YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL MENÜ

DERGİLER

Ay Seçiniz
category
6920d2425e200
0
0
6401,171,6356,117,28,27,170,98,3,144,26,4,145,113,17,6330,1,110,12
Loading....

TOPLAM ZİYARETÇİLERİMİZ

Our Visitor

2 0 8 9 4 9
Bugün : 41199
Dün : 45549
Bu ay : 893923
Geçen ay : 1371576
Toplam : 45297744
IP'niz : 216.73.216.128

SON YORUMLAR

Son Yorumlar

YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL YAZILAR

YENİ ÇIKAN KİTAPLARIMIZ

ADİL DÜNYA YAYINEVİ

Tel-Faks:

0212 438 40 40

0543 289 81 58

0532 660 12 79

 

Amerika'daki Think-Thank Kuruluşlarından ve Siyonist strateji odaklarından Hudson Enstitüsü Başkanı, Türkiye'ye yönelik karanlık senaryoların tartışıldığı gizli toplantıdaki bilgileri dışarıya sızdıranları suçluyor. Yani Türkiye'yi terör eylemlerine ve felaketlere sürükleyecek, komplo teorilerini inkar etmiyor. Ve bu toplantıya Genel Kurmaydan strateji uzmanı bir generalin ve yine Washington'daki askeri ateşemizin katılması da ayrıca kafaları karıştırıyor. Türk ordusunun, AKP hükümetine ve ABD'deki Siyonist lobilere rağmen Kuzey Irak'a yapacağı haklı bir müdahalenin engellenmesinin amaçlandığı seziliyor. 

 

Medyaya intikal eden haberlere göre Amerika'da bazı emekli generallerin de çağrıldığı bir toplantıda ülkemiz üzerine birtakım senaryolar üretilip tartışmaya açılıyor. Buna göre birtakım suikastlar ve terör olaylarının olacağı, Türkiye'nin Kuzey Irak'a gireceği gibi varsayımlar üzerinde duruluyor. Kısacası düşmanca birtakım varsayımları tartıştırarak belli ki birtakım sinyaller veriliyor ve ülkemizdeki terörün arkasında ABD ve Mossad'ın olduğunu gizlemeye bile gerek duyulmuyor. Böyle bir ülkeyle ilişkilerimizi hiçbir şey yokmuş gibi sürdürmek akıllı yöneticilerin yapabileceği bir iş midir?

Öylesine fütursuzluk sergileniyor ki, katılımcılara PKK militanları ile İsrail ajanlarının yan yana videolarının gösterilmesine kadar gidiliyor. Yani denmek istenen öylesine açık ki, Kuzey Irak'taki tüm gelişmeler ABD ve İsrail'in kontrolü altında olduğu ilan ediliyor.. Bir adım daha ileri atılarak Türkiye'nin neler yapması gerektiği sıralanıyor.

Tartışmalar sırasında üç PKK yetkilisinin seçim öncesi Türkiye'ye paketlenip gönderilmesi gündeme geliyor. Ancak, böyle yapılmasının AKP'nin işine yarayacağı ileri sürülerek karşı çıkılıyor. Böylece ABD'nin AKP'yi istemediği imajı verilerek Tayip ve ekibine dolaylı destek sağlanıyor.

Senaryo neden ifşa edildi

Bush yönetimine yakın olduğu söylenen Hudson Enstitüsü'nde, basına kapalı bir toplantıda konuşulan senaryolar ilgi ve tepkiyle karşılandı. Basına kapalı olmasına rağmen bunun kasıtlı olarak kamuoyuna sızmasının ve tartışılmasının istendiği anlaşılıyor. Nitekim kısa sürede ileri sürülen senaryoları duymayan kalmadı. Bu toplantının ve böyle karanlık senaryoların üretilmesinin nedeninin ve kaynağının bilinmesi önemli. Öyleyse biz de senaryolarla ilgili bir senaryo üretmek zorundayız.

