YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL MENÜ

DERGİLER

Ay Seçiniz
category
6920a60034f5d
0
0
6401,171,6356,117,28,27,170,98,3,144,26,4,145,113,17,6330,1,110,12
Loading....

TOPLAM ZİYARETÇİLERİMİZ

Our Visitor

2 0 8 9 4 8
Bugün : 33607
Dün : 45549
Bu ay : 886331
Geçen ay : 1371576
Toplam : 45290152
IP'niz : 216.73.216.128

SON YORUMLAR

Son Yorumlar

YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL YAZILAR

YENİ ÇIKAN KİTAPLARIMIZ

ADİL DÜNYA YAYINEVİ

Tel-Faks:

0212 438 40 40

0543 289 81 58

0532 660 12 79

 

Sadece bir çamur atma ve gerçekleri çarpıtma amacıyla yapıldığı anlaşılıp üç gün sonra kof çıkan "Milli Çözüm Operasyonu" bahanesiyle, Ahmet Akgül Hocamızın Ulusal Kanal'da davetli olarak katıldığı birkaç programı dillerine dolayan, ama utanmadan okurlarını aldatıp bu konuşmaların içeriğini bir türlü açıklamayan marazlı mahlukların ve maksatlı münafıkların maskesini indirmek üzere o konuşmaları bir bir yayınlayacağız. Bu sayıda "Başörtüsü inkârı ve istismarı" konulu konuşmanın bant çözümünü aktaracağız.

            Bakalım, bu ilmi ve insani gerçekleri, ılımlı ve radikal İslamcı geçinen sahtekârlar TV'lerinde ve gazetelerinde yayınlamaya cesaret edebilecekler mi?

 

            Veya bunların yanlış ve haksız olduğunu söyleyebilecekler mi?

            El'an Irak'ta ve Darfur'da milyonlarca mazlum Müslümanı katleden ve İran'a saldırmak için fırsat gözleyen ABD'ye taşeronluk yapanlara: "Caizdir ve mecburiyet gereğidir" fetvaları ayarlayan ve Siyonist-sadist Yahudi Lobilerinin kucağında keramet satanlara hikmet ve mazeret uyduran sapık ve satılık kafalar, Milli Çözümün sadece hakikatleri haykırışı karşısında paniklemeleri, her halde küresel patronlara piyonluklarının deşifre edilmesi endişesiyleydi!

            Bazılarının kasıtlı çarpıtmalarına ve Milli Çözümü yıpratma kampanyalarına karşı, Ahmet Akgül Hocamızın başörtüsüyle ilgili Ulusal TV konuşmasının bant çözümünü arz ediyoruz:

            Değerli izleyenlerimiz ve Aziz Milletimiz! İki kasıtlı ve kiralık kafalı kesim, başörtüsü konusunu kaşıyıp karıştırıyor ve yapay gündemlerle hem başımızı ağrıtıyor, hem de çok daha kirli ve tehlikeli gelişmeleri gözlerden saklıyordu. Bunlardan:

            Birincisi: Başörtüsü gibi ayet ve hadislerle ve 1400 yıllık geleneklerle sabit olan dini bir emri ve gereği, sahte gerekçe ve görüntülerle ve dolaylı biçimde inkar edenler.

            İkincisi: Böylesine kutsi ve kritik bir meseleyi istismar ve su istimal edip, siyasi rant peşine düşenler oluyordu.

            Bunların hiçbirisi, ülke barışına ve huzuruna hizmet etmiyordu.. İnsaflı ve insancıl bir tavır sergilemiyordu. Artık şunu kabul etmeli ki; dayatma ve dışlama yaklaşımı, hem çağdışıydı, hem de hayatımızı zehir eden kavga ve kargaşalara neden oluyordu.

