YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL MENÜ

DERGİLER

Ay Seçiniz
category
69208c3117792
0
0
6401,171,6356,117,28,27,170,98,3,144,26,4,145,113,17,6330,1,110,12
Loading....

TOPLAM ZİYARETÇİLERİMİZ

Our Visitor

2 0 8 9 4 8
Bugün : 28504
Dün : 45549
Bu ay : 881228
Geçen ay : 1371576
Toplam : 45285049
IP'niz : 216.73.216.128

SON YORUMLAR

Son Yorumlar

YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL YAZILAR

YENİ ÇIKAN KİTAPLARIMIZ

ADİL DÜNYA YAYINEVİ

Tel-Faks:

0212 438 40 40

0543 289 81 58

0532 660 12 79

 

Douglas Feith Türkiye'yi ezbere bilir(miş)

Pazar günkü gazetelerde vardı, ABD Savunma Bakanlığı'nın üç numaralı yetkilisi Douglas Feith, 17 Şubat'ta Washington'da Council on Foreign Relations isimli düşünce kuruluşundaki sunumundan sonra sorulan bir soruya cevap vermiş: 'Türkiye'deki ve diğer müttefik saydığımız ülkelerdeki Amerikan karşıtlığı ilişkileri zedeler. Bu ülkelerdeki yetkililer kamuoyundaki bu olumsuz düşünceleri bertaraf etmek için çaba göstermeli, aksi takdirde iki ülke arasındaki ilişkiler ayakta kalamaz.' Şubat başında Irak konusunda görüşmek üzere Ankara'ya gelmişti.

 

90'lı yılların başında Turgut Özal, Washington'u ziyareti sırasında eski Savunma Bakan Yardımcısı, Karanlıklar Prensi olarak tanınan Richard Pearl'den Türkiye'nin ABD'deki lobi faaliyetlerini yürütmesini istemişti. Burada bir parantez açayım, lobicilik ABD'de çok kurumsallaşmıştır. Her devletin, özellikle de yeni devletlerin mutlaka bir veya birkaç lobi şirketi vardır. Bu şirketlerde işbaşındaki yönetimlere bağlı olarak Cumhuriyetçi veya Demokrat eski senatörler, parlamenterler, bürokratlar, askerler çalışırlar. Lobi şirket yöneticileri o ülkenin büyükelçiliği ile omuz omuza, bilgileri ve stratejileri paylaşır, bir anlamda ülkenin ve elçiliğin iç mutfağına kadar girebilirler. Lobi firmasını kiralayan ülkenin ABD karşısında alacağı pozisyonu, argümanları ve diğer mahrem bile sayılabilecek konuları birlikte oluştururlar. İşte bu Karanlıklar Prensi Richard Pearl, Turgut Özal'ın isteği üzerine hemen harekete geçip, Washington'da bir avukatlık firması ile anlaştı. Şirket bir gecede avukatlık firmasından lobicilik firmasına dönüştü. Bu firmanın ortakları da Mark Feldman ile Doug Feith'ti. Iki gün önce, 'ABD karşıtlığına bir son verin' diyen Feith… Izmir'de büyümüş, mükemmel Türkçe konuşan Lydia Borland isimli bir genç kadını da işe aldılar ve Türkiye'nin ABD yönetimi ile özellikle de ABD Dışişleri ve Pentagon ile ilişkileri yürütmek üzere lobicilik faaliyetlerine başladılar. Amerikan vatandaşı Türkiye'yi bilmez, tanımaz, ilgilenmez de. Washington çevreleridir politikaları oluşturan. Doug Feith'in 'İlişkilerimize verilen değerin, hükümet yetkililerinden halka uzanması çok önemli. Aksi takdirde bu ilişki sürdürülemez' demesi o yüzden. Demek istediğim, Doug Feith, yıllarca Türkiye'nin bordrosunda bulunan, Türkiye'yi çok iyi bilen biridir.

Wall Street Journal yazarı Robert Pollock'un yazdığı makalede Türkiye'yi 'Avrupa'nın Hasta Adamı' olarak tanımlaması aynı zamana denk düştü. Douglas Feith arkasındaki devlet tecrübesiyle ince ayarlı olarak ABD yönetiminin sıkıntısını dile getirdi. Pollock ise züccaciye kırıp döken fil gibi…[1]

Teşekkürler Bay L. Pollock

Aşk bitince çiftler kirli çamaşırlarını sergilerler.

