YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL MENÜ

DERGİLER

Ay Seçiniz
category
692024dd2b72c
0
0
6401,171,6356,117,28,27,170,98,3,144,26,4,145,113,17,6330,1,110,12
Loading....

TOPLAM ZİYARETÇİLERİMİZ

Our Visitor

2 0 8 9 4 7
Bugün : 6734
Dün : 45549
Bu ay : 859458
Geçen ay : 1371576
Toplam : 45263279
IP'niz : 216.73.216.128

SON YORUMLAR

Son Yorumlar

YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL YAZILAR

YENİ ÇIKAN KİTAPLARIMIZ

ADİL DÜNYA YAYINEVİ

Tel-Faks:

0212 438 40 40

0543 289 81 58

0532 660 12 79

Sabah gazetesi yazarı ve AKP yalakası Nazlı Ilıcak, “Son saldırılardan sonra artık görülmüştür ki PKK’yı muhatap almadan bu sorunu çözmek mümkün değildir.” Diyerek büyük İsrail ve Kürdistan hizmetkârlığını ortaya koyuyordu. Sabataist Serdar Turgut ise bu teklife hemen sahiplenip destekliyordu. Bu arada, güya hükümetle yıldızları pek barışmadığı sanılan, sömürü ve rantiye sermayesinin kalesi TÜSİAD’ın, aynen AKP’li yazarların ağzıyla, “Apdullah Öcalan’la masaya oturulması” çağrısı bizleri hiç şaşırtmıyordu. Çünkü bunların hepsi aynı Siyonist merkezlerden besleniyordu.

Habertürk ekranlarında telefonla katıldığı haber bültenindeki çarpıcı açıklamalardan, Kürt sorununda gelinen nokta itibariyle PKK dışı bir çözümün imkansızlığına vurgu yaptıktan sonra spiker Benan Kepsutlu’ya şunları kusuyordu.

“Son saldırılardan sonra artık görülmüştür ki PKK’yı muhattap olmadan bu sorunu çömek mümkün değildir. Sonuçta silah onların elinde ve siyaset yapmak istiyorlar. Ayrıca Öcalan için de ev hapsi benzeri bir talepleri var. Şimdiki Türkiye şartlarında bunları yapmak mümkün olmadığına göre demek ki şartları bu noktaya getirmek gerekiyor.”

İttihatçı Mason-Sabataist Cemal Paşa’nın torunu ve AKP taşeronu Hasan Cemalde; “Öcalan ve PKK resmen muhatap alınmadan ve BDP’nin PKK’nın siyasi temsilciğini kabule yanaşmadan bu sorun çözülemez” diye yazıyordu.

Bütün bu çıkışları, birkaç haddini bilmez yazarın abuk subuk beklentileri ve uçuk teklifleri olarak yorumlamak yanlıştır. Çünkü bunlar, Recep Erdoğan’ın itiraf ettiği “taşeron PKK’nın”, perde arkasındaki patronlarının kiralık uşaklarıdır. Nazlı Ilıcak ve Hasan Cemal gibileri Siyonist odakların sözcüleri konumundadır. Ve zaten herkes biliyor ki, azgınlaşan terör saldırılarının arkasında İsrail ve ABD vardır.

Ve şimdi Türkiye kesin bir yol ayrımındadır. Artık şu iki şeyden birisi olacaktır.

  1. Ya Nazlı Ilıcak ve Hasan Cemal gibilerinin tavsiye buyurdukları gibi, PKK ve Öcalan resmen muhatap kabul edilip, Onların bütün talepleri biraz törpülenip yerine getirilerek, önce federatif ve demokratik özerklik’le başlayan Güneydoğumuzda bir Kürdistan kurulmasının alt yapısına razı olunacak ve böylece Sevr’in gizli maddeleri uygulanarak Türkiye parçalanacaktı.
  2. Veya, Türkiye Kuzey ırak’a girip en az 30 km içeriden bir güvenlik şeridi oluşturulacak ve Kandil dahil bütün terör yuvalarını başlarına yıkıp, kendi varlığını ve bağımsızlığını koruyacaktı.

Bu teklife, Recep Erdoğan’ın PKK’nın patronları olduklarını söylediği ama bir türlü isimlerini vermeye cesaret edemediği ülkelerle içimizdeki işbirlikçileri dışında kim karşı çıkacaktı?

Ve tabi, İsrail ve ABD’nin bir İran saldırısı öncesi, Türkiye’yi kendi sorunlarıyla uğraştırma niyetleri de hesaba katılmalıydı…

Burada göz ardı edilen asıl gerçek; sadece son dönemde değil Türkiye ile ilişkileri zirve yaptığı dönemde de yaşanan terör hadiselerinin arkasında daima İsrail parmağının olduğunun özenle saklanmasıydı.

ABD’li gazeteci Seymour Hersh de Takvim’e yaptığı açıklamada bu gerçeğe dikkat çekmişti. Demişti ki: “PKK’yı silahlandıran İsrail, bölgede istikrarsız bir Türkiye istiyor. Ve İsrail, Türkiye’yi zayıflatmak için de hazırda bekleyen PKK’yı kullanıyor. Bunun alt yapısını 2003’te attı. 50 yıl önce Irak’ın kuzeyini terk eden Yahudi Kürtler, 2003 yılındaki işgalden sonra bölgeye geri döndü. Birçoğu şu anda PKK ile işbirliği halinde. MOSSAD, 20 yıldır Irak’ın kuzeyinde bekleme halindeydi. Şimdi ise faal olarak çalışıyor. PKK konusunda İsrail hükümetlerinin aldığı özel bir karar yok. İsrail’de hangi hükümet iktidarda olursa olsun, devlet tavrı olarak PKK’yı destekler. Çünkü Ortadoğu’da güç dengelerini kendi lehlerini çevirmek için Türkiye’ye karşı oyunlar hazırlanması gerektiğini düşünüyorlar.”[1]

PKK’nın İskenderun ve sonrası baskınlarını İsrail planlamıştı!

