YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL MENÜ

DERGİLER

Ay Seçiniz
category
6920cb51443ca
0
0
6401,171,6356,117,28,27,170,98,3,144,26,4,145,113,17,6330,1,110,12
Loading....

TOPLAM ZİYARETÇİLERİMİZ

Our Visitor

2 0 8 9 4 9
Bugün : 40373
Dün : 45549
Bu ay : 893097
Geçen ay : 1371576
Toplam : 45296918
IP'niz : 216.73.216.128

SON YORUMLAR

Son Yorumlar

YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL YAZILAR

YENİ ÇIKAN KİTAPLARIMIZ

ADİL DÜNYA YAYINEVİ

Tel-Faks:

0212 438 40 40

0543 289 81 58

0532 660 12 79

 

           Arap-İslam dünyasının saygın yazarlarından Muhammed bin Hüveydin “Hani o Peres’e horozlanan Erdoğan?” yazısında şu tespitleri yapıyordu:

            “Türkiye Başbakanı Tayyip Erdoğan, iki yıl önceki Davos toplantıları sırasında İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres’e karşı göstermelik bir horozlanmayla onu azarlayarak, Arapların ve Müslümanların gönlünde ilk sırayı almıştı.

            Erdoğan’ın Peres’e karşı tutumunun ilham verdiği kimselerden biri de ben olmaktaydım; fakat duygusallık, yıllar boyunca düşüncemi saran siyasi gerçeklikten beni uzağa atmıştı. Önceleri Erdoğan’la birlikte siyasette iyi şeyler olduğunu sanmıştım. Fakat Ortadoğu’nun yaşadığı olayların hızlanmasından sonra, Erdoğan’ın tavrının büyük ölçüde siyasi kararlılık ve tutarlılıktan ayrıldığını, ahlaki düşünce ve insani ideallerden uzaklaştığını görüyorum. Bunun sebebi Erdoğan’ın Libya’da hiçbir meşruluğu kalmayan bir liderin kendi halkına karşı işlediği suçlara ve katliamlara karşı gösterdiği olumsuz yaklaşımdır. Erdoğan, Mısır’da Hüsnü Mübarek rejimine karşı devrimcilerin yanında dururken, başkana yönetimi bırakması ve halka kendi kendini yönetme fırsatı vermesi çağrısı yaparken, bugün Libya’da yaşananlara ilişkin neden bu kadar sakin davranmaktadır? Libya’dan önce de İran Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinecad’ı protesto eden İran halkını desteklemek için tek söz ağzından çıkmamış, halkın destekçisi olmamıştı. Aksine öğrenci gösterileri sırasında Tahran’da olmasına ve hükümet yetkililerinin göstericilere yönelik sert muamelesini görmesine rağmen sessiz kalmıştı; sanki Erdoğan’ın nazarında vatandaşların hakları, halktan halka değişiyordu. Bu çifte standart tavrı bizlere, Erdoğan’ın eğilimindeki temel unsurun insani yaklaşımlar değil, şahsi çıkarlar olduğu izlenimini veriyordu.[1]

            Daha önce Irak ve Afganistan’da Amerikan katliamlarına ortak olan Recep T. Erdoğan şimdi de aynı hıyaneti Libya’da sergiliyordu!

            Ve maalesef, BOP çerçevesinde parçalanmak üzere, aynen Irak’a saldırıldığı gün, 19 Mart 2011’de Libya’ya saldırı başlatılıyordu. Libya’nın Afrika’nın en ucuza mal olan, en kaliteli ve en zengin petrol yataklarına sahip bulunduğu biliniyordu. Avrupa kaynaklarına göre 45 milyar varil (yani İran’ın yarısı) bazı Amerikan kaynaklarına göre ise 260 milyar varil petrol rezervine sahip Libya Batılıların iştahını kabartıyordu.

            Ve hele recep T. Erdoğan’ın; Libya halkının bir yandan Kaddafi’nin bir yandan ABD ve Haçlı güçlerinin saldırıları altında inlerken Cidde’de yaptığı konuşmada:

“Suçlu olarak, terörist İsrail devletini ve siyonist düşünceyi değil de, Netanyahu hükümetini göstermek ve dolayısıyla İsrail’i meşru hale getirmek” gayretleri mide bulandırıyordu.

Mekke Ümmü’l-kurra üniversitesinin verdiği fahri doktora töreninde konuşurken de:

“İslam Aleminin bugün içinde düştüğü sefalet ve zilletten dolayı, başkalarını ve dış mihrakları değil, “neden?” diye kendi nefsimizi suçlamalı ve sorgulamalıyız!” 

Sözleriyle de, Recep T. Erdoğan çok sinsi bir ifadeyle siyonizmi ve emperyalizmi, dolaylı biçimde aklama gayretini ve BOP eşbaşkanlığının gereğini yerine getiriyordu.

Ve yine “NATO Libya’ya girecekse, Libya’nın bütün varlığı ve kaynaklarıyla, Libya halkına ait olduğunu tespit ve tescil için bunu yapmalıdır”

Sözleriyle de, NATO gibi bir şeytan şebekesinden Rahmani sonuçlar bekleyecek kadar imani bir feraset(!) ve insani bir basiret(!) sergiliyor; daha doğrusu hıyanetlerine keramet kılıfı geçiriyor, böylece işbirlikçiliğine “işbilirlik” havası veriyordu.

Başbakan’ın daha sonra: “Libya’ya müdahalenin sınırları konusundaki kanaatimizi önce NATO kurmaylarına, ardından kendi halkımıza açıklayacağız.” Sözlerinin Türkçesi: “NATO bize ne talimat verirse ona göre davranacak ve halkımıza karşı da, bunlara münasip bahaneler uyduracağız.” Anlamına geliyordu. Bizzat Fransa İçişleri Bakanı; “Sarkozy’in Libya’da bir Haçlı Seferi’ne öncülük ettiğini” açıklıyor ve zaten daha önce Rusya lideri Putin de aynı duruma dikkat çekiyordu. Recep Erdoğan’ın NATO gücüne katkı verme kararı da, BOP eşbaşkanlığının; Haçlı-Siyonist planlara figüranlık yaptığını ispatlıyordu. BOP eşbaşkanlığı ve Batı uşaklığını bu denli açığa vuran, Libya’lı mazlum Müslümanlara yönelik NATO saldırıları hakkında ne yapması gerektiğini önce yetkili gâvurlara sorup, sonra halkına açıklayan bir Başbakan; hayret nasıl hala kahraman diye alkışlanıyordu? Hayır hayır, bir kırılma yaşanması kaçınılmaz görünüyordu.

