YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL MENÜ

DERGİLER

Ay Seçiniz
category
69205bab27b99
0
0
6401,171,6356,117,28,27,170,98,3,144,26,4,145,113,17,6330,1,110,12
Loading....

TOPLAM ZİYARETÇİLERİMİZ

Our Visitor

2 0 8 9 4 8
Bugün : 18836
Dün : 45549
Bu ay : 871560
Geçen ay : 1371576
Toplam : 45275381
IP'niz : 216.73.216.128

SON YORUMLAR

Son Yorumlar

YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL YAZILAR

YENİ ÇIKAN KİTAPLARIMIZ

ADİL DÜNYA YAYINEVİ

Tel-Faks:

0212 438 40 40

0543 289 81 58

0532 660 12 79

İktidarın ve Cemaat’in Mısır’daki askeri darbeyle ilgili tavırlarında çok açık bir terslik ve samimiyetsizlik sırıtıyordu. Bu darbeyi bizzat ABD’nin planlayıp arka çıktığını Amerikan basını bile itiraf ediyor, ama Ahmet Davutoğlu ABD Dış Bakanı John Kerry ile görüşüp durumu düzelteceğini sanıyordu. Barack Obama buna darbe bile demiyor, ama kankası Recep Erdoğan demokrasi havarisi kesiliyordu. Ne yazık ki bu horozlanmaların ardından AKP iktidarı, askeri darbe ile gelen yeni Mısır yönetimi ile her türlü ilişkiyi devam ettirme kararı alıyor, yani Mursi’yi ve demokrasiyi resmen satıyordu. Avrupa ülkeleri, İslamcı Hükümet devrildi diye bayram ediyor, ama AKP kurmayları ve yalakaları hala AB’ye alınmak için çırpınıyordu.. Ve hele Fetullah Gülen, insana pes dedirten bir çelişki ve pişkinlik sergiliyordu. Çünkü henüz bir yılını bile doldurmadan gerçekten efsane hizmetler başaran ve dünya çapında atılımlar başlatan Erbakan Hükümetine karşı, televizyonlara çıkıp aleyhte kampanya açan ve bir nevi darbeye davetiye çıkaran Fetullah Gülen şimdi “Demokratik seçimle gelmiş Mursi’ye icraat yapma ve kendini kanıtlama fırsatı vermeden “sen bunu başaramadın” demek haksızlıktır, halka saygısızlıktır. Çünkü insanın bir yılda ağzını burnunu, sağını solunu tanıması bile imkânsızdır”anlamında laflar ediyor ve arka çıkıyordu. Acaba Erbakan’a yaptıklarından pişmanlık duyup günah mı çıkarıyordu? Yoksa….. Mısır’da iç savaş çıkmasını ve bu ülkenin parçalanmasını isteyen Yahudi Lobilerinin özel ricasıyla İhvanı Müslimin’i kışkırtmak için mi böyle davranıyordu? Ve bu bahane ile Mısır ordusu da iyice yıpratılıp, İsrail’in eli güçlendirilmek mi isteniyordu? Ve tam da böyle bir süreçte Rusya’nın İngilizce yayın yapan resmi kanalı RT’ye konuşan güvenilir bir kaynak, İsrail’in Suriye’nin Lazkiye askeri tesislerini vurmak için Türkiye’deki üsleri kullandığını belirtiyordu! Yani malum merkezler Recep Beye: “Bizim istediklerimizi yap, ama kendi istediğin gibi konuşup hava at!” demişler gibi davranılıyordu. Ve Sn. Erdoğan Mursi’ye destek mitingini kendisi yapmaya cesaret edemiyor, bu işi Saadet partisine bırakıyordu.

Önce Mısır’da sahnelenen oyun ne ilk, ne de son oluyordu. Ayrıca oynanan oyunun gerçek adı “demokrasi” değil, “demokratur” oyunuydu.

Dünya sistemini elinde tutan ve asıl oyun kurucu olan Siyonizm’i, yaşadığımız çağda en iyi teşhis eden Başbakan Erbakan, ahir ömründe en çok bu konu üzerinde dururdu. Hocamız: “demokrasi”; halkın kendi kendisini yönetmesidir. “Demokratur” ise; halkın yönetime alet edilmesidir” diyordu. Uygulanmakta olan yönetim biçiminin demokrasi değil, demokratur olduğunu misallerle açıklıyordu. Bu tanımı bilmeyenler veya abartılı bir tarif olduğunu düşünenler ve de vaktiyle bu oyuna alet AKP’liler, şimdi Mısır’da yaşananlar karşısında küçük dillerini yutmuş gibi görünüyordu.

Seçimle gelen (%52 oy oranıyla) bir Cumhurbaşkanının askeri darbeyle görevinden uzaklaştırılmasına hepsi şaşırıyordu!.

Bir askeri darbenin havai fişeklerle kutlanmasına ve darbecilerin alkışlanmasına hayret ediliyordu!

AB ve ABD’li dostlarının Mısır’da gerçekleşen darbeye destek olmalarına, kendi elleriyle şekillendirdikleri ve adına demokrasi dedikleri putlarını yemelerine ahmaklar sitem ediyordu!

