YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL MENÜ

DERGİLER

Ay Seçiniz
category
66343bfa01c6e
0
0
6401,171,6356,117,28,27,170,98,3,144,26,4,145,113,17,6330,1,110,12
Loading....

TOPLAM ZİYARETÇİLERİMİZ

Our Visitor

2 0 7 6 6 2
Bugün : 2620
Dün : 20782
Bu ay : 48003
Geçen ay : 737322
Toplam : 23564289
IP'niz : 13.59.231.155

SON YORUMLAR

Son Yorumlar

YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL YAZILAR

YENİ ÇIKAN KİTAPLARIMIZ

ADİL DÜNYA YAYINEVİ

Tel-Faks:

0212 438 40 40

0543 289 81 58

0532 660 12 79

 

ATATÜRK’TEN ASKERE DİN DERSİ KİTABI

VE

CİHAD ANLAYIŞI

      

Cumhuriyet’in ilk yıllarında hazırlanan, dönemin GKB Mareşal Fevzi Çakmak tarafından övgülü bir önsözü yazılan ve Diyanet İşleri Başkanlarından büyük âlim Ahmet Hamdi Akseki Hocamıza yazdırılan, “ASKERE DİN KİTABI”; Atatürk’ün Cumhurbaşkanlığı sürecinde, bütün askeri birliklerde ders kitabı olarak okutulmuştur. Çünkü Atatürk; imansız ve İslamsız bir milletin ayakta kalamayacağını ve hele maneviyatsız bir askerin düşmanla savaşamayacağını, vatanını ve halkını hakkıyla savunamayacağını bilecek kadar akıllı, inançlı ve şuurlu bir insandır.

Atatürk döneminde askerler Kur’an üstüne yemin ediyorlardı!

Evet, Cumhuriyet’in ilk yıllarından Atatürk’ün ölümüne kadar Harp Okulu öğrencilerine Kur’an üzerine yemin ettiriliyordu. 6 Eylül 1937 tarihli belgenin üzerinde, “Harbiye Mektebi’nde ikmal-i tahsil eyliyen zabitana mahsus şahadetname”[1] yazıyordu ve o dönemde Atatürk henüz yaşıyordu. Hemen altta ise “Resmi Tahlif” ifadesi göze çarpıyordu. Bugünkü Türkçe ile buna “Resmi Yemin Belgesi” demek uygundu. O dönemin yemin metninde aynen şöyle yazıyordu: “Ben, sulhte ve harpte, karada, denizde ve havada ve her nerede olursa olsun, milletime ve memleketime daima doğruluk ve sadakatle hizmet ve hükümeti Cumhuriyet’imizin bütün kanun ve nizamlarına ve amirlerimin her türlü emirlerine bütün kalbimle itaat etmekten ayrılmayacağıma ve milletimin namına, mukaddes şerefli sancağımın şanını ve askerliğin namus ve şerefini canımdan aziz bilip bu uğurda seve seve canımı feda etmekten çekinmeyeceğime ve asıl vazifem olan; namuskâr, özü ve sözü doğru ve gayretli bir asker olarak çalışmaktan başka bir şey düşünmeyeceğime, Cenab-ı Allah’ın kelâmı olan Kur’an-ı Azimüşşan’a el basarak yemin ediyorum.” Metnin sonunda da: “Vallah ve billah” ifadeleri yer alıyordu. Aynı belgede Harbiye Mektebi’nde verilen dersler de sıralanıyordu. Bunların arasında “İlmi Ahlâk” göze çarpıyordu. İçinde din dersi de bulunuyordu. Apaçık ortada; Atatürk döneminde Harp Okulu öğrencileri zorunlu din dersi okuyor, Kur’an üstüne el basarak yemin ediyordu. Bitmedi; Atatürk sağlığında İslam âlimlerinden Elmalılı Hamdi Yazır’a Türkçe Tefsir yazdırıyor, Ahmet Hamdi Akseki’ye ise, askerler için özel “Din Kitabı” hazırlatıyor ve bunu bütün Silahlı Kuvvetler mensuplarına okutturuyordu. Ama maalesef Atatürk ölüyor ve her şey değişiyordu. Ondan sonra gelenler ise, şuursuz ve ruhsuz bir “Latinleşme” ve “Ladinleşme” kampanyası başlatıyor, bunun adını da Kemalizm koyuyordu.

Şimdi ey sahte Atatürkçüler! Geliniz Mustafa Kemal’in bizzat hazırlatıp mecburi ders yaptıkları “Askere Din Kitabı”nı, günümüz Türkçesiyle sadeleştirip Milli Eğitim Bakanlığına bağlı tüm sivil ve askeri okullarda okutalım. Böylece samimiyetinizi ve seviyenizi de ispat etmiş olursunuz… Hayret, bu gayet gerekli ve geçerli teklif karşısında niye kıvırtıp duruyorsunuz?
        

 VATAN DUASI
         

Koru Tanrım, ululuğun bilip sayan, insanımı vatanı;

Birliğine inananı, buyruğuna tâbi olup tutanı…

         

Koru Tanrım, bu yurdu ki, Resulünün ümmetidir halkımız,

Şu Anadolu ikliminde, camiinde eksiltmedi Ezanı…

        

Koru Tanrım, bu halkımı; çünkü tanır Celâlinin hakkını;

Bu vatan ki zînet etti kendisine, varlığına imanı…

        

Koru Tanrım, bu yurdu ki, Sensin onun Ulu, Rahîm sahibi;

Bu vatan ki evliyadır; şühedadır, toprağında yatanı…

       

Koru Tanrım, Anadolum, asırlardır hidayetin burcudur,

Bu Milletin düşmana karşı; imanıdır, İslam’ıdır kalkanı…

        

3. DERS: Müslümanlığın İtikat (İnanç) Kökleri; İMAN esasları

Soru: İmanın şer’î[2]-İslami manası nedir?

Cevap: İmanın şeriat[3]-İslami manası; Allah’a ve Hazreti Muhammed (Aleyhisselâm)’ın Allah tarafından haber verdiği şeylerin Hak ve doğru olduğuna inanmaktır. Müslümanlığın ilk temeli, imanın ilk mertebesi budur.

Soru: İmanın ikinci aşaması nedir?

Cevap: Allah’a, Meleklerine, Kitaplarına, Peygamberlerine, Ahiret Gününe ve Kadere inanmaktır. Yani bunlara ayrı ayrı inanmak ve inandığını açıklamaktır.

Soru: Bunlara inanmak Müslümanlığın nesidir?

Cevap: Müslümanlığın esasları, temelleri ve şartlarıdır.

Soru: Bunlara inananlara ne denir?

Cevap: Mü’min ve Müslim (Müslüman) denir. Bunlara inanmayanlar mü’min ve Müslüman sayılmazlar.

Soru: Bunlara, sade kalp ile inanmak yeter mi?

Cevap: Hayır, bunlara hem kalp ile inanmak, hem de inandığını dil ile söylemek şarttır. Erkeklik ve kadınlık çağına gelmiş olan her Müslümana bunları bilmek, kalbiyle bu altı şeye inanıp dili ile de söylemek (ilk ve en öncelikli yapması gereken) “farzı-ayın”dır.[4]

Soru: Şu halde, imanın rüknü (tam oluşmasının temel esası) kaçtır?

Cevap: İkidir; Kalp ile tasdik edip inanmak, dil ile ikrar etmek ve inancını açığa vurmaktır.

