YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL MENÜ

DERGİLER

Ay Seçiniz
category
66339d00cfd92
0
0
6401,171,6356,117,28,27,170,98,3,144,26,4,145,113,17,6330,1,110,12
Loading....

TOPLAM ZİYARETÇİLERİMİZ

Our Visitor

2 0 7 6 6 1
Bugün : 12522
Dün : 24601
Bu ay : 37123
Geçen ay : 737322
Toplam : 23553409
IP'niz : 18.224.73.125

SON YORUMLAR

Son Yorumlar

YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL YAZILAR

YENİ ÇIKAN KİTAPLARIMIZ

ADİL DÜNYA YAYINEVİ

Tel-Faks:

0212 438 40 40

0543 289 81 58

0532 660 12 79

İsrail’in Hakan Fidan’ı tenkidi ve taktiği

Gazze’ye yardım filosunun arkasında doğrudan Türk hükümetinin parmağını arayan İsrail yeni MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ı niye hedef almıştı?

Haaretz gazetesi, “İsrail istihbarat servisi Mossad ile diğer güvenlik kaynaklarının, yardım konvoyunun arkasında Hakan Fidan’ın olabileceğini düşündüğünü” açıklamıştı.

Fidan’ın yardım filosunu bizzat organize ettiğine ilişkin somut bir kanıt bulunmadığını kaydeden gazete, İsrail istihbarat çevrelerinin buna rağmen, “Hakan Fidan ile Erdoğan’ın AKP’si arasında yakın bağlar bulunduğunu” vurgulamış ve tabi saçmalamıştı. Öyle ya başka türlü nasıl olacaktı!..

Mossad yetkilileriyle diğer siyasi-güvenlik kurumları arasında yapılan toplantılarda “Fidan’ın AKP hükümetiyle yakın bağları üzerinde durulduğunu” kaydeden Haaretz, “yeni MİT müsteşarının Türk-İran yakınlaşmasında ve özellikle de nükleer faaliyet konusunda merkezi rol oynadığını” ortaya atmıştı.

Haaretz, Fidan’ın MİT Müsteşarlığı’na atanmasının, Erdoğan’ın Türkiye’deki sivil istihbarat unsurları üzerindeki kontrolünü, hem dış politika hem de savunma politikaları açısından artıracağını ve “AKP iktidarına karşı tehdit oluşturan ordu istihbaratına karşı kendisine imkan ve avantaj sağlayacağını yazmıştı.

Türk ve İsrail istihbarat servisleri arasındaki ilişkilerin son günlere kadar gayet iyi gittiğini yazan Haaretz, “Türkiye, İran, Brezilya arasındaki nükleer takas anlaşmasını Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ile birlikte organize eden ismin Hakan Fidan olduğunu” ileri sürdükten sonra: “İsrail’de Hakan Fidan’ın işbaşına gelmesiyle ilgili iki endişe var: 1- İsrail iki ülke arasındaki istihbarat alışverişinin zarar göreceğini düşünüyor. 2-Diğer taraftan, İsrail’in, Türkiye’ye verdiği istihbaratın düşman örgüt veya ülkelere aktarılabileceği endişesiyle Türkiye’ye verdiği istihbaratı kesebileceği konuşuluyor” diyerek kafa karıştırmıştı.[1]

Şimdi Acaba:

  1. İsrail, gerçekten MİT’in başına Hakan Fidan’ın atanmasından rahatsız mıydı? Yoksa Ona kolay çalışma ortamı mı hazırlamaktaydı? Şüphemizi mazur görün, çünkü MİT’le MOSSAD’ın yakın irtibatı dillere destandı.
  2. Yoksa MOSSAD’la CIA (İsrail’le-ABD) arasında ciddi bir çatlak mı başlamıştı? Çünkü Hakan Fidan’ın Amerika’da özel eğitilip olgunlaştırıldığı ilgilenenlerin malumlarıydı.
  3. Kaldı ki Gazze’ye yardım konvoyu konusunda AKP hükümetiyle İsrail (yani MİT’le MOSSAD) arasında ortak bilgi akışının varlığı zaten konuşulup yazılmaktaydı. Yani Hakan Fidan’ın öyle gizli bir hareket planlamasına ihtiyaç kalmamıştı. Üstelik bundan dünya alem haberdardı.
  4. En önemlisi ise: AKP’nin, “ordu istihbaratına karşı MİT’i daha güçlü kılma ve kontrolüne alma”  iddiasıydı. Bunun için öteden beri alt yapı hazırlanmakta ve AKP, TSK’nın kolunu kanadını kırma çabasındaydı. İyi de İsrail ve ABD’nin TSK’dan değil, AKP’den yana olduğu da inkar edilmez bir vakıaydı.

