YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL MENÜ

DERGİLER

Ay Seçiniz
category
6920726d8d487
0
0
6401,171,6356,117,28,27,170,98,3,144,26,4,145,113,17,6330,1,110,12
Loading....

TOPLAM ZİYARETÇİLERİMİZ

Our Visitor

2 0 8 9 4 8
Bugün : 23302
Dün : 45549
Bu ay : 876026
Geçen ay : 1371576
Toplam : 45279847
IP'niz : 216.73.216.128

SON YORUMLAR

Son Yorumlar

YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL YAZILAR

YENİ ÇIKAN KİTAPLARIMIZ

ADİL DÜNYA YAYINEVİ

Tel-Faks:

0212 438 40 40

0543 289 81 58

0532 660 12 79

“El-Aziz”cilerin;
CÜZ’İ İRADE İNKÂRI VE AKP YALAKALIĞI

Genel olarak; kâinat ve tabiattaki her eşyayı, olayı, varlıkları ve insanları bizzat yaratmak… Temel kanun ve kurallar (Sünnetullah) koyup tanzim, taksim ve takdir buyurmak, ancak ve yalnız tek ve gerçek İlah olan Cenab-ı Hakka ait bir hükümranlıktır. Yüz milyarlarca galaksinin ve her birindeki on milyarlarca yıldız kümesinin bulunduğu şu muhteşem ve mükemmel evren bünyesinde; Konya Ovası içerisindeki bir çocuk oyun bilyesi kadar kalan şu dünya üzerindeki, bütün okyanus kıyılarındaki ve çöl sahalarındaki küçücük kum tanesi mesabesinde olan her insan, Allah’ı temsil ve tecelli makamında ve imtihan sırrıyla yaratılmış bulunmaktadır. (Bak: Bakara: 30, En’am: 165) Bu imtihan (eğitilme ve elenme) süreci ise, İlahi adalet ve hikmet gereği, insanlara verilen cüz’i irade sayesinde geçerlilik kazanır. Bu nedenle akli melekeleri, irade ve tercih yetileri olmayan deliler, mükellef ve sorumlu sayılmamıştır. Tarih boyunca; pek çok müşrik, kâfir, münafık ve zalim kişiler, yaptıkları küfür ve kötülüklerin suçunu, hâşâ, Allah’a yıkıp kendilerini aklamaya çalışmışlardır.

“Şirk koşanlar (Cenab-ı Hakkı suçlayarak) diyecekler ki: ‘Allah dileseydi ne biz şirk koşardık, ne atalarımız; ve hiçbir şeyi de haram kılmazdık.’ (Oysa) Onlardan öncekiler de, Bizim zorlu azabımızı tadıncaya kadar böyle (safsata ve saptırmalarla peygamberleri) yalanlamış (ve bahaneler uydurmuşlar)dı. De ki: ‘Sizin yanınızda, bize çıkarabileceğiniz bir ilim mi var? (Hayır) Siz ancak zanna (asılsız kuruntulara) uymaktasınız ve siz ancak hayal kurup tahminle yalan söylersiniz.’” (En’am: 148) ayeti, bu tıynetsiz tiplerin bozuk niyetini ve mahiyetini açıkça ortaya koymaktadır.

“Allah dilemedikçe, siz dileyemezsiniz!” (İnsan: 30) ayetinin, önceki ve sonraki ayetlerle ve surelerle münasebeti dikkate alınırsa: “Allah size akıl, fikir, beyin, irade ve tercih etme yetileri vermeseydi, sizler dilediğiniz işi görmeye değil, bunları düşünmeye ve irade etmeye bile muktedir olamazdınız” anlamındadır.

İmam-ı Azam Hz.leri bile “El-fıkh’ul Ekber” risalesinde: İnsanların imtihan edilmesinin ve sonuçta hesaba çekilip ceza veya mükâfat görmesinin, ona verilen CÜZ’İ İRADE’yi kullanmasına bağlı olduğunu hatırlatıp, “her işi bizzat Allah’ın irade buyurdukları, kulların iradesinin hiçbir fonksiyonunun bulunmadığı” iddiasının sapkınlık sayıldığını beyan buyurmuşlardır.

Rahmetli Erbakan Hocamız da: “İnsanların kendilerine verilen NEFİS’le mücadele etmek, iradesini hayır ve hizmet yönünde değerlendirmek suretiyle, melekler seviyesine yükselmek ve hatta onları geçmek fırsatına eriştiklerini, yoksa iradesiz robotlar seviyesine ineceklerini” sıkça vurgulamışlardır.

Yani şuurlu ve sorumlu bir Müslümana yakışan, “Kendisine nasip olan iyilikleri, başarı ve bereketleri Allah’tan bilip O’na şükre koyulmak, gurur ve kibirden uzaklaşmaktır. Ama kötülüklerini, tembellik ve gevşekliklerinin acı ve alçaltıcı neticelerini ise, hâşâ, kadere yüklemeyip, kendi nefsinden ve cüz’i iradesinin yanlış ve yararsız tercihinden bilip” tövbekâr olmaktır.

“(Ey insan!) Sana iyilikten (ve güzellikten yana) her ne gelip isabet ederse (o) Allah’tandır; kötülükten (bela ve musibetten) de sana her ne gelip dokunur ise, o da nefsinin (hatası)dır. (Ey Resulüm!) Biz Seni insanlara (Hakkı tebliğ ve temsil eden) bir elçi olarak gönderdik. Gerçek şahit olarak ise Allah yeterlidir.” (Nisa: 79)

“İnsana İrade-i Cüz’iye Verilmiş midir?” başlıklı yazısında:

“Ayetlerde, hadislerde insana irade-i cüz’iye verildiğine dair bir ifade bulunmamaktadır. Ancak âlimler bazı ayetlerden ve hadislerden irade-i cüz’iye diye bir kavram çıkarsamışlardır. (Yani, hâşâ, uydurmuşlardır!?)

“Ve de ki: Hak Rabbinizdendir; artık dileyen iman etsin, dileyen inkâr etsin.” (Kehf: 29)

Bunun gibi bazı ayetlerden insana irade-i cüz’iye verildiği çıkarsaması yapılmıştır. Oysa bu ayetten bir irade-i cüz’iye çıkartılamaz. (Çıkaranlar yanılmış ve gerçeği çarpıtmışlardır, hâşâ!) Bu ayette bildirildiği gibi dileyen iman edebilir mi?

“Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz.” (İnsan: 30)

“Âlemlerin Rabbi olan Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz.” (Tekvir: 29)

Bu demektir ki, Allah dilerse ancak insan iman edebilir.

“Artık şüphesiz Allah, dilediğini saptırır, dilediğini hidayete eriştirir.” (Fâtır: 8)

Bu ayetler de insana irade-i cüz’iye verilmediğini kanıtlamaktadır.

(Yani, hâşâ, Rahmani veya Şeytani, bütün insanlar robot konumundadır!)

“O, amel bakımından hanginizin daha iyi olacağını denemek için ölümü ve hayatı yarattı.” (Mülk: 2)

İnsanın imtihan edilmekte olduğunu bildiren bu ayetten de irade-i cüz’iye çıkartılabilir mi? (Hayır bu imkânsızdır ve yanlıştır çünkü:)

“Benim başarım ancak Allah’tandır.” (Hud: 88)

Mademki başarı Allah’tandır; insanın imtihan edilmekte oluşu da cüz’i irade sahibi kılındığı anlamına gelmez. Esasen insanın iman etmede karşılaştığı engelleri ve salih amel işlemedeki zorlukları aşmada irade-i cüz’iye verilmiş olsa da yetmez, ve bu bir işe yaramaz.”[1] deyip ardından bir sürü roman ve senaryo safsatası sıralanmıştır. Bütün bunlar itikadi sapkınlık alâmeti yaklaşımlardır. Sebe’ Suresi 50. ayeti de bunları yalanlamaktadır.