4. DERS: Allah Teâlâ Hazretlerine İman

İnsanlara düşen ilk vazife, kendilerini yaratmış olan Allah Teâlâ Hazretlerini tanımak, O’na iman ve kulluk etmektir. Bunun için Müslümanlığın ilk temeli de Allah’a inanmaktır. Biz Allah’a şöylece iman ederiz:

“Allah Teâlâ Hazretleri vardır ve Bir’dir. O’nun eşi, ortağı, dengi, örneği yoktur. Her şeyi yaratan, her şeye çekidüzen veren yalnız O’dur. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O’nundur, herkes O’na muhtaçtır; O hiçbir şeye muhtaç değildir. Olmuşu da, olanı da, olacağı da bilir. Nasıl bilirse öylece dileyen ve dilediği gibi de yapandır. Her şeye gücü yeter, görür, işitir, söyler; her yaptığını yerli yerinde yapar, hiçbir işi boşuna değildir, her yaptığında bir hikmet[5] vardır. Allah Teâlâ Hazretleri doğmamış, doğurmamış, sonradan olmamıştır. O’nun bulunmadığı zaman yoktur. Allah’tan başka ne varsa, bunların hepsi sonradan ve Allah’ın yaratmasıyla olmuşlardır. Allah Teâlâ Hazretleri Hayy (Diri) ve Bâki (varlığının sonu olmayan, ebedi)dir. Varlığı Kendisindendir. Bizim gibi sonradan olma, geçici ve göçücü değildir. Allah Teâlâ Hazretleri görmüş olduğumuz şeylerin hiçbirisine benzemez; aklımıza gelen, hayalimizden geçen şeylere de benzemez; O’nun varlığı, birliği, bilmesi, görmesi, işitmesi, dileyip yaratması, söylemesi de bizimkiler gibi değildir. Ne kadar iyilikler, ne kadar güzellikler varsa onların hepsi ve en yükseği O’ndadır. O’nda hiçbir eksiklik yoktur. O, hiçbir şeye muhtaç olmayan büyük ve tek Allah’tır. Biz ise her şeye muhtaç bulunan birtakım aciz kullarız. Her şeyden yüce, yüksek ve büyük olan yalnız O’dur.”

7. DERS: Allah’ın Kitaplarına İman

Soru: Bu kitapların hepsi Hak[6] mıdır?

Cevap: Allah tarafından peygamberlere gönderilmiş olan kitapların hepsi Hak’tır, hepsi doğrudur. Buna böylece iman ederiz. Fakat Kur’an’dan başkasına, sonradan kul sözü karışmış ve onlar bozulmuştur. Bunun içindir ki Kur’an geldikten sonra onların hükmü kalmamıştır. Kur’an’ın hükmü kıyamete kadar bâkidir (kalıcıdır). Kur’an-ı Kerim Peygamber Efendimize Allah’tan nasıl gelmiş ise, Peygamberimiz insanlara öylece söylemiş ve Peygamber Efendimizin sağlığında insanlar tarafından ezber edilmiş ve yazılmıştır. Bugüne kadar binlerce hafız tarafından hep ezber edilmiştir. Onun için kimse Kur’an’ın bir harfini bile değiştirememiştir. Kıyamete kadar da hiç değişmeyecektir. Allah Teâlâ Hazretleri böyle haber vermiştir. Bundan ötürü biz kitap olarak yalnız Allah kelâmı Kur’an’ı tanır ve onunla amel ederiz, Kur’an varken başkasına lüzum yoktur.

Kur’an-ı Kerim’den bazı ayetlerin Türkçe anlamları

1- “Hem Allah’a, hem O’nun peygamberlerine itaat ediniz; birbirinizle uğraşıp çekişmeyiniz; sonra korkaklaşıp kuvvetten düşersiniz; şevketiniz ve devletiniz elinizden gider. Bir de sabırlı olunuz, (hiçbir düşman ve tehlike karşısında metaneti elden bırakmayınız,) iyi biliniz ki Allah sabredenlerle beraberdir.” (Enfâl Suresi, ayet: 46)

2- “Ey müminler; sabır ve sebat gösteriniz, hem (sabırda yarışıp düşmanlarınızdan fazla) sebat gösteriniz; daima da muharebeye hazır bulununuz; bununla beraber Allah’tan her zaman korkunuz (O’nun yasak ettiklerini yapmayınız) ki felâh bulasınız.” (Âl-i İmrân Suresi, ayet: 200)

3- “Onlara (düşmanlara) karşı gücünüzün yettiği kadar kuvvet ve harp için yetiştirilmiş atlar (tanklar ve uçaklar) hazırlayınız ki bununla hem Allah düşmanlarını, hem sizin düşmanlarınızı ve onlardan başka olup da sizin bilmediğiniz ve Allah’ın bildiği gizli düşmanlarınızı da korkutasınız; siz Allah yoluna ne verirseniz karşılığı size fazlasıyla verilir, onların mükâfatını görürsünüz ve asla zarar görmezsiniz.” (Enfâl Suresi, ayet: 60)

4- “Allah yolunda düşmanla savaşırken öldürülenlere ölü demeyiniz, onlar diridirler, lâkin siz farkında değilsiniz.” (Bakara Suresi, ayet: 154)

9. DERS: Peygamberlere İman

Soru: Peygamber dediklerimiz kimlerdir?

Cevap: Allah Teâlâ Hazretlerinin emirlerini ve yasaklarını kullarına bildiren büyük ve seçilmiş insanlardır. Onlar, Allah ile bizim aramızda birer elçidir.

Soru: İnsan, çalışmakla peygamber olabilir mi?

Cevap: İnsan, çalışmakla dünyada her şey olur amma, peygamber olamaz.

Soru: Neden olamaz?

Cevap: Çünkü peygamberlik Allah vergisidir, onlar Allah’ın birer elçisidir. Bu işe kimlerin lâyık olduğunu da, ancak her şeyi yaratan ve her şeyi bilen ve gören Allah Teâlâ Hazretleri bilir. Bunun için o büyük makamı, zamanına göre lâyık olanlara vermiş, onlar vasıtasıyla Kendi emirlerini, dileklerini kullarına bildirmiştir.

Soru: Peygamberler de bizim gibi bir insan değil midir?

Cevap: Evet, onlar da bizim gibi insandır. Şu kadar ki, onlar Allah’ın en sevgili kullarıdır. Onlar Allah’tan açık emirler alırlar, onlar günah işlemezler; asla yalan söylemezler, hainlik yapmazlar. Onlar ne söylemiş ise, hepsi doğrudur; hepsi Allah’tandır.

Soru: En önce gelen peygamberle, en son peygamber kimdir?

Cevap: İlk peygamber Hazreti Âdem (AS), son peygamber de bizim Peygamberimiz Hazreti Muhammed’dir (SAV).

