Mekke Müşriklerinin Elebaşlarının:
HAKSIZ VE AHLÂKSIZ KAZANÇ YOLLARI!
Hz. Peygamber Efendimizin kutlu davetine ve İslam’ın iman ve ahlâk prensiplerine, müşrik elebaşlarının şiddetle ve hiddetle karşı çıkmalarının altında yatan en önemli faktörlerin başında; haksız ve ahlâksız kazanç yollarının tıkanması kuşkusu yatmaktaydı. Yoksa müşrikler, yeri ve gökleri yaratan Allah’ın varlığını inkâr etmiyorlar, aksine O’nu sadece duaları kabul buyuran, ama dünya işlerini kullarının keyfine bırakan bir “Yüce Tanrı” gibi görüyorlardı. Bu nedenle, Hz. Peygamberimiz ve mazlum mü’minler aleyhine hazırlayıp Beytullah’ın duvarına astıkları zulüm ambargosu anlaşmasının başına “Bismikellahümme – Allah’ın İsmiyle” diye yazmışlardı.
Mağdur kesimlere ve sahipsiz kimselere her türlü baskı ve barbarlığı sistemleştiren bu müşrik elebaşları genellikle şu işlerle meşgul oluyorlardı:
1- Genelev çalıştırıcılığı ve fuhuş kazancı.
2- Faizli kredi (borç) dağıtımı ve ibtidai bankacılık.
3- Zorbalık, gaspçılık ve bir nevi Mafya Babalığı.
4- Ticaret tekeli oluşturulması ve sömürü çarkı kurulması.
5- Yozlaştırılmış Din istismarcılığı ve Kâbe (Beytullah) gibi kutsalların pazar payı.
Şimdi bunları tek tek ele alalım:
1- Genelev Çalıştırıcılığı ve Fuhuş Kazancı:
İnsan haklarına aykırı yollarla köle ve cariye yaptıkları kadınları, para karşılığı pazarlayıp gelir sağlamak, müşrik elebaşlarının önemli uğraş alanlarıydı.
Nur Suresi 33. ayeti bu haksız ve ahlâksız icraatı kınayıp yasaklamaktaydı.
“(Ekonomik sıkıntılar yüzünden) Nikâh (evlenme imkânı) bulamayanlar ise, Allah onları Kendi fazlından zenginleştirinceye kadar iffetli davransınlar. Ellerinizin malik olduğu (hükmünüz altında bulunup da) mükatebe isteyenlere (İslam’ın ilk dönemlerinde, kölelik ve cariyelikten özgürlüğe erişmeye; şimdi ise size olan borçları yüzünden hapse girip de bu cezadan kurtulmayı arzu edenlere) -eğer onlarda bir hayır görüyorsanız- mükatebe (özgür bırakma anlaşması) yapın. Ve Allah’ın size verdiği maldan (paradan) onlara da verin. Dünya hayatının geçici metaını ve menfaatini elde etmek için; ırzlarını korumak (ve iffetli yaşamak) istedikleri halde, korumanız altındaki genç kadınları (cahiliye dönemindeki gibi sakın) fuhşa zorlamayın. Kim onları (fuhşa) zorlarsa (büyük vebal altındadır); şüphesiz, onların (fuhşa) zorlanmalarından sonra (tevbe edip namusunu koruyanları ise) Allah (onları) Bağışlayandır, Esirgeyendir.”
Mekke’nin farklı yörelerinde böyle özel evler ayarlayıp fuhuş yaptıran, bu yolla haram para kazanan ve müşterilerine hem günah fırsatı sağlayan hem de bunu bir şantaj unsuru olarak kullanan insanların birisi de malum ve mel’un Ebu Cehil olmaktaydı. Ebu Cehil’in asıl adı Amr bin Hişam idi ve Cahiliye Mekke’sinde “Ebul Hikem-Hikmet’in Babası=bilge kişi” olarak anılırdı. Ona Ebu Cehil ismini Efendimiz takmıştı.
Fuhuş bataklığı ve kadın pazarlığı ile para kazananlardan birisi de Baş Münafık Abdullah Bin Ubeyy olmaktaydı. Nur Suresi 33. ayetinde vurgulandığı gibi fuhuştan yani kadın pazarlamaktan para kazanmaya “Biğa” diyorlardı.
Müşrik fasık Ebu Cehil ve münafık İbni Ubeyy gibileri, bu fuhuş evlerine gelenlere aynı zamanda pahalı şarap (ve içki) masaları kurmakta ve çeşitli kumar ve şans oyunları oynatıp ayrıca haksız kazanç yolları bulmaktalardı.
Zaten Hüzün Yılı sonundaki MİRAÇ müjdesini anlatan İsrâ Suresi’nin 31, 32, 33 ve 34. ayetleri:
• Çocukları (anne karnından itibaren) katletmeyi • Zina etmeyi ve fuhuş gelirini • Haksız yere insan öldürmeyi • Ve yetim malı yemeyi yasaklaması, cahiliye müşriklerinin gaddar uygulamalarına da dikkatleri çekmek amaçlıydı.
a- Müslümanlara yönelik 3 yıla yaklaşan vahşi ambargoların artık dayanılmaz noktaya ulaşması,
b- Efendimizin mübarek Hanımı ve can yoldaşı Hatice Annemizin vefatı,
c- Peygamberimizin amcası, Hz. Ali’nin babası ve Efendimizin en önemli destek ve dayanağı Ebu Tâlib’in de Hz. Hatice’den üç gün önce bu dünyadan ayrılmaları (19 Nisan 620),
d- İslam’ı tebliğ etmek ve Hicret edilecek bir mekân bulabilmek umuduyla ve Hz. Hatice Validemizin hizmetine verdikleri, eski evlatlığı Zeyd Bin Harise‘yi de yanına alarak Benî Sakif Kabilesini davet için gittikleri TAİF’ten, ağır hakaret ve eziyetlerle geri dönmek zorunda kalmaları nedeniyle “HÜZÜN YILI” denilen o zorlu sürecin ardından, Hz. Peygamber Efendimizi teskin ve teselli için ve “Rahmeten lil-âlemin” olması nedeniyle bütün gök tabakalarındaki varlıklara da Nübüvvet müjdesini ve mesajını iletip onları da sevindirmek ve bir nevi teftiş etmek üzere lütfedilen İSRÂ ve MİRAÇ olayı, hem HİCRET’in hem Medine İslam Devleti’nin bir nevi başlangıç hazırlığıydı.
Müşrik Barbarların Müslümanlara Karşı Boykot Uygulaması!
Nübüvvetin 7. (Miladi: 617) yılıydı. Bu tarihe kadar İslam’ın inkişâfına mâni olmak gayesiyle müşrikler tarafından girişilen her teşebbüs sonuçsuz kalmıştı. Üstelik İslamiyet giderek ve tedricen yayılmaktaydı. Müslümanların sayısı günden güne ve her türlü şiddet ve hakarete rağmen artmaktaydı ve İslam’ın nuru Mekke dışındaki kabilelere de ulaşmaya başlamıştı.