Bugün Wikileaks belgelerinden de anlaşıldığı gibi, Irak işgali ve tarihin en rezil ABD vahşeti öncesi de, hem Abdullah Gül, hem Recep T. Erdoğan ve diğer AKP kurmayları, Irak halkının Saddam diktatoryasından kurtarılması için ABD müdahalesine destek verilmesi gerektiğini söylüyordu. Ve ABD’nin demokrasiden neyi kastettiği bugün daha iyi anlaşılıyordu. Ve asıl sorulması gereken şuydu: “Bugün silahlı hareketlere ve özgürlük taleplerine yönelik ölçüsüz güç kullanan Kaddafi yönetimini hizaya getirmek üzere Libya’ya saldıran güçlerin; yarın PKK’ya karşı orantısız güç kullanıyor gerekçesiyle Türkiye’ye saldırabilecekleri ihtimali hesaba katılıyor muydu? 

Başbakan Krize sebep olan ABD büyükelçisiyle ilk görüşmesini yapıyordu:

Şubat 2011 başında göreve başlayan ABD’nin Ankara Büyükelçisi Francis Ricciardone, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’la ilk kez bir araya geliyordu. Türkiye’ye daha geldiği ilk günlerde basın özgürlüğünü tartışmaya açan açıklamalarıyla hükümet cephesinin tepkisini çeken ABD Büyükelçisi, Erdoğan’la Başbakanlık’taki makamında bir buçuk saat ne görüşüyordu? Ricciardone’nin, gazetecilerle ilgili gözaltı sürecine ilişkin olarak bir grup basın mensubuyla görüşürken, ‘Bir yanda gazeteciler gözaltına alınıyor, bir yanda basın özgürlüğü deniyor.’ şeklinde cümle kullandığı gündeme yansımış; ancak ABD’li diplomat, sözlerinin tam olarak bunu yansıtmadığını söylediği ABD’nin yeni büyükelçisinin sözlerinin hem Başbakan Erdoğan’ı hem de AK Partili yöneticileri kızdırdığı hatta Ricciardone için, “acemi elçi” ifadesini kullandığı hatırlanıyordu.[2] Peki Recep Bey, Batılı patronlara: “Aylardır Zimbabya ve Fildişi sahilinde, seçimi kazanan muhalefete iktidarı bırakmayan ve halkına kan kusturup binlerce insana kıyan diktatörlere niye müdahale etmiyorsunuz?” diye sormuyordu?

AKP Hükümeti, İsrail’le yumuşuyordu!.

Davos’taki “Van Münit” ve “Mavi Marmara gemisi” saldırınsın ardından terör devleti İsrail’in özür dilememesi yüzünden Türkiye-İsrail arasında başlayan kriz devam ederken hükümetten yumuşama sinyali geliyordu. Devlet bakanı ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, İsrail’in Ankara Büyükelçisi Gabby Levy’i kabul ediyordu. Başbakanlık Merkez Bina’daki görüşme, görüntü alınmasının ardından basına kapalı olarak yapılıyordu.

  Kaddafi’nin silahları AKP Türkiye’sinden mi gidiyordu?

AKP iktidarının halkına kan kusan ve bizim ifademizle püsküllü bela olduğunu ortaya koyan; vahşette ve cinnette diğer Arap rejimlerinin hepsini geçen Kaddafi rejimi karşısında yalpalaması ve hatta Katar, KİK ülkeleri ve Yunanistan ve Sarkozy’nin Fransa’sının bile gerisine düşmesi dikkatlerden kaçmamıştı.

Türkiye’nin bu politikasının şaşkınlıktan veya belirsizlikten öte doğrudan Kaddafi rejimini destekleme boyutu kazandığı da gelen iddialar arasındaydı. Daha önceden sorgusuz sualsiz Başbakan Erdoğan’ı destekleyen Arap kitlesi şaşkınlığa kapılmıştı. Bu bağlamda, Geçici Ulusal Konsey Başkanı Mustafa Abdulcelil ve Bingazi’deki El Cezire temsilcisinin açıkça Türkiye’nin Libya politikasını eleştirdikleri gözlenirken bizzat Türkiye’nin Kaddafi rejimine silah yardımı yaptığı iddiaları da işin tuzu biberi olmaktaydı. Kaddafi’ye karşı Geçici Ulusal Konsey’e bağlı askeri güçlerin, Bingazi’deki askeri havaalanında bulunan çalışamaz haldeki uçakları tamir ederek devreye soktukları ve bu çerçevede bazı uçakları Kaddafi birliklerine karşı kullanırken muhalif subaylardan birisinin Kaddafi’nin karargahı durumundaki Babu’l Aziziye’ye saldırdığı ve 32’nci bölüğün başında bulunan Kaddafi’nin oğullarından Hamis’i de yaralandığı haberleri basına yansımıştı. Türkiye’nin politikasını ve AKP’nin tutarsızlığını ele veren en ilginç ayrıntı ise, Bingazi’deki Geçici Ulusal Konsey’in Başkan Yardımcısı Abdulhafiz Guka’nın açıklamalarıydı. Abdulhafiz Guka, bundan böyle ellerindeki gemileri devreye sokarak Kaddafi rejimini desteklemeye matuf silah kaçakçılığının veya imalatının önüne geçeceklerini vurgulamıştı. Guka, Kaddafi’ye giden bu silah yüklü gemilerin Türk bandıralı olduklarını ve bundan üzüntü duyduklarını aktarmıştı. (http://www.alhiwar.net/ShowNews.php?Tnd=15932) Bu doğru ise AKP Türkiye’si birkaç zanlı ülke ile birlikte Kaddafi’nin rejimine destek veriyor ve rejimi ayakta tutmaya çalışıyordu. Bu durumda Başbakan Erdoğan’ın “Biz Libya meselesiyle petrol ve silah ticaretinden dolayı ilgilenen ülkelerden değiliz” sözleri havada kalmak bir yana fiilen tekzip edilmiş oluyordu. Bu anlamda, Başbakan Erdoğan’ın Libya ile alakalı açıklamaları anlaşılır olmaktan çok uzak bulunuyordu. Erdoğan, “Kaddafi’nin kendisinden sonra bir başkan ataması gerektiğini” de söylüyordu. Libyalılar ise onun kendi yerine evliya bile atayamayacağını ve tanımayacaklarını hatırlatıyordu. Bizim bildiğimiz kadarıyla demokrasilerde başkanlarını halklar seçiyordu. Burada Başbakan Erdoğan bu yetkiyi bizzat Kaddafi’ye vermesi O’nun gerçek niyetini ve tiyniyetini yansıtıyordu. Başbakan Erdoğan’ın Kaddafi’den aldığı ödülü geri iade edip etmemesi bir yana aslında böyle bir şahsiyetten ödül alması en azından talihsizliğin ötesinde özensizlik olmuştu. Bu konuda susmayı tercih eden Recep Erdoğan’ın; esasında Türk işçilerini gözettiği ve kıllarına zarar gelmemesini amaçladığı sanılıyordu. Meğerse değilmiş. Bu durumda Başbakan Erdoğan’ın Libya politikası ve ilişkileri İngiliz eski başbakanlarından Blair’in siyaset ve yaklaşımlarını hatırlatıyordu. Aslında, 1 Mart tezkeresi sırasında da bunun gibi yapmak istiyor ama muvaffak olamıyordu.[3]