Hatay’daki Amanos dağları PKK’nın geçiş yaptığı bölgelerden birisidir. PKK’nın geçiş bölgelerinden mümkün olduğunca eylem yapmamaya çalıştığı bilinmektedir. PKK’nın İskenderun’daki saldırıyı gerçekleştirerek geçiş bölgesini neden tehlikeye soktuğuna önce kimse anlam veremedi. Saldırı, Gazze’ye yardım götüren gemilerin İsrail karasularına girmesinden 4-5 saat önce gerçekleştirildi. Bu saldırının İsrail’in gemi eylemiyle eşgüdümlü yapıldığı akla gelen ilk olasılıktı. İsrail gemi baskınına girişmeden önce, PKK içinde örgütlediği timlerin saldırısıyla, karasularına en aykın konumdaki Türk deniz üssünü baskı altına almıştı.

PKK ileri gelenleri timleri İsrail’in örgütlediğini yalanladı. Murat Karayılan eylemin “10 gün önceden belirlendiğini” Mustafa Karasu ise “6 ay önceden belirlendiğini” söyleyerek çelişkili açıklamalar yapmışlardı. PKK, daha önce gerçekleştirdiği Reşadiye eylemini üstlenirken yaptığı açıklamada da, eylemin “merkezden bağımsız bir grup tarafından gerçekleştirildiğini” vurgulamıştı.

Öcalan’ın “ben çekiliyorum” açıklaması.

Abdullah Öcalan’ın, “31 Mayıs’tan sonra ben çekiliyorum. Kimse beni muhatap almasın. Bundan sonra ben bu işlerden sorumlu değilim. Örgüt Kandil’de duruyor. Kendi kararlarını kendileri alırlar” açıklaması, PKK’nin saldırılarını yoğunlaştıracağı yorumlarına yol açmıştı. Çok geçmeden PKK’nın fili lideri durumundaki Murat karayılan, 7 Haziran 2010 tarihinde örgüte ait Fırat Haber Ajansı’na yaptığı açıklamada, “İskenderun baskınıyla ‘aktif savunma’ dönemine girildiğini belirtti ve “Eylemlerin metropollere kayabileceğini, özellikle de ekonomik ve askeri değeri yüksek yerlerin seçileceğini” vurgulamıştı.

Gerek gerçekleşen olaylar, gerekse daha sonra yapılan açıklamalar, ABD Merkezi Komutanlık Komutanı General David Petraeus’un “Askeri tesislere örtülü saldırı talimatı verdiği” haberini bütünüyle doğrulamıştı.

Tayyip Erdoğan’ın İsrail’e karşı izlediği gerginlik politikası ABD’nin kontrolünde yürütülüyordu. Bir anlamda Tayyip’i İsrail’in üzerine ABD sürüyordu. ABD’nin bo konuda iki hedefi vardı. Birincisi, Ortadoğu’daki Müslüman ülkelere, “İsrail’i kontol altına alacağı” mesajı veriyordu. Bu aynı zamanda AKP hükümetinin ABD’nin Ortadoğu politikalarında daha fazla rol üstleneceği anlamına geliyordu. İkncisi ise, uzun zamandan beri Obama’nın randevu vermedi İsrail Başbakanı Netanyahu’yu devirerek Ortadoğu’da bir “Amerikan barışı” gerçekleştirilmesini kabul eden Tsipi Livni’yi iş başına getirmek istiyordu. Böylece İslam ülkelerinin bu göstermelik değişimle avutup uyutulması hedefleniyordu.[2]

 

Genişletilmiş Kürdistan ve Büyük İsrail hazırlığı!

İsrail’in Mavi Marmara gemisine baskınına ilişkin tartışmaların sıcaklığı sürerken çok önemli bir gelişme kamuoyunda yeteri kadar ilgi bulamamıştı.

Irak Kürt Bölgesel Yönetimi Başkanı sıfatıyla altı yıllık bir aradan sonra Türkiye’yi ziyaret eden Mesut Barzani 3 Haziran’da Ankara’ya gelmiş ve yaklaşık bir hafta Türkiye’de kalmıştı.

Barzani; Tayip Erdoğan, Abdullah Gül, Ahmet Davutoğlu, TÜSİAD yetkilileri, BDP’den Ahmet Türk ve Selahattin Demirtaş ile görüşmeler yapmıştı. Davutoğlu ile görüşen Barzani ortak bir basın toplantısında, “Kürt açılımı” nı övmüş  ve herkesi desteklemeye çağırmıştı. Davutoğlu ise, Türkiye ile Irak’ın kuzeyindeki Kukla Devlet yönetimi arasında tam bir ekonomik entegrasyon sağlanacağını vurgulamıştı. Barzani’nin görüşmelerinde alınan kararlar gazetelere şöyle yansımıştı:

  • Türkiye ile Kuzey Irak arasında tam bir ekonomik entegrasyon çalışması hızlandırılacak.
  • Ortak enerji, ticari, ulaştırma stratejisi olacak
  • THY’nin en kısa zamanda Erbil seferleri başlatılacak.
  • Ziraat Bankası ve diğer bankalar Kuzey Irak’ta şube açacak.
  • Aydınlar, öğrenciler ve üniversiteler arasında temaslar yoğunlaşacak. Böylece yeni birt tarih bilinci de sağlanacak.

Barzani’nin Türkiye ziyareti bir dönüm noktası niteliği taşıyordu. Çünkü Kukla Devlet’in resmen tanınma sürecinden, Türkiye’ye doğru genişletilmesi sürecine geçiliyordu. Davutoğlu’nun bahsettiği Türkiye ile Kukla Devlet arasındaki ekonomik entegrasyonun anlamı buydu.

ABD’nin İsrail’in güvenliğini sağlayacak ve bugün Tayyip Erdoğan’ın eşbaşkanı olmakla övündüğü BOP projesinde en kilit nokta Kukla Kürdistan oluşuyordu. Kukla Devlet’in Irak’ın kuzeyinde yalıtılmış olarak bulunması hiçbir işe yaramazdı. Kukla Devlet’in nefes borusunun Türkiye olması sağlanmak isteniyordu. Bunun yolu da Türkiye’nin güneydoğusunun Kukla Devlet’e eklenmesinden geçiyordu. Ama bu da tek başına yeterli değildi. Türkiye’nin BOP’taki merkezi rolünü gerçekleştirebilmesi, Arap ülkeleri için Amerikan karşıtı bir İran yerine AKP’nin Haçlı irtica modelinin güdümüne sokulması gerekiyordu.