Soru: Bundan sonra yeni bir peygamber, yeni bir din gelecek midir? sorusunun cevabı:

Cevap: Hayır, gelmeyecektir. Allah Teâlâ Hazretleri, Hazreti Muhammed’i son peygamber olarak göndermiş ve Ondan sonra o kapıyı tamamen kapamıştır. Bundan sonra ne bir peygamber, ne de bir din gelmeyecektir. İlk peygamber Âdem (Aleyhisselâm)’dır, son peygamber de Hazreti Muhammed (Sallâllahu Aleyhi Vesellem) Efendimizdir. Bu ikisinin arasında pek çok peygamber gelip geçmiştir. Bunların sayısını Allah Teâlâ’dan başka kimse bilmez. Biz, yalnız Kur’an-ı Kerim’de isimleri geçmiş olanları öğreneceğiz… Onların her birine iman edeceğiz, bu yeterlidir. Cenab-ı Hak bizim Peygamberimizi son peygamber olarak göndermiştir ve Ondan sonra peygamberlik kapısını kapamıştır. Ondan sonra yeniden peygamber gelmeyecektir. Gelmeye ihtiyaç da yoktur. Allah her şeyin temel esaslarını Kur’an’da bildirmiş; Peygamberimiz de mübarek sözleriyle Kur’an’daki hakikatleri açmış ve nasıl uygulanacağını göstermiştir. Büyük müçtehit[7] âlimler, yani din uluları da bunları bize (İslam’ın nasıl anlaşılması ve yaşanması hususunu) güzelce anlatmışlardır. İnsanlara düşen, Kur’an’ın söylediklerini tutmak, onun gösterdiği yoldan gitmek ve o yoldan hiç şaşmamaktır. Bu yolu takip edip gidenler; hem dünyada, hem ahirette selâmeti bulurlar. (Çağdaş ihtiyaçlara ve standartlara göre soruları nasıl yanıtlamamız ve sorunları nasıl aşmamız konusunda ise İslam âlimleri yeni ve yeterli içtihatlar üretmekle görevli kılınmıştır.)

13. DERS: Peygamberimizin Askerlik Dehası ve Üstün Komutanlığı!

Üsteğmen Hamdi anlatıyor: Bir cuma günü Sakarya gazileriyle konuşuyorduk. Her vakit olduğu gibi yine birçok şeyler sordular, bunlar hep askerliğe, kahramanlığa aitti; hepsine cevap verdim. O sırada Veli Onbaşı da şöyle bir şey sordu:

Soru: Peygamber Efendimiz de en büyük askerdi, değil mi komutanım?

Cevap: Evet, Veli Onbaşı, bizim Peygamberimiz en büyük askerdi ve en yüce komutandı. Kendisi de birçok harplere komutanlık yaptı. Atına binerek, kılıcını çekerek düşman ordularına saldırdı ve nice orduları perişan edip hezimete uğrattı. Din düşmanlarıyla savaşırken kaç kere yaralandı; hak, adalet ve hürriyet uğrunda, yirmi üç sene zalim inkârcılarla ve isyancılarla savaştı, kendisi yirmiden fazla muharebeye katıldı.

15. DERS: Ahiret Gününe İman

İmanın beşinci temeli, ahirete inanmaktır. Ahirete inanmayan Müslüman sayılmayacaktır. Ahiret günü, bu dünyanın ömrü tükendikten sonra, yeniden başlayacak olan sonsuz hayattır. Dünyanın ömrü tükenince ahiret başlayacaktır. Her şeyin bir ölümü olduğu gibi bu dünyanın da bir ölümü vardır. Er veya geç bu dünyanın, bu yerlerin ve göklerin tertibi (sıralanış biçimi ve düzeni) bozulacak; yerde, gökte olanlar dağılıp yok olacak ve kıyamet kopacaktır. Dünyada bulunan her canlı öldükten ve dünyanın nizamı (kanunu, işleyiş kuralı) ve tertibi bozularak yepyeni bir şekil aldıktan sonra; Allah, insanları tekrar diriltecek ve mahşere toplayacaktır. Buna “Bâ’sü ba’del-mevt” (öldükten sonra tekrar dirilme) denir. Haşir (bir araya gelme, toplanma) ve neşir (dağıtım), hesap, sual (soru), mizan (tartı), sırat[8], Cennet ve Cehennem işte hep o gün, yani ahirette olacaktır. Kıyamet koptuktan sonra insanlar tekrar dirilip kabirden kalkınca, herkes mahşere dökülecek ve bu dünyada işlediklerinin o gün hesabı sorulacaktır. Bu dünyada yapmış olduğu en küçük bir hayrın mükâfatını, en ehemmiyetsiz sayılan bir kötülüğün de cezasını o gün insan mutlaka bulacaktır. Sual ve cevaptan, hesap ve kitaptan sonra mü’minler cennete girecek, kâfir ve münafıklar da cehennemi boylayacaktır. İşte kıyametin meydana gelmesi ile başlayacak ve cennetliklerin Cennete ve cehennemliklerin Cehenneme girmesine kadar devam edecek olan zaman “Ahiret günü” sayılmıştır.

19. DERS: Kadere, Hayır[9] ve Şerrin[10] Allah’tan Olduğuna İman

Müslümanlığın itikat (inanç) köklerinden altıncısı; kadere, yani hayır ve şerrin Allah’tan olduğuna iman etmektir. Sonradan olacak şeylerin hepsini Allah’ın ezelde bilmesi “Kader”dir. Biz iman ederiz ki: Allah’tan başka yaratan yoktur; hayır ve şer, acı-tatlı, iyi-kötü ne varsa her şey Allah’ın bilmesi, takdiri, dilemesi ve yaratmasıyla olmuştur. Yaratan Allah’tır; ancak çalışıp kazanan, kendi isteği ile seçip alan da insanın kendisidir. Bundan ötürüdür ki: İnsan her işlediğinden sorumludur ve hesaba çekilecektir.

İzah: Evet, Allah Teâlâ Hazretlerinden başka yaratan yoktur, her şeyi yaratan yalnız O’dur. Cenab-ı Hakkın ilmi her şeyi kaplamıştır, iyi ve kötü hiçbir şey Allah’ın ilminden dışarı kalamaz. Olmuş, olan, olacak, bunların hepsi Allah Teâlâ’nın ilmine göre birdir, hiçbir fark yoktur, iyi ve kötü hiçbir şey Allah’ın ilminden gizli kalamaz; Cenab-ı Hak bir şeyi olmazdan evvel de, olurken de olduktan sonra da bilir, işte Allah Teâlâ Hazretlerinin olmuşu da, olanı da, olacağı da ta ezelde, olmazdan evvel bilmesine “Kader” denir. Ezelde, yani olmazdan sayısız zaman evvel nasıl biliyor idiyse, zamanı gelince onu bildiği gibi yaratmasına da “Kaza” derler. Dolayısıyla biz Müslümanlar, Cenab-ı Allah’ın her şeyi ta evvelden bildiğine ve nasıl biliyorsa öylece irade edip yarattığına iman ederiz. Yalnız kadere iman ve tevekkül etmek; tembel tembel oturup da kendini koyuvermek, “kader-kısmet ne ise öyle olur” diye beklemek değildir. Bu, böyle olduğu gibi, kaderi bütün bütüne inkâr edivermek de yanlıştır. Bizler elbette amellerimizden (yaptığımız işlerden) ve görevlerimizden sorumlu kimseleriz.

34. DERS: İslam’ın 6. Şartı CİHAD’dır. Türk Askerlerinde Müslümanlık ve Kahramanlık Duyguları Takdire Şayandır!

Müslümanlığın altıncı bir şartı daha vardır ki o da cihaddır, askerliktir. Bu; namazdan, oruçtan, hacdan ve zekâttan başka ve çok önemli bir vazifedir. Bu vazife yapılmadıkça öbürlerini hakkıyla yerine getirmek mümkün değildir. Bunun içindir ki Peygamberimiz Hazreti Muhammed (SAV) Efendimiz bize hem sivil, hem asker terbiyesi vermiştir. Peygamber Efendimizin kendisi de, en büyük asker ve komutan olarak rehberimizdir. Nişancılık, binicilik, yürüme ve yüzme sporlarının her Müslüman için gerektiğini söylemiştir. Her Müslümanın daha çocukluğundan itibaren, hele bulûğa erdikten sonra, askerlik terbiyesini alması lazım gelir. Askerlik olmadıkça, millet ve memleket savunmasız kalıp tehlikeye girecektir.