Suudi Arabistan, Bahreyn’i işgal ediyordu!

Tunus’ta başlayıp, Mısır’da taçlanan Büyük Arap Devrimi ruhunun, Suudi Arabistan’ın Bahreyn’i işgaliyle “Sünni-Alevi çatışmasına dönüşmesi İslam Dünyası için büyük bir tehlike ve talihsizliktir ve bize ABD kışkırtmasıyla Saddam’ın Kuveyt’e girişini hatırlatmıştır.

Suudi Arabistan’ın Birleşik Arap Emirlikleri ile birlikte Bahreyn’i işgal etmesi,  sonuçları bugünden kolay kestirilemeyecek ölçekte yüksek riskler taşıyan bir adımdır.

Suudi Arabistan ve Körfez Ülkeleri İşbirliği Konseyi tarafından yapılan açıklamalar, askeri operasyonun Bahreyn’deki Kral Hamad bin İsa El-Halife yönetiminden gelen çağrı üzerine gerçekleştirildiği tarzındadır.

Bahreyn’in en güçlü Şii partisi El-Vefak, askeri harekatı açık bir işgal olarak nitelemiş ve “direnileceğini” bütün dünyaya açıklamıştır.

“Bahreyn’i, yaşamakta olduğu kaostan kurtarma” harekatının, Mısır eski diktatörü Hüsnü Mübarek’i sonuna kadar destekleyen bir güçten, yani Suudi Arabistan’dan gelmesi endişeleri arttırmıştır.

Bilindiği gibi devrik Tunus diktatörü Zeynel Abidin bin Ali, sürgün yaşamını Suudi Arabistan’da sürdürüyor. Yemen’i 32 yıldır yöneten diktatör Ali Abdullah Salih de Suudi Arabistan tarafından destekleniyor.

Bütün bu gelişmelerin perde arkasındaki neden, Suudi Arabistan ile İran arasında yaşanılan savaştır.

İran’ın, toprakları dışındaki Şii nüfusu kendi ulusal çıkarları doğrultusunda kullanıp kışkırttığı iddiaları yaygındır. Lübnan ve Irak’ın güneyindeki Şii-Arap nüfus üzerindeki siyasi/askeri gücü sürekli tartışılmaktadır.

İran, Basra Körfezi’ndeki hakimiyetini güçlendirmek için, bölgedeki Şii nüfusu da cepheye sürmeye başladığı ve Bahreyn’in, bu stratejinin ilk durağı olduğu konuşulmaktadır. Bahreyn, 200 yıldır Sünni El-Halife ailesi tarafından yönetilen ama nüfusunun yüzde 70’ini Şii’lerin oluşturduğu bir ülke konumundadır. Kuzey Afrika’da patlak veren demokrasi hedefli devrimlerin bu topraklara yansıması, İran destekli Şii ayaklanmasına dönüşmesinden korkulmaktadır.

Suudi Arabistan, Bahreyn’deki gelişmelerin yakın bir gelecekte kendi topraklarına yansıyacağını, petrol yatakları açısından zengin doğu bölgesindeki Şii nüfusun ayaklanacağını hesaba katmaktadır. ABD Savunma Bakanı Robert Gates Cumartesi günü Amerikan 5. Filosu’nun ana karargahının bulunduğu Bahreyn’i ziyaret etmiş ardından Suudi müdahalesi de pazartesi günü gelmiştir. Yani Suudi Arabistan’ı kışkırtan Amerikadır. Aslında, Bahreyn’e yapılan Suudi müdahalesi ile Kaddafi’nin eski dostları Sarkozy-Berlusconi ikilisinin Fransız ve İtalyan askerlerini Libya diktatörüne destek amaçlı bu ülkeye göndermeleri arasında ne fark vardır?

Kaddafi’nin, “Libya’ya askeri müdahale olursa El-Kaide ile birleşik Batı’ya cihat açarım” açıklaması ise bu topraklarda din kavramının günlük çatışmalarda ne kadar ucuzlayabileceğinin tipik bir örneği durumundadır. Ne demişti Saddam Hüseyin Kuveyt’i işgal ettiğinde, “Bu cihad bütün savaşların anasıdır…”

Başbakan Erdoğan’ın olayların sıcaklığı sürerken yaptığı “yeni Kerbelalar istemiyoruz” çıkışı “Tavşana kaç, tazıya tut” tavrıdır. Türkiye, bu açıklamayla, Şii nüfuslu Bahreyn’in başkenti Manama’daki İnci Meydanı’nda demokrasi talep eden kitlelere Sünni askeri güç kullanılmasının yaratacağı büyük yıkıma karşı olduğunu mu açıklamıştır? Tahran-Riyad hattında şekillenen Şii-Sünni gerginliğinin bölgede sadece İsrail’e yaradığı gayet açıktır. Bahreyn’de yaşanılacak bir trajedi, Müslümanlar’ın önümüzdeki bin yılını esir alacaktır.

