YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL MENÜ

DERGİLER

Ay Seçiniz
category
6633f8feb96d8
0
0
6401,171,6356,117,28,27,170,98,3,144,26,4,145,113,17,6330,1,110,12
Loading....

TOPLAM ZİYARETÇİLERİMİZ

Our Visitor

2 0 7 6 6 2
Bugün : 19825
Dün : 24601
Bu ay : 44426
Geçen ay : 737322
Toplam : 23560712
IP'niz : 18.118.171.20

SON YORUMLAR

Son Yorumlar

YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL YAZILAR

YENİ ÇIKAN KİTAPLARIMIZ

ADİL DÜNYA YAYINEVİ

Tel-Faks:

0212 438 40 40

0543 289 81 58

0532 660 12 79

Şu küstahlığa bakın!..

İnternet sitelerine bir ses kaydı düşüyor.

Daha önce de cami ve ezan kıcıklığını açığa vurmak küstahlığıyla gündeme gelen Tüm Amiral R.C.G’ye ait olduğu iddia edilen bu konuşmalarda:

  • Müslüman halkımızın ibadetleriyle alay ediliyor.
  • Kurban kesenler, “KIRO”lukla suçlanıyor.
  • Türban takanlara edepsizsizce saldırılıyor.
  • İnancına ve İslam ahlakına bağlı aziz Milletimiz için: “Bu TÜRK halkı öyle karaktersiz ki…” gibi seviyesizce kin kusuluyordu…

Şimdi açıkça ve tüm Müslüman halkımız adına haykırıyorum:

  1. a)      Bu şahsı (adam demiyorum) araştırın, kesinlikle, ya Yahudi dönmezi bir Sabataisttir, veya Ermeni ve Rum kökenli bir haindir. Çünkü hiçbir Müslüman Türk evladının kendi Milletine ve İslam Dinine karşı böylesine kuduz köpek gibi saldırması mümkün değildir.
  2. b)     Umarız bu kişinin, Kutsal Peygamber ocağımız şanlı ordumuzun yüksek yetkili ve rütbeli bir subayı olduğu, sadece bir iddiadan ibarettir. Ama eğer öyle ise; o takdirde, Milletimizin ve devletimizin dışarıdaki düşmanlardan önce, içimizdeki bu hainlerden kurtulması gerekir. Askeriyede paşa, sivilde yüksek bürokrat değil, tuvalet kahyası bile yapılmaması gereken bu tiyniyetsiz tipler TSK’dan derhal ihraç edilmeli; Zaman, Taraf, Vakit, Yenişafak gibi Amerika’nın sesi gazetelere ve yandaş TV.lere, bunları bahane edip kahraman ordumuza sataşma ve salyalarını akıtma fırsatı verilmemelidir.
  3. c)      Ancak ülkemizi böylesi hainlerden temizleme görevini AKP’den beklemek ise daha büyük bir gaflettir. Çünkü AKP kurmaylarının yuları da, aynı dış güçlerin ve Siyonist Yahudi merkezlerin elindedir.

 

Şimdi, alem şahit olsun; Ben Müslüman’ım. Yani Kur’an şeriatcısıyım.. Hz. Muhammed’in şeriatına bağlıyım… İslam dininin bütün kurallarının insanlık için en hayırlı, en yararlı ve en lazımlı olduğuna inanmışım. Ancak İslam’ın basmakalıp bir devlet düzeni ve adalet sistemi getirmeyip, değişen ve gelişen bütün şartlara ve ihtiyaçlara göre esas alınacak genel prensipler vaz ettiğinin farkında; İnsanlığın asırlar boyu arayıp-araştırıp ta erişemediği evrensel hukuk kurallarının ve temel insan haklarının en güzelini ve en mükemmelini Kur’anın ve Resulüllah’ın gösterdiğinin şuurunda ve huzurunda olan bir insanım.

İslam’a inanmayan ve bunu mertçe, dürüştçe ortaya koyan inançsızlara da, başka din mensuplarına da saygı duyarım; bütün temel insan haklarına sahip çıkarım.

Ama kuyruğu sıkıştıkça “biz de müslümanız!” deyip te, her fırsatta İslam’a, Kur’ana ve Yüce Dinimizin kuralları olan şeriata kin kusan kahpelere kindarım.