De ki: “Eğer Ben yanılıp şaşıracak olsam, ancak kendi nefsim aleyhine sapmış olurum ve eğer hidayeti bulmuşsam, bu da Rabbimin Bana vahyetmekte olduğu (Kur’an) sayesindedir. Şüphesiz O, (her şeyi) İşitip duyandır, (kullarına) Yakın olandır.”

Bu cahil ve gafil, dall ve mudil (sapkın ve saptırıcı) kişiler; yoksa, Hak Dava’ya ve Aziz Erbakan Hocamıza hıyanet karşılığı malum ve mel’un odakların iktidara taşıdıkları ve bütün kötülüklerine hikmet ve keramet uydurdukları AKP’nin ve kendilerinin tüm günah ve tahribatlarının suçunu -hâşâ- Allah’a yüklemek için mi bu safsata ve sapkınlıklara kaymaktalardı?

Oysa Zuhruf Suresi 20. ayeti bunları açıkça yalanlamaktadır:

“(Müşrikler) Dediler ki: ‘Eğer Rahman dilemiş (ve kaderimizde kaydedilmemiş) olsaydı, biz onlara ibadet yapmazdık (putlara ve tağutlara tapınmazdık).’ Onların (bu konuda doğru ve geçerli) hiçbir bilgileri yoktur. Onlar sadece ‘zan ve tahminle yalan-yanlış konuşup duruyorlar.’ (Ve kaderi, kendi küfürlerine bahane ediyorlar!)”

Bediüzzaman Hz.lerine göre:

İnsanlar, iradesi olmayan mahlûklardan farklıdır ve sorumluluğu bundan kaynaklanır. Allah-u Teâlâ (CC) adil olduğundan, imtihana müsait yarattığı kullarına, iradeleriyle rahat kullanacakları “meyelan” (meyil ve tercih şansı) dediğimiz bir saha bırakmaktadır. Bu hareket sahası yani hür irade ve tercih imkânı olmazsa; kul, zorlanmış ve baskı altında kalmış olacaktır. Bu durumda mecburiyet ve mahkûmiyet altında sayılır ve bu yüzden suçlu ve sorumlu tutulması akla ve vicdana aykırıdır. Amellerinin akıbetinden dolayı ceza ve mükâfat söz konusu olması için insana cüz’i irade fırsatı tanınmıştır.

İşte, Adil-i Hâkim olan Allah (CC); insanları ve cinleri meyelan dediğimiz bir mahiyetle donatmıştır. Bizler de bu meyelanı (eğilim ve tercih hakkımızı) istediğimiz gibi kullanır ve istediğimiz gibi bırakırız ki, sorumluluk da işte burada başlamaktadır.

Meyelanlar, hakikatte mevcut sayılmayıp itibari şeyler olduğundan; insanın iradesinin bu sahada baskısız cevelan etmesinin, (rahat ve özgür hareket kabiliyetinin) Allah’ın kudretine ve saltanatına bir nakise ve eksiklik gibi yorumlanması, yanlıştır.

Evet, insanın imtihan edilmesine esas olan ve sonucuna katlanmayı gerekli kılan meyelandaki tasarruf, tamamen kula ait bir sınırlı sahadır. Bu aitlikte iman ve itikat noktasında Allah’a karşı bir isyan, -hâşâ- bir mukabele ve müdahale söz konusu olamayacaktır.

İşte; ilk çıkış, niyetin ilk basamağı ve iradenin ilk hareket noktası olan meyelanlar (irademizle yaptığımız tercih alanları) tamamen kulun inisiyatifinde olan noktalardır. Bundan sonraki merhaleler ise elbette Allah’ın takdiri, iradesi ve halk etmesiyle oluşmaktadır. Sadece ilk çıkış veya ilk başlangıç diyebileceğimiz, “meyelanlar” (tercih ve tensip niyet ve gayretleri) de olmazsa; insanların imtihana tâbi tutulması söz konusu olamayacaktır ve sonuçlar ise; zulüm sayılacaktır. Allah (CC) ise; bundan münezzeh olan Adil-i Mutlak’tır.

Örneğin; imtihana giren bir talebe imtihan salonunun tertibi, düzeni ve tanzimi ile ilgili hiçbir şeyden sorumlu değildir ve onlara karışamaz. Çünkü oralara müdahalesi söz konusu olamaz. Ancak imtihan kâğıdına istediğini yazmakta serbest bırakılmıştır. Burada dilediği gibi hareket etme hakkı vardır. İmtihan süresince serbestiyeti vardır. Dilediği gibi hareket ettiğinden sonucuna da katlanır. İşte imtihan böyle yapılır. İsterse talebe matematik imtihanında resim de çizebilir veya hocasına isyankâr cümleler de yazabilir; bu da serbest bırakılmıştır.

İşte, bu misal gibi; dünya imtihanı da buna kıyaslanır. İnsanlar ömür sayfalarını kendilerine verilen iradeleriyle, meyelan (eğilim ve tercih) kalemleri ile doldurmaktadır. Bu muamelede gayet serbest durumdalardır. Ancak Allah’ın uluhiyetine, tayin ve takdir yetkisine asla müdahale kesinlikle söz konusu değildir. Bu şartlarda imtihan olanların akıbetleri de adalet noktasından muhasebeye tâbi tutulacak, ona göre azaba veya mükâfata müstahak olacaktır.[2]

Cüz’i İrade Kavramı!

Cüz’i irade; bir şeyi istemek, arzu etmek, tercih etmek, Allah’a itaat veya O’na isyanla ilgili kanaate meyletmek anlamına gelir. Farklı alternatiflerden birine meyletme, tercih etme kabiliyeti bulunan kişinin, iradesi vardır demektir. Yaptığı işlerde insanın böyle bir tercih kabiliyeti olduğu kesindir, aksi halde “imtihan edilmesi” anlamını ve amacını yitirir.

İslam düşünürlerini meşgul eden ve hakkında farklı görüşler ileri sürülen en önemli konulardan biri de, bu irade meselesidir. Bu husus, kaderle de yakından ilgilidir. Her şeyin yaratıcısının Allah olduğu, O’nun irade ve meşietinin mutlak olup bunun hilâfına bir şeyin vuku bulmasının mümkün olmadığı, Kur’an’da açık açık ifade edilmektedir. Ama buna rağmen kulların cüz’i irade sahibi kılındıkları için yaptıklarından dolayı hesaba çekilmesi, mükâfat ya da ceza görmesi de ayet ve hadislerle kesindir. Çünkü kullar cüz’i irade sahibidir.

Peki, kulun sorumluluğunun gerekçe ve dayanağı nedir?

Bu konuda üç temel görüş ileri sürülmektedir. Bu görüşleri; 1- Cebriyye, 2- Kaderiyye diye isimlendirilen Mutezile, 3- Ehl-i Sünnet temsil etmektedir.

1- Cebriyye mezhebinin görüşü; Kaderiyye mezhebine reaksiyon olarak ortaya çıkan Cebriyye mezhebine göre, insanın hiçbir iradi hürriyeti yoktur. Allah önceden her şeyi nasıl takdir etmişse öyle olacaktır. Kul, bu takdir edilmiş şeyleri yapmak zorundadır. Yukarıdan gelen su nasıl aşağıya doğru akmaya, yukarıya fırlatılan taş nasıl geri dönmeye mahkûm ise, insan da kaderinde yazılı olan şeyleri yapmaya mahkûm durumundadır. İnsan adeta önceden programlanmış bir robot konumundadır. Nasıl programlanmışsa, onu yapacaktır. İşte, şaşkın ve sapkın El-Aziz’ciler de bu bozuk ve bâtıl anlayışı savunmaktadır.