Bu nedenle İsrail Haaretz Gazetesinin yazdıkları bize göre tersinden okunmalıydı.

Yoksa MİT’in bütünüyle Milli etkili, stratejik birikim ve becerikli bir konuma ulaşması elbette haysiyet sahibi herkesin arzusu olduğu unutulmamalıydı.

Askerden üç aşamalı İsrail planı ve AKP’li Milli Savunma Bakanının aksi tepkisi!

10 Türk vatandaşının ölümüne neden olan İsrail’e yönelik 3 aşamalı askeri plan üzerinde çalışıldığı belirlenmişti.

Sabah gazetesinin haberine göre[2], TSK’nın İsrail stratejisinde, kısa vadede tatbikatların iptali, orta vadede savunma sanayisi projelerinin ertelenmesi, uzun vadede ise askeri anlaşmalarının irdelenmesi gündemdeydi.

Genelkurmay Başkanlığı, İsrail’e olan tepkisini ilk olarak Anadolu Kartalı Tatbikatı’nda göstermişti. İsrail’in Ekim 2010 tarihinde yapılacak Anadolu Kartalı Tatbikatı’na yaptığı başvuruyu 1 aydır beklemede tutan TSK, Gazze’de yaşananlardan sonra Tel-Aviv’in talebini reddetmişti. Kısa vadede TSK’nın bundan sonra düzenleyeceği uluslararası katılımlı tatbikatlara İsrail davet edilmeyecekti.

Orta vadede krizin sürmesi, İsrail tarafının “özür dilememesi” halinde savunma sanayi projeleri masaya yatırılıp irdelenecekti. Bu amaçla ilk olarak iki ülke arasındaki en büyük projelerinden biri olan üçüncü dünya ülkelerindeki M-60 tanklarının ortak modernizasyonu da ertelenmişti.

Uzun vadede ise İsrail ile askeri işbirliği kapsamında imzalanan toplam 9 anlaşmanın ciddi şekilde irdelenmesi. İsrail gemilerinin Türkiye’deki deniz üslerine girişlerine kısıtlama getirilmesi, Misafir askeri öğrenci ve subayların Türkiye’de eğitim almalarını öngören anlaşmaların revize edilmesi, TSK’nın gündemindeydi. Ordunun bu haysiyetli girişimlerine karşı AKP’li Milli Savunma Bakanlığı’ndan bunların tersi ve İsrail’e teslimiyetçi bir açıklama gelmesi dikkat çekiciydi.

MİT’in işlevi ve işleyişi

Hakkındaki ezber yorumları bir zemine oturtmak için önce içinden geçtiğimiz bu virajın adını doğru koymak gerekiyordu. Bu virajın adı: “istihbaratın yeniden organizasyonu”ydu.

Ve bu viraj devletin içindeki bütün alan çekişmelerine rağmen; Yeni Devlet’in mutabakatı ile alınıyordu. Bu süreci sadece AKP tabanlı okumak; AKP fenomeninin bir neden değil, sonuç olduğu gerçeğini gözardı etmekle eşanlamlıdır. Hatalı bir analiz olacaktır.

Medyada çıkan haberler doğruysa, Hakan Fidan’ın “yeniden organizasyon” projesine kafa yorduğu; Türkiye’de istihbaratın iç ve dış istihbarat gibi iki farklı kola ayrılması ve elektronik istihbarat için ABD’nin NSA kurumu benzeri bir kurum kurulması gibi konulara yoğunlaştığı anlaşılmaktadır.

Bu tespitlerin doğruluğu veya yanlışlığı; yurtdışındaki diğer istihbarat teşkilatlarının hangi yönleri ile örnek alınması gerektiği tartışması, bu yazının kapsamı dışındadır.