            Şu hale bakınız:

            Türkiye'de suç patlaması yaşanıyordu. Yüz binler cezaevine tıkılıyordu. Açlık ve anarşi toplumu canından bezdiriyordu. BOP hıyanetleriyle ülkem parçalanıyordu. Amerika AKP'yi de yanına alıp İran'a vurmaya hazırlanıyordu… Ekonomik krizin ayak sesleri yaklaşıyordu. Velhasıl, Türkiye maddi ve manevi bir felakete sürükleniyordu.. Ama birileri başörtüsüyle uğraşıyordu.

"Medeniyetler ittifakı" gibi tuzak ve realiteden uzak bir kavramı kılıf olarak kullanıp, tüm insanlığı ve özellikle İslam dünyasını, "Siyonist sermaye tekeline ve emperyalizmin rakipsiz hâkimiyetine teslim etme" projesine piyonluk göreviyle İspanya'ya giden ve Türkiye'de çözmesi gereken başörtüsü sorununu maalesef yine istismarcılık ve sahte kabadayılık yaparak, Madrit'te dile getiren ve anayasa değişikliğini Meclis'ten geçiren Recep T. Erdoğan, milyonlarca mağdur ve mazlumun umutlarıyla siyasi kumar oynuyordu.

            Avrupalıya ilim, irfanın ve insanlık onuru kazandırmanın yolunu açan Endülüs İslam Medeniyetini yıkan ve onu hatırlatacak tüm tarihi eserlerini ve mabetlerini vahşice ortadan kaldıran İspanya'nın ve tüm Batı dünyasının (Siyonist güdümlü Avrupa ve Amerika'nın) bugün Medeniyetler İttifakı safsatasıyla amaçladığı şey, İstanbul'u Vatikanlaştırmak; AKP eliyle İslam'ı ve Müslümanları yozlaştırmak ve emperyalizmle uzlaştırmaktır.

            Başbakanın ispanyadaki:

            "Artık sermayenin ve kültürlerin küreselleştiği bir dünyada yaşıyoruz" şeklindeki sözleri de; "Küreselleşme bahanesiyle, Siyonist Yahudi sermayesine ve ahlaksızlık kültürüne razı ve köleliğe hazır olmalıyız" şeklinde             okunmalıdır.

            Bu vesile ile "başörtüsünün siyasi bir simge olmasından niye rahatsız oluyorsunuz?" şeklindeki çıkışları da sadece yanlış değil, aynı zamanda kasıtlı ve kışkırtıcı bir ucuz kahramanlık anlamı taşımaktadır.

            Önce, bir konuda eğer Haçlı Batılılar ve manda kafalılar AKP'ye destek veriyorsa, onun altında mutlaka bir şeytanlık aranmalıdır, bir..

            İkincisi, AKP ve MHP; Başörtüsü meselesini çözüme kavuşturmak değil, oy avcılığı yapmak için bu yasağı yaygınlaştırıp yasallaştırmak gibi tarihi bir hata yapmaktadır ve ortalığı karıştırmaktadır. CHP ise pazarlık kızıştırmakta ve karşıt cephenin rantına oynamaktadır. Şu haliyle başörtüsü sorunu çözülmemiştir, daha beter bir kördüğüm atılmıştır. Tam anlamıyla kaş yapayım derken göz çıkarılmıştır. Ülkede siyasal ve hukuksal bir kriz başlatılmıştır.

            Amerika'nın Irak'ı işgal etmesi üzerine, ikinci sürgün olarak buradan da çıkarılan Filistinli Müslümanlara, Kıbrıs Rum kesimi şu ahlaksız teklifi yapıyordu: "Hıristiyan olun, sizi ülkemize kabul edelim.!?"

            Recep Bey ise, Almanya'daki Türklere: "Alman kültürüne entegre olacaksınız" diyordu. Bu entegrasyon, "ismen olmasa da fikren ve fiilen Almanlaşın" anlamı taşıyordu. Ve zaten, AB projesi de, Türkiye'yi Haçlı potasında eritmeyi ve bitirmeyi amaçlıyordu.

            Tam o sırada Belçika'da: PKK Bölge Başkanı teröristi serbest bırakıyor, Fehriye Erdal katiline 1500 üro ceza veriliyordu.

