YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL MENÜ

DERGİLER

Ay Seçiniz
category
69202519b27dc
0
0
6401,171,6356,117,28,27,170,98,3,144,26,4,145,113,17,6330,1,110,12
Loading....

TOPLAM ZİYARETÇİLERİMİZ

Our Visitor

2 0 8 9 4 7
Bugün : 6734
Dün : 45549
Bu ay : 859458
Geçen ay : 1371576
Toplam : 45263279
IP'niz : 216.73.216.128

SON YORUMLAR

Son Yorumlar

YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL YAZILAR

YENİ ÇIKAN KİTAPLARIMIZ

ADİL DÜNYA YAYINEVİ

Tel-Faks:

0212 438 40 40

0543 289 81 58

0532 660 12 79

Siyonist Yahudiler ve Sabatayist kesimler, İsrail’e yerleşmek istemeyen binlerce Yahudi’yi kendileri batırmışlardı.

1940’ta Romanya’dan aldığı 342 Yahudi mülteci ile İstanbul’dan geçmek isteyen Salvator teknesi karaya çıkarılmadı. Silivri’de fırtınadan batmış ve 219 yolcusu boğulmuşlardı.

Sovyetler mi, İnönü mü batırmıştı?

1941’de İstanbul sularında bir gemiye rastlandı. Struma adlı bu gemi 769 Yahudi mülteci taşımaktaydı. Gemi, Karadeniz’e çıktığında Sovyet denizaltısı tarafından veya İnönü’nün talimatıyla batırıldı.

Almanya’da Naziler 1933’te iktidara taşındı. Atatürk Almanya’ya soğuk baktığı ve beynelmilel politikada İngiltere’ye yakın davrandığı halde, Türkiye’de öteden beri Alman taraftarı güçlü bir ekip vardı. Bunların çoğu sabataist unsurlardı. İsmet İnönü‘nün de hizmetine girdiği bu ekip, CHP’ye de hâkim konumdaydı. Naziler başa gelince, hemen Türkiye’de de Yahudi aleyhtarı bir hava esmeye başladı. Hükümet sefaretlere, “Yahudilere vize vermemesi” talimatını yolladı. Hâlbuki tarafsız olduğu için, İspanya ve İsviçre ile beraber Türkiye, Yahudilerin kaçabileceği ender kapılardandı. Yahudiler, ya İsrail’e yerleşecek, ya da ölüme razı olacaklardı.

“Bizi öldürün, geri göndermeyin” yalvarışları

1939’da 860 Yahudi mülteci taşıyan Parita gemisi İzmir’e sığındı. Yolcuların “Bizi öldürün ama geri göndermeyin” çığlıkları arasında iki polis motoru gemiyi İzmir’den çıkardı. Ertesi sene Romanya’nın Köstence limanından aldığı 342 Yahudi mülteci ile İstanbul’dan geçmek isteyen 40 kişilik Salvator teknesi de karaya çıkarılmadı. Silivri açıklarında fırtınadan batmış ve 219 yolcusu boğulmuşlardı. Kurtulanlardan 63’ü geri yollanmıştı. Kalanı başka bir gemiyle Filistin’e ulaşmıştı. Ölüler soyulduktan sonra Silivri’ye gömülme izni çıkmıştı. İsmet İnönü ve sabataist cuntanın hedefi, Avrupa ülkelerindeki ve Türkiyedeki Yahudileri İsraile göçe zorlamaktı.

Bu faciadan sonra hükümet azami 4500 mülteci kabulüne sıcak baktı. Ancak aynı sene ülkedeki bütün gayrimüslimler entegre maksadıyla tekrar askere alındı. Terhis olunanlar Varlık Vergisi felâketiyle karşılaştı. Ödeyemeyenler Aşkale’ye sürüldü. 18 Haziran 1941’de Türk-Alman Dostluk Anlaşması imzalandı. Alman taraftarları bayram ediyordu. Türkiye, Alman istihbarat faaliyetlerinin merkezi olarak Nazilere hizmet veriyordu.

Struma faciası

15 Aralık 1941’de İstanbul sularında bir gemiye rastlandı. Struma adlı bu gemi 300 çocuk ve 200 kadın olmak üzere 769 Yahudi mülteci taşımaktaydı. Naziler Romanya’da 4000 Yahudi’yi katledince, ülkedeki Yahudiler kaçmaktan başka çare bulamamıştı. Panama bandıralı bir Bulgar gemisi bunları almıştı. 74 yaşındaki Struma’nın, 100 yolcu kapasitesi vardı. Geminin ilanlarında Queen Mary transatlantiğinin resmi kullanılmış ve yolculardan 1000 $ ücret alınmıştı. Gemiye binerken polisler üzerlerindeki kıymetli şeyleri de soymuşlardı. Gemiye binince kandırıldıklarını anlamasınlar diye,  esas geminin açık sularda beklediğini söyleyip kandırmışlardı. Gemide sadece bir tuvalet ve dört lavabo vardı. Su denizden alınıyordu. Üç günde bir çay ve yiyecek olarak herkese bir portakal ile biraz fıstık ve şeker dağıtılmıştı. Portakal sandıkları yakılarak ısınılıyordu. Cankurtaran ve can yeleği kâfi miktarda yoktu. Yangın söndürme ve telsiz çalışmıyordu. Aydınlatma motoru arızalıydı.