Nezaket yalan söylemenin bir başka biçimidir.

Diplomasi nezaket ister.

Basın dili kuşkusuz diplomasi diliyle aynı değildir, nezaket zorunluluğu yoktur ama sözkonusu olan uluslar arası ilişkiler olduğunda ciddi basında nezaket sınırları pek aşılmaz. The Wall Street Journal ABD'nin ciddi bir gazetesidir ve Bay Pollock bu gazetenin ciddi başyazarlarındandır. Kendisine teşekkür ediyoruz nezaket sınırlarını fersah fersah aşıp, örtüsüz konuştuğu ve böylece Bush yönetiminin gerçek düşüncelerini, en azından eğilimlerini sergilediği için. Bu yazının ABD Dışişleri Bakanının ülkemizi ziyaretinden sonra yazılması da yazıya ayrı bir anlam yüklüyor.

Bay Pollock şöyle diyor: " …2002 seçimi giderek yozlaşan ve Türk Amerikan ilişkilerini önemseyen merkez partilerinin kendi kendilerini yok etmesine sahne oldu; ortaya çıkan boşluğu ise Adalet ve Kalkınma Partisi'nin (AK Parti) sinsi, fakat kurnaz İslamcılığı doldurdu. İlişkilerdeki gerilemenin… izahı, eski solculukla yeni İslamcılık arasındaki bu bileşimde yatıyor"

Merkezci siyaset

Demek AKP merkez partisi değilmiş. Neden değilmiş? Yazarımıza göre eriyen ve yeri boşalan "merkez siyaseti" nasıl bir siyaset imiş? Amerikan ilişkilerini önemseyen. Demek oluyor ki AKP önemsemiyor.

Bunun nedeni ise eski solculukla yeni İslam'ın bileşimi, yeni bir siyasi çizgi yani. "Yeni İslam" saptaması son derece ilginç ve önemli.

Yazar, Erdoğan'ı ilk destekleyen ABD olmuştu, bu ne kadir bilmezliktir diyor. Erdoğan'ın siyasi kimliği belliydi, bunu ABD de biliyordu, şimdi onları yanıltıcı ne oldu?

Kanımızca rahatsızlık nedeni hiç de karışık değildir. Dünkü merkezci siyaset Truman doktriniyle başlayıp bu güne gelen politikaydı yani ABD'ye tek yanlı bağımlılık politikası.

Son olarak yıllardır söylediğimiz ama bu nedenle de hep suçlandığımız bu gerçeği artık bugün red eden pek çıkmayacaktır sanırım. Peki, bu politika değişiyor mu? İşte fincancı katırlarını ürküten şey burada.

Geleneksel politika değişiyor

Türkiye AB sürecine girdi. Sürecin kendisi ve sürecin getirileri köklü bir değişiklik anlamına geliyor. AB'nin hem kendi içinde hem uluslararası ilişkilerde izlediği yeni politika tek yanlı bağımlılık değil, karşılıklı bağımlılık politikasıdır, ki bunu daha önce işlemiştik.

Bu arada yeniden soralım, Bush yönetimi Türkiye'nin AB üyeliğini gerçekten istiyor mu?

CIA'nın bu raporunda deniyordu ki, "…Yoğun Müslüman nüfusu ile Türkiye, üye alınmasıyla birlikte ‘fren motoru' görevi üstlenecek ve uluslararası etkinlikte büyüklüğüyle orantılı başrol oynamasını (AB'nin) engelleyecektir.

Türkiye'nin üyeliği AB'yi parçalamak ya da dağıtmak riski taşımaktadır." Yine değinmiştim ki, ABD'nin Rusya ile de çelişkisi öyle basit bir çelişki değildir, önemlidir.

Nitekim ABD Dışişleri Bakanı daha dün Rusya'yı da hedef tahtası yaptı, oraya da demokrasi getirmeye soyundu.

Bu arada Türkiye Rusya ile de ilişkilerini geliştiriyor. Ve nihayet Türkiye diğer İslam ülkeleriyle de ilişkilerini yoğunlaştırdı. Evet. Dünkü geleneksel politika değişiyor. Değişmelidir de. Bu ciddi bir değişimdir ve faturası olmayacağını düşünmemek gerekir. İşte ABD'nin rahatsızlığı… Türkiye artık rüştünü ispat ediyor.

