İSRAİL’İN AZITMASI VE İKTİDARIN TIKANMASI
Türkiye “Esad’ın karanlık zindanları ve işkence metotlarıyla” oyalanırken… Terörist ve aşırı İslamist iken, birden laik ve demokratik tavırlar sergileyen ve kravat takıp takım elbise giyen ve ilk demecinde “İsrail’le artık savaşmayacaklarını ve BATI ile olumlu ilişkiler kuracaklarını söyleyen HTŞ lideri CULANİ’nin, tamamı vahşi Batı (ABD-AB ve İsrail) bağlantılı yeni BAKAN’larının özgeçmişleriyle avutulurken;
• İsrail’in, Gazze ve Batı Şeria’daki katliamları unutturulmuştu.
• İsrail’in, bizim HATAY-KİLİS illerimizle, Gaziantep ve Urfa’nın Suriye sınırındaki ilçelerimizin yüzölçümünden fazla bir sahanın; yani Golan Tepeleri’nin tamamının, Golan eteklerinin devamı olan ve Şam’a 15 km yaklaşan çok verimli ve stratejik alanlarının, Ürdün sınırından Dera ilinin topraklarının hepsinin İsrail işgaline uğraması artık konuşulmuyordu.
• Sersefil sürünen asgari ücretliyle, açlık sınırının altında bir nevi can çekişen emeklinin ve milyonlarca dar gelirlinin durumu tartışılmıyordu.
• Sayfalar dolusu suç dosyası bulunan on binlerce azgın ve sapkın insanın elini kolunu sallayarak aramızda dolaşmasını, kan donduran, beyin durduran cinayetlerin artmasını, kız ve erkek çocuklara ve kadınlara yönelik taciz ve tecavüzlerin korkunç boyutlara ulaşmasını…
• Geçen yıl (2024) alınan dış borçlara karşılık sadece faizleri olarak 23 milyar dolar Siyonist bankalara aktarıldığını… Önümüzdeki 2025 yılı için 26 milyar dolar sadece faiz ödemesi yapılacağını ve Devleti esir alan dış borç ve iç borç toplamının 1,5 trilyon doları aşacağını…
• Oysa her yıl dışarıya sadece faiz olarak ödenen bu 26 milyar doların, ülkemizde yararlı ve kalıcı yatırım-üretim alanlarına kaydırılması, yani Erbakan Hoca’nın Adil Düzen Sisteminin uygulanması halinde, hem işsizliğe çare bulunacağı, hem işçi ve emeklilerin insanca yaşama şartlarına kavuşacağını, kiralık köşe yazarları yazmıyor ve satılık TV yorumcuları ağızlarına bile almıyordu.
Toplum “Sosyal Tutuşma” veya “Şuurlu Dayanışma” Yetisini Kaybetmiş Durumdaydı!
“Sosyal Tutuşma Teorisi”, sosyal uyaranlara karşı müspet veya menfi yönde verilen aşırı tepki ve davranışları açıklayan yeni bir teori sayılmaktadır. İnsan beyni davranışlarımızın motoru konumundadır. Bu motoru beynin içinden ve dışından kaynaklanan uyaranlar çalıştırır. Beyni ve tüm sinir sistemini etkileyen uyaranlar üç gruba ayrılır: Bunlar, 1- Kimyasal uyaranlar, 2- Elektriksel uyaranlar ve 3- Sosyal uyaranlardır. Sosyal tutuşmaya sebep olan faktör, çevreden yani dış dünyadan ve bir de içten gelen sosyal uyaranlardır. Sosyal tutuşma belli fikirlerin, düşüncelerin, görüntülerin, sloganların uzun süre ve sık sık tekrar edilmesi, hayal edilmesi, akıldan geçirilmesi sonucunda; onlara karşı müspet veya menfi yönde derin ilgi duyulması yoluyla gerçekleşmiş olmaktadır. Beynin uzun zaman ve sürekli olarak tek bir konu üzerine yoğunlaşması, tek bir konuya tutkuyla odaklanması zamanla sosyal tutuşmaya yol açmaktadır. Bilinçli ve sürekli tekrar sosyo-kognitif (bilişsel) uyaranlar gen ifadesini ve nöronların mikro çevresini değiştirmeye başlamaktadır. Söz konusu uyaranların insan beynine ve davranışına etkisi beş safhaya ayrılır. İlk üç derecede normal saydığımız ve insanların büyük çoğunluğunda gözlediğimiz davranışlardır. Bu davranışları gösterenler “tutuşmuş” sayılmazlar. Sosyal tutuşmaya giden yolun dördüncü ve beşinci safhasında olanlar aşırı davranışlar gösteren “tutuşmuş insanlardır.” Bu teori, aşırı sosyal davranışların benzer nörobiyolojik temelleri olduğunu savunmaktadır.
Nörobiyolojik bir temeli var mıdır? Kognitif bir olay mıdır? Gen etkileşimi olur mu? İnsan davranışlarını ya da eğilimlerini açıklamada ne düzeyde anlamlıdır?