Hz. Ömer ve Hz. Hamza gibi iki kahraman da artık İslam safına katılmış durumdaydı. Hz. Ömer, önceki tavrının tam tersine İslam davasına bütün güç ve gayretiyle sarılmış, âdeta İslam’ın sağ kolu olup çıkmıştı. Bu durum, Müslümanlara cesaret ve moral verirken, müşrikleri ise fazlasıyla sarsmış ve onları derinden derine düşüncelere ve yeni tedbirler geliştirmeye mecbur bırakmıştı. Bütün bunlar, Kureyş müşriklerini son derece tedirgin edip kuşkulandırmış ve yeni kararlar almaya, yeni planlar uygulamaya zorlamıştı.
Müşrikler, işkence yapmakla, şiddet uygulamakla kimseyi dininden caydıramayacaklarını, İslam’ın ilerleyip yayılmasına engel olamayacaklarını anlamışlardı. Çünkü akılalmaz işkence ve zulümlere rağmen tek bir Müslüman dahi dininden dönmeye yanaşmamıştı. Öyle ise müşriklerin, bütün bunların dışında başka caydırıcı kararlar almaları lazımdı. Öyle de yaptılar. Vakit geçirmeden bir araya toplandılar. Uzun uzadıya düşünüp taşındıktan ve aralarında tartıştıktan sonra, gerek Müslüman ve gerekse gayrimüslim olsun, Hâşimoğulları’ndan tamamıyla münasebetlerini kesme kararı almışlar ve korkunç bir ambargo başlatmışlardı.
İttifakla aldıkları bu kararın maddelerini de bir sahife üzerinde şöyle yazıp Kâbe’nin duvarına asmışlardı:
Allah’ın ismiyle…
1- Hâşim ve Muttaliboğulları ailelerinden asla kız alınmayacaktı.
2- Hâşim ve Muttaliboğulları ailelerine kız verilmesi yasaklanmıştı.
3- Hâşim ve Muttaliboğulları’na hiçbir şey satılmayacaktı.
4- Hâşim ve Muttaliboğulları’ndan hiçbir şey satın alınmayacaktı.
Bu antlaşmaya akıllarınca kudsi bir mahiyet vermek için de başına “Bismikellahümme” deyip bu yazılı sahifeyi Kâbe duvarına asmışlardı. Ayrıca, bu anlaşmaya aykırı davranmayacaklarına dair yeminler içerek kararlı olduklarını ortaya koymuşlardı.
Bu boykot, Hâşim ve Muttaliboğulları’nın vücudunu ortadan kaldırmayı ve köklerini kazımayı amaçlamıştı. Bu durum karşısında Hâşim ve Muttaliboğulları aileleri artık dağınık bir şekilde ayrı ayrı semtlerde oturamazlardı. Ebu Leheb hariç, Mekke’nin kuzey tarafında bulunan Şi’b-i Ebu Tâlib (Ebu Tâlib Mahallesi) denilen yere topluca taşınmak zorunda kalmışlardı. Artık bu mahalle sakinleriyle bütün münasebetler kesilmiş durumdaydı. Kazara oraya gidenler olsa ağır bir şekilde azarlanıyorlardı. Müşrikler, boykota uğrayanların toplandıkları mahalleye yiyecek-içecek namına bir şey sokmuyorlardı. Sadece, hac mevsiminde dışarı çıkıp alışverişte bulunmalarına sözde müsaade ediyorlardı. Sözde diyoruz, çünkü o zaman da, çarşı-pazarda, köşe başlarında durarak onlara bir şey aldırmamak için ellerinden gelen her türlü engellemeyi yapıyorlardı. Hatta zaman zaman satıcıları, onlara mal satmamak için tehdit bile ediyorlardı. Bazen de, bin bir türlü dalavere ve hileye başvurarak satıcıların ellerinden mallarını alıp, boykota uğrayanlara bir şey bırakmamaya çalışıyorlardı.
Ebu Leheb, Hâşimoğulları’ndan olmasına rağmen, öz yakınlarının, hısım ve akrabalarının açlıktan ölmesine göz yummakta, hatta bu hususta elinden gelen her türlü hıyanet ve hakareti yapmaktaydı.
Mekke’ye yiyecek maddeleri getiren kervanları şehrin dışında karşılayıp:
“Ey tacirler! Hâşimoğulları’na sakın bir şey satmaya yeltenmeyin. Fiyatları yüksek söyleyin ki almaya güçleri yetmesin. Benim, servet sahibi olduğumu bilirsiniz. Söz verdiğim zaman da mutlaka sözümü yerine getiririm. Yiyecek, giyecek mallarınızın kıymetini bir kat artırıverin. Üst tarafını ben öderim!” diye uyarmakta ve Müslümanların, açlıktan feryat eden çocuklarının yanına boş dönmelerine sebep olmaktaydı.
Çocukların açlıktan gelen acıklı ve yürek parçalayıcı feryatlarına müşrikler, kulaklarıyla birlikte gönüllerini de tıkamışlardı. Taşları parçalayacak raddeye varan bu feryatlardan âdeta emsalsiz bir zevk alıyorlardı. İmansızlığın, inkâr ve küfrün insanı hemcinsine karşı dahi olsa ne kadar barbar ve gaddar bir duruma getirdiğinin, bu hâdise ibretli bir vesikasıdır. İşte bugün, Kuduz ve soysuz İsrail de Gazzeli mü’minlere aynı ambargoları uygulamaktadır.
Boykota uğrayanlar dışarıdan fazla bir şey alamadıklarından, haliyle şiddetli bir açlık ve kıtlıkla karşı karşıya kalmışlardı. Öyle ki bazıları, yiyecek bir şey bulamadıklarından ağaç yapraklarını, hatta orada burada ele geçirdikleri kuru deri parçalarını suda yumuşatıp ateşe tutup yemeye başlamışlardı.
Bununla birlikte, Müslümanların bu hâline acıyanlar da çıkmıştı. Bir gün Hz. Hatice’nin kardeşi oğlu Hâkim bin Hizam, bir deve yükü un göndererek Hz. Peygamberimizi ve Hz. Hatice Validemizi Şi’b’deki sıkıntıdan kurtarmaya çalışmıştı. Yine böyle bir gün, kölesinin sırtına buğday yükletip halası Hz. Hatice’ye götürüyorlardı. Yolda Ebu Cehil’le karşılaştı. Ebu Cehil, ona:
“Sen, Haşimoğullarına yiyecek götürüyorsun öyle mi? Vallahi, gidemezsin. Gitmeye kalkarsan, bu hareketini Mekke’de açıklayıp seni rezil ederim.” diye tehditler savurmuşlardı.
O sırada Ebü’l Bahteri adlı müşrik yanlarına çıkageldi ve Ebu Cehil’i ayıplayarak:
“Sana ne oluyor? Halasına bir miktar buğday götürmek isteyen bir insana mâni olmak doğru değildir.” diye uyarmıştı.