Kafalar karışıyor mu yeniden?

Bütün bunlara işaret ettikten sonra asıl kendi içimizdeki yeni rahatsızlıklara bakmamız gerekiyor. Kafaların yeniden karışması tehlikesi var. Irak'a asker göndermemek hata oldu diyenler var. Diğer yandan yükselen anti-Amerikan tepkinin (aslında ortada bir aşırılık da yok henüz ama) ulusalcı/milliyetçi çevreler eliyle bir paranoya halini almasından haklı olarak endişe ediyoruz.

Yeniden şoven duygular, düşmanlık histerileri alevlenmemeli.(Yanılıyorsun. Tam tersine Siyonizm ve emperyalizm karşıtlığı güçlenmeli). Sayın Erkan Mumcu'nun istifası ile AKP üzerinde yeni sorular oluştu. AKP'nin son günlerdeki anlaşılması güç yanlışları ve ataleti kaygılar doğuruyor. Piyasalarda bir bekleme havası var v.s… Gerçekten de komplo teorilerine itibar etmemek, aklıselim sahibi olmak gerek. Fakat öte yandan hoşnutsuz olan Bush yönetiminin boş durmayacağını düşünmek ve dikkatli olmak da aklıselimin gereğidir, tersi safdillik olur.

Tarihimize bakmak böyle olacağını görmek için yeterlidir… Tarih ne içindir ki zaten.[2]

Robert L. Pollock'un ortalığı karıştıran yazısı

Pollock'un yazısı "ironisi" kadar "kurnazlığı" da bol bir yazı… Yazının bu yönlerine birazdan geleceğiz; ancak unutmadan hemen söylemeliyim ki, Pollock'un bu yazısı herhalde en çok Hürriyet gazetesini yaralamıştır. (Yazıda "anti-Amerikan" yayınlardan örnekler verilirken Sabah'ın adının da geçmesi bu gerçeği değiştirmez herhalde.) Hürriyet nasıl "yaralanmaz"; (Taha Kıvanç'ın sözleriyle) "Amerika'nın en çok satılan", "dünyanın her tarafında iş dünyasının kaymak tabakasınca" okunan ve "George W. Bush'un sabah eline ilk aldığı" bir gazetede adının "İslamcı gazete Yeni Şafak" ile birlikte ve aynı çerçevede anılmış olmasından dolayı nasıl yaralanmaz! Pollock'un şu sözlerine bakın: "Laik basının da aşağı kalır tarafı yok. Hürriyet gazetesi…" (de aynı ABD karşıtı tavır sergiliyor!?)

Şimdi de gelelim yazının tahliline:

Bir kere her şeyden önce, Pollock'un Yeni Şafak'ı tarifi ("Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın gözdesi konumundaki İslamcı gazete Yeni Şafak..") yazarın "Türk medyasındaki eğilimler"e hakimiyetindeki zaafını sergilemektedir. Belli ki, Amerikalı gazeteciye bu konuda brifing verenler hakiki "gözdeler" in kimler olduğu konusunu yeterince çalışmamışlar. (Yeri gelmişken bu hususta bir hatırlatma yapabiliriz: Mesela, bir zamanlar Hüsamettin Özkan için kaleme aldığı "güzelleme" nin bir benzerini yakınlarda Başbakan'a yönelik olarak kaleme alan Akşam gazetesinin Ankara temsilcisi!)

Peki, Pollock'un yazısındaki "kurnazlıklar" nedir?

Bu soruya cevap olarak da yazının özellikle iki cümlesine dikkat çekeceğim:

Bu cümlelerden ilki Pollock'un Türkiye'de hükümetin Amerika karşıtı tavırlarını sıraladıktan sonra "Peki ya muhalefet?" diyerek sözü CHP'ye getirdiği bölümde yer alıyor:

"Fakat bugünkü tek muhalefet can çekişen bir Cumhuriyet Halk Partisi'nden (CHP) ibaret, ki bir zamanlar Atatürk'ün partisiydi."(!)

İkinci cümle de şu: "Fakat işler birkaç yıl daha böyle giderse ne olacağını kim bilebilir? Atatürk'ün mirasının büyük bölümü kaybedilme riski altında…"(!)

Haksız mıyım? Çok "kurnazca" kaleme alınmış cümleler değil mi bunlar?