Hudson Enstitüsü ve onun arkasındaki güç odağı bu senaryoyu ifşa ederek, aslında gerçekleşmesini önlemek istemiştir. Ya böyle bir operasyonun yapılacağı bilgisine ulaşmış ya da nelerin olabileceğini tahmin ederek ve bir önlem olarak bunları açığa vurmuştur. Enstitü, olabilecek ihtimalleri değerlendirerek ve bunların bir operasyon olduğunu ima ederek, bir nevi Türkiye'yi uyarmaktadır. Toplantıya çağrılanların iki gruptan olduğunu söyleyebiliriz. Bir bölümüne "yapacağınız şeylerden haberdarız" mesajı verilirken, diğerlerinin "dikkatli olması" istenmektedir.

Eğer ABD'de tek bir güç olsaydı ve bu senaryoları onlar üretseydi kesinlikle  kamuoyuna yansıtılmaz, işbirlikçilere kapalı kapılar arkasından bilgi verilir ve destek istenirdi. Eğer bu senaryolar Türkiye'yi hedefleyen ABD dışındaki bir güce ait olsaydı; diplomatik ve istihbarat kanallarından ülkemiz uyarılır ve ortak hareket önerilirdi. Olayın bir düşünce kuruluşu kanalıyla kamuoyuna duyurulması bu senaryoyu eyleme dönüştürecek gücün de ABD içindeki taraflardan biri olduğu ve her iki tarafın ülkemizde yandaşlarının olduğunu düşündürüyor.

Bir kanat yapılacak eylemlerle, bir yandan iktidarın seçim şansını azaltırken diğer yandan Türkiye'yi Kuzey Irak'a müdahaleye mecbur edecek ve buradaki olası varlığımız bir erken doğumla yaşamaz hale düşürülecekti. [1] diyen Mahir Kaynak Türkiye'deki Milli ve etkili cephenin, ABD'ye rağmen, bağımsız projeler üretip yürütebildiğini ise özellikle gizleme gayreti içindedir.

Fehmi Koru bile isyan etti!

Amerika tarihinin en vahim hatalarından birini 11 Eylül eylemlerine koyduğu teşhiste yaptı. Afganistan ve Irak'ın işgali o yanlış teşhisin sonucudur. Irak'a savaş açabilmek için gerçekleri ters-yüz etmekten de çekinmedi Washington. Bugün gelinen noktayı biliyorsunuz: Amerikan askerleri Bağdat'ın bile üçte ikisinde ortada görünemiyor; Irak tam bir kan gölüne döndü…

Amerikan halkı onu defterinden çoktan sildi de, kararlarını yeniden gözden geçirme fırsatı tanınsa herhalde tarihi farklı yazmayla sonuçlanacak değişik bir profil çizerdi George W. Bush…

Washington'daki 'Neo-Çılgınlar' iyice sıyırtmış olmalılar ki, Türkiye'deki işbirlikçileriyle ortak toplantılar düzenleyip iç karartıcı senaryolar üzerinde fikir alış-verişinde bulunuyorlar. Gerçekten çılgın bu adamlar… Tartıştıkları senaryo fazla yabancımız değil aslında: İstanbul/İstiklal Caddesi değil, ama Ankara/Ulus'taki Anafartalar Çarşısı'nda bir bomba patladı ve çok sayıda insanımız hayatını kaybetti, sakat kaldı.

Anayasa Mahkemesi Başkanına yapılacak suikastın oluşturacağı tepkilerin daha büyüğünü Hrant Dink'i hedef alan suikasttan sonra verdi toplumumuz… Irak sınırından içeri ha girdik ha gireceğiz manzarası nicedir hepimizi rahatsız ediyor. Kapalı toplantıdan dışarı sızan bilginin tek yanlışı bence şu: Hudson Institute'de ileriye dönük beklentiler ele alınmış değil, vaktiyle öngörülenlerin ne kadarının hayata geçirildiğiyle ilgili bir gözden geçirme yapılmış… Amerikalı senaristler senaryolarının bir süredir Türkiye'de uygulandığından emin olabilirler… Rantiyecileri az akıllı, müttefikleri ise çılgın bir ülkenin insanlarının sağduyulu kalabilmesi bize özgü bir mucize gerçekten…[2]

"Önce yaz sonra oyna!" taktiği

Amerika değil, kendilerini süper güç olarak gören diğer devletler de, başka ülkeler hakkında kağıt üzerinde kalmaktan öteye, ayrıca uygulanan senaryolar yazarlar. Toplumları ayaklandırmak, suikastlar düzenlemek, darbe yaptırmak, sahte belgelerle kamuoyunu yanıltmak, bu senaryolarda yer alabilir. İran'da Musaddık (1953), Şili'de Allende (1973) böyle devrilmemişler miydi?