Alman tıp fakültelerinde ikinci yılın sonunda öğrenciler zor bir sınava alınır. Sınavı başaramayanlar tıp fakültesine devam şansını yitirmiş sayılır. Öğrenciler bu zor sınava en az 3 ay süreyle çok yoğun çalışırlar. İşte bu öğrencilerden %38’i üzerinde, ilki çalışma başlangıcında, ikincisi çalışma döneminin ortasında ve üçüncüsü de sınav günü, yani üç ay sonra MR görüntüleri alınmıştır. Elde edilen veriler, uzun zamandır sınav için yoğun çalışma göstermemiş kontrol grubundan elde edilen veriler ile karşılaştırılmıştır. Sonuçta, sınav grubunda beyin korteksinin posterior ve lateral paryetal kısmında iki taraflı olarak önemli gri madde artışı olduğu saptanmıştır. Son zamanlarda yapılan başka çalışmalara göre, yoğun öğrenme aktivitesi gösteren deney grubunda, sağ hipokampus hacmi, öğrenme aktivitesi göstermeyen kontrol grubundakine göre önemli ölçüde artmaktadır. Uzun süreli stres uyaranlarının insan davranışını ve sağlığını bozmaya başladığı, psikoterapinin ve hatta tefekkürün nöronal ağlarda ve beyin fonksiyonlarında değişmeye yol açtığı, sonuçta davranışın değiştiği anlaşılmıştır. Bu ve benzeri bulgular, sosyo-kognitif uyaranların beynin yapısını, fonksiyonunu ve davranışı değiştirdiğini kanıtlamıştır. Teoride, her türlü fanatik taraftarlık, terör eylemleri, intiharlar, davranış bağımlılıkları ve karasevda diye nitelenen aşk gibi aşırı davranış biçimlerinin ortak bir temeli olabileceği üzerinde durulmaktadır. Sosyal tutuşma teorisine göre, aşırı davranışların oluşmasında en önemli maddi etken, sosyo-kognitif uyaranlar ile genler arasındaki etkileşim, yani epigenetik mekanizmalardır. Çevrenin önemli ölçüde beynimizi, beynimizin de çevremizi etkilediği saptanmıştır.
Aynı sosyal uyaranlara maruz kalan insanlardan bazısı doğruca sosyal tutuşma, bazısı tersine sosyal tutuşma, bir kısmı da yalancı sosyal tutuşma gösterir. Tutuşmayan, yani davranışlarının şiddeti dördüncü ve beşinci dereceye çıkmayan duyarsız ve tutarsız insanlar da vardır. Bir ortamda doğruca sosyal tutuşma varsa, tersine sosyal tutuşma da olacaktır. Etnik terör hedefine veya hükümet darbesi yapma hedefine tutuşanların var olduğu toplumda, etnik teröre ve darbeciliğe karşı tutuşanlar da olacaktır. Bu durum toplumsal kodların tutuşmada etkili olabileceğinin kanıtıdır.[1]
İşte, Türkiye’deki son 22 yıllık AKP iktidarının ve Cumhur İttifakı’nın belki de en büyük tahribatı, toplumun milli ve manevi duyarlılıklarını köreltip kirletmeleri… İnsani ve vicdani tepki ayarlarını dejenere etmeleri… Böylece bencil, beleşçil ve basit düşünceli bireyler oluşturmaları… Bilimsel tanımıyla; “Sosyal Tutuşma ve Şuurlu Dayanışma” kabiliyet ve karakterlerini kaybettirmiş olmalarıdır.
Şimdi Cumhur İttifakı; Birazcık Milli Duyarlılığı ve Vicdani Tutarlılığı Kalmış Yazar ve Yorumcuları da “Etki Ajanlığı” Düzenlemesiyle Susturma Çabasındadır.
ABD’nin “İkinci CIA” olarak tarif edilen Ulusal Demokrasi Vakfı (NED), Türkiye’deki basın kuruluşlarına ve derneklere verdiği yüz milyonlarca liralık fonlarla tanınmaktadır. AKP’nin “etki ajanlığı” düzenlemesinin de yer aldığı torba yasa teklifi, 24 Ekim 2024’te TBMM Adalet Komisyonu’nda kabul edilmiş ve önümüzdeki süreçte TBMM Genel Kurulunda görüşülmesinin önü açılmıştı. Toplam 23 maddeden oluşan kanun teklifinin 16. maddesine göre, Türk Ceza Kanunu’nda (TCK) yapılan değişiklikle; casuslukla ilgili yeni bir suç icat edilmiş olacak ve muhalifler susturulacaktı.
“Etki Ajanlığı” Yasası ve Sinsi Amaçları!
TCK’nın “Devlet Sırlarına Karşı Suçlar ve Casusluk” bölümüne eklenecek maddede, “Devlet güvenliği veya iç ve dış siyasal yararları aleyhine yabancı bir devlet veya organizasyonun stratejik çıkarları veya talimatı doğrultusunda suç işleyenler hakkında 3 yıldan 7 yıla kadar hapis cezası verilir” ifadeleri yer almıştı. Eylem “savaş sırasında veya askeri hareketleri tehlikeye sokacak bir süreçte işlenmiş” ise bu ceza 8 yıldan 12 yıla kadar çıkacaktı. Torba yasa teklifinin “basın özgürlüğü için ciddi bir tehdit” olduğu eleştirileri haklıydı.
ABD NED Vakfı; Basını, Fonlar ve Beyin Yıkamalarla Kontrol Altında Tutmaktaydı.