Türkiye gibi bir ülkede iç ve dış istihbaratı ayırmanın; ABD’nin jeopolitiği ile Türkiye’nin jeopolitiğini aynı kefeye koyan yanlış bir yaklaşım olduğu savunulabilir fakat Hakan Fidan’ın bu ülkeye yapabileceği en büyük hizmet çok daha temel bir konuda yatmaktadır.

Onu da şu soru içinde aramalıdır: Acaba istihbaratın ülke dinamiklerinde rolü ne olmalıdır?

“The Good Shepherd” filminde; CIA’in kuruluş yıllarını ele alan; ABD istihbarat tarihinin önemli isimlerinden Sullivan’ı oynayan Robert De Niro, çaylak Matt Damon’a kurduğu servisin geldiği nokta hakkında şikayet ederken şu cümleyi kullanmıştı:

“Ben bu servisi Amerikan’ın gözü ve kulağı olsun diye kurdum; kalbi ve beyni olsun diye değil”

Bir istihbarat teşkilatının o ülkenin çıkarları için gözü ve kulağı olmaktan çıkıp; o ülkenin kaderini belirleyen kararları almaya başlayan bir beyin ve kalbe dönüşmesi, ülke ve istihbarat teşkilatı için sorunun başladığı noktayı oluşturmaktadır.

Dünyada siyaset kurumu ile istihbarat teşkilatları arasında özellikle 11 Eylül’den sonra, şiddeti artan bir kavga yaşanmaktadır. İstihbarat teşkilatlarının siyaseti bizzat yönlendirmeye çalıştığı, hatta bizzat devlet başkanları, siyaset liderleri atadığı ve hazırlayıp pazarladığı bu süreç, oldukça karışık ve karanlıktır.

 “Bir CIA Ajanı Olarak Obama”nın rolü açıkça ortadadır.

Türkiye’de ise durumun pek farklı olmadığı bugüne kadar birçok ciddi iddiaya konu olmuş durumdadır.

Bahçeli hakkında Türkeş’in mektubu; Baykal hakkında Hulki Cevizoğlu’nun kitabında yer verdiği ve bugüne kadar yalanlanmayan iddia ve Tayyip Erdoğan’ın siyasi gelişim çizgisindeki “olağanüstü tesadüfler” masaya yatırıldığında; Türkiye’de siyasetin istihbaratın gölgesi altında büyümeye çalışan cılız bir fidan olduğu tezi güç kazanır. Üstelik, maalesef bu istihbarat yabancı ortakların bir şubesi gibi çalışıyorsa, durum daha da karmaşıktır.

Türkiye’de bir şekilde bugüne kadar hep “Devletin Adamları”  siyasetin köşelerine yerleştirilmiş durumdadır.

Keza; ülkenin siyasi gündeminde başköşeye oturtulan birçok uzun süreli dosyalar da yine istihbaratın mutfağından çıkmıştır. MİT’in eski başkan yardımcılarından Cevat Öneş’in; “Kürt Açılımı”‘nın 90’ların sonunda MİT bünyesinde pişirildiğini açıkladığı röportajları bu konuda ilginç bir örnek olarak karşımızdadır.

Benzer bir şekilde; Türkiye’de toplum mühendisliğinin en etkin şekilde kullanılan aracı olan dizilerin devletin istihbarat teşkilatlarının filtrelerinden nasıl geçirildiğini sezmekte de kimse zorlanmayacaktır. “Kurtlar Vadisi” bu anlamda ABD’deki “24”‘ün karşılığıdır.

Bütün bu örnekler; CIA’in kurucularından Sullivan’ın zamanında dikkat çektiği tehlikenin kök saldığını ortaya koymaktadır.

MİT; bu ülkenin gözü kulağı mı olacak, yoksa beyni ve kalbi mi olacaktır?

Yani, MİT bu ülkede millete rağmen siyaseti yönlendiren bir kurum mu olacak, yoksa siyaset kurumunun sağlıklı kararlar vermesi için doğru analizleri ve verileri üreten bir kurum konumuna mı taşınacaktır?

Doğası gereği şeffaf duvarları değil, labirentten koridorları olması gereken bir kurumun kontrolden çıkması, kısa süreler için doğal karşılanabilir, ama bu kısa süreli sapmaların uzun vadeli sistematiğe dönüşmesi, devlet ve millet adına ciddi bir kan zehirlenmesine yol açmaktadır.

