANLAR…!!!
Her şey apaçık bir şekilde önümüzde durmakta değil mi? Kimse bilmiyordum duymadım diyemez…
Üzüm kalmak isteyenler veya Şarap olmak isteyenler… Üzüm kalmak istiyorsak ve kendisini ispat etmiş tescillemiş olan Nisan 1980 de yani 45 sene evvel Aziz Erbakan Hocamızın ifade ettiği :
“Bakın size kesinlikle ifade ediyorum ki:
TÜRKİYE’NİN KURTULUŞU;
Milli Çözüm’e inanan bir Cumhurbaşkanı’nın o makama oturması,
Milli Çözüm’e inanan bir Hükümet’in kurulması ve yeni bir devrin başlamasıyla mümkündür!”
Prof. Dr. Necmettin Erbakan
(TRT Basın Toplantısı, Yazarlar soruyor – Nisan 1980)
bu sözün gereğini yerine getirmek için gayret ve çabanın içinde olmamız lüzumuna, yok eğer bu Batıl’ın merkezi Siyonizm’in hapishanesinde kalıp özümüzün ve saadetimizin bozuk kalmasını tercih edip şarap olarak çene kapamak istiyorsak buyrun işte MİLLİ GÖRÜŞSÜZ = MİLLİ ÇÖZÜMSÜZ ülkenin hali ortada…
DUA VE TEMENNİ NİYETİNE:
Diril be Türkiyem, durul be artık
Sürünmek ar gelir, doğrul be artık
Şu kaptan köşküne, kurul be artık
Mazlumlardan milyar, talibi vardır!
(Milli Çözüm Şiiri KUSMANIZ YAKIN şiirinden alıntı bir dörtlük)
Bütün bu olumsuz ve onursuz gelişmelere rağmen ve Türkiye her yönden kuşatılmışken, Sn. Devlet Bahçeli’nin kalkıp: “Türkiye’nin, Cumhurbaşkanı Erdoğan’a ihtiyacı vardır!..” çıkışları, gizli oyunların ve kirli kurguların artık açığa çıkarılması ve tertiplenen tezgâhın mutlaka bozulması gerektiğinin son alarmıydı!?
ÜLKEMİZİN VE ZULÜM ALTINDAKİ BAŞTA GAZZE OLMAK ÜZERE TÜM MÜSLÜMAN KARDEŞLERİMİZİN KURTULUŞU VE SAADETİ İÇİN, ADİL DÜZEN’E DAYALI YENİ BİR DÜNYA BİR AN ÖNCE KURULMALIDIR VE KURULACAKTIR ALLAHIN İZNİ VE İNAYETİYLE. BUNUN İLK ADIMI YENİDEN BÜYÜK TÜRKİYE’NİN KURULMASIDIR Kİ BUNUN NASIL OLCAĞINI AZİZ ERBAKAN HOCAMIZ 45 SENE ÖNCESİNDEN ŞU SÖZLERLE İFADE ETMİŞLERDİ;
“Bakın size kesinlikle ifade ediyorum ki:
TÜRKİYE’NİN KURTULUŞU;
Milli Çözüm’e inanan bir Cumhurbaşkanı’nın o makama oturması,
Milli Çözüm’e inanan bir Hükümet’in kurulması
ve yeni bir devrin başlamasıyla mümkündür!”
Prof. Dr. Necmettin Erbakan
TRT Basın Toplantısı, Yazarlar soruyor – Nisan 1980
BİR AN ÖNCE NASİP EYLE ALLAH’IM…AMİN.
Cumhuriyet tarihi boyunca devlet bilincinin, dış politika dahil her koşulda ve her konuda gösterdiği milli reaksiyonu, dumura uğratan bu Akp İktidarı kadar başka bir iktidar gelmemiştir.. Pkk, Lozan, Suriye, Süleyman Şah konularında Türkiyeye zarar vermek üzere Amerikan veya Siyonist İsrail Büyükelçiliğini direk Türkiye üzerinde göreve davet etseler, ancak bu kadar ihanet edip, ülkeyi yıkıma sürükleyebilirlerdi..!
İkinci Yalta Konferansı Yapılacaktır!..
Ve Ülkemizi Parçalamayı Amaçlayan Herkes Parçalanacaktır!..