Ancak, Ebu Cehil inat ve ısrarında kararlıydı. Bunun üzerine Ebü’l Bahteri ile kavgaya tutuşmuşlardı. Ebü’l Bahteri, eline geçirdiği bir deve çenesi kemiği ile vurup onun başını yarmış ve üzerine çullanıp yumruklamaya başlamıştı.
Yine bu konuda akrabalık gayretiyle Hâşimoğulları ve Müslümanlara yardımını esirgemeyenlerden biri de Hişam bin Amr bin Hâris olmaktaydı. Birkaç kere müşriklerden habersiz Şi’b’de bulunanlara develerle yiyecek taşımıştı. Boykota uğrayanların ihtiyaçlarını gidermek için başta Peygamber Efendimiz olmak üzere, Ebu Tâlib ve Hz. Hatice varlıklarının tamamını harcamışlardı. Fakat yine de onları açlık ve kıtlıktan kurtaramamışlardı. Ambargo mahallesi Şi’b’de korkunç bir açlık hüküm sürmeye başlamıştı.
Bütün bunlar müşriklerce niçin yapılmaktaydı?
Tek bir şey için: Şeytani amaçları; Peygamberimiz Hz. Muhammed’i (SAV) teslim almak ve mü’minleri Hak yolundan caydırmaktı.
Müşrikler, bu barbar baskılarıyla maksatlarına erişeceklerini zannediyorlardı. Ne var ki, olanlar tamamen arzularının aksine tecelli etmeye başlamıştı. Öyle ki Müslümanlar ve Hâşimoğulları bu abluka devresinde Efendimizi korumaya ve muhtemel tehlikelere karşı muhafazaya son derece dikkat gösteriyorlardı. Hatta Ebu Talib, herhangi bir suikasta maruz kalabilir ihtimaline binaen geceleri Peygamberimiz (SAV)’i yanına alıyor veya adamlarıyla nöbet tutuyorlardı.
“Bi’set”in yedinci senesi Muharrem ayı girerken başlatılan bu boykot tam üç seneye ulaşmıştı. Bu zaman zarfında müşriklerin Müslümanlara çektirdikleri sıkıntı, açlık ve kıtlık da İslam’ın gelişmesine engel olamamıştı. Resul-i Ekrem Efendimiz, bütün bu sıkıntılı ve ağır şartlar altında, yine tebliğ vazifesini hakkıyla ifâ ediyor, akrabalarına, Hâşimoğulları’na iman ve İslam’ı anlatmaktan bir an dahi geri durmuyorlardı.
Müşrikler Boykotu Kaldırmak Zorunda Kalmışlardı!
Boykot uygulamasının 3. senesine yaklaşılmıştı. Cenab-ı Hak, müşriklerin Kâbe içine astıkları ilan sayfasına bir kurt musallat kılıp durumu vahiy ile Resulüne ulaştırmıştı. Sahifede, güvenin yemediği sadece “Bismikellahümme (Allah’ım Senin isminle başlarım)” yazısı kalmıştı.
Resul-i Ekrem, durumu amcası Ebu Tâlib’e anlattı. Bunun üzerine Ebu Tâlib gidip müşriklere şu teklifi yapmışlardı:
“Kardeşim Oğlunun bana haber vermesine göre, Allah sizin Kâbe’de astığınız sahifeye bir kurt musallat etmiş ve (Allah) lafzı dışında kalan, akrabalarla münasebeti kesme ve iftira etme ve onlarla sosyal ve ekonomik tüm ilişkileri kesme zulümlerinizin yer aldığı bütün ifadeleri yiyip bitirmiştir. Şimdi Kâbe’ye gidip sahifeyi kontrol ediniz. Eğer yeğenim doğru söylemişse, bu zulüm ve kötü davranışınızdan vazgeçiniz. Eğer -hâşâ- yalan söylemişse, ben Onu size teslim edeceğim. Onu öldürmek veya diri bırakmak hususunda serbestsiniz.”[1]
Kâbe’ye giden müşrikler, Ebu Tâlib’in anlattıklarının aynısını gözleriyle görünce şaşırmışlardı. Hayret içinde kalmalarına rağmen, yine de Peygamber Efendimizin bir mucizesi olarak kabule yanaşmamış ve “Bu da bir sihirdir!” diyerek gerçeklere gözlerini kapamışlardı.
Bununla birlikte bu olay boykot havasının şiddetini bir derece kırmıştı. Boykot kararının aleyhinde hatırı sayılır birkaç kişi de ortaya çıkınca, “Bi’set”in 10. yılı, Miladi 619 senesinde, Kureyş’in hudut tanımaz inat ve inkârlarının eseri olan bu boykot uygulaması ortadan kaldırılmıştı. Anlaşmanın feshedildiği halka açıklanmış ve boykot kararlarının yazılı bulunduğu sahife yırtılıp atılmıştı. Böylece müşrikler, “vazgeçilmez bağlılık” olarak vasıflandırdıkları zulüm ve dalâlet kokan bir karardan da dönmüş oluyorlardı. Bu; şirkin, iman önünde mağlubiyetinin açıkça bir hezimeti sayılmıştı.
Bu üç senelik muhasara öylesine şiddetli ve sıkıntılı geçmişti ki, Resul-i Ekrem Efendimiz bu hâdiseyi seneler sonra bile unutmamıştı. Mekke’nin fethine geldikleri sırada, Minâ’dan Mekke’ye ineceği zaman:
“Ertesi günü inşaallah varacağımız yer, Kinâneoğulları’nın yurdu, yani Muhassab olacaktır ki, burada Kureyş ve Kinâneoğulları, küfür ve inkâr üzerine söz ve fikir birliği yapmışlardı.”[2] diyerek, o acı günleri ashabına hatırlatmışlardı.[3]
2- Faizli Kredi (Borç) Dağıtımı ve İbtidai Bankacılık.
İslam öncesi cahiliye dönemi Mekkesi’nde, en kolay ve en kârlı, ama en kirli kazanç yollarından birisi de FAİZ’cilik yapmak ve RİBA’cılık yoluyla, halkın emeğini ve alın terini sömürmeye çalışmaktı. Müşriklerin elebaşlarından Velid Bin Muğire gibi birçok zengin kişi tefecilikle ve bir nevi iptidai bankacılık yöntemiyle halkı faizli borca batırıp, sonunda her şeylerini, hatta maalesef kadınlarını ve kızlarını ellerinden almakta, kendilerini de köle yapmaktalardı. Meşhur İslam Tarihçisi İbni Hişam, Peygamberimizin akrabalarından olan Ebu Vehb’in: “Ey Kureyş (elebaşları!)… Kâbe’nin tamiri ve hizmeti için asla FAİZ ve ZİNA parası vermeyin… Sadece temiz ve helâl kazancınızla hayır işleyin!” uyarısı yaparak, Mekke müşriklerinin faiz ve zina yoluyla haksız ve ahlâksız kazanç sağladıklarını açığa vurmuşlardı.
Bugünkü Banka Faizleri ile Kur’an’daki “RİBA”nın farklı şeyleri anlattığını savunup, banka faizciliğine kılıf ve fetva uyduranlar, çağdaş Bel’amlar konumundadır!