            Erbakan'a yönelik 28 Şubat sürecini alkışlayıp destekleyen Papa'nın piyonu Fetullah Gülen, o sıralar başörtüsü "İslam'ın aslı değil, teferruatıdır" diyordu, ama şimdi AKP'ye sahip çıkıyor ve "Başörtüsü Kur'an'la sabit farzdır" diyordu. İslam değişmediğine göre, Siyonist Haçlıların Fetullahı ikili oynuyordu.

            12 Eylül öncesi kardeş kavgalarına yol açan sağ sol çatışmasının, aynı dış odaklarca, CIA ve MOSSAD ajanlarınca planlanıp kışkırtıldığı gibi; Bugünde şu yapay Laik-Dinci kutuplaşmasının arkasında yine aynı Siyonist mihrakların bulunduğuna dair, elimizde önemli bulgular duruyordu.

            Yeri gelmişken acı ve çarpıcı bir hatıramı aktarayım:

            Yetmişli yıllarda bir genel seçim ortamında, farklı partiden bir arkadaşımıza takıldık; "Yahu sizi sokaklarda kasabalarda pek göremiyoruz. Niye çalışmıyorsunuz, yoksa şimdiden yarışı bıraktınız mı?" deyince şu yanıtı vermişti:

            "Bizim koşturmamıza gerek kalmıyor. Çünkü sizin filan adamınızın çalışmaları bize yetiyor. Şöyle ki, gittiği her yerde, öylesine katı ve kötü bir tavır sergiliyor ve tahribatlarını saklamasına bile gerek kalmıyor. Çünkü fanatik Laikçilerin ve Masonik Kemalistlerin tavrı, toplumu AKP'nin kucağına itmeye yetiyor.

            Gelelim Örtünme Konusuna:

"Tesettür" ve "Başörtüsü"; ikisi de Kur'an kaynaklı olmakla beraber, yanlışlıkla ve bilgi noksanlığıyla aynı şeyler sanılmasına rağmen, aslında farklı kavramlardır. Anlamları da, amaçları da ayrıdır. Pek çok yanlış tavır, bunların aynı sanılmasından dolayıdır.

            Çünkü:

            a) Tesettür genel, başörtüsü özeldir.

            b) Tesettür dini, başörtüsü içtimai bir emirdir.

            c) Tesettür;

            1- Karşı cinslerin zinaya yol açan şehvet tahrikini ve namus-iffet tahribini önlemek

            2- Soğuk, sıcak, güneş, rüzgar gibi iklim ve mevsimlerin tabii tesirlerden vücudu esirgemek

            3- İnsanlık psikolojisine yakışan ve Allah'ın nimetini hatırlatan bir ziynetle süslenmek gibi hikmetleri taşıdığı halde,

            d) -Başörtüsü ise;

            1- Mümin ve müstakim (istikametli) bilinmek

            2- Bununla, muhtemel sarkıntılık ve sataşmalardan korunup rahatsız edilmemek

            3- Böylece Müslüman kadınların, toplum ortamına, bilimsel, kültürel, siyasi ve ekonomik hayata; daha emin ve etkin biçimde katılımlarına kolaylık getirmek üzere emredilen bir sosyal statü niteliğindedir.

            "Tesettür" de, "Başörtüsü" de Kur'an'ın emridir. Ancak bu iki emrin değeri ve derecesi aynı değildir.

İnancımızın tezahür eden simgesi ve İslam'ın edep ve izzet göstergesi olan Başörtüsüne düşmanlık yapmak ve başörtülüleri dışlamak ne denli kasıtlı ve haksız ise; Başörtüsünü sanki imanın esası ve İslam'ın şartı gibi sunmak ve çeşitli gerekçelerle başını örtmeyenleri "İslam dışı, din karşıtı ve kötü ahlaklı" sanmakta, o denli yanlış ve yakışıksızdır.

