YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL MENÜ

DERGİLER

Ay Seçiniz
category
66052f26d9f2d
0
0
6401,171,6356,117,28,27,170,98,3,144,26,4,145,113,17,6330,1,110,12
Loading....

TOPLAM ZİYARETÇİLERİMİZ

Our Visitor

2 0 7 5 8 7
Bugün : 8812
Dün : 25541
Bu ay : 387469
Geçen ay : 338123
Toplam : 22713419
IP'niz : 52.55.55.239

SON YORUMLAR

Son Yorumlar

YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL YAZILAR

YENİ ÇIKAN KİTAPLARIMIZ

ADİL DÜNYA YAYINEVİ

Tel-Faks:

0212 438 40 40

0543 289 81 58

0532 660 12 79

 

KABALA, MASONLUK VE SİYONİZM İLİŞKİSİ

      

Siyaset bilimciler bilir ki, politikada hiçbir şey hesapsız ve plansız olmayacaktır. Politik bir eylem yapmak aslında son derece kolaydır. Önemli olan doğru şartlarda, doğru zamanda, doğru “manivela”nın kullanılmasıdır. Örneğin; gerekli sosyolojik ve ekonomik şartlar oluştuktan sonra, hedefe uygun birkaç provokasyonla savaş çıkarmak çok kolaydır. Eğer siyasette yalnız “görünen”le yetinirsek, İran-Irak Savaşı’nın Şattü’l Arap meselesinden çıktığına ya da dünyanın pek çok köşesinde yaşanan çatışmaların “demokrasi aşkı” uğruna yaşandığına inanmamız ahmaklıktır. Oysa dünya siyaseti sistemsiz gelişmez, bu başlı başına bir bilim dalıdır. Pek çok strateji kuruluşu dünyayı yönlendirmek için vardır. Bunların belirlediği stratejilerin olaylardaki rolünü göz ardı etmek, objektiflik veya bilimsellik değil, neredeyse bir tür “saflık” olacaktır.

“Toplumsal komplo teorisine karşı, hiç komplo yapılmadığı görüşünü elbette savunmuyorum. Ancak iki hususu vurgulamak istiyorum: Bunların ilki, komploların çok sık yapılmadığı ve bunların toplumsal hayatın niteliğini değiştirmediğidir… İkinci olarak da komploların çok ender olarak başarılı olduğunu söylemek istiyorum. Varılan sonuçlar, kural olarak, daima amaçlanan sonuçlardan çok farklı olur.”[1]

Üstteki alıntıda Popper, aslında farkında olmadan, Kur’an’da bildirilen bazı kavramlara son derece uygun düşen bir düşünce öne sürmekte; insan iradesinin sınırlı olduğunu ve toplumsal olayların insan iradesi ile kontrol edilemeyeceğini söylemektedir. Son derece doğru olan bu görüşüyle, bazı insan ya da grupların olayları kusursuzca yönettiğini düşünmenin, onları neredeyse insanüstü varlıklar gibi göstermekten başka bir şey olmadığını savunmuştur.

Bizim de eleştirdiğimiz bu tür “komplo teorisi” mantığı, Allah’ı inkâr edip, ya da tüm olayları yaratanın Allah olduğu gerçeğini unutup, olayların birtakım sahte ilahlar tarafından kontrol edildiğini savunmaktır. Son derece sınırlı bir güce sahip insanın, olduğundan fazla bir güce sahipmiş gibi kabul edilmesi elbette akıl dışıdır. Bu nedenle Popper’in teşhis ettiği bu mantık bozukluğu, olayların sadece güçlü insan ya da grupların iradesi ile geliştiği yanılgısına kapılan komplo teorilerinin çürüklüğünü ortaya koymaktadır.

Ama bu doğru teşhisin ardından Popper da bir yanlışa düşmekte, toplumsal olayların insan ile kontrolü mümkün olmadığına göre, kendi kendine, kuralsız ve başıbozuk olarak işlediği sonucunu çıkarmaktadır. Popper’in böyle bir sonuca varmasının nedeni elbette Kur’an ahlâkını ve Kur’an’da bildirilen kader anlayışını bilmiyor olmasıdır. Popper’in bu hatası, canlıların yaratılışının “güneş tanrısı”, “gök tanrısı” gibi hayali ilahların, totemlerin eliyle olamayacağını anlayıp, çözümü “kör tesadüf”e bağlı evrim teorisinde bulmaya çalışmakla aynıdır. Ya da, bir insanın sakat olarak doğmasını “kötü ruhların komplosu” olarak yorumlamanın akıl dışılığını anladıktan sonra, olayı “mutasyon” ile açıklamayı, bunun Allah’ın bir ibret ve imtihanı olduğunu anlayamamayı çağrıştırmaktadır. Oysa Allah, evreni ve evrendeki tüm varlıkları belirlenmiş bir kader ile yaratmıştır. Ve insan doğruya ancak bu gerçeği kavradığında ulaşacaktır.

Gerçekte ise Siyonizm, masonluk ve benzeri “güç odakları”ndan söz ederken; bu güç odaklarının gücünün, Allah’ın tayin ettiği kader ile belirlenmiş bir güçten ibaret olduğunun bilinmesi gerekir. Allah’ın Kur’an’da bize bildirdiği gibi, “hayır ve şerrin hepsi Allah’ın emri ile” gerçekleşmektedir.

Allah bu konuda ayetlerde şu şekilde buyurmaktadır:

“Böylece her kentin ve ülkenin ekâbirini (zenginlerini ve idarecilerini) oranın mücrimleri (kötüleri) kıldık (ve bir müddet fırsat tanıdık) ki, orada (halka) hile yapsınlar (ve şeytani düzenler kursunlar!..) Halbuki onlar aslında kendilerinden başkasına hile yapmıyorlar, (kendi sonlarını hazırlıyorlar) ama farkında değillerdir.” (En’am Suresi: 123)

“Biz bir ülkeyi (ve düzeni) helak etmek (ve çökertmek) istediğimiz zaman, oranın “mütref”lerine (yani; haksız ve hesapsız nimet ve servetle şaşıran ve devlet imkânlarıyla şımaran, ülkenin ileri gelen kimselerine) emrederiz (onlara fırsat veririz) ki, orada her türlü fısk-u fesadı (haksızlık ve hayâsızlığı) yapsınlar…” (İsra Suresi: 16)

Ayetlerde belirtilen “kıldık” ya da “emrederiz” ifadeleri, hileli düzenleri -ya da komploları-yapanlar olacağını, fakat bunların İlahi kaderin dışında olmadığını bildirmektedir. Bu nedenle bazı “önde gelenlerin”, “hileli düzenler” kurduğunu tespit etmek onların değil, asıl Rabbimizin iradesinin hâkimiyetini açıkça göstermektedir. Çoğu kişiye yabancı gelecek olan bu düşüncenin tam olarak anlaşılabilmesi için aslında her şeyden önce İslam ahlâkının gerektirdiği anlayışı kazanmak gerekir. Dileğimiz, Allah’ın: “Onlar (her konudaki her) sözü dinlerler ve en güzeline uyarlar.” (Zümer Suresi: 18) ayetiyle bildirdiği gibi, ön yargısız ve eşitlikçi bir ortamda, her sözün dinlenmesi ve en güzelinin kabul edilmesidir.

Kabala’nın Gizemi ve Şeytani Mantığı!

İsrailoğulları’nın Mısır’dan çıkışı, dünya tarihinin önemli dönüm noktalarından biri olarak kabul edilebilir. Bundan tahminen 3200 yıl önce gerçekleşmiş olan bu olay, günümüze kadar uzanan bazı akımların da çıkış noktasıdır. Bu konuda bize en güvenilir bilgileri veren kaynak ise, Allah’ın insanlara yol gösterici olarak indirdiği son İlahi kitap olan Kur’an-ı Kerim olmaktadır.

Kur’an’da İsrailoğulları’nın Hz. Musa önderliğinde Mısır’dan çıkarak Firavun zulmünden kurtulmaları detaylı olarak anlatılır. Firavun, köle olarak çalıştırdığı İsrailoğulları’nı serbest bırakmaya yanaşmamış, ancak Allah’ın Hz. Musa’ya verdiği mucizeler ve Firavun kavmine gönderdiği felaketler karşısında zayıf düşmüş, İsrailoğulları da bu sayede toplanıp Mısır’dan bir gecede topluca göçe başlamışlardır. Ardından Firavun’un saldırısı gelmiş ve Allah Hz. Musa’ya verdiği mucizelerle İsrailoğulları’nı kurtarmıştır. İsrailoğulları’nın Mısır’dan çıkışı hakkında Kur’an’da açıklanan önemli gerçeklerden biri ise, İsrailoğulları’nın, Hz. Musa vesilesiyle Firavun zulmünden kurtarılmış olmalarına rağmen, Allah’a ve dinine karşı isyankâr davranmalarıdır. İsrailoğulları, Hz. Musa tarafından kendilerine tebliğ edilen tevhid dinini bir türlü kavrayamamış, sürekli olarak putperestliğe kaymışlardır.