“ABD’nin Yeraltı Örgütü: Ulusal Demokrasi Vakfı (NED)” başlıklı yazıda, 1983’te dönemin ABD Başkanı Ronald Reagan’ın çağrısıyla kurulan Uluslararası Demokrasi Vakfı’nın (National Endowment for Democracy) Türkiye’de özellikle medya üzerindeki rolü kaleme alınmıştı.
“NED’in Türkiye’deki yıkıcı faaliyetlerinin siyasi partiler, basın, üniversiteler, STK’lar ve düşünce kuruluşları arasında artarak devam ettiğini görüyoruz” diyen Serdar Üsküplü, şunları aktarmıştı:
Türkiye’deki basına ve sivil toplum örgütlerine en büyük fonları sağlayan örgütlerden birisi de İsveç Devleti’ne bağlı İsveç Uluslararası Kalkınma İşbirliği Ajansı’dır (SIDA). Sadece İsveç Devleti, Bianet’e 2007-2023 yılları arasında 335 milyon TL aktarmıştır. Son sözleşmelerine göre 2024-2026 arasında 67,5 milyon TL daha ödeme yapacaktır.
Bianet, buna karşılık İsveç Dışişleri Bakanlığı’na verdiği raporlarda “Haklar temelli izleme raporlamaları hazırladıklarını, gazeteciler için bir eğitmenlik ve akıl hocalığı yaptıklarını, sürdürülebilir ve etkili bir örgüt” olduklarını vurgulamıştır. Türkiye’deki “özgür gazeteciler” için eğitim merkezi kurduklarını hatırlatmıştır. Bianet’in kurucusu Türkiye’de neoliberalizmin önde gelen isimlerinden Nadire Mater’dir, Genel Sekreteri ise HDP Milletvekili Ertuğrul Kürkçü’dür. Bianet’in yazarları arasında ABD Merkezi İstihbarat Teşkilatı (CIA)’nın eski Türkiye masası şefi Henri Barkey de bulunmaktadır.
Bianet’in aldığı fonlar bununla da sınırlı kalmamıştır. Press Now, Avrupa Birliği, Chrest Vakfı, Friedrich Ebert Vakfı (Almanya-İstanbul), İsveç İstanbul Başkonsolosluğu, Danimarka Ankara Büyükelçiliği, Heinrich Böll Vakfı gibi çok sayıda emperyalist kurumdan yüz milyonlarca liralık fon almışlardır. Oysa Bianet’in internet sitesinde, aldıkları toplam fon sadece 95 milyon TL olarak yer alıp toplum aldatılmıştır.
Cumhurbaşkanının “Katil İsrail, İşbirlikçi AKP” Sloganına İtirazı!
Sn. Recep T. Erdoğan, Saadet Partisi Olağan Kongresi’nde atılan “Katil İsrail, İşbirlikçi AKP” sloganını, sosyal medya hesabından yayımladığı mesaj ile yanıtlamıştı. Saadet kongresinde “İsrail’e üçüncü yollar üzerinden devam eden ticaret nedeniyle iktidara yönelik eleştiriler” yapılmıştı. Milli Görüşçüler, “Azerbaycan petrolünün Türkiye üzerinden İsrail’e akmaya devam ettiğini” de hatırlatmışlardı.
Erdoğan, sosyal medya hesabından yayımladığı mesaj ile “Katil İsrail, İşbirlikçi AKP” sloganına ilişkin şunları aktarmıştı:
“Şunu çok net belirtmek durumundayım: Türkiye; Filistin, Gazze ve Lübnan için görünenden, konuşulandan, basına yansıyandan çok daha fazlasını yapmaktadır. Soykırım duruncaya, Filistin tamamen özgürleşinceye kadar tüm gücümüzle ve imkânlarımızla kardeşlerimizin yanında olacağız. Türkiye’nin, Filistin halkının haklı mücadelesine verdiği güçlü desteğin en yakın şahidi bizzat Filistinli, Gazzeli kardeşlerimizdir. Böyle insani bir meseleden siyasi rant devşirmeye çalışan siyaset bezirgânlarını bugüne kadar muhatap almadık, bundan sonra da almayız!”
Ama aynı Erdoğan, İsrail’le fiilen savaşan Hizbullah’a ve Gazzeli Kahramanlara, İran vasıtasıyla silah ve mühimmat desteği sağlayan, ama halkının büyük kısmına da maalesef zalim ve hain davranan Suriye Yönetiminin devrilmesinden sonra, HTŞ’nin başı Culani’nin ağzıyla “Biz artık İsrail’le savaşmayacağız ve Batı ile iyi ilişkiler kuracağız!” açıklamasını yaptırmış ve alkışlamışlardı!?
Ancak bu olayların ardından Florida’da Trump ile görüşen NATO Genel Sekreteri Rutte, Ankara’da Cumhurbaşkanı Erdoğan ile de bir görüşme yapmış ve şu mesajları paylaşmıştı:
• Terörizm tehdidi konularını, Ukrayna’daki savaş ve Ortadoğu’daki kriz de dahil olmak üzere kolektif güvenliğimize yönelik artan zorlukları görüşmek üzere Cumhurbaşkanı Erdoğan ile bir araya gelip görüşme fırsatı bizim için bir şanstır.
• Giderek daha öngörülemez hale gelen bir dünyada Türkiye; NATO’ya paha biçilemez katkılarda bulunan ve Batı ittifakının çıkarlarını koruyan bir dostumuz konumundadır![2]
Prof. Dr. Hasan Ünal’ın Uyarıları Haklıdır.