Bakara 275. ayetinde şöyle buyrulmaktadır:
“(Farklı isimler ve sistemler içerisinde ve çeşitli şekillerde) Faiz (riba) yiyenler (ve faiz ekonomisini yürütenler; dünyada asla ayakta duramayacak, onurlu ve huzurlu yaşayamayacak, kıyamet günü ise) ancak şeytan çarpmış (sara nöbetine yakalanmış) olanın kalkışı gibi, (Allah’ın kahrına uğramış) olmaktan başka (bir tarzda) kalkamayacaklardır. Bu, onların: “Alım-satım da ancak faiz gibidir” demelerinden (faizi helâl görmelerinden ve faize fetva üretmelerinden) dolayıdır. Oysa Allah, (riskli ve zahmetli) alışverişi helâl, (emek sömürücü ve kan emici) faizi ise haram kılmıştır. Böyle her kime Rabbinden bir uyarı ve yasaklama gelip de (faize) bir son verirse, artık geçmiş (dönemdeki uygulamaları ve kazandıkları) kendisine kalır (ve bağışlanır; bundan sonraki) işi(nin başarısı ve bereketi) de Allah’a aittir. (Devlet ona helâl ve hayırlı kazanç yolları göstermelidir.) Kim de (cahili sisteme) geri dönerek (faizli muameleye devam ederse), artık onlar ateşin halkıdır, orada sürekli kalacaklardır. [Not: Bu ayette “Elleziy ye’külü-r riba” (Faiz yiyen kimse) denmeyip; çoğul olarak “Elleziyne ye’külune-r riba” (Faiz yiyen kimseler) buyrulması, yani, ismi mevsulün, cemi müzekker salim kalıbı ile getirilmiş bulunması; asıl tehlikeli ve tahrip edici FAİZ’in, ferdi riba muamelesinden ziyade bugünkü gibi bir sistem halinde ve resmi müesseseler (banka şubeleri) eliyle yürütülen faiz cinsinin olduğuna dikkat çekmek amaçlıdır.]”
3- Zorbalık, Gaspçılık ve Bir Nevi Mafya Babalığı!..
Cahiliye Mekkesi’nde, sözü geçen müşriklerin önemli gelir kaynaklarından biri de, yabancıların, garip gureba takımının, akrabasız ve korumasız insanların, köle ve cariye yapılanların mallarını, her türlü kazanımlarını, alın teri ve emeklerinin karşılığını ödemeye yanaşmamalarıydı.
Hatta bu zulümkârlık, bazı insaflı müşriklerin dahi vicdanlarını sızlatır noktaya ulaşmış ve Hz. Peygamber Efendimizin de, Nübüvvet öncesi katıldığı ve hayatının sonuna kadar övgüyle hatırladığı “HILFUL FUDUL=Faziletliler Anlaşması-Erdemliler Dayanışması”nı oluşturmuşlardı. Müşriklerin elebaşlarından As Bin Vail de bu barbarlık ve gaspçılığı yapanların arasındaydı.
Hılful Fudul Dayanışması!
Hz. Peygamberimize (SAV) Nübüvvetin ve İslamiyet’in henüz gelmediği Mekke Döneminde, bazı müşrikler güçleri yettiği kimselere alabildiğince zulüm yapıyorlardı. Hiç kimse de bunları sorgulamaya ve durdurmaya yanaşmamaktaydı. Hz. Peygamber (SAV) Efendimiz henüz 20 yaşlarındaydı. Son Ficar Harbi’nde çok kimse hayatını kaybetmiş, oluk oluk kan akmıştı. Bununla Arap kabileleri arasındaki düşmanlık duygusu daha da yoğunlaşmıştı. Her an basit sebepler yüzünden büyük hâdiseler çıkarılmakta ve savaşlar yaşanmaktaydı.
Mekke’de dışarıdan gelen yabancılar için can, mal ve namus emniyeti diye bir şey kalmamıştı. İsteyen istediği yabancının malını gasbedip almakta, karşılığında tek kuruş ödeme yapmamaktaydı. Aciz ve güçsüzler her türlü zulme maruz kalmaktaydı, ama bunlara karşı koyma cesaretini gösteremiyorlardı.
Artık bu vahşet saçan manzaraya bir çare bulunması lazımdı. İnsanlık haysiyetine yakışmayan bu hareketlerin önüne geçilmesi şarttı. Ama bu nasıl başarılacaktı? Doğruluk ve namus erbabının, haksızlık karşısında vicdanı ıstırap duyanların, toplumun emniyet ve asayişini düşünüp duranların artık duruma el koymaları zamanıydı.
Zulmün had safhaya ulaştığı bir olay daha yaşandı ki, vicdanlar sızlamış yürekler kabarmıştı. Yemen’den gelen bir Zebidli’nin yükü As Bin Vail tarafından gasbedilmiş ve Zebidli, Ebi Kubeys Dağı’na çıkıp insanları yardıma çağırmıştı.
Bu çığlık ve çağrı; Peygamberimizin amcası Hz. Zübeyir başta olmak üzere Mekke’nin ileri gelenlerini bir araya toplamış ve aralarında yeminli bir anlaşmaya imza attırmıştı. Bunun adına da HILFUL FUDUL Cemiyeti dendi. HILF; Yemin, FUDUL; Faziletliler anlamındaydı. Anlaşmanın maddeleri şunlardı:
1- Mekke’de, -ister yerlisinden ister dışarıdan olsun- zulme uğramış kimseler yalnız ve yardımsız bırakılmayacaktır.
2- Bundan böyle Mekke’de zulme asla göz yumulmayacak, zalime asla müsamaha ve fırsat tanınmayacaktır.
3- Mazlumlar zalimlerden haklarını alıncaya kadar mazlumlarla beraber hareket edilecek ve onlara destek sağlanacaktır.
Cemiyet üyeleri, bu ahitleri üzerinde sebat edeceklerine dair de şöylece yeminde bulunmuşlardı:
“Denizlerin bir kıl parçasını ıslatacak kadar bile suları kalmayıncaya, Hira ve Sebir Dağı yerlerinden sökülüp yıkılıncaya, Kâbe’de istilâm ibadeti (Kâbe’nin tavafı sırasında Hace-rü’l Esved’e el sürülmesi ve izdiham dolayısıyla bizzat el sürülemiyorsa uzaktan selamlama işaretinin yapılması) ortadan kalkıncaya, yani kıyamet kopuncaya kadar bu ahdimizde sebat edeceğiz ve dik duracağız!”
1450 sene öncesinde uygulanan ve Peygamberimizce destek çıkılan bu Erdemliler Hareketi’ni ne yazık ki çağdaş dünya ancak 1900’lü yılların başında anlamaya ve kısmen uygulamaya başlamıştır.