Allah Teâlâ Hazretleri her derde bir derman verdiği gibi, her fenalığa karşı da bize bir kalkan vermiştir ki o da ibadettir; ibadet, fenalığa karşı insanı koruyan bir siperdir. Bunun yanında Hakkın ve hayrın yayılması ve halkın rahatı ve refahı için her türlü çaba, cihad demektir. Her fenalığın başı, Allah’ı unutmak değil midir? İşte buna karşı en büyük kalkan, daima insana Mevlâ’sını hatırlatıverecek, kendisine her daim Allah’ın huzurunda olduğunu düşündürecek olan ibadettir. Namaz ve oruç, bu ibadetlerin başlıca örnekleridir. Namazın Allah’ı hatırlattığı ve kötülüklerden uzaklaştırdığı gibi oruç da böyledir. Oruç ne demektir? Allah’ın emrini yerine getirmek amacıyla sabahtan akşama kadar yememek, içmemek, kadın ve erkek cinsî muameleden çekinmek, nefsinin istediği şeylerden elini, eteğini çekmektir. Demek ki oruç tutan bir insan, her dakika Allah’ın huzurunda olduğunu düşünüyor. Hiçbir dakika O’nu hatırından çıkarmıyor. Allah Teâlâ böyle emretti diye nefsinin istediği şeylerden elini eteğini çekiyor. Yazın en sıcak günlerinde hararetten ciğeri yanıyor da oruçlu olduğu için suya bakmıyor. Açlıktan takati kesilse de yiyeceğe el uzatmıyor. Bunu birisinden korktuğu için değil, Allah’ın emri olduğu için yapıyor. Şimdi böyle bir ay sabahtan akşama kadar nefsine uymamayı âdet edinmiş olan bir adam düşününüz; karnı aç, iştahı tamamıyla yerinde iken gözünün önünde duran tatlı yemekleri, Allah’ın izni olmadığı için akşama kadar yemeyen, hararetten yanıp tutuştuğu zamanlarda yanında duran buz gibi suya dönüp bakmayan ve bunda sebat (kararlılık) gösteren bir adam, nefsini terbiye ediyor. Helâl ve mubah (yapıp yapmamakta dini açıdan bir sakıncası olmayan) şeylerden, kendi arzusuyla vazgeçebilen olgun bir adam, haram şeylere göz diker mi? Başkalarının haklarına tecavüz eder mi? Bu gibi kötülüklere, hile ve cinayet gibi alçaklıklara, adiliklere tenezzül eder mi? Allah’ın emirlerine karşı böyle nefsini ayak altına alan bir insan, nefsine her daim hâkim olmaz mı; elbette olur. Nefsine hâkim olan bir adam ise, hiçbir zaman kötülüğe ve şeytani dürtülere kapılmayacaktır.

40. DERS: Ahlâk ve Vazife Şuuru, Hayati Önem Taşımaktadır.

Kur’an-ı Kerim ile Peygamber Efendimizin hadislerinden ve sünnetlerinden öğreniyoruz ki: Dinimiz bizi beş kısım vazife ile mükellef-sorumlu tutuyor.

1- Allah’a ait vazifeler,

2- Nefsimize ait vazifeler,

3- Aile vazifeleri

4- Memleket vazifeleri,

5- İçtimaî (sosyal-siyasi) ve insanî vazifeler.

Bu vazifeler, üzerimizde birer borç demek olduğundan; bunları ödemek, sahiplerine vermekle mükellef (yükümlü ve sorumlu) bulunuyoruz. Bir bakımdan bunlar birer haktır, bunları sahiplerine vermezsek mesul (sorumlu) oluruz. Bilirsiniz ki: Her nimetin (maddî ve mânevî imkânlar) karşılığında bir de külfet (sıkıntılı zorluk, yorgunluk) vardır. İnsan bir hak sahibi olunca, onun karşılığında bir de vazifesi olması gerekir. Mademki biz insanız, Allah bize birçok nimetler vermiştir. Bu nimetlerden dolayı bizim de Allah’a karşı birtakım vazifelerimiz olmalıdır. Nimeti vereni bilmek, tanımak, O’na sevgi ve saygı beslemek; hem akli, hem de vicdani bir borçtur.

43. DERS: Ruh Terbiyesi ve Vicdan Muhasebesi Lazımdır.

Dinimiz beden terbiyesine ne kadar ehemmiyet (önem) vermiş ise, ruh terbiyesine de o derece ehemmiyet (önem) vermiştir. Yalnız beden terbiyesine ehemmiyet verip de ruh terbiyesiyle uğraşmayanlar, yahut sadece ruh terbiyesine bakarak beden terbiyesine kıymet vermeyenler, Müslümanlık nazarında tek taraflı ve eksik sayılırlar. Dolayısıyla Müslüman dediğin; bunun her ikisine birden lâyık oldukları değeri ve önemi verecektir. Ruh terbiyesi demek, vicdani duyarlılıklarımızı ve iç duygularımızı terbiye etmek ve böylece kararlarımızın ve alışkanlıklarımızın daima iyi ve temiz olmasına gayret göstermektir. Bunun için de dört şey lâzımdır:

1- İtikadını (inancını) düzeltmek, yani tek bir Allah’a iman etmek ve kalbini buna bağlayarak hiç şaşmadan O’nun gösterdiği yoldan gitmek.

2- Ruhunu şeytani düşünce ve hurafe[11] denilen manevî pislikten temizlemek,

3- İyi bilgiler öğrenip sürekli kendini geliştirmek,

4- Güzel ahlâk ile kalbini bezeyip süslemek.

47. DERS: Hükümet ve Memlekete Karşı Vazifelerimiz Vardır.

“Ey mü’minler Allah’a itaat ediniz, Peygambere itaat ediniz, sizden olan ulü’l-emre de… (Adil devlet yetkililerine ve hükümet yöneticilerine de itaat ediniz.)” (Nisa Suresi, ayet: 59)

Hükümet; bir arada yaşayan insanların canlarını, mallarını, ırzlarını, namuslarını, haklarını, yurtlarını korumak ve rahatlarını sağlamak ve garanti altına almak için insanların yine kendi içlerinden seçtikleri bir heyettir. Dışarıdaki düşmanlara karşı yurdumuzu korumak ve savunmak, memleket içinde haksızlığa meydan vermemek, hırsızlık gibi şeylerin önüne geçmek, vatanımızı imar etmek ve harabelikten kurtarıp şenlendirmek, cehaleti gidermek, haklıyı-haksızı ayırt etmek hep hükümetin vazifelerindendir. Devlet bütün bu işleri çeşitli kademedeki memurları ile yürütecektir. Söz temsili: Haklıyı-haksızı ayırt etmek ve haksızlığın önüne geçmek için mahkemeler kurar. Ahalinin[12] (toplumun) cahil kalmaması için okullar açar, memleketin her yerinde ilim yuvaları kurar. Hırsızlık ve uğursuzluğun önünü almak için jandarmalar, polisler kullanır; memleketi düşmandan korumak için asker besler, fabrikalar açar, bizim rahatımız için yollar yaptırır, demiryolları işletir, sokakları temizletir, hastaneler yapar, doktorlar tutar. Böylelikle hem yurdumuz mamur olur, hem de kendimiz rahat ederiz. Hükümet bu vazifelerini yaparken bize de birtakım şeyler teklif eder ki onlar da bize düşen vazifelerdir; dolayısıyla biz de hükümete olan vazifelerimizi yapacağız. Hükümete karşı birinci vazifemiz; onun kanunlarına itaat etmek ve hiçbir bahane ile ona karşı gelmemektir. Askerliğimizi yerine getirmek, vergimizi ödemektir.