Kur’an’da İsrailoğulları’nın bu sapkın anlayışı şöyle anlatılır:

“(Ardından) İsrailoğullarını (Firavun zulmünden kurtarıp) denizden geçirdik. (Derken) Putları önünde bel büküp eğilmekte olan bir topluluğa rastladılar. (Bunu görünce) Musa’ya dediler ki: “Ey Musa, onların ilahları (putları var; onlarınki) gibi, sen de bize bir ilah yap.” O ise: “Siz gerçekten cahillik etmekte olan bir kavimsiniz” diye (azarladı).”

“Onların içinde bulundukları şey (din) mahvolup gidicidir ve yapmakta oldukları şeyler (ibadetler) de bâtıl ve geçersizdir” (diye uyardı).” (A’raf Suresi: 138-139)

İsrailoğulları’nın bu sapkın eğilimi Hz. Musa’nın uyarılarına rağmen devam etmiş ve Hz. Musa’nın kendilerinden ayrılıp Tur Dağı’na tek başına gitmesi üzerine iyice ortaya çıkmıştır. Samiri adlı kişi Hz. Musa’nın yokluğundan yararlanarak ortaya çıkmış, İsrailoğulları’nın putperest eğilimlerini körükleyerek kavmi, bir buzağı heykeli yapıp ona tapındırmıştır:

“Bunun üzerine (Hz.) Musa oldukça kızgın ve üzgün olarak kavmine döndü ve dedi ki: ‘Ey kavmim, Rabbiniz size güzel bir va’adde bulunmadı mı? Size (verilen) söz (ya da süre) pek uzun mu geldi? Yoksa Rabbinizden üzerinize kaçınılmaz bir gazabın inmesini mi istediniz de bana verdiğiniz (iman ve itaat) sözünüzden caydınız?’

Dediler ki: ‘Biz sana verdiğimiz sözden kendiliğimizden dönmedik, ancak o kavmin (Mısır halkının ve İsrailoğullarının) süs eşyalarından birtakım (kıymetli) yükler taşımaktaydık. (Samiri’nin kışkırtmasıyla) Onları (ateşe) attık, aynı şekilde Samiri de attı.’

‘Böylece (Samiri) onlara (ağzından başlayıp arka tarafına kadar boru gibi uzanan boşluktan geçen havanın sesiyle, sanki) böğüren bir buzağı heykeli döküp çıkardı, “İşte, sizin ilahınız da, Musa’nın ilahı da budur; fakat (Musa bunu size söylemeyi) unuttu’ diyerek (halkı saptırmıştı). [Not: Buna benzer bir buzağı heykelini, Yahudi sermayedarlar şimdi New York Niagara yoluna yapıp koymuşlardı.](Taha Suresi: 86-87-88)

Peki acaba neden İsrailoğulları’nda put yapıp ona tapınmak gibi garip bir eğilim vardır?

Daha öncesinde böyle bir putperest inanca sahip olmayan bir toplumun bir anda aniden bir put yapmak ve ona tapınmak gibi son derece saçma bir eyleme girişmeyeceği açıktır. Bunu, ancak putperestliği doğal karşılayan, bu saçma inancı benimsemiş insanlar yapacaktır. Oysa İsrailoğulları, ataları olan Hz. İbrahim’den itibaren hep tek İlaha iman etmiş bir kavimdir. “İsrailoğulları” ifadesi, Hz. İbrahim’in torunu olan Hz. Yakup’un oğullarını ve onlardan gelen Yahudi soyunu ifade eden bir kavramdır. İsrailoğulları, ataları Hz. İbrahim, Hz. İshak ve Hz. Yakup’tan tek Allah’a iman etmeye dayalı tevhid inancını miras almış ve korumuşlardır. Bunlar Hz. Yusuf’la beraber Mısır’a girmişler, burada uzun zaman yaşamışlar, ama Mısır’ın putperest dinine rağmen tevhid inancını korumuşlardır. Hz. Musa kendilerine geldiğinde de, İsrailoğulları’nın tek Allah’a iman eden bir kavim oldukları Kur’an’daki kıssalardan anlaşılmaktadır.

Peki bu durumda İsrailoğulları’nın, hem de Hz. Musa tarafından kendilerine gösterilen pek çok mucizenin ardından, bir anda kolayca putperestliğe eğilim göstermelerinin altında ne yatmaktadır? Bunun tek açıklaması; İsrailoğulları’nın, her ne kadar görünüşte tevhid dini üzerine yaşayan bir toplum olsalar da, çevrelerindeki putperest kavimlerden etkilenmiş olmaları ve Allah’ın kendileri için seçtiği Hak din yerine putperestliğe özenti duymalarıdır. Konuyu tarihsel kayıtların eşliğinde incelediğimizde, İsrailoğulları’nı etkileyen putperest kültürün, uzun devirler içinde yaşadıkları Eski Mısır olduğu anlaşılmaktadır. Bizi bu sonuca götüren önemli bir gösterge, Hz. Musa Tur Dağı’nda iken İsrailoğulları’nın saparak tapındıkları “böğüren buzağı heykeli”nin, aslında Mısır’daki Hathor ve Aphis adlı putların bir taklidi olmasıdır. Hristiyan araştırmacı Richard Rives, “Too Long in the Sun” (Güneş Altında Uzun Süre) adlı kitabında şöyle yazmaktadır:

“Mısır’ın boğa ve inek putları, yani Hathor ve Aphis, Güneş’e tapınmanın sembolleriydiler. Bu putlara tapınılması, Mısır’ın Güneş’e tapınma konusundaki uzun tarihinin sadece bir parçasını oluşturuyordu. Sina Dağı’ndaki (İsrailoğulları’nın tapındığı) altın buzağı ise, orada kutlanan bayramın Güneş’e tapınmayla ilgili olduğunu gösterir.”

Mısır’ın putperest dininin İsrailoğulları üzerindeki etkisi pek çok değişik aşamada ortaya çıkmıştır. Başta da belirttiğimiz gibi, putperest bir kavimle karşılaştıklarında hemen bu sapkın inanca eğilim göstermiş ve ayette haber verildiği üzere: “Ey Musa, onların ilahları gibi, sen de bize bir ilah yap” demişlerdir. (A’raf Suresi: 138-139) Hz. Musa’ya karşı söyledikleri, “Ey Musa, biz Allah’ı apaçık görünceye kadar sana inanmayız” (Bakara Suresi: 55) şeklindeki söz de, Mısır’ın putperest dininde olduğu gibi “gözle görülen”, yani maddi varlıklara (putlara) tapmak istediklerini ortaya koymaktadır.

İsrailoğulları’nın burada özetlediğimiz Eski Mısır kaynaklı putperest eğilimi son derece önemli bir noktadır ve bize Tevrat’ın tahrifi ve Kabala’nın kökenleri konusunda önemli bir bakış açısı sunmaktadır. Bu iki konuyu yakından incelediğimizde, her ikisinin de kaynağında Eski Mısır’ın putperest ve materyalist dininin izlerine rastlanır.

Eski Mısır’dan Kabala’ya

İsrailoğulları henüz Hz. Musa hayatta iken dahi Eski Mısır’da gördükleri putların benzerlerini yapıp onlara tapınmaya başlamışken, Hz. Musa’nın vefatının ardından daha ileri sapmalara kaymaları zor olmamıştır. Kuşkusuz tüm Yahudiler için aynı şey söylenemez, ama aralarından bazıları Mısır’ın putperest kültürünü yaşatmış, dahası bu kültürün temelini oluşturan Mısır rahiplerinin (Firavun büyücülerinin) öğretilerini sürdürmüş, bu öğretileri Yahudiliğin içine sokarak onu bozup tahrif etmeye çalışmışlardır.

İşte Eski Mısır’dan ve Firavunluk mantığından Yahudiliğe devrolunan bu öğreti, Kabala‘dır. Kabala da, aynı Mısır rahiplerinin sistemi gibi, ezoterik (gizemli) bir öğreti olarak yayılmış ve yine Mısır rahipleri gibi temelde büyü ile uğraşılmıştır. Ünlü Yahudi araştırmacı Shimon Halevi, “Kabbalah, Tradition of Hidden Knowledge (Kabala, Gizli İlmin Geleneği)” adlı kitabında Kabala’yı şöyle tanımlamaktadır:

“Pratikte Kabala, kötülüklerle ilgilenmenin yolu ve semboller yoluyla psikolojik dünya üzerinde güç kazanmanın tehlikeli bir sanatı ve büyüye dayalı bir formudur.”