Cebriyye’nin bu görüşlerine dayanak olarak ileri sürdükleri ayetler şunlardır:

“…Allah kimlerin fitneye düşmesini isterse, artık Sen onun (niyeti ve tıyneti bozuk olan) için Allah’tan hiçbir şeye malik olamazsın (düzeltemezsin). İşte onlar, Allah’ın kalplerini temizleyip arıtmak istemedikleridir. Dünyada onlar için bir aşağılanma, ahirette ise onlar için büyük bir azap (gereklidir)…” (Maide: 41)

“Allah, kimi (layık görüp) hidayete erdirmek isterse, onun göğsünü (gönlünü) İslam’a açar; (ibadet ve hizmet yoluna sokar.) Kimi de (müstahak olduğundan) saptırmak isterse, onun göğsünü, sanki göğe yükseliyormuş gibi dar ve sıkıntılı kılar (Kur’an’a İslami kurallara ve sorumluluklara karşı ilgisiz ve sevgisiz bırakır). Allah, iman etmeyenlerin üstüne işte böyle pislik (manevi murdarlık) ve gayretsizlik (hamiyetsizlik ve haysiyetsizlik) çökertir.” (En’am: 125)

“De ki: ‘Eğer size bir kötülük isteyecek olsa, sizi Allah’tan koruyacak; veya size bir rahmet dileyecek olsa (buna da engel olacak) kimdir?’ Onlar, kendileri için Allah’ın dışında ne bir veli (sahip çıkıcı), ne bir yardımcı bulamayacaklardır.” (Ahzâb: 17)

“(Unutmayınız ve haddinizi aşmayınız ki) Âlemlerin Rabbi olan Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz! (Öyle her arzu ettiğinize erişemezsiniz. Zira her şey Allah’ın elinde ve takdirinde bulunmaktadır.)” (Tekvir: 29) ayetlerini doğru anlamayıp yanlış yorumlayarak sapıtmışlardır.

Kulun iradesizliği yanında, sorumluluğunu hangi temele dayandıracağını izah etmekten aciz kalan Cebriyye, zamanla bilgin ve düşünürler arasında yok olup gitmiş gibidir. Ancak zaman zaman bazı şaşkın ve sapkın kişilerin bu düşüncenin etkilerine girdikleri gözlenmektedir.

2- Kaderiyye (Mutezile) mezhebinin asılsız iddiaları:

Bunlara göre; kullar, iradelerinde tamamen hür ve bağımsızdır. Zira Mutezile’ye göre irade “fiil” kapsamındadır. Bunda (hâşâ) Allah’ın hiçbir rolü bulunmamaktadır. (Hâşâ) Bir bakıma insan, kendi fiillerinin yaratıcısıdır; onları işleyip işlememekte tamamen serbest bırakılmıştır. Özellikle kötü fiiller açısından durum bu odaklıdır. Kaderiyyecilere göre: “Allah’ın iradesi kötü fiillere taalluk etmez. O sadece iyiyi diler.”[3]

Kaderiyye’yi bu bâtıl görüşe sevk eden sebep, beş temel prensiplerinden biri olan “Allah’ın adaleti”ne yönelik yanlış ve sapkın bakış açılarıdır. Onlara göre, Allah’ın; kullarının fiillerinde bir etkisinin olmaması, adaletinin ve kullara zulmetmemesinin bir icabıdır. Eğer Allah, kulun kötü bir fiilî yapmasında bir katkısı varsa, sonra da kulu bu kötü fiilinden dolayı cezalandırıyorsa, bu, O’nun adaletiyle bağdaşmayacaktır. O halde kul, tamamen bağımsız olmalı ki, yaptıklarından dolayı hesaba çekilmesi adalet sayılsın.

Mutezile (Kaderiyye) şaşkınlarının bu görüşleri için ileri sürdükleri delillerden birkaçı şunlardır:

“De ki: ‘Hakk Rabbinizdendir. (Allah’tan başkası, sizin için haklı ve hayırlı olacak dini ve düzeni bilemez ve gösteremez…) Artık (Hakk geldikten ve Kur’an’a davet edildikten sonra) isteyen iman etsin, isteyen inkâr etsin. Şüphesiz Biz zalimlere bir ateş hazırlamışız ki, onun duvarları kendilerini çepeçevre kuşatmıştır. Eğer onlar feryat edip yardım isterlerse, (erimiş maden misali) katı bir sıvı gibi yüzleri kavurup-yakan (pis ve acı) bir su ile (güya) yardım edilirler. (Oysa) O ne kötü (ve bayağı) bir içecektir ve ne kötü (ve aşağılayıcı) bir destektir!’” (Kehf: 29)

“…Eğer (bu süre içinde pişman olup eşlerine) dönerlerse, (nikâhları yenilenmiş olacaktır;) şüphesiz Allah, Bağışlayandır, Esirgeyendir.” (Bakara: 226)

“(Ey kâfirler!) İşte (uğradığınız) bu (şiddet ve zahmet), sizin ellerinizin önceden takdim ettiği işler (kötülük ve nankörlükler) yüzündendir. Yoksa şüphesiz Allah kullara asla zulüm (haksızlık ve yanlışlık) edici değildir (denilecektir).” (Enfâl: 51)

“…Bir millet kendi durumlarını değiştirmedikçe Allah onların durumlarını değiştirip bozmayacaktır. …” (Ra’d: 11)

Kaderiyyecilere göre; bu ayetlerde kulların fiilleri insanların kendisine isnat edilmektedir. Oysa bu ayetlerde iradeyi inkâr söz konusu değildir.

Hz. Peygamber (SAV) de bir hadiste şöyle buyurmaktadır: “Her doğan çocuk İslam fıtratı üzere doğar. Sonra ana-babası onu ya Yahudileştirir, ya Mecusileştirir, yahut Hristiyanlaştırır… “ (Müslim, Kader 25). Yani; çevrenin yanlış telkinleri, nefsü hevânın aşırı istekleri ve iradenin yanlış tercihlere yönlendirilmesi, insanların küfre ve kötülüğe kaymasına yol açmaktadır.

Hatta Kaderiyye (Mutezile) sapkınları gibi İlahi takdiri mazeret olarak ileri sürenlere karşı Allah, bu mazeretlerinin doğru olmadığını, yaptıklarının kendilerine ait olduğunu şu ayetle uyarmaktadır:

“(Zahiren Müslüman rolü oynayan, ama aslında) Şirk koşmakta olanlar: ‘Eğer Allah dileseydi, O’nun dışında hiçbir şeye kulluk yapmazdık (asla Hakk’tan ve hayırdan sapmazdık); biz de, atalarımız da O’nsuz (O’nun izni ve iradesi olmadan) hiçbir şeyi haram kılmazdık (kaderimizde varmış’ diyerek Allah’ı suçlamaya kalkışmışlardı). Onlardan öncekiler de böyle yapmıştı. Şu halde elçilere düşen apaçık bir tebliğden başkası mıdır?” (Nahl: 35)

Mutezile ve benzeri sapkın mezhepler içerisinde kaderi inkâr etmekte o kadar aşırı gidenler vardır ki, bunlar, insanların ne yapacakları konusunda Allah’ın önceden bir bilgisinin bulunmadığını dahi ileri sürmektedir ve kul, kendi iradesiyle karar verip o fiili işledikten sonra ancak Allah’ın o şeyden haberdar olduğunu söylemektedir.

3- Ehl-i Sünnet mezhebinin görüşleri incelenirken görüleceği gibi, bu fırkaların her ikisi de nassları tek yönlü almış; karşı tarafın ileri sürdüğü delilleri görmezlikten gelmiştir.

Ayrıca iki fırkanın da Emeviler döneminde ortaya çıkmış olması dikkat çekicidir. Belki o dönemde İslam ümmeti yabancı kültürlerle karşılaşmaya başlamış ve bu durum fırkaların ortaya çıkmasında etkenlerden birini teşkil etmiştir. Ama hiç şüphe yok ki Raşid Halifelerin adil idaresinden sonra İslam ümmetine hâkim olan bazı zorba Emevi yönetimlerinin de etkisi az değildir.