Batı ve Arap medyasında yer alan bir habere binaen, CIA’yı temsilen önemli bir yetkili, Katar Emiri Hamed bin Halife Elsani ile bir araya geliyor ve saltanat koltuğunu veliahdı Tamim Bin Hamed Bin Mavza’ya hemen terk etmesini ABD adına resmi olarak talep ediyordu. Ayrıca bu saltanat transferi gerçekleşinceye kadar, Katar’ın hiç bir ülkeye ABD’nin izni olmadan herhangi bir mali yatırım yapmama talimatını veriyordu. Ve aynı merkezlerin talimatıyla, Mısır’daki darbe yönetimine milyarlar yağdırılıyordu.

ABD ve Batı Avrupa menşeli bazı stratejik araştırmalar merkezleri, bir ABD heyetinin Suudi Arabistan’da bulunduğunu ve ölüm döşeğinde olan Suudi Kral Abdullah’tan sonraki dönem için hazırlıklara önayak olduklarını söylüyordu. Nedense Fetullah Gülen hiç bu ülkelere niye demokrasi gelmiyor? diye dert edinmiyordu. Üstelik Sn. Gülen %73’lük katılımla gerçekleşen İran Cumhurbaşkanlığı seçimine hiç sahip çıkmıyordu! Bazı CHP’liler ve İşçi Partililer vicdanlarını karartan bir İslam düşmanlığı ve şeytanlık damarıyla Mısır’daki askeri darbeyi alkışlarken neye ve kime hizmet ediyorsa, bize göre, sözde demokrasiyi sahiplenmek görüntüsüyle, İhvanın bir iç savaşa kışkırtılması da aynı merkezlere yarıyordu.

İslamcıların Mesihi Obama Siyonizm’e uşaklığı şeref sayıyordu!

Fetullah Gülen Hocanın ve Recep Erdoğan’ın hayran oldukları Başkan Obama Siyonizm’e toz kondurmuyor ve her fırsatta Siyonizm’i öve öve bitiremiyordu. Aşağıda dikkatinize sunduğumuz satırlar Obama’nın Beyaz Saray’da 2008’den beri kutlamayı adet haline getirdiği Pesah gecesinden alınma sözlerden oluşuyordu. Bilmeyenler için hatırlatalım: Pesah Yahudilerin kutsal günlerinden biri sayılıyordu. “Beyaz Saray’da beşinci seder” başlığı altında duyurulan haberde şöyle deniliyordu:

“ABD Başkanı Pesah’ın ilk gecesini ailesi, çalışanları ve arkadaşlarıyla bu sene Sara Netanyahu’nun Michelle Obama’ya verdiği seder tabağıyla kutladı.” ABD Başkanı Obama Beyaz Saray’da seder geleneğini 2008’den beri sürdürüyordu. Bu kutlamada ABD Başkanı Obama Pesah’ı şöyle tanımlıyordu:

“Pesah; atalarımızın hayal ettiği, uğruna savaştığı ve sonunda kazandığı özgürlüğün kutlamasıdır! Gerçek özgürlük hayali Siyonizm’de tam anlamını buluyor! Bu da İsrail Milli marşında dile getirilen kendi topraklarında özgürce yaşama hakkıdır!”

Uzun yıllar Kahire’de kalmış olan Ali Özek’in hatıratında da konu ediliyor, Ramazan Yıldırım’ın kaleme aldığı ‘Medreseden Üniversiteye Ali Özek’ adlı çalışmada Ali Fuat Cebesoy’un Nasır devriminden sonraki Mısır’a gelişindeki gözlemi aktarılıyordu. “1914 yılında Mısır Osmanlı’dan yani Anadolu’dan 50 yıl ileride görülüyordu. Şimdi 1955 yılında ise Mısır Türkiye’den kırk sene ileride fakat ihtilal olalı üç yıl oluyordu. Bu üç sene içerisinde bayağı bir gerileme var, fakat henüz tam olarak yüzeye yansımamış…” Bunlar Ali Fuat Cebesoy’un gözlemi olarak aktarılıyordu. (Düşün yayıncılık, sh: 133). Anlayacağınız, 1952 yılı sonrasında Mısır geriye giderken Türkiye ise çok partili sisteme geçerek ileriye gidiyordu. Ve 1950’yi milat kabul edersek o zaman onlar bizden 50 yıl ileri iken şimdi Türkiye onlardan 50 yıl ileri geçiyordu. Nasır devriminin maliyeti işte budur. Nasır, Kral Faruk’u yolsuzluk ve işbirlikçilik gerekçesiyle deviriyor lakin kendisi kapalı rejimle buna tüy dikiyordu. Hatta Mısır ve Irak’ta kraliyetler yıkılmasaydı bu ülkeler bugün bulundukları noktadan belki onlarca defa daha ileride ve müreffeh olacaklardı” diyenler haklıydı.

“İslam dünyası bu krizde de bir kaç parçaya bölünmüştür. Bu bölünmede esas olan kriterler ise karşımıza şu şekilde çıkmaktadır: 1. Suriye krizi, 2. Ekollerin, Mezheplerin mücadelesi, 3. Sürecin bazı rejimleri tehdit etmesi, 4. Batı’nın, özellikle de ABD’nin sahteciliği, 5. Yeni Türkiye süreci ve bölgede Müslüman Kardeşler ile birlikte yürütülen projeye duyulan tepki.