Bu nedenle istihbarat teşkilatlarının bir ülkede siyaseti yönlendiren ve hatta yöneten bir konuma gelmeleri çok sinsi, görünmez bir cuntalaşmanın ülkeye hakim olması anlamını taşımaktadır.

Bu cuntalaşma; askeri cuntalaşmalardan çok daha tehlikeli boyutlara ulaşmaktadır. Çünkü demokrasi perdesi arkasında görünmez olmaktadır ve her türlü meşruiyet zeminini üretme yeteneğine sahip bulunmaktadır.

Aksine çağdaş ülkelerde siyaset ve hükümetler istihbaratı denetleyen ve hesap soran noktadadır. Bu denetim mekanizması; “istihbarat platformlarının oksijensiz ve zararlı organizmaların üremesine müsait kapalı havuzlarını” kontrollü bir şekilde devir daime açmaktadır.

Sağlıklı demokrasilerde istihbarat teşkilatları o ülkelerin gözü ve kulağıdır; beyni ve kalbi olduğu anda “sivil ve masonik cuntalaşma” başlamaktadır.

Hakan Fidan’ın o göreve “getirilen” bir isim olarak bağımsız bir iradesinin olmadığı ortadadır. Fakat bu yeni başkanın kendisini oraya getiren iradeyi belli oranlarda ikna etmesine engel sayılmamalıdır.

Türkiye’de siyaset, “müttefiklerin” rahatça nüfuz edebildiği istihbarat platformları tarafından kurgulanan yapay bir oyun olmaktan çıkarılıp; “müttefiklerin” aynı rahatlıkla nüfuz edemeyeceği kamuoyu dinamiklerinin siyaset üzerinden tecelli ettiği gerçekçi bir yapıya kavuşturulmalıdır.

Hakan Fidan’ın MİT’i Devlet adına yeniden nasıl şekillendireceği, yukarıda tanımladığımız temel soruya net bir cevap vermeden anlamsız kalacaktır.

Ekonomi literatüründe; devletin aşırı borçlanma ihtiyacının sonunda faizleri yapay bir şekilde yukarı çekip, ekonomiyi boğmasına “crowd out etkisi” tabiri kullanılır.

Devletin değişmeye karar verdiği konjonktürel virajlarda toplumu ve bürokrasiyi yeniden şekillendirme adına duyduğu aşırı siyaset ihtiyacı benzer bir şekilde toplumu boğan bir “crowd out” etkisi yaratmaktadır.

Hakan Fidan; devletin siyaset ihtiyacını makul düzeylere çekip, MİT’i ülkenin gözü ve kulağı konumuna çekmediği sürece, gerçekleştirilecek her türlü yeniden organizasyon uzun vadede atıl kalacak; Türkiye siyaseti içine girdiği girdaptan kurtulamayacaktır.

Hakan Fidan astsubay olabilir. AKP döneminde atanmış olabilir ve bunla bağlantılı olarak haklı yakıştırmaların hedefi olabilir. En önemlisi; Anglo-Sakson ekolle çok içli dışlı olması çok daha farklı endişeleri beraberinde getirebilir. Bunlar bu aşamada spekülatif ve ezbere yorumlardan ibarettir. Üstelik Murat Yetkin’in yazdığı kulise göre, MGK’da asker tarafından da önerilip tasvip edilmiştir.

Hakan Fidan MİT’i siyasetin aleti olmaktan çıkarıp esas görev alanına çekmeyi başardığı sürece bu ezbere yorumlar güneş altındaki buz kadar hızlı eriyecektir.

Aksi takdirde; bürokratik ömrü MİT dışındaki dengeler kadar, MİT içindeki dengelere de bağlı olan Fidan MİT’i özgün bir modele dönüştürmek yerine; tarihi başarısızlıklar, fiyaskolar,  katliamlar ve kargaşalarla dolu ABD İstihbarat teşkilatlarının kötü bir kopyasına dönüştürecektir ve bunun vebalini yüklenecektir.

“Asker siyasetten elini çeksin” klişeleri; kendi alanı ile ilgili güvenlik siyaseti bile üretemeyen bir kurumun geldiği nokta göz önüne alındığında bugün için artık geçerliliği olmayan boş bir tespittir.

Fakat Türkiye’nin sağlıklı duyan ve sağlıklı işiten, ama ülkenin beyni ve kalbi olma işlevini siyaset kurumuna bırakan, siyaset tarafından denetlenen bir MİT’e ihtiyacı kesindir.