Baskı ve zulme dayalı sistemler ve hükümetler, birbirine zıt olan bu iki görüşün de toplumda yayılmasına yol açabilmektedir. O günkü toplum içinde bir tarafta kural-kaide tanımayan ve işi anarşizme kadar götüren kişiler; diğer tarafta da köşesine sinmiş, iradesini yitirmiş, ümitsiz ve gayretsiz, olayların akıntısına kendisini salıvermiş bedbin miskinler görülmektedir. Nitekim günümüzde de her zaman bu gibi zorba yönetimlerin egemen olduğu toplumlarda bu iki sınıf insanlar zuhur etmektedir.

Ehl-i sünnetin görüşü bu haklı ve hayırlı mutedil çizginin ilk dönemlerini temsil eden selef âlimleri, başlangıçta böyle bir problem üzerinde detaylı bir şekilde durma ihtiyacı hissetmemişlerdir. İlim ehlinin bu konu üzerinde yoğunlaşmaları, Kaderiyye ve Cebriyye’nin görüşlerini reddetmeye yöneliktir.

Buna göre Allah’ın iradesi mutlak ve küllî bir iradedir. O’nun iradesinin hilafına hiçbir şey meydana gelmemektedir. O’nun külli saltanatında, kâinat ve tabiat programında irade etmediği bir şeyin vuku bulması, ya unutma ve gafletinden, ya da acizlik ve zafiyetinden kaynaklanır ki; hâşâ Allah hakkında böyle bir şey söz konusu değildir. Ancak, her kula irade ve seçme hürriyetini veren, bizzat Allah’ın kendisidir. İnsana iyi ya da kötüyü seçme kabiliyetini O vermiştir. O halde insana, iradesini kullanırken Allah’ın iradesi hilafına davranabilme, tercih yapabilme, iyilik veya kötülüğe yönelebilme kabiliyeti verilmiştir ve zaten imtihanın sırrı ve adalet çarkı da burada gizlidir.

Kul, kendisine verilen irade ile seçimini yapabilmektedir. Allah Teâlâ, kulların kendi fiillerini yapma ve kesbetme hürriyetine sahip olduklarını açıkça ifade etmektedir: “…Artık dilediğinizi yapın. O, yaptıklarınızı görmekte (ve sürekli kaydettirmekte)dir.” (Fussilet: 40) “Elbette, her kim (Allah’ın rızasına ve insanların hayrına) yararlı iş yaparsa kendi menfaatine, kim de kötülük (ve tembellik) yaparsa kendi aleyhinedir. Rabbin kullarına karşı asla zulmedici değildir.” (Fussilet: 46) Ama kul bu hürriyeti kullanırken kesin olarak kendisine bu irade gücünü verenin Allah olduğunu bilmelidir. O’nun iradesi ve izin vermesi dahilinde bunları yapabilmektedir. Allah Teâlâ dilemezse, hiç kimse hiçbir şey yapamaz hale gelir.

Ancak; kul tercihinde, seçiminde serbesttir ama yaratma Allah’a aittir. “…O, her şeyin (ve herkesin) üzerinde bir Vekîl’dir. (Her türlü ihtiyaçlarını gideren ve sahiplik edendir.)” (En’am: 102) O halde yapılan iş, yaratma yönüyle yüce Allah’a; kendi iradesi ve tercihiyle kesbedilmesi ve işlenmesi yönüyle kula aittir. Yaptığı işlerin sonucundan sorumlu tutulması da bu sebepledir.

Zaten kul, irade ve isteğinin dışında kalan durumlardan, kâinat ve tabiatta her an cereyan eden milyarlarca olaylardan ve oluşumlardan sorumlu değildir. “…Allah, hiç kimseye güç yetireceğinden (kapasitesinden) başkasını yüklemez. (Herkesin) Kazandığı (iyilikler) lehine (kendi hayrına ve menfaatine), kazandırdıkları (veya sebep oldukları kötülükler ile, ona haksız şekilde kazandırılan şeyler ise) kendi aleyhine (zararına ve şer hanesine)dir.”  (Bakara: 286)

Bu irade ve tercih konusunu karmaşık hale getiren hususlardan birisi de, aslında meydana gelmesi söz konusu olmayan farazî sorulara cevap bulma gayretleridir. Bunlardan en önemlisi şudur: Allah bir şeyi irade buyururken kul aksini irade eder ve bunun zıddını yapmayı arzu ederse ne olacaktır?

Elbette ki böyle bir soruya: “Allah’ın dilediği olur” karşılığı verilecektir. Ancak, dikkat edilirse bu soruda Allah ve kul, hâşâ çekişen iki yarışmacı konumunda farz edilmiştir. Oysa, asla böyle bir şey söz konusu bile değildir ki buna cevap verilsin. En azından cevap aransa bile meselenin tamamen nazarî olduğu bilinmelidir. Hâşâ Allah, kuluyla yarışa girmez. Kula irade ve seçme yetkisini Kendisi vermiştir, onu imtihan sahasında özgür bırakması, adaletin gereği ve imtihan hikmetidir. O halde kul, şu veya bu seçimi yaparken Allah’ın genel iradesi ve müsaadesi sınırları çerçevesinde bu seçimi yapabilmektedir. Allah’ın iradesiyle kulun iradesinin karşı karşıya gelmesi diye bir durum söz konusu değildir. Bu konuda ileri sürülen bir diğer farazî soru da şudur: Kul, daha önce belirlenmiş olan kaderinde yazılı olanın aksine bir şeyi yapmak isterse, bunu yapma yetkisi verilmiş midir?

Cevap: Eğer Allah Teâlâ, zamanla kayıtlı olmayan, yani geçmiş ve geleceği bütün teferruatıyla bilip duran külli (sınırsız, bütün her şeyi kuşatıcı) ve yine sonsuz (Ebedi ve Ezeli) bir ilme sahip bulunmasaydı, belki böyle bir soru söz konusu olabilirdi. Halbuki Allah Teâlâ, kulun bunu mu, yoksa şunu mu seçeceğini; niyetinin nerede ve ne zaman değişeceğini bilir; kaderini de bu bilgisiyle tayin etmektedir. Daha açık bir ifadeyle; kul, yaptığı bir şeyi kaderinde yazılı olduğu için yapıyor değil; o şeyi yapacağını önceden bildiği için Allah kaderine onu yazıp tespit etmiştir. Bu sebepledir ki, yaptıkları kötü ameller konusunda kaderlerini gerekçe olarak ileri süren müşriklerin bu iddiaları Kur’an’da şöyle reddedilmektedir: “(Zahiren Müslüman rolü oynayan, ama aslında) Şirk koşmakta olanlar: ‘Eğer Allah dileseydi, O’nun dışında hiçbir şeye kulluk yapmazdık (asla Hakk’tan ve hayırdan sapmazdık); biz de, atalarımız da O’nsuz (O’nun izni ve iradesi olmadan) hiçbir şeyi haram kılmazdık (kaderimizde varmış’ diyerek Allah’ı suçlamaya kalkışmışlardı). Onlardan öncekiler de böyle yapmıştı. Şu halde elçilere düşen apaçık bir tebliğden başkası mıdır?” (Nahl: 35)

“Âdetullah” ve “Sünnetullah” Kavramları!

“Âdetullah”: Allah’ın canlı cansız bütün varlıkların nasıl hareket edeceklerini tedbir ve tanzim eden takdiratına ve buyruklarına, koyduğu değişmez terbiye ve idare kanunlarına Âdetullah ya da Sünnetullah denir. “Sünnetullah”; kelime olarak kanun, âdet ve yol manasına gelmektedir.

“Sen Allah’ın sünnetinde asla bir değişiklik bulamazsın” ayetinde ifade edildiği gibi, bu İlahi kanunlarda devamlılık ve değişmezlik vardır. (Ahzâb: 62; Fâtır: 43; Fetih: 23) Sünnetullah ile Âdetullah arasında mana bakımından bir fark bulunmamaktadır.