Türkiye’nin İslam dünyasına ılımlı İslam kimliğiyle model olması denilen şey de buydu. Yani Türkiye’nin bölge ülkeleriyle ABD adına ve ABD-İsrail ikilisi için bir açık Pazar haline getirilmesinin yolu döşeniyordu.

PKK taşeronsa patronları mutlaka açıklanmalıydı!

Başbakan, Genelkurmay Başkanı’na çektiği başsağlığı telgrafında: “Hangi güçler adına taşeronluk yaptığı aziz milletimiz tarafından yakından bilinen terör örgütü yok edilinceye kadar…” diyordu.

Ama PKK’nın hangi güçlerin taşeronu olduğunu açıkca dile getiremiyordu. Üç beş kişilik gruplar halinde sağa sola taciz atışları yapsa, iki bomba patlatsa, mayın döşese ‘taşeronluk’ vurgusu belki anlamlı gelirdi… Kontrolsüz, birbirinden habersiz gruplar birileri (!) adına da eylem yapıyordur derdik… Ama bu öyle değil… 250-300 kişilik grup saldırıyordu… Bunlar taşeronsa, terör taşeronluğunu veren güç bir hayli güçlü olmalıydı… Bir devlet olmalı… Veya o devletin istihbarat örgütü… Kim? İsrail mi? Amerika mı? Irak mı, İran mı, Suriye mi?

300 kişilik terörist grubu Türkiye’ye saldırtan güç kim oluyordu? Hemen açıklanmalıydı… Çünkü bu resmen savaş nedeniydi!.. PKK hangi ülkeden ihale almışsa, hangi ülkenin taşeronu olarak silah sıkıyorsa, o ülkeyle hesaplaşmamız gerekiyordu.

İnsansız keşif uçaklarımız baskından önce niye uçamamışlardı?

Özellikle sınır bölgemizdeki terörist geçişlerini izlemek için İsrail’den aldığımız insansız keşif uçakları (Heron), son baskın esnasında görev yapamaz haldeymişler. Nedenini biliyor musunuz? Defense News’ün (Savunma Haberleri) sitesindeki habere göre, İsrail’in Türk personel yetişinceye kadar kalmaları için gönderdiği İsrailli uzmanlar, iki ülke arasında gerginlikler yaşanmaya başladıktan sonra Israel Aerospace Industries ve Elbit Systems LTD’nin çağrısı üzerine ülkelerine geri dönmüşler. İsrail, başka ülkelere sattığı Heron türü keşif uçaklarına, kendisine karşı kullanılmasını engellemek için birtakım teknolojik yenilikler ve yazılımlar yükleyebiliyor. Bu nedenle her yeni uçak için yeni personel yetiştirilmesi vakit alabiliyor.

Yine Defense News’ün haberine göre, Vecdi Gönül Gaziantep’te katıldığı bir konferanstan sonra yaptığı açıklamada, Heronları uçuracak Türk personelin “yakında” göreve hazır olacaklarını söylüyor. Bu “yakında”nın tam anlamıyla ne kadar süre içerdiği bilinmiyor.

Aynı haberde, adını vermeyen bir askeri yetkilinin, Heronların “şu anda operasyonel olmadıklarını” söylediği belirtiliyor. Türkiye’nin, kendi ürettiği insansız uçakların İsrail Heronlarından çok daha iyi olduğu biliniyor. Peki o zaman neden hala İsrail’e bağımlı kalınıyor ve milyonlarca dolar ödeniyor?

Şu anda elimizde acı ve alçaltıcı bir gerçek var; o kadar kalabalık bir grup terörist, Şemdinli’ye gitmek için sınırdan geçerken Türkiye onları maalesef göremiyordu. Çünkü insansız istihbarat toplayıcı İsrail Heronları uçurtulamıyordu.[3]

Başka bir ülke böyle bir hücuma uğrasa… Topraklarına silahlı yabancılar sızıp askeri birliklere saldırsa… -Acaba karşılığı ne olurdu? Diyelim ki mesela İsrail’in başına gelseydi, nasıl davranırdı? İşte şimdi bizimde öyle karşılık vermemiz gerekiyordu.

Gönlümüzden bu geçiyor, duygularımız bunu söylüyordu ama ucuz ve uyuz kahramanlık budalası AKP’nin diplomasi, realitesi (!) frene basıyordu. “Olmaz” diyordu. “Sonra savaş çıkar” diyordu. “Akıllı ol” diyordu… Dünya koro halinde bunu söylüyordu. Bizden istenen şuydu: “Sen karşılık vermek için değil, ölmek için varsın… Her gün öleceksin…”.[4] deniyor ve Milli gururumuz ayaklar altında çiğneniyordu.

 

Ama Fetullahçı Önder Aytaç daha çarpıcı bir iddia ortaya atmış: ”Heronlar saldırıdan önce 200 teröristi tespit etti, ‘vuralım’ talebi reddedildi.” Diyerek TSK’yı suçlamıştı

Hakkari’de 11 askerin şehit düştüğü saldırıyla ilgili olarak ‘komuta kademesinde ihmal olduğu’ iddiaları gündeme taşınmıştı.

Doç. Dr. Önder Aytaç, kendisine ulaşan bir bilgiyi aktarırken, Heron’ların (insansız istihbarat uçağı) saldırıdan günler önce sınırı geçen yaklaşık 200 teröristi tespit ettiğini, ancak teröristlere askerî müdahale talebinin reddedildiğini açıklamıştı. Star Gazetesi’nde yayımlanan haberde Aytaç, Batman’da Heron’lardan sorumlu bir albayın teröristlerin görüntüsünü gördüğünü ve komutanlarına ‘Bunları şimdi vurmayacağız da ne zaman vuracağız?’ diye tepki gösterdiğini anlatmıştı. Albayın öfkeyle kafasını duvara vurduğunu da belirten Aytaç, Heron’ların hafızalarının silinmediğini, son iki haftalık kayıtlara bakılması halinde 150-200 teröristin görüleceğini vurgulamışdı.[5] Böylece İsrail PKK elitle terörist baskınlarını yaparken, Fetullahcılar eliyle de psikolojik saldırılarını yoğunlaştırmıştı.