Oysa Mısır’daki süreç yeni bir demokrasi tanımı kadar, İslam coğrafyası ağırlıklı yeni siyasi oluşumlara, ittifaklara, yeni haritalara ve güç mücadelesine gebe görünüyordu. Bu sınavın sonucunda bazı ülkeler projeleriyle birlikte ya batacak ya da kazanacaktı. Kimlerine göre bu “Ilımlı İslam Projesi” iken, kimilerine göre de “Büyük Arabistan”, “Yeni Osmanlı” ve “BOP”un devamıydı. Bundan ötürü, Mısır’da yaşanan aslında bir “Büyük Projeler” (Grand Projects) mücadelesinin yansımasıydı.

Kuşkusuz, burada en büyük darbeyi şimdilik AKP Türkiyesi yemiş gibi duruyordu. Mısır üzerinden, yeni Türkiye’ye iç ve dış politika bağlamında çok önemli mesajlar veriliyordu. Türkiye’nin bölgedeki ve hatta uluslararası arenadaki yalnızlığı ile ortaya konulan tepki, bu tespiti bir kez daha geçerli kılıyordu. Bu yalnızlık, Mısır sacayağının sakata getirilmesiyle birlikte daha da derinleşeceğe benziyordu. O yüzden Mısır’daki güç mücadelesinin seyri, Türkiye’nin bölge politikalarının geleceği kadar, iç siyasetinin seyri açısından da büyük bir önem arz ediyordu.”[1]  tespitleri önemli gerçekleri yansıtıyordu.

Başbakan Erdoğan Mısır üzerinden verilen mesajı alıyordu!

Mısır üzerinden Erdoğan’a verilen mesaj şuydu: “BM Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi, Ortak 1/1. Maddesi: (Self Determinasyon): Bütün halklar kendi kaderini tayin hakkına sahiptir. Bunun gereği olarak halklar, kendi siyasi statülerini serbestçe tayin edebilir; ekonomik, sosyal ve siyasal gelişmelerini serbestçe sürdürebilir” uyarınca, Kürtlere şimdilik kapalı özerklik, ileride demokratik federatiflik yolunu açacak yeni Anayasa’yı ve açılımdaki 2. aşamayı hızlandırmazsanız; Gezi gazilerini tekrar ve daha büyük çapta piyasaya çıkarır, gazını da artırıp, Tahrir benzeri sonuçları başına sararız. Bu nedenle, iktidara getirilişinin özel şartlarına uyman konusunda son kez uyarıyoruz!..”

Danışmanları vasıtasıyla bu mesajı alan Sn. Erdoğan aniden yeni anayasa çalışmalarına ve 2. açılım hazırlıklarına hız veriyordu. Ve işte tam bu sırada Suriye Kürdistan’ı (PYD) özerklik ilan etmeye hazırlanıyordu!

Sn. Recep Tayyip Erdoğan’ı RP Beyoğlu ilçe başkanı olduğu süreçte sonradan ABD Ankara Büyükelçisi olan Morton Abramowitz keşfediyor ve ileriki günler için önü adım adım açılıyordu. Tamamen ABD tezgâhı olan 28 Şubat devrimiyle Erbakan tasfiye ediliyor, Erdoğan iktidara hazırlanıyordu.

Sonra BOP Eşbaşkanı yapılıyor, “ABD’nin Büyük Oyunu” adım adım sahneye konuyordu. NATO toplantısında Türkiye’yi bölen haritalar ekranlara yansıtılıyor, bu haritanın gereği için düğmeye basılıyordu.

Erdoğan ağır davranınca onu ilk “keşfeden” Abramowitz, Erdoğan’a “Aşil topuğu” uyarısı yapıyor, “Kürt sorunu Erdoğan’ın Aşil topuğudur” diyor, mesaj alınıyor, Erdoğan “Öcalanlı açılım” için harekete geçiyordu.

Hatırlayınız:

ABD Büyükelçisi Francis Ricciardone AKP Genel Merkezi’ne gidiyor ve Başbakan Erdoğan’ın danışmanı Yalçın Akdoğan’la uzun bir görüşme yapıyordu.

Gezi ayaklanması nedeniyle Öcalan’a “bölücü başı”, “terörist başı” diyen Erdoğan, sonra bu sözlerini kullanmayıp, hatta “barış elçisi” muamelesi yapıyordu.

Ardından Francis Ricciardone Doğu ve Güneydoğu turuna çıkıyor ve “Bizim rolümüz şimdiye kadar cesaret vermek, teşvik etmekti” diyordu.

Derken ABD’nin Ankara Büyükelçisi Francis Ricciardone’nin dışında 30 kişilik bir AKP heyeti de Doğu seferine çıkıp 21 Batı ilinden 30 AKP milletvekili beş gün boyunca bölgede temaslarda bulunuyordu.

ABD ve AKP’nin dışında TÜSİAD da bölgeye sevk ediliyor, Şırnak’ın Cizre ilçesinde toplanma kararı alan TÜSİAD, AKP’nin Açılımı’na tam destek veriyordu. “Doğu ve Güneydoğu Ekonomi ve Kalkınma Zirvesi: Cizre Buluşması” isimli toplantıya TÜSİAD tam kadro katılıyordu. Haziran Ayaklanması nedeniyle Erdoğan’ın açıkça hedef aldığı Koç ve Boyner de Cizre’de bulunuyordu.

