Cumhurbaşkanının Harp Akademilerinde yaptığı veda konuşmasında
"Değerli Konuklar,
Jeostratejik konumu yönünden dünyadaki uluslararası bunalım alanlarına yakın olan Türkiye, terörizm, kitle yoketme silahlarının yayılması ve bölgesel sorunlardan kaynaklanan çok yönlü ve artan, ağır iç ve dış tehdit ve risklerle karşı karşıyadır.
Ülkemizin bütünlüğüne ve ulusal birliğine yönelik bölücü terörist eylemler ve gerici etkinlikler, birincil tehdit konumunu korumaktadır.
Türkiye, bir yandan Irak'ın kuzeyinden kaynaklanan terörist tehdidin etkisiz kılınması konusundaki kimi ortak çabalara katkılarını sürdürürken, uluslararası hukuktan kaynaklanan meşru savunma hakkını saklı tutmaktadır.
Siyasallaşmaya çalışan bölücü terörle savaşımda ulusumuzun gösterdiği birlik ve beraberliği, tüm güvenlik güçlerimizin sergilediği özverili ve kahramanca çabayı beğeniyle karşılıyor, aziz şehitlerimize Tanrı'dan rahmet diliyor, gazilerimizi gönül borcuyla anıyorum.
Kuruluşundan bu yana Cumhuriyetimizi sinsi bir gölge gibi izlemiş olan gerici tehdit, bugün ulaşmış olduğu boyutlarla kaygıya neden olmaktadır. Türkiye'nin laik düzenini ve Cumhuriyet'in çağdaş kazanımlarını hedef alan etkinlikler ile dini politikaya yansıtma çabaları toplumsal gerginlikleri artırmaktadır.
Cumhuriyet'in demokratik, laik ve sosyal hukuk devleti niteliğinin, ulusu ve ülkesiyle bölünmez bütünlüğünün sonsuza kadar korunması ve kollanması Devlet'in hak ve görevidir.
Cumhuriyet'in temel değerlerine ve anayasal ilkelere inanmayanların, aydınlanmayı ve çağdaşlaşmayı içine sindiremeyenlerin, ülkenin geleceğine ilişkin kötü niyet taşıyanların laik, demokratik Türkiye Cumhuriyeti'ne ve kurumlarına yönelik saldırıları, ulusumuzu ve devletimizi yolundan geri döndüremeyecektir.
Kurmay subay, sorunları önceden sezen, karmaşık durumları hızla değerlendirerek, çözüme yönelik en uygun kararı verebilen, farklı durumlar karşısında seçenek üretebilen, bilim ve teknolojiyi görevin başarısı için kullanabilen, üstün ve önder nitelikli askerdir.
Sistemi eleştirmek ve değiştirilmesini istemekle mevcut kuralları uygulama zorunda olmak çok ayrı şeylerdir.
Anayasa Mahkemesi Başkanı iken, Anayasa'yla öngörülen Cumhurbaşkanı'nın görev ve yetkilerinin, parlamenter demokrasinin gerekleriyle bağdaşmadığını söylemiştim. Bu düşüncemi bugün de koruyorum.
Ancak, Cumhurbaşkanı'nın, kurallar değişmedikçe Anayasa ile verilen görevleri yerine getirmesi, yetkileri kullanması zorunludur. Üstelik, laik Cumhuriyet rejimini, Anayasa'nın uygulanmasını gözetme bağlamında koruyup kollama görevi, bu zorunluluğu kimi zaman daha da artırmaktadır.
Anayasalar, devletlerin temelini oluşturan kurucu düşünceyi kurallaştırarak somutlaştıran, devlet rejimini belirleyip siyasal sistemi kuran toplumsal sözleşmelerdir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin temeli, ilkeler ve değerler bütünü olan Atatürkçülük ideolojisine dayanmaktadır. Anayasamızda, Devlet rejimini belirleyen temel ilkelere ve bu ilkeleri belirginleştirecek kurallara yer verildiği ve bu kuralların bağlayıcılığının sağlandığı görülmektedir.