Üstelik Gülay Göktürk şöyle soruyordu: “Ordu neden bu kadar başarısızdı?

Temel soru şu: Bu halk “Ortadoğu’nun en büyük ordusu”nu besliyor; yemeyip içmeyip, ona silah ve teçhizat yetiştiriyor; bütçesini sorgulamıyor; modernleştirmek için hiçbir fedakârlıktan kaçınmıyor.

Peki neden 700 bin-800 bin kişilik bu dev ordu çeyrek yüzyılı aşkın bir süredir üç-beş bin teröriste karşı silahlı mücadeleyi kazanamıyor? Evet, teröre karşı mücadele sadece askeri alanda kazanılamaz; olayın uluslararası, siyasal, toplumsal, tarihsel, ekonomik boyutları olduğunu elbette biliniyor. Ama bir de askeri boyutu olduğunu inkâr etmiyorsak, konunun diğer boyutlarında yapılan hataları ya da eksiklikleri bahane göstermeden, askeri boyutta neden bu kadar başarısız kalındığının da izah edilmesi gerekiyor. Deprem evlerimizi yıktığı zaman mühendislerin mimarların işlerini iyi yapıp yapmadıklarını tartışılıyor, hatta kimileri mahkemelerde yargılanıyor. Hastamız ameliyat masasında kaldığında cerrahın ustalığı sorgulunıyor. Bu savaş 30 yıldır bir türlü bitirilemiyorsa, çocuklarımız 30 yıldır sapır sapır ölüyorsa komutanlarımızın savaş yönetme ustalığının da sorgulanması kaçınılmaz oluyor.

Doçent Sedat Laçiner Uluslararası Stratejik Araştırmalar Kurumu’nun başkanı; ayrıca İRA terörü, Ermeni meselesi, Türkiye-AB ilişkileri, Irak Savaşı ve Türkiye üzerine yayınlanmış kitapları var. Bakın, Laçiner 2007 yılında Neş’e Düzel’le yaptığı söyleşide teröristlerle yapılan savaşın neden başarısız olduğunu, dahası böyle giderse hep başarısızlığa mahkum olduğunu nasıl anlatıyordu:  “Terörist sivrisinek gibidir. Ordu ise dev bir balyozdur. Türkiye elinde balyozla sivrisineğin peşinde koşturuyor. Siz sivrisinek olsanız, balyozdan korkar mısınız? Korkmazsınız. Balyozun üzerinize isabet etme ihtimali çok düşüktür çünkü. Bu yüzden sivrisinek insanın devamlı orasına burasına konup kanını emmeye çalışır ki, balyoz insanın kendisine vursun. (…) Doğu’da 250 bin asker var. Değil 250 bin, 2 milyon asker yerleştirin, terörist gene gelir bombasını atar. Bir ili, 50 kişiyle terörize edebilirsiniz. Çünkü ordular hantaldır. Orduyla iç güvenlik sağlanamaz. Siz 10 bin kişiyi oradan oraya sevk ederken, 50 kişi ıslık çalarak başka bir yere gidiyor. (…) Mesela Gabar Dağı’nın adı çok geçiyor. Bu dağda şu anda 35 PKK teröristi var. Bu resmi rakamdır. Peki, biz bu dağın etrafında kaç kişi bulunduruyoruz biliyor musunuz? Dağın etrafında 10 bin kadar askerimiz var bizim. Cudi Dağı’na gelelim… Orada da 100 civarında PKK teröristi var. Oysa bir dağa hâkim olmak için binlerce insana ihtiyacınız yok. O dağa işini iyi yapan, komando eğitimi almış, SAT türü 35-100 James Bond gönderirsiniz, işi bitirirsiniz. Ama gönderilmiyor.”

Bu arada, Batı’da teröristle mücadeleyi orduyla yürütmeye çalışan tek ülkenin de Türkiye olduğunu öğreniyoruz Laçiner’den. “Terörle mücadele” ve “teröristle mücadele” kavramlarını birbirinden ayıran Laçiner bu konuda şöyle diyor:  “Batılı ülkeler, teröristle mücadeleyi asla orduyla yapmıyorlar. Polisin içinde bir birim kuruyorlar. Kuzey İrlanda’da biraz orduyu işin içine soktular, sonuç felaket oldu. Sonra yeniden profesyonel güçlere döndüler.”

Taşeronun patronuyla istihbarat paylaşımı yapılırmıydı?

Köy yerinde çobanların azgın köpekleri vardır. Dağın yamacında keçilerini otlatan çoban, yalnızlığın verdiği can sıkıntısını gidermek için köpeklerine “Yakala, apar” gibi emirler yağdırır. Köpek saldırınca yolcuların şaşkınlığı, telaşı çoban için anlatılmaz bir zevk kaynağıdır.

Köpeklerden daralan yolcu “Çobaaaan, köpeklerine sahip ol” diye bağırır. O da bir ıslıkla geri çağırır. Ancaaak çobanın bu tezgahını bilen yolcu, o çobanı bir yerde kıstırır, iyice bir döverse o çoban bir daha o köylüye köpeklerini saldırtamayacaktır. Tezgahı bildiği halde çobandan korkanlar ise, devamlı köpeklerin saldırısına uğrayacak ve çobanın ıslığı nedeniyle çobana da sevimsiz saygı sunmaya mecbur kalacaktır.

Bahçelide’den Gül’e alarm uyarısı!

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, parti genel başkanlarına daveti çerçevesinde MHP lideri Devlet Bahçeli ile bir araya geldikten sonra Bahçeli’nin şu açıklaması mutlaka dikkate alınmalıdır.

“İmralı maşaları TBMM çatısı altında”

Terörle mücadelede en temel hatanın küresel stratejik arka planının okunamaması, günlük tedbirlerle bugünlere gelindiğine işaret eden Bahçeli, şu görüşleri dile getirdi:

“Türkiye’yi bölmeyi ve çok kimlikli ve milletli yeni bir ortaklık devletine dönüştürmeyi amaçlayan planlar, özgürleştirme projeleri olarak artık Meclis çatısı altında da savunulmaktadır. Terörün durdurulması karşılığı siyasi çözüm pazarlıkları için Meclis’e ve hükümete çağrılar yapılmakta ve meydan okunmaktadır. Silahlı terörün siyasi kolu olan İmralı maşalarının, Türkiye Büyük Millet Meclisi çatısı altında devlete, Anayasa’ya ve kanunlara alenen meydan okumaları karşısında hükümet suskun ve sessiz, Meclis hareketsiz ve adalet etkisizdir. Milliyetçi Hareket Partisi’ne göre, terörle topyekun mücadelede, arkasında inandırıcı ve caydırıcı bir askeri güç ve siyasi irade olan, çok yönlü bir stratejinin kararlılıkla ve kesintisiz olarak uygulanması şarttır.”