            İslami şuur, sırasıyla şu basamaklardan geçerek oluşmakta ve olgunlaşmaktadır. "7 İ" Formülü olarak hatırda tutabileceğimiz bu aşamalar şunlardır.

            1."Tağut'u inkâr: Emperyalizmi ve siyonizmi reddedip dik durma.

            2.Zalime ve Zulme itiraz: Saldırı ve sömürü düzenine tavır koyma, Yahudi ve Hıristiyanları veli (yönetici, yönlendirici) tanımama.

            3.Mümine ve mazluma itimat ve itibar: Müslümanların ve mağdur insanların yanında olma.

            4.İslam ahlakına ve Kur'ani kurallara ittiba: Haksız ve ahlaksız kanun ve kurumlara karşı çıkma

            5.Hak ve Adaletin Hâkimiyeti ve insanlığın selameti için cihat: Dünyalık rahatına ve menfaatine tapınmaktan istiğna: Barış ve bereket düzeninin kurulması, mazlumların esaret ve sefaletten kurtulması için çalışma.

            6.Nehiylerden ictinab: Allah'ın, haram kıldığı evrensel ve doğal kanunların yasakladığı kötülüklerden sakınma

            7.Emirlere ittiba ve itaat: Kur'an'ın huzur ve mutluluk kaynağı emirlerine ve vicdanın sesine uyarak; ibadet, istikamet ve iyi niyet üzerinde bulunma.

Evet, bunlar; yaratılışımızın amacı, manevi hastalıklarımızın ilacı, ruhumuzun gıdası ve bizleri Mevla'mıza ve maksadımıza ulaştırma aracıdır.

            İşte İslam'da örtünmek de bu yedinci sınıf içindeki yüzlerce ilahi emirlerden birisidir ve elbette geçerli mazeret ve mecburiyetler dışında, yerine       getirilmesi gerekir.

            Ancak, bizim dinimizde, hizmet ve ibadetlerin önem ve öncelik sırasını gözetmek oldukça mühimdir.

            Herkesin hatırlayacağı ve anlayacağı bir şekilde söyleyelim:         

            Elbette örtünme Kur'an'ın emridir, fıtratın ve tabii hayatın gereğidir. Tabi genel örtünme içinde başörtüsü özeldir. Sosyal bir statü ve izzet simgesidir. Müminlerin edep ve erdem tercihidir.

            Ama başörtüsü; imanın altı esası içinde gösterilmemiştir. İslam'ın beş şartından değildir. Peygamber Efendimizin hadiste haber verdiği günahı kebair (yedi büyük günah) arasında zikredilmemiştir. Peki, buna rağmen; başı açık gezenlere kötü gözle bakmak, "namazları, oruçları, hayırları da makbul değil" iddiasında bulunmak, onları aşağılamaya ve dışlamaya kalkışmak hakkını bize kim vermektedir?

            Yukarıda saydığımız ve Kur'an ayetlerine dayandırdığımız yedi basamaktan ilk beş sıradan sınıfta kalan… Yani:

            1-Tağutlara ve şeytani odaklara taraf çıkan

            2-Zalimlere ve işgalcilere alkış tutan

            3-Müminlere ve ezilen mazlum kesimlere destek yerine köstek olan

            4-Faizci, rantiyeci ve kan emici sömürü düzenlerine ve baskıcı sindirme sistemlerine rıza gösterip, Adil bir düzene düşmanlık yapan

            5-Rahatına ve menfaatine tapınıp cihat (milli savunma ve düşman güçlerle uğraşma) sorumluluğundan kaçınan; ama başörtüsü takan ve türban kahramanlığıyla gavur uşaklılığını gizlemeye çalışan kimseler, insafla söyleyin, Allah'a mı yoksa Amerika'ya mı hizmet ve ibadet etmektedir?