Neredeyse bütün temel siyasi liderleri ile ilgili MİT bağlantısı iddiası bulunan bir ülkede bu adımı atmayı yeni MİT başkanının başarabilmesi elbette dileğimizdir.”

Gibi gerçekçi tespitleri ve gerekli tavsiyeleri sıralayan Behiç Gürcihan, acaba şu önemli ve stratejik konuları neden hiç gündeme getirmemişti:

Birincisi: Tamamen Milli ve haysiyetli bir iradeye, bölgesel ve küresel projelere ve bunları uygulayacak; psikolojik (manevi-imani), teknolojik, ekonomik, politik ve askeri güce sahip bulunmayan devlet ve hükümetlerin egemen güçlerin güdümünden kurtulması, bağımsız ve caydırıcı tedbirler kurgulaması imkânsızdır.

Bunun için de, seçkin beyinlere ve cesaretli bilgelere ihtiyacı vardır. Bu noktada 54. TC Hükümetinin Başbakanı Prof. Dr. Necmettin Erbakan’ın:

“Ya bütün dünyayı değiştirip düzeltecek güce, projeye ve stratejiye ulaşacaksınız, yoksa değil bir ülkede bir köyde bile bağımsız ve başarılı olamazsınız..”

Sözleri oldukça çarpıcı ve ufuk açıcıdır.

İkincisi: Sn. Hakan Fidan’ın astsubaylığının gündeme getirilmesi ise asla bu çok şerefli ve özverili mesleği tahkir etmek için değil, “Gerekli eğitim, deneyim ve birikime sahip olmadan, acaba bazı mahfillerin “Hızlandırılmış hazırlama yöntemleriyle” mi bu stratejik kurumun başına getirilmiştir? Sorusuna dikkat çekmek ve tatmin edici yanıtların verilip kamuoyunun rahatlandırılmasına yardımcı olmak maksadıyladır.

 

Avrupa Birliği’yle uyum bahanesiyle; Sınır güvenliği TSK’dan alınıp, Emniyet’e mi verilecekti?

AKP iktidarı, “Entegre Sınır Yönetimi”‘ adı altında Ordu’yu sınır güvenliği görevinden uzaklaştıracak bir “açılıma” girişmişti. Projeye alınması düşünülen personel sayısının 50 bin dolayında olduğu söylenmekteydi. İçişleri Bakanlığı’nın internet sitesinde “Türkiye’nin sınır yönetimi sistemini Avrupa Birliği’nin Entegre Sınır Yönetim Politikası ile uyumlaştırmak için Türkiye’nin yasal, idari ve teknik kapasitesinin geliştirilmesi ve güçlendirilmesi amaçlanmaktadır” denilmekteydi.

Proje, Tayyip Erdoğan imzasıyla Resmi Gazete’de 26 Mayıs 2010 tarihinde yayımlanan bir genelgeyle gündeme gelmişti. Ardından İçişleri Bakanlığı tarafından 3 Haziran’da “Entegre Sınır Yönetimi Eylem Planı Aşama 1 twinning (Eşleştirme) Projesi” başlığıyla bir toplantı düzenlendi. Toplantıya AB Türkiye Delegasyonu Başkanı Marc Pierini, AB Genel Sekreteri Büyükelçi Volkan Bozkır, İngiltere Büyükelçisi David Reddaway ve Macaristan Büyükelçisi Istvan Szabo davet edilmişti. Toplantıda konuşan İçişleri Bakanı Beşir Atalay, bakanlıkta konuyla ilgili özel bir birim oluşturulduğunu ve birimin sınır yönetimiyle ilgili çalışmaları yürüttüğünü söylemişti.

Entegre sınır yönetimi yüksek okulu

Atalay, Polis Akademisi’nde bir bölüm açılarak sınır güvenliği için üniversite düzeyinde eğitimin başladığını, bu yılda yüksek okul açılacağını belirtmiştir. Şu anda üniversite seviyesinde entegre sınır yönetimi konusunda uzmanlar yetişiyor. Bu sene, 2010-2011 ders yılında, Ankara ve çevresinde belki Hasanoğlan olacak, bir okul binası arıyoruz. Entegre Sınır Yönetimi Yüksek Okulu yapacağız, Polis Meslek Okulumuzun bir yüksek okulu tamamen bu eğitimi verecek. Sınır yönetimi uzmanları, kolluk yöneticileri yetişecek burada. Bunları yürüttüğümüz proje çalışmaları, strateji ve yasal çalışmaların bir tamamlayıcısı olarak görüyoruz. Bu konuda yetişmiş uzmanımız, elemanımız çoğalmalı.