Türkiye Cumhuriyeti, Kıyamet Sabahını Görecek; ve İlelebed Payidar Kalacaktır!..
Aziz Hocamız Prof. Dr. Necmettin Erbakan, Yalta Konferansı’nın yapılma amacını 2004’te D-8 Çırağan Buluşması’nda şöyle anlatmıştı:
“İkinci Cihan Harbi yapıldı ve bu İkinci Cihan Harbi’nde bütün insanlık hürriyet, insan hakları ve demokrasi hasreti ile yandı tutuştu. Ne zamanki İkinci Cihan Harbi bitti, 4 Şubat 1945’te, şimdi artık 20. asrın ilk yarısından almış olduğumuz acı derslere dayanarak; “Geliniz, adil ve barış içinde olan bir dünya kuralım” dendi. Yalta Konferansı zahiren bu maksat için yapıldı. Niçin zahiren diyorum? Çünkü Yalta Konferansı’nı incelediğimiz zaman bunun bu gayelere uygun bir konferans olmadığını, bir galipler konferansı olduğunu görüyoruz. Bu insanlar adaleti esas almadılar, yeryüzünde barışı esas almadılar. “Biz harbin galipleriyiz, kendimize göre bir dünya kuracağız” dediler ve yeni kurulan dünyanın Birleşmiş Milletler Teşkilatı’nın 1 numaralı kararı İsrail’in kurulması olmuştur. Bu hususta bilhassa Batılı ülkelerin yöneticilerini etkileyen güçlerin yeni Dünya’nın kurulmasında ne derece önemli rol oynadıklarını açıkça görmek mümkündür.
Yalta Konferansı adil bir konferans olarak kurulmadığı için arkasından beklenen özlenen barışı ve adaleti getirmedi. Tam 40 sene, 1945’ten 1990’a kadar 45 sene insanlık bir türlü aradığını bulamadı. Bir soğuk harp dönemi yaşandı: Gerginlik, çatışma, tehdit. 1990’da SSCB dağıldı ve Komünizm iflas etti. Bu sefer bütün insanlık Batı’ya dedi ki: “Hani siz demokrasi, adalet ve barış getirecektiniz? Yapacağız ama Rusya mâni oluyor dediniz, işte şimdi Rusya ortadan çekildi, hadi bakalım, tek başınasınız, beklenen ve özlenen adaleti ve barışı getirin bakalım!”… 1990… D-8’in kurulduğu 1997 yılına kadar 7 yıl geçti, bu 7 yıl esnasında ne gördük: Barış yerine tam tersine dünyada birçok harpler, Filistin’de sürekli olarak kan gövdeyi götürüyor. Bir barış dünyası yerine büsbütün bir savaş dünyası meydana geldi. Ve insanlar beklediklerinin tam tersi ile karşılaştılar.”
Evet; NATO 1949 yılında, İsrail’in kuruluşundan 2 yıl sonra yine İsrail’in amaçlarına hizmet için kuruldu. Bugün hâlâ Lozan Anlaşması’nı tanımayan müttefikimiz(!) ABD’nin varlık sebebi artık tüm dünyada da bilindiği üzere İsrail hizmetkârlığıdır. Attığı her adım, Büyük İsrail amacına hizmettir.
İsrail’in, Büyük İsrail planının önündeki en büyük engel bugün ne İran’dır ne de başka bir ülke. Tek engel Türkiye’dir… İsrail, Türkiye’yi savaşla yenemeyeceğinin bilincindedir ve bu sebepten dolayı, uzun yıllardır işbirlikçi yönetimlerle Türkiye’yi İÇTEN kuşatmaktadır. Yani Türk halkı üzerinde Haim Nahum Doktrini uygulanmaktadır ve esasen son aşamasına gelinmiş durumdadır.
Türkiye, karadan sadece Suriye’den işgal edilebilir. Suriye parçalandığında, İsrail aklı sıra Türkiye’yi FİİLEN işgale bir adım daha yaklaşacaktır.
Dedeağaç’ta ve daha önce Akdeniz’de yapılan tatbikatlarda hedefin sadece adı açıklanmamış, ülkemiz üstü örtülü tehdit edilmiştir.