48. DERS: Kur’an-ı Kerim Vatan Müdafaasını Emreder, Bunun Genel İsmi CİHAT’tır!

“Düşmanlarınıza karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet ve harp için beslenip terbiye edilmiş atlar hazırlayınız ki bununla Allah’ın düşmanlarını ve sizin düşmanlarınızı ve Allah’ın bilip de sizin bilmediğiniz diğer düşmanları korkutasınız. Siz Allah yolunda her ne verirseniz mükâfatını tamamen görürsünüz, verdikleriniz zayi olup da zulüm olunmazsınız.” (Enfâl Suresi, ayet: 60)

Kendi haklarına razı olmayan açgözlü ve hırslı insanların ve zalim saldırganların hücumlarını durdurmak için kuvvetli olmak, gerektiğinde onlara hadlerini bildirecek her türlü imkâna sahip bulunmak lâzımdır. Memleketin savunması, ülkenin korunması için gerekli olan şeyleri hazırlamakta gevşek davrananlar, Milli Savunma konusunda zayıf kalanlar; böylelikle hem memleketlerini, hem kendilerini felakete sürüklemiş olurlar. Bu o kadar açık bir hakikattir ki ahmak da anlar, akıllı da; cahil de farkına varır, âlim de!.. Dolayısıyla memleketi düşman saldırılarından koruyabilmek, düşmanın saldırısına meydan vermemek, memleketin yükselmesine, ne olursa olsun ileri gitmesine engel olan tehlikeleri ortadan kaldırıp gidermek, memlekette özgür ve bağımsız yaşamak için daima kuvvetli bulunmak lâzımdır ki bütün bu çalışma ve hazırlıkların adı CİHAD’dır. Yakın ve uzak komşularımız olan ileri devletler nasıl çalışıyorlarsa, bizim de öylece çalışmamız, öylece yükselmemiz şarttır, farzdır. İşte bunun içindir ki: Allah Teâlâ Hazretleri: “Gücünüz yettiği kadar, çalışarak düşmanı korkutacak kuvvet hazırlayın!” buyurmaktadır. Bu nedenle CİHAD-Milli Savunma İslam’ın şartlarından sayılmıştır.

49. DERS: Askerlik Kutsaldır!

Asker, düşmanlara karşı yurdumuzu, ırz ve namusumuzu savunup koruyan ve bu uğurda canını fedaya hazır olan silahlı bir kuvvettir. Memleket ve millet uğrunda her ferdin sarf edeceği gayret ve fedakârlık ne kadar büyük olursa olsun, bunların hiçbirisi askerlik ile ölçülecek ve vatan savunmasından üstün görülecek bir mertebede (derece ve rütbede) değildir. Çünkü askerlik kan ve can vergisidir. Bunun için askerlik çok mukaddes-kutsal bir vazifedir. Allah’ını, Peygamberini, yurdunu seven, ırz ve namusun kıymetini bilen her insan askerliğini seve seve yerine getirecektir. Bizim dinimizde askerliğin mertebesi (değeri ve derecesi) çok yüksektir: Ölürse Şehit, sağ kalırsa Gazi’dir. Askere çağrılınca koşa koşa, sevine sevine gitmek lâzımdır. Çünkü Peygamber Efendimiz (SAV) “Silah altına çağrıldığın zaman hemen git!” buyurmuşlardır. Peygamberin bu emrini tutmak boynumuzun borcudur. Askere çağrıldığı zaman kaçanlar, doğrudan doğruya Allah’a ve Peygambere karşı gelmişler demektir. Bunlardan Allah razı olmaz, Peygamber de hoşnut olmaz.

54. DERS: Müslümanlıkta Her Fert Askerdir.

İslam’da sade erkekler değil, yerine göre kadın-erkek herkes askerdir. Bunun içindir ki gerektiğinde Müslüman kadınlar da askerlik vazifesini yapmışlar ve cihada katılarak harp meydanlarında en büyük kahramanlığı göstermişlerdir. İslam’ın ilk zamanlarında Uhud Savaşı’nda Hazreti Aişe ile Enes’in annesi Ümmü Süleym, Ebu Said’in annesi Ümmü Selît olanca gayretleriyle çalıştılar, sırtlarında mataralarla askere su taşıdılar, yaralılara baktılar. Yine bu savaşta “Nesibe” Hatun, savaş meydanına atılarak mertçe ve yiğitçe savaştı. İman şuurunu ve cesurluğunu dost ve düşmana gösterdi ve nice yiğitleri utandırdı. Uhud günü Peygamberimizin öldüğü sanılarak ashabın dağıldığı, İslam askerlerinin mağlup olduğu bir sırada, Peygamberimizin etrafında kalan beş-on mücahidin yanında Nesibe Hatun da vardı. Peygamberimizin üzerine hücum eden azgın ve inkârcı bir grup düşmana karşı koyan ve düşman askerlerinin bir kısmını öldüren Nesibe Hatun idi.

56. DERS: Millet Malı Bir Emanettir, Emanete Sahip Çıkılmalıdır.

“Bilmiş olunuz ki: Allah, emanetleri ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmederken adalet ve hakkaniyetle hükmetmenizi size emrediyor. Allah bununla size ne güzel öğüt veriyor! Şüpheniz olmasın ki Allah hem işitir, hem görür.” (Nisa Suresi, ayet: 58)

Bu ayette Allah Teâlâ Hazretleri: “Emanetleri ehline veriniz” buyuruyor. Emanetin pek çok kısımları varsa da hepsini iki başlıkta toplayabiliriz:

1- İnsanların; Allah’a, kendi nefislerine ve birbirlerine karşı olan vazifeleri birer emanettir. Bu vazife ve işler birer emanet olduğundan; bunları ödemek, emaneti ehline vermek demektir. Söz temsili: Millet işleri bir emanettir, onları ehline vermek ve onları eksiksiz yapmaya çalışmak emaneti ehline vermektir ve bu da en mühim bir vazifedir. Dolayısıyla emanetin birinci kısmı, vazifeler ve devlet görevleridir, kamu hizmetleridir.

2- Malî emanet: Bir insana koruyup sahip çıkması için veya borç olarak verilen para veya herhangi bir şey onda bir emanettir. Sahibi isteyinceye kadar onu saklamak ve ister istemez de onu hemen vermek bir vazifedir.

Üzerimize aldığımız herhangi bir vazife de emanettir, onları hakkıyla yapmamak, emanete hıyanet sayılır, yani güveni kötüye kullanmaktır.

Millet malı da bir emanettir. Bu emaneti iyi (korumak) muhafaza etmek milletin her ferdine borçtur. Bize emanet edilen millet malından ne bir şey alınır, ne de başkasına aktarılır. Askere emanet edilen herhangi bir şeyi güzelce koruyup sahip çıkmak da askerin boynunun borcudur. Çok olsun, az olsun, eski olsun, yeni olsun, her ne olursa olsun mademki emanettir; onu korumak ve sahip çıkmak, yerine getirilmesi gereken bir sorumluluktur. Kendi malımızı nasıl koruyup muhafaza ediyorsak, millet ve devlet malını da ondan daha fazla bir önemle koruyup kollamak zorundayız. Çünkü emanettir, emanete hıyanet edenleri Allah da sevmez, Peygamber de sevmez. Millet malına, devlet malına sahip çıkmamak, onu kendisine almak veya başkalarına dağıtmak, en adi hırsızlıktır ve alçaklıktır, hainliktir. Dini bütün bir Müslüman kendisine emanet edilen millet ve devlet malına asla hainlik etmez.