İstanbul Boğazı’na gelindiğinde geminin motoru çatladı. Gemi Sarayburnu açıklarına demirlemek zorunda kaldı. İnsanların gemiden ayrılması ve resmî vazifeliler dışında karaya çıkılması yasaklandı. İstanbul Yahudileri bin bir zorlukla hükûmetten izin alıp 10 gün sonra gemiye yiyecek taşıdı. Kaptan yolcuları indirip Bulgaristan’a dönmek istiyor; İngiltere ise Siyonist Yahudilerin sıkıştırmasıyla, Filistin’den başka bir yere gitmek isteyen Yahudi yolcuları göndermemesi için Ankara’ya baskı yapıyordu. İngiltere sadece 28 çocuğa izin verdi. Ama Ankara Siyonistlerin talimatıyla bunların inmesini kabul etmedi. Böylece 62 gün geçti. Gemiye Karadeniz’e çıkma emri verildi. Yolcular güverteye “Yahudi mülteciler” yazılı bir pankart ve “Bizleri kurtarınız!” yazılı beyaz bir bayrak açınca, 200 polis gemiye çıkarak tekme tokat güvertedeki yolcuları ambara kapattı. Geminin çıpası kesilerek Karadeniz’e çekildi. Yolcular gemi uzaklaşırken “Yaşasın Türkiye Cumhuriyeti! Kurtarın bizi!” yazan beyaz bir çarşaf açtılarsa da artık nafileydi.

Gemi Boğaz’dan 23 mil açığa çıkmıştı ki 24 Şubat 1942 gecesi kominist Siyonistlerin güdümündeki bir Sovyet denizaltısı tarafından batırıldı. Gemiyi bir daha mülteci gelmesini önlemek üzere Türklerin batırdığı da konuşulup yazıldı. Nitekim kurtarma çalışması yapılmamıştı. Geminin mayına çarptığı da rivayet olundu. Yolcuların bir kısmı patlama ile, bir kısmı da soğuk sularda donarak ölüyordu. 769 yolcudan sadece 19 yaşındaki David Stoilar‘ın kurtulduğu anlaşıldı. Genç ilk geceyi fenerde istirahat ederek geçirdi. Sonra askerî hastaneye götürülerek burada bir hücrede üç gün polis nezâretinde tutulup sorguya çekildi.
Gemiden başka kurtulanlar da vardı. Gemi Karadeniz’e açılmadan Mobil’in Romanya müdürü Martin Segall ile eşi ve iki çocuğu Vehbi Koç’un tavassutu sayesinde karaya çıkarılmıştı. Bir de kanama geçiren hamile bir kadın, Balat Yahudi Hastanesi’ne yatırılmıştı. Demek ki Vehbi Koç ve Sabataist cunta isteseydi hepsini kurtaracak konumdaydı.

Hükûmet, “faciadan sorumlu olmadığını, kanun dışı yollardan ülkeye girmek isteyenleri engellemekten başka bir şey yapmadığını” açıkladı. 1943’de Nazilerin işgalindeki Bulgaristan‘dan kaçan ve Filistin’e gitmek istemeyip başka ülkelere sığınmayı planlayan 20 bin Yahudi Türkiye’ye sokulmamıştı. Yunanistan Yahudileri de Nazi işgali müddetince Türk hükûmetinin kuracağı bir kampta yaşamayı teklif ettilerse de, Ankara yanaşmadı. Siyonist Yahudilerin güdümündeki İsmet İnönü, Avrupa ve Rusya’dan gelen Yahudilerin İsrail’in kurulması için Filistin’e yerleşmelerini şart koşmaktaydı.

Satılan vatandaşlık vesikaları

Harb esnasında yurt dışında yaşayan 3000 kadar Yahudi asıllı Türk vatandaşı “Kurtuluş Savaşı’na katılmamak” ya da “Beş yıldan fazladır konsolosluğa uğramamak” gibi gerekçelerle vatandaşlıktan çıkarılmıştı. Bunlardan sadece 114 tanesinin Türkiye’ye gelmesine izin çıkmış ve böylece genositten kurtulmuşlardı. O sıralarda pasaport teslimi karşılığında konsoloslukların verdiği Türk vatandaşlık vesikaları karaborsada kapışılmıştı. Bununla beraber bütün harb müddetince Türkiye 17 bin Yahudi’nin Filistin’e göçüne imkan sağlamıştı. 1990’larda Struma Faciası’nın dokümanter filminin çekilmesine ve dışişleri arşivinde araştırma yapılmasına fırsat tanınmamıştı. Yani Siyonistler, Büyük İsrail hedefine hizmet etmeyen Yahudilere bile asla acımamıştı.

Önce Masonluktan başlamak lazımdır.

Çünkü Masonluk; siyonizmin, yani Yahudilerin şeytani hakimiyet projelerinin, farklı ülkelerdeki karakollarıdır. Masonluk dinsizlik ve Darwinizm temelli, ama hitap ettikleri halkları ürkütmemek için kendilerini gizleyen münafık karakterli hıyanet ocaklarıdır. Mustafa Kemal Masonların işte bu şerli ve kirli mahiyetlerini fark ettiği için Localarını kapatmış ve faaliyetlerini yasaklamıştır. Ama bu cesaretli ve ferasetli girişimi, Onun gizlice ve tedricen zehirlenip öldürülmesine yol açmıştır.