Din istismarcılığıyla emperyalizme uşaklık yapan soysuzları… Dindarlık kılıfı altında Dinimizi yozlaştıran ılımlı İslamcıları… İslamı şekilcilik ve taklitçilikten ibaret sanan yobazları bahane ederek, Aziz Milletimin mayası olan Yüce İslamı “çağdışı”, Müslüman Türk halkını da “gerici takımı” gören, dinsiz Darwinistleri, mason ve sahte Kemalistleri ve hele sosyalist yaftalı sinsi sabataistleri (yani korkaklık ve alçaklığından Müslünman görünen gizli Yahudileri) bu topluma tanıtmayı Milli ve insani bir görev sayarım.

Ve yine alem şahit olsun ki, Ben tarikatçıyım. Yol ve erkan adamıyım. Nefis terbiyesini esas alanlardanım.. Şeyh Edebali’nin yolundayım.. Hz.Mevlana’nın tarikatındanım. Yunus Emrelerin, Hacı Bektaşi Velilerin kapısındayım. Ahmet Yesevi’lerin, Gavsi Geylani’lerin, Şahı Nakşibendi’lerin dergahındanım…

Asgari bir insanlık insafıyla ve medeni bir tavırla, Kur’anın şeriatına ve Hz. Muhammed’in tarikatına bağlı Müslümanlara saygı duymak ve sataşmamak şartıyla; Marks’ın şeriatına, Mao’nun tarikatına ve Darwin’in maymun safsatasına tapınanlara da hoş bakarım…

Ama marazlı münafıkların, garazlı sabatayların ve hele “kökü dışarıda hıyanet odakları oldukları için” Atatürk’ün emriyle kapatılan, ama sonradan Kemalist geçinen sahtekârlar tarafından yeniden açılıp ülkemin başına bela sarılan ve hiç utanıp sıkılmadan Atatürkçülüğe sığınan şu şeytan taifesi Masonların ikide bir, küfür etmek ve küçük düşürmek kastıyla Müslüman Halkım’a “şeriatcılar, tarikatcılar…” diye zırlayıp zırvalamalarından elbette nefret duyarım.

Evet, alem şahit olsun ki, bunu en büyük şeref olarak sahiplenip söylüyorum ki,

BEN KUR’AN ŞERİATCISIYIM!..

BEN, HZ. MUHAMMED TARİKATCISIYIM!..

Ama aynı zamanda Mustafa kemal hayranıyım, Türkiye Cumhuriyeti sevdalısıyım.

Hem de resmi ideolojiye ve hakim sisteme sığınarak değil; en çetin zamanlarda ve en tehlikeli ortamlarda bile Mustafa kemal’i samimiyet ve cesaretle savunanlardanım.

Atatürkcü olmak için, din düşmanı, Cumhuriyetci olmak için İslam karşıtı olmayı “gizli ve gerekli bir şart” koşanların aklında da, ahlakında da, soyuna sopuna da şüphe ile yaklaşmaktayım.

Ben doğruları, değerli olanı; ilmi, insani ve ahlaki kuralarla uygun bulduklarımı ararım… Milli Görüşçüyüm, ama ülkeme, Milletime ve devletime hayırlı ve yararlı bir söz ve davranışı MHP’de, CHP’de ve diğer partilerde de görsem alırım, alkışlarım.. Zararlı ve yıkıcı bir söz ve tavrı AKP’de de, Saadet partisinde de görsem karşı çıkarım… Partiyi amaç değil araç yerine koyarım. İnancıma ve vicdani kanaatime uygun bulduğumu yaparım, ama yanıldığımı hatırlatana minnet duyarım, yanlışı bırakırım.

Kişileri ve hareketleri, aynı terazide tartarım. Çifte standartlı olmayı münafıklık ve sahtekarlık sayarım. Örneğin; Türkiye’yi Amerikan mandacılığına sokan ilk resmi anlaşmaları imzalayan İsmet İnönü’yü “ilerici ve kahraman” göstermek; ama bugün Onun devamı olarak BOP eş başkanlığı ve ABD hizmetkarlığı yapan Recep Erdoğan ve şürekasını ise “gerici ve vatanı satan” görüp hücum etmek, elbette samimiyet ve ciddiyetten uzaktır.

Şahsi ve siyasi hesapları uğruna, Osmanlı’yı savaşa sokarak, yedi cephede çarpıştırıp yenildikten sonra; Milletini, memleketini ve devletini bırakıp canını kurtarmak için gavuristana kaçan Enver, Cemal, Talat gibi mason dönmeleri: “Aydınlanma öncüleri” diye öven; ama bugün benzerlerini işleyen AKP’lilere ise: “vatan haini” diye tepki gösteren kimselerin bu tavrı elbette tutsarsızlıktır ve işte bu nedenle toplumda pirim yapmamakta, yüz bulmamaktadır.