Öte yandan Erdoğan ile Obama telefon görüşmesi yapıyor, Hükümet sözcüsü Bülent Arınç ile Beyaz Saray’ın açıklamasının toplamına bakılırsa, Obama hem Erdoğan’dan Gezi eylemlerindeki duruma dair bilgi almış, hem de Suriye ve Açılım konularını görüşüyordu.

BDP heyeti İmralı’ya gidiyor ve Öcalan’ın “İkinci Aşama’ya geçtik” mesajıyla dönüyordu.

Hükümet kaynaklarına göre Öcalan’ın ilan ettiği “Açılımın İkinci Aşamasının” dört ayağı bulunuyordu: 1. Anadilde eğitim. 2. Avrupa Birliği Yerel Yönetimler Şartındaki şerhin kalkması. 3. Terörle Mücadele Yasası, Türk Ceza Kanunu, Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Yasası’nda düzenleme yapılması. 4. Eve Dönüş Yasası’nın kapsamının genişletilmesi.

Tam bu süreçte ABD sadece AKP’yi, PKK’yi ve TÜSİAD’ı değil, Gülen Cemaatini de harekete geçiriyordu. Kuzey Irak’ta yayın yapan Rudav’a konuşan Fetullah Gülen, “anadilde eğitime” açık destek veriyordu.

Karayılan: “Öcalan 3. aşamada serbest kalacak!” diyordu.

PKK’nın iki numarası Murat Karayılan’ın Alman “Die Welt” gazetesine yaptığı açıklamada “üçüncü aşamada Abdullah Öcalan’ın serbest bırakılacağını” söylüyordu. Karayılan’ın Alman “Die Welt” gazetesine yaptığı açıklamada AKP ile sürdürülen “Barış Süreci”nin herkesin özgürlüğüyle sonuçlanacağını, buna Abdullah Öcalan’ın da dâhil olduğunu bildiriyordu. “Demokratik Konfederalizm” istediklerini belirten Karayılan, Taksim Gezi Parkı ile başlayıp tüm ülkeye yayılan ayaklanma ile ilgili olarak ta, “Tabii ki göstericiler arasında milliyetçiler ve ırkçılar var. Eğer onlara karşı bir inisiyatif oluşmazsa eylemler o zaman yanlış yöne gidebilir” diyordu.

“Eğer gösterilerde AKP oy kaybedip iktidara CHP ve MHP gelirse barış süreci durur mu?” sorusuna da Karayılan: “Halk ve onun talepleri AKP tarafından ciddiye alınmıyor. Onların bu hatasını CHP ve MHP değerlendirebilir. Türkiye’de gizli güçler var. Derin devlet var. Bu gruplar bize de tedirginlik yaratıyor. Eğer bu oyuna parmaklarını sokarlarsa, o zaman süreç olumsuz etkilenebilir. Bu nedenle AKP bakışını değiştirmelidir” ifadelerini kullanıyordu.

Günaydın, AKP yalakası Laçiner yeni uyanıyor ve:

“PKK, süreci güçlenme aracı olarak görüyor” itirafında bulunuyordu.

“İmralı süreci, barış süreci” gibi jelatinli kılıflarla PKK ile yapılan müzakereler gündeme kurban gidiyordu. Hani PKK yurtdışına çıkacaktı, çekilirken de silah bırakacaktı” deniyordu? Ancak terör örgütü yöneticileri silah bırakılmayacağını, verilen sözlerin tutulmadığını, sürecin savsaklandığını söyleyip ayak sürüyordu. Hükümetten ise ses çıkmıyor, ileri sürülen çarpıcı ve sarsıcı iddiaları es geçiyordu.

Çanakkale On Sekiz Mart Üniversitesi (ÇOMÜ) Rektörü Prof. Dr. Sedat Laçiner, terör örgütü PKK’nın süreci daha büyük bir çatışma ve güçlenme dönemi için araç olarak değerlendirdiğini söylüyordu. Örgütteki son değişimle Öcalan’ın, gücü kendince dağıtarak örgüt yönetimindeki etkisini koruma, PKK’ya hâkim olma, orayı yönetme arzusunda olduğunu dile getiren Laçiner, ikinci bir Habur riski bulunduğunu belirterek “PKK batıdaki Taksim olaylarına benzer sokak olaylarıyla meseleyi farklı bir boyuta da getirebilir. PKK sokağa ve kırsala hâkim olmaya çalışıyor.” diyerek geçte olsa acı gerçekleri itiraf ediyordu.

PKK’nın “Dağdaki silahlı adam sayısında artış gözleniyordu!”

Örgütün, genel olarak tabloya bakıldığı zaman, süreci daha büyük bir çatışma için bir araç olarak, bir güçlenme dönemi olarak değerlendirdiğini anlatan Sedat Laçiner, şöyle devam ediyordu: “Güçlenme dönemi olarak değerlendiriyor ve bir taktik olarak görüyor. Kendilerince bir büyük son vuruş yapabilecekleri ana kadar, güçlenme aracı ve fırsatı olarak değerlendiriyorlar. Dağda silahlı adam sayısında artış var ve çatışmaya dönük hazırlıklar var. Son değişikliğe bakıldığı zaman burada Öcalan’ın örgüt yönetimini, eşbaşkanlıkla çeşitli kişiler arasında paylaştırdığını görüyoruz. Karayılan’ı askeri kanada kaydırdığını görüyoruz. Böyle gücü kendince dağıtarak örgüt yönetimindeki etkisini sürdürme arzusu var bir oranda. PKK’ya hâkim olma, orayı yönetme arzusu var.”