Arkasından TBMM 1. dönem milletvekilliğinde bulunan, Sağlık Bakanlığı yapan ve Lozan anlaşmasına Türkiye 2. delegesi olarak katılan ve Atatürk’ün milli ve manevi hedeflere yönelmesi üzerine Ona cephe açan ve “Hayat ve Hatıratım” diye üç cilt kitap hazırlayıp, akla ve ahlaka aykırı iftiralarla Mustafa Kemal’i karalamaya çalışan ve bu arada doğruculuk taslamak için, hanımının kendisini nasıl aldattığını ve hangi rezalet ve melanetlere katıldığını da aktaran Dr. Rıza Nur da, 24 Aralık 1923 tarihinde İstanbul Murat. Muh. Mahfelinde 43. Mat. Numarasıyla takris edilip Masonluğa katılan bir adamdır. Bugün de AKP’siyle, muhalefetiyle, “dinsiz”iyle, “dinci”siyle (din istismarcısı ile) maalesef Türkiye Masonların kuşatması altındadır.

Channel 4’teki belgesel ve Türkiye’deki “seçilmiş” Yahudi uşakları!

İngiliz Channel 4 televizyonu “İngiltere’deki İsrail lobisi”yle ilgili bir belgesel yayınlamıştı. İlginç ve önemli ayrıntılar yer almıştı. Biz şöyle özetleyelim:

  • Channel 4’e göre İngiltere’deki Yahudi lobisi sistematik bir şekilde bazı siyasetçileri maaşa bağlamış, para veriyormuş.
  • İsrail lobisi bazı milletvekillerinin seçim kampanyalarına finansal destek sağlıyormuş. Mesela “İsrail’in Muhafazakâr Partili Dostları” isimli lobi grubu ana muhalefetteki Muhafazakâr partiye son 8 yılda 10 milyon sterlin kaynak aktarıyormuş.. 
  • Yine belgesele göre BICOM Britanya-İsrail Medya Araştırma Merkezi oluyormuş… Bu kuruluş;  İngiliz basınındaki İsrail haberlerini tarıyor ve İsrail’i eleştiren gazetecileri hemen “Antisemitik” yani, “Yahudi düşmanı” olmakla suçluyormuş.

Şimdi Türkiye’de maaşa bağlanan siyasetçiler ve gazeteciler acaba kimler oluyordu?

Ya da İngiltere’deki BICOM’un Türkiye’deki işini kim yapıyordu?

Aynı belgesele göre; “İsrail lobisi, bazı İngiliz gazetecileri tüm masraflarını karşılayarak İsrail’e götürüyor ve geziden sonra bu gazetecilerin tamamı İsrail lehine yazılar yazmaya başlıyormuş!”

İşte burası Türkiye’ye cuk oturuyordu. Çünkü İsrail, Türkiye’den de bazı seçilmiş gazetecileri her yıl düzenli olarak Tel Aviv’e götürüyordu. Bu senenin İsrail gözdesi gazetecileri ise: Hürriyet’ten Barçın Yinanç, Habertürk’ten Ahu Özyurt, CNNTürk’ten Hande Kolçak Köstendil, Milliyet’ten İpek Yezdani, Akşam’dan Oray Eğin, Zaman’dan Celil Sağır, Kanal1’den Neptun Eken, TRT’den Savaş Genç oluyordu!..

Bu gezilerin ne kadar etkili olduğunu ise Oray Eğin gösteriyordu. Döner dönmez, yazısına; “İsrail’le aramızı kim bozuyor?” başlığını atıyordu. Köşesine bastığı fotoğraf ise ağlama duvarındaki kippalı resmi oluyordu…[1] Bu Gazetelerin kimisi iktidar yanlısı, kimisi AKP karşıtı… Bazısı solcu, bazısı sağcı… Bazısı da Zaman gibi İslamcıydı… Ama görüyorsunuz hepsi İsrail’e bağımlı, hepsi Siyonizmin uşağıydı!. 

Şemdinli Jandarma Hudut Tabur Komutanı olarak PKK görünümlü Amerikan ve Yahuda (İsrail) güçleriyle defalarca ve kahramanca göğüs göğüse savaşan, TSK Liyakat Madalyası taşıyan, milli ve haysiyetli tavırlarıyla gönüllerde taht kuran E. Albay Erdal Sarızeybek’in şu satırlarına kulak verelim:

“Yahuda”yı tanımayanların, bütün çabaları boşunadır!

21 Ekim 2007 sabahı acı bir haberle uyanmıştık; teröristler bir taburumuza saldırmıştı. Irak’tan gelmişler ve yine Irak’a kaçmışlardı. Dağlıca’da Mehmetçiğe yapılan saldırı bizi yaralamış, gururumuzu kırmıştı. Bunlar, PKK değildi, ABD değildi; bir Yahuda[2] operasyonuydu, ama anlayamamıştık. Mehmetçikle milleti arasındaki bağları kırmak istiyorlardı, onun için yapıldı bu saldırı, İsrailli Yahudanın hain eli Mehmetçiğe Dağlıca’da uzanmıştı. Sekiz Mehmetçik sözde esir alınmış, Türk ulusu ile esaret, Mehmetçikle korkaklık kavramları yan yana getirilmişti, kavrayamadık.