            Bahreyn önce Osmanlı’nın elindeydi, sonra Britanya’nın, İran’ın bölgesel yayılmasını önlemek için kullandığı bariyerdi. Şimdi bu bariyeri 5. Filo ile ABD tutuyordu. 1971’deki bağımsızlığın ardından Birleşik Krallık donanmasından boşalan üslere oturan ABD için Bahreyn, 1979 İran İslam Devrimi’nden sonra daha da kritik üs haline geliyordu. ABD’nin İran’ı durdurma emeli ile Sünni Arap âleminin patronu Suudi Arabistan’ın çıkarları burada uyuşuyordu. Petrolün geçiş hattı üzerindeki Bahreyn, ABD için karakol, Suudiler için Şiiliğe karşı tampon vazifesi görüyordu. Şimdi bu kale, nüfusun yüzde 70’ini oluşturan ama Sünni azınlığın tahakkümü altındaki Şiilerin başkaldırısıyla sarsılıyordu.

            Suudiler, Bahreyn ve Yemen’de Şiilerin galebe çalması halinde, kendi Şii nüfusuyla başının belaya gireceğinden korkuyordu. Resmi veri yoktu ama Suudi Arabistan’da Şiilerin oranı yüzde 10-15 civarında sanılıyordu. Riyad, yıllardır İran’a savurduğu bumerangın petrol zengini doğuda meskûn Şiiler üzerinden kendisine dönmesinden endişe ediyordu. ABD açısından da Körfez’de sular zamansız ısınıyordu. 2011 sonuna dek Irak’tan çekildiğinde ABD’nin askeri açıdan Ortadoğu’daki kaleleri bir bir tehlikeye giriyordu. Şiilerin iktidara geçtiği Irak’ın, doğal olarak İran’ın nüfuzu altına girmesinden kuşku duyuluyordu.

            İran, Şiilerin özgürlük ve iktidar alanı genişlediği için, bölgedeki siyasi normalleşmeden en fazla yarar sağlayan ülke sayılıyordu. Bu yüzden 14. eyalet olarak gördükleri Bahreyn’e Suudi çıkarması karşısında soğukkanlı tepki veriyordu. Libyalılar gibi silaha sarılmayıp, sadece sokak eylemleriyle şahın düşüşünü 13 ay beklemiş olan Acemler sabırlı davranıyordu.

             Netanyahu kandan besleniyordu!

            İsrail Haaretz Gazetesinden insaflı Yahudi Nehemia Shtrasler bile şunları yazıyordu:

            İtamar’da gerçekleşen cinayet, insanlığa karşı işlenmiş bir vahşetti. Bir eve girerek beş insanı uykudayken katletmek korkakça bir eylemdir ve kurbanların yetişkin ya da çocuk olmaları olayı değiştirmezdi. Cinayet cinayettir.

            Aşırı sağ eğilimli İsrailli politikacılar, kabine bakanları, Knesset üyeleri  ve Batı Şeria hahamları onun kardeşi ve ailesine yönelik cinayeti kendi emelleri için politik bir malzemeye dönüştürüp kullanıyordu. Onlar için, bir ailenin beş üyesinin öldürülmesi kendi rüyalarının, yani Büyük Kurtuluş Günü’nün ve Büyük İsrail’in gerekliliğinin bir katalizatörüydü.

            Henüz kazılan mezarın toprağı bile daha tazeyken, İsrailli politikacılar adeta kimin daha aşırı olduğunu kanıtlamak için bir birleriyle yarışıyordu. İsrail’in Aşkenazi şefi olan haham Yona Metzger, Filistin tarafında konuşulacak bir muhatap olmadığını söylüyor ve İtamar’ın küçük yerleşiminin büyük bir İsrail şehrine dönüştürülmesi gerektiğini ekliyordu. Bu görüş, İsrail devletinin sözcüsü olduğu varsayılan bir kimseye aitti ve aşırı sağcı söylemin bir kez daha ifşa edilmesi anlamına geliyordu.

            Udi Fogel’in babası Haim Fogel ise; sanki biz Filistinlileri yeteri kadar suistimal ve ihmal etmemişiz, yeteri kadar cami yakmamışız, Filistinlilerin bütün tarım arazilerini zeytinlikler başta olmak üzere yok etmemişiz, onların topraklarını ilhak etmemişiz ve onlardan sayısız insanı öldürmemişiz gibi, “Daha ne kadar sessiz kalacaksınız, daha ne kadar yaltaklanmaya devam edeceksiniz?” diye avazı çıktığınca bağırıyor, İsrail devletini daha da radikalleşmeye çağırıyordu.

            Knesset’in sözcüsü Reuven Rivlin ise durumdan vazife çıkararak, İsrail’in yerleşimleri istediği yerde ve istediği zamanda genişletmesi hakkının olduğunu yüksek perdeden dile getiriyordu. Samarya Bölgesel Konseyi Başkanı Gerşon Mesika da hemen peşinden, “Aptalca bir yanılgı olan barış görüşmeleri derhal kesilmelidir” diyordu.

            Başbakan Yardımcısı Moşe Yaalon, Filistinlilerin kışkırtma yolunu seçtiklerini iddia ederken, sanki Batı Şeria’daki hahamların kışkırtmalarını hiç duymamış gibi, Filistinlilerin ilahi suretten ve merhametten yaratılmadıklarını ileri süren İçişleri Bakanı Eli Yişai ise derhal beş bin konutun Filistin topraklarında inşa edilmesi gerektiğini duyuruyordu.