1- Güney Kıbrıs Rum Yönetimi lideri Hristodulidis, Biden’a NATO’ya üyelik için başvuruda bulunmuşlardır. NATO Genel Sekreteri muhtemelen bunun için Ankara’ya uğramıştır. KKTC’yi tanımaları asgari şartımız olmalıdır.
2- Onların taktiği “Sizin AB sürecinizi hızlandıralım” olacaktır. Bunu yutmamak lazımdır. Eğer KKTC’yi tanımadan Rumların üyeliğine onay verirsek tam anlamıyla bile bile lades olacak ve KKTC elden çıkacaktır!..
3- Üstelik KKTC’yi tanıyarak NATO’ya girmeleri onların da çıkarına olacaktır. Böylece KKTC de NATO’ya alınacak ve Kıbrıs Sorunu çözülmüş olacaktır. Yeni bir AB aldatmacası ile Rumlara onay vermek ise bu fırsatı onlara verenlerin sırtında taşıyamayacakları bir siyasi yük-sorumluluk olarak kalacak, başlarına büyük belalar açacaktır. Bizden söylemesi!..
Bizi asıl üzen durum ise Prof. Dr. Hasan Ünal dostumuzun, bu onurlu önerilerinin, bu şuursuz kadrolarca yerine getirilemeyeceğini, hâlâ anlamamış gibi davranmasıdır!..
Peki Culani Kimlerin Adamıydı?
Suriye’de Esad rejiminin devrilmesinin ardından ABD’den Şam’a ilk üst düzey ziyaret yapılmıştı. ABD Dışişleri Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Barbara Leaf, Suriye’nin başkenti Şam’da Culani ile buluşmuşlardı. Barbara Leaf’ın ziyaretinin Esad rejiminin devrilmesinin ardından ABD’nin Suriye’deki geçiş hükümetiyle “diplomatik angajmanının başlamasının bir parçası” olduğu vurgulanmıştı. Daha önce ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken, “Heyeti Tahrirüş Şam’ın (HTŞ) şu ana dek yaptığı olumlu açıklamaları takip ettiklerini ve somut adımları da görmek istediklerini kaydederek, somut adımların atılması halinde doğrudan görüşmeler için ABD’li yetkilileri Suriye’ye gönderebileceklerini” açıklamıştı.[3]
Demek ki HTŞ Lideri Culani, ABD ve İsrail’i memnun edecek adımlar atmaktaydı!
Batı Emperyalizmine Şirinlik Yapan Culani’den: “İran Projesini 40 Yıl Geriye Götürdük, Suudi Arabistan ile İşbirliğine Açığız!” Mesajı
Suriye’nin yeni lideriyle röportaj yapanlara Suudi Arabistan sermayeli Şarkul Avsat da katılmıştı. HTŞ lideri, “Suriye hareketi, Esad rejiminin devrilmesiyle sona erdi ve yurtdışına ihraç edilmeyecek” mesajını aktarmıştı. Culani, İran’a ilişkin olarak “İran projesini 40 yıl geriye götürdük” ifadesini kullanmıştı. Batı Emperyalizmine şirinlik yapan Culani’nin “İran projesini 40 yıl geriye götürdük, Suudi Arabistan ile iş birliğine açığız!” itirafı Siyonizm’e hizmetkârlık mesajı mıydı?
Suriye’de Esad rejimini deviren HTŞ, mavi boncuk dağıtmaya başlamıştı. ABD’nin başına koyduğu ödülü kaldırdığı HTŞ lideri Culani, daha önce “İsrail’e saldırmayacağının” teminatını hatırlatmıştı. Beşşar Esad’dan kalma Başkanlık Sarayında Şarkul Avsat’ın kadın muhabiri Bisan eş Şeyh’in sorularını yanıtlayan Culani, Körfez krallıklarının endişelerini yatıştırmak için “Suriye Hareketi, Esad rejiminin devrilmesiyle sona erdi ve yurtdışına ihraç edilmeyecek” ifadelerini kullanmıştı. HTŞ lideri, “İran projesini 40 yıl geriye götürdüklerini” söyleyip, Suudi Arabistan ile iş birliğine açık olduklarını aktarmıştı. Yani artık Suudi Amerika’nın adamıydı!..
ABD’li Senatörlerce Suriye Üzerinden Türkiye’ye Küstah Tehditler Yağdırılmıştı!