Kabala’nın en önemli özelliği, büyü ile yakından ilgili olmasıdır. Kabala’yı tanıtan en tanınmış kitaplardan biri “Die Kabbala” (Von Papus) da, Kabala-büyü ilişkisini şöyle vurgulamaktadır: “Kabala’nın teorisi, büyünün genel teorisine bağlanır.”

Kabala’nın dikkat çekici bir diğer yönü ise, Tevrat’taki yaratılış anlatımından çok farklı ve yanlış bir yaklaşım içinde olmasıdır. Eski Mısır’ın maddenin sürekliliğine dayalı materyalist görüşünü korumasıdır. Türk masonlarından Murat Özgen Ayfer bu konuda şunları yazmaktadır:

“Tevrat’ın ortaya çıkışından çok daha eski bir tarihte oluşturulmuş bulunduğunu göstermektedir. Kabala’nın en önemli bölümü, evrenin oluşturulmasına ilişkin kuramıdır. Bu kuram, teist dinlerde benimsenen yaratılıştan pek farklıdır. Kabala’ya göre, yaratılışın başlangıcında, “daireler” ya da “yörüngeler” anlamına gelen ve SEFIROT olarak anılan, hem özdeksel (maddi) hem de tinsel (manevi) nitelikli oluşumlar doğmuştur. Bunların toplam sayısı 32’dir; ilk 10’u Güneş Sistemi’ni, diğerleri ise uzaydaki öteki yıldız kümelerini temsil ederler. Kabala’nın bu özelliği, eski astrolojik inanç sistemleriyle yakın bir bağlantısının bulunduğunu ortaya koyar… Böylece Kabala, Yahudi dininden bir haylice uzaklaşır; Doğu’nun eski gizemci inanç sistemleriyle çok daha bağdaşır.”[2]

Eski Mısır’ın materyalist, büyüye dayalı ezoterik öğretilerini devralan Yahudiler, Tevrat’ın bu konudaki yasaklamalarını tamamen göz ardı ederek, diğer putperest kavimlerin büyü ritüellerini de benimseyip uymuşlardır ve böylece Kabala Yahudiliğin içinde ama Tevrat’a muhalif bir mistik öğreti olarak gelişmeye başlamıştır. İngiliz yazar Nesta H. Webster “Ancient Secret Tradition” (Antik Gizli Gelenek) adlı makalesinde, bu konuyu şöyle açıklamıştır:

“Büyücülük, bildiğimiz kadarıyla, Filistin’in İsrailoğulları tarafından işgal edilmesinden önce, Kenanlılar tarafından uygulanıyordu. Mısır, Hindistan ve Yunanistan da kendi kâhinlerine ve büyücülerine sahipti. Musa Yasası’nda (Tevrat’ta) büyücülük aleyhinde yapılmış lanetlemelere karşı, Yahudiler; bu uyarıları göz ardı ederek, bu öğretiye kendilerini bulaştırdılar ve sahip oldukları kutsal geleneği, diğer ırklardan aldıkları büyüsel düşüncelerle karıştırdılar. Aynı zamanda Yahudi Kabalası’nın spekülatif yönü, Perslerin büyücülüğünden, Neo-Platonizm’den ve yeni Pisagorculuktan etkilendi. Dolayısıyla, Kabala karşıtlarının, Kabala’nın saf bir Yahudi kökenden gelmediği şeklindeki itirazlarının haklı temeli vardır.”[3]

Kur’an’da bu konuya işaret eden bir ayet bulunmaktadır. Allah, İsrailoğulları’nın, kendi dinlerinin dışındaki kaynaklardan şeytani büyü öğretileri öğrendiklerini şöyle haber vermektedir:

“Ve onlar, Süleyman’ın mülkü (devleti ve nübüvveti) hakkında şeytanların anlattıklarına uymuşlardı. (Oysa) Süleyman asla inkâra sapmamış, ama şeytanlar kâfir olmuşlardı. Onlar, insanlara sihri ve Babil’deki iki meleğe; Harut’a ve Marut’a indirileni öğretiyorlardı. Oysa o ikisi: ‘Biz, yalnızca bir fitneyiz (imtihan vesilesiyiz); sakın inkâr etme (bu ilimle küfre ve kötülüğe yönelme!)’ demedikçe hiç kimseye (bir şey) öğretmiyorlardı. Fakat (bazı fasıklar) onlardan erkekle karısının arasını açan şeyi (haram tılsımları) öğreniyorlardı. Oysa onunla Allah’ın izni olmadıkça hiç kimseye zarar ulaştıramazlardı. Buna rağmen kendilerini zarara uğratacak ve yarar sağlamayacak şeyi öğreniyorlardı. Andolsun onlar, bunu (büyücülük sırlarını) satın alanın, ahiretten hiçbir payı olmadığını biliyorlardı; karşılığında kendi nefislerini (ve ahiret güzelliklerini) sattıkları şeyin ne kötü olduğunu bir bilselerdi (böyle davranmayacaklardı).” (Bakara Suresi: 102)

Ayette bazı Yahudilerin, ahirette kayba uğrayacaklarını bilmelerine rağmen, büyü öğrendikleri ve uyguladıkları anlatılmaktadır. Yine ayetteki ifadeyle, söz konusu Yahudiler, bu şekilde Allah’ın kendilerine indirdiği şeriattan sapmış ve putperestlerin kültürüne (büyü öğretilerine) özenerek “kendi nefislerini satmış”, yani imandan çıkmışlardır. Bu ayette haber verilen gerçek, Yahudi tarihindeki önemli bir mücadelenin de ana hatlarını açıklamaktadır. Bu mücadele; Allah’ın Yahudilere gönderdiği peygamberler ve bu peygamberlere itaat eden mü’min Yahudiler ile, Allah’ın emirlerine isyan eden, çevrelerindeki putperest kavimlere özenerek Allah’ın şeriatı yerine onların inanç ve kültürlerine eğilim gösteren sapkın Yahudiler arasındadır. İşin ilginç yanı, bu mücadeleye bazı Yahudi olmayan kimselerin de katılmasıdır. Kabala ve ona dayalı pagan öğretiler, sadece Yahudiler içinde değil, Yahudi olmayanlar arasında da yankı bulmuş durumdadır. İşte bu Yahudi olmayan Kabala hayranlarının örgütü ise, masonluk olmaktadır.

Masonluğun Felsefesi ve Kabala Bağlantısı

Masonluk felsefesi üzerinde de Kabala’nın etkisinin yoğun olduğu anlaşılmaktadır. Bu konu masonik dergi ve kitaplarda üstü kapalı olarak anlatılır. Örneğin Amerikan masonluğunun yayın organı New Age dergisi, Kabala ile masonluk arasındaki bağlantıyı şöyle aktarmıştır:

“Kabala, bilinçaltının kapılarını açan ve ruhu saran manevi değerlerinin dışarı çıkmasını sağlayan anahtardır. Masonluk, onu (Kabala Kurallarını) insanın yaşamı anlaması için gerekli saymaktadır.”[4]

“Masonlar ana düşüncelerini ve belirgin sembollerini Kabala’dan almışlardır. Amblemlerin pek çoğu da Kabala kaynaklıdır. Örneğin; Jakin ve Boaz sütunları Kabalist bir eser olan Chearé Ora’dan alınmıştır. Masonluğun, Kabala’nın felsefesiyle olan çok büyük benzerliği çok yerde vurgulanmıştır.” (La Kabbala, Henri Seronya)

Türk mason kaynakları da bu bağlantıyı aynı çarpıcılıkta anlatmaktadır.

“Görüyoruz ki, Kitab-ı Mukaddes’in haricinde Yahudiliğin gizli bir ananesi, bir geleneği (Tradition Orale-Kabbala) vardır. Ve yalnız buna vâkıf olanlar, Kitab-ı Mukaddes’in hakiki manasını anlayabilirler. Biz de bu gelenek (Kabala) etrafında teessüs eden (kurulan), yüksek felsefeyi hülâsa etmeye çalışıyoruz.”[5]

Fakat bu sır çok az masonun bildiği gerçektir. Masonluğa yeni giren birisini derece derece eğiten masonlar, Kabalist felsefeyi ona yavaş bir şekilde aşılayıverir. 33. derece içinde giderek yükselen mason, öğrendiği felsefenin Kabala olduğunu çok sonraları öğrenir. Masonların deyimiyle “ışık, uykulu gözlere yavaş yavaş verilir.” Bir masonun özellikle 27. dereceyi aşabilmesi için tüm inançlarını ve dünya görüşünü masonluk prensiplerine uydurmaya kesin olarak karar vermiş olması gerekmektedir. Çünkü bu dereceden sonra masonluk bambaşka bir şekle bürünmektedir. Bundan sonra mason, gizli bir eğitimle yeniden şekillenir. Hayatın anlamı ve amacı; Kabala’da yer alan mistik şifre sistemleriyle ifade edilir. Artık her türlü kavram yerine tamamen Kabala esaslı sembol ve simgeler girmiştir. Kabala’nın en belirgin özelliği olan büyü, bu aşamada devreye girmektedir.