Âdetullah veya Sünnetullah, Allah’ın irade ve kudret sıfatından gelen tekvinî şeriat kanunlarıdır. Yani, kâinat ve tabiatın yaratılış esasları ve hikmetli yasalarıdır.

Çekirdeğin çatlayıp büyümesi, Güneş’in çekme ve itme kuvveti, yıldızların hassas bir şekilde kendi yörüngeleri içinde hareket etmeleri, bütün canlıların hayat şartlarının ve rızıklarının mükemmelen tanzim ve tedbir edilmesi, suyun kaldırma yetisi, yer çekim kuvveti, soğuğun üşütmesi, ateşin yakıp kül etmesi, çalışmanın kazandırıp servet sahibi etmesi, tembelliğin  ve israf illetinin sefalet ve fakirliğe sürüklemesi, irade sıfatından gelen Sünnetullah kanunlarıdır ve bunların imtihanla ilgili süreçlerinde cüz’i irade ile insanlar sorumlu tutulmuşlardır. İnsanların robotlardan farkı, cüz’i irade sahibi olmalarıdır.

Öte yandan, geceleri istirahat etmek insanın bir ihtiyacı ve âdetidir. Kur’an, beşerin bu ihtiyacının İlahi bir kanun olan “gece” ile karşılandığını, büyük bir nimet olarak haber verir. Gözlere uykunun hâkim olması gibi, yeryüzünü de karanlığın kaplaması büyük birer hâdisedirler ve bu iki hâdise de Allah’ın birer kanunudur; Âdetullahtandır.

Bazıları, kâinattaki Âdetullah kanunlarına yanlış olarak “tabiat kanunları” demektedir. Hâlbuki bu kanunlar, Allah’ın tabiata koyduğu değişmez nizamdan ibarettir. Sünnetullah kanunlarına uymayanlar, cezasını peşinen dünyada görür, uyanlar ise mükâfatını peşinen alır. Çalışan insanların başarıya ulaşması, isyan edenlerin cezalandırılması Cenab-ı Hakkın insanlık âleminde devam eden adalet yasalarıdır. Mesela, bir insan kendini yüksek bir binadan atsa paramparça olacaktır. Allah’ın Sünnetullah kanunlarında ceza da mükâfat da peşindir.

Güzel bir neticeye ulaşmak için niyetin halis olması yeterli değildir. Sünnetullah kanunlarına uymak, üzerine düşeni yapmak da lazımdır. Ve işte, cüz’i irade bu nedenle insanlara bağışlanmıştır.

Hz. Peygamber (SAV), Cenab-ı Hakkın en seçkin kulu olarak Âdetullaha en fazla riayet eden fert olmuştur. “Ben Peygamberim, öyleyse harika bir şekilde bütün sorunları aşarım ve hedefime varırım” dememiş, sebeplere yapışarak neticeyi Cenab-ı Hak’tan istemiştir. “Çalışmak âdetim, tevekkül halimdir” buyurmakla, sebeplere teşebbüs etmeyi, iradesiyle Hakka ve hayra yönelmeyi âdet edinmiş, ama neticeler için, Allah’a tevekkül etmiştir. Yani insana irade-i cüz’iye verilmesi ve bu nedenle imtihandan geçirilmesi de bir Sünnetullah gereğidir.

Ne yani, bu şaşkın ve sapkın kafalara göre; şu kuduz İsrail’in Filistin’deki bütün zulümlerini, Yahudi Lobilerinin insanlığa kan kusturan sömürü ve hile düzenlerini ve bunların işbirlikçisi hainlerin nankörlük ve kötülüklerinin hepsinin suçunu ve sorumluluğunu; “Kader böyleymiş!” deyip, -hâşâ- Allah’ın üzerine mi yıkalım? Böylece bütün şeytanileri ve şerli güçleri aklamak isteyenler nasıl bir münafıklık marazına müpteladır?

  1. El-Aziz – 18 Ekim 2024 – Zeki Geçkil
  2. Bak: Sorularla Risale.
  3. Kâdî Abdülcebbâr, Şerhu Usüli’l-Hamse, Kahire 1965, 431
4.6 20 votes
Değerlendirmeniz

Makale Paylaşım Sayısı: 

Subscribe
Bildir
15 Yorum
En Yeniler
Eskiler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

ALLAH RAZI OLSUN
Yıllardır Erbakan Hocamızı Akp’nin günahlarına ortak etmeye yeltenen, Akp yalakalığı ile bataklıkta yer bulmaya çalışan ve mantıklı akla yatan bakış açıları olmadığı gibi çürümüş kokuşmuş dil zehiri kusan bu zavallılara böylesine mükemmel bir makale ile gerekli cevabı veren Milli Çözüme teşekkürler. Allah razı olsun.

Bu kainat bir hesap üzerine yaratılmış, yani bir matematik var. Makalede yer alan Allah dilemedikçe, siz dileyemezsiniz!”  (İnsan: 30) ayetinin yorumunda
“önceki ve sonraki ayetlerle ve surelerle münasebeti dikkate
alınırsa:” ifadesinin yer alması ve sonrasında da“Allah size akıl, fikir, beyin, irade ve tercih etme yetileri vermeseydi, sizler dilediğiniz işi görmeye değil, bunları düşünmeye ve
irade etmeye bile muktedir olamazdınız”  açıklaması müthiş bir matematiksel aklın ürünüdür. Çünkü matematiksel akıl olayların ve anlatılanların diğer olaylarla ve anlatılanlarla bir bağlantısının kurulmasını, buradan insanlığın dertlerine derman olacak yeni ve yenilikçi çıkarımlar yapılmasını gerektirir. İşte Meali Kerim’in her ayetine bu mantıkla anlam verilmiş olması hem dünya hem ahiret hayatımızın güzelliklerle dolu olması için bize en güzel ve güçlü rehberdir. Bu sebeple bu bakış açısının öncelikle örnek alınması, kendisinde bu tür kabiliyet
olmayanların ise saygı gösterip yaşantısını bu bakış açısına göre tekrar kurgulaması gerekir. Bu yorumlarından dolayı muhterem Ahmet Akgül Hocamıza teşekkürlerimizi arz ediyoruz.  
Diğer türlü yorumlar, makalede de belirtildiği gibi haşa Cenabı Hakkı suçlamaya götürdüğü gibi insanımızın dinden uzaklaşmasına sebep olmaktadır.
Makalede; sapkın fırkaların ortaya çıkmasında zorba Emevi yönetiminin etkisinin olduğu, anarşist ve sinmiş kimselerin ortaya çıkmasına neden olduğu, bugün de bu tür yönetimlerin yine benzer sonuçlar doğurduğundan bahsedilmektedir. Evet; bugün adaletsizlik ve baskıcılık o kadar çok artırılmıştır ki maalesef gençler deizm, ateizm vb sapkınlıklara da kayabilmektedir. Bu sebeple makalenin bu bölümünde yapılan yorum günümüzde inancımız açısından yaşadığımız kaygıların kaynağını belirtmesi açısından çok önemlidir.
Başta inancımız açısından toplumumuzda yaşanılan olumsuzlukların günahını yönetenlerin üzerinden alıp haşa Rabbimizin üzerine yükleme sapkınlığına düşenlerin artık ne gibi bir menfaatleri varsa……..

Bu cahil ve gafil, dall ve mudil (sapkın ve saptırıcı) kişiler; yoksa, Hak Dava’ya ve Aziz Erbakan Hocamıza hıyanet karşılığı malum ve mel’un odakların iktidara taşıdıkları ve bütün kötülüklerine hikmet ve keramet uydurdukları AKP’nin ve kendilerinin tüm günah ve tahribatlarının suçunu -hâşâ- Allah’a yüklemek için mi bu safsata ve sapkınlıklara kaymaktalardı?