ABD’de Cumhuriyetçi Senatör Lindsey Graham ve Demokrat Senatör Chris Van Hollen, Türkiye’ye “yaptırım yasa tasarısı” tehdidinde bulunmuşlardı. ABD’de Senatörler, Suriye’deki PKK-PYD terör unsurlarını vuran Türkiye için küstahça tehditlere başlamışlardı. CNN Türk Washington Temsilcisi Yunus Paksoy, olayın ayrıntılarını aktarmıştı:
“İki tane Senatörden biri Demokrat Chris Van Hollen, biri de Cumhuriyetçi Lindsey Graham’dı. Bu iki Senatör iki partili bir yaptırım tasarısını devreye sokacaklarını söylüyorlardı. Diyorlar ki, PKK’ya ve Rojava Kürdistanı’na ateşkes şartlarını Türkiye kabul etmezse biz yaptırım tasarısını Kongreye taşıyacağız. Yani diyorlar ki, Türkiye destekli güçler Suriyeli Kürt ortaklarımıza (burada YPG, PKK terör örgütünden bahsediyorlar), yönelik saldırıları arttırarak IŞİD’in yeniden dirilmesini önleme misyonunu bir kez daha tehdit ediyorlar. Diyorlar ki, Suriye Milli Ordusu ve YPG, PKK arasındaki geçici ateşkes sona erdi, bu ateşkesin uzatılmasını Türkiye reddetti, ayrıca Kobani dedikleri Ayn el-Arab’ta ve o bölgede askersizleştirilmiş, silahsızlandırılmış bir bölge kabul edilmedi. Bunu Türkiye kabul etmezse bu hafta içerisinde bu yaptırım paketini Kongreye getireceğiz” diyorlar ve ekliyorlar. “Türkiye’nin ele alınabilecek bazı meşru güvenlik endişeleri olsa da bu gelişmeler bölgesel güvenliği baltalamaktadır ve ABD buna kayıtsız kalmayacaktır!”
Bu Senatörler PKK terör örgütü ele başlarından Mazlum Abdi ile görüşme yapmışlardı!
ABD’nin iki Senatörü YPG, PKK terörist elebaşı Mazlum Abdi ile telefonda görüşme yapmışlardı ve Mazlum Abdi telefonda bu Senatörlere “Bize saldırıyorlar, saldırıları durdurmuyorlar, ateşkes teklifimizi kabul etmiyorlar, ne olur yardım edin” diye ağlayıp sızlanmıştı.
İsrail Suriye’deki Hermon Dağı’nı alınca, Türkiye’yi de Menzile Sokmuşlardı!
HTŞ’nin Şam’a girmesinin ardından İsrail’in Suriye’de 500 hedef vurarak Suriye’nin askeri gücünün neredeyse %80’ini bitirdiği konuşulmaktaydı. En son işgal ettiği tampon bölgede Şam’a 15 km yaklaşmış ve Hermon Dağı’nı da işgal altına almıştı. Bu Hermon Dağı hayati bir önem taşımaktaydı. 61 yıllık kanlı Baas rejiminin devrilmesinin ardından İsrail ordusu, Suriye’deki tampon bölgeyi kendi topraklarına katmıştı. Golan Tepeleri’ne yakın Hermon Dağı’na giden İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun buradaki işgalin 2025 sonuna kadar sürdürülmesi talimatı enteresandı.
Kanada merkezli önemli yayın organlarından Eurasian Times’a konuşan eski bir İsrailli F-16 pilotu olan Naftali Hazony, Hermon Dağı’nın önemini şöyle anlatmıştı:
“Bu stratejik manevranın bölgesel güvenlik dengelerini sarstığını ve İsrail’e düşmanlarına karşı kritik avantajlar sağladığını” belirten Hazony, “İsrail, Hermon Dağı’nı ele geçirmiştir. Suriye’nin başkenti Şam sadece 30 km uzaklıkta ve artık İsrail’in topçu mermilerinin menzili içindedir.” itirafını yapmıştı. Hazony, Hermon Dağı’nın nasıl doğal bir kale görevi gördüğünü ve daha önce Suriye’ye çevredeki bölgenin çoğuna hâkim olan yüksek bir konum sunduğunu aktarmıştı.
“On yıllar boyunca İsrail’in kuzey savunması Suriye’nin Hermon Dağı’nın gölgesinde kalmıştı. Artık öyle değil. Bölgenin en önemli doğal kalesi artık İsrail’in elinde bulunmaktadır. İsrail bunu sessizce yaptı, Suriye’nin terk edilmiş mevzilerine girdi ve onları savaşmadan ele geçirdi” ifadelerini kullanmıştı.
Hermon Dağı İsrail’in kör noktasıydı!?
Hazony, “Taktiksel değerinin yanı sıra, Hermon Dağı’nın stratejik konumunun İsrail’in radar kapsama alanında uzun süredir kör bir nokta bıraktığını” hatırlatmıştı. Hazony, “İsrail’in Hermon Dağı’nı kontrol etmesiyle birlikte, İsrail radar sistemlerinin artık Suriye ve Lübnan’ın bazı bölgeleri de dahil olmak üzere çok daha geniş bir alanı kapsayabileceğini” vurgulamıştı.
“Hermon Dağı’na yerleştirilen İsrail radarları hem Suriye hem de Lübnan’ın içlerini görebilecek ve alçaktan uçan jet ve insansız hava araçlarına karşı erken uyarı sağlayabilecektir. İsrail istihbaratı da zirveye sensörler yerleştirerek gözetleme yapabilir ve düşman iletişimini kesebilir.” diyen Hazony sözlerine şunları katmıştı: “Bu dağlar aynı zamanda İsrail’in özel kuvvetleri ve casusları için de mükemmel bir örtü oluşturuyor; bunlar artık Suriye’ye daha rahat girebiliyor ve karanlıkta görev yapabiliyor. Hizbullah’ın dağın kuzeyindeki kaçakçılık yollarının birçoğu kesilmiş oluyor ve bu da örgütün operasyonel esnekliğini sınırlıyor. Güneş doğarken Hermon Dağı Hizbullah’ın Güney Lübnan’daki kalesinin üzerine gölge düşürüyor ve Bekaa Vadisi’ndeki kuzey kalesine giden ana yola hâkim oluyor. Hizbullah’ın Hermon’un kuzeyindeki kaçakçılık yollarının birçoğu artık kesilmiş bulunuyor!”