Sürekli bozgunculuk çıkartarak, Hz. Musa ve Hz. Harun’a başkaldıran, hatta Hz. Harun’u öldürmeyi planlayan bazı azgın Yahudiler, Hz. Musa’nın Samiri’yi kovması ve buzağı heykelini yakarak yok etmesinden sonra tekrar doğru yola dönmüşlerdir. Ancak bu yalnızca kısa bir süre içindir. Allah’ın onlara vadettiği kutsal yere girmek için mücadele etmeleri gerektiğinde de itaat etmeyerek Hz. Musa’yı dinlememişlerdir. Kur’an’da Hz. Musa’nın kavmine şöyle seslendiği buyrulmaktadır:

“(Hz. Musa devamında halkına şöyle seslenmişti:) ‘Ey kavmim, Allah’ın sizin için yazdığı (imtihan aracı ve hürriyet diyarı olarak saptadığı) kutsal topraklara (Kudüs ve civarına) girin ve sakın gerisin geri arkanıza dönüp (davanızdan vazgeçmeyin), yoksa hüsrana uğrayanlar olarak (Hakk’tan ve hayırdan) çevrilip gidersiniz.’” (Maide Suresi: 21) İsrailoğulları’nın ise Hz. Musa’ya cevabı şöyle olmuştur:

“(Yahudiler bütün bu uyarılara rağmen) Dediler ki: ‘Ey Musa, o (zorbalar) orada durduğu sürece, biz hiçbir zaman asla oraya girmeyeceğiz (böyle bir tehlikeye göğüs germeyeceğiz). Bu nedenle, sen ve Rabbin gidiniz, ikiniz savaşıp (düşmanları bertaraf ediniz), biz burada (her türlü tehlike ve tecavüzden uzak durup) oturanlar olarak (bekleyeceğiz).’

(Bunun üzerine Hz. Musa) Dedi ki: ‘Ey Rabbim (görüyor ve biliyorsun ki) ben gerçekten, kendi nefsimden ve kardeşimden başkasına malik değilim (sözümü geçirememekteyim). Öyle ise, bizimle bu fasıklar (ve sapkınlar) topluluğunun arasını ayır(manı dilerim).’

(Cenab-ı Allah) Buyurdular ki: ‘Artık orası (huzur ve hürriyet ortamı) kendilerine kırk yıl haram-yasak edilmiştir. (Korkaklıkları, kaypaklıkları ve kolaycılıkları yüzünden boyunlarına zillet, esaret ve eziyet halkası geçirilmiştir.) Onlar yeryüzünde (çöllerde ve verimsiz vadilerde), şaşkın (ve perişan) vaziyette dolaşmayı hak etmişlerdir. Sen de o fasık (ve sapkın) topluluğa acıyıp üzülmeyesin (ve bizi yalnız ve yardımsız bıraktılar diye zaferden ümitsizliğe düşmeyesin).’” (Maide Suresi: 24-26)

Çıkardıkları isyanlara ve başkaldırmalarına karşılık olarak, Allah, daha önce kendilerine vadettiği Kutsal Toprakları İsrailoğulları’na yasaklamıştır.

Tevrat’ı Tahrif Eden Ruhban Sınıf

“Yazıklar olsun! (Tevrat ve İncil’i) Kitabı kendi elleriyle (bozup uydurma şeyler) yazdıktan (Kur’an’ın ayetlerini de yanlış yorumlayıp çarpıttıktan) sonra değersiz (dünya menfaatleri) karşılığı satmak (ve güçlü kesimlere yaranmak) için: ‘Bu Allah katındandır’ diyenler (yok mu;) işte yazıklar olsun elleriyle yazdıklarından ötürü böylelerine; ve kazandıklarından dolayı vay onların haline! (Ki onların bir kısmını tanıyorsunuz.)” (Bakara Suresi: 79)

Hz. Musa’nın önderliğindeyken bile Allah’ın hükümlerine uymayan, kendi hedef ve çıkarlarına göre yaşayan bazı Yahudiler, Hz. Musa öldükten sonra Tevrat’ı değiştirip bozmuşlardır. Tevrat’ın belki de değişmeden kalmış bir bölümünde (en doğrusunu Allah bilir), Yahudilerin yaptıkları Hz. Musa’nın ağzından şöyle anlatılmaktadır:

“Zira biliyorum ki ölümümden sonra büsbütün bozulacaksınız, ve size emrettiğim yoldan sapacaksınız ve son günlerde sizi kötülük karşılayacak; çünkü ellerinizin işi ile Rabbi öfkelendirmek için onun gözünde kötü olanı yapacaksınız.” (Tesniye Bölümü, 31/29)

Hemen belirtmek gerekir ki, kitabın bu ve bundan sonraki bölümlerinde dikkat çektiğimiz söz konusu hahamlar sınıfı, hiçbir zaman samimi olarak Allah’a iman eden ve insanları doğruya davet eden dürüst dindarlar olmamışlardır. Bu kimseler Hz. Musa’nın tebliğ ettiği Hak dini kabullenememiş ve bu nedenle dejenere etmeye yeltenmiş samimiyetsiz ve menfaatperest kimselerdir. Bunun yanında kuşkusuz samimi şekilde Allah’a inanan ve O’na kulluk etmeye çalışan pek çok haham ve diğer din adamları da tarih boyunca Yahudilik içinde var olmuşlardır. Ancak Kur’an’da verilen bilgiler, bu din adamları arasında kibirli, menfaatperest birtakım kimseler olduğunu göstermektedir ve bunlar Yahudi dinini dejenere etmeye çalışmışlardır. Kur’an’da bildirilen bu gerçek, İncil’deki bazı anlatımlarla da uyuşmaktadır. İncil’de; Hz. İsa’nın, ikiyüzlü Yahudi din adamlarına karşı halkı uyardığı sıkça vurgulanır. Bu konudaki bir uyarı şöyledir:

“Yazıcılar ve Ferisiler (İncil’de Yahudilere ve hahamlara verilen isim) Musa’nın kürsüsünde otururlar; bundan sonra size söyledikleri bütün şeyleri yapın ve tutun; fakat onların işlerine göre yapmayın; çünkü söylerler ve yapmazlar. Onlar bütün işlerini insanlara hoş görünmek için yaparlar. Çünkü onlar hamaillerini genişletip, esvaplarının saçaklarını büyük yaparlar; ziyafetlerde üst yeri, ve havralarda baş yerleri… Ve insanlar tarafından rabbi diye çağrılmayı severler.” (Matta Bölümü, 23/2-7)

İsrail; günümüzde dahi, Siyonist ideolojinin etkisi altında kalan bazı hahamların sapkın telkinleri doğrultusunda yönetilmeye çalışılmaktadır. Öte yandan İsrailli hahamlar içinde de Siyonist ideolojiye şiddetle karşı çıkan, Siyonizm’in neden olduğu vahşeti her fırsatta kınayan, tüm İsrail halkını hoşgörüye, barışa ve uzlaşmaya davet eden pek çok samimi insan da bulunmaktadır. Ne var ki İsrail’de Siyonizm’i benimseyen hahamların sayısı da oldukça fazladır ve Muharref Tevrat’ın uygulanmasından da, yine bu hahamlar sorumludur. Bugün İsrail Parlamentosu olan ve “ibadethane” anlamına gelen Knesset‘te kararlar genellikle bu hahamlara danışılarak alınmaktadır. Aslında “Kâhinler” olarak anılan hahamlar, Yahudi topluluklarına Tevrat’tan önce de hâkim olan bir sınıftı. Batı Sami ırkından gelen Yahudiler, diğer Batı Sami topluluklarıyla ortak bir dine mensuplardı. Hahamların söz konusu bu etkileri diğer birtakım bâtıl inançlarda olduğu gibi, Yahudiliğe atalarının dininden gelen bir gelenek konumundadır. “Musa ve Yahudilik” adlı kitabında Hayrullah Örs, “İsrailoğulları’nın dinlerini anlamak için onların daha önceki inançları hakkında biraz bilgi verilmesi lazımdır” diyerek bu eski bâtıl dinin birtakım özelliklerini anlatır.