Ukrayna Savaşı, Bulgaristan ve Yunanistan üsleri, İran’la sinema tadında kapışmalar, adım adım bu işgal planının parçalarıdır.
İçeride ise, yeniden çözülme süreci ile Türkiye’yi parçalama planlarının sonuna geldiklerini düşündükleri bir noktadayız.
Peki, bunlar bu kadar şeytani plan yaparlarken, Milli Devletimizin de eli armut toplamıyor her halde…
Ki Milli Devletimizin aklı Aziz Erbakan Hocamız gibi bir dâhinin 50 yıl önce söyledikleri bugün bir bir çıkıyorken; düşman sanıyor mu ki, Erbakan bu ülkenin en az 100 yıllık planını yapmadan ve bu planları ilgili YETKİLİSİNE teslim etmeden bu dünyadan göçmüş olsun?!
Düşman, Türkiye’yi tam anlamıyla içten-dıştan-her yandan kuşattığını düşündüğü anda, belki de kendisi kuşatıldı da farkında değildir?!
Velhasıl; Aziz Erbakan Hocamızın buyruğu üzere;
“İkinci Yalta Konferansı Yapılacaktır.”
Ve o günler çok yakındır!..
Son sözü yine Erbakan Hocamıza Bırakalım:
“Bakın size kesinlikle ifade ediyorum ki: TÜRKİYE’NİN KURTULUŞU; Milli Çözüm’e inanan bir Cumhurbaşkanı’nın o makama oturması, Milli Çözüm’e inanan bir Hükümet’in kurulması ve yeni bir devrin başlamasıyla mümkündür!”
Türkiye Cumhuriyeti’nin resmi tapusu konumunda olan Lozana düşmanlık yapan her kesim; “Lozan bir time out anlaşmasıdır. Aslolan sevr’dir” anlayışına sahip olan siyonizmin taşeronu olduğunu ispat etmiş demektir.
.
Allah’ın vaadi gerçekleşecek, tüm yeryüzünde Adil bir Düzen mutlaka kurulacaktır. Siyonizm ve işbirlikçileri ise, tarihin çöplüğüne atılacaktır.
Bu değişim ve dönüşüm ise, Türkiyede Milli bir iradenin inşasıyla tecelli edecektir:
“Bakın size kesinlikle ifade ediyorum ki; TÜRKİYE’NİN KURTULUŞU; Milli Çözüme inanan bir Cumhurbaşkanının o makama oturması, Milli Çözüme inanan bir Hükümetin kurulması ve yeni bir devrin başlamasıyla mümkündür.” (Prof. Dr. Necmettin ERBAKAN)
DÖVECEK DİZ BULAMAYACAĞIZ BÖYLE GİDERSE ALLAH MUHAFAZA!
Rahmetli Prof. Dr. Necmettin Erbakan Hocamız’ında buyurduğu gibi ”Korkarım ki!Beni anladığınız vakit dövecek diziniz de kalmayacak! ” Allah muhafaza fakat görünen köy kılavuz istemez misali 25 yıldır Tramp dostum Netenyahu dostum düdüğü çala çala tümİslam alemini ve Türkiye ‘mizi içinden çıkılmaz bir duruma sokmuştur… Artık baktı ki iktidar elden gidiyor coni abilerinin ve Apo kardaşının desteği ile Hdp ile seçime girme kararı almış ve artık son darbeyi de vurmaya hazırlanmaktadır… Eğer durdurulmazsa Prof Dr. Necmettin Erbakan Hocamızın buyrduğu gibi dövecek diz de bulamayacağız…
Allah CC muhafaza buyursun! Samimiyetsizce yönetiyor havası artık fos çıkmıştır ve acilen bu yönetim fes edilmelidir… Allah CC yâr ve yardımcımız olsun inşaAllah… Amiin
Ey millet, uyan!
Erbakan Hocamızın ısrarla uyardığı gibi ”toprak ayaklarımızın altından kayıyor”
Türkiye, her yönden kuşatmıştır.
Türkiye, her yandan kuşatılmıştır.
Türkiye, her anlamda kuşatılmıştır.
Türkiye, her taraftan kuşatılmıştır.
Türkiye, içeriden kuşatılmıştır.
Türkiye, dışarıdan kuşatılmıştır.