Gül ve Erdoğan “Dış Güçlerin ve Faiz Lobilerinin” Siyonist yapılanmasına destek veriyordu!

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın, Siyonist İlluminati’nin en önemli organlarından birinin (CFR’nin) Türkiye yapılanmasına onay verdikleri ortaya çıkıyordu. Konunun daha iyi anlaşılması bakımından önce İlluminati (Siyonizm’in Dünya Devleti) yapılanması hakkında çok kısa özet bir bilgi aktarmak gerekiyordu.

Dünyayı kendilerine “bilge adamlar” adını veren, 10 seçkin Yahudi yönetiyordu. İlluminati’nin şeytan şebekesi, dünyanın en güçlü baronlarından, yatırımcılarından, şirket başkanlarından ve siyasi kodamanlarından oluşuyordu. “İç çember” denilen en tepedeki bu 10 kişiye bağlı 300 kişi ise onların alt kadrosunda yer alıyor ve talimatlarını yerine getiriyordu. “İç çember” üyelerinin hepsi Dış İlişkiler Konseyi, Bilderberg, Trilateral Komisyon, Mason Locaları, Kafatası ve Kemik Tarikatı, Aspen Enstitüsü, Malta Şövalyeleri, Opus Dei, Roma Kulübü, Bohemian Grove, Dünya Ekonomik Forumu, Dünya Federalleri gibi Siyonist oluşumların üyesi oluyordu. Görüldüğü üzere Council on Foreign Relations (CFR – Dış İlişkiler Konseyi) Siyonizm’in Gizli Dünya Devleti’nin en önemli yapılanmalarından sayılıyordu. Ve gelelim CFR’nin Türkiye yapılanmasına…

CFR, AKP İktidarı sırasında Türkiye’de Global İlişkiler Forumu (GİF) adıyla örgütleniyor ve GİF, CFR’nin “Konseyler Konseyi” olarak nitelendirdiği yapılanmanın Türkiye ayağı olarak kuruluyordu. GİF (Türkiye’de Global İlişkiler Formu’nun) başında Rahmi Koç bulunuyor, Forumun Yönetim Kurulu üyeleri şu isimlerden oluşuyordu:

Başkan: Rahmi M. Koç

Başkan Yardımcısı: Memduh Karakullukçu

Başkan Yardımcısı: Hanzade Doğan Boyner

Üyeler: Lucien Arkas, Aslı Başgöz, Hasan T. Çolakoğlu, Salim Dervişoğlu, Suzan Sabancı Dinçer, Ali Doğramacı, Metin Fadıllıoğlu, Sönmez Köksal, Gülsün Sağlamer, Özdem Sanberk, Ferit Şahenk, İlter Türkmen.

Ve bakın GİF’in Yönetim Kurulu Başkanı Rahmi Koç neler söylüyordu:

“Yaklaşık on iki senedir Council on Foreign Relations Uluslararası Danışma Kurulu’nda yer almaktayım. Orada katıldığım toplantılarda gördüm ki, dünya globalleşip küçüldükçe milletlerin dış politikaları daha fazla önem arz ediyor. Dış politika iç politikayı, o da ekonomiyi etkiliyor. Bu politikalar belirlenirken büyük ve ekonomisi güçlü devletlerin dinamikleri hesaba katılmalı, aynı zamanda bölgesel gelişmeler nazar-ı dikkate alınarak, komşuluk ilişkilerinde ikili menfaatler gözetilmelidir. Rusya’nın başı çektiği komünist bloğun parçalanmasından sonra Amerikan dış politikası dünyada daha önemli bir rol oynamaya başladı. Council on Foreign Relations gibi tamamen bitaraf ve hükümetlere dış politika konusunda tavsiyeler veren, neşriyatlar yapan, toplantılar, konuşmalar, seminerler düzenleyen bir kuruluşun faydasını yakinen gördüm. Yaşamın her kademesinden, çeşitli alanlardan seçtiğimiz arkadaşlarla Global İlişkiler Forumu’nu kurduk. GIF’i kurmadan evvel, Sayın Cumhurbaşkanı, Sayın Başbakan, Dışişleri Bakanı Sayın Ahmet Davutoğlu, Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Sayın Ali Babacan, Devlet Bakanı ve Başmüzakereci Sayın Egemen Bağış ve Sanayi ve Ticaret Bakanı Sayın Zafer Çağlayan ile konuyu görüştük ve öncelikle onların icazetlerini aldık.”

Evet, Rahmi Koç bunları anlatıyor, yapılanmaya Cumhurbaşkanı Gül ve Başbakan Erdoğan ile birlikte Ahmet Davutoğlu, Ali Babacan, Egemen Bağış ve Zafer Çağlayan gibi AKP’nin “ağır” toplarının da destek verdiği görülüyordu. CFR’nin kendi web sitesinde bulunan ve yapılanma yaptığı ülkelerdeki kuruluşların adları şöyle sıralanıyordu:

(Founding Council of Councils Member Organizations)

Australia: Lowy Institute for International Policy

Brazil: Getulio Vargas Foundation (FGV)

Canada: Center for International Governance Innovation (CIGI)

China: Shanghai Institutes for International Studies (SIIS)

Mısır-Egypt: Al-Ahram Center for Political and Strategic Studies

France: French Institute of International Relations (IFRI)

Germany: German Institute for International and Security Affairs (SWP)

Israel: Institute for National Security Studies (INSS)

Japan: Genron NPO

Russia: Institute of Contemporary Development (INSOR)

South Korea: East Asia Institute (EAI)

Turkey: Global Relations Forum (GIF)[2]

Şimdi Gezi olayları bahanesiyle, Recep Bey’in horozlanıp hava attığı faiz lobisinden Mustafa Koç ve Cem Boyner’in Kürdistan açılımı ve AKP’ye destek amacı için Cizre’ye niye gittikleri daha iyi anlaşılıyordu!?