Diğer bir bölümde ise, Hayrullah Örs, Kenan şehirlerindeki bu sapkın inançta yer alan Kralların kutsallığı ve Kralların kâhin unvanı taşımaları konusunda şunları aktarmıştır:

“Kenan şehir devletlerinin çoğunda Kral kutsal bir varlıktı. Memleketin mutluluğu ve bereketi ona bağlıydı… İsrailoğulları, kutsal Krallık düşüncesini Kenanilerin örneğince sürdürmüşlerdir. Papaz (haham) sınıfının oldukça gelişmiş olduğu anlaşılmaktadır. Şunu da kaydedelim ki, Ugarit metinlerinde papazlara (hahamlara) İbranice’deki gibi ‘Kohen’ unvanı verilmektedir.”[6]

Kitab-ı Mukaddes’in ilk kısmını oluşturan Eski Ahit ya da Tevrat, toplam 39 kitaptan ibarettir. Bunlardan ilk beş kitap olan Tekvin, Çıkış, Levililer, Sayılar ve Tesniye, Hz. Musa’ya verilen, ancak daha sonra hahamlar tarafından bozulmuş olan bölümlerdir. (En doğrusunu Allah bilir.) İçindeki tutarsızlık ve mantık bozuklukları (Örneğin, beşinci bölüm olan Tesniye’de, Hz. Musa’nın ölümü ve gömülüşünün anlatılıyor olması gibi), bu ilk beş kitabın da Hz. Musa’ya indirilen vahiylere değil, hahamların ifadelerine dayandığını göstermektedir.

“Rabbin sözüne göre Rabbin kulu Musa orada, Moab diyarında öldü. Ve Moab diyarına Beyt Peor karşısındaki derede onu gömdü.” (Tesniye Bölümü, 34/5-6)

Bundan sonraki 34 bölüm ise, asırlar boyunca Kitab-ı Mukaddes’e parça parça eklenmiştir. “Yahudi Tarihi” adlı kitabın yazarı olan H. Hirsch Graetz, Tevrat’ın değiştirilmesi ile ilgili olarak şunları söylemektedir:

“Tevrat’ın kanunlarına tam riayeti sağlamak üzere ileri gelen ailelerin temsilcilerinden, başında Büyük Kohen’in (Başhaham) bulunduğu Yetmişler Meclisi’ni kurdular. Bu meclis, İsrail Devleti’nin yıkılışına kadar devam etti. Bunlar, kitabın en eski karakterli harflerini değiştirip zamanlarına uydurdular. Gençlerini yetiştirmek için dini okullar açtılar. Bu okullardaki öğretmenlere ‘Soferim’ (yazıcılar) denilirdi. Soferim’in iki vazifesi vardı: Tevrat’ı açıklamak ve bunun cemiyet ve fert tarafından tatbikini sağlamak. Soferimler, Tevrat’ın beş kitabından başka, nebilerin sözlerini de kitaba ek olarak yazdılar ki, isimlerini bu çalışmalardan almışlardır… Bu arada bazı müelliflere göre İsrailli olmayan yabancı asıllı bazı kitaplar da İsrailleştirilerek kitaba eklendi.” (Tesniye Bölümü, sf.46)

Prof. Dr. Hikmet Tanyu ise, “Tarih Boyunca Yahudiler ve Türkler” adlı kitabında, hahamların Tevrat’ı değiştirmeleriyle ilgili olarak şunları vurgulamıştır:

“Hz. Musa, MÖ XIII. yüzyılda yaşamasına rağmen, yakın zamanlara kadar elde bulunan en eski İbrani el yazması nüsha MS VII. ve X. yüzyılda yazılmış bir kaynaktır. Tesniye (Tevrat’ın beşinci bölümü), MÖ 621 veya 622 yıllarında Kudüs’teki Süleyman Mabedi’nde kâhinler tarafından bulunduğu belirtilerek Kral Yoşiya’ya sundukları bir kitap olup Musa’nın ölümünden, gömülmesinden ve onun için tutulan yastan bahseder. Hz. Musa zamanında bulunmayan birçok âdetlere, davranışlara değinir. Önceki kitaplarda geçen bazı şeriat kanunlarını tekrarlar, insanların birbirlerine ve Tanrı’ya karşı nasıl davranmaları gerektiğini anlatır.”[7]

Yahudiliğe göre Tevrat’ın beş kitabının kelime kelime Yahova tarafından bildirilmiş olup, Tanrı kelâmı olduğu iddia edilmektedir. Oysa ki, Hz. Musa’nın yaşadığı tarih bile kesinlikle tespit edilmiş değildir. Tahminen XV. yüzyıldan başlayarak genellikle XIII. yüzyılda yaşadığı ve ortalama MÖ 1250 yıllarında İsrailoğulları’nı Mısır’dan çıkardığı ileri sürülmektedir. Tanah’ın (39 kitabın hepsine birden verilen isim) tamamlanması ise MÖ (1200-100) yılları arasında ve bin yıldan fazla bir zamana uzamış ve muhtelif yazarlar tarafından telif, derleme ve birleştirme işine teşebbüs edilmiştir.[8]

Türkiye’deki Musevi vatandaşlarımızın yayınladıkları Şalom gazetesinde ise, bu konuyla ilgili şu ifadeler yer almaktadır:

“Yıllardır araştırmacıların merak konusu olan ‘Kutsal Kitabı kim yazdı?’ sorusu uzun bir listenin çıkmasına neden olmaktadır. Bu sayılan listeye aday olarak katılabilecek iki isim daha öne süren Amerikalı Profesör Richard Friedman’ın bu konudaki kitabı önümüzdeki günlerde Londra ve New York’ta yayımlanacaktır. Friedman’a göre peygamberlerden Yeremiah ve havarisi Baruh Ben-Neriya Kutsal Kitabın ilk beş bölümünü kaleme almışlardır. İsrailli uzmanlar önerinin üzerinde düşünmeye başlamışlardır.”[9] haberinden yıllar sonra; “Kitabı Mukaddes’i Kim Yazdı?” kitabı, Richard Elliott Friedman tarafından kaleme alınmış ve 2005 yılında, Doç. Dr. Muhammet Tarakçı tarafından Türkçe derlenip Kabalcı Yayınları tarafından basılmıştır.

Hayrullah Örs ise, “Musa ve Yahudilik” adlı kitabında Tevrat’ın tarih boyunca birçok değişikliğe uğradığını anlatmaktadır:

“Eski Ahit, özellikle Tevrat (Musa’nın 5 kitabı, Tekvin, Çıkış, Levililer, Sayılar, Tesniye), Yahudiler ve Hristiyanlarca, yakın zamana kadar Tanrı’nın Hz. Musa’ya doğrudan doğruya yazdırdığı kitap olarak sanılmaktaydı. Ama iki yüzyıldan beri yapılan incelemeler, bunların çok yeni diyebileceğimiz zamanlarda yazıldığını ve çeşitli maksatlarla tarih boyunca değişikliklere uğratıldığını ispatlamıştır.”[10]

Görüldüğü gibi, Hz. Musa’ya gönderilen Tevrat, bazı hahamların elinde, Yahudilerin kendi çıkarlarına ve Siyonist amaçlarına uygun olarak değiştirilmiş ve Hak kitap olma niteliğini kaybetmiş bulunmaktadır. Böylece yapılan tahrifatlar neticesinde, Allah, ahiret, cennet ve cehennem inancında çeşitli sapkın açıklamaların yer aldığı bir kitap ortaya çıkmıştır. Bu tahrifatların en temel özelliklerinden birisi ise, Yahudi halkının bâtıl gelenekleri doğrultusunda belli kesimlere menfaat ve üstünlük sağlayacak birtakım açıklamalardır. Bu açıklamalar bir kısım Yahudilerin geleneksel üstün ırk ve dünya hâkimiyeti konularındaki ihtiraslarını kamçılamış, yaptıkları katliamlara, haksızlıklara ve ahlâk dışı tavırlara meşru bir zemin hazırlamıştır. Böylece Muharref Tevrat’ın bazı kısımları, Hak dini anlatan bir kitap olmaktan çıkarak, bazı Yahudi hahamların ideolojilerini yansıtan bir kitap halini almıştır.