Türkiye, Irkçı Siyonistler tarafından kuşatılmıştır.
Türkiye, Haçlı emperyalistler tarafından kuşatılmıştır.
Türkiye, NATO tarafından kuşatılmıştır.
Türkiye, AB tarafından kuşatılmıştır.
Türkiye, IMF tarafından kuşatılmıştır.
Türkiye, İsrail tarafından kuşatılmıştır.
Şimdi sormak gerekirdi;
İsrail Türkiye’yi, caydırıcı bir güç olarak görmediğinden mi, güya bizim kontrolümüzdeki Suriye’ye saldırmaktan çekinmemekteydi?
Yoksa, bu gücü İsrail’e karşı kullanacak bir irade ve iktidar görmemesi mi, ona bu şeytani cesareti vermekteydi?
Halkı aldatmak için “Filistin meselesinin kırmızı çizgileri olduğunu” söyleyen Siyonist işbirlikçileri hala Soykırım yapan Siyonist İsrail ile diplomatik ilişkiyi kesmemiş ve ticareti bitirmemişti.
Ermeni müttefiki ve İsrail destekli PKK’nın sözde fesih bildirgesinde “Lozan Anlaşması’na karşı silahlı mücadele başlattık!” diye zırvalamışlardı!
Yani PKK’nın kuruluş sebebi özellikle Türkiye Cumhuriyeti’nin varlık senedi olan Lozan Anlaşması’ymış.
Ama maalesef Cumhur İttifakı, hâlâ iktidar hırsıyla PKK’ya tavizler yağdırmaktaydı.
Türkiye üzerine oynanan gizli oyunlar ve kirli kurguların açığa çıkarılması için…
Türkiye üzerine tertiplenen Sinsi ve Siyonist tezgâhın mutlaka bozulması için…
Milli Çözüm’e inanan bir Hükümet’in kurulması ve yeni bir devrin başlaması gereklidir.
Aziz Erbakan Hocamızın buyurdukları gibi;
“Bakın size kesinlikle ifade ediyorum ki: TÜRKİYE’NİN KURTULUŞU; Milli Çözüm’e inanan bir Cumhurbaşkanı’nın o makama oturması, Milli Çözüm’e inanan bir Hükümet’in kurulması ve yeni bir devrin başlamasıyla mümkündür!” TRT Basın Toplantısı, Yazarlar soruyor – Nisan 1980
Akp İttihat ve Terakki’nin dindar kılıflı halidir.
Filistin’i Siyonistlere İttihatçı Dönmeler satmıştır:
Yahudilerin Filistin’deki tapulu mülkiyetleri ile ilgili olarak farklı oranlar olmasına rağmen en yüksek oran olarak % 8’dir. Filistin’in yüz ölçümü yaklaşık olarak 27 milyon dönüm. Bunun % 8’i yaklaşık olarak 2 milyon dönüm. Yahudiler bu kadar toprağa bakın nasıl sahip olmuşlar: 1900 yılların başlarında 850 bin Müslüman ve Hıristiyan’a karşın Filistin’de yaşayan Yahudi sayısı yaklaşık olarak 30 bin civarındaydı. Bunlar o toprakların insanlarıydı. Bunların sahip oldukları toprak yaklaşık olarak 200 bin dönümdü. İttihatçıların 1911 darbesiyle işbaşına gelmelerinden sonra İstanbul hükümeti Şam ve Filistin’e Mason ve Sebataycı valiler ve görevliler gönderdi. Bu görevliler 1911-1917 yıllarında Filistin’deki Yahudilere sahip çıkarak onlara devletin topraklarından yaklaşık olarak 400 bin dönüm arazi sattılar. Bunların belgeleri Osmanlı arşivinde var. İngiliz komutan Allenbi ile birlikte Aralık 1917’de Kudüs’e giren Yahudi çeteler, Osmanlı ordularının çekilmesi ile bazı stratejik bölgeleri ele geçirdiler. Bunun üzerine; İngiliz sömürge valisi ilk iş olarak ve yardımlarının karşılığında Siyonist Yahudi Ajansı’na 300 bin dönüm arazinin tapusunu hibe olarak verir. Bununla yetinmeyen Vali aynı ajansa sembolik fiyatlarla 100 bin dönüm araziyi satar. Daha sonra da Vali Hole ve Bisan bölgesindeki Sultan Abdülhamit’e ait 150 bin dönüm araziyi Yahudi vakfına hibe olarak verir. Ancak bu toprağı satanlar Filistinliler değil, tersine Suriye’li ve Lübnanlı Hıristiyanlardı.[1]
Evet, Filistin’i; Yahudi dönmesi ittihatçılar satmıştı. Şimdi Kıbrıs’ı ve Kuzey Irak’ı da Milli Görüş’ün dönekleri AKP’liler saltığa çıkardı… Ama sonları ittihatçılardan beter olacaktır.