Ne yani, bu şaşkın ve sapkın kafalara göre; şu kuduz İsrail’in Filistin’deki bütün zulümlerini, Yahudi Lobilerinin insanlığa kan kusturan sömürü ve hile düzenlerini ve bunların işbirlikçisi hainlerin nankörlük ve kötülüklerinin hepsinin suçunu ve sorumluluğunu;  “Kader böyleymiş!”  deyip, -hâşâ- Allah’ın üzerine mi yıkalım? Böylece bütün şeytanileri ve şerli güçleri aklamak isteyenler nasıl bir münafıklık marazına müpteladır?

Nahl 36
Andolsun Biz her ümmete: “(Sadece ve samimiyetle) Allah’a kulluk yapın ve TAĞUT’tan (Bâtıl nizamlardan ve putlaştırılmış insanlardan) kaçının!” diye bir elçi gönderdik. Böylelikle onlardan kimine (gerçekleri kabullenip Hakka ve hayra yönelene) Allah hidayet verdi, onlardan kiminin üzerine (dünya rahatı ve menfaati için tağuta tapınan ve şeytani odaklara kapılan kesime) ise dalâlet (sapkınlık-doğru yoldan çıkmışlık) hak oldu. Nitekim yeryüzünde bir dolaşın da, bakın hele (peygamberleri ve davetlerini) yalanlayanların akıbetinin nasıl olduğunu görüp anlayın (ve ibret alıp toparlanın).

https://www.mealikerim.com/16/nahl/36

FURKAN SURESİ 27,28,29
Zalim (ve kâfir) olan kimse(ler) o gün; ellerini (hınçla) ısırarak: “Ah keşke, (ne olaydı, dünyada Hakk) elçiyle beraber bir yol edinmiş olsaydım (da bugün cehenneme atılmasaydım)” diyeceklerdir.

https://www.mealikerim.com/25/furkan/27

“Eyvah bana! Ne olurdu, keşke ben filan (fasık ve facir kişileri) dost edinmeyeydim (hainlerin ve zalimlerin peşlerine gitmeyeydim).”

https://www.mealikerim.com/25/furkan/28

“Çünkü o, gerçekten bana (Rabbimden) gelen Zikir’den (Kur’an-ı Kerim’den) sonra, (dünyalık hırsı ve Din istismarıyla) beni (aldatıp) saptırmış oldu. (Ve zaten) Şeytan da insanı ‘yapayalnız ve yardımsız’ bırakandır” (diye pişmanlık göstereceklerdir).

https://www.mealikerim.com/25/furkan/29

“Cüz’i iradeyi” inkar; “her işi bizzat Allah’ın irade buyurduklarını, kulların iradesinin hiçbir fonksiyonunun bulunmadığını” iddia etme sapkınlığıdır.

“Cüz’i iradeyi” ilk inkâr eden Şeytandır!
Şeytan kendisi azmış, kendi azgınlığını asla kabullenmemiş, Allah’a “beni azdırdın” diyerek, suçunu ve sorumluğunu -hâşâ- Allah’a yüklemiştir!

“Cüz’i iradeyi” inkar; bütün şeytanileri ve şerli güçleri aklamak isteyenlerin münafıklık marazıdır!
“Cüz’i iradeyi” inkâr; müşrik, kâfir, münafık ve zalim kişilerin, yaptıkları küfür ve kötülüklerin suçunu, hâşâ, Allah’a yıkıp kendilerini aklamaya çalışmışlardır.
“Cüz’i iradeyi” inkâr; Siyonistlerin, işbirlikçi hainlerin ve yandaş takımının hepsinin bütün kötülüklerine hikmet ve keramet uydurmaya çalışmaktır!
“Cüz’i iradeyi” inkâr; Siyonistlerin, işbirlikçi hainlerin ve yandaş takımının hepsinin suçunu ve sorumluluğunu -hâşâ- Allah’a yükleme çabalama alçaklığıdır!

“CÜZ’İ İRADE İNKÂRI” Allah’a, Meleklerine, Elçilerine, Cibril’e ve Mikail’e düşmanlık yapmaktır!

“Cüz’i iradeyi” inkâr; “… siz Eşref-i Mahlukat’sınız, meleklerden de üstünsünüz. Nasıl oluyor da meleklerden üstün oluyoruz? Melekler Cenab-ı Hakk’ın emrini yerine getirirler. Bir bakıma robot gibidirler. İnsana ise irade-i cüziye verilmiştir. ‘Ey kulum sana doğru ile yanlışı ayırma kabiliyeti veriyorum. Doğruyu ve yanlışı ayır. Ama sonra seni serbest bırakıyorum. İstersen doğruya hizmet eder, iyi insan olur, Benim rızamı kazanır cennete gidersin. İstersen şerre hizmet eder, cezanı çekersin.’ İnsanı şereflendirmek için Cenabı Hakk böyle yaratmıştır.” buyuran ERBAKAN HOCAMIZA düşmanlığın ifadesidir.

“Cüz’i iradeyi” inkâr, ERBAKAN HOCAMIZIN “Beni AKP’nin günahlarına ortak etmeyin” dediği Şeytan şakirtlerinin, şeytanlıklarının ilanıdır!

“Allah dilemedikçe, siz dileyemezsiniz!” (İnsan: 30) ayetinin, önceki ve sonraki ayetlerle ve surelerle münasebeti dikkate alınırsa: “Allah size akıl, fikir, beyin, irade ve tercih etme yetileri vermeseydi, sizler dilediğiniz işi görmeye değil, bunları düşünmeye ve irade etmeye bile muktedir olamazdınız” anlamındadır.

Kul İster Fakat Allah ise Yaratır İkisi Farklı Şeylerdir!

Madem İradeyi Cüz-iye yok ozaman Allah haşa adil sıfatına muhalefet etmiş, İmtihan sırrı ortadan kalkmış demektir.Bu düşünce insanı şirke yani inançsızlığa götürmektedir. Aynı düşüncelere iş çevrisindeki inancı olmayan bazı kişilerdende duymuştum. “Madem Allah herşeyi yaratıp karar vermiş bizim ne yapacağımızı biliyor. Bizi neden yaratıp cehenneme atıyor” gibi kendi nefsini ve iradesini yok sayıp Yüce Yaradana suçlu muamelesi yapmaktadırlar. Gerçek böyle değildir kul cüzi iradesi ile bir şey yapmayı diler.Rabbimiz o fiiliyatı taalluk ederek gerekli görme,duyma gibi vesilleri yaratmaktadır.İmtihan hakikatine inanmak istemeyip şimdilik topu taca atmaktadırlar. Ancak Muhterem üstadımızın ayet delilleriyle ortaya koyduğu hakikat kul olarak niçin yaratıldığımızın ve Hak-Batıl, Hayır ve Şerri kendi cüzi irademizle seçtiğimizin kanıtıdır. Allah (cc) sadece ezelde kulunun hangi yolu seçip cennetlik mi cehennemlik mi olduğunu bilmektedir. Şimdi Bu El Azizci kafalar AKP ile Milli Görüşü harmanlayıp ikside aynı demekle şeytanlıklarına yıllardır kılıf uydurmakta ve hakikatin üstünü örtmeye çalışmaktadırlar.AKPnin faiz, fuhuş ve kumar düzenine hatta eşcinsellik gibi insan fıtratına aykırı girişimlere kılıf aranmaktadır..!

El Aziz ,Akp nin Telsizi olmuş..
Radyosu bozuk, yayın Frekansı bozuk..

KUR’AN’DAN VE ERBAKAN’DAN ZERRE NASİPLERİ OLMAYAN GÜRUHTAN BİRİDE EL-AZİZ CAMİASI OLDUĞU TEKRAR BU KONUYLA DA ANLAŞILMIŞ VE TESCİLLENMİŞ OLDU!..