Yahuda Gücü’nü[3] arkasına alan medya bu olayı aylarca gündemine taşımıştı. İhanet ile Mehmetçik yan yana anılmaya başlandı, ta ki Genel Kurmayın müdahalesine kadar. Basın ve yayın organlarında: 21 Ekim 2007 tarihli Dağlıca saldırısı sonrası gelişen olaylar hakkında çok sayıda haber ve yorum yer almakta ve yoğun bir tartışma ortamı yaratılmış bulunmaktadır. Bu ve benzer olayları kullanarak Türk Silahlı Kuvvetlerini yıpratmayı, onun terörle mücadele gayretini karalamayı ve Türkiye Cumhuriyetinin temel ilkelerine sahip çıkmadaki kararlılığını aşındırmayı düşünenlerin çabaları boşunadır.”[4]

Aslında bu operasyonlar ilk olarak 4 Temmuz 2003’de başladı. Irak’ın Süleymaniye’sinde Amerikalı askerler, Özel Kuvvetler Komutanlığına mensup 11 Mehmetçiği gözaltına aldı. Barzani Peşmergelerinin gözetiminde başlarına çuval takıldı. Yer gök delinir sanmıştık, ama olmadı, siyasi ve askeri yetkililerden tıs çıkmadı. ABD’ye nota verin, diye haykıran seslere Başbakan, bu müzik notası değil, diyecek kadar milli duygularımıza uzaktı, acımızı yüreğimize gömdük. Ardından, Genel Kurmay eski Başkanı Orgeneral Hilmi Özkök, “yolsuzluk” adı altında soruşturmalar başlattı. Yüzlerce Mehmetçiğin ifadeleri alındı. Yargılandılar. Çoğu beraat etti, ama askeri gücümüzün temeli olan disiplin zaafa uğratılmıştı, farkına varamadık. Durmak bilmedi bu operasyonlar; Deniz Kuvvetleri eski Komutanı Oramiral İlhami Erdil basına açık bir yargılama sonucu mahkûm edilerek cezaevine tıkıldı. Medya bu olayı kamuoyuna “Ordu-Yolsuzluk-Esaret-Korkaklık” temaları şeklinde yansıttı, ama biz gerçeği yine göremedik uyanamadık. Vurulan Mehmetçik’ti, Orduydu; vurulan Türk milletinin onuruydu, gururuydu nedense hiç tınmadık!?

Bugünün dünden farkı yok inanın, değişen bir şey yok. Her yanımız tehdit altında, hepimiz görüyoruz, ama müdahale edenimiz yok, sesini çıkaranın boynunu vuruyorlar sanki!

Aslında 12 Nisan bir dönüm noktası olmuştu bizim için. Genel Kurmay Başkanımız bekamıza yönelik yakın ve ağır tehditleri bir bir sıralamıştı:”Bugün PKK’yı Kuzey Irak’tan, Kuzey Irak’ı Irak’ın bütününden ayrı düşünerek çözümler üretemezsiniz, hepsi birbiriyle organik ilişki içinde. Şu soruyu bana sorabilirsiniz: ‘Peki Kuzey Irak’a bir operasyon yapılmalı mı?’ Evet ve elbette yapılmalı. Olayın iki boyutu var. Birincisi sadece asker olarak baktığım zaman, evet yapılmalı. Fayda sağlar mı? Evet, sağlar. Olayın ikinci boyutu, si­yasi olaydır. Bir hudut ötesi operasyon yapılması için bir siyasi ka­rarın ortaya çıkması lazım. TSK, yasal zeminde görev verildiğinde bu operasyonları yapma gücüne fazlasıyla sahiptir.”[5]

Tehdit Irak’taydı. Yakındı. Yanı başımızdaydı. Tehdit, PKK’yı aşmış, bekamıza yönelmişti artık. Üstelik TBMM’ne, hükümete ve siyasilere bu tehdidi duyuran Genel Kurmay Başkanıydı. O temiz saflığımızla gene beklemeye başladık. Bekledik ki, yer sarsılsın, gök sarsılsın, hesap sorulsun! Ama ol­madı, sarsılan biz olduk, sarsılan gururumuz ve onurumuz oldu. Aldırmadılar endişelerimize, çocuklarımızın geleceğinden duy­duğumuz kaygılarımıza aldırmadılar. Medya bu olayı olası se­çimlerin ardına gizledi, “özde ve sözde” deyişi ardına gizledi, biz yine gaflet uykusundaydık. Hükümet de üstüne almadı hiç. Sanki her şey güllük gülistanlıktı sanki ülkemiz, karakolumuz, Mehmedimiz güvendeydi.

Aslında bu oyunu bize 15 yıl önce de oynamışlardı, Irak’a harekât yapalım, diyen o zamanların genç binbaşısını, “tehdit Irak’ın kuzeyinde”, diyen binbaşısını dinlememiş, üstelik gülüp geçmişlerdi bugünkü zihniyetin artçıları. Onlar güldü, biz yüzlerce şehit verdik! Onlar güldü, ama biz ağladık!

Bugünün dünden farkı yok artık. Tehdit açık, tehdit yakın, tehdit ağır. Ama gene kimse üzerine almıyor, aldırış etmiyor, sanki bu vatan onların değil, sanki bu şehit evlatlarımız yabancıların çocukları…

Kim düşürüyor bizi bu hallere kim, aklınıza gelmiyor mu bu soruyu sormak?

 

ABD Yahuda’nın Jandarmasıdır!

Şimdi sözde harekât yaptırıyorlar Mehmetçiğe, hem de Amerikan ve Yahuda istihbaratıyla, yalan bunlar, bir oyun bu! Dağdakileri zorluyorlar Barzani’ye gitsin diye, PKK’nın yeni lideri Barzani artık! Dağdaysanız terörist, yerdeyseniz Peşmergesiniz artık, hem de Barzani’nin himayesinde! Bakın İmralı’da yatan bölücü başının kardeşine, Yahudi Barzanilerin Peşmerge ağalarından gelin getirip düğün yapıyordu düğün! Bir zamanların terörist başı şimdi Peşmerge damadı oldu, Yahuda medyası bunu ballandırarak aktarıyor!