            Ve unutmayınız ki, İslam şekil değil şuur dinidir…

            Ve yine AB hayaliyle egemenliğimiz Haçlı Siyonistlere devredilirken…

            Fabrikalarımız, limanlarımız, maden ocaklarımız ve topraklarımız satılırken…

            Sevr'i dayatan güçlerce, şimdilik ismen ve resmen olmasa da, "demokratik federatif" şeytanlıklarla, fikren ve fiilen ülkemiz parçalanmaya hazırlanırken…

            Ekonomimizden eğitim sistemimize, hukuk düzeninden ahlaki prensiplerimize, her şeyimiz çürüyüp dökülürken…

            İnsanımız açlık ve anarşi gibi acılar içinde kıvranırken..

            Bunları dert etmeyip ve hiç dile getirmeyip: "Başörtüsü yaygınlaşıyor, imam Hatipler çoğalıyor ve laiklik elden gidiyor" diyerek tepinenler, AKP'nin ekmeğine yağ sürmek, ABD ve İsrail'e dolaylı hizmet etmek gaflet ve cehaletine, hatta dalalet ve hıyanet çirkefine düşmek densizliğini işlemezler mi?

            Ve hele bunların üstelik; Kemalist ve sosyalist geçinmeleri, çocukları bile kendilerine güldürmez mi?

            Niye bazıları:

            Egemenliğimiz AB'ye devrediliyor. Yeni vakıflar tasarısıyla Sevr hortlatılıyor. Senin kapattığın Mason Locaları şimdi Türkiye'yi yönetiyor! diye hiç Atatürk'e şikayet etmezler?

            Bunlar Yahudiler gibi, Anıt Kabri ağlama duvarına çevirdiler. Yani değirmen yıkılırken bunlar merdiveni kurtarma peşindeler.

            Biz onlara fahişe demeyeceğiz!

            Başörtüsüne savaş açanların, başı örtülü hanımların çoğalmasıyla kendi dünyalarının yıkılıp gideceğini sananların bizi içine çekmek istedikleri tuzağa düşmeyeceğiz!

            Onlara istedikleri kozu vermeyeceğiz!

            Başörtüsü düşmanları her fırsatta bizi tahrik etmek için "Sümerlerde fahişeler örtünüyordu" diyerek nasırımıza basıyorlar ve aynı şekilde kendilerine hitap etmemizi          istiyorlar.

            Yani bekliyorlar ki, "Asıl fahişeler, "Sümerlerde fahişeler örtünüyor" diye bizim hanımlarımızı fahişelere benzetenlerdir" diyelim ve onlar da hemen "Bize fahişe dediler" diye kıyameti koparsınlar!

            Hayır,  asla böyle bir şey söylemeyeceğiz!

            Asla onların seviyesine inip hakaret etmeyeceğiz.  Çünkü başın örtenler de örtmeyenler de hepsi kardeşlerimiz.

            Onların iki de bir "Sümerlerde fahişeler örtünürdü" demelerini kendi terbiyesizliklerine verip geçeceğiz!

Tekrar hatırlatalım;"İslam şekil değil, şuur dinidir. Bu, "şekil önemli ve gerekli değil" anlamında söylenmemiştir. Nasıl ki, bir meyvenin asıl değerli olan kısmı, içi, vitaminleri ve besleyici lezzetidir. Ama onun kabuğu da güzel ve gereklidir. Çünkü kabuğu soyulan meyvenin çürümeye ve özelliğini yitirmeye başlaması kaçınılmaz hale gelmektedir. Ama içi harap olup çürümüş bir elmanın parlak kabuğu, sanki sadece bir münafıklık maskesi gibidir.

            Anadolu'muzdaki;

            "Eteği ile başını örtüyor. Saçını kapatıp, kıçını açıyor!" tabiri bu gerçeği belirten bir özdeyiştir.

Ama iddia ve iftira edildiği gibi, başörtüsü bir üniforma değildir.