Bahçelide’den Öneriler

Bahçeli görüşmede terörle mücadelede alınması gereken tedbirlere ilişkin önerileri şöyle sıralamıştı:

“-Bölücü terörle mücadele stratejik tedbirler planı hazırlanması ve uygulanmalı. Bu planı uygulayacak olan iktidardır.

-Konu yabancı başkentlerin tesir ve telkinlerden arınarak yalnızca ‘Başkent Ankara vizyonu’yla ele alınmalıdır.

-Terör örgütünün arkasındaki bütün yabancı güçler ve ülkelerle terörün bağı ve bağlantısı mutlaka belgeleriyle ortaya konulmalı ve soruna müdahil ülkelerin Türkiye’den doğan ve Türkiye ile işbirliği sonucu oluşmuş menfaatleri gözden geçirilmeli, yaptırım enstrümanı olarak kullanılmamalıdır.

-Türkiye, somut ve inandırıcı bir askeri güçle desteklenen kapsamlı bir ‘caydırıcılık siyaseti’ geliştirmeli ve bunu kararlılıkla uygulamaya koymalıdır.

-Terörü himaye eden Peşmerge gruplarına yaptıkları düşmanca hareketin ‘savaş sebebi’ olduğu Irak yönetimine bir ültimatomla anlatılmalıdır.

– Amerika Birleşik Devletleri ile Irak devletine teröre göz yummaya devam etmeleri halinde caydırıcı ve zorlayıcı tedbirlerin alınacağı ve askeri müdahalenin gerçekleşeceği konusunda son kez uyarılmalıdır.

-ABD’nin göstereceği olumlu ve somut tepkiler alınıncaya kadar İncirlik üssünün faaliyetlerine son verilmeli ve kapatılmalıdır.

-Hükümet, olağanüstü hal uygulaması için gerekli karar almalı ve Meclis’e sunmalıdır.

-Habur sınır kapısı kapatılmalıdır.

-Kerkük-Yumurtalık boru hattı devre dışı bırakılmalıdır.

-Bölgede petrol arama işleri dahil her alanda faaliyet gösteren Türk şirketleri ve girişimciler bölgeden çekilmeli. Türkiye’de faaliyet gösteren Kuzey Irak’lılara ait işletmelerin faaliyetleri sonlandırılmalıdır.

-Hükümet, TBMM’nin kendisine verdiği sınır ötesi askeri harekat yetkisini acilen kullanmalıdır. Bu konuda ihtiyaç duyulacak ve talep edilecek ilave yasal tedbirler için hükümete TBMM tarafından ayrıca yetki ve destek çıkılmalıdır.

-Irak’ın kuzeyinden fiziken uygun arazilerden başlatılmak üzere Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından ‘Güvenlik Bölgesi’ oluşturulmalıdır.

-Anayasaya yedirilmek, topluma hazmettirilmek istenen bölücü girişimler bir an önce durdurulmalıdır.

-Hükümet güvenlik güçlerimizin terörle mücadelede ihtiyaç duydukları yetkileri vermek için gerekli yasal düzenlemeleri süratle Meclis’e gündemine taşımalıdır.

-Avrupa Birliği sürecine uyum adına bugünkü iktidar tarafından kaldırılan ölüm cezası terör suçlarında ve savaş halinde yeniden Türk Ceza Yasası’na konulmalıdır.

-Adli makamların teklifi olmaksızın, bölücülüğü, TBMM çatısı altında taşıyan mihrakların milletvekilliklerinin düşürülmesi için Anayasa değişikliği yapılmalıdır.

-Terör örgütünü İmralı’dan serbestçe yöneten teröristbaşının yakınları ve avukatları ile irtibatı ve dış dünyayla temas kanalları bütünüyle kesilip ortadan kaldırılmalıdır.

-Yörenin ekonomik kalkınmasına yönelik tedbirler planlanmalı ve uygulamaya konulmalıdır.

-GAP projesi biran önce bitirilmeli ve bölge halkı refaha kavuşturulmalıdır.”

“Hesapları boşa çıkarmak hepimizin görevi olmalı”

Türkiye’nin milli birliğine ve toprak bütünlüğüne yönelik bölücü teröre karşı hem ülke hem de sınır ötesinde amansız bir mücadele için AKP hükümetinin siyasi irade ve kararlılığını somut olarak ortaya koymasını isteyerek;. “Türkiye bir uçurumun kenarına sürüklenmektedir. Bunun sonu felakettir ve dönüşü de yoktur. Bu bakımdan bu kader anında herkes aklını başına toplamalı ve Türkiye’nin geleceğine sahip çıkmalıdır. Türkiye’nin geleceği hakkında kumar oynamak ve bölücü emelleri için Türkiye’yi karanlık bir tünele zorla sürüklemek isteyenlerin hesaplarını boşa çıkarmak da hepimizin ortak sorumluluğu olmalıdır. Şayet çare arayışında ısrar edilecekse, küresel dayatmalara karşı aranacak ‘fırsat ve çözümler’ Erbil’de, Vashington’da, Brüksel’de ve Erivan’da değil, aziz Atatürk’ün bundan doksan yıl önce gösterdiği yüksek uyanıklığın, stratejik hamlenin, derin şuurun, milli heyecanın ve ileri görüşün eseri olan Başkent Ankara merkezli milli ve üniter devletin yol haritasında aranmalıdır”.

Bunun üzerine Fetullah ve Amerikan Borazanı Zaman Gazetesi, hemen şu manşeti atmıştı:

”Teröre karşı Kürt siyasetçilerden ve aydınlarından ortak çağrı: Demokratik açılım devam etmeli, OHAL felaket olur”

Hakkâri’de 11 askerin şehit düştüğü karakol saldırısı Türkiye’yi yasa boğarken, yapılan bazı siyasî açıklamalar da kamuoyunda tepkiyle karşılandı.