Anayasa'nın üstünlüğünü ve bağlayıcılığını düzenleyen 11. maddesinde, Anayasa kurallarının, yasama, yürütme ve yargı organlarını, yönetimi, özel ve tüzel kurum ve kuruluşları, seçilmiş ya da atanmış tüm görevlileri ve tüm yurttaşları, kısaca herkesi bağladığı açıkça belirtilmiştir.
Ayrıca, Anayasa'nın özel kurallarında, Yasama Organı'na, Cumhurbaşkanı'na ve Anayasa Mahkemesi'ne, uygulamada anayasal kurallara uyma, bu kurallara uyulmasını sağlama ve kurallara uyulup uyulmadığını denetleme görev ve yetkisi verilmiştir.
Anayasa'nın yine 11. maddesinde, yasaların Anayasa'ya aykırı olamayacağı belirtilerek, Yasama Organı, Anayasa'ya uygun yasa çıkarmakla yükümlü kılınmıştır.
Anayasa'nın 148. maddesinde, Anayasa Mahkemesi'ne, yasa, yasa gücünde kararname ve Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğü'nün Anayasa'ya uygunluğunu denetleme görev ve yetkisi verilerek, Yasama işlemleri Anayasa'ya uygunluk denetimine bağlı kılınmıştır. Anayasa Mahkemesi'nin bu görev ve yetkisi, aynı zamanda anayasal Devlet rejiminin korunması yükümlülüğünü de içermektedir.
Anayasal rejimin korunup sürdürülmesi yönünden görev ve yetki verilen bir başka organ Cumhurbaşkanlığı'dır. Anayasa'nın 104. maddesinde, Devlet'in Başı sıfatıyla Cumhurbaşkanı'na, Türkiye Cumhuriyeti'ni ve Türk Ulusu'nun birliğini temsil etme, Anayasa'nın uygulanmasını, Devlet organlarının düzenli ve uyumlu çalışmasını gözetme görev ve yetkisi verilmiştir.
Cumhurbaşkanı'na ve Anayasa Mahkemesi'ne verilen görev ve yetkiler, siyasal iktidar gücünün, dengelenip frenlenerek "çoğunluk diktatörlüğüne" dönüşmesinin önlenmesi ve Anayasa'da somutlaşan Devlet rejiminin korunması yönünden çok önemlidir.
"Türkiye'de siyasal rejim, Cumhuriyet kurulduğundan beri, hiçbir dönemde günümüzde olduğu kadar tehlikeyle karşı karşıya kalmamıştır. Laik Cumhuriyet'in temel değerleri ilk kez açıkça tartışma konusu yapılmaktadır. İç ve dış güçler, bu konuda aynı amaç doğrultusunda çıkar birliği içinde hareket etmektedir.
Dış güçler, Türkiye'nin İslam ülkelerine model olabilmesi için öncelikle siyasal rejiminin "laik Cumhuriyet"ten, "demokratik Cumhuriyet" adı altında, "Ilımlı İslam Cumhuriyeti"ne dönüştürülmesini öngörmektedirler. Ilımlı İslam, Devlet'in sosyal, ekonomik, siyasal ve hukuksal düzeninin din kurallarından belli ölçüde etkilenmesi anlamına gelmektedir. Bu niteliğiyle Ilımlı İslam modeli, İslam'ı kabul eden diğer ülkeler için bir ilerleme sayılsa da, Türkiye Cumhuriyeti yönünden büyük bir geriye gidiş, daha açık söylemiyle, "irticai" bir modeldir. Türkiye bölge için, ancak laik, demokratik hukuk devleti niteliği ile örnek oluşturabilir; bu yöndeki deneyimlerini paylaşmaya hazırdır.
İşin dikkat çekici yanı, Türkiye Cumhuriyeti rejimini ılımlı İslam'a dönüştürmek için, dış ve kimi iç odakların çıkar birliği yapmaları ve bunu demokratikleştirme adı altında gerçekleştirmeye çalışmalarıdır."
Şeklindeki tespitleri yerindedir. Bazı doğruları, yanlış yaklaşımlarla ve yanıltıcı çağrışımlarla ortaya koysa da, bunlar önemlidir.