Erdoğan’ın danışmanından emniyete yeni düzenleme

AKP Kırşehir Milletvekili ve Erdo­ğan’ın danışmanlarından Abdullah Çalış­kan, 28 Mayıs 2010 tarihinde Meclis’e, kanun değişikliği için bir teklif vermişti. Emniyet teşkilatında bir dizi değişiklik öngören bu teklifin gerekçe kısmında şöyle denilmekteydi. “…43 adet yeni ilçe Emniyet müdürlüğünün kurulması 84 yeni ilçe emniyet amirliğinin polis sorum­luluk bölgesine dahil edilmesi, mevcut yerleşim bölgelerindeki nüfus artışı ve büyükşehir belediyesi sınırlarına dahil olan jandarma sorumluluk bölgesinin polis sorumluluk bölgesine devredilmesi gibi nedenler, emniyet teşkilatının iş yü­künü ve personel ihtiyacını sürekli artır­maktadır.” Çalışkan’ın TBMM Plan ve Bütçe komisyonundan geçen kanun teklifiyle,  polis meslek eğitimine alınacaklar da yaş sınırı 27’den 28’e, askerlik hizmetinden muaf olanlarda ise 29’dan 30’a yükseltilmişti.

Polise iki yeni rütbe

Komisyondan geçen teklife göre 19 bini taşrada görev yapmak üzere 20 bin yeni polis alımı gerçekleşecekti. Sunulan kanun teklifinde bir başka dikkat çekici nokta, polise iki yeni rütbe öngörülmesiydi. “Başpolis” ve “kıdemli başpolis”. Emniyet Genel Müdürlüğü’nün belirleyeceği ihtiyaç ve kriterler doğrultusunda en az 10 yıl süreyle görev yapmış polis memurları arasından sınavla seçilecek polislerden “baş polis” seçilecekti. Altı yıl süreyle bu görevi sürdürmüş olanlar arasında da “kıdemli baş polisler” belirlenecekti.

Polis memuru sayısında AKP döneminde yaşanan anormal artış, bu yıl ‘patlama’ yaparak devam edecekti. Emniyet Genel Müdürlüğü’nce 2007-2008 döneminde 6 bin, 2008-2009 döneminde ise 11 bin polis memuru alındığı bilinmekteydi. Yeni dönemde alınacak polis memuru sayısı rekor düzeyde. 20 bindi. Entegre Sınır Yönetimi için öngörülen 50 bin personel ile birlikte Emniyet Genel Müdürlüğü’ndeki 220 binin üzerindeki personel sayısının yaklaşık 300 bini bulması şu soruyu gündeme getirmekteydi.

 

Acaba, Haçlı AB’nin ve ABD’nin dayatması ile, TSK’ya alternatif bir polis gücü oluşturularak ve özellikle sınır güvenliği polisin yetki ve görev sahasına bırakılarak, Türkiye resmen olmasa bile fikren ve fiilen Avrupa’nın bir vilayeti ve Büyük İsrail’in bir eyaleti haline mi getirilmekteydi? Recep T. Erdoğan’ın üstlendiği asli görevi olan (TC Başbakanlığı arızi ve geçici siyasi rüşvet ganimetidir) BOP eş başkanlığı da bu neticeyi hasıl etmek için değil miydi?

Yoksa her bakımdan yeterli, yetkili ve etkili bir polis teşkilatına sahip olmaktan dolayı sevinmeyen ve bununla kendini güvende hissetmeyen- sütü bozuklar hariç- bir tek vatan evladı gösterilemezdi.

 

 

 

 



[1] Milliyet, 07.03.2010

[2] Sabah, 7 Haziran 2010

0 0 votes
Değerlendirmeniz

Makale Paylaşım Sayısı: 

Yorumu Takip Et
Bildir
guest
0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments
Nail KIZILKAN

Nail KIZILKAN

YORUMLAR

Son Yorumlar
0
Yorumunuzu okumaktan memnuniyet duyarızx