            Konuşan İsrailli politikacıların çoğu, Kurtuluş Günü’nün, yani Yahudilerin Akdeniz ve Ürdün Nehri arasında kalan geniş topraklar üzerinde mutlak hakimiyetinin sağlanması gününün hızlandırılması ve bu topraklar üzerinde yaşayan Arapların ise nehrin öteki yakasına göçe zorlanması gerektiğini söylüyordu. Sözkonusu cinayet, aşırıcıların elindeki kozu güçlendirdi. Bizim aşırıcılarımız İntifada’nın topyekün bir savaşa dönüşmesini istiyorlar ki bu yolla nihai zaferin geleceğini ve Arapların vaadedilmiş topraklar üzerinden silinip süpürüleceğini düşünüyordu.

            Başbakan Benyamin Netanyahu da politik arenada geç kalmamak için en ateşli kışkırtmaları yapıyor, bölgede dört yüz konutun inşa edileceği sözünü veriyordu.

            Herşeyden önce şunu bilmek lazım ki Netanyahu, Bar-Ilan konuşmasına rağmen hiçbir zaman iki devletli bir çözüme inanmıyordu. Netanyahu’ya göre, bütün topraklar İsrail’e aittir ve iki devletli söylem sadece ABD Başkanı Barack Obama’nın sempatisini satın almaya yönelik konuşuluyordu. Netanyahu sadece güce ve kaba kuvvete dayalı caydırıcılığa inanıyor ve bir özdeyişte de belirtildiği gibi “eğer güç işe yaramazsa, daha çok güç kullan” felsefesini referans alıyordu.  Netenyahu’nun gerçek planı; mümkün olduğunca geniş bir bölgeyi ilhak etmekten geçiyordu.

            Onun görüşüne göre, İsrail’in hakim olamadığı herhangi bir yeryüzü coğrafyası, İsrail’in terketmek zorunda kaldığı herhangi bir toprak parçası muhakkak İslamcıların üssü oluyordu ve İsrail devletinin her ödünü, her yumuşak davranışı Hamas ve İran’a bir hareket alanı kazandırıyordu. Bu nedenle de mümkün olduğunca Vaadedilmiş Topraklar üzerinde İsrail işgalinin gerçekleşmediği bir yer bırakılmaması gerekiyordu.[4]

            İşte AKP iktidarı bu Siyonist İsrail’e dolaylı destek sağlıyor ve BOP eşbaşkanı olarak zalimlere hizmet ediliyordu.

        



[1] Birleşik Arap Emirlikleri gazetesi Beyan / 13 Mart 2011

[2] 12 Mart 2011, Zaman

[3] Mustafa Özcan, 19 Mart 2011, Milli Gazete

[4] Milli Gazete

0 0 votes
Değerlendirmeniz

Makale Paylaşım Sayısı: 

Subscribe
Bildir
8 Yorum
En Yeniler
Eskiler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

GAFLET, REHAVET VE ÖLÜ TOPRAĞI SERPİLMİŞ ÜMİTSİZLİK HAVASI İÇERİSİNDE OLAN TEŞKİLATLARI UYARIYORUZ!….
BİZ MİLLİ GÖRÜŞÇÜLER; 42 YIL ÖNCE KARABULUTLARI DAĞITMAK İÇİN, ÖNCE AHLAK VE MANEVİYAT DİYEREK ÇIKMIŞIZ YOLA. BİZ MİLLİ GÖRÜŞÇÜLER; 42 YILDIR HER TÜRLÜ ZORLUĞU GÖĞÜSLEMİŞ, AŞILMAZ ZANNEDİLEN BADİRELERİ AŞMIŞ, ATTIĞIMIZ TOHUMLAR KÖK SALMIŞ, YENİDEN BÜYÜK TÜRKİYE VE YENİ BİR DÜNYANIN TEMELLERİNİ SAĞLAM BİR ŞEKİLDE ATMIŞ, BATILA DEĞİL, HAKK’A HİZMET ETMEYİ GÖREV ADDETMİŞ BÜYÜK BİR TEŞKİLATIN MENSUPLARIYIZ. BİZ MİLLİ GÖRÜŞÇÜLER; IRAKTA KAN DÖKÜLMESİN, ANNELER BACILAR FERYAT ETMESİN, NAMUSLAR AYAKLAR ALTINDA ÇİĞNENMESİN, LÜBNANDA ÇOCUKLARIN BAŞINDA BOMBALAR PATLATILMASIN, AFGANİSTANDA ZULÜM DURSUN, AFRİKADA YOKSULLUKTAN İNSANLAR KIVRANMASIN, TÜRKİ CUMHURİYETLERİ BAŞTA OLMAK ÜZERE, İSLAM ÜLKELERİ VE TÜM İNSANLIK SAADET DÜNYASINA KAVUŞSUN DİYE MÜCADELE EDİYORUZ. BİZ MİLLİ GÖRÜŞÇÜLER; ZİNANIN RESMEN SERBES OLDUĞU, FAİZİN HIZLA YAYGINLAŞTIĞI, DOMUZ ETİNİN KASAPLARDA SATILIR HALE GETİRİLDİĞİ, ALKOL, UYUŞTURUCU, SİGARA VE İNSAN SAĞLIĞINA ZARAR VEREN MADDELERİN SOKAKLARDA VE OKUL BAHÇELERİNDE SATILDIĞI, SAYGI VE SEVGİNİN YOK OLMA NOKTASINA GELDİĞİ, ANNE, BABA VE AKRABALARIN UNUTULMAYA YÜZ TUTTUĞU, TOPLUMSAL ŞİDDETİN SOKAKLARDAN EVLERE TAŞINDIĞI, MADDİYATIN MANEVİYATIN ÖNÜNE GEÇTİĞİ, ESNAFIN, ÇİFÇİNİN, ASGARİ ÜCRETLİNİN, MEMURUN VE İŞÇİNİN ENFLASYONUN ALTINDA EZİLDİĞİ, İŞSİZLİĞİN ARTARAK DEVAM ETTİĞİ, AHLAK VE MANEVİYATIN ZAYIFLADIĞI ÜLKEMİZDE BU KÖTÜ GİDİŞATA DUR DİYECEK VE BU OLUMSUZLUKLARIN ÜSTESİNDEN GELECEK TEK GÖRÜŞ OLAN MİLLİ GÖRÜŞÜN VE SAADET PARTİSİNİN MENSUPLARIYIZ. O ZAMAN ÜZERİMİZDEKİ GAFLET, REHAVET VE ÖLÜ TOPRAĞINI ATMA ZAMANI GELMİŞTİR. YENİDEN ESKİ HEYECANIMIZI YAKALAYIP, İNSANIMIZIN KARŞISINA GEÇİP ONLARA GERÇEKLERİ AKTARMA, BİLİNÇLERDİRME VE UYARMA ZAMANI GELMİŞTİR. OMUZLARIMIZDA ÇOK BÜYÜK BİR SORUMLULUK VE VEBALİN OLDUĞUNU UNUTMAYALIM. YARIN MAHŞER GÜNÜ HESABIMIZI RAHAT VEREBİLECEĞİMİZ, HAKLI VE HAYIRLI ÇALIŞMALARI YAPMAK İÇİN CANLA VE BAŞLA ÇALIŞMALIYIZ. ALLAH (CC)’nun YOLUNDA VE O’nun RIZASI İÇİN ÇALIŞANLAR, HER ŞARTTA VE HER ORTAMDA KAZANANLARDIR. ALLAH’a EMANET OLUN.