Siyonist Hazony: “İster DEAŞ, ister HTŞ, ister Türkiye, ister İran ya da Hizbullah olsun, İsrail’e doğru ilerleyen düşman bir güç artık İsrail’in insansız hava araçları, karadan karaya füzeleri ve lazer güdümlü bombalarının insafına kalacaktır.” diyerek kuduz İsrail’in BOP amacına yaklaştığını vurgulamıştı.
İsrail Savunma Bakanı Yisrael Katz ise, orduya kış konuşlandırmasının zorlu koşullarına hazırlanmasını emrederek, “Suriye’deki gelişmeler nedeniyle, Hermon Dağı’nın zirvesi üzerindeki kontrolümüzü sürdürmemiz muazzam bir güvenlik önemi taşıyor.” diyerek Hazony’i doğrulamıştı.
İsrail Medyasına göre: “En Geç 2030’da Türkiye ile Çatışma Kaçınılmazdır!”
İsrail medyası teorik olarak ilk kez 2009’da ortaya atılan ve 2030’a kadar gerçekleşmesi planlanan Türkiye-İsrail çatışmasının şu an yaşanan olağanüstü gelişmeler ışığında daha erken patlak verebileceğini yazmıştı.
Türkiye’nin; Suriye’nin kuzeyinde Fırat Kalkanı Harekâtı (2016), Zeytin Dalı Harekâtı (2018), Barış Pınarı Harekâtı (2019) ve SMO’nun Özgürlük Şafağı Operasyonu (2024) ve Irak’ın kuzeyinde Kararlılık Harekâtı (2018) ve Pençe Harekâtları (2019 – …) ile Ortadoğu’daki oyunları tek tek bozması kuduz İsrail’i kuşkulandırmıştı. İsrail medyasında Suriye’deki “olağanüstü” gelişmelerle bir şaşkınlık yaşansa da İsrail’in kuruluşundan itibaren İsrail merkezli bir Ortadoğu planlayan güçlerin karşılarına Türkiye’nin çıkacağı öngörüsüyle bazı teorik çıkarımlarda bulunulduğu adım adım anlatılmıştı.
Israel Radar haber sitesi sosyal medya hesabından ABD’li The Wall Street Journal gazetesinin “Suriye’ye büyük harekât an meselesi” haberinden bahsederek 2020’de sitelerinde yer alan “Ortadoğu Tahminleri: 2030’a Kadar İsrail-Türkiye Çatışması mı?” başlıklı yazısını tekrar hatırlatmıştı: “ABD’li yetkililer, Türkiye’nin Suriye’yi olası ‘işgali’ için büyük güçler oluşturduğunu söylüyor… The Wall Street Journal’a göre; Suriye’deki durum geliştikçe İsrail ve Türkiye arasındaki mesafe hızla daralıyor. Bu, nihai İsrail-Türkiye çatışmasına doğru kaçınılmaz bir kapışmayı hızlandırıyor!”
İsrail Ordusu 2020’de İlk Kez “Türkiye’yi Tehdit Sınıfına” Almıştı!
Israel Radar haber sitesi 2020 yılında, İsrail ordusunun ilk kez Türkiye’yi İsrail için bir ‘tehdit’ olarak tanımladığını, dönemin MOSSAD Şefi Yossi Cohen’in; Türkiye’nin, İsrail’in karşılaştığı ‘gerçek tehdit’ olduğunu, İran’ın ise uzun vadede daha kırılgan bir güce sahip olduğunu, Arap liderlerine söylediği olası İsrail-Türkiye savaşını yazmıştı.
Savaş Tahmini 2030’a Kadar Uzatılmıştı!
“Ortadoğu Tahminleri: 2030’a Kadar İsrail-Türkiye Çatışması mı?” başlıklı yazı, jeopolitik öngörü raporları hazırlayan Geopolitical Futures’ın kurucusu George Friedman’ın 2009 yılındaki şu tahminiyle başlamıştı:
“2020’lerin sonlarına doğru, ABD-Türkiye ilişkileri giderek gerginlik kazanacak, Türkiye, agresif bir bölgesel genişleme peşinde koşacak ve kendisini bir İslam gücü olarak tanıtacak; 2030’lara gelindiğinde ise, Türkiye’nin saldırgan hamleleri İsrail’i korkutacak!”
Putin’in: “Suriye’de Kürt Sorunu Çözülmeli” Çıkışı!
Rusya Devlet Başkanı Putin, “Kürt sorununun artık çözülmesi gerekiyor. Suriye çerçevesinde Devlet Başkanı Esad döneminde çözülmesi gerekiyordu, şimdi ise Suriye topraklarını kontrol eden yetkililerle çözülmesi gerekiyor” açıklamasını yapmıştı. Putin ayrıca; “Moskova’ya gelişinden sonra Devlet Başkanı Esad’la görüşmedim. Ancak bunu yapmayı planlıyorum” ifadelerini kullanmıştı.[4] Putin’in bu çıkışı “Rusya, Suriye’deki Rojava Kürdistanı’na ışık yakıyor!” şeklinde yorumlanmıştı.