Washington'daki Hudson Enstitüsü toplantısında, Türkiye üzerine hazırlanmış bir felaket senaryosu üzerinde "uzmanlar" tarafından beyin fırtınası estirildiğini, Yasemin Çongar'ın BBC'de yayınlanan haberinden öğrendik.

Bu senaryonun yazıcıları, İstanbul ve Ankara'daki sabotaj ve suikastlar ertesinde Türkiye Irak'a askeri müdahalede bulunursa, Amerika'nın nasıl reaksiyon vereceğinin alternatiflere dayalı olarak yorumlanmasını istemişler. Bu arada toplantıya katılan bazı Türk görevliler, Amerika, Kuzey Irak'taki PKK liderlerini Türkiye'ye teslim ederse, bunun seçimde AK Parti'nin işine yarayacağını söyleyip, uyarılarda bulunmuşlar.

Tabii ki çok tatsız bir durum bu. Felaket senaryosunun içeriği kadar, Hudson Enstitüsü'nün böyle bir senaryoya Türkiye'yi konu etmesi de, bu senaryonun tartışılmasına bazı kamu görevlisi Türklerin katılması da, en azından hem akılsızlık, hem densizlik.

Ama bunlar böyle işte. Hollywood filmlerindeki ve televizyon dizilerindeki Amerika'yı konu alan siyasi senaryoları hatırlayın. Amerika'da vizyona giren "Death of a President" (Bir Başkanın Ölümü) adlı İngiliz yapımı filmde, Başkan Bush bir suikast sonucu öldürülüyor ve Başkan olan Cheney de Suriye'yi işgal emri veriyordu. Aslında bunlar bizim senaristleri de etkiledi. Televizyon kanallarındaki gerçek mi hayal mi olduğu anlaşılamayan terörizm ve siyasetin birbirlerine karıştırıldığı dizileri hala tartışmıyor muyuz?

Ancak bilelim ki, sade Amerika değil, kendilerini süper güç olarak gören diğer devletler de, başka ülkeler hakkında kağıt üzerinde kalmaktan öteye, ayrıca uygulanan senaryolar yazarlar. Toplumları ayaklandırmak, suikastlar düzenlemek, darbe yaptırmak, sahte belgelerle kamuoyunu yanıltmak, bu senaryolarda yer alabilir. İran'da Musaddık (1953), Şili'de Allende (1973) böyle devrilmemişler miydi? Macaristan (1956) ve Çekoslovakya'daki (1968) özgürlük hareketleri, böyle sona erdirilmemiş miydi?

Türkiye'nin 21'inci yüzyılda, bir Amerikan düşünce kuruluşu tarafından bu tür senaryolara bir beyin fırtınası toplantısında konu edilmesi ve bu toplantıda bazı Türk kamu görevlilerinin de bulunması, Türkiye'de büyük tepkilere sebep olacaktır…

Gerçekten de "Hudson Enstitüsü"nden ve "Washington Times" gazetesinden Türkiye'ye yönelik yapılan değerlendirmeler, artık işin tadının kaçmaya başladığını gösteriyor. İşin kötüsü Türkiye'de bunları hoş görmekten öteye, bunlarla aynı titreşim katsayısına sahip olanlar da var.[3] Diyen Mehmet Barlas ta, Türkiye'deki Milli ve haysiyetli güçlerin varlığından rahatsızlığını dile getirmektedir.