GAFLET, REHAVET VE ÖLÜ TOPRAĞI SERPİLMİŞ ÜMİTSİZLİK HAVASI İÇERİSİNDE OLAN TEŞKİLATLARI UYARIYORUZ!….
BİZ MİLLİ GÖRÜŞÇÜLER; 42 YIL ÖNCE KARABULUTLARI DAĞITMAK İÇİN, ÖNCE AHLAK VE MANEVİYAT DİYEREK ÇIKMIŞIZ YOLA. BİZ MİLLİ GÖRÜŞÇÜLER; 42 YILDIR HER TÜRLÜ ZORLUĞU GÖĞÜSLEMİŞ, AŞILMAZ ZANNEDİLEN BADİRELERİ AŞMIŞ, ATTIĞIMIZ TOHUMLAR KÖK SALMIŞ, YENİDEN BÜYÜK TÜRKİYE VE YENİ BİR DÜNYANIN TEMELLERİNİ SAĞLAM BİR ŞEKİLDE ATMIŞ, BATILA DEĞİL, HAKK’A HİZMET ETMEYİ GÖREV ADDETMİŞ BÜYÜK BİR TEŞKİLATIN MENSUPLARIYIZ. BİZ MİLLİ GÖRÜŞÇÜLER; IRAKTA KAN DÖKÜLMESİN, ANNELER BACILAR FERYAT ETMESİN, NAMUSLAR AYAKLAR ALTINDA ÇİĞNENMESİN, LÜBNANDA ÇOCUKLARIN BAŞINDA BOMBALAR PATLATILMASIN, AFGANİSTANDA ZULÜM DURSUN, AFRİKADA YOKSULLUKTAN İNSANLAR KIVRANMASIN, TÜRKİ CUMHURİYETLERİ BAŞTA OLMAK ÜZERE, İSLAM ÜLKELERİ VE TÜM İNSANLIK SAADET DÜNYASINA KAVUŞSUN DİYE MÜCADELE EDİYORUZ. BİZ MİLLİ GÖRÜŞÇÜLER; ZİNANIN RESMEN SERBES OLDUĞU, FAİZİN HIZLA YAYGINLAŞTIĞI, DOMUZ ETİNİN KASAPLARDA SATILIR HALE GETİRİLDİĞİ, ALKOL, UYUŞTURUCU, SİGARA VE İNSAN SAĞLIĞINA ZARAR VEREN MADDELERİN SOKAKLARDA VE OKUL BAHÇELERİNDE SATILDIĞI, SAYGI VE SEVGİNİN YOK OLMA NOKTASINA GELDİĞİ, ANNE, BABA VE AKRABALARIN UNUTULMAYA YÜZ TUTTUĞU, TOPLUMSAL ŞİDDETİN SOKAKLARDAN EVLERE TAŞINDIĞI, MADDİYATIN MANEVİYATIN ÖNÜNE GEÇTİĞİ, ESNAFIN, ÇİFÇİNİN, ASGARİ ÜCRETLİNİN, MEMURUN VE İŞÇİNİN ENFLASYONUN ALTINDA EZİLDİĞİ, İŞSİZLİĞİN ARTARAK DEVAM ETTİĞİ, AHLAK VE MANEVİYATIN ZAYIFLADIĞI ÜLKEMİZDE BU KÖTÜ GİDİŞATA DUR DİYECEK VE BU OLUMSUZLUKLARIN ÜSTESİNDEN GELECEK TEK GÖRÜŞ OLAN MİLLİ GÖRÜŞÜN VE SAADET PARTİSİNİN MENSUPLARIYIZ. O ZAMAN ÜZERİMİZDEKİ GAFLET, REHAVET VE ÖLÜ TOPRAĞINI ATMA ZAMANI GELMİŞTİR. YENİDEN ESKİ HEYECANIMIZI YAKALAYIP, İNSANIMIZIN KARŞISINA GEÇİP ONLARA GERÇEKLERİ AKTARMA, BİLİNÇLERDİRME VE UYARMA ZAMANI GELMİŞTİR. OMUZLARIMIZDA ÇOK BÜYÜK BİR SORUMLULUK VE VEBALİN OLDUĞUNU UNUTMAYALIM. YARIN MAHŞER GÜNÜ HESABIMIZI RAHAT VEREBİLECEĞİMİZ, HAKLI VE HAYIRLI ÇALIŞMALARI YAPMAK İÇİN CANLA VE BAŞLA ÇALIŞMALIYIZ. ALLAH (CC)’nun YOLUNDA VE O’nun RIZASI İÇİN ÇALIŞANLAR, HER ŞARTTA VE HER ORTAMDA KAZANANLARDIR. ALLAH’a EMANET OLUN.