Ve şuurlu ve sorumlu hareketin aldığı kararlara hiç tereddüt etmeden imza koyan ve sahip çıkan Hz. Muhammed (SAV) çağların ötesine sirayet ederek bu yarayı ne kadar güzel tespit ve teşhis buyurmuşlar ve asla haksızlıklara suskun kalmamışlardır. Bugün haklar yeniyor ve haksızlıklar yapılıyorsa ve işçiler, emekçiler sokaklara dökülüyorsa bu İslam’ın değil bilakis İslam’ın erdeminden nasiplenemeyen egoist insanların ve işbirlikçi hain iktidarların fahiş hatasıdır.
İslam’ın verdiği hakları, haklıya vermeyenler şu mübarek hadisin uyarılarına artık kulak asmalıdır:
Hz. Muhammed (SAV) Efendimiz buyuruyorlar ki: “1- Verdiği halde sözünde durmayan kimse, 2- Hür bir insanı köle diye satıp parasını yiyen kimse, 3- İşçiyi çalıştırıp, işini yaptırdığı halde ücretini ödemeyen kimse. ALLAH’IN HASMIDIR. Yani Allah (CC) Hazretleri’nin düşmanıdır.” (Buhari)
4- Ticaret Tekeli Oluşturulması ve Sömürü Çarkı Kurulması:
Zalimlerin ve kâfirlerin İslam’a karşı çıkmalarının en önemli sebeplerinden bir tanesi de kurdukları haram ve hilekâr ticaret tekelinin kırılması kuşkularıdır. Hz. Peygamberimizin azılı düşmanlarından ve Benî Ümeyye (Emevi) takımından Ukbe Bin Ebu Muayt bu ticaret tekelini kuranlar arasındaydı ve mel’un müşrik, Ebu Cehil’in tertip ve teşvikiyle Kâbe’de namaz kılarken, Hz. Peygamber Efendimizin üzerine onlarca kiloluk, yeni doğum yapan devenin döl eşini atan vasıfsız ve vicdansız insandı.[4]
Ayrıca Velid Bin Muğire denen kâfir de bu ticaret tekelini kuran ve ayrıca Tâif-Mekke arası münbit arazileri gasbedip tarım işletmeciliği, meyve ve sebze üreticiliği yapan şirk baronlarındandı. Köleleri ve sahipsiz kimseleri beleş-bedava çalıştıramayacakları, faiz, kumar ve karaborsacılık yapamayacakları için İslam’a ve Resulüllah’a düşman olmuşlardı.
5- Yozlaştırılmış Din İstismarcılığı ve Kâbe (Beytullah) Gibi Kutsal Mekân Ziyaret ve Hizmetlerinin Pazar Payını Kaptırma Korkuları!..
Hz. İbrahim’den ve Hz. İsmail’den süregelen Tevhid inancını şirkle bulaştıran… Ama Kâbe ve Hac gibi kutsal yerleri ve ibadetleri, putçuluk üzerinden ve insanların manevi duygularını sömürmek niyetiyle dejenere edip din istismarına yönelen müşriklerin benzerlerine, hatta tecrübelerle yetişen daha beterlerine günümüzde de sıkça rastlanmaktadır. Öyle ki Ramazan, Bayram, Kurban, Hac, Umre bunlar için sadece istismar aracı ve kolay gelir kaynaklarıdır.
Hz. Peygamberimize ve Yüce Dinimize Sataşan Müşriklerin Elebaşları:
Ebu Cehil: Bu kişi, Müslümanların en büyük ve en azılı düşmanlarından ve küfrün elebaşlarındandı. O, varlıklı, ağırlıklı ve istediği zaman bütün Kureyş halkını kendi etrafında toplayacak bir güce ulaşmıştı. Müslümanların, onun elinden ve dilinden çekmediği kalmamıştı. Öyle ki, Müslümanlara işkencenin en ağırını yapmış ve yaptırmış, İslamiyet’in yayılmasını önlemek için her çareye başvurmuş, insan suretli bir şeytandı.
Ebu Leheb: Peygamber Efendimizin öz amcalarından birisi olmasına rağmen, İslamiyet’in en azılı düşmanlarındandı. Karısı Ümmü Cemile de kocası gibi düşman, Peygamber Efendimize eliyle diliyle eziyet ve hakaret edenler arasındaydı. Ebu Leheb hasta olduğundan Bedir Harbi’ne gidememiş, bedel göndermiş, Bedir’de Müslümanların galibiyet haberini yatağında duyunca, iki kere kahrolmuş bir vicdansızdı. Tebbet Suresi bunlarla ilgili gelmişti.
“(Hz. Peygamberin kâfir ve zalim olan amcası) Ebu Leheb’in iki eli (ekonomik ve siyasi güçleri) de kurusun ve zaten kurudu (ve Allah’ın kahrından kurtulamadı.)”
“Malı ve kazandıkları da kendisine hiçbir yarar sağlayamadı (ve zararları savamadı).”
“(O azgın) Alevleri olan bir ateşe (cehenneme) girip (kalacaktır.)”
“Karısı da; odun hamalı (olarak oraya atılacaktır.)”
“Boynuna bükülmüş bir ip (bağlanmış) şekilde (cehennemi boylayacaktır. Çünkü, hakaret ve zahmet olsun diye Hakk Elçisinin kapısı önüne, dikenli dalları da aynen böyle taşıyıp yığmıştır.) (Tebbet Suresi; 1-2-3-4-5) [Not: Bu sure, Kur’an’ın Allah kelâmı olduğunun ispatıdır. Çünkü Resulüllah’ın, bu ayetlerden sonra 7 yıl daha yaşayan amcasının iman edip etmeyeceğini bilmesi imkânsızdır. Üstelik Ebu Leheb’in, münafıklık ederek, sırf Kur’an’ı yalancı çıkarmak üzere zahiren iman etmiş gibi davranamayacağını da bilen sadece Cenab-ı Hakk’tır.]”
Velid ibni Muğîre: Kureyş’in nüfuzlularındandı. İslam’ın azılı düşmanlarından, nesebi gayri sahih soysuzun birisi olmaktaydı.
Âs ibni Vâil: İslamiyet’le ve Hz. Peygamberimizle acı acı alay eden, Peygamber Efendimizin oğlu Kâsım vefat ettiği zaman, “Muhammed ebterdir, erkek evladı yaşamıyor, Onun soyu kesilmiştir” diyen bu adamdır. Evlat acısıyla yüreği kanayan bir babayı teselli edecek yerde, o böyle acı sözler söyleyecek kadar insafsızdır. Fahri Kâinat Efendimizin düşmanları, ictimâî mevkileri ne olursa olsun, işte böyle insanlıktan uzaktı. Cenab-ı Hak, Kevser Suresi’nin son ayetiyle, “Âs ibni Vâil’in kendisinin ebter olduğunu” beyan buyurmuşlardır. Ölümü şöyle oldu: Bir defasında eşeğine binmiş Mekke civarında bir dağ geçidinden geçerken, eşeği onu yere düşürüp bacağını ısırdı. Bu yara bacağının şişmesine ve müthiş acılar içinde kıvranıp ölümüne yol açmıştı.