Senaryo bolluğu ve dış güçlerin çaresizliği

Oysa Hasan Ünal'ın dediği gibi: Türkiye'deki gazeteler ve internet sitelerinde daha fazlası yazılıyor. Dehşet senaryolarını okumak için Washington'daki Hudson Enstitüsü'ne gitmeye gerek yok. Hudson'daki senaryoyu ilginç kılan, simülasyon çalışmasında şahıs ve yer isimleri verilmesi olsa gerek. Beyoğlu'nun ortasında PKK'nın elli kişiyi öldürmesi senaryosu tüyler ürpertici. Tülay Tuğcu Hanımefendiye suikast yapılması halinde neler olabileceğine dair senaryo üretmek de aynı derecede ürkütücü.

Bu senaryolar olacaktır. Çünkü AKP hükümetinin terörle mücadele ve Ortadoğu'da Amerika ile İsrail'in yürüttüğü kirli projelere dair kafası karışıktır. Amerika ile İsrail'in yaptıklarının özelde Türkiye ve genelde İslam dünyasının aleyhine olduğunu düşünmedikleri ortada. Bu sebeple Büyük Ortadoğu Projesi'nin eşbaşkanı olmaktan gurur duyuyorlar.

AKP yaklaşık beş yıl evvel iktidara geldiği zaman PKK terörü kalmamıştı. PKK, bütün militanlarını Kandil Dağı'na çekmiş. Öcalan hapishanede olduğu için başsız kalmış ve Ortadoğu dengeleri içinde kendisine hamilik yapacak bir güç bulamamıştı. Suriye devre dışıydı. Ortadoğu ülkelerinin PKK'nın hamiliğine soyunması kolay değildi.

Her şey Amerika'nın Irak'a saldırmasıyla başladı. Amerika tezkerenin reddini bahane ederek bir yandan Barzani-Talabani ikilisine Kürdistan kurdurmaya başladı; öte yandan da PKK'yı Türkiye'yi meşgul etmek için kullanılacak bir maşa olarak yeni eylemlere hazırladı. PKK silahlanırken bizim AKP Amerika ile BOP'un eş başkanlığını yapıyordu. Ayrıca AB reformları denilen süreç sayesinde PKK'nın faaliyetlerini kolaylaştıracak ne varsa her şey yapıldı.

Bu arada Başbakan Erdoğan ve AKP polit bürosunun etnik milliyetçiliğe destek veren sistematik açıklamaları birbiri ardına geldi. Türkiye'de onlarca millet varmış da… Burası sadece Türklerin vatanı olamazmış da… Kürt sorunu varmış da… Bu açıklamalar Türkiye'nin terörle mücadelesine yirmi yılı aşkın bir süredir devam eden PKK'dan neredeyse daha fazla zarar vermiştir. Çünkü bu açıklamalar bir zihniyet göçmesi anlamına geliyordu.

Amerika tarafından desteklenen, AB tarafından önü açılan ve Barzani-Talabani ikilisi tarafından pışpışlanan PKK'nın ne yapması gerekirdi? Türkiye'yi meşgul edecek eylemlere giriştiler; çünkü Irak'da kurulan Kürdistan devletinin bu yıl içerisinde Kerkük'ü de bünyesine katması gerekiyor. Onlar o işlemi yaparken PKK'nın da Türkiye içerisindeki eylemlerine hız vermesi gerekiyordu.

Aslında PKK'nın eylemlerini artırmasının AKP hükümetine belirli oranlarda zarar vereceği açık. Ancak Kerkük'ün Barzani-Talabani ikilisi tarafından yutulması AKP'den daha öncelikli bir proje olduğu için bu eylemlerin göz korkutma babında yapılması gerekiyor. Meseleye böyle bakıldığı zaman durum berrak ve ne yapılması gerektiği de kendiliğinden ortaya çıkıyor.