“ABD Türkiye ile istihbaratı paylaşacakmış, PKK müşterek, düşmanmış, Başbakanın terörle mücadele kararlılığı kesintiye uğramayacakmış…” yalan tüm bunlar, palavra! Bakın bir hava harekâtlarına, haritayı elinize alın ve de yakından bakın, uçaklarımız nereyi bombalıyor: Hakurk ve Basyan! Neresi bunlar? Biri Şemdinli’nin hemen güneyi, diğeri de hemen batısı! Yani teröristler bize bir nefes kadar yakın ve üstelik kaçanı da yok, kimden cesaret alıyor bunlar?

12 Nisan’dan beri bunları buraya yerleştiren kim? Bunlara cüret veren kim, ücret veren kim? İsrail bu hıyanet ve cinayetlerin neresinde? Niye sorunların gerçek çözüm anahtarı olan bu soruları etkili, yetkili ve etiketli işbirlikçiler hiç tartışmazlar!

Artık bizim için hakikat şudur; ABD Irak’ı işgal etmiş ve parçalamıştır. Kuzeyde Kürt devleti kurulmuş ve Büyük Kürdistan’ın temelleri atılmıştır. Ayrılıkçı güçlerin yeni lideri Barzani olmaktadır. İsrail bu projenin arkasındadır. PKK’nın yerini (KCK, BDP güdümlü sivil) toplumsal olaylar alacak, demokrasi adına insan hakları adına vatanımız ve halkımız parçalanacaktır.

Sinan Çetin gibi nesebi belirsizler, hem de Büyük Millet Meclisinde: “Kendi çocuklarımızı, T.C. kimlik cüzdanı taşıyanları öldürüyoruz. Dışarıda kendi vatandaşıyla savaşan bir ülke görüntüsü veriyoruz” diyerek TSK’yı zalim, PKK’yı mazlum gösterebilme cesareti de buradan kaynaklanır. Çünkü Mason ve Yahudi Celal Bayar ve Adnan Menderes’in yaptırdıkları Meclis binası bile Yahuda sembollerini barındırmaktadır.

Evet, TBMM binasında çok sayıda Masonik simge yer almaktadır. Bunları tesadüf sanmak saflıktır.

Milli Gazeteden Mustafa Yılmaz “Dul Kadının Oğulları” kitabında; dönemin Meclis başkanı Abdulhalik Renda’nın ve gâvur mimarının Mason olduklarını belgeleriyle yazmıştır. Özellikle taban döşemelerindeki mermerlerde onlarca Masonik sembol bulunmaktadır.

PKK milisleri çaresiz halkımızı meydanlara salacak, Masonik medya demokratikleşme ve özgürlük davulları çalacak.. ABD ve AB PKK ile masaya oturun diye bastıracaktır!

Vakit hiç de geç değil, aklımızı başımıza alıp bu sinsi ve Siyonist girişimlere dikkatle bakarsak Irak Kuzeyinde kurulan Barzani Yahudi Kürt devletinin; bizim için bir sonun başlangıcı olacağını anlayacağız. İhanete göz yummak, demokrasi değil, insan hakkı değil; açılımlar hıyanet alçaklığının gizlenen adımlarıdır. Niye kimse görmek istemiyor? Böyle bir devletin Yahudi-Kürt devleti olacağından niye kimse söz etmek istemiyor? Elimizde bir Türk Cumhuriyeti kaldı 1923’lerin. Onu da savunmakta zorlanıyoruz bugün. Böyle gidersek eğer bir gün o da kalmayacak!

Bugünün dünden farkı yok değil, elbet var. Düşman artık sadece topla tüfekle saldırmıyor; ekonomik yönden işgal ediyor, yönetimi ele alıyor,  Yahuda’nın operasyonları çok yönlü sürüyor.

Bugünün, Osmanlı’nın son döneminden farkı yok değil, elbet var. Kurtuluş savaşındaki gücümüzü oluşturan Müslüman Türk kimliğimize saldırıyorlar şimdi. Mehmetçiğe, Milli gücümüze, manevi değerlerimize dinamit koyuyorlar. Ve hepsi, Büyük İsrail İmparatorluğu hayali ve BOP hilesiyle Yahuda tarafından tertipleniyor. ABD ve AB ülkeleri de, PKK ve Barzani Peşmergeleri de, AKP ve Fetullah Gülen İşbirlikçileri de Yahudaya hizmet ediyor.

BOP Eşbaşkanları, Yahuda’nın uşaklarıdır.

Bugün farklı artık dünden, düşmanımızı bugün tanımak daha zor, çünkü içimizde, kimin Yahudanın uşağı olduğu anlaşılmıyor!

Büyük Orta Doğu Projesinin ardında İsrail bulunuyor. İsrail’in yürüttüğü bir savaştır bu; iki bin yıllık bir rüyanın günümüz tarihine atılmış ilk adımıdır, var ya da yok olmak arasında geçen bir ölüm kalım savaşı veriliyor. Bu toprakları Yahuda’ya altın tepsi içinde mi sunacağız? Kimse bilmiyor mu; gün gelecek ABD gidecek bu diyarlardan, geriye Yahuda Gücü ve AB siyaseti kalacak, bir de biz. Karar veriniz o zaman, mademki tetiği ilk çeken kazanıyor bu devir de, tetiği kim ilk çekecek, son harekât için bir adım ileri kim atacak? (Millilerle işbirlikçileri, Müslümanlarla Masonları, İsrail uşaklarıyla Türkiye sevdalılarını, halkımız ve stratejik kurumlarımız ne zaman biri birinden ayıracak?)