Nad’r ibni Hâris: Peygamber Efendimize ve Müslümanlara en çok eza ve cefa edenlerden biri de bu adamdı. Acem hikâyelerine vâkıftı. “Muhammed size esâtir-i evveliyni (Hâşâ, geçmişlerin masallarını) söylüyor.” diyen alçaktı. Bunun hakkında birkaç ayet nazil oldu. Bedir Harbi’nde esir alınıp Resulüllah’ın emriyle ortadan kaldırıldı.
Diğer Düşmanlar arasında: Ümeyye ibni Halef, Utbe ibni Rebîa, Übeyy ibni Halef, Hubeyre ibni Ebi Vehb, Hakem ibni Ebül As gibileri vardı.
Peki bütün bu gerçekleri niye hatırlattık?
Tarihi hakikatler, ders alınmak ve günümüze uyarlanmak için anlatılır. İşte günümüzde efsane Başbakanlarımızdan Prof. Dr. Necmettin Erbakan Hocamıza, hangi odakların ve ne maksatla karşı çıktıklarını… Onu engellemek ve topluma kötü göstermek için hangi şeytanlık ve şarlatanlıklara başvurduklarını… Ama aynı Şerli ve Şeytani çevrelerin, Erbakan’a hıyanet edip ayrılanları, sözde hâlâ İslamcı geçinip özde işbirlikçilik ve istismarcılık yapanları niçin allayıp pullayıp iktidara taşıdıklarını ve orada tuttuklarını daha iyi anlamak ve bir mukayese ve muhakeme imkânı sunmak için bunları yazdık.

GEL YA RESULALLAH
Ya Habibullah, himmet, şefaatinle gel artık
Ey Resuli Kibriya, şeriatinle gel artık
Bizi yalnız bırakma, şefkatinle gel artık
Gel gör ki, yaşlı dünya zindana döndü Sen’siz
Kural koydu krallar, hep kitapsız sünnetsiz
Bu çağdaş firavunlar, şeytandan da şerefsiz
Ey Resul-i Zişan’ım; rahmin, şefkatinle gel
Bizi garip bırakma; sünnet sisteminle gel
Adil düzen deyince, isyan eder adiler
Ayet hadis okuyan, suçlu bulur kadılar
Ey vah ki arslanlara, amir oldu kediler
Gel Ey Resul-i Zişan; rahmet, şefkatinle gel
Bizi öksüz bırakma, Hak şeraitinle gel…
Mehdi medeniyeti, kurulsun artık, yeter
İslamiyetsiz dünya, cehennemden de beter
Yıllardır bekliyoruz, hasret gözlerden tüter
Gel Ey Resul-i Zişan, rahmet, şefkatinle gel Bizi mahrum bırakma, sevgin sisteminle gel
Kur’ana sırt çevirdik, bin pişmanız Efendim
Gel gör ki halimizi, perişanız Efendim
Şefaat Ya Resulellah, muhtacınız Efendim
Ey Resul-i Kibriya, üstün kereminle gel
Bizi böyle bırakma, arzı cemalinle gel
Kudüs işgal edilmiş, Filistin feryat eder
Siyonistler kudurmuş, barışı berbat eder
Batılılar barbardır, zalime imdat eder
Gel Ey Resul-i Zişan, rahmin, şefkatinle gel
Bizi mahzun bırakma, bol şefaatinle gel
Medeniyet Medinesi, Sen’siz harab, Ey Nebi!.. Ne mimber mutlu Sensiz, ne de mihrab, ey Nebi!..
Sensiz Cihan Ahmed’e, bir ıztırab, ey Nebi
Gel Ey Rasul-i Kibriya, sevgin şefkatinle gel Bizi böyle bırakma, sünnet sisteminle gel
Yolunu bekliyoruz bak, hasretle asırlardır
Gel ey sevgili! Aziz ruhaniyetinle gel
(Üstad Ahmet Akgül /Ahu Figanım)
O dönemde onların düzenleri nasıl yıkıldıysa, bugün de aynı şekilde onların düzenleri yıkılacak ve yeryüzüne Adil Düzen hakim olacaktır. Deccalin yerin dibine batırılması ve Adil Düzene dayanan Yeni Bir Dünya Üstad Ahmet Akgül Hocamız önderliğinde kurulacaktır.
“Bakın size kesinlikle ifade ediyorum ki:
TÜRKİYE’NİN KURTULUŞU;
Milli Çözüm’e inanan bir Cumhurbaşkanı’nın o makama oturması,
Milli Çözüm’e inanan bir Hükümet’in kurulması ve
Yeni Bir Devrin başlamasıyla mümkündür!”
Prof. Dr. Necmettin Erbakan – TRT Basın Toplantısı -Nisan 1980
Zalimler ve İşbirlikçileri için yaşasın cehennem…
Mekke müşriklerinden bin kat daha organize olmuş ve sistemleşmiş mevcut zulüm ve sömürü düzeni Siyonizm ve onların yerel işbirlikçileri inşallah çok yakın bir zamanda yıkılıp tarihe gömülecek ve cehennemi boylayacaklardır. Elbette onların planlarını boşa çıkaracak ve insanlığa huzur ve refah getirecek olan Aziz Erbakan Hocamızın ADİL DÜZEN Projesi dir. Bugün ise bu projelere inanarak sahip çıkan MİLLİ ÇÖZÜM Ekibidir ve Zafer e erişecek olanlarda onlardır…
Mağdur kesimlere ve sahipsiz kimselere her türlü baskı ve barbarlığı sistemleştiren bu müşrik elebaşlarının meşgul olduğu kirli işler her dönem olmaktaydı. Şeytan var olduğu müddetçe hep varolagelmiştir bu kirli meşguliyetler… Ve bu yüzden Cenabı Hak, insanı dünyaya imtihan olması için göndermiştir. Kötü olmasaydı zararlı şeyler olmasaydı, çirkinlikler olmasaydı , yanlışlar olmasaydı kısacası Şeytan olmasaydı imtihan da olmazdı.