2003'de Türk Ordusu Kerkük'ün Barzani'nin kontrolüne geçmesine mani olmak amacıyla müdahaleye kalkışırsa, nasıl durdurulur diye de bir toplantı daha yapılmıştı Amerikan Dışişlerinde… Oraya da Türk gazeteciler ve akademisyenlerin katıldığı haberi gazetelere yansımıştı. Üstelik toplantıya katılanların ‘Ordu harekete geçmek isterse, AKP hükümeti, İstanbul sermayesi, STK'lar ve diğer iliştirilmiş kuruluşlar durdurur' dedikleri basına yansımıştı. O zaman Bakan Gül'ün o toplantıya katılanları ve toplantıyı lanetleyen bir açıklamasını hatırlıyor musunuz??? [4] Şimdi niye katılan generallere hücum ediliyor?

Yasemin Çongar'ın deşifresi

'Akla yakın' demek belki yanlış ama, bu senaryonun, Türkiye'deki adeta projelendirilmiş 'çılgınlığa yakın' olması değil mi, çoğumuzu ürperten? Senaryonun gerçeğe, masadaki oyunun sokaktaki oyuna yakınlığı kanımızı dondurmuyor mu?

Toplantıyı Baran ile birlikte ABD'li emekli korgeneral William E. Odom yönetmiş.

ABD'li katılımcılar, toplantıya gelirken, hem üzerinde konuşacakları senaryonun ayrıntılarını, hem de bu senaryoyu SAREM'den üst rütbeli subayların katılımıyla konuşacaklarını biliyorlarmış… Irak Cumhurbaşkanı Celal Talabani Çankaya'dan ambargoluyken, oğlu Kubad Talabani, Türk generalleriyle, olası sınır ötesi harekatı konuştu ve hemen ardından Irak'a gitti. Acaba Bağdat'a ve KBH Başkanı Mesud Barzani'ye ne mesaj götürdü? [5]

Sabah Gazetesi'nde Nur Batur'un CIA belgelerine girerek hazırladığı ve 27 Mayıs 1960 darbesinin ABD boyutunu anlatan yazı dizisi yayınlanıyor.

Bu belgeler ne kadar doğrudur, niçin şu seçim döneminde bu belgelere girilmiş ve yayınlanmaktadır? Darbenin ardından maaşların dağıtılabilmesi için ABD'den para isteyenler darbeden önce de izin almışlar mıdır? Milletin oyları ile iktidara gelmiş bir partiden kurtulmak adına ABD'nin güdümüne girmenin mantığı olabilir mi?

Daha pek çok soru sıralanabilir. Elbette 27 Mayıs 1960 darbesinin sivil destekçisinin CHPve aynı zihniyeti paylaşan üniversite çevreleri olduğunu benim gibi o günleri yaşayanlar çok iyi bilirler.

Sözü uzatmaya gerek yok. Yazıyı görmemiş olanlar için iki günlük bölümün spotlarından birkaç cümle aktarmak istiyorum.

İşte ilk günden birinci sayfadan verilmiş üç spot:

"Darbe sonrası ABD Büyükelçisi Washington'a 32 mesaj çekti, ikisi açıklandı. İlkinde "Ankara'da 50 kişi öldü" yazıyordu.

İkincisinde Gürsel'in şu talebi var: "180 milyon lira maaş ödememiz gerek. Bizde 23 milyon var. ABD destek olur mu?"

Elçi Warren "Bazı şeyler açıklığa kavuşmalı" derken mesajına "ABD fondan avans verdi" notu düştü."

İkinci günkü yazının spotları da şöyle:

"Gürsel bana sordu; Ben ABD'den 100 milyon TL. istedim. Parkayı alacak mıyız, almayacak mıyız?

Sonra da Alpaslan Türkeş söze girdi;"Acil paraya ihtiyacımız var. Gelecek sene seçim yapıyoruz."

Yukarıya aldıklarımız ABD Elçiliğinden ABD'ye çekilen mesajlardan sadece ikisini aktarıyor. Bu bakımdan 27 Mayıs 1960 darbesinin ABD ne kadar içindeydi tam olarak anlamak için diğer mesajları da bilmek gerekiyor. Zamanı gelince onlar da açıklanacaktır. Ancak, 27 Mayıs 1960 darbesinin gerekçesi Demokrat Parti iktidarının demokrasiye aykırı işlemleri idi. Bir bakıma demokrasiyi kurtarmak adına darbe yapılmıştı. Darbeciler ve destekçileri böyle söylüyorlardı.