58. DERS: Asker Arasında Fesat (Bozgunculuk ve Kötülük) Çıkaracak Hareketlerden Sakınmak ve Sırları Saklamak Şarttır.

“…Yeryüzünde fesat çıkarma, fesada âlet olma; çünkü Allah, fesatçıları sevmez.” (Kasas Suresi, ayet: 77)

Asker arasında fesat (bozgunculuk, kötülük) çıkarmak, askerde gevşeklik oluşturacak, psikolojisini bozacaktır. Onu vatani hizmetten alıkoyacak yalan sözler yaymak, pek büyük bir hıyanet ve memlekete karşı bir cinayettir. Çünkü bu gibi sözler ve hareketler, askerin maneviyatını gevşetir. Maneviyatı gevşeyen bir ordu perişan olur, memlekete ve millete hayrı (faydası) kalmaz. Bunun için böyle bir işe girişmiş olanlar, Müslümanlık nazarında hem hain, hem canidirler. Esasen, insanları birbirine düşürecek, insanlar arasında bozgunculuğa sebep olacak kötü söz ve söylemleri yaymak, asılsız haberler uydurmak; Müslümanlıkta yasaktır, haramdır. Kur’an-ı Kerim; bizim bozgunculuk yapmamızı ve bozgunculuğa âlet olmamızı yasaklamaktadır. Dolayısıyla asker arasında iyiliğin, barışın, düzenin, kardeşliğin, birliğin devamına çalışmak, bozguncuların arasına katılmamak, düşman propagandasına kapılmamak, asker için ve her insan için en büyük vazifedir. Asker arasında fesat-bozgunculuk çıkaranlar hem dünyada, hem ahirette umduklarından mahrum-yoksun kalırlar. Böyle olan adamlar hem haindir, hem de münafıktır.[13] Bunları ne Allah sever, ne de Peygamber. Sakın ha, askerin maneviyatını sarsacak asılsız, dayanaksız boş söz ve söylemlerde bulunup ordunun bozulmasına sebep olmayınız. Sonra hainler, münafıklar sırasına geçer ve Allah’ın gazabına (öfkesine) uğrarsınız. Savaş esnasında boşboğazlık etmek, askerî harekâta dair ağzından -velev ki en ufak- laf-bilgi kaçırmak da neticesi bakımından bir hıyanet ve fesat sayılabilir. Çünkü böyle bir şey de düşmana ipucu vermektir. Esasen askerlikte boşboğazlık etmek hiç caiz (uygun) değildir. İyi biliniz ki; her duyduğu kötü söz veya söylemi yaymak yalanın en çirkinlerindendir.

63. DERS: Şehitlik Rütbesi En Yüce Makamdır.

“Allah yolunda öldürülenler için ölü demeyiniz; onlar ölü değil diridirler, fakat siz (o yüksek hayatın) farkında değilsiniz.” (Bakara Suresi, ayet: 154)

“Sakın Allah yolunda öldürülmüş olanları ölü sanma, hayır onlar hep hayattalar ve Rableri yanında yaşarlar. Allah’ın bahşettiği saadetle şâdan ve şehadetle arkalarından yetişmeyen mücahitler için de korku ve hüzün olmadığı müjdesiyle mesrurdurlar.” (Âl-i İmrân Suresi: 169-170)

Ölüm denilen şeyin ruha değil, bedene geldiği, ruhun bedenden ayrıldıktan sonra sonsuz ve kusursuz bir hayata geçeceği, Allah’a imanı olanlar için bir gerçektir. Ölüm cana (ruha) değil, tene (bedene)dir. Bu böyle olmakla beraber; şehitlerin daha yüksek, daha seçkin ve üstün bir hayata sahip olacakları ise çok doğaldır. Nasıl ki Kur’an-ı Kerim’in yukarıya Türkçesini yazdığımız diğer bir ayeti de şehitlerin hem ölmediklerini, hem de Allah yanında büyük nimetlere eriştiklerini haber vermektedir. Hep biliriz ki: Asker, milletinin haklarına sahip çıkmak, namusunu, şerefini korumak, yurdunu düşmana karşı savunmak için hazır bulunan, Hak yolunda, Allah yolunda canını feda etmekten sakınmayan bir kahramandır. Böyle bir vazifenin ne kadar mukaddes-kutsal, ne derece yüksek olduğu şüphesizdir. Bunun için Dinimiz, Kitabımız bu büyük ruha sahip olan kahramanlardan vazife uğrunda ölenlere Şehit, vazifesini yaparak sağ kalanlara da Gazi rütbesini vermiştir. Şehitlik, Peygamberlik rütbesinin bir altındadır. Peygamberlik rütbesinden sonra en yüksek rütbe, şehitliktir. Allah rızası için, memleketi düşman hücumundan korumak gayesiyle vazife başında can veren bir asker Şehit’tir. Vazifesini yaparak Allah’ın rızasını kazanmak gibi yüce ve yüksek bir amaç güden asker, ister düşman ile çarpışırken can versin, ister nöbet beklerken, ister talim yaparken, herhangi bir vazifede olursa olsun Şehit’tir. Bu mukaddes-kutsal yolda canını feda etmiş olan şehitler, en yüksek ruhlara va’ad edilmiş olan ulvî (yüce ve eşsiz bir) hayata yüz bin kere lâyıktırlar. Dünya, ahiretin bir tarlası değil mi? Burada ne ekilirse ötede o biçilmeyecek mi? Öyle ise Hak yolunda, Allah yolunda ölenlerin, yani bu mübarek (kutlu ve bereketli) toprağa hayatını ekip onu kanıyla sulayanların ahiret ve hesap gününde biçecekleri mahsul (ürün), ebedi (sonsuz) ve nurlu (aydınlık ve huzurlu) bir hayattan başka ne olabilir.

Kahraman Askerimize Hatırlatmadır:

Hak için savaşan kahraman asker! Unutma ki; Yüce Allah bizimle beraberdir. Gökte şehitler el açmış, Allah’a yalvarıyorlar, Hakkın zaferi için dua ediyorlar, “Kabirlerimizi düşmana çiğnetmeyin” diyorlar. Haydi yavrularım! Daima harekete hazır olunuz ve kalkınız! Vatanımızı çiğnemek ve Hakkın sesini boğmak isteyen zalimlere haddini bildirelim; yıldırımlar, yanardağlar gibi ateşler püskürelim!.. Kasırgalar, fırtınalar gibi hücum edelim! Düşman ordusuna zelzeleler, râşeler (ürküp titremeler) verelim! Şevket (ululuk) ve heybetimiz (hürmetle karışık korku uyandıran halimiz) ufuklara yayılsın, Mukaddes-kutsal bayrağımız şanla, şerefle dalgalansın. Can verelim, şan (yüksek makam) alalım! Düşman bizi esir almak ve tahakküm altında yaşatmak (zorbalıkla hükmetmek) istiyorsa, bütün dünya bilsin ki, biz esareti ve köleliği asla kabul etmeyen hür ve özgür bir milletiz. Biz, ölüm meleğinin şefkatli kanatları altında gönül rahatlığıyla ve fakat şerefle ölmeyi, esaret altında yaşamaya tercih eden bir ecdadın nesliyiz (ataların soyundanız). Bizim için böyle bir ölüm, ebedi saadet ve sonsuz mutluluktur.