“Tanrı’ya inanmak Yahudiliğin temel başlangıç noktası değildir. Resul Jeremiah bile İsrail’in başkaldırısını, Tanrı’nın ağzından şöyle anlatır: ‘Beni terk ettiler ve kanunlarımı uygulamadılar.’ Eski hahamların bu sözü yorumlama şekli ise ‘İnançlarından vazgeçsinler ama kanunları uygulasınlar’ olmuştur.”[11]

Kur’an’da ise dini kendi çıkarları için kullanarak yalanlayanlar için Allah şöyle buyurmaktadır:

“Yazıklar olsun! (Tevrat ve İncil’i) Kitabı kendi elleriyle (bozup uydurma şeyler) yazdıktan (Kur’an’ın ayetlerini de yanlış yorumlayıp çarpıttıktan) sonra değersiz (dünya menfaatleri) karşılığı satmak (ve güçlü kesimlere yaranmak) için: ‘Bu Allah katındandır’ diyenler (yok mu;) işte yazıklar olsun elleriyle yazdıklarından ötürü böylelerine; ve kazandıklarından dolayı vay onların haline! (Ki onların bir kısmını tanıyorsunuz.)” (Bakara Suresi: 79)

“Kendilerine Tevrat yükletilip de (ilim sahibi olduktan) sonra, onu (Kitabullahın emirlerini, hikmet ve hükümleriyle gereği gibi) yüklenip yerine getirmemiş (ve İlahi buyruklara göre amel etmemiş) olanların durumu, koskoca kitap yükü taşıyan eşeğin durumu gibidir. (Böyle ağır kitap yükü altında yaşamak, külfet ve zahmet dışında merkebe ne fayda verir?) Allah’ın ayetlerini yalanlayan kavmin durumu ne kötüdür. Allah, zalim bir kavmi hidayete erdirmeyecektir.” (Cum’a Suresi: 5)

 


[1] Karl Popper’in Bilim Felsefesi ve Siyaset Kuramı, Bryan Magee, sf.137

[2] Masonluk Nedir ve Nasıldır?, Murat Özgen Ayfer, İstanbul, 1992, 5.298-299

[3] Ancient Secret Tradition, Secret Societies And Subversive Movements, Nesta Webster, Boswell Co. Ltd., London, 1924

[4] New Age, sf. 31

[5] Selamet Mahfili, 4. Konferans, sf.48

[6] Musa ve Yahudilik, Hayrullah Örs, sf.27

[7] Tarih Boyunca Yahudiler ve Türkler, Prof. Dr. Hikmet Tanyu, sf.40

[8] Tarih Boyunca Yahudiler ve Türkler, Prof. Dr. Hikmet Tanyu, sf.47

[9] Şalom, 13 Mayıs 1987

[10] Musa ve Yahudilik, Hayrullah Örs, sf. 34-35

[11] Şalom, 8 Mart 1989

0 0 votes
Değerlendirmeniz

Makale Paylaşım Sayısı: 

Osman ERAYDIN

Osman ERAYDIN

Yorumu Takip Et
Bildir
guest
9 Yorum
En Yeniler
Eskiler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments
Belemir Bircan

En’am 123..
Allah bu konuda ayetlerde şu şekilde buyurmaktadır:

“Böylece her kentin ve ülkenin ekâbirini (zenginlerini ve idarecilerini) oranın mücrimleri (kötüleri) kıldık (ve bir müddet fırsat tanıdık) ki, orada (halka) hile yapsınlar (ve şeytani düzenler kursunlar!..) Halbuki onlar aslında kendilerinden başkasına hile yapmıyorlar, (kendi sonlarını hazırlıyorlar) ama farkında değillerdir.” (En’am Suresi: 123)

Osman Nuri

Milli Çözüm’ün Farkı ; temel konularda öncü olma rolünü ihmal etmemesi.
Şuan ülkemizde ve tüm dünyada insanlığı : Terörle – Fikir Kirlenmesi ile ( sinema vb ile) – Kurduğu Ekonomik ve Siyasi Düzenle – İşbirlikçi Hükümetler İşbirlikçi İşadamları ve İşbirlikçi Medyayla 4 koldan ifsat eden bu dünya siyonizmini anlamadan bu teşhisi yapmadan tedavi ortaya koyamayız gerçeğinden hareketle bu KABALA, MASONLUK VE SİYONİZM İLİŞKİSİ konusunu anlamadan kavramadan her yaptığımız icraatlar EVCİLİK OYNAMAKTAN öte gitmeyeceği için Milli Çözüm DEF-İ MEFASİD CELBİ MENAFİDEN EVLADIR mecelle de geçen Kaide gereği önce Kötülüğün Merkezini bizlere tanıtmadan İYİLİĞİN HAKİM OLMASI mümkün olmayacağını bir kere dsha bu makaleyle hatırlattığı için Milli Çözüm’e ve emeği geçen yazarımıza minnettarız…

Necati

ŞEYTAN’IN KİTABI KABALA, ELÇİSİ DECCAL-SÜFYAN, DİNİ SİYONİZM, TARİKATI MASONLUKTUR.
Şeytanlar, gerçeği tersine çevirerek pervasızca yalan ve iftira düzmekten çekinmeyen, günaha ve riyakârlığa yönelenlere saptırıcı şeyleri ilham ederler, onları hayali kuruntulara sevk ederler.
Kabala Şeytanların saptırıcı ilhamlarından meydana gelmiştir.
Şeytan taraftarı; Hakkın sözlerini konuldukları yerlerden İlahi hedef ve hikmetlerinden saptırıp kaydırarak Hakk Dinde tahrifata girişmişler, Kutsal Kitabın kelimelerine farklı ve aykırı manalar yüklemişler, Tevrat ve İncil’i kendi elleriyle bozup uydurma şeyler yazmışlar, Kur’an’ın ayetlerini de yanlış yorumlayıp çarpıtmaya çalışmaktadırlar.
Kötü maksatlı ve palavracılar Şeytanlara kulak verir ve bilerek yalan söylerler.
Siyonistler ve işbirlikçi hainler, her türlü hayırla ilişkisi kesilmiş inatçı Şeytana kulluk yapmakta ona yalvarıp durmaktadırlar.
Şeytanlar ve şeytanlaşmış insanlar İslamiyet ve istikamet yolu üzerine oturup tuzak kurmaktadırlar. Her dönemdeki en haklı ve hayırlı davanın ortasında pusu kurup dururlar.
Şeytan, kendi taraftarlarına yalan söyleyip aldatmakta ve boşuna umutlandırmaktadır.
Siyonistler ve işbirlikçi hainler Şeytanın taraftarlarıdır.
Siyonistler ve işbirlikçi hainler Şeytanın adımlarını izlemektedirler
Şeytan onları derin ve dönüşü olmayan bir sapkınlığa sürüklemiştir.
Şeytan onları saptırarak boş kuruntulara ve hayallere kaptırıp günahlara sokmaktadır.
Şeytanların anlattıklarına uyup sihir ilmiyle küfre ve kötülüğe yönelmişlerdir.
Allah’a ve ahiret gününe inanmamaktadırlar.
Batıl inançlara ve davranışlara sapmışlardır.
Allah’ın yaratışını değiştirip bozmaya çalışmaktadırlar.
İnsan tabiatına ve fıtrat dini olan İslam’a uymayan düşünce ve düzenlere kapılmışlardır.
Haramları helâl, helâlleri haram saymaktadırlar.
Cehalet ve şehvetle sapıtmış ve azıtmışlar şeytanlaşmış kimselerin peşine takılıp giderler.
Batıl işlerde, boş eğlencelerde ve vehimler peşinde gafil ve şaşkın gezinirler.
Yapmadıkları ve yapamayacakları şeyleri söyler, uydurma hayal ve heveslerle kendilerini ve çevrelerini aldatır ve övünürler.
Hayırdan hoşlanmazlar ama mallarını, insanlara gösteriş olsun diye harcarlar.
İmkân ve fırsatlarını haram ve haksız yolda ve boşa harcarlar.
[i][b]“(Halbuki, gerçekten) İman edenler; Allah yolunda (Hakk ve adalet hâkim ve Müslümanlar galip olsun diye) çarpışıp çırpınırlar. İnkâr edenler (ve münafık kimseler) ise, tağut yolunda (şerli ve şeytani odakların zulüm ve sömürü düzenleri sürsün diye) çırpınıp çarpışırlar. O halde siz (mü’minler iseniz); şeytanın dostları olan (inkârcılar ve münafık)larla çarpışın. Ve kesinlikle (bilin ki) şeytanın hile ve tuzağı pek zayıf (ve temelsizdir.)”[/b][/i] (Nisâ Suresi76. Ayet)

Mus ab

Milli Çözüm işin aslını özünü gerektiği zamanda itiraz edilemez nitelikte sunmaktadır.
“KABALA, MASONLUK VE SİYONİZM İLİŞKİSİ” makalesinde gecen öz bilgiye “binlerce sayfa okumadan” ulaşmak mümkün değil. Öz bilgiyi çıkarmanın yanında şuan gerekli olan bilgileri deryalar içinde bulup çıkarmak için hikmet ve çok ciddi bir gayret de gerektiği görülmektedir.