Irak’ın işgali bizim için hayati bir tehlikedir; hükümet ses çıkarmasa da siz bilmek zorundasınız. Yahuda’nın Filistin ve Kudüs’ü işgali tarihi bir tehdittir. Tayyip Bey hiç sesini çıkarmasa da siz bunun farkına varmalısınız. Barzani’nin Musul ve Kerkük’ü işgali de önemlidir, hiç sözü edilmese de, bu konular üzerinde kafa yormalısınız! Barzani’nin kuzey Irak’ta Kürt devleti kurması da Kıbrıs’taki Rumların AB üyesi bir devlet olması da, KKTC’nin İsrail üssü yapılma hazırlıkları da; Hazar etrafındaki Türk devletlerinin küresel emperyalizmin kölesi yapılma çalışmaları da bizim için önemli ve hayati konulardır. Hayati konular bunlar bizim için, geleceğimiz için, bekamız için hem de çok önemli konular, susmakla tehdit yok olmuyor, bilmelisiniz artık.

Bizi yönetenler kayıtsız, beyinleri bunalan toplum kesimleri kaygısız!? Marazlı medya, İsrail’e taraftar, Milli değerlerimize saygısız… Siyonist İsrail ve Yahuda’nın bu şeytan projesini bozacak tek güç var Ortadoğu’da, o da; Müslüman Türk ulusu ve Kahraman Türk ordusu, şimdi bunlar yaralanmaya çalışılıyor, hayâsız ve pervasız!

Tehdit açık ve yakın, kör gözler bile görür oldu artık. Eğer ki bir adım ileri atmak istesek, tarih tekerrür edecek ve müslüman Türk varlığını yok etmek isteyen Siyonist güdümlü Haçlı zihniyeti bin yıllık emelini gerçekleştirmek için hücuma kalkışacaktır.

Şimdi karar zamanı; ya yurdumuza, ordumuza ve Milli-manevi onurumuza sahip çıkacağız  ya da bu toprakların yavaş yavaş elimizden çıkmasına engel olamayacağız.. Bu yok oluşu görmek istemiyorsak eğer, hala ayakta duran milli güçlerimizle kucaklaşıp kaynaşacağız. Gelecekten çocuklarımıza güçlü ve güvenli bir ülke bırakmak istiyorsak hemen dirilip, derlenip toparlanacağız, halkımızla, inancımızla barışıp doğrulacağız… Ve tarihin seyrini değiştirecek çok talihli bir adımla, Aziz Atatürk’ün “Yurtta barış, dünyada barış!” hedefini ve hayalini yani, ülkesindeki, bölgesindeki ve dünya genelindeki zulüm ve dengesizlikleri giderecek güçlü ve güvenilir Türkiye’yi yeniden kuracağız!.

 

Bir millet bağımsız yaşamıyorsa ölüm daha hayırlıdır!

Günümüz Türkiye’sinde yok edilmek istenen iki hedef vardır; biri Müslüman Türk unsuru, diğeri ise Türk ordusudur. Mehmetçik bizim ülkemizde hem Türk ulusunun hem de Türk ordusunun sembolüdür. Bu sembol Türk’ün varlığını, bağımsızlığını ve bekasını temsil eder.

Yüreğimizdeki yaralara derman olur umuduyla yazdım bu kitabı. Sizlere Mehmetçiği anlattım, kahramanlığını, cesaretini, bile bile ölüme gidişini Türk ulusu için, Türk yurdu için, Türk’ün ilelebet varlığı için. Bir avuç isimsiz kahramanın İran’daki PKK inlerini nasıl vurduğunu anlattım, onlarla gurur duymanız için. Buna ihtiyacımız var, Mehmetçiğin kahramanlık destanlarını duymaya her zamankinden çok ihtiyacımız var, geleceğe umutla bakabilmemiz için.

Son günlerde moda olan “anlık istihbarat, müşterek düşman” oyununun ardındaki gerçekleri anlattım. Bunun bir Yahuda oyunu olduğunu gözler önüne sermek istedim. Henüz vakit varken harekete geçmemiz gerektiğini, Türk ulusunun ve yurdunun bekası için bunun şart olduğunu anlattım.

Önemli olan yaşamaktır, ama huzurlu, onurlu ve de bağımsız olarak yaşamak, çocuklarımızın yarınlarından endişe duymadan yaşamak!

Mustafa Kemal’in Büyük Nutkunun ilk satırlarını bir hatırlayınız:

“Temel ilke, Türk milletinin haysiyetli ve şerefli bir millet olarak yaşamasıdır. Bu ilke, ancak tam istiklâle sahip olmakla gerçekleştirilebilir. Ne kadar zengin ve bolluk içinde olursa olsun istiklâlden yoksun millet, medeni insanlık dünyası karşısında uşak olmak mevkiinden yüksek bir muameleye layık görülemez.

Yabancı bir devletin koruyup kollayıcılığını kabul etmek insanlık vasıflarından yoksunluğu, güçsüzlük ve miskinliği itiraftan başka bir şey değildir. Gerçekten de bu seviyesizliğe düşmemiş olanların, isteyerek başına bir yabancı efendi getirmelerine asla ihtimal verilemez.

Hâlbuki Türk’ün haysiyeti, gururu ve kabiliyeti çok yüksek ve büyüktür.

Böyle bir millet esir yaşamaktansa yok olsun daha iyidir!”

Esir olmak istemiyorsak eğer, bir adım ileri atacağız, vakit henüz geç değil…”[6]

Kozmik aramanın asıl hedefi orduyu hırpalamaktı!