Allah’ın Külli İradesi ve Kulların Cüz’i İradesi:

Cenab-ı Hakkın Külli İradesiyle, kulların cüz’i iradesini, Aziz Erbakan Hocamız şöyle bir misalle çok güzel anlatmışlardı: “Kenarlarına trafik ışıkları ve işaretleri dikilmiş asfalt bir yol düşünelim… Bu geniş ve uzun yolun da, çok büyük ve güçlü bir lokomotifin üzerinde olduğunu farz edelim… İşte biz bu yol üzerinde araba kullanan bir sürücü konumundayız… Trafik kurallarına ve işaret levhalarına dikkat ve riayet etmediğimiz için yapacağımız her türlü kazadan dolayı elbette suçlu ve sorumlu olacağız… Ancak hiçbir zaman biz kendi istediğimiz yere değil, bizi de yolu da üzerinde taşıyan lokomotifin götürdüğü yere varmak zorundayız.”

Evet, o yol; imtihan için gönderildiğimiz hayat yoludur… O araba; vücudumuz, azalarımız ve Allah’ın lütfettiği diğer araçlarımızdır. O güçlü ve görülmeyen lokomotif; Allah’ın Külli İradesidir… Arabayı kendi isteğimizle ve istediğimiz gibi sürmemiz; cüz’i irademizdir. O trafik kuralları; İslam’ın esaslarıdır… Kelime-i Tevhid getirmek; imtihana giriş belgesidir… Yani, her türlü düşünce ve davranışlarımızı takdirin programladığı bir robot gibi yapıyor değiliz. Böyle olsaydı ayrıca hesaba çekilmemiz, günah veya sevap yüklenmemiz, mükâfat ve ceza görmemiz söz konusu olamazdı. Özellikle kendi irade ve ihtiyarımızla alâkalı davranışlarımızı da yaratan Allah’tır. Ama bunların sorumluluğu bize aittir. Bu konudaki takdir, “İlim, maluma tâbidir…” gerçeği ile izah edilebilir. Cenab-ı Hak, iyi veya kötü bütün davranışlarımızı, önceden öyle takdir ettiği için, biz bunları robot gibi aynen yapıyor değiliz… Doğrusu, Cenab-ı Hak bizim aklımızı ve azalarımızı ezeli ilmi ile, nerede ve nasıl kullanacağımızı önceden bildiği için bunları yazmış ve tespit etmiştir. 

(KAYNAK: 100 KUR’ANİ KAVRAM VE YORUMLARI adlı Furkan Neşriyat’tan çıkma AHMET AKGÜL’ün kaleme aldığı eserden alıntıdır.)

İşte , Milli Çözüm günümüzün ve Kur’an’ın Tercümanlığını yapmasına bir örnek teşkil edecek makaleyle daha beraberiz. Elhamdülillah… Yazarımızın kalemine sağlık yüreğine ilmine bereket…

ALLAH RAZI OLSUN ÇOK GÜZEL CEVAP OLMUŞ ANLAYANA

“(Oysa, şeytanlar ve şeytanlaşmış insanlar hakkında; İlahi adalet olarak) Şöyle yazılmıştır (ve karara bağlanmıştır ki); “Kim onu veli (dost ve rehber) edinirse, şüphesiz o (şeytan) onu şaşırtıp-saptırıverir ve onu çılgın ateşin azabına yöneltip iletir.” Hacc 4

Şeytanlaşmış insanlar, kitaptan konuşuyor gibi yaparak insanları nasıl şaşırtıp, saptırıp sonunda Feto destekçisi, Akp yalakası ve itikadi bozukluğa düşürdüklerini bir kez daha gördük.

“(Dini yozlaştırmak ve elçileri zora sokmak üzere) Yalanı (ve asılsız ithamları), ancak Allah’ın ayetlerine (ve hesap gününe) inanmayanlar uydurup iftira atmaktadırlar. İşte asıl yalancı (bozguncu ve fesatçı) olanlar bunlardır.” Nahl 105

Asıl bozguncu fesatçılar; dini hakikatleri yozlaştıranlar, Hak dava elçisini/temsilcisini/tebliğcisini meşgul edip, işini zorlaştırmaya çalışanlardır.

“Bak hele, Allah’a karşı nasıl da yalan ve iftira uyduruyorlar! (Hâşâ, Allah’ı suçlamaya ve sorumlu tutmaya çalışıyorlar, O’nun hükümlerini değiştirmeye uğraşıyorlar!) Apaçık bir günah olarak bu onlara yeterlidir.

Kendilerine kitaptan bir pay verilenleri (ama bu bilgi ve becerilerini nefsi hevesler ve dünyevi hedefler için istismar edenleri ve halk arasında âlim ve fazıl bilinen münafık tipleri) görmez misin? Onlar tağut’a (şeytani rejimlere ve zalim güçlere) ve cibt’e (hain ve işbirlikçi liderlere) inanıp (peşlerine takılıyorlar) ve (saldırgan) kâfirler için: “Bunlar, mü’minlerden daha doğru bir yoldadır!?” diyorlar. (Hakk nizam kurulsun diye çalışanları fitne-fesat çıkarmakla suçluyorlar. Oysa asıl kendileri fasık ve münafık kişilerdir.)” Nisa 50-51

Evet Kitaptan bir pay verildiği halde dünyalık pay/kemik için nasıl zalim işbirlikçilere nasıl yanaşıldığını, nasıl Allah’ı (cc) suçlama cesaretinde bulunulduğu haşa) 1400 sene öncesinden Yüce Kitabımızda anlatmakta!

“… Onlar ise: “Eğer Allah bize doğru yolu gösterseydi biz de sizlere doğru yolu gösterirdik” diyerek (hâşâ Allah’ı suçlamaya yelteneceklerdir). “Şimdi sızlanıp yakınsak da, sabretsek de fark etmez; bizim için artık kaçacak bir yer yoktur. (Günahları beraber işledik, cezasını da birlikte çekeceğiz.)İbrahim 21

Sapkın ve şaşkın fikirleri ile özde/sözde Allah (cc)nü suçlamaya çalışan insanların ahirette kaçacak bir yerlerin kalmayacağı ayet-i kerime bildirilmektedir.  Bu makale ise bu zihniyetteki şarlatanın sapık fikre sahip olanları çaresiz, cevapsız bırakmaktadır.

Şeytanın ve şeytanlaşmış karaktere sahip olan insanların son sözü:

(Hesap günü) İş hükme bağlanıp-bitince, şeytan der ki: “Doğrusu, size gerçek olan va’adi, Allah va’ad etti. (Evet) Ben de size va’adde bulundum, ama sizi aldatıp yalan söyledim. Benim size karşı zorlayıcı bir gücüm yoktu, sadece size (vesvese üfleyip kötülüğe) davet ettim, siz de bana icabet ettiniz. Öyleyse beni kınamayın, kendi nefislerinizi kınayın. (Artık) Ne ben sizi kurtarabilirim, ne de siz beni kurtarabilirsiniz. Doğrusu daha önce beni ortak koşmanızı da kabul etmemiştim. (Çünkü ben, Allah’ın varlığını ve iman esaslarını zaten bilmekteydim!..) Gerçek şu ki, zalimlere acı bir azap vardır. (Herkes müstahak olduğu akıbete erişecektir.)    
     

   

BAKMAK VE GÖRMEK!

Bakmakla görmek bir değildir. Her bakan,
baktığını görse idi, kalpler bu kadar körerirmiydi… Görmek istiyorsan hakikati, bak iman gözlüğü ile gör gerçeği..

3. Kromozomu Eksik El-aziz ciler…
Bu sapkın ve beceriksiz din istismarcısı el-aziz cilerde zerre kadar Erbakan Hocamıza saygı olsaydı, Erbakan Hocamız ın en küçük çocuğun dahi anlayacağı şekilde anlattığı; insanın yaratılışındaki hücresinde bulunan, bitki ve hayvanlardan farklı 3. kromozomu sayesinde
Doğru ile Yanlışı
Faydalı ile Zararlıyı
Güzel ile Çirkini
Hak ile Batılı ve
Adalet ile Zulmü ayırdedebilip bunlardan doğru olanları tercih edip o uğurda gayret edip etmediği sorumluluğu dersinden bi nasipleri olurdu…
Tabi kendileri siyon uşağı akp yi aklamak uğruna bu hakikatleri örtüp zırvalamaktalardı…

MÜPTEZELLERE İLTİMATOM!