Her dönem kirli zihniyetler veya Hakkın karşısında olan zihniyetler , bugün buna Siyonist ve Emperyalist düşünceye sahip olanlar diyoruz bunlar olagelmiştir. Ama kötüler varsa İYİLER ve İYİLİĞİ TEMSİL EDEN ZİHNİYET VE ŞAHSİYETLER de bulunmaktadır. Makalede anlatılan müşrik elebaşlarının meşgul olduğu kirli işler bugün haddinden fazlasıyla yaşamın içine yerleşmiş ve insanlık inim inim inletilmekte… Ve bu bozuk kirli zihniyet ve elebaşlarına başkaldıran , hayır bu düzen ve sisteminizi yürütmenize karşıyız ve bu düzeni yıkıp çökertip yerine insanı yaratan Allah’ın istemiş olduğu emretmiş olduğu bir zihniyeti bir sistemi bir düzeni hayata hakim kılmayı hedefleyen amaçlayan ve bu uğurda hazırlık güden, inanan ve ilmi ciddi Kur’an’i plan ve projelerle Hakkı temsil eden batılın kirlilerin karşısında TEMİZ ve HAKKI temsil edenler faizci sömürü kapitalist düzen yıkılsın yerine ADİL BİR DÜZEN kurulsun diyenler bulunmaktadır. Günümüzde bu özelliğe sahip şuan tek Aziz Erbakan Hocamızın devamı ve sadık talebesi takipçisi MİLLİ ÇÖZÜM insanlığın saadeti için vargücüyle takatının sonuna kadar gayret etmektedir. Günümüzde de kirli ve şer cephe MİLLİ ÇÖZÜM’Ü engellemek yok saymak kötü göstermek için bir kısım şeytanlık ve şarlatanlıklara başvurmakta ve MİLLİ ÇÖZÜM’E karşı olanlar bu şerli ve şeytanilerce allanıp pullanmakta yüksek makam ve mevkilere getirilmekte… Yüksek makam ve mevkiye getirdiklerine bakmayın siz, getirdikleri o işbirlikçilerinin yapması ve yapmaması gerekenleri de o makama getirenlerin izniyle iş eylem yapabilmekteler. Afedersiniz def-i hacete bile onların izni ile gider haldeler günümüzde…
Makalede sayılan kirli işler ( 1- Genelev çalıştırıcılığı ve fuhuş kazancı. 2- Faizli kredi (borç) dağıtımı ve ibtidai bankacılık. 3- Zorbalık, gaspçılık ve bir nevi Mafya Babalığı. 4- Ticaret tekeli oluşturulması ve sömürü çarkı kurulması. 5- Yozlaştırılmış Din istismarcılığı ve Kâbe (Beytullah) gibi kutsalların pazar payı. ) bugün siyasi düzenlerin ve siyasi iktidarı temsil eden aktörlerin onayıyla gerçekleştirilmekte. Hem de halk tabiriyle dindar – İslamcı kesimlerin – din istismarcıları olan işbirlikçileriyle…
Aklımıza, iyiye doğruya güzel olana faydalıya ve adil olana ( YANİ ADİL DÜZEN’E) karşı çıkan özellikle de din istismarcılarına MAUN SURESİ’NİN ikazları geldi…
MÂÛN SURESİ
(7 Ayet. Mekke’de inmiştir.)
Rahman, Rahim olan Allah’ın adıyla
1- (Dindar geçindikleri ve istismar ettikleri halde aslında) Dini yalanlayanı (İslam’ın esaslarını ve ahiret hayatını ciddiye almayanları) gördün mü? (Bunların kim olduklarını açıklayayım mı?)
2- İşte o, yetimi (sahipsiz ve çaresiz kimseyi) itip kakandır. (Onları kendi dertleriyle baş başa bırakan ve hakaret edip kovandır.)
3- Yoksulu (muhtaç ve mağduru) doyurmaya (bunları koruyup kalkındıracak yeterli imkânı ve adil bir iktidarı oluşturmaya) da önayak olmayandır.
4- İşte yazıklar olsun (bu duyarsızlıklarına rağmen) şu namaz kılanlara (şuursuz ve huzursuz dua ve ibadet yapanlara) ki!
5- Onlar kıldıkları namazlarının ve dualarının (manasından ve maksadından) gafil ve habersiz (bulunmaktadırlar).
6- Onlar (ibadetlerinde ve dini hizmetlerinde riyakârdırlar), sadece gösteriş yapmaktadırlar.
7- (Dinin bütün hükümleriyle yerleşip yürümesi ve tüm mazlum ve yoksulların huzura ermesi yolunda) Malının az bir kısmının (kamu payı ve yoksul hakkı olarak paylaşma ve dayanışma amaçlı) alınmasına (ve ülkede zekât vergisini uygulayacak bir nizamın kurulmasına) bile mâni olup engellemeye çalışmaktadırlar. (İşte böylesine zalim, hain ve merhametsiz davranmalarının sebebi, gerçek bir imanla DİN’in aslına ve ahiret hesabına inanmamış olmalarıdır. Bir kişinin veya kesimin, ibadet alışkanlıklarıyla, helâl kazanma ve hayırda harcama gibi ekonomik sorumlulukları arasında bir uygunluk yoksa, bunların dindarlık tavrı samimiyetten uzaktır.)
Milli Çözüm’ün şu tespitlerini hatırlatmanın tam zamanıydı:
Tarihin bütün dönemlerindeki zulüm ve sömürü düzenlerini oluşturan şu şeytan beşibirliği bozulmadan kurtuluş yoktur.
Bunlar:
-Faizci, rantiyeci ve tekelci sermaye; KARUN
-Despotik usuller veya demokratik hilelerle siyasi iktidarı ele geçiren, ama sömürü sermayesine hizmet eden; FİRAVUN
-Halkın içinden geldiği ve kendilerinden zannedildiği halde makam ve menfaat hatırına Karun ve Firavunlara hizmet eden bürokratlar; HAMAN
-“Bize Ahiret ve ibadet lazım, siyaset ve devlet Firavunlara kalsın” diyerek halkı zulüm düzenlerine boyun eğdiren münafık din adamı veya üniversite hocaları; BELAM
Toplumun kafasını karıştİran ve uyuşturan yayınlarıyla; haksızlık ve ahlaksızlığın reklamını yapan medya; FİRAVUNUN SİHİRBAZLARI yerindedir.
Günümüzde öyle kahramanlar türedi ki:
• Sözde Filistinlilerin, özde İsrail’in yanındalardı…
• Sözde İslam ülkelerinin, özde Haçlı AB’nin yanındalardı!..
• Sözde Kur’ani hükümlerin, özde ahlâksız AB kriterlerinin yanındalardı…
• Sözde Milli Görüşçüler ve devamılardı, özde kirli güçlerin adamlarıydı…
• Sözde koyundan – kuzudan, ama özde domuzdan yanalardı. Çünkü domuzu “kasaplık et” kapsamına almışlardı…
Çare: Vatani ve vicdani sorumluluk düşüncesiyle, Milli siyaset bilinciyle, haklı ve hayırlı bir cephede, Kuvayı Milliyecilerin güç ve gönül birliği yaparak; artık Milli Mutabakat zamanıdır, Milli Çözümlere ihtiyaç vardır.
“Sahipsiz Vatanın batması haktır
Milli Mutabakat, kurtaracaktır!”
Cahillerin, zalimlerin, kâfirlerin İslam’a şiddetle karşı çıkmalarının temel sebebi haksız kazanımlarının, zulüm düzenlerinin dağılacağı korkusuydu. Her dönemde Hak dava temsilcileri tam da bunun için vardı. Bugün de Hakkın ve Batılın mücadelesi aynen devam etmekte, dünyanın gözü önünde bir Filistin soykırımı yaşanmaktaydı. Batıl’ın temsilcisi, Şeytanın partisi Siyonizm günümüzde maalesef daha da profesyonel bir şekilde mazlumlara zulmetmekteydi. Ancak bu bozuk düzen böyle gitmeyecekti. Yeryüzü Efendimiz (sav)’in döneminde nasıl Allah’ın boyasına boyandıysa bu zor günlerin ardında da Siyonizm yıkılacak, Adil Düzen kurulacak ve güzel-bereketli günler tekrar yaşanacaktı. Bize düşen Hak yolda takatimizin sonuna kadar mücadele etmek, ümitsizliğe düşmemek, yılgınlık göstermemekti. Zafer vaadi zaten Cenab-ı Allah’ındı. Ondan daha güzel vaad veren ve vaadini yerine getiren de olamazdı.