Özel Kuvvetler Komutanlığı’nın Ankara seferberlik Bölge Başkanlığı’nda üst üste yapılan “kozmik” aramaların beş hedefi olduğu anlaşılmıştı:

1-    TSK’nın topyekûn savunma programlarının deşifre edilmesi

2-    TSK’nın Irak’ın kuzeyine yönelik planlarının ele geçirilmesi ve engellenmesi

3-    TSK komuta kademesi içinde güvensizlik oluşturup bir birine düşürülmesi

4-    Ordunun özgüveninin sarsılıp zedelenmesi

5-    TSK’nın itibarının sıfıra indirilmesi

Şamanist kafalı, İslam düşmanı, Haçlı Avrupa hayranı Nihal Atsız’ın evladı ve Star Yazarı Yağmur Atsız’a göre Türkiye’nin en büyük kamburu TSK imiş.. Ve mutlaka bertaraf edilip hizaya getirilmeliymiş:

Memleketin beş kamburu

Türkiye’nin bir 21. Yüzyıl ülkesi olabilmek için behemehal sırtındaki beş kamburdan kurtulması “elzem”dir:  ASKERİYE, ADLİYE, MÜLKİYE, İLMİYE ve NEŞRİYE!  Maksadım şu halleriyle devleti devlet olmaktan çıkarmış bulundukları bilincini yaratmak ve onların yük olmaktan çıkmasına katkıda bulunmak. Çünkü bu devlet yıkılırsa enkazın altında HEPİMİZ kalacağız.

ASKERİYE – TSK on yıllardır Avrupa’nın en tehlikeli vurucu gücüdür. Bu tehlike onun “caydırıcılığı”ndan değil nereye toslayacağının belli olmayışından ileri gelmektedir. Bu silahlı gücün muhtelif kademelerinde “Yeniçeri Rûhu” bütün canlılığıyla yaşamaktadır. 1876’dan bu yana uygulamalı veyâ planlama safhasında kalmak üzere on beş den fazla darbeden ve 41 senede (1877-1918) beş buçuk milyon kilometrekarelik bir imparatorluğun, yaklaşık üç milyon can kaybıyla 780.000 kilometrekareye düşmesinden sorumludur. Şiddetli bir disiplin problemiyle malûldür…”

İşte bu melun Yahuda’nın en büyük kuşkusu ve korkusu olan, bu yüzden bütün Milli Görüş partileri yasaklanan ve milli projeleri askıya alınan Prof. Dr. Necmettin Erbakan Hoca, bu tarihi diriliş ve direniş için şunları haykırmaktadır:

“Cihatsız; izzet, hürriyet ve devlet olmayacaktır.

Cihat: Emribil maruf-Nehyi anil münker yapmaktır. Yani Hayrı emretmek ve yürütmek; Şerri yasaklamak ve ortadan kaldırmak için gerekli şartları, imkân ve iktidarı hazırlamaktır. Cihat Siyonist Yahudi Lobilerinin, ABD ve AB’nin sinsi ve gayri insani hedeflerini anlamak ve boşa çıkarmak üzere, bütün gücümüzle çalışmaktır.

Bu dönemde neden her zamankinden daha fazla çalışmamız şarttır?

Çünkü, İşbirlikçi iktidarın uyguladığı Haim Nahum doktrini ile Türkiye, İsrail’e vilayet yapılmaya uğraşılmaktadır. Allah Muhafaza, eğer buna engel olmazsak, ülkemiz parçalanacak, devletimiz dağılacak ve geleceğimiz kararacaktır.

Türkiye merkezli yeni ve adil bir medeniyetin kurulması, Yeniden büyük Türkiye ve Yeni bir dünya hedefine ulaşılması ve tüm insanlığın Siyonist emperyalizmin kıskacından kurtarılması için bu dönemde her zamankinden daha fazla çalışmamız lazımdır.

Yahudi Haham Haim Nahum’un milletimizi ve ülkemizi bitirme doktrini şu şeytani esaslara dayanır:

1-Türkleri aç bırakacağız

2- İşsiz ve güçsüz koymak için, sınaî ve zirai kalkınmasına engel olacağız

3- Borca esir edip kendimize mahkûm, mecbur ve muhtaç konuma sokacağız

4- Dininden uzaklaştıracağız; İslami şuurdan ve ahlaki onurdan koparacağız

5- Bölüp parçalayacak, birbirlerine düşman gruplara ayıracağız

6- Böldüklerimizi birbiriyle çarpıştıracağız

7- Böylece yumuşak lokma yapıp İsrail’e vilayet yapacağız

Siyonizmin alt kuruluşları ve İsrail’in gönüllü hizmetkârları olan Masonların haksız ve ahlaksız saplantıları!

“Psikoloji ve metafizik din etkisinden kurtuldu. İnsan ruhunun beyin kabuğunun özel fonksiyonu olduğu anlaşıldı ve saptandı. Maneviyat ve uhrevi hayat gerçek değildir.”

“Ruh bir gerçektir, bir realite (se’niyyet)dir. Onu, eşyayı görür gibi görmemiz gereklidir. Ruh, beyindeki özel hücrelerin fonksiyonundan oluşan bir şeydir.”

“Belirli beyin hücrelerinin özel fonksiyonu olan ruh, ölümden sonra kalıcı (ebedi), ölümsüz değildir.”