İki ay kadar önce de Derin Amerika'da başka bir senaryo gündeme gelmişti

WASHINGTON D.C'de Amerika'nın önemli düşünce üretim merkezlerinden BROOKINGS Enstitü'de, Türkiye'de Cumhurbaşkanlığı – KÖŞK yarışının krize dönüştürüldüğü sıkıntılı o günlerde, ‘Atatürk'ün koltuğu yeni sahibini arıyor' başlıklı bir panel düzenleniyor. (Brookings Enstitü, geçtiğimiz günlerde AKP'li üç milletvekili, Egemen Bağış, Reha Denemeç ve Mevlüt Çavuşoğlu'nu ağırladı, Hudson'daki olay senaryoları öğrenip-önceki gün kamuoyuna duyuran Egemen Bağış, geçtiğimiz hafta Washington'daydı ve Brookings Enstitüsü'nde bir konuşma yapmıştı. Bu ara nottan sonra biz tekrar ana konumuza dönelim)

Tarih; 12 Nisan 2007.

Yer: Washington- BROOKINGS Enstitü.

Panelin konusu: Türkiye'de Cumhurbaşkanlığı seçimlerine dair ihtimal hesapları tartışılıyor.

Panelin yöneticisi; Emekli, ABD Ankara Büyükelçisi Mark R. PARRIS.

Panelistler; Mehmet Ali BAYAR (Davetiyede Bayar'ın ünvanı CHP'nin umudu Süleyman Demirel'in danışmanı olarak yazılmış). Prof.Hasan Bülent KAHRAMAN (Sabancı Üniversitesi'nden) ve de Kerim BALCI'dan oluşuyor.(ZAMAN Gazetesi Ankara Büro Şefi).

Konuşmacılar sunumlarını yapmaya başlıyor. Erdoğan'ın Cumhurbaşkanlığı şansı ve yol haritaları tartışılıyor. Derken konuşma sırası kamuoyunda Sayın Fethullah Gülen'in yayın organı olarak bilinen ZAMAN'ın Ankara Büro Şefi Kerim BALCI'ya geliyor, BALCI'nın söylediklerini duyunca tüm salon adeta ‘buz' kesiliyor. Bakın Kerim BALCI ne diyor; ‘Erdoğan hakkında bir bilgi ulaştı, kaynağım AKP içinden bir isim, ayrıca Erdoğan'ın özel doktorundan da aynı bilgiyi aldım. Öğrendiğimize göre Sayın Erdoğan'ın beyninin sağ lobunda bir tümör var, ancak bu tümör hızla büyümemekle birlikte, epilepsi sendromlarına da neden olabiliyor…'

Kerim Balcı'nın bu şok açıklamasını, Sayın Mehmet Ali BAYAR kesip soruyor; ‘Siz bu bilgileri kişisel kaynaklarınız aracılığıyla mı edindiniz?'

Fetullahcı Zaman Gazetesi Ankara Büro Şefi Kerim Balcı devam ediyor; ‘Doktorları, Erdoğan'a derhal ameliyat olmasını öneriyorlar, ancak Başbakan; ameliyat ve ayağa kalkma-iyileşme aşamasının en az 20 gün süre alması söz konusu olduğu için, 20 gün hastanede kalmasının politik manzara gereği, riskli olabileceğini belirterek ameliyat olmaya yanaşmıyor… Başbakan'ın sarası olduğunu söyleyenler yanılıyorlar. Erdoğan'ın beyninde tümör var ve kritik bir tümör değil ama bu tümör epilepsi sendromlarına da neden olabiliyor. Kerim Balcı iddiaları aktarmaya devam ediyor…. (Brookings Enstitü, Balcı'nın bu son bölümde söylediklerini web sayfasına makyajlayıp sunmuş, ancak diğer konuşmacılardan öğrendiklerime bakılırsa orada dile getirilen başka senaryolar son derece hassas-kritik senaryolar ve o iddiaları şimdilik buradan yazmak artık benim ne vatandaşlık ne de gazeteci sorumluluğuma yakışmayacağı için Fetullahcı Balcı'nın iddialarını aktarmayı kesiyorum.)