Gelelim çelişkilerine.
Önce: "Türkiye'de de stratejik konu ve kuruluşların özelleştirilmesinden vazgeçilmelidir. Türkiye'nin henüz tam olarak Küresel Sistem'in egemenliğine girmemiş olması, Sistem ülkelerini rahatsız etmektedir. Bunun nedeni, tüm çabalara karşın hala sağlam bir Atatürkçü yapının sürüyor olması ve Cumhuriyet'in anayasal kurumlarının ulusal çıkarlardan ödün vermeyen sağlam bir duruş sergilemeleridir. Ulus devletin, Ulus birliği ve Ülke bütünlüğünün, tekil devlet ve laik Cumhuriyet'in koruyucusu ve güvencesi olan Türk Silahlı Kuvvetleri de, ilk kez iç ve dış odakların hedefi durumuna gelmiştir. Bu odaklar niyetlerini açıkça sergileyerek işi "hesap sorma" söylemine kadar vardırmışlardır." |
Deyip, daha sonra: "Avrupa Birliği, çağımızın en başarılı siyasal ve ekonomik bütünleşme girişimlerinden biridir. Bu bütünleşme süreci Avrupa'ya barış, istikrar ve gönenç getirmiştir. Türkiye'nin katılımı bu süreci pekiştirecek, Avrupa'daki barış ve istikrarı daha geniş bir coğrafyaya taşıyacak, getireceği stratejik, ekonomik ve askeri katkılarla Birliğe küresel bir oyuncu niteliği kazandıracaktır." Demek tam bir çelişkidir. Çünkü zaten Türkiye'ye servi dayatan ve parçalamaya çalışan AB olduğunu bilmemek ya gaflet ve cehalettir veya dalalettir. Hele: "Avrupa Birliği, Büyük Atatürk'ün gösterdiği çağdaş uygarlık yönündeki en anlamlı duraklardan birini oluşturmaktadır. Birliğin Ekim 2005'te Türkiye ile katılım görüşmelerini başlatması, ortak değerlere bağlı her Avrupa ülkesine kapısının açık olduğunu göstermesi yönünden önemli bir aşama oluşturmuştur." Sözleri Atatürk adına yanlış söylemektir. Çünkü AB'ye teslimiyeti, egemenliğimizin, yasama ve yargı yetkimizi Brüksele devretmeyi Atatürk'ün hayali gibi göstermek, onu istismar ve suiistimal niyetlidir. Ve yine, hem: "Orta Doğu'nun kemikleşmiş sorunlarını geride bırakarak hızlı adımlarla barış ve gönence ilerlemesi, bölgesel ve küresel istikrara kuşkusuz önemli katkılar sağlayacaktır. Bölgede kalıcı barış ve istikrarın sağlanması yönünde gösterdiğimiz çabaları yılmadan sürdürmemiz gerekmektedir. Ancak, ne yazık ki, bölge koşulları günümüzde bu hedefe ulaşmaktan bir hayli uzaktır. Irak'taki gelişmeler kaygı vericidir. Yakın tarihsel ve kültürel bağlarımız bulunan Irak halkının güvenlik ve esenlik ortamına kavuşması için Türkiye elinden gelen yardımı sürdürecektir." Demek, hem de Ortadoğu'yu kana bulaştıran ve adım adım Türkiye'yi kuşatan ABD ve yandaşları için: "Dış politikamızın temel bir eksenini de Amerika Birleşik Devletleri'yle ilişkilerimiz oluşturmaktadır. Bu ilişkiler aynı zamanda Avrupa Birliği'ne üyelik sürecimizi tamamlayan önemli bir öge niteliği taşımaktadır. Amerika Birleşik Devletleri'yle köklü bağlarımız çok geniş bir alanı kapsamakta, aramızdaki derin dostluk ve işbirliği, birçok konuda ortak anlayışı da beraberinde getirmektedir. Geçtiğimiz yıl iki ülke arasında kabul edilen "Ortak Stratejik Vizyon Belgesi", bu anlayış birliğini bir kez daha