https://www.millicozum.com/mc/2006/subat-2006/talat-pasa-sehitise-apoda-gazidir/
Çözemediğim tek şey şu: Üstat mason ve sağcı Demirel’le bile bu kadar rahat çalışamıyordu Siyonizm?! Bu nasıl bir işbirlikçilik.
Bu denli kirli bir dönemde, tüm bunları yirmi küsür yıldır görmenin öfkesi artık insanda tuhaf bir yılgınlık doğuruyor. İnsan bunalmaktan küçülüyor, böcekleşiyor.
Eh n’apalım, son nefese değin su taşıyan böcek oluruz biz de…
Her türlü bilginin rahatlikla bulunduğunu düşündüğümüz günümüzde, özellikle sorulan ve ihtiyaç duyulan onemli bilgilerin bulunmakta zorlanması, bilerek gündeme getirilmeyip gizlendiği, her gün tv lerde saatlerce programlar yapılsa bile boş gündemler oluşturulduğu ve insanların aslında olması gerekenle çokta ilgilenmedigi izlenimini bizde olusturmustur.
Bu durum ise milli çözümün üstlendiği misyonun faydalı olmaktan daha çok, zaruret olduğunu göstermektedir
Örneğin ülkemizdeki abd üstlerini araştırın, bu kadar önemli bir konuda dahi kayda değer bilgi bulmak çok zordur.
Hiç bir biri birbiriyle uyusmayan çok sayıda haberden anlasilan ise , sayının çokluğudir.
NATO kapsamindaki merkezlerle birlikte sayının 60 civarında olduğu dusunulmektedir
Bunların bir kısmında asker ve silah bulunmaktadır , bir kısmında ise ihtiyaç halinde kullanim anlaşması vardır.
Örneğin konyada awacs uçakları hazir beklemektedir. Şırnakta lojistik depolama merkezi vardır. Şanlıurfada yakıt ikmal üssü bulunmakta dir.
Yani bizim coğrafyamizi , bizim üstümüzden kolaylikla vurabilmektedirler.
Bunlardan en büyüğü olan incirlik üssünde ise 50 kadar nükleer başlığın olduğu açıkça söylenmektedir
Sadece yakın çevremizde bile, buyuk capli abd üsleri sayısı 40 in üzerindedir
Yani aslında kuşatma ( ki bu isgal seviyesindedir) her sahada olduğu gibi askeri sahada da çok yuksek seviyeye ulaşmıştır.
Savunma sanayiindeki gelişmeler elbette hepimizi sevindirmektedir . Ama onlarida kullanmak ancak milli çözüme inanan bir iktidar ile sağlanabilir.
Aksi halde ne yangına, ne depreme yetisemeyenler, yarın iş başa dusse ortada bile olmayabilir
Hala ABD’yi stratejik dost, müttefik olarak nitelemek ve görmek gafletle bile izah edilecek bir durum değildir. ABD açıkça terör örgütlerinin hamisi olduğunu beyan ediyor, gösteriyor, terör örgütleri eliyle Ortadoğu’da ırk üzerinden parçalanma oluşturuyor. Aziz Erbakan Hocamız “Haim Nahum” planı olarak bu durumu defeatle söylemez miydi. Dolayısıyla PKK’nın güya barış adı altında silah bırakıyor olması sahibinin emri dışında olabilir mi? Tabii Siyonizm her figüranına ayrı ayrı rollerini dağıtıyor. Figüranlar da verilen işi topluma yutturmak için güzel biçilmiş kahramanlık kılıfı kullanıyorlar.