MİLLİ ÇÖZÜM OKUMAK İNSANI RAHATLATIYOR, AMA DÜŞMANI ÇATLATIYOR!…
MİLLİ ÇÖZÜMÜ YAKLAŞIK 8 AYDIR TAKİB EDİYORUM VE ÇOK FAYDALANIYORUM. UFKUM AÇILDI, DÜŞÜNME ALANIM GENİŞLEDİ, OLAYLARI ARTIK ÇOK RAHAT ÇÖZÜYORUM. DURUM BÖYLE OLUNCADA BİRİLERİ ÇILDIRIYOR. HELAL SANA MİLLİ ÇÖZÜM SİYON ŞEYTANINI VE SİYON UŞAKLARINI ÇILDIRTIYORSUNYA EN BÜYÜK ŞEREF BUDUR. ERBAKAN HOCAYA EN YAKIN YAYIN ORGANI VE MİLLİ GÖRÜŞÜ EN İYİ ANLATAN DERGİDE SİZSİNİZ. ALLAH YOLUNUZU AÇIK ETSİN.

MİLLİ ÇÖZÜM OKUMAK İNSANI RAHATLATIYOR, AMA DÜŞMANI ÇATLATIYOR!…
MİLLİ ÇÖZÜMÜ YAKLAŞIK 8 AYDIR TAKİB EDİYORUM VE ÇOK FAYDALANIYORUM. UFKUM AÇILDI, DÜŞÜNME ALANIM GENİŞLEDİ, OLAYLARI ARTIK ÇOK RAHAT ÇÖZÜYORUM. DURUM BÖYLE OLUNCADA BİRİLERİ ÇILDIRIYOR. HELAL SANA MİLLİ ÇÖZÜM SİYON ŞEYTANINI VE SİYON UŞAKLARINI ÇILDIRTIYORSUNYA EN BÜYÜK ŞEREF BUDUR. ERBAKAN HOCAYA EN YAKIN YAYIN ORGANI VE MİLLİ GÖRÜŞÜ EN İYİ ANLATAN DERGİDE SİZSİNİZ. ALLAH YOLUNUZU AÇIK ETSİN.

TEBRİKLER MİLLİ ÇÖZÜM, KALEMİNE SAĞLIK AHMET HOCA
KÜRESEL FESATÇILIK VE FETULLAHÇILIK KİTABINI BÜYÜK BİR İLGİ İLE OKUDUM. ÇOK EMEK VERİLMİŞ VE MÜKEMMEL BİR ESER OLMUŞ. YANİ AHMET HOCAYI OKUYUNCA DÜNYA SİYASETİNİ ÇÖZMEK DAHADA KOLAY OLUYOR. YUKARIDAKİ YAZIDA MÜKEMMEL. EEE 4 BAŞI MAHMUR HAMMAAALI İLME SAHİP OLMAK BÖYLE BİR ŞEY. ALLAH NAZARLARDAN VE BELALARDAN KORUSUN AHMET HOCAYI. HOCAM YANINDAYIZ SONUNA KADAR. ALLAH’A EMANET OLUN.

TEBRİKLER MİLLİ ÇÖZÜM, KALEMİNE SAĞLIK AHMET HOCA
KÜRESEL FESATÇILIK VE FETULLAHÇILIK KİTABINI BÜYÜK BİR İLGİ İLE OKUDUM. ÇOK EMEK VERİLMİŞ VE MÜKEMMEL BİR ESER OLMUŞ. YANİ AHMET HOCAYI OKUYUNCA DÜNYA SİYASETİNİ ÇÖZMEK DAHADA KOLAY OLUYOR. YUKARIDAKİ YAZIDA MÜKEMMEL. EEE 4 BAŞI MAHMUR HAMMAAALI İLME SAHİP OLMAK BÖYLE BİR ŞEY. ALLAH NAZARLARDAN VE BELALARDAN KORUSUN AHMET HOCAYI. HOCAM YANINDAYIZ SONUNA KADAR. ALLAH’A EMANET OLUN.

Tespit
Aslında Rodschild ailesinin karanlık şirketlerinin katarda değişim akademisi adı altında bir okul kurup, arap dünyasını sarsan hareketlere bu okuldan mezun kişişlerin liderlik ettiği bilgisi belki yukarıdaki yazınızda boşlukları doldurmak için faydalı olur dileğiyle. Bu wikileaks denilen kişide rodschild ailei ile ilişkili anılıyor. Rodschildlerin sahibi olduğu ekonomist dergisi tarafından defalarca yılın gazetecisi yok bilmemneyi seçilmiş. Çevrede ciddi ve yıkıcı bir oyun var. Oyunu deşifre etmek için ortak bir toplum bilinci oluşturulmalı. Buna önderlik edeceklerde Vatan, Millet,demokrasi, hak dedimi mangalda kül bırakmayan bazı siyasetciler olmalı. Gerekirse ben sen unutulmalı. Fedakarca iş birliği yapılmalı. Ama nerde…….

Tespit
Aslında Rodschild ailesinin karanlık şirketlerinin katarda değişim akademisi adı altında bir okul kurup, arap dünyasını sarsan hareketlere bu okuldan mezun kişişlerin liderlik ettiği bilgisi belki yukarıdaki yazınızda boşlukları doldurmak için faydalı olur dileğiyle. Bu wikileaks denilen kişide rodschild ailei ile ilişkili anılıyor. Rodschildlerin sahibi olduğu ekonomist dergisi tarafından defalarca yılın gazetecisi yok bilmemneyi seçilmiş. Çevrede ciddi ve yıkıcı bir oyun var. Oyunu deşifre etmek için ortak bir toplum bilinci oluşturulmalı. Buna önderlik edeceklerde Vatan, Millet,demokrasi, hak dedimi mangalda kül bırakmayan bazı siyasetciler olmalı. Gerekirse ben sen unutulmalı. Fedakarca iş birliği yapılmalı. Ama nerde…….

Picture of Ahmet AKGÜL

Ahmet AKGÜL

AHMET AKGÜL KİMDİR?