Evet, ZAMAN'ın Ankara Büro şefi Sayın Kerim BALCI'nın Washington'daki bir düşünce kuruluşunda Brookings Enstitü salonunda yaptığı konuşmada, Türkiye Cumhuriyeti'nin BAŞBAKANI'NIN sağlık sorununa ait ortaya döktüğü şok varsayımlar-kulisler- senaryoların TC'nin ulusal güvenliği adına da ne denli önem içerdiğini, bu senaryoların arka plan kodlarını çözmeyi, neden-niçin sorularını, AKP içinde bir güç dengesi çekişmesi olup-olmadığı irdelemesini de artık sizin yüksek algınıza bıraktım ey bilen okur….

Ben sadece okuduklarımı-duyduklarımı kaynaklarıyla size ilettim. Bu iddialar da HUDSON'da dile getirilenler kadar sakıncalı, hatta HUDSON'da üretilenlere stratejik kurgular da diyebilirsiniz, peki Brookings'te konuşulanlar ne?" diye soran Güler Kömürcü haklı değil mi?

    


[1] 17.06.2007 / Star

[2] 17.06.2007 / Yeni Şafak

[3] 17.06.2007 / Posta

[4] 19.06.2007 / Milli Gazete

[5] 18.6.2007 / Milliyet

0 0 votes
Değerlendirmeniz

Makale Paylaşım Sayısı: 

Subscribe
Bildir
0 Yorum
En Yeniler
Eskiler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments
Picture of Ahmet AKGÜL

Ahmet AKGÜL

AHMET AKGÜL KİMDİR?

INTRODUCTION OF USTADH AHMET AKGÜL

رسالة تعريفية لمعلمنا أحمد أكجول

قبل مؤتمر النظام العادل في جامعة قيرغيزستان أراباييف، والذي حضرناه، قدم أحد المحاضرين أستاذنا أحمد أكجول على النحو التالي: أحمد أكجول موجود في تركيا؛ إنه عالم ومثقف نادر جدًا يجمع بين المبادئ الإسلامية والمتطلبات الإنسانية، وفكر أتاتورك في التغيير والقومية الإيجابية والتوازن الاجتماعي. ألف حوالي 100 كتاب، بعضها في 3 مجلدات، وجميعها أعمال فريدة وأصيلة. 10 من الكتب؛ تمت ترجمته إلى الإنجليزية والروسية واليابانية والفارسية والفرنسية والعربية. البروفيسور الراحل، أحد رؤساء وزراء تركيا الأسطوريين. دكتور. ويعتبر من أكثر الطلاب المميزين وأتباع نجم الدين أربكان.
لقد حضر المؤتمرات العلمية في جميع أنحاء تركيا وأوروبا والجغرافيا الإسلامية منذ ما يقرب من 40 عامًا. إنه رجل حكيم تنبأ وشرح التطورات المهمة في تركيا ومنطقته والعالم قبل عقود، وتعرض للعديد من المشاكل والهجمات لهذا السبب، لكنه كان دائما على حق في النهاية. وهو رئيس تحرير مجلة الحل الوطني، التي يتابعها عن كثب كبار البيروقراطيين العسكريين والمدنيين، وأساتذة الجامعات، والكتاب والمعلقين المهمين، ومسؤولي الدولة في تركيا. ضد الأنظمة الرأسمالية والاشتراكية والليبرالية في العالم؛ فهو يحتوي على الجوانب الجيدة والمفيدة لجميعها، لكنه يترك الجوانب السيئة والضارة؛ سيدنا، الذي أعد ودافع عن برامج النظام العادل الأصلية القائمة على العقل والعلم والتاريخ والضمير والقرآن، يبلغ من العمر 74 عامًا وأب لخمسة أطفال. لا يتقاضى إتاوات أبدًا عن أي من كتبه أو مجلاته أو مقالاته أو مؤتمراته، ويعيش حياة متواضعة بعيدًا عن الترف والراحة، ويغطي نفقات كل ذلك بحوالي 40 من الرفاق المتطوعين والمخلصين في سبيل الله. المعلم الذي يدافع عن "حرمة التبشير بالعلم" وبالتالي لا يدين بالشكر لأي مركز أو حكومة. باستثناء ما يقرب من 105 من أعمال أستاذنا، حتى الأحزاب والحكومات تظل غير مبالية؛ الدين والأخلاق في المرحلة الابتدائية: 4-5، المرحلة المتوسطة: 1-2-3، المرحلة الثانوية: 1-2-3-4 والجامعة: 1-2-3، وفقاً للحقائق العلمية وجوهر الإسلام. ولكن بغض النظر عن أي طائفة، فقد أعد كتب العلم. خلال أحاديثهم المميزة جداً، كتلاميذه ومتابعيه المخلصين: "كيف أعددتم هذه (100) كتاباً يزيد عن مائة، كيف رتبتم وقتكم؟" أجاب أستاذنا أحمد أكجول على أسئلتنا كالتالي، ليكون قدوة وتشجيعًا لنا:



1- منذ ما يقرب من 60 عامًا، باستثناء الأمراض الخطيرة والصعوبات الكبيرة؛ ولم أؤجل عمل اليوم إلى الغد، كما أنني لم أحاول تأجيل عمل الصباح إلى الظهر أو عمل الظهر إلى المساء. لأنه لا ينبغي لي أن أضيع رأس مال حياتي المحدود في مساعي فارغة ومجانية يسميها القرآن الإلغاء ويحرمها

 

2- حتى لو كان شخصًا لديه معرفة وخبرة في موضوع ما، حتى لو كان أصغر منا كثيرًا... حتى لو كان شخصًا عاديًا وبسيطًا، فأنا لا أشعر بالإهانة أبدًا عند الاستماع إليه أو تعلم شيء ما، لأن أكبر عائق أمام التعلم والحصول على العلم هو الكبرياء والكبر

-3ما حصلنا عليه؛ حاولت أن أقرأ وأفهم كتابات وكتب الجميع، محليًا أو أجنبيًا، يساريًا أو يمينيًا، أعرفه أو لا أعرفه، أحبه أو أكرهه.
4- كنت أسجل المعلومات التي تعلمتها وأجد أهميتها منها أو مما سمعته في البرامج والمؤتمرات التليفزيونية، ولم أتردد قط في كتابتها ونقلها بذكر أصحابها
5- من خلال الوقوع في الرغبات والاعتراضات التعسفية من أقرب أقاربي ورفاقي وأعضاء الحزب وذوي المناصب ذات النفوذ والكفاءة... أو من منطلق حرصي على راحتي ومصالحي الشخصية، لم أخفي أبدًا الحقيقة التي قالها لي يجدها العقل والضمير نافعة ومفيدة، ولم أصعب فهمها بتغليفها بأغلفة مختلفة
6- كل الأشخاص الذين التقينا بهم في أي مناسبة وأصبحنا قريبين بما يكفي لتناول كوب من الشاي أو السفر لمدة ساعة على متن الطائرة؛ حاولت مساعدتهم على اكتساب وزيادة وعيهم الأخلاقي والضميري وكرامتهم، وخاصة سلامهم الروحي والعالمي. بمعنى آخر، كنت أهدف إلى أن أكون مفيداً له، وليس أن أستفيد من منصبه وفرصه ومجاملاته.
7- ولعل ذلك يعتبر ثمرة ومعجزة للأهداف والجهود المخلصة... وطبعا بفضل الله تعالى وفضله لا بد من قراءة كتاب ما يقارب 700 صفحة بسرعة في ساعة أو ساعتين. وتهنئة هذا الكتاب وانتقاده عمدا، والحمد لله أن إنتاج ملاحظات من 10 صفحات أصبح أسهل بالنسبة لنا.
أطيب التحيات…

YORUMLAR

Son Yorumlar
0
Düşünceleriniz değerlidir, lütfen yorum yapın.x
Paylaş...