“Suriye’de Yaşananlardan En Kazançlı Çıkan Ülke İsrail” İtirafı!
Sputnik’in aktardığına göre Putin, Suriye’de yaşanan son gelişmelerde en fazla fayda sağlayan ülkenin İsrail olduğunu vurgulamıştı. İsrail ordusunun Suriye topraklarının 20-25 km derinine kadar ilerlediğini ve Sovyet uzmanlar tarafından kurulan tahkimatları ele geçirdiğini belirten Putin, İsrail tarafından da olmak üzere Suriye topraklarının ele geçirilmesini kınadıklarını aktarmıştı.
Rus lider, “İsrail’in günün birinde Suriye topraklarını terk edeceğini umuyoruz, ancak şu anda oraya ek birlikler gönderiyorlar. Bence orada halihazırda birkaç bin asker var ve onların ayrılmaları şöyle dursun, orada daha da güçlenecekleri izlenimini ediniyorum” uyarısında bulunmuşlardı.
Avustralya’yı Alkışlıyoruz: İsrail Askerlerini Ülkeye Almamışlardı!
İşgalci İsrail uluslararası sahada yalnızlaşmaya başlamıştı. Katil İsrailli askerler, Avustralya vizesi almak için savaş suçlarıyla ilgili 13 sayfalık belge sunmak zorunda kalmışlardı. Askerler ülkeye alınmadan kapı dışarı edilip geri yollanmışlardı. Ne diyelim, ikiyüzlü AKP iktidarının utanması lazımdı.
Sky News Avustralya’nın haberine göre, İsrail Savunma Kuvvetleri’nde (IDF) görev yapan Ella Berger ve Omar Berger’in vizeleri kabul olunmamıştı. Ailenin, Avustralya İçişleri Bakanı Tony Burke’den destek talep ettiği fakat hiçbir cevap alamadığı vurgulanmıştı.
Soru: Soykırıma katıldınız mı?
Avustralya hükümetinin vize başvurusunda, İsrail askerleri Ella ve Omar Berger’e, Filistin’deki savaş sırasında sivillere ya da mahkûmlara karşı herhangi eylemde bulunup bulunmadıklarına dair sorular sormuşlardı. İşgalci İsrail askerlerine 13 sayfalık belgeler doldurması gerektiği hatırlatılmıştı.
Vize başvurusunda yöneltilen sorulardan bazıları ise şunlardı:
• “Hiç mahkûmlara veya sivillere yönelik herhangi bir fiziksel veya psikolojik istismara katıldınız mı?”
• “Hiç gözaltı merkezinde, cezaevinde veya kampta gardiyan veya memur olarak çalıştınız mı?”
• “Hiç soykırım suçuna veya savaş suçuna bulaştınız mı?”
Ella Berger’in, Avustralya’ya uçmak için İsrail ordusundan bir hafta izin aldığı fakat vize gecikmesi nedeniyle ülkesine geri dönmek zorunda kaldığı açıklanmıştı. Siyonist İsrail ordusundaki yedek asker Omar Berger ise vize işlemlerini beklemek için Tayland’da kalmıştı.
Eski Siyonist Bakan da kapı dışarı edilmiş durumdaydı!
2024 Kasım ayında, eski İsrail Adalet Bakanı Ayelet Shaked’in Avustralya’ya yaptığı vize başvurusunun da reddedildiği ortaya çıkmıştı. Shaked’in, Avustralya’da düzenlenen ve İsrail-Avustralya iş birliğini güçlendirmeyi hedefleyen bir konferansa katılması planlanmıştı. Ancak, Shaked’in Filistin devletine karşıt görüşleri, vize reddine gerekçe olarak gösterilip geri yollanmıştı.
Evet, tekrar vurgulayalım: Ey dindarlık rolüyle ucuz kahramanlık yapan AKP iktidarı ve Cumhur İttifakı!.. Hiç değilse vicdanlı Avustralyalılar kadar cesur ve sorumlu davransaydınız!..
- Bak: Prof. Dr. Cafer Marangoz
- Yunus Paksoy / @yunuspaksoy
- Haber7 / 20.12.2024
- https://www.rudaw.net/turkish19-12-2024
* AKP hükümeti ve Suriye’deki gelişmelere, özellikle HTŞ lideri Culani’nin değişen işbirlikçi tavırları ortaya konuyor.
* Culani’nin “İsrail’le savaşmayacağız” ve “Batı ile iyi ilişkiler kuracağız” açıklamalarının ABD ve İsrail ile ilişkili olduğu ortaya konuyor.
* İsrail’in Gazze ve Batı Şeria’daki eylemleri, Golan Tepeleri’ndeki işgali ve Hermon Dağı’nı ele geçirmesine dikkat çekiliyor.
* İsrail’in Suriye’deki askeri gücünü artırdığı ve Türkiye ile olası bir çatışmanın kaçınılmaz olduğu net bir şekilde ortaya konuyor.
* Asgari ücret, emekli maaşları ve dar gelirlilerin durumunun vehameti ortaya konuyor.
* Dış borçların yüksekliği ve faiz ödemelerinin ülkeye getirdiği yük ve etkileri anlatılıyor.
* Erbakan Hocanın Adil Düzen Sisteminin tek çare olduğu anlatılıyor.
* Suç oranlarının artması, çocuk ve kadınlara yönelik taciz ve tecavüzlerin toplumu mahvettiği anlatılıyor.