Sayısız eşsiz çalışmayı insanlığın kurtuluşuna vesile olması adına sunduğunuzdan dolayı başta Üstad Ahmet Akgül Hocamıza ve tüm emeği geçenlere yürekten teşekkür ediyoruz.

Mehmet S.Pınar

Ve Son Cümleye bağlantı olarak!
Salt bilgi ile asla, Cennete girilemeyecektir.

Mehmet Çelik

Ya Rabbi Senin Vadin Haktır ,Mutlaka Gerçekleşecektir,Bizlerin Eliyle Gerçekleşmesini Nasip Et İnşallah
İsrâ 4
Biz Kitapta (Levh-i Mahfuz’da -kader programında-, olacakları önceden bildiğimizden) İsrailoğullarına şu hükmü verip (kararlaştırdık): “Muhakkak siz yer(yüzün)de iki defa (çok yaygın ve azgın bir fesatlıkla) bozgunculuk çıkaracaksınız ve muhakkak büyük bir kibirleniş-yükselişle böbürlenip şımaracaksınız. (Ekonomik, askeri ve siyasi gücü ele geçirecek ve bölgeye hükümran olacaksınız. Ne var ki bununla şımaracak; haksızlığa ve ahlâksızlığa başlayacaksınız.)”(isra 4)

İsrâ 5
Nitekim (bunlardan) ilk vaid (birinci azgınlığınızı cezalandırma vakti) geldiği zaman güç ve şiddet sahibi kullarımızı (İslam kaynaklarında Buhtunnasr, Batılılarca Nabukadnezar denen komutanı ve ordularını) üzerinize gönderdik de sizi evlerin aralarına kadar girip araştırıp (buldular, yurtlarınızı ve zulüm saltanatlarınızı yıktılar). Bu yerine getirilmesi gereken bir sözdü (ve tarihte aynen gerçekleşmiş bulunmaktaydı.)

İsrâ 6
Sonra size tekrar “güç ve kuvvet sağlayıp (insanların) üzerine geri döndürmüş olacağız”, size mallar ve çocuklarla destek çıkacağız, (karşılıksız dolarla ve masonik organizasyonlarla Siyonist sömürü saltanatını kuracaksınız) ve sizin cemaat ve teşkilatınızı da (etkinleştirip) çoğaltacağız. (Örneğin, BM ve NATO gibi kuruluşları güdümünüze alıp söz sahibi olacak ve kötü amaçlarınız için kullanmaya kalkışacaksınız!..)

İsrâ 7
İşte (böyle bir durumda) şayet iyilik (ve adalet) ederseniz, kendi nefsinize (ve menfaatinize) iyilik olacaktır. Yok, eğer kötülük (ve zulüm) ederseniz, o da kendi aleyhinize (sonuçlar doğuracaktır. Ama siz maalesef yine zulüm ve kötülük yoluna sapacak, elinizdeki ve emrinizdeki imkân ve iktidarları Siyonist hayallerinizi ve şeytani niyetinizi gerçekleştirmek için korkunç bir haksızlık ve ahlâksızlık yolunda kullanacaksınız. Dünya’yı savaş ve soygun alanına çevirecek ve insanları birbirine kırdıracaksınız.) Arkasından bu sonuncu (sapkınlık ve şımarıklığınızı cezalandırma) zamanı gelince, size öyle (Mü’min ve Mücahit kullarımızı göndereceğiz ki), yüzlerinizi kötüleştirsinler (servet ve saltanatınızı yıkıp sizi dize getirsinler, yüzlerinizi yere sürdürsünler) ve ilk kez girdikleri (Buhtunnasr veya Hz. Ömer döneminde Kudüs’ü fethettikleri) gibi tekrar yine Mescid’i (Aksa’ya) girsinler ve ele geçirdikleri (hainleri, katilleri ve mel’ânet merkezlerini) mahvu perişan etsinler. (Böylece Siyonist saltanatınıza son versinler ve İsrail denen beşeriyet bünyesindeki kanser urunu kesip temizlesinler. Ey Beni İsrail, bu Allah’ın va’adi ve tehdididir ki, mutlaka yaşayacaksınız!)

Mustafa yaprakcı

Siyonizm.
Her fırsatta yok dış güçler, yok siyonizm diyenlere: her “Her taşın altında siyonizmi aramıyoruz, siyonizm hiçbir taşın altını boş bırakmıyor” Prf. Dr. NECMETTİN ERBAKAN

Mücahid Halil Akyüz

Kim bu Yahudiler?
Yahudilik İbrahim’i geleneğe bağlı monoteist(tektanrıcı) din grubu içinde yer alır. Bu grubun ise en eski üyelerindendir. Yahudilik, yayılımı, ibadet tarzı ve birçok esasları gibi bir dünya dini özelliğine sahip olsa da, inanç sistemi açısından bir din olmadan ziyade bir hayat tarzını ve dini-millet kimliğini gösterir. Yahudilik pek çok teolojik, etik ve pratik kural noktasında İslam ve Hristiyanlık dini ile benzerlik göstermektedir. Mesela bunlar ortak ve tek kitap, tek tanrı inancı, vahiy inancıdır. Yahudiliğin en önemli özelliklerinden biride temelinde etnik ve dini unsurları bulundurmasıdır. Zira Yahudilerin başlangıcını oluşturan İsrail kavmi, belli bir nesebin (Yakupoğulları/İsrail oğulları) tanrının seçimi ile seçilmiş kutsal bir topluluk olduğu ifade edilir. İbrani topluluğu içinde ‘Yahudilik Tanrı’nın Yahudiler için takdir ettiği dindir’ şeklindeki sözde görülür. Yahudiliğin diğer önemli bir özelliklerin den biride İnançtan çok pratiğe vurgu yapmasıdır. Belli bir Amentü ve inanç merkezinden ziyade eylem ve gelenek dini olmasıdır. Yahudilik kitabi bir din olmasına rağmen Yahudi din âlimlerinin, Rabbani gelenek kanalı ile yorumlanmış ve yorumlanmaya devam etmektedir. Yahudiliği farklı kılan başka bir özellik ise Tanrı-İsrail ilişkisidir. Tanrı’nın İsrail’i kendi kavmi olarak seçmesi şeklinde ortaya konulan öğreti ile buna bağlı ahid-kutsal toprak-kurtuluş öğretileri ortaya koyulmuştur. Bu unsurlar Yahudiliğin merkezinde bulunan unsurlardır. Yahudilik bireyden çok toplum fikrini esas alır. Kısacası Yahudilik kutsal vahyi olan Tevrat’ı, kutsal kavmi olan İsrail’e vermesi ya da Tevrat’ı Tanrıdan alıp kabul etmesiyle(Sina ahdi-vahyi)başlayan ve merkezde bu hadiselerin barındığı bir inanç oluşumudur. Tamamen amentü merkezli inanç anlayışının olmayışından dolayı Yahudilik kendi içinde birçok farklı gruba ayrılmıştır.(Ortodoks, Hümanist, Liberal vb.)

Tarihin en eski toplumlarından kabul edilen Yahudilerin geçmişinin MÖ 2000’li yıllara uzandığı var sayılır. Kendi inançlarına göre Yahudiler, Kenan diyarı olarak bilinen topraklar da yaşayan bir kabileden gelmektedirler. Kenan Diyarı, İsrail, Ürdün ve Suriye’yi de kapsayan ve bu gün ki Orta Doğu’nun oldukça büyük bir bölümüne verilen bir isimdir.

Yahudiliğin kökenleri ilk İbrani atası kabul edilen Hz. İbrahim’e ve ondan sonra gelen iki İbrani atası olan, Hz. İshak ile Hz.Yakub’a dayandırılmaktadır. Çeşitli tarih kaynakları ve tefsir kitaplarına göre, Kenan diyarında putperest bir toplumun yaşadığı ve Hz İbrahim’in onlara hakkı tebliğ etmiştir. Hz. İbrahim’in oğlu Hz. İsmail Mekke’de, ikinci oğlu Hz. İshak Kenan’da kalmıştır.