Eski Beyaz Saray milli güvenlik danışmanı Zbigniew Brzezinski, The NationalInterest’e ABD’nin Suriye politikasını ve Suriye merkezli son gelişmeleri şöyle değerlendiriyordu:

“Afganistan’a gitme konusunda başkalarıyla birlikte istişarelerde bulunduğumuz zaman ben (o zamanın savunma bakanı Donald) Rumsfeld’e tavsiyede bulundum. “Gidin, Taliban’ı yenin ve hemen oradan ayrılın!” Sanırım şimdi Suriye’deki asıl problem, onun potansiyel olarak bölgeyi istikrarsızlaştırıcı ve yaygınlaşıcı etkisi olmasıdır. Yani Ürdün, Lübnan, Irak ve İran’ı etkileyerek büyük bir Sünni-Şii mezhep çatışması sonunda bizimle İran arasında büyük bir kapışmaya yol açacaktır. Risklerin büyük, durumun da karmaşık ve karanlık olduğunu ve Amerikan gücüyle Suriye’nin etkili bir şekilde kontrol altına alınabilmesi için durumun pek elverişli olmadığını düşünüyorum. İsrail’in stratejik çıkarlarını, tüm bitişik komşularının istikrarsızlaştırılmasını gerektirdiği” düşüncesine katılmıyorum. Bence bu, uzun dönemde İsrail’in felaketinin formülüdür. Zira, eğer bu gerçekleşirse, bunun yan ürünü Amerika’nın bölgedeki nüfuzunun azalması olur, İsrail tamamen kendi başına kalır. Bunun İsrail için, daha da önemlisi benim için iyi olacağını sanmıyorum.

Tahminim eninde sonunda bize halen Araplardan daha düşman olan bir ülkede büyük bir bölgesel savaşa dâhil olacağız, bu bizim için bir felaket olabilir. Ama bu, dünya meseleleriyle ilgili olarak gerçekten fazla bir şey bilmeyen sıradan Amerikalıların bütünüyle kavrayabileceği bir bakış açısı değildir. Amerika aslında bilgi bakımından fakir ve dünya hakkında çok az malumatı olan saf insanlar ve hayali duygular ülkesidir.”

İşte Siyonist Yahudi Stratejist Zbigniew Brzezinski’nin bahsettiği ve “Araplardan daha tehlikeli düşman” olarak gösterdiği ülke Türkiye’dir, o bahsettiği bölgesel savaş yeri de Hatay-Amik Ovası yöresidir ki hadisi şeriflerde de haber verildiği gibi Melheme-i Kübra (Armegeddon) burada yaşanacak ve tabi İsrail’in ve ABD’nin hezimetiyle sonuçlanacaktır. Recep T. Erdoğan’ı sıkıştırıp, Kürdistan’ı kurma ve Türk Ordusu’nu Suriye’ye sokup batağa saplama planları bu nedenle hızlandırılmıştır.

Obama ve ABD yönetimi Mısır’da bitaraf olduklarını söylüyordu ama fiiliyatta ise açıkça darbeden yana tavır alınıyordu. Darbeye darbe diyememek başka türlü nasıl izah edilebilir? Zaten ABD’de Mürsi yönetimini de daha önce “ne dost ne de düşman” olarak tanımlıyordu.  Muhammed Mürsi’nin devrilmesi sürecinde AB ve ABD’nin maskesi iyice düşüyordu. Sisi’nin kalkıştığı 3 Temmuz Mısır darbesi, Nasır’ın 23 Temmuz 1952 tarihinde yaptığı darbe gibi Amerikan menşeli ve bir CIA darbesi oluyordu. Böylece Obama yönetimi, özrü kabahatinden daha büyük bir duruma dönüşüyordu. Beyaz Saray Sözcüsü Jay Carney, günlük basın brifinginde ABD’nin Mısır’daki gelişmelere neden darbe demediği sorusuna skandal bir cevap veriyordu. “Bu, çok karmaşık ve zor bir durum. Başkan Obama, Mısır ordusu tarafından Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’nin iktidardan uzaklaştırılması ve anayasanın askıya alınması kararı hakkında derin kaygı duyduğumuzu ortaya koydu. Şunu da kabul etmek önemli; on milyonlarca Mısırlı, Mursi’nin demokratik olmayan idaresinden dolayı meşru şikâyetlere sahip ve bunun bir darbe olduğuna inanmıyor, yeni bir hükümet istiyor. Açık olmak gerekirse, bu kararın (darbe olarak nitelendirme) beraberinde getireceği önemli neticeler var ve bu, olanlar hakkında farklı görüşlere sahip milyonlarca Mısırlı için son derece önemli bir konu. Burada çok samimi olmak istiyorum. Bu, karmaşık bir durum ve böyle bir karara varmada gereksiz bir şekilde çabucak hareket etmek çıkarlarımıza uygun değil. Çünkü hedefimiz konusunda dikkatli olmaya ihtiyacımız var. Bu da (hedefimiz) Mısır halkına demokrasiye geçişlerinde yardım etmek ve ulusal güvenlik çıkarlarımıza bağlılığımızı sürdürmek. Mısır’a yardım programlarımızda ani değişikliğe gitmenin, ABD’nin en iyi çıkarına uygun olmadığını düşünüyoruz” diye de sözlerine nokta koyuyordu. ABD sözcüsü demokrasiden sapılması sürecini demokrasiye geçiş süreci olarak tanımlıyordu. Beyaz Saray Sözcüsü bir başka konuşmasında ise katliam sorumlusu Mısır cuntasına ‘itidal’ tavsiye ederken Müslüman Kardeşlerin şiddet çağrısını kınadıklarını söylüyordu. Böylece “Ak kara ortaya çıktı. Bundan sonra aldanmak isteyene sözümüz yok!” diyen Mustafa Özcan, herhalde ABD ve AB’yi demokrasi havarisi ve can simidi gören AKP ve Cemaat’i ima ediyordu.