vurgulamış, daha örgün bir işbirliğinin önünü açmıştır. Önümüzdeki dönem, Türkiye ile Amerika Birleşik Devletleri'nin pek çok bölgesel ve küresel konuda daha yakın bir işbirliği içinde olmasını gerektirecektir. İlişkilerimizin dayandığı geniş payda üzerinde birbirimize sağlayacağımız katkılar, ortak hedeflerimize ulaşmamızı kolaylaştıracak, aramızda varolan danışma ve eşgüdüm pekiştirilecektir. Bu bağlamda, kimi çevrelerin etkisi altında, onarımı olanaklı bulunmayan adımlardan kaçınılmasının önemini bir kez daha vurgulamakta yarar görüyorum. NATO, Türkiye ile Amerika Birleşik Devletleri arasındaki bağlaşıklığın yapı taşlarından biridir. Değişen dünya koşullarına başarıyla uyum sağlayan Kuzey Atlantik Antlaşması, ülkemizin dış ve güvenlik politikasındaki kilit konumunu korumaktadır. Türkiye, Avrupa'nın güvenlik alanında attığı adımları da tutarlı ve bütüncül bir yaklaşımla desteklemekte, ancak bu alandaki gelişmelerin NATO'nun sağlaya geldiği kazanımları aşındırmadan ilerletilmesine önem vermektedir." Şeklinde övgü dizmek, çelişkiden de öte bir şeydir. |
Bütün bunların ardından bir de:
"Ülkemizin demokrasi, insan hakları, hukukun üstünlüğü, bilim, teknoloji ve saydamlık gibi çağdaş ve evrensel değerlere verdiği öncelik çağdaş uluslar arasındaki yerini pekiştirmektedir. Bu değerler, Türk dış politikasını biçimlendiren barış, istikrar ve gönenç arayışını, laiklik ilkesini ve uygar, hakça bir anlayışa dayalı ilişkiler hedefini yansıtmaktadır. Bu ilkeler, Türkiye'nin uluslararası alandaki üstünlüklerini de göstermektedir.
Burada önemli olan, dış politika hedeflerimizin kişisel ya da belirli bir grubun anlayışına göre değil, ulusal yararlarımız ve Ulu Önder Atatürk'ün, güncelliğini hiç yitirmeyen ilkeleri doğrultusunda biçimlendirilmesidir."
Sözlerini sarf etmek ise insana "pes doğrusu" dedirtecek cinstendir.
Ve özellikle ve büyük talihsizlikle:
"Laiklik ilkesinin, Anayasa'nın 24. maddesindeki tanımı ve içeriğiyle, din kurallarının toplumsal yaşam dışında yalnızca bireysel yaşam alanını düzenlediğinin kabulü zorunludur."
Biçimindeki laflar ise:
Değil büyük çoğunluğu Müslüman bir Milletin Cumhurbaşkanına,
Değil hukukçu olarak bilinen ve temel insan haklarına daha bir saygı göstermesi beklenen zata;
Hatta iz'an ve insan sahibi sıradan bir insana bile yakışık düşmemektedir.
Peki sormazlar mı:
Şu "Din adamı yetiştiren okulları" bu devlet resmen açmadı mı?
İmam hatip ve ilahiyatların ders programını bu devlet koymadı mı?
Buralarda okuyan milletin has evlatları acaba başka bir devletin vatandaşları mı?
Ki bunlar yeterli eğitimi aldıkları ve gerekli şartları taşıdıkları takdirde devletin her kademesine gelmeleri bir tehlike gibi algılanmaktadır?
Acaba Türkiye gizli bir siyon Cumhuriyetimidir ki; sütü bozukları, soysuz masonlar, hain azınlıklar en üst makamlara oturacaklar da, din eğitimi alan, Allah'ı peygamberi tanıyanlar ve inancından dolayı başını kapatanlar; bütün bu doğal ve sosyal haklardan mahrum bırakılacaklardır?