Başta MHP lideri Devlet Bahçeli olmak üzere bazı çevrelerden gelen ‘olağanüstü hal’ önerisi aydınları ayağa kaldırdı. Demokratik açılımın sona erdirilmesi ve OHAL gibi tekliflerin uygulanması halinde terörün amacının gerçekleşmiş olacağına, bunun da Türkiye’yi içinden çıkılmaz bir yola sürükleyeceğine işaret ediliyor. Türkiye’de demokratikleşme adına mesafe kat edildiği zaman PKK’nın sahneye çıktığını hatırlatan aydınlar, açılım ve Anayasa reformunun engellenmeye çalışıldığına dikkat çekiyor. Terör ve strateji uzmanları da, saldırılarla ilgili istihbarat alınamadığı iddialarını doğru bulmuyor. Bu söylemlerin terör propagandasına yarayacağı vurgulanırken, sorunun altında istihbarata rağmen gerekli tedbirlerin alınmamasının yattığı belirtiliyor. Kürt siyasetinin önemli isimleri ise PKK’nın amaçlarıyla, gündeme getirilen antidemokratik önerilerin örtüştüğünü dile getiriyor.”[6]

Kürt aydınlar: PKK Kürtlere zarar veriyor

Kürt siyasetinin önemli isimleri, PKK’nın derin güçler ile işbirliğine dikkat çekiyor. Türkiye’de demokratikleşme adına mesafe kat edildiği zaman PKK’nın sahneye çıktığını hatırlatan aydınlar, asıl amacın demokratik açılım ve bununla birlikte gelişen anayasa değişikliğini içeren referandum olduğuna işaret ediyor. Kürt siyasetçiler, bu tür eylemler sonrası hükümetin bu süreçten geri adım atmaması gerektiğine vurgu yapıyor. OHAL tartışmalarına da değinen aydınlar, böyle bir sürecin Türkiye’yi çıkılmaz bir yola sürükleyeceğini anlatıyor.

 

22 Haziran 2010 tarihinde TBMM Grup Toplantısında ise oldukça önemli ve anlamlı tespitler yapılmıştı.

Hükümetin bölücü terörle müzakeresi kanlı terörün eylemlerini artırmış ve teröriste yönelik tavizkâr yaklaşımlar canileri inlerinden çıkartmakta teşvik edici olmuştur. AKP zihniyetinin, teröriste şirin gözükerek ve bölücülüğü siyasete taşıyarak eylemlerin duracağına dair sakat yaklaşımı, acılardan başka bir sonuç doğurmamış ve hükümet kendi eliyle ülkemizi ayrışmanın karanlık koridorlarına sokmuştur.

Cumhurbaşkanı Gül’ün, önümüzdeki günlerde çok iyi şeyler olacağı müjdelemesinin ve Kürt sorununu Türkiye’nin öncelikli sorunu olduğunu açıklamasının üzerinden yaklaşık 16 ay geçmiştir. Başbakan Erdoğan’ın açılım denen yıkım projesini başlatarak, bölücülüğe davetiye çıkarmasının üzerinden geçen süre ise yaklaşık 11 aydır. Küresel gücün misyonerliğini üslendiğine dair kanaatlerimizin her gün haklı çıktığı Dışişleri Bakanın; elinde şehit kanı olan Peşmerge reisiyle ortak bir vizyonu paylaştığını ilan etmesinin üzerinden de sekiz ay geçmiştir. Irak’ın kuzeyinde yuvalanan kanlı teröre hamilik yapan ve destek veren Peşmerge kalıntısının “Kürt sorununun çözümünde rol oynayacak taraflardan birisinin de PKK olduğu ifadelerinin mazisi de çok eski değildir. Yıllar öncesinde asgari seviyeye indirilmiş olan bölücü terör, Başbakan Erdoğan’ın milletimizi otuz altıya ayırarak etnik kimlikleri okşayan tahriklerinden ve bölücülüğün siyaseten önünü açan pazarlıklarından cesaret almış ve kanlı eylemlerini tırmandırmıştır.

Zira PKK’nın arkasındaki güçlerin bu ülkenin Başbakanı tarafından biliniyor olması, terörün çözümünde çok önemli bir aşama, Başbakan Erdoğan’ın zulüm arkadaşlarına kadar varacak kirli zincirin ortaya çıkması demektir. Türkiye’deki kanlı güçlerin kimlerden destek aldıklarının öğrenilmesi, hatta hükümetin hangi suç ortaklarıyla kol kola girdiğinin, nasıl bir tuzağa düştüğünün bilinmesi anlamına da gelecektir. Başbakanın bu açıklamasından sonra, yıllardır terörden büyük acılar çeken milletimiz kendisine kan kusturan devletlerin kimler olduğunu öğrenmek istemektedir. Çok büyük maddi ve manevi kayıplarla yirmialtı yılını alıp götürenlerin kimliklerini ve isimlerini bilmek istemektedir ve en tabii hakkıdır. Şimdi Türkiye, dikkatini Başbakan Erdoğan’ın terörün arkasında olduğunu açıklayacağı isimlere çevirmiştir. Ya bunları Türk millet ile paylaşacaktır ya da kendi sorumluluğunu başkalarına atan ve bahane bulan ikiyüzlü siyasetçi olarak tarihe geçecektir.

Biz bu konuda, terörün arkasındakileri bildiğini söyleyen Başbakan Erdoğan’ın yalan söylemeyeceğine inanmak durumundayız. Bu durumda ise kafamıza takılan ve cevabını aradığımız sorular şunlar olacaktır ve olmalıdır.