Hatta bu çifte standartları ve tutarsız tavırları yüzünden, AKP’ye yönelik haklı tespit ve tenkitleri bile; AKP’nin puan kazanmasına ve taraftar toplamasına yol açmaktadır.

Ha bu arada hala duymayanlar duysun ve anlasın.

Mel’un Masonluk Tarikatına ve küresel siyonizmin şeytan şeriatına (kapitalist ve kominist nizama) intisap edenler, kendilerini “karanlıklardan kurtulup aydınlığa kavuşmuş” saymaktadır. Yani “AYDINLANMACILIK” Masonluğa intisabın ve İslam düşmanlığının parolasıdır.

“Aydınlanma”cılık Yahudi-Siyonist ideolojisinin ve “Deist”liğin “Yani Allah var ama hiçbir işimize karışmaz ve ahiret yoktur, cennet bu dünya hayatından ibarettir” düşüncesinin yaldızlı kılıfıdır!

Aydınlanma ve Fransız Devrimi

Politik, sosyal ve ekonomik yönden, Batı’yı yeniden şekillendirmek isteyen Yahudi ideolojisi ve Masonik işbirlikçileri; kendilerine düşman saydıkları dini otoriteden halkı  koparmaları gerekliydi. İnsanların zihnine dini otoriteyi güçlü kılan düşünceler yerine, kabalacıların ve mason uşaklarının kendi dünya anlayışı yerleştirilmeliydi. Vatikan Papalık Kutsal Kitap Enstitüsü’nde profesör olan Malachi Martin de bu noktaya dikkat çekerek, “Kabalacı hümanistlerin amacı her zaman sosyopolitik değişim olmuştur” demekteydi.

“Kabalacı hümanistler”in ve masonların oluşturduğu İttifak’ın, önce Protestanlık sonra da Aydınlanma hareketleri ile, “Avrupa’nın dinden kopmasının öncülüğünü yaptığını, dini otoriteyi ve monarşileri politik yönden zayıflattığını” tarafsız tarihçiler kabul etmektedir. İşte Fransız devrimi bu şeytani ittifakın eseridir. Ancak bu kanlı devrim yalnızca politik bir değişim yapmakla yetinmemiş, toplumu ve bireyleri de değiştirmiştir. Dini otoriteyi zayıflatırken, insanlara da yeni kimlikler vermeye girişmiştir. Aydınlanma ile birlikte, insanlar bir dini cemaatin mensubu olmaktan çıkıp, birer “masonizmin demokrat kölesi yurttaş” haline getirilmiştir. (“Yurttaş” tanımı, zamanla yeni bir ideolojik düzenlemeyle “yoldaş”a da dönüşecektir.)

Yahudi önde gelenlerinin yönettiği bu şeytani İttifak’ın, insanları bu şekilde dinden koparması; Kuran’da bildirilen, “Yahudilerin yaptıkları zulüm ve birçok kişiyi Allah’ın yolundan alıkoymaları nedeniyle”[1]  şeklindeki ilahi hükmüne de uygundu düşmektedir.

Din ve İdeoloji, ya da Gerçek Cennet ve Sahte Yeryüzü Cennetleri

 Aydınlanma, dini inancı ve ahlakı saf dışı etmiştir. Burada ilginç olan, Aydınlanma sonucu doğan bütün ideolojilerin de (liberalizm, sosyalizm, ulusçuluk, faşizm gibi) hayatın, insanın ve dünyanın ne olduğu konusunda ortak bir “dindışı”lıkta (sekülerizm) buluşması gerçeğidir. Diğer bir deyişle, hepsinin, dinin insana gösterdiği temel hedef olan Cennet’ten yüz çevirip, insanlara “yeryüzü cennetleri” vaad etmesi, insanın ölümden sonra neleri yaşayacağını göz ardı edip, yalnızca dünyada neler yaşayacağı ile ilgilenmesidir.