            Çünkü, örneğin:

            a)Lütfen dikkat buyurun: Başörtüsü, öyle köşe yazılarında ve TV tartışmalarında gündeme gelmemiştir; Kur'an'ın emridir. Bazılarının bunu gizlemesi veya inkâra yeltenmesi asla gerçeği değiştirmeyecektir.

            b)Başörtüsü geçici değil süreklidir.

            c)Tek tip ve tek renk değil, çeşitlidir.

            d)Resmi değil sivildir.

            e)Özenti neticesi ve modernizmin ürettiği bir olgu değildir.

            f)İnsanlık ve İslam tarihi boyunca varlığını ve kutsallığını koruyan evrensel bir değerdir.

            Başörtüsü niçin bir üniforma olarak gösterilmeyecektir?

            Çünkü;

            •Asker kıyafetli birilerini gören, bunlar subay mı, astsubay mı, karacı mı, havacı mı? bilebilir.

            •Polis mi, komiser mi, bekçi mi… ayırabilir?

            •Hastanede hemşire mi, hademe mi? bir bakışta karar verebilir.

            Ama başörtülü bir hanım gördüğümüzde:

            •Bu hangi görüşten, hangi partiden olduğuna başörtüsüne bakıp karar veremeyiz.

            •Hangi bölgeden, hangi ilden ve hangi mahalleden olduğunu bilemeyiz.

            •Şu tarikattandır, şu mezheptendir, şu taifedendir diyemeyiz.

            • Başörtüsüne bakıp hangi görevde, hangi eğitimde olduğunu seçemeyiz.

            Çünkü başörtüsü bir üniforma değildir. Ama elbette bir kimlik ve kişilik göstergesidir. O da, asla bir partinin, tarikatın, cemaatin veya ideolojinin değil; bizzat ve ancak İslam'ın simgesidir. Ve zaten pek çok kesimdeki başörtüsü alerjisi, İslam'la ilgili gereksiz korkuların ve önyargıların oluşturduğu gizli antipatinin bir neticesidir.

Türbanı savunmak Eşcinsellere mi kaldı?!

            Cemil ipekçi: "Türban serbest kalana kadar defile yapmayacağım" buyurmuştu!

            Özel bir televizyon kanalındaki programa konuk olan ve "Kadın olsaydım türban takardım" diyen modacı Cemil İpekçi, "üniversitelerde türban serbest bırakılana kadar defile yapmayacağını" duyurmuştu!

            Türbanın tülbentten geldiğini ifade eden İpekçi, "Bu bağlanış şeklinin bir ideolojik bağlanış şekli olduğunu kabul ediyorum. Çünkü hepsinin birden aynı şekilde bağlamasını başka türlü açıklayamazsınız. Ne zaman serbest kalacak, ondan sonra. Tabii ki bin şekil başı bağlama, bin şekil tesettür veya kapalı insanların giyinme şekilleri… Şu anda bu ideolojidir ve kimse kimsenin ideolojisine karışamaz" diyerek de gerçeği çarpıtmış, İslam'ı ideoloji sınıfına sokmuştu. Kendisini AKP'ye yakın hissettiğini ifade eden İpekçi, AKP Hükümetinin         Cumhuriyet tarihinin en iyisi olduğunu savunmuştu

            Ve aynı Yahudi dönmesi: "Papaz vekil seçilirse türban da meclise girer" diyerek de, İslam'a duyduğu derin kinini küsmüştü!        

            Türbanla kadınların TBMM'ye girişine ise bu şartlarda karşı olduğunu belirten ipekçi, '"Ne zaman bir papaz vekil seçilebilirse, ne zaman azınlık vekilleri görebilirsek o zaman başörtülü vekil seçilmesini normal karşılarım. Demokrasi farklı görüşlerin bir arada yaşaması demektir"52 sözleriyle Yahudiliğini ortaya koymuştu!

            Bir zamanlar Milli Görüşçüler için "450 milletvekili de alsalar, yine başörtüsünü serbest bırakamazlar!." Diyen Yahudi dönmesi İsmail Cem İpekçi'nin amcazadesi modacı Cemil İpekçi, şimdi AKP'nin türbanına sahip çıkıyor. Ve AKP'nin Cumhuriyet tarihinin en iyisi olduğunu savunuyordu!