  • PKK terör örgütünün arkasındaki güçler kimlerdir?
  • PKK kimlerin taşeronluğunu yürütmektedir?
  • Bu taşeronlara karşı AKP hükümetinin aldığı tedbirler nelerdir?
  • PKK’yı kullandığı bilinen ülkelere karşı nasıl bir yaptırım uygulanmıştır?
  • Şayet terörün arkasında oldukları bilinmesine rağmen bu güçlere ve devletlere suskun kalınmışsa şehitlerin vebalinin sorumluluğu kimde olacaktır?
  • Eğer, PKK terör örgütü birileri tarafından kontrol ediliyor ve bunu da Başbakan Erdoğan biliyorsa dökülen şehit kanlarının sorumluluğundan nasıl kurtulacaktır?
  • Ve Başbakan Erdoğan, bu açıklamasının arkasında durur ve sahip çıkarsa; ülkemizi parçalamaya çalışan mihraklara karşı bilerek tepkisiz ve korkak davranmışsa, bu tutumu vatana ihanet anlamına gelmeyecek midir?

İşin özü ve özeti şudur: AKP küresel siyasi taşerondur. PKK ise küresel silahlı taşerondur.

  • Başbakan, bir yanda ardından şiirler eşliğinde gözyaşı döktüğü ve törenle karşıladığı teröristlerle kucaklaşmaya devam ederken, öte yandan kelle diye hitap ettiği şehitlerimizin huzurunda gösterdiği sahte nedameti sürdürüp milletin merhametine sığınmaktan vazgeçmelidir.
  • Bir yanda terörü lanetlemeyeni terörist olarak ilan etmeye devam ederken, öte yanda, hemen yanı başında hükümetin Amerikalı üyesinin, elinden kan damlayan hainleri “kandırılmış çocuklar” diyerek şehitlerle bir tutmasını sineye çekmemelidir.
  • Bir yanda bölücülüğü meşrulaştırmak için İmralı canisiyle pazarlıklara devam ederken, bir yandan bunları unutup “terör örgütü yıllarca kan döktü, huzuru bozdu, gelişmenin ve demokrasinin önünde en büyük engel oldu” demeyi sürdürmemelidir.
  • Bir yanda “kanı yerde kalmayacak” diyerek şehitler huzurunda hamasi nutuklar atarken, bir yandan da terörün destekçisi, şehidimizin katili, aşiret reisine kırmızı halılarını sermeyi terk etmelidir.

Gelişmeler Başbakan’ın tam bir anlam ve değer bunalımı yaşadığını, tutarsızlığın bütün fikriyatına hâkim olduğunun işaretlerini göstermektedir. Nitekim dün geri kalmışlığı terörün nedeni olarak görürken, bugün terörün zenginleşme ve kalkınma nedeniyle çıktığını söyleyecek kadar buhrana sürüklenmiştir. Dün, kimlik arayışlarının, özgürlük taleplerinin teröre yol açtığını söylerken, şimdi akan kanın sözde âçılımı” durdurmak için döküldüğünü iddia edebilmektedir. Bu zihniyete göre terörü, açılımın tahrikleri değil, sözde demokrasi ve özgürlüklerin artışı davet etmiştir. Bu anlayışa göre, eylemleri teröristle yapılan pazarlıklar değil, sözde anayasa değişikliklerinin korkusu azdırıvermiştir. Bu çürümüşlüğe göre hain saldırıların müsebbipleri, boyun eğilen küresel güçlerle işbirlikçileri değil, komşularla aramızdaki dostlukları bozmak isteyenlerdir.

Bölgeye yayılmış terör eylemleri ve siyasallaşmış bölücülüğün bastırılması, yöre halkının terör tehdidinden kurtarılması ile güvenlik güçlerine ilave imkanlar sunarak kamu düzeninin istikrara kavuşturulması için Olağanüstü Hal ilanını geçtiğimiz  gün diğer tekliflerimizin arasında önermiştik. Bizim için, medyada bu teklifimize yönelik yorum ve değerlendirmelerden ziyade bilindik çevrelerin ve mihrakların görüş beyan etmelerindeki acelecilik çok manidar olmuştur.

Dikkatli olunuz ve takip ediniz:

  • Kim yıkım projesini sahipleniyorsa sütunlarında OHAL’e de karşı olanlar aynıdır.
  • Kim, dün hepimizin Ermeniyiz demişse, bugün OHAL’e karşı olanlar da aynıdır.
  • Kim, Erbil’de Peşmerge toplantılarına alkış tutmuşsa, bugün OHAL’e köşelerinde karşı çıkan onlardır.

Demek ki, teklifimiz doğrudur, hedefimiz doğrudur, isabetimiz tamdır. Elbette ki olağanüstü hal ilanı, yaşanan şartların bütünüyle değerlendirilmesi sonucu verilecektir. Ancak 1987 yılında ilk ilan edildiği tarihten uzatılmadığı için kalktığı 2002 yılına kadar OHAL’in varlığını gerektiren bütün şartlar bugün fazlasıyla mevcut bulunmaktadır.

 

Bu arada Adalet Bakanı Sadullah Ergin: “Olağanüstü Hal istemek, PKK’nın hedeflerine hizmetle ayni şeydir” buyurmuşlar ve hikmet yumurtlamışlardı…

Bu marazlı mantıkla;

  • PKK’ya yönelik askeri operasyonlar da
  • Gerektiğinde sınır ötesi harekâtlar da
  • Özel eğitimli profesyonel birliklerin hazırlanması da…
  • Türk askerinin PKK’nın ve BDP’nin çağrısına uyup ateşkese yanaşmaması da
  • Hatta Abdullah Öcalan’ın serbest bırakılıp resmen muhatap alınmaması da,

PKK’nın hedeflerine hizmetle aynı şeydir.

Evet AKP’lilere kalsa, “şu TSK’nın varlığı ve Türkiye Cumhuriyetinin üniter yapısı bile PKK’nın amaçlarına hizmettir!?

 



[1] Hüseyin Altınalan, 21 Haziran 2010, Milli Gazete

[2] Ulaş Gencer-Diyarbakır

[3] Serdar Turgut, Habertürk

[4] Rauf Tamer, Posta

[5] www.zaman.com.tr, 21 Haziran 2010

[6] Zaman 21 06 2010

0 0 votes
Değerlendirmeniz

Makale Paylaşım Sayısı: 

Subscribe
Bildir
0 Yorum
En Yeniler
Eskiler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments
Picture of Ahmet AKGÜL

Ahmet AKGÜL

AHMET AKGÜL KİMDİR?