INTRODUCTION OF USTADH AHMET AKGÜL

رسالة تعريفية لمعلمنا أحمد أكجول

قبل مؤتمر النظام العادل في جامعة قيرغيزستان أراباييف، والذي حضرناه، قدم أحد المحاضرين أستاذنا أحمد أكجول على النحو التالي: أحمد أكجول موجود في تركيا؛ إنه عالم ومثقف نادر جدًا يجمع بين المبادئ الإسلامية والمتطلبات الإنسانية، وفكر أتاتورك في التغيير والقومية الإيجابية والتوازن الاجتماعي. ألف حوالي 100 كتاب، بعضها في 3 مجلدات، وجميعها أعمال فريدة وأصيلة. 10 من الكتب؛ تمت ترجمته إلى الإنجليزية والروسية واليابانية والفارسية والفرنسية والعربية. البروفيسور الراحل، أحد رؤساء وزراء تركيا الأسطوريين. دكتور. ويعتبر من أكثر الطلاب المميزين وأتباع نجم الدين أربكان.
لقد حضر المؤتمرات العلمية في جميع أنحاء تركيا وأوروبا والجغرافيا الإسلامية منذ ما يقرب من 40 عامًا. إنه رجل حكيم تنبأ وشرح التطورات المهمة في تركيا ومنطقته والعالم قبل عقود، وتعرض للعديد من المشاكل والهجمات لهذا السبب، لكنه كان دائما على حق في النهاية. وهو رئيس تحرير مجلة الحل الوطني، التي يتابعها عن كثب كبار البيروقراطيين العسكريين والمدنيين، وأساتذة الجامعات، والكتاب والمعلقين المهمين، ومسؤولي الدولة في تركيا. ضد الأنظمة الرأسمالية والاشتراكية والليبرالية في العالم؛ فهو يحتوي على الجوانب الجيدة والمفيدة لجميعها، لكنه يترك الجوانب السيئة والضارة؛ سيدنا، الذي أعد ودافع عن برامج النظام العادل الأصلية القائمة على العقل والعلم والتاريخ والضمير والقرآن، يبلغ من العمر 74 عامًا وأب لخمسة أطفال. لا يتقاضى إتاوات أبدًا عن أي من كتبه أو مجلاته أو مقالاته أو مؤتمراته، ويعيش حياة متواضعة بعيدًا عن الترف والراحة، ويغطي نفقات كل ذلك بحوالي 40 من الرفاق المتطوعين والمخلصين في سبيل الله. المعلم الذي يدافع عن "حرمة التبشير بالعلم" وبالتالي لا يدين بالشكر لأي مركز أو حكومة. باستثناء ما يقرب من 105 من أعمال أستاذنا، حتى الأحزاب والحكومات تظل غير مبالية؛ الدين والأخلاق في المرحلة الابتدائية: 4-5، المرحلة المتوسطة: 1-2-3، المرحلة الثانوية: 1-2-3-4 والجامعة: 1-2-3، وفقاً للحقائق العلمية وجوهر الإسلام. ولكن بغض النظر عن أي طائفة، فقد أعد كتب العلم. خلال أحاديثهم المميزة جداً، كتلاميذه ومتابعيه المخلصين: "كيف أعددتم هذه (100) كتاباً يزيد عن مائة، كيف رتبتم وقتكم؟" أجاب أستاذنا أحمد أكجول على أسئلتنا كالتالي، ليكون قدوة وتشجيعًا لنا:



1- منذ ما يقرب من 60 عامًا، باستثناء الأمراض الخطيرة والصعوبات الكبيرة؛ ولم أؤجل عمل اليوم إلى الغد، كما أنني لم أحاول تأجيل عمل الصباح إلى الظهر أو عمل الظهر إلى المساء. لأنه لا ينبغي لي أن أضيع رأس مال حياتي المحدود في مساعي فارغة ومجانية يسميها القرآن الإلغاء ويحرمها

 

2- حتى لو كان شخصًا لديه معرفة وخبرة في موضوع ما، حتى لو كان أصغر منا كثيرًا... حتى لو كان شخصًا عاديًا وبسيطًا، فأنا لا أشعر بالإهانة أبدًا عند الاستماع إليه أو تعلم شيء ما، لأن أكبر عائق أمام التعلم والحصول على العلم هو الكبرياء والكبر

-3ما حصلنا عليه؛ حاولت أن أقرأ وأفهم كتابات وكتب الجميع، محليًا أو أجنبيًا، يساريًا أو يمينيًا، أعرفه أو لا أعرفه، أحبه أو أكرهه.
4- كنت أسجل المعلومات التي تعلمتها وأجد أهميتها منها أو مما سمعته في البرامج والمؤتمرات التليفزيونية، ولم أتردد قط في كتابتها ونقلها بذكر أصحابها
5- من خلال الوقوع في الرغبات والاعتراضات التعسفية من أقرب أقاربي ورفاقي وأعضاء الحزب وذوي المناصب ذات النفوذ والكفاءة... أو من منطلق حرصي على راحتي ومصالحي الشخصية، لم أخفي أبدًا الحقيقة التي قالها لي يجدها العقل والضمير نافعة ومفيدة، ولم أصعب فهمها بتغليفها بأغلفة مختلفة
6- كل الأشخاص الذين التقينا بهم في أي مناسبة وأصبحنا قريبين بما يكفي لتناول كوب من الشاي أو السفر لمدة ساعة على متن الطائرة؛ حاولت مساعدتهم على اكتساب وزيادة وعيهم الأخلاقي والضميري وكرامتهم، وخاصة سلامهم الروحي والعالمي. بمعنى آخر، كنت أهدف إلى أن أكون مفيداً له، وليس أن أستفيد من منصبه وفرصه ومجاملاته.
7- ولعل ذلك يعتبر ثمرة ومعجزة للأهداف والجهود المخلصة... وطبعا بفضل الله تعالى وفضله لا بد من قراءة كتاب ما يقارب 700 صفحة بسرعة في ساعة أو ساعتين. وتهنئة هذا الكتاب وانتقاده عمدا، والحمد لله أن إنتاج ملاحظات من 10 صفحات أصبح أسهل بالنسبة لنا.
أطيب التحيات…

YORUMLAR

Son Yorumlar
8
0
Düşünceleriniz değerlidir, lütfen yorum yapın.x
Paylaş...