Müslüman halka karşı kullanılmak üzere, ABD darbeci Mısır ordusuna F-16 savaş uçakları gönderiyordu.

Mısır’da Cumhurbaşkanı Mursi’yi darbeyle görevden uzaklaştıran askerin, yönetimi gasp edişine destek veren emperyalist ABD, şimdi de bu ülkeye 4 adet F-16 savaş uçağı göndereceğini açıklıyordu. Barack Obama, Mısır’da Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’nin darbeyle görevden uzaklaştırıldığı yönünde bir açıklama yapmaktan kaçınıyordu, çünkü Obama’nın “darbe” kelimesini kullanması durumunda, Washington’un Mısır’a yaptığı yıllık 1.5 milyar dolar askeri yardımı kesmesi gerekiyordu. Siyasi uzmanlar, ABD’nin Mısır’ı “stratejik ortak” olarak gördüğünü ve İsrail’in çıkarına olacak şekilde bu ülkeye askeri yardımı kesmeyi göze alamadığını belirtiyordu. Beyaz Saray ve Dışişleri Bakanlığı’ndan yapılan açıklamalarda da ABD’nin silahlı güçler dâhil Mısır’a yapılan yardımı kesmesinin, ulusal güvenlik çıkarlarına uygun olmayacağını vurguluyordu. Mursi yönetimindeki Mısır’ın İsrail ile ilişkilerinde tam bir işbirliği oluşmasını bekleyen ABD’nin, sözde ‘askeri yardım’ için verilecek olan F-16’ları darbeden sonra vermesi ise büyük bir soru işareti oluşturuyordu. Daha önce Recep T. Erdoğan’ı alkışlayıp ağırlayan ve altın madalyalar takan petro-dolar zengini ülkeler de Mursi’nin görevden uzaklaştırılması sonrası Mısır için kesenin ağzını açıyordu. Suudi Arabistan, Kuveyt ve Birleşik Arap Emirlikleri, Kahire’ye toplam 16 milyar dolar yardımda bulunma kararı alıyordu. Ve zaten AKP iktidarı da Mısır’daki yeni yönetimle her türlü ilişkiyi sürdürme kararını açıklıyordu. Suudi Arabistan ve Kuveyt 5 milyar dolar, Birleşik Arap Emirlikleri de 2 milyar dolar yardımda bulunacağını taahhüt ediyordu. Bütün bunların yanı sıra Mısır’da halkın Mursi’ye destek gösterileri de devam ediyor, Adeviye meydanında toplanan Mursi taraftarlarından bir kısmı pankart ve sloganlarla Cumhurbaşkanlığı Sarayı’na yürümek istiyordu. Güvenlik güçlerinin ikna etmesiyle 5 bin kişilik grup, buraya yürümekten vazgeçiyordu.

Bütün bu karanlık gelişmelerin, Mısır’ı bir iç savaşa sürüklenmesinden ve ülkenin bölünmesinden endişe ediliyordu.

 

0 0 votes
Değerlendirmeniz

Makale Paylaşım Sayısı: 

Subscribe
Bildir
0 Yorum
En Yeniler
Eskiler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments
Picture of Ahmet AKGÜL

Ahmet AKGÜL

AHMET AKGÜL KİMDİR?