Milli Çözüm’ün farkı, fazileti ve hizmetlerini en açık şekilde ortaya koyan müthiş makale Erbakan Hocamızı istismar eden ve İslâm Dinini yozlaştırmaya çalışan şarlatanlara büyük bir ultümatomdur!
Abdullah Akgül’ün hazırladığı ve Üstad Ahmet Akgül Hocamızın yorumladığı müthiş meal, bütün insanlığı bu şarlatanların tuzaklarından kurtarmak için tarihin en büyük çalışmalarından birisidir.
Zira vicdan ayarı (terazisi) bozulmamış her akıl sahibi Milli Çözüm’ün mealini okuyarak, din istismarcısılarının tuzaklarını fark ederek doğruyu bulabilir.

İsrâ 82
Biz Kur’an’dan mü’minler için şifa ve rahmet (vesilesi) olan şeyleri (gerekli hüküm ve haberleri) indiriyoruz. Oysa O (Kur’an; sadece istismar için okuyan ama hükmünü uygulamayan) zalimlerin ise ancak zararını (hüsran ve hırçınlığını) artırır.

https://www.mealikerim.com/17/isra/82

Erbakan Hocamızın anlattıkları;
Doğru ile yanlışı
Güzel ile çirkini – iyi kötüyü
Faydalı ile zararlıyı
Zulüm ile adaleti

Allah’ın insanları hayvanlardan ayıran bu dört meziyeti vermiş..

Evet insanlar meleklerden yukarı, hayvanlardan aşağı olabiliyor.
Makalede ki ayetlerden de açıkça anlaşılacağı üzere; Allah insanlara hidayeti dilediğine (müstahak olduğu ve hakkettiği için) verir.
Rabbimiz adalet sahibidir, cüz-i iradenin olmadığını iddia eden iktidar yalakası sapkınlar, dünyaya seksen kere farklı zaman ve imtihan ile gelse yine bâtılın tarafında olurlardı ve imtihan da alacakları puan asla değişmezdi. Böylesi sahtekarların dünyadaki cezaları ise pek yakındı!
Milli Çözüm eliyle kurulacak Yeni Adil Dünya ile gerçek İslam’ı bütün insanlık görecekti.
İşte kinlerinden parmaklarını ısıracak olanlar bu şarlatanlardı.
Elhamdülillah Milli Çözüm, bu tiplere pabuç bırakmamıştır ve bundan sonra da bırakmayacaktır!

İNANCININ GEREĞİNİ YAŞAMAYAN, YAŞANTISININ GEREĞİNE PERDE ARAMAKTADIR!
İnandığı gibi yaşamayanların sonunda nefsine perde olarak yaşadığı gibi inanma gayretine yönelmesi tecrübelerle sabittir. İşte kul nefsinin yanlışlarını örtmek için kendini kurtarma gayretine yönelince haşa Allah (cc) ile çatışma noktasına geliyor ki; El-Aziz ve benzerlerinin yani AKP, YRP, SP’nin yeni oluşumcularının hatta yozlaşan tarikat ve cemaatlerin de düştüğü vartalar bunların ortak noktalarıdır.

İMAN – İLİM – HİKMET = MİLLİ ÇÖZÜM

Kader ve irade konularını en makul ve anlaşılır şekilde ortaya koyan muazzam bir makale olmuş elhamdülillah.

Böylesine muhteşem ve muhkem bilgileri istifadeye sunmak, ancak Milli Çözüm ruhunu temsil eden Üstadımız Ahmet AKGÜL Hocamıza yakışırdı. Teşekkürler Milli Çözüm. İyi ki varsın.

Genel olarak; kâinat ve tabiattaki her eşyayı, olayı, varlıkları ve insanları bizzat yaratmak… Temel kanun ve kurallar (Sünnetullah) koyup tanzim, taksim ve takdir buyurmak, ancak ve yalnız tek ve gerçek İlah olan Cenab-ı Hakka ait bir hükümranlıktır.

Her insan, Allah’ı temsil ve tecelli makamında ve imtihan sırrıyla yaratılmış bulunmaktadır.

Bu imtihan (eğitilme ve elenme) süreci ise, İlahi adalet ve hikmet gereği, insanlara verilen cüz’i irade sayesinde geçerlilik kazanır. Bu nedenle akli melekeleri, irade ve tercih yetileri olmayan deliler, mükellef ve sorumlu sayılmamıştır. Tarih boyunca; pek çok müşrik, kâfir, münafık ve zalim kişiler, yaptıkları küfür ve kötülüklerin suçunu, hâşâ, Allah’a yıkıp kendilerini aklamaya çalışmışlardır.

Şuurlu ve sorumlu bir Müslümana yakışan, “Kendisine nasip olan iyilikleri, başarı ve bereketleri Allah’tan bilip O’na şükre koyulmak, gurur ve kibirden uzaklaşmaktır. Ama kötülüklerini, tembellik ve gevşekliklerinin acı ve alçaltıcı neticelerini ise, hâşâ, kadere yüklemeyip, kendi nefsinden ve cüz’i iradesinin yanlış ve yararsız tercihinden bilip” tövbekâr olmaktır.

Örneğin; imtihana giren bir talebe imtihan salonunun tertibi, düzeni ve tanzimi ile ilgili hiçbir şeyden sorumlu değildir ve onlara karışamaz. Çünkü oralara müdahalesi söz konusu olamaz. Ancak imtihan kâğıdına istediğini yazmakta serbest bırakılmıştır. Burada dilediği gibi hareket etme hakkı vardır. İmtihan süresince serbestiyeti vardır. Dilediği gibi hareket ettiğinden sonucuna da katlanır. İşte imtihan böyle yapılır. İsterse talebe matematik imtihanında resim de çizebilir veya hocasına isyankâr cümleler de yazabilir; bu da serbest bırakılmıştır.

İşte, bu misal gibi; dünya imtihanı da buna kıyaslanır. İnsanlar ömür sayfalarını kendilerine verilen iradeleriyle, meyelan (eğilim ve tercih) kalemleri ile doldurmaktadır. Bu muamelede gayet serbest durumdalardır. Ancak Allah’ın uluhiyetine, tayin ve takdir yetkisine asla müdahale kesinlikle söz konusu değildir. Bu şartlarda imtihan olanların akıbetleri de adalet noktasından muhasebeye tâbi tutulacak, ona göre azaba veya mükâfata müstahak olacaktır.

Allah’ın iradesi mutlak ve küllî bir iradedir. O’nun iradesinin hilafına hiçbir şey meydana gelmemektedir. O’nun külli saltanatında, kâinat ve tabiat programında irade etmediği bir şeyin vuku bulması, ya unutma ve gafletinden, ya da acizlik ve zafiyetinden kaynaklanır ki; hâşâ Allah hakkında böyle bir şey söz konusu değildir. Ancak, her kula irade ve seçme hürriyetini veren, bizzat Allah’ın kendisidir. İnsana iyi ya da kötüyü seçme kabiliyetini O vermiştir. O halde insana, iradesini kullanırken Allah’ın iradesi hilafına davranabilme, tercih yapabilme, iyilik veya kötülüğe yönelebilme kabiliyeti verilmiştir ve zaten imtihanın sırrı ve adalet çarkı da burada gizlidir.

Kul, yaptığı bir şeyi kaderinde yazılı olduğu için yapıyor değil; o şeyi yapacağını önceden bildiği için Allah kaderine onu yazıp tespit etmiştir.

Picture of Abdullah AKGÜL

Abdullah AKGÜL

YORUMLAR

Son Yorumlar
15
0
Düşünceleriniz değerlidir, lütfen yorum yapın.x
Paylaş...