“Masonluğun kabul ettiği bilim verisi ruh, bedenin ölmesiyle beraber ölür, yani ölmezlik vasfına haiz değildir. Masonluğun, “ruhun ölmezliği” gibi, henüz halledilmemiş, bir problemi, benimsemesine imkân görmüyoruz.”[7]

Materyalistlerin görüşleri:

“Bilincimiz ve düşüncemiz, bize ne derece aşkın (transcendante) görünürse görünsün, maddesel, cisimsel bir varlık olan beyin ürününden başka bir şey değildir.”

“Ruh, maddenin yüksek bir ürününden başka bir şey değildir.”

“Yaşamın diyalektik kavranışı bundan başka bir şey değildir. Ama bunu bir kez anlayan kişi için, ruhun ölümsüzlüğü ile ilgili bütün sözler değerini yitirir.[8]

Masonların Allah’ı ve Ahiret hayatını inkârı!

Masonların ahlâk anlayışını kendi eserlerinden inceleyelim:

“Cennet ve cehennem tasavvurunun telkin ettiği bencil ümit ve korku, ahlâkı ifsat etmektedir… Ümit ve korku ile yapılan iyilikte, faziletin nüvesi bulunabileceğini iddia etmek, bilgi ve akıldan nasip almamak demektir”[9]

Mason Dergisi’nden alınan bu izahta cennet ve cehennem inancı reddedilerek ahlâkın din ile birlikte bir anlam ve bütünlük teşkil etmediği savunulmaktadır. Masonlara göre ahlâklı olmak için dine ihtiyaç yoktur. Ahlâkın kaynağı olan din, onlara göre, ümit ve korku zorlamasını getirmektedir ve dindar bir kimsenin ahlâkında fazilet yoktur. Bunun aksini söyleyenler ise akılsız olmakla suçlanmaktadırlar. Buna benzer bir izaha Türk Mason Dergisi’nin başka bir sayısında rastlamaktayız:

“Ruhun ölmezliğine inanmak imgeye (hayale) kapılmaktır. Zaten ruhun ölmezliği bize gerekli değildir. Böyle bir inanç bizi ancak korku ve umut ahlâkına götürür.”[10]

Burada aynı anlamda ruhun ölümlü olduğu savunulmaktadır. Ahlâk konusundaki mason düşünceleri ile piyasaya belli bir kesimin “cinsel ihtiyacını” karşılamak için sürülen ve gerçekte cemiyet ahlâkını ifsat eden bir dergideki izahlar tesadüf olamayacak derecede paralellik göstermektedir:

“Tamam, artık her şeyi biliyorsunuz. Ölümden sonra yaşam olabileceğini düşünmeyin, analığın kutsallığına kanmayın, cinselliği yasaklamayın.”[11]

Bu derginin mensubu bulunduğu yayınevinin kurucusu masondur.

Bu sebeple, böyle bir dergi masonların ahlâk görüşlerini tabii ki tamamıyla yansıtmaktadır.

Masonların görüşlerine zıt olarak Allah (cc)’ın teklif ettiği şekilde din ahlakını yaşayanlar ise Mason Dergisi’nde şöyle nitelendirilmektedir:

“Ahlak kaidelerine gelince: Bu kaideleri yalnız din disiplini altında benimsemek için insanın fikirden yoksun olması, yani duygusuz ve cahil olması icap eder.”[12]

Şimdi soralım: Siyonizmin ve küresel emperyalizmin kuklaları olan siyasi, askeri ve bürokrasi masonları; Türkiye’nin mi, yoksa ABD ve İsrail’in mi çıkarlarını kollayacaktır?



[1] Kulis Ankara / Milli Gazete

[2] Yahuda: Hz. Yakup’un dört oğlundan biri. Hz. İshak’ın oğlu Hz. Yakup Harran’da Lea ile evlendi. Dört oğlu oldu: Ruben, Şimon, Levi ve Yahuda.. Bkz: Eski Ahit(Tekvin).

[3] Yahuda Gücü: Hz. Yakup oğlu Yahudaya şöyle seslenir:  “Ey Yahuda, kardeşlerin seni övüp saygı duyacak, elin düşmanlarının ensesinde olacak, herkes önünde eğilip hizmetkâr olacak. Yahuda bir aslan yavrusudur, oğlum benim, avından dönüp yere çömelir, aslan gibi yatarsın. Kim onu uyandırmaya cesaret edebilir? Sahibi gelinceye kadar krallık asası elinden çıkmayacak!” dedi. Eski Ahit, bölüm 49.

[4] Genel Kurmay Başkanlığının 18 Ocak 2008 günlü basın açıklaması.

[5] Genel Kurmay Başkanlığının 12 Nisan 2007 günlü basın açıklaması.

[6] Son Harekat Kod Adı: Yahuda Sh: 13-21)

[7]  [Dr. Selami Işındağ – Masonik Diyalog (Akasya Tekemmül Mahfili Yayınları) Ekin Matbaası, İst. 1964]

[8]  [F. Engels, Doğanın Diyalektiği, Sf: 376]

[9]  [Türk Mason Dergisi-Temmuz 1966-S:63, Sf: 3289]

[10] [Mason Dergisi-Ocak 1975-S:18, Sf: 8]

[11] [Bravo – Ağustos 1984]

[12] [Türk Mason Dergisi -Ekim 1961 – S.44. Sf:2358]

0 0 votes
Değerlendirmeniz

Makale Paylaşım Sayısı: 

Subscribe
Bildir
0 Yorum
En Yeniler
Eskiler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments
Picture of Orhangazi YILMAYAN

Orhangazi YILMAYAN

YORUMLAR

Son Yorumlar
0
Düşünceleriniz değerlidir, lütfen yorum yapın.x
Paylaş...