            Demek ki:

            1. AKP İsrail'e ve sabataistlere yarıyordu.

            2. Türban istismar ediliyor ve ılımlı İslam emperyalizme hizmet ediyordu!

            Artık, bu çirkin "oyunu bozmak" gerekiyordu. Bazıları bizim "Cemil İpekçi'yi konuşmamızı istiyordu.

            Ama yalnızca ahmaklar birilerinin oluşturduğu suni gündemlere figüranlık yaparlar…

            Biz Cemil İpekçi'nin konuşulmasını isteyen karanlık kafalıları ve kiralık korkakları konuşacağız.

            Cemil İpekçi'nin PR'ını yapan, onunla röportajlar yapılması için gazetecilere aracı olan kimdir?

Nişantaşı Reasürans Çarşısı'nda sıkça birlikte oturduğu Feride      Ediğe.

            Feride Ediğe kimdir?

            Betül Mardin'in yetiştirmesidir.

            Betül Mardin kimdir?

            Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün Çankaya'sının PR danışmanıdır.

            İşler nasıl ilginçleşiyor ve iç içe giriyor!

            Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Köşkte gazetecilere verdiği yemeklerin ilkine kimi davet etmiştir?

            Emre Aköz'ü…

            Emre Aköz kimdir?

            Sabah'ta yazar olmadan önce, Porno dergi "Penthouse" un yayın yönetmenidir.

            Bu aşamada en can alıcı soru: Türk müsün gavur musun? Yani başörtüsüne, Türk gibi mi, gavur gibi mi yaklaşıyorsun?

            Türk toplumuyla ve Anadolu insanıyla Müslümanlık; öğlesine kaynaşmış ve "aynı'laşmış ki, Batılılar çok yer de, Türk derken Müslümanlığı, İslam derken de Türk halkını kastediyorlardı. Hatta bu yaklaşım bazı Araplara da bulaşmıştı. Mısır ve Suriye gibi Müslüman ülkelere giden kardeşlerimiz, Türkiyeli olduklarını öğrenen insanların onlara; gayri Müslimlerden misin, müminlerden misin anlamında: "Türklerden misin, başka dinden misin?" sorusunu yönelttiklerini anlatmışlardı. Bu bize meşhur "Türk müsün, gavur musun" deyimini hatırlatmıştı.

            Fransa'da yerleşip yaşayan Cezayirli bir Müslüman, üniversitede dinler tarihi dersi veren bir şarkiyatçı Profesörün, Bedir harbini anlatırken "Ebu Cehil komutasındaki Müşrikler karşıdan saldırınca, Hz. Muhammed'in safındaki Türkler kahramanca savunmaya başladılar" sözlerini biraz da esprili bir tarzda nakletmiş ve Batılıların Türk'le İslam kavramlarını nasıl biri birinin yerine kullandıklarına dair unutulmaz bir örneklemede bulunmuşlardı.

            İstiklal Marşı şairimiz ve Milli mütefekkirimiz Rahmetli Mehmet Akif'in kullandığı "Türk halkım" ve "Kahraman ırkım" gibi kavramlarında bu bağlamda değerlendirilmesi gerektiği açıktır. Çünkü zaten kendisinin bile irken Türk olmayıp Arnavut bir aileden geldiği unutulmamalıdır. Mehmet Akitlerden, Namık Kemallerden oldukça etkilenen ve İstiklal marşı olarak ilan etmek üzere Akif'in şiirini özellikle bekleyen ve açılan yarışmaları erteleyen Mustafa Kemal'in Türk milliyetçiliği yaklaşımı da, öyle kafatasçı bir ırk olmayıp, Mehmet Akitlerin ve Namık Kemallerin bakış açısını yansıtmaktadır. Kur'an'ın: "Millete İbrahime Hanifa" düsturuna ve bizi millet yapan bütün değer ve dinamiklerin ruhuna yatkın bir tavırdır.