Aydınlanma felsefesinin mimarları aslında Katolik düşüncesini reddederken “dinsiz”leşmemiş, tam tersine yeni ve daha farklı bir “Şeytan din”ine girmişlerdi. Bu yeni dinin de ilahları ve putları icat edilmişti. Aydınlanmacılar’ın çoğu bir yaratıcının varlığını kabul eden “deist”lerdi. Hıristiyanlıkla bu yeni dinin arasındaki asıl önemli fark, ölümden sonra yaşam (ahiret) düşüncesinin reddedilmesiydi. Kısaca, ideolojilerle birlikte, “yeryüzü cennetleri”ni hedef seçen “ahiretsiz din”ler üretilmişti. Yani aydınlanmacıların Allah inancı gerçek değil göstermelikti. Yıllar boyu koyu sağcı ve dindar geçinen; Nurcular, Süleymancılar ve tarikatcılar tarafından hararetle desteklenen, Mason ve şeriat düşmanı Süleyman Demirel ve Hüsamettin Cindoruklarla, katı solcu ve sosyalsit ulusalcıların bugün aynı noktada buluşturan, işte bu Aydınlanma felsefesi ve Yahudi ideolojisiydi.

Bu nedenle, Aydınlanma hareketinin gerçek Cennet’ten “yeryüzü cennetleri”ne yaptığı dönüş, bir anlamda, Protestanlık yoluyla Hıristiyanlıktan Yahudiliğe olan ikinci bir dönüş olarak karşımıza çıkıyordu. Hele, Aydınlanma akımının doruğuna ulaştığı, “hedonizm”in (zevkçilik, hayatı yalnızca daha çok zevk alma aracı olarak görme), dünyaya bağlılığın en üst derecede yaşandığı şu dönemde, insanların çoğunun, dünyadan “elini eteğini” çekmeyi emreden Katolik anlayışından çok uzak ve Kur’an ayetlerinde önemli özelliği belirtilen Yahudiliğe çok yakın olduğu görülüyordu.

Ünlü Mason ve Yahudi fizikçi İsaac Newton, evreni bir saate benzetmişti. Ona göre bu saat Yaratıcı tarafından kurulmuştu ve sonra da kendi kendisine işlemekteydi. İnsan, bu dev saatin, yani maddeden oluşan ve herhangi bir ilahi müdahale olmadan sebep-sonuç ilişkilerine bağlı olarak (determinist) işleyen mekanizmanın bir parçası yerindeydi. Allah evrene karışmadığına göre de, insanın O’na yönelmesi ve O’ndan istemesi gereksizdi; insan bu madde yığını içinde kendi başının çaresine bakmakla görevliydi. Allah evrene karışmadığına göre, kuşkusuz dini otoritenin de dünyaya karışmasına izin verilemezdi.

Bu düşünceyi, yani mekanist evren anlayışını geliştiren Newton’un üst dereceli bir mason ve iyi bir Kabala öğrencisi olduğu kesindir. Elbette maddeci fiziğin kurucusu, kuramını geliştirirken mason kaynaklarından yani Kabala’dan ve İbrani Yahudi düşüncesinden etkilenmiştir…

Tüm bunlar, Aydınlanmanın ve onun en önemli içeriği olan pozitivist/materyalist düşüncenin neden ve nasıl Yahudi diniyle bu denli içli-dışlı olduğu sorusunun yanıtını vermektedir. Bu, Tapınakçı geleneğini sürdüren masonların, Yahudi önde gelenlerine tabi olmasıyla kurulan İttifak’ın, Katolik dini otoritesi liderliğinde şekillenen olan Avrupa düzenini değiştirirken, yerine Yahudi dünya görüşünü yerleştirdiğinin bir göstergesidir. Ahireti (uhrevi olanı) hedef seçen ve dünyadan (maddi olandan) yüz çeviren Katolik düzeni yerine konmuş olan bu düşünce, yalnızca dünyayı ve maddeyi yücelten bir düşüncedir ve asıl olarak Yahudi düşüncesidir. Kuran’da, Yahudilerden söz edilirken, bu noktaya dikkat çekerek, onların en önemli özelliklerinden birinin “dünyayı ahirete tercih” etmek olduğunu bildirilir: “İşte bunlar (Yahudiler), ahireti verip dünya hayatını satın alanlardır; bundan dolayı azapları hafifletilmez ve kendilerine yardım edilmez.”[2]

 