“Mağdur kesimlere ve sahipsiz kimselere her türlü baskı ve barbarlığı sistemleştiren bu müşrik elebaşları genellikle şu işlerle meşgul oluyorlardı:
1- Genelev çalıştırıcılığı ve fuhuş kazancı.
2-Faizli kredi (borç) dağıtımı ve ibtidai bankacılık.
3-Zorbalık, gaspçılık ve bir nevi Mafya Babalığı.
4-Ticaret tekeli oluşturulması ve sömürü çarkı kurulması.
5-Yozlaştırılmış Din istismarcılığı ve Kâbe (Beytullah) gibi kutsalların pazar payı.”
YOLUN SONU!
Erbakan Hocamız Siyonistlere ve uşaklarına giden musluğu kestikleri için bütün şeytanilerin hücumuna uğramışlardı. Milli Çözüm’ün bütün bâtıl destekçilerinin ve şeytanın askerleri tarafından hedef gösterilmesi ise Elçiye olan sevgileri ve Hakk Davanın temsilcisi olmasıdır.
Erbakan Hocamızın özel kadrolarının baskı, boykot ve zulme uğramaları hiç şüphesiz çelikten bir imana sahip olmaları içindir. Kaderin cilvesi imtihan sırrıdır.
Bütün zalim güçlere karşı savaşan ve Erbakan Hocamız öncülüğünde kurulan Hamas, Siyonistleri ve destekçilerini rezil etmiş ve barışa mecbur bırakmıştı.
“Bu süreç Mü’minlere Hudeybiye Antlaşmasını hatırlatmaktaydı!”
Barış sürecini hazmedemeyen kâfirler, karakterlinin gereğini yapmış ve barışı bozmuşlardı. Hamas’a mağlup olmalarının acılarını, şerefli Filistin halkından çıkaran Siyonistler kendi sonunu hazırlamaktaydı.
Tarih tekerrür edecek ve Siyonistlerin toparlandıkları ve kendini en güçlü zannettikleri dönemde dünya da cehennemi yaşayacaklardı.
Zalimlerin, işbirlikçi hainlerin ve şerlilerin Milli Çözüm’e ve Hamas’a düşman olmaları;
İman etmeleri, Elçinin davasına sahip çıkmaları ve zulüm ve sömürü düzenlerine çomak sokmalarıdır. Bütün zalimlerin ortak düşmanı Hakk’tır ve Hakkı savunanlardır.
“Onlar beğenmeseler ve istemeselerde Allah nurunu tamamlayacak ve bir avuç Erbakan sadıkı mü’min eliyle zalimleri kahredecektir.”
Günümüz olaylarına da ışık tutan çok güzel bir makale olmuş. Milli Çözüme ve Üstad Ahmet AKGÜL Hocamıza teşekkür ederiz.
Nasılki Mekkeli müşrikler, her türlü haksızlık ve ahlaksızlığı yaygınlaştırmak için çaba sarf ettikleri halde, İslam’ın aydınlık ilkeleri ile, cahiliye toplumu, büyük bir dönüşüme ve devrime şahit olmuştur.
Günümüzde de, Siyonizmin ve işbirlikçi takipçilerinin her türlü hile ve dayatmalarına rağmen, Adil Düzen inkılabı gerçekleşecek ve tüm insanlık, huzura ve onura kavuşacaktır.
Rabbimiz bizleri, bu yolda samimiyetle gayret edenlerden eylesin.
Beş Büyük Sömürü Sahipleri, Adil Düzenin Hep Düşmanıydı!
Beş Büyük Sömürü:
Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’e (sav) düşman olanlar, onun Allah’a ve peygamberlere iman etmesinden ziyade, işte bu beş büyük sömürü düzenini ortadan kaldırmak istemesinden dolayı ona hınçla, zalimce ve zulümle karşı çıkmışlardı.
Peki, bu sistemlerden bugün beslenenler en çok kime düşman?
İktidardan mı, muhalefetten mi? Yoksa, merhum Erbakan Hocamızın temellerini attığı “Adil Düzen” projesini tamamlamak ve iktidara taşımak için gecesini gündüze katandan mı?
Ebu Cehil, Abdullah bin Übeyy, Velid bin Muğîre gibi zalim/alçak isimlerin günümüzdeki temsilcileri, elbette ki Erbakan Hocamızın ve onun yolundan giden sadık dava adamının düşmanıydı.
Çünkü bugün de bu beş büyük sömürü düzenini ortadan kaldıracak tek gerçek bilimsel sistem “Adil Düzen”dir.
Zalimler ve hainler, kime düşman olacaklarını iyi bilirler!
Ancak akıl sahipleri, müminler ve vicdan ehli de kimin etrafında kenetlenmesi gerektiğini, Milli Mutabakat Hükümeti’ni kimlerle kuracağını, Türkiye’yi ve ümmeti hangi projelerle kurtaracaklarını, anaç zalimlere ve hainlere neler yapacaklarını çok iyi bilirlerdi, inşallah.
O günün siyonist sistemi nasıl işliyorsa bu günde aynı şekilde işlemekte olduğunu görüyoruz.Fakat sonuna geldi artık inşallah yakın zamanda yıkılıp Adil Düzen sisteminin kurulduğunu göreceğiz.
Mekke müşriklerinin elebaşları ile günümüzdeki işbirlikçi hainlerinin haksız ve ahlâksız kazanç yolları hep aynıydı!
Mağdur kesimlere ve sahipsiz kimselere her türlü baskı ve barbarlığı sistemleştiren Mekkeli müşrik elebaşlarının meşgul olduğu işlerle, günümüzdeki işbirlikçi hainlerin ve yandaşlarının meşgul olduğu işler hep aynıydı.
Mekke müşrikleri gibi şimdiki işbirlikçi hainler ve yandaşları da; fuhuş, faiz, mafya, sömürü çarkı ve din istismarı ile kutsallarını pazarlamakla meşgul olmaktaydılar.
Siyonist Şeytani çevrelerin, işbirlikçi hainlerin ve yandaş takımının Erbakan Hocamıza karşı çıkmaları; haksız ve ahlaksız kazanç yollarını ortadan kaldıracak Adil Düzen projeleri nedeniyledir.
Erbakan Hocamıza hıyanet edip ayrılanlar, sözde hâlâ İslamcı geçindikleri halde, özde işbirlikçilik ve istismarcılık yaptıkları ve haksız ve ahlaksız kazanç yollarını savunup uyguladıkları için şerli ve Şeytani çevreler tarafından allanıp pullanıp iktidara taşınmakta ve orada tutulmaktadırlar.