Asker evlatlarım!.. Vazifemiz çok ulvidir; haydi! Nice düşman ordularını darmadağın etmiş, nice kaleleri Hak ile yerle bir eylemiş olan dedelerimizin, atını denize sürmüş olan Fatih’lerin ruhlarını şad (memnun) edelim. Şan ve şerefimizi yıldızlara kadar yükseltelim. Şehitler mezarı olan yurdumuzu düşmanın sefil ayakları ile çiğnetmeyelim.

Evlatlarım!.. Biz yalnız Hak için savaşan, haktan, adaletten, hürriyetten başka bir şeyde gözü olmayan bir milletiz. Taptığımız Hak, hedefimiz Hak’tır. Kendinize ve birbirinize güvenin, Allah’ınıza dayanarak hakkınızı müdafaa edin ve savunun; bugün kurtuluş günü, sevinç günüdür. Hiç şüphe etmeyiniz ki bize zincir vurmak isteyen zalimlerin zincirleri kırılacak, zulüm ve istibdat (baskıcı-despotik) temelleri üzerine kurulmuş olan saltanatları yerlere serilecektir.

Allah yardımcınız olsun, haydi ileri, daima ileri atılın… Biz dünyaları fetheden gazilerin evlatlarıyız, unutmayın…[14]

Sonuç olarak;

Şimdi Atatürk’ün; “Allah’a ve maneviyata inanmadığını, Resulüllah’ı ve Kur’an’ı hesaba katmadığını, İslam’ı ve mukaddesatı çağ dışı, akla ve bilime aykırı ‘uydurma dogmalar’ saydığını” savunanlara sormak lazımdı:

1- Atatürk; inanmadığı ve çağ dışı saydığı bilgileri içeren bu kitabın, göz bebeği gördüğü TSK bünyesinde, hem de Cumhurbaşkanlığı süresince ders olarak okutulmasına neden izin vermiş ve karşı çıkmamıştır?

2- Acaba, Fevzi Çakmak’tan ve Müslüman halkımızdan çekindiği için buna müdahale etmeyen, ikiyüzlü bir korkak mıydı?

3- Veya Atatürk; Allah’a, Peygamber’e ve Kur’an-ı Kerim’e samimiyetle inandığı ve Yüce Dinimizin askerlerimize doğru öğretilmesini arzuladığı için mi, Diyanet Reisi tarafından yazılan bu kitabın subaylarımıza ve asker evlatlarımıza okutulmasına fırsat ve ruhsat tanımıştı? (Ki bizim kesin kanaatimiz bu doğrultudaydı.)

4- Yoksa, aslında asil milletimizle ve manevi değerlerimizle asla barışık olmayan kesimler, kendi gizli ve kirli saltanatlarını kurmak ve korumak üzere ve istismar niyetiyle mi Atatürk’ü DİNSİZ göstermeye çalışmaktaydı?

Bu soruların doğru ve doyurucu yanıtını, değerli okurlarımızın ve halkımızın temiz ve aziz vicdanına bırakıyoruz. Ve özellikle de “Atatürkçüyüm” deyip de laiklik bahanesiyle, sırtından saltanat sürdürdükleri bu asil Milletin, Dinine ve manevi dinamiklerine hücum eden “paşa” etiketli bazı “gâvur maşalarının” ve Ulusalcılık kılıflı Haçlı Batı uşaklarının da kulaklarını çınlatıyoruz. Kim bilir, binde bire düştükleri ve halkımızdan bir türlü yüz görmedikleri halde hâlâ oturup ders almayanlara, belki de boşuna konuşuyoruz!.. Ah keşke Kemalist geçinen devrim simsarları da, İslamcı geçinen Din istismarcıları da, hiç değilse Atatürk kadar mü’min ve müstakim olsalardı!

 

 



[1] Dönemin Harp Okullarında, eğitimini tamamlayan subayların özel yemini. 

[2] Şer’i: Şeriat ile ilgili olan, İslami.

[3] Şeriat: Kur’an ve Hz. Muhammed’in sözlerinden veya eylemlerinden yola çıkılarak oluşturulan bir dini ve ahlâki hukuk sistemini ifade eden bir terim.

[4] Farzı-ayın: Yükümlülük çağına gelmiş olan her bir Müslümanın ilk ve en öncelikli olarak mutlaka yapması gereken Allah’ın emirleridir.

[5] Hikmet; “sebebin sebebi” yahut “amacın sonucu” anlamına gelebilir ve en genel anlamıyla hikmet “doğru bilgi ve faydalı iş” demektir. Başka bir ifadeyle en değerli şeyleri en iyi şekilde bilmektir. En faziletli ve yüce varlık Allah olduğundan, O’ndan başka hiçbir varlık bir şeyin içyüzünü, aslını, esasını, hakikatini ve bütün yönlerini bilemez, dolayısıyla gerçek hakîm O’dur.

[6] Hak; Bâtılın zıttı. Doğru ve gerçek olup; her şart altında doğru olan ve doğruluğu zamana ve şarta bağlı olmayan “GERÇEK” demektir. “Varlığı kesin olan, mutlak gerçek, hikmete uygun olarak icat eden” anlamlarından dolayı Allah’ın bir ismi veya sıfatı olarak da geçmektedir…

[7]Müçtehit: Kur’an’da ve Sünnette var olan delilleri inceleyerek hüküm çıkartan din adamlarına verilen isimdir… İslam hukukçusu. 

[8] Sırat köprüsü: Cehennemin üzerine uzatılmış bir yol veya köprüdür. Herkes buradan geçecektir. Mü’minler, bu köprüden geçip, Cennete gidecek; kâfirler ise, Cehenneme düşeceklerdir.

[9] Hayır; “meşru iş, faydalı amel, iyilik” demektir.

[10] Şer; “zararlı iş, kötülük” anlamına gelir.

[11] Hurafe: Mantıkî temeli olmayan, din adına ileri sürülüp benimsenen bâtıl-sapkın inanç ve davranışları ifade eden bir terim. Dine sonradan girmiş olan, akla aykırı, uydurma ve garip şeyler, boş inanç…

[12] Ahali: Aynı yerde oturuyor olmaktan başka ortak niteliği olmayan insan topluluğu.

[13] Münafık; dini kurallara inanmadığı halde inanmış gibi görünen kişi… Müslümanlar gibi yaşadıkları halde, kalpten inanmayan kimselere münafık denir.

[14] Birinci Dünya Harbi’nde Şehit düşen Yüzbaşı M. V.’nin not defterinden alınmış (ve günümüz Türkçesine uyarlanmış)tır.

1 1 vote
Değerlendirmeniz

Makale Paylaşım Sayısı: 

Ufuk EFE

Ufuk EFE

Yorumu Takip Et
Bildir
guest
8 Yorum
En Yeniler
Eskiler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments
Belemir brc

Ey şehidan!
“Allah yolunda düşmanla savaşırken öldürülenlere ölü demeyiniz, onlar diridirler, lâkin siz farkında değilsiniz.” (Bakara Suresi, ayet: 154)

Ömer Ali

BİZİM ATATÜRK KİTABI-AHMET AKGÜL
Atatürk hakkında Gerçek bilgilere ulaşmak için kitabı okumanızı tavsiye ediyorum

Osman Nuri

Milli Çözüm ve Üstad Ahmet AKGÜL’ÜN, Gerçek Atatürk’ü Tanıtma Başarısı!..