Allah Kuran’da Hz. İbrahim’in oğullarından bir kısmının Beyt-i Haram’ın yakınlarına yerleştiğini bildirmektedir ve tefsir kitaplarında bu mekânın Mekke Vadisi olduğu belirtilir:

(İbrahim;) “Rabbimiz gerçekten ben, çocuklarımdan bir kısmını (Hz. İsmail’i ve annesi Hacer’i) Beyt-i Haram (Kutsal Ev’in-Kâbe’nin) yanında, ekini olmayan (ıssız ve çorak) bir vadiye yerleştirdim; Rabbimiz, dosdoğru namazı kılsınlar (ve devamlı ihtiyaç duyup Sana yalvarsınlar) diye (öyle yaptım), böylelikle Sen, insanların bir kısmının kalplerini onlara ilgi duyar kıl ve onları (dünyanın her tarafında yetişen çeşitli) ürünlerden rızıklandır. Umulur ki şükrederler.” (İbrahim 37)

Kenan diyarında kalan Hz. İshak’ın oğlu Hz. Yakup ise, oğulları ile birlikte Mısır’a göç etmiştir. Hz. Yakup’un bir diğer adı ‘İsrail’dir’ bu nedenle soyundan gelenler İsrailoğulları olarak anılır. İsrailoğulları Yahudi toplumunun bir diğer adıdır. Yahudiler Hz. Yakup’tan Hz. Yusuf’a kadar huzur ve güvenlik içinde yaşamışlardır. Ancak Hz. Yusuf’tan sonra çok sıkıntılı ve çetin bir süreç başlamıştır. Putperest Firavun dönemine gelindiğinde ise kölelik durumuna kadar düşmüşler, Firavun en ağır işlerde çalıştırmış, çeşitli işkencelere maruz bırakmıştır. İşte bu karanlık ve sıkıntılı dönemde Allah, İsrailoğulları’na bir nimet ve kurtuluş nimeti olan Hz. Musa’yı elçi olarak göndermiştir. Hz. Musa ile bu kavime, Firavunun zulmünden kurtulacağını müjdelemiştir. Firavunun istemese de, Cenabı Hakkın izni ve yardımı ile MÖ 1250 li yıllarda Mısır’dan göç etmişlerdir. Hz. Musa ile birlikte Mısır’dan çıkan Yahudiler, 40 yıl kadar bir süre Sina Yarımadası’nda kaldıktan sonra Kenan Diyarının doğusuna yerleştiler. Tarihçilerin görüşlerine göre MÖ 1000’lerde Hz. Davut, İsrail soyunun yönetimine geçti ve güçlü bir krallık kurdu. Onun oğlu olan Hz. Süleyman döneminde ise İsrailoğulları, teşbihte hata olmasın Altın Çağ’larını yaşadılar. İsrail’in sınırları Güney’de Nil Nehri’nden, Kuzeyde Fırat Nehrine kadar uzanıyordu. Bu dönemde Hz. Süleyman’ın emriyle, Kudüs’ün Eski Şehir ’deki Tapınak Dağı’nda görkemli bir saray aynı zaman da mabet inşa edildi. Süleyman Mabedi ismini, yapımı için emrini veren Hz. Süleyman’dan almıştır. Hz. Süleyman’ın vefatının ardından Allah İsrailoğullarına daha pek çok peygamber gönderdi, İsrailoğulları kibirli karakterlerinden dolayı kendilerine gönderilen peygamberleri dinlemediler ve isyankâr davrandılar. Geçmiş tarihlerde olduğu gibi, aynı şekilde İsrailoğulları için tekrardan zulüm dönemi başladı. İsrail Krallığı bölündü ve putperest krallıklar tarafından işgal edildi. Filistin’e hâkim olan en büyük krallık Roma oldu. Allah, İsrailoğulları’nın bunca azgınlık, kibir ve hasetlerine rağmen, bir kez daha batıl inançlarından vaz geçmeleri için Hz. İsa’yı görevlendirdi. Roma egemenliğinde ki Filistin’de, İsrailoğullarını bir kez daha hakka çağırdı. Çok az Yahudi ona inandı ve geri kalanlar ise azgınlığa devam etti…

İsrailoğullarından inkâr edenlere (ve sürekli kötülüğü planlayıp yürütenlere) Davud ve Meryem oğlu İsa diliyle lanet edilmiştir. Bu, (hidayetlerinin kararması ve lanete uğramaları, İlahi hükümlere) isyan etmeleri ve haddi aşıp (İslami ölçüleri değiştirmeleri) sebebiyledir. Maide 78

Tarihin eski topluluklarından kabul edilen Yahudiler, tarihi olarak incelendiği zaman önümüze sayfalar dolusu belge çıkar. Bundan dolayı tarihçiler Yahudi tarihini incelerken kolay ve anlaşılır olması için, beş dönem şeklinde ele almışlar, bu dönemler;

A-) Kutsal Kitap Dönemi

B-) İkinci Mabed Dönemi

C-) Talmud Dönemi

D-) Ortaçağ Dönemi

E-) Modern Dönem

Mücahit Dinç

İbrahim 47 Sakın ha, Allah’ı; elçilerine (ve Hakk davetçilerine) verdiği sözden (ve zafer va’adinden) dönecek sanma(yın). Gerçekten Allah Azîz’dir, İntikam sahibidir. (Ey zalimler ve hainler, sizin de zulüm ve hıyanetlerinizin hesabını soracak, saltanatın
İsrâ 4
Biz Kitapta (Levh-i Mahfuz’da -kader programında-, olacakları önceden bildiğimizden) İsrailoğullarına şu hükmü verip (kararlaştırdık): “Muhakkak siz yer(yüzün)de iki defa (çok yaygın ve azgın bir fesatlıkla) bozgunculuk çıkaracaksınız ve muhakkak büyük bir kibirleniş-yükselişle böbürlenip şımaracaksınız. (Ekonomik, askeri ve siyasi gücü ele geçirecek ve bölgeye hükümran olacaksınız. Ne var ki bununla şımaracak; haksızlığa ve ahlâksızlığa başlayacaksınız.)”

İsrâ 5
Nitekim (bunlardan) ilk vaid (birinci azgınlığınızı cezalandırma vakti) geldiği zaman güç ve şiddet sahibi kullarımızı (İslam kaynaklarında Buhtunnasr, Batılılarca Nabukadnezar denen komutanı ve ordularını) üzerinize gönderdik de sizi evlerin aralarına kadar girip araştırıp (buldular, yurtlarınızı ve zulüm saltanatlarınızı yıktılar). Bu yerine getirilmesi gereken bir sözdü (ve tarihte aynen gerçekleşmiş bulunmaktaydı.)

İsrâ 6
Sonra size tekrar “güç ve kuvvet sağlayıp (insanların) üzerine geri döndürmüş olacağız”, size mallar ve çocuklarla destek çıkacağız, (karşılıksız dolarla ve masonik organizasyonlarla Siyonist sömürü saltanatını kuracaksınız) ve sizin cemaat ve teşkilatınızı da (etkinleştirip) çoğaltacağız. (Örneğin, BM ve NATO gibi kuruluşları güdümünüze alıp söz sahibi olacak ve kötü amaçlarınız için kullanmaya kalkışacaksınız!..)

İsrâ 7
İşte (böyle bir durumda) şayet iyilik (ve adalet) ederseniz, kendi nefsinize (ve menfaatinize) iyilik olacaktır. Yok, eğer kötülük (ve zulüm) ederseniz, o da kendi aleyhinize (sonuçlar doğuracaktır. Ama siz maalesef yine zulüm ve kötülük yoluna sapacak, elinizdeki ve emrinizdeki imkân ve iktidarları Siyonist hayallerinizi ve şeytani niyetinizi gerçekleştirmek için korkunç bir haksızlık ve ahlâksızlık yolunda kullanacaksınız. Dünya’yı savaş ve soygun alanına çevirecek ve insanları birbirine kırdıracaksınız.) Arkasından bu sonuncu (sapkınlık ve şımarıklığınızı cezalandırma) zamanı gelince, size öyle (Mü’min ve Mücahit kullarımızı göndereceğiz ki), yüzlerinizi kötüleştirsinler (servet ve saltanatınızı yıkıp sizi dize getirsinler, yüzlerinizi yere sürdürsünler) ve ilk kez girdikleri (Buhtunnasr veya Hz. Ömer döneminde Kudüs’ü fethettikleri) gibi tekrar yine Mescid’i (Aksa’ya) girsinler ve ele geçirdikleri (hainleri, katilleri ve mel’ânet merkezlerini) mahvu perişan etsinler. (Böylece Siyonist saltanatınıza son versinler ve İsrail denen beşeriyet bünyesindeki kanser urunu kesip temizlesinler. Ey Beni İsrail, bu Allah’ın va’adi ve tehdididir ki, mutlaka yaşayacaksınız!)

İsrâ 8
(Ey Siyonist Yahudiler!) Umulur ki (Hakk ve adalete yönelir, küfür ve zulmü terk edersiniz diye) Rabbiniz size merhamet edip (uyarmaktadır). Fakat eğer siz yine (bozgunculuğa) dönerseniz Biz de (sizi cezalandırmaya) döneriz. Biz cehennemi kâfirler için bir kuşatma yeri (zindan) kılmışızdır.

https://www.mealikerim.com/17/isra/8

ÖZEL YAZILAR

YORUMLAR

Son Yorumlar
9
0
Yorumunuzu okumaktan memnuniyet duyarızx