"Türk Devrimi'nin genel amacı, aydınlanma çağını yakalamak ve Türk toplumunu çağdaşlaştırmaktır." Sözleri de tamamen asılsız ve alakasız bir iddiadır. Önce "Türk devriminin amacı "aydınlanma çağını" yakalamak" değildir. Mustafa kemalin hedefi iki kademelidir. Önce muasır medeniyet seviyesine ulaşmak Sonra da burada kalmayıp, "muasır medeniyeti aşmak" şeklindedir. Bunları yaparken de, açıkça ve defalarca "kendi milli kültürümüze, manevi köklerimize ve İslam Dininin güzelliklerine bağlı kalınmasını" özellikle belirtmektedir. Atatürk'ün "Aydınlanma"yı amaçladığına dair hiç kimse onun tek bir kelimesini bile gösteremeyecektir. Çünkü "Aydınlanma" kavramı, zannedildiği gibi: ilim ve irfan sahibi olma, müspet bilimler de ve teknolojide atılım yapma anlamına gelmemektedir. Tam tersine bu dış odaklı ve hıyanet kasıtlı olduğu için Atatürk'ün kapattığı Masonik bir tabirdir. Bu nedenle "Türk devriminin genel amacı aydınlanma çağını yakalamaktır…" sözleri hem geçersizdir, hem de Atatürk'e iftira etmektir. Çünkü "aydınlanma": Fransız devriminden sonra ortaya çıkan, Kabbalist Yahudilerin, bunların güdümündeki Tapınak şövalyelerinin ve işbirlikçi masonik derneklerin:
|
Yoksa "masonik aydınlanma" adına mı bunlar savunulmakta, aziz ve asil milletimizin temiz evlatlarına böylesine sataşılmaktadır?
Ve hele Atatürk'ün "Aydınlanma" safsatasının, nasıl bir sinsi ve Siyonist bir felsefe olduğunu bilmediğini ve "Allah'ı ve dini doğmaları (ilahi ve tabii kanunları) bir tarafa bırakıp, aklın (daha doğrusu şeytani ve şehevi arzularının ve şahsi çıkarların) peşinde koşmak" anlamındaki bir düşünceyi hedef edindiğini söylemek, sadece :" cahil cesur olur" deyimini hatıra getirmektedir.
Türk masonlarının yayın organı olan Mimar Sinan Dergisinde: "Mason felsefesi, Allah ve ahiret endişesini, cennet ve cehennem düşüncesini benimseyemez"[1]
"Zaten Yahudi Sinagoglarına bile, cennet-cehennem inancı, Allah'tan gelen vahyi esas kabul etme yaklaşımı girmemiştir"[2]
Yani aydınlanma; ruhen ve ahlaken Yahudileşmeye, dünyevileşmeye ve masonluğa hizmetçiliğe, jelatinli bir kılıf yerindedir.
Son olarak zorunlu bir soru yöneltelim:
Ilımlı İslam tehlikeli, doğru. Radikal İslam tehlikeli, doğru.. peki Sn. Cumhurbaşkanı "Kur'anın ve Resulüllahın öğrettiği İslam'a sarılalım" diyebiliyor mu? Diyemiyorsa, onun kini, ılımlısına, radikaline değil, bizzat İslamadır.
"Cumhurbaşkanı Sezer giderayak yaptığı konuşmada "Ilımlı İslam"ın "Radikal İslam"a dönüşme tehlikesi taşıdığını ileri sürerek yine irtica tehditine dikkat çekmiş!
"Radikal İslam" onlara göre zaten tehdit unsuru!
"Ilımlı İslam" da "Radikal İslam"a dönüşme tehlikesi taşıyor!
Peki, vatandaş nasıl bir İslam'a inanmalı?
Ya da başka bir deyişle "Sezer nasıl bir İslam öneriyor?"
Radikali tehdit, Ilımlısı tehlikeli olunca nasıl bir İslam olursa rahatsızlık duymayacaklar acaba?
Sezer'in konuşmasını dinlerken Çağdaş Yaşam'cılardan Türkan Saylan'ın önerisini hatırladık!
Çağdaş Yaşamcı Türkan Saylan ne diyor?