INTRODUCTION OF USTADH AHMET AKGÜL

رسالة تعريفية لمعلمنا أحمد أكجول

قبل مؤتمر النظام العادل في جامعة قيرغيزستان أراباييف، والذي حضرناه، قدم أحد المحاضرين أستاذنا أحمد أكجول على النحو التالي: أحمد أكجول موجود في تركيا؛ إنه عالم ومثقف نادر جدًا يجمع بين المبادئ الإسلامية والمتطلبات الإنسانية، وفكر أتاتورك في التغيير والقومية الإيجابية والتوازن الاجتماعي. ألف حوالي 100 كتاب، بعضها في 3 مجلدات، وجميعها أعمال فريدة وأصيلة. 10 من الكتب؛ تمت ترجمته إلى الإنجليزية والروسية واليابانية والفارسية والفرنسية والعربية. البروفيسور الراحل، أحد رؤساء وزراء تركيا الأسطوريين. دكتور. ويعتبر من أكثر الطلاب المميزين وأتباع نجم الدين أربكان.
لقد حضر المؤتمرات العلمية في جميع أنحاء تركيا وأوروبا والجغرافيا الإسلامية منذ ما يقرب من 40 عامًا. إنه رجل حكيم تنبأ وشرح التطورات المهمة في تركيا ومنطقته والعالم قبل عقود، وتعرض للعديد من المشاكل والهجمات لهذا السبب، لكنه كان دائما على حق في النهاية. وهو رئيس تحرير مجلة الحل الوطني، التي يتابعها عن كثب كبار البيروقراطيين العسكريين والمدنيين، وأساتذة الجامعات، والكتاب والمعلقين المهمين، ومسؤولي الدولة في تركيا. ضد الأنظمة الرأسمالية والاشتراكية والليبرالية في العالم؛ فهو يحتوي على الجوانب الجيدة والمفيدة لجميعها، لكنه يترك الجوانب السيئة والضارة؛ سيدنا، الذي أعد ودافع عن برامج النظام العادل الأصلية القائمة على العقل والعلم والتاريخ والضمير والقرآن، يبلغ من العمر 74 عامًا وأب لخمسة أطفال. لا يتقاضى إتاوات أبدًا عن أي من كتبه أو مجلاته أو مقالاته أو مؤتمراته، ويعيش حياة متواضعة بعيدًا عن الترف والراحة، ويغطي نفقات كل ذلك بحوالي 40 من الرفاق المتطوعين والمخلصين في سبيل الله. المعلم الذي يدافع عن "حرمة التبشير بالعلم" وبالتالي لا يدين بالشكر لأي مركز أو حكومة. باستثناء ما يقرب من 105 من أعمال أستاذنا، حتى الأحزاب والحكومات تظل غير مبالية؛ الدين والأخلاق في المرحلة الابتدائية: 4-5، المرحلة المتوسطة: 1-2-3، المرحلة الثانوية: 1-2-3-4 والجامعة: 1-2-3، وفقاً للحقائق العلمية وجوهر الإسلام. ولكن بغض النظر عن أي طائفة، فقد أعد كتب العلم. خلال أحاديثهم المميزة جداً، كتلاميذه ومتابعيه المخلصين: "كيف أعددتم هذه (100) كتاباً يزيد عن مائة، كيف رتبتم وقتكم؟" أجاب أستاذنا أحمد أكجول على أسئلتنا كالتالي، ليكون قدوة وتشجيعًا لنا:



1- منذ ما يقرب من 60 عامًا، باستثناء الأمراض الخطيرة والصعوبات الكبيرة؛ ولم أؤجل عمل اليوم إلى الغد، كما أنني لم أحاول تأجيل عمل الصباح إلى الظهر أو عمل الظهر إلى المساء. لأنه لا ينبغي لي أن أضيع رأس مال حياتي المحدود في مساعي فارغة ومجانية يسميها القرآن الإلغاء ويحرمها

 

2- حتى لو كان شخصًا لديه معرفة وخبرة في موضوع ما، حتى لو كان أصغر منا كثيرًا... حتى لو كان شخصًا عاديًا وبسيطًا، فأنا لا أشعر بالإهانة أبدًا عند الاستماع إليه أو تعلم شيء ما، لأن أكبر عائق أمام التعلم والحصول على العلم هو الكبرياء والكبر

-3ما حصلنا عليه؛ حاولت أن أقرأ وأفهم كتابات وكتب الجميع، محليًا أو أجنبيًا، يساريًا أو يمينيًا، أعرفه أو لا أعرفه، أحبه أو أكرهه.
4- كنت أسجل المعلومات التي تعلمتها وأجد أهميتها منها أو مما سمعته في البرامج والمؤتمرات التليفزيونية، ولم أتردد قط في كتابتها ونقلها بذكر أصحابها
5- من خلال الوقوع في الرغبات والاعتراضات التعسفية من أقرب أقاربي ورفاقي وأعضاء الحزب وذوي المناصب ذات النفوذ والكفاءة... أو من منطلق حرصي على راحتي ومصالحي الشخصية، لم أخفي أبدًا الحقيقة التي قالها لي يجدها العقل والضمير نافعة ومفيدة، ولم أصعب فهمها بتغليفها بأغلفة مختلفة
6- كل الأشخاص الذين التقينا بهم في أي مناسبة وأصبحنا قريبين بما يكفي لتناول كوب من الشاي أو السفر لمدة ساعة على متن الطائرة؛ حاولت مساعدتهم على اكتساب وزيادة وعيهم الأخلاقي والضميري وكرامتهم، وخاصة سلامهم الروحي والعالمي. بمعنى آخر، كنت أهدف إلى أن أكون مفيداً له، وليس أن أستفيد من منصبه وفرصه ومجاملاته.
7- ولعل ذلك يعتبر ثمرة ومعجزة للأهداف والجهود المخلصة... وطبعا بفضل الله تعالى وفضله لا بد من قراءة كتاب ما يقارب 700 صفحة بسرعة في ساعة أو ساعتين. وتهنئة هذا الكتاب وانتقاده عمدا، والحمد لله أن إنتاج ملاحظات من 10 صفحات أصبح أسهل بالنسبة لنا.
أطيب التحيات…

YORUMLAR

Son Yorumlar
0
Düşünceleriniz değerlidir, lütfen yorum yapın.x
Paylaş...