[b]Atatürk ölüyor ve her şey değişiyordu. Ondan sonra gelenler ise, şuursuz ve ruhsuz bir “Latinleşme” ve “Ladinleşme” kampanyası başlatıyor, bunun adını da Kemalizm koyuyordu.[/b]

İşte Milli Kahraman Mustafa Kemal Atatürk’ü kendi hedefleri gayeleri uğrunda kullanmak üzere Kemalizm adını koyarak yıllarca bu halkı milleti aldatarak kullanarak ve aslını bozarak istismar ettiler… Ancak 20.yılına girilen Milli Çözüm Dergisi ve hassaten Üstad Ahmet Akgül , Aziz Erbakan Hocamızdan aldığı ilhamla diyelim , BU TUZAĞIN HİLENİN ALTÜST OLMASINI , ASLINA RÜCU ETMESİNİ sağlamıştır.

Mustafa yaprakcı

Atatürk
Prf. Dr. Necmettin Erbakan Hocamız yeri geldiğinde herzaman Atatürk yaşasaydı Milli Görüşçü olurdu derdi.

Mus ab

Koru Tanrım, Anadolum, asırlardır hidayetin burcudur,/ Bu Milletin düşmana karşı; imanıdır, İslam’ıdır kalkanı…
Atatürk; Allah’a, Peygamber’e ve Kur’an-ı Kerim’e samimiyetle inandığı ve Yüce Dinimizin askerlerimize doğru öğretilmesini arzuladığı için mi, Diyanet Reisi tarafından yazılan bu kitabın subaylarımıza ve asker evlatlarımıza okutulmasına fırsat ve ruhsat tanımıştı? (Ki bizim kesin kanaatimiz bu doğrultudaydı.)

Saffet

BİZİM ATATÜRK
Saadet Partisi Genel Başkanı iken Prof. Dr. Necmettin Erbakan’ın, Mustafa Kemal Atatürk’ün vefatının 72. yılı (10 Kasım 2010) dolayısıyla yayınladığı mesaj, tarihi gerçekler ve talihli müjdeler içermekteydi:
Atatürk’ü Milli Mücadele’ye öncülük etmiş büyük bir komutan olarak nitelendiren Erbakan’ın, “Gazi Mustafa Kemal Atatürk, milletimizin bağımsızlık konusundaki vazgeçilmez kararlılığını arkasına alarak, Türkiye Cumhuriyeti’ni kurmuş birisidir. Öncülük ettiği Milli Mücadele hareketi ile milletimizin esarete asla boyun eğmeyeceğini bütün dünyaya göstermiştir” tespitleri oldukça anlamlı ve önemliydi. Milli Görüş Lideri olarak Aziz Hocamız, yaptığı yazılı açıklamada, “Atatürk’ün ‘Muasır Medeniyet’ hedefine ancak; devleti ve milletiyle bütünleşip kucaklaşmış, ekonomik ve teknolojik gelişmesini tamamlamış, insan hak ve özgürlüklerini sağlamış bir Türkiye ile ulaşılıp aşılabileceğini” kaydetmişti.

“İstiklal mücadelesinde Anadolu topraklarını işgal eden emperyalist ülkelerin bugün aynı planlarını çok daha tehlikeli ve sinsi oyunlarla gerçekleştirmeye çalıştığını” belirten Erbakan Hoca’nın:

“Milletimiz tıpkı Milli Mücadele günlerinde olduğu gibi, bu sinsi planları boşa çıkaracak inanç, azim ve kararlılığa sahip bulunmaktadır. Sahip olduğu tarihi tecrübe ile bu oyunları tekrar boşa çıkaracaktır. Bizler tarih boyunca, dünyaya huzur ve saadet getirmiş bir ecdadın varisleri olmanın onurunu ve sorumluluğunu taşımaktayız. “Yiğit düştüğü yerden kalkacak”, Türkiye yeni ve adil bir Medeniyet değişimine öncülük yapacaktır. Bugün dünyaya hâkim olan açlık, sefalet, kan ve gözyaşına son verecek iradeyi, yine milletimiz ortaya koyacaktır. ‘Uydu değil, lider ülke’ vizyonu doğrultusunda; önce Yeniden Büyük Türkiye, ardından Yeni Bir Dünya mutlaka kurulacaktır. Bu vesileyle vefatının 72’nci yılında Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü, Milli Mücadele kahramanlarımızı ve bu vatan için canını vermiş bütün şehitlerimizi rahmet ve şükranla anıyorum.” sözleri ise; kutlu ufukların işareti ve mutlu yarınların müjdeleriydi.
Erbakan Hocamızın, Atatürk’le ilgili bu takdir edici ve sahiplenici sözlerini, 2010 senesinde ve vefatına yakın bir süreçte ifade etmesi; hiçbir, resmi, hukuki ve siyasi mecburiyeti olmadan ve bir nevi vasiyet gibi dile getirmesi, oldukça önemliydi, samimiydi ve ders vericiydi. Artık Aziz Milletimizin ve özellikle Milli Görüşçülerin Hocamızın bu tespit ve tavsiyelerine uygun düşünüp değerlendirmesi gerekirdi. Milli Çözüm Ekibinin, Atatürk’le ilgili yazılarını ve yorumlarını, özel ortamlarda tasdik ve teşvik eden Hocamız, Milli Gazete’de yayınlanan bu 10 Kasım mesajıyla, artık alenen de bizleri ve Milli Çözüm’ün istikametini desteklemişti. (Ahmet AKGÜL)
BİZİM ATATÜRK KITABINDAN ALINTIDIR

D.GÖRGÜLÜLER

Teşekkür ederiz
Atatürk talihtir, Erbakan rehber

Birlik dirlik olun, diyor Peygamber

Türkiye’m toprağım, bak miskü amber

Özümden ayrılsam, bozulur büyüm

Seç ya Milli Çözüm, ya kirli düğüm!..

Yazımızı okurken hayretlik ve hayranlıkla, Atatürk ‘ü bize nasıl yanlış tanıttıklarını daha küçük yaşlarımızda ,okul hayatlarımızda öğretmeye başladıklarını görüyoruz halbuki Sayin Atatürk ‘ün eğitimini, sistemini ve derslerini bize uygulasalardı şimdi insanlık böylemi olurdu. ALLAH RAHMET EYLESİN MEKANI CENNET OLSUN . Erbakan hocamız ve Ahmet Akgül hocamız sayesinde gerçekleri görmüş ve tanımış olduk ve büyük vebal den ve kul hakkından girmekten kurtulduk yoksa Rabbim korusun Atatürk düşmanı olarak davam edecektik,ne kadar şükretsek azdır .Yoksa vatanı için canını malını veren,ömrünü hayatını Allah’ a adayan ,hakkıyla kulluk yapan askerlik, amirlik,komutanlık, yapan ,insanliğın saadeti ve huzuru için cabalayan, şahsiyetin kul hakkına girmemize mani olundu yine Milliçözüm farkını ve nimetini çok şükür görmüş olduk

Mücahit Dinç

Keşke…
Ah keşke Kemalist geçinen devrim simsarları da, İslamcı geçinen Din istismarcıları da, hiç değilse Atatürk kadar mü’min ve müstakim olsalardı!

ÖZEL YAZILAR

YORUMLAR

Son Yorumlar
8
0
Yorumunuzu okumaktan memnuniyet duyarızx