* Toplumun “Sosyal Tutuşma” ve “Şuurlu Dayanışma” yetisini kaybettiği anlatılıyor.
* “Etki Ajanlığı” Yasası:
* Hükümet “etki ajanlığı” yasası ile muhalifleri susturmaya çalışıyor.
* ABD’nin Ulusal Demokrasi Vakfı (NED) ve diğer kuruluşların Türkiye’deki medya ve STK’lara verdiği fonlar ifşa ediliyor.
* Erdoğan’ın “Katil İsrail, İşbirlikçi AKP” sloganına tepkisi ve sözde Filistin’e destek gerçekte israille ticaret ve işbirlşkçilikleri ortaya konuyor.
* ABD’nin Türkiye’ye yönelik tehditleri ve yaptırım olasılıkları gündeme getiriliyor.
* Rusya’nın Suriye’deki Kürt sorunu hakkındaki açıklamaları ve İsrail’in Suriye’deki varlığı anlatılıyor.
* Avustralya’nın İsrail askerlerine vize vermemesi olayı örnek gösteriliyor.
* İsrail Medyasının Türkiye ile Çatışma Öngörüleri:
* İsrail medyasının Türkiye ile olası bir çatışma hakkındaki öngörüleri ve 2030’a kadar çatışma olasılığı tartışılıyor..
Erbakan Hocamız, “Sosyal Tutuşma” olayını “Büyülenme” olarak ifade etmekteydi.
Sosyal tutuşma, belli fikirlerin, düşüncelerin, görüntülerin, sloganların uzun süre ve sık sık tekrar edilmesi, hayal edilmesi, akıldan geçirilmesi yoluyla gerçekleşmektedir.
Sosyal tutuşmanın gerçekleşebilmesi için; beynin hem sürekli hem de uzun süre belli bir sosyal uyaranla meşgul olması gerekmektedir, çünkü tutuşmaya sebep olan şey, uzun süre tekrarlanan sosyal uyaranlardır.
Milletimizin milli ve manevi duyarlılıklarını köreltip kirletmek amacıyla, işbirlikçilerin ve yandaşların kontrol ettikleri yazılı ve sözlü basında sık ve sürekli tekrarlanan fikirler, sloganlar ve anahtar ifadeler, önce insanların beyninde genetik yapının çalışmasını sağlamakta, sonra da beyin hücrelerinin mikro çevresini değiştirmektedirler. Böylece insanların davranışları değişmekte ve “sosyal tutuşma” gerçekleşmektedir.
Sosyal tutuşma sonucu insanlar ve özellikle kitleler normal dışı patolojik davranışlar göstermeye başlamakta, kime ve neye hizmet ettiğini fark edemeyen şaşkın insanlara dönmekte ve milli menfaatlere aykırı ne varsa hepsini yerine getirmeye çalışmaktadırlar.
“Bir kimseye kırk gün deli dense deli, veli dense veli olur” sözü uzun süre tekrarlanan sosyal uyaranların insan davranışına olan etkisini anlatmaktadır.
AKP iktidarının ve Cumhur İttifakı’nın belki de en büyük tahribatı;
Toplumun milli ve manevi duyarlılıklarını köreltip kirletmeleri…
İnsani ve vicdani tepki ayarlarını dejenere etmeleri…
Böylece bencil, beleşçil ve basit düşünceli bireyler oluşturmaları…
Bilimsel tanımıyla; “Sosyal Tutuşma ve Şuurlu Dayanışma” kabiliyet ve karakterlerini kaybettirmiş olmalarıdır.
Şimdi Cumhur İttifakı, bütün tahribatlara rağmen “Sosyal Tutuşma ve Şuurlu Dayanışma” kabiliyetini kaybetmemiş, Erbakan Hocamızın deyimiyle hala büyülenmemiş ve böylece birazcık milli duyarlılığı ve vicdani tutarlılığı kalmış yazar ve yorumcuları da “etki ajanlığı” düzenlemesiyle susturma çabasındadır.
Ne ilginç ki sadece bölgemiz değil, dünyada gelişen, cereyan eden bütün olayların arka planında veya sonucunda, doğrudan veya dolaylı olarak mutlaka Siyonist İsrail’in eksenine vurgu yapan gelişmeler olarak görülüyor… Suriyededeki, yönetimsel değişim, Kuzey Irak’ta kurulan Barzanistan, Türkiyedeki sözde Kürt sorunu gibi vuku bulan her gelişme nasıl oluyor da Siyonist İsrail’in çıkarlarına hizmet etmektedir?
Allahın iradesi ve izni ile öyle bir değişim öyle bir serüven yaşanacak öyle bir kasırga gelecek ki, bütün kötüleri ve Kötülükleri yeryüzünden silecek, İyiliği ve hayrı bünyesinde barındıran Adil Düzen’i yeryüzünde yerleşik kılacaktır inşallah…
Rahman ve Rahim Allahın Adıyla
Her kim Allah’ı, O’nun Resulü’nü ve (Kur’an’a uyan ve İslam’ı uygulayan) mü’minleri veli edinir (onları sever ve seçerse), muhakkak (biliniz ki) galip gelecek olanlar, yalnız Allah’ın partisidir. (Hakkın takipçileri ve tarafgirleri olan hizip ve ekip başarıya erişecektir.)
Maide Suresi 56