Ahlak, Allah Korkusu, Aydınlanma ve İbrani Öğretisi

Aydınlanmanın Katolik dininden, İbrani dinine doğru bir dönüş olduğunun bir başka göstergesi ise Aydınlanmacıların Allah korkusu ve ahlakla ilgili yaklaşımlarıydı. Aydınlanmacıların çoğu “deist” idi, yani bir Yaratıcı’nın varlığını kabul ediyorlardı. Ancak, sahip oldukları bu düşünce, Katolik inancına (ve asıl önemlisi İslam’a) göre tümüyle sapkın bir inançtı. Çünkü bir Yaratıcı’yı kabul etmelerine rağmen, öldükten sonra tekrar diriltilip O’na hesap vereceklerini inkar ediyorlardı. Bu nedenle “Allah korkusu”nu da reddediyor, insanın yalnızca kendine sorumlu olduğunu öne sürüyorlardı. Immanuel Kant, insanların, hayatlarını Allah korkusu üzerine dayandırmalarını “korku ahlakı” olarak tanımlamaktaydı.

Masonik Gül-Haç üyesi olan Kant’ın bu fikirleri, aslında siyonist geleneğin genel felsefesinden kaynaklanıyordu. Türk masonlarınca yayınlanan Mimar Sinan dergisi, bunu çok açık bir biçimde şöyle ifade ediyordu: “Mason felsefesi, törenin korku üzerine kurulabileceğini, cehennem, Tanrı ya da yasa korkusunun insanları gerçekten ve sürekli olarak iyi edebileceğini benimseyemez. Böyle bir ahlakın, yani korku töresinin insancıl ahlak ile ilişkisi olamaz.”

Masonların böyle sapkın bir inanışa kapılmalarının ardında ise pek çok şeyde olduğu gibi bu konuda da İbrani öğretisinin etkisinde kalmış olmaları yatıyordu. Çünkü Yahudiler, “ahiretsiz bir din” uydurmuştu, cennet ve cehennem tanımıyordu. Ölümden sonra Allah’a hesap verileceğini kabul etmez, dolayısıyla Allah korkusu da taşımaz. Mimar Sinan dergisi, “gericiliğin nedenleri”ni konu edinen bir yazıda, cennet ve cehennem inancının Yahudi dininde de olmayışının kendilerine büyük referans olduğunu şöyle vurguluyordu:

… Yahudi sinagoglarına bile girmemiş olan cennet ve cehennem ilkeleriyle, ‘madem ki anlamak imkansızdır, en iyisi inanmak ve Tanrıdan gelen vahyi olduğu gibi kabul etmek değil midir?’ diye akla dayanmayan telkinleriyle yarattığı ve yaşatmayı da başardığı taassup başta gelen nedenler arasında yer almıştır…

Yahudilik; Bir Din mi, Yoksa İdeoloji mi?

Din, insanlara, bu dünyadaki yaşamın geçici bir yaşam olduğunu, asıl amacın bu dünyayı yaratan Allah’ın rızasına uygun davranmak, O’na kulluk yapıp ilahi kurallar disiplini altında olgunlaşmak ve bu imtihan sonunda öteki dünyadaki (ahiret) Cennet’i kazanmak olduğunu haber vermektedir. Buna karşılık, ideolojiler; insanlara bu dünyada mutlu bir yaşam vaad etmekte, insanların Allah’a karşı mesuliyetlerini, bu dünyadaki geçici yaşamdan sonra O’na hesap vereceklerini ya reddedmekte, ya da görmezlikten gelmektedir. Kısacası, dinin (ki Allah katında tek geçerli din İslam’dır) amaçları ilahidir ve bu dünyayla birlikte, ondan daha da çok, öteki dünyadaki asıl ve sonsuz yaşamı içermektedir. İdeoloji ise ilahi değil, dünyevi amaçlara yöneliktir.

Aydınlanma felsefesine temel oluşturan Yahudiliği incelediğimizde, bu “din”in, aslında bir din olmaktan çok, bir ideoloji olduğu görülmektedir. İşte aynı sapık ve saldırgan zihniyetin “Kemalizm ve Aydınlanmacılık” kılıfına sokulmuş Ulusalcılık düşüncesi de; Irkçı, dünyevi ve materyalist bir ideolojidir.

 

 

 

 

 

 

 

 



[1] (Nisa Suresi, 160)

[2] (Bakara Suresi, 86)

0 0 votes
Değerlendirmeniz

Makale Paylaşım Sayısı: 

Yorumu Takip Et
Bildir
guest
0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments
Aykut ÖZÜBÜYÜK

Aykut ÖZÜBÜYÜK

YORUMLAR

Son Yorumlar
0
Yorumunuzu okumaktan memnuniyet duyarızx