"Namaz kılacaklarına bale yapsınlar" diyor, değil mi?
Halkından ve halkının inancından bu kadar kopuk birine göre namaz kılmak elbette gereksiz ve yersiz bir şeydir" [3]
Yeri gelmişken Sn. Sezere çok önem vereceği bir önerimiz var:
Uydurukça Türkçe'ye çok meraklı olduğunuz bilinmektedir. Ama öz Türkçecilik gerek, düz gerektir.
Lütfen artık konuşma ve demeçlerinizde:
"Cumhur, devlet, asker, kuvvet, silah, harp, tehdit, dünya, millet, hesap, mantık, hukuk, siyaset, hak, hedef, hastalık" gibi Arapça kelimeleri
Ve yine:
"laiklik, strateji, terör, rejim, demokrasi, coğrafya, akademi" gibi gavurca kelimeleri bırakınız……
Bu kavramları karşılayacak Türkçe karşılıklarını bulamıyor musunuz?
Uydurun efendim!..
[1] Yıl:1974, Sayı:17, Sh:7
[2] Sayı:70, Sh:61, Yıl:1988
[3] Zeki Ceyhan, 15.04.2007, Milli Gazete

CÜBBELİ AHMET “BEL’AM”CIK’I VE MAHMUT EFENDİ YAKINLARINA UYARI!
FETULLAH GÜLEN DOSYASI
FİLİSTİN’DE; BÜYÜK BAYRAMIN BÜYÜLÜ BAŞLANGICI VE ZEKİ GEÇKİL’İN ŞARLATANLIĞI
Dünyanın Fikri Değişimi Türkiye’den, FİİLİ DEĞİŞİMİ İSE FİLİSTİN’DEN BAŞLAMIŞTIR!
FİLİSTİN’DE; BÜYÜK BAYRAMIN BÜYÜLÜ BAŞLANGICI VE ZEKİ GEÇKİL’İN ŞARLATANLIĞI
OĞUZHAN ASİLTÜRK’ÜN ERBAKAN’A İFTİRALARI
DİKKAT!? Soysuzların Soytarılığı!
DİKKAT!? Soysuzların Soytarılığı!
KUR’AN’A TERCÜMAN, OLDUM KOVULDUM! (ŞİİR)
KUR’AN’A TERCÜMAN, OLDUM KOVULDUM! (ŞİİR)
Yahudi kucağında keramet satan O ırzı kırık, sahte; ermişe lanet! Hem parsel parsel elden; giderken…
Ve bekleyin göreceksiniz, Kur’an’ın İsrâ Suresi 4-7 ayetlerinde haber verildiği gibi, İslam coğrafyasının çıbanbaşı ve…
BUGÜN "HAMAS"SIZ KURULMAK İSTENEN BİR GAZZE VAR. O HAMAS VAR YA O HAMAS AZİZ ERBAKAN…
Atatürkçülük adına uydurulan Kemalizm sizi kurtarmaya yetecek mi? “Bugünün Türkiyesi’nde, AKP hükümeti ve yandaşlarının hemen…
Siyonist Merkezler, Türkiye için yeni bir izm arayışlarına başlamışlardı 40 sene önce diyebiliriz... Hatırlayınız Üstad…
A'raf 2 (Bu Kur’an öyle) Bir Kitap'tır ki Onunla (insanları) uyarman için ve mü'minlere bir…
Bil ilimsiz, irfansız; yol yok ümrana Ya Kur’an’a uyarız, ya da buhrana İslamsız bütün yollar,…
"...Kula kulluğu bozan, cumhuriyettir İslam’a uygun nizam, çün hürriyettir..." Ne güzel mısralar! İşte aydın olmak…
AHZAP SURESİ 67. AYETİ KERİME TAM DA BU KİMSELERDEN BAHSETMEKTE. LANET OLSUN KAFİR VE ZALİM…
İmam Gazali'nin Nasihatül Mülük (Hükümdarlık Ahlakı) adlı eserinde Yöneticilere yaptığı uyarılardan birisi de şöyledir: "Kalbinde…