Pollock, sanki şöyle der gibi: "Madem bu ülkenin iktidarı gibi muhalefeti de böyle, o zaman ben de başka kapıları çalmayı denerim!"

"Pollock'un yazısı üzerine söyleyeceklerim bitmedi. Önümüzde duran ve yazarın "Türkiye'nin Irak savaşında yanımızda yer alması.." ifadesinde açıkça görüldüğü gibi "kendi adına" konuşan bir gazeteci mi yoksa bir "devlet görevlisi" mi olduğu açıkça anlaşılmayan bu yazının bütünüyle "taşlanması" gerektiğini düşünüyorum." (Yani Kürşat Bumin demek istiyor ki, Amerikan ağabeyimizi fazla kızdırmayı ve siyonizme karşı olmayı da uygun bulmuyorum.)[3]

Düşmanlık bizden ırak…

Beş-on yıl öncesine kadar, Türkiye'de yaşayan insanların 'yakın dost' bildiği ülkeler arasında, ABD, en üst sıralarda yer alıyordu. Bugün ise, kamuoyu yoklamaları, ülkemizi  'Amerikan karşıtı' ülkeler sıralamasında en üstte gösteriyor…

Ne oldu da, Türk halkı, birdenbire 'Amerikan karşıtı' cephede yer almaya karar verdi?

Bu soruya cevap aramadan önce bir kabulü değiştirmemiz gerekiyor: Türk halkı sizin-benim gibi insanlardan oluştuğuna göre, bizlerin tavrını 'Amerikan karşıtı' olarak tanımlamak asla doğru değil; tuhaf ve ikircikli hisler besleyebilirim sıradan Amerikalılar için, ancak içimde Amerika ve Amerikalılar hakkında en ufak bir düşmanlık hissi taşımadığıma emin olabilirsiniz. Hem burada hem de ekranlarda, savaş öncesinden başlayan süreçte, 'Amerikan karşıtı' sıfatını hak ettirecek tek bir sözcük kullanmadığımı herkesten önce ben biliyorum.

Hayır, Türkiye'de ve görüşüne başvurulan hemen her ülkede güçlü bir biçimde varlığını belli eden his, 'Amerikan karşıtlığı' değildir; insanlar, Washington'da karar-alma mekanizması içerisinden az sayıda kişinin sorumluluk taşıdığı politikalara karşılar… Kamuoyu yoklamalarında kendini belli eden o his işte. Türkiye'de oranın yüksek çıkması ise tamamen coğrafî bir durumla ilgili: Türkiye Avrupa'nın ortasında bulunsaydı oran daha düşük olurdu; sözgelimi İsveç de bizimle aynı coğrafyayı paylaşıyor olsaydı, oran orada da bizden farklı çıkmazdı.

Amerikalıların bu hassas noktaya dikkat etmedikleri ve durumu 'bize özgü' sayıp kendilerine göre teoriler geliştirdikleri anlaşılıyor; taşıdığımız hislerin Amerikan halkına karşıtlık olmadığı gerçeğine en ufak bir ihtiyat payı bile ayırmadıkları da görülüyor…"[4]

İyi de bu Fehmi Bey; niye acaba "Müslüman Türk'ün tepkisi, ABD'yi ve İsrail'i yöneten siyonist ve emperyalist zihniyetedir." Diyemiyor?

   Ve halkımızın % 82'sinin ABD halkına değil, doğrudan Yahudi Lobilerinin İsrail yanlısı ve Türk-İslam düşmanı politikalarına karşı olduğunu dile getirmiyor?

   Yoksa malum ve melun merkezlerden gizli özür mü diliyor?!…


[1] Akşam Gazetesi  / 22 Şubat 2005 / Serfiraz Ergun

[2] Referans Gazetesi / 21 Şubat 2005 / Nabi Yağcı

[3] Yeni Şafak / 19 Şubat 2005 / Kürşat Bumin

[4] Yeni Şafak  / 19 Şubat 2005 / Fehmi Koru

0 0 votes
Değerlendirmeniz

Makale Paylaşım Sayısı: 

Subscribe
Bildir
0 Yorum
En Yeniler
Eskiler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments
Picture of Milli Çözüm Dergisi

Milli Çözüm Dergisi

YORUMLAR

Son Yorumlar
0
Düşünceleriniz değerlidir, lütfen yorum yapın.x
Paylaş...