INTRODUCTION OF USTADH AHMET AKGÜL

رسالة تعريفية لمعلمنا أحمد أكجول

قبل مؤتمر النظام العادل في جامعة قيرغيزستان أراباييف، والذي حضرناه، قدم أحد المحاضرين أستاذنا أحمد أكجول على النحو التالي: أحمد أكجول موجود في تركيا؛ إنه عالم ومثقف نادر جدًا يجمع بين المبادئ الإسلامية والمتطلبات الإنسانية، وفكر أتاتورك في التغيير والقومية الإيجابية والتوازن الاجتماعي. ألف حوالي 100 كتاب، بعضها في 3 مجلدات، وجميعها أعمال فريدة وأصيلة. 10 من الكتب؛ تمت ترجمته إلى الإنجليزية والروسية واليابانية والفارسية والفرنسية والعربية. البروفيسور الراحل، أحد رؤساء وزراء تركيا الأسطوريين. دكتور. ويعتبر من أكثر الطلاب المميزين وأتباع نجم الدين أربكان.
لقد حضر المؤتمرات العلمية في جميع أنحاء تركيا وأوروبا والجغرافيا الإسلامية منذ ما يقرب من 40 عامًا. إنه رجل حكيم تنبأ وشرح التطورات المهمة في تركيا ومنطقته والعالم قبل عقود، وتعرض للعديد من المشاكل والهجمات لهذا السبب، لكنه كان دائما على حق في النهاية. وهو رئيس تحرير مجلة الحل الوطني، التي يتابعها عن كثب كبار البيروقراطيين العسكريين والمدنيين، وأساتذة الجامعات، والكتاب والمعلقين المهمين، ومسؤولي الدولة في تركيا. ضد الأنظمة الرأسمالية والاشتراكية والليبرالية في العالم؛ فهو يحتوي على الجوانب الجيدة والمفيدة لجميعها، لكنه يترك الجوانب السيئة والضارة؛ سيدنا، الذي أعد ودافع عن برامج النظام العادل الأصلية القائمة على العقل والعلم والتاريخ والضمير والقرآن، يبلغ من العمر 74 عامًا وأب لخمسة أطفال. لا يتقاضى إتاوات أبدًا عن أي من كتبه أو مجلاته أو مقالاته أو مؤتمراته، ويعيش حياة متواضعة بعيدًا عن الترف والراحة، ويغطي نفقات كل ذلك بحوالي 40 من الرفاق المتطوعين والمخلصين في سبيل الله. المعلم الذي يدافع عن "حرمة التبشير بالعلم" وبالتالي لا يدين بالشكر لأي مركز أو حكومة. باستثناء ما يقرب من 105 من أعمال أستاذنا، حتى الأحزاب والحكومات تظل غير مبالية؛ الدين والأخلاق في المرحلة الابتدائية: 4-5، المرحلة المتوسطة: 1-2-3، المرحلة الثانوية: 1-2-3-4 والجامعة: 1-2-3، وفقاً للحقائق العلمية وجوهر الإسلام. ولكن بغض النظر عن أي طائفة، فقد أعد كتب العلم. خلال أحاديثهم المميزة جداً، كتلاميذه ومتابعيه المخلصين: "كيف أعددتم هذه (100) كتاباً يزيد عن مائة، كيف رتبتم وقتكم؟" أجاب أستاذنا أحمد أكجول على أسئلتنا كالتالي، ليكون قدوة وتشجيعًا لنا:



1- منذ ما يقرب من 60 عامًا، باستثناء الأمراض الخطيرة والصعوبات الكبيرة؛ ولم أؤجل عمل اليوم إلى الغد، كما أنني لم أحاول تأجيل عمل الصباح إلى الظهر أو عمل الظهر إلى المساء. لأنه لا ينبغي لي أن أضيع رأس مال حياتي المحدود في مساعي فارغة ومجانية يسميها القرآن الإلغاء ويحرمها

 

2- حتى لو كان شخصًا لديه معرفة وخبرة في موضوع ما، حتى لو كان أصغر منا كثيرًا... حتى لو كان شخصًا عاديًا وبسيطًا، فأنا لا أشعر بالإهانة أبدًا عند الاستماع إليه أو تعلم شيء ما، لأن أكبر عائق أمام التعلم والحصول على العلم هو الكبرياء والكبر

-3ما حصلنا عليه؛ حاولت أن أقرأ وأفهم كتابات وكتب الجميع، محليًا أو أجنبيًا، يساريًا أو يمينيًا، أعرفه أو لا أعرفه، أحبه أو أكرهه.
4- كنت أسجل المعلومات التي تعلمتها وأجد أهميتها منها أو مما سمعته في البرامج والمؤتمرات التليفزيونية، ولم أتردد قط في كتابتها ونقلها بذكر أصحابها
5- من خلال الوقوع في الرغبات والاعتراضات التعسفية من أقرب أقاربي ورفاقي وأعضاء الحزب وذوي المناصب ذات النفوذ والكفاءة... أو من منطلق حرصي على راحتي ومصالحي الشخصية، لم أخفي أبدًا الحقيقة التي قالها لي يجدها العقل والضمير نافعة ومفيدة، ولم أصعب فهمها بتغليفها بأغلفة مختلفة
6- كل الأشخاص الذين التقينا بهم في أي مناسبة وأصبحنا قريبين بما يكفي لتناول كوب من الشاي أو السفر لمدة ساعة على متن الطائرة؛ حاولت مساعدتهم على اكتساب وزيادة وعيهم الأخلاقي والضميري وكرامتهم، وخاصة سلامهم الروحي والعالمي. بمعنى آخر، كنت أهدف إلى أن أكون مفيداً له، وليس أن أستفيد من منصبه وفرصه ومجاملاته.
7- ولعل ذلك يعتبر ثمرة ومعجزة للأهداف والجهود المخلصة... وطبعا بفضل الله تعالى وفضله لا بد من قراءة كتاب ما يقارب 700 صفحة بسرعة في ساعة أو ساعتين. وتهنئة هذا الكتاب وانتقاده عمدا، والحمد لله أن إنتاج ملاحظات من 10 صفحات أصبح أسهل بالنسبة لنا.
أطيب التحيات…

YORUMLAR

Son Yorumlar
0
Düşünceleriniz değerlidir, lütfen yorum yapın.x
Paylaş...