            Tabi, "Türk müsün, gavur musun?" deyimi, haşa, Türk olmayan Müslümanların gavurluğunu değil; Türklükle Müslümanlığın nasıl kaynaşıp yoğrulduğunu, Anadolu coğrafyasındaki farklı kültür ve kökenlerin nasıl İslam'la mayalanıp Türk ismiyle tanınır olduğunu gösteren bir hakikattir.

Bu deyimdeki "gavur" sözcüğü sanıldığı ve saptırıldığı gibi; asırlar boyu birlikte ve barış içinde yaşadığımız gayrimüslimleri değil; devletimize, milletimize ve ülkemize hıyanete girişip, nankörlük etmiş kimseler için kullanılmıştır. Hatta makam ve menfaat hırsıyla böylesi hıyanetlere bulaşmış Türkler ve Müslümanlar da bu tabir kapsamı içine alınmış ve nefretle anılmak üzere "gavur" kavramı kullanılmıştır.

            Başörtüsü yasağı, bizzat Atatürk'ün düşüncelerine, ilkelerine ve eylemlerine ters düşmektedir:

            Diyanet işleri Başkanı Ali Bardakoğlu, başörtüsünün, İslâm'ın emri olduğunu açıklamıştır. Biliyoruz, bazı çevreler bu açıklamaya karşı sert reaksiyonlara kapılacaklardır. Ama Devletimizin kurucusu, Mustafa Kemal Atatürk dahi, bu konuda aynen Sayın Ali Bardakoğlu gibi konuşmuştur. Şöyle ki:

            "Milletimiz din ve dil gibi iki kuvvetli fazilete maliktir. Bu faziletleri hiçbir kuvvet, milletimizin kalp ve vicdanından çekip alamamıştır ve alamaz.

            "Tarzı telebbüsümüzü ifrata vardıranlar (Kadınlarımızın giyim kuşamlarını açılıp saçılmak gibi aşırılığa kaydıranlar), kıyafetlerinde aynen Avrupa kadınlarını taklit edenler, düşünmelidir ki, her milletin kendine mahsus örf ve ananesi, kendine mahsus adetleri, kendine mahsus millî hususiyetleri vardır. Hiçbir millet aynen diğer bir milletin mukallidi (Aşağılık duygusuyla batılıların taklitçisi) olmamalıdır. Çünkü böyle bir millet ne taklit ettiği milletin aynı olabilir, ne kendi milliyeti dahilinde kalabilir. Bunun neticesi şüphesiz ki hüsrandır Yozlaşma ve yıkılmadır.)"

            "Ya ne olduğu bilinmeyen çok kapalı, çok karanlık şekli harici gösteren bir (dış) kıyafet, veyahut Avrupa'nın en serbest balolarında bile kıyafeti hariciye olarak arz edilmeyecek kadar bir telebbüs (açık saçık giyim şekli), bunun her ikisi de şeriatın tavsiyesi ve Dinin emri haricindedir. Bizim dinimiz kadını tefritten de, ifrattan da tenzih eder. O şekiller Dinimizin muktezası değildir. Muhalifidir. Dinimizin tavsiye ettiği tesettür hem hayata hem fazilete uygun bulunmaktadır."

            Evet, devletimizin kurucusu, devrimlerin öncü ve yorumcusu böyle söylüyor. Yani Atatürk edepli ve medeni bir dış kıyafeti ve başını örtmeyi, hem dinimize hem cumhuriyetimize uygun buluyor! Ama sahte

Atatürkçüler hala bu gerçeği sindiremiyor.

0 0 votes
Değerlendirmeniz

Makale Paylaşım Sayısı: 

Subscribe
Bildir
0 Yorum
En Yeniler
Eskiler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments
Picture of Akif Halim YARAN

Akif Halim YARAN

YORUMLAR

Son Yorumlar
0
Düşünceleriniz değerlidir, lütfen yorum yapın.x
Paylaş...