SİYONİST SERMAYE BARONLARI; 80 ÜLKEYİ TÜRKİYE’DEN YÖNETİYORLARDI!
SİYONİST SERMAYE BARONLARI;
80 ÜLKEYİ TÜRKİYE’DEN YÖNETİYORLARDI!
“Türkiye yatırımlarda cazibe merkezi haline geldi.” diyenler aldanıyordu, daha doğrusu toplumu aldatıp oyalıyordu. İngiltere ve Güney Kore'den yatırım sinyali gelmesi de büyük bir tehlikeye işaret ediyordu. Bakınız, ABD'li dev Siyonist şirketler de Türkiye'yi bölgesel merkez olarak görüyordu. Amerikan şirketlerinin yüzde 20'si, 80 ülkeyi Türkiye üzerinden yönetiyordu.
2023’ün mayıs ayındaki seçimlerde AKP’nin kazandırılması; ekonomi yönetimine ve Merkez Bankası'na yapılan atamalar, Recep Tayyip Erdoğan'ın Körfez ziyaretlerini yoğunlaştırması, Türkiye'yi gerek portföy gerekse doğrudan yatırımlarda cazibe merkezi haline getirdiğini savunanlar, bir gerçeği ıskalıyordu; iş bilir sanılan iş birlikçi iktidar eliyle Türkiye, Afrika ve Asya’daki İslam ülkelerinin rahat sömürülmesine taşeronluk yapıyordu.
Borsa İstanbul'da yabancı yatırımcıların 7 hafta art arda kesintisiz alım yaparak 7 yıllık rekora imza atması... Endeksin 7.250 puanı aşarak tarihi zirve yapması… Türkiye'nin risk priminin (CDS) 380'le 2 yılın dibine oturması... Koç Holding'in, Yapı Kredi Bankası'ndaki 250 milyon dolarlık hisse satışına da uluslararası fonlardan 5 kattan fazla talep yağması, bu küresel Siyonist tezgâhın nasıl uygulandığını gösteriyordu.
Portföy yatırımlarının yanı sıra, doğrudan yatırımlarda da ivme yükseliyordu. MNG Kargo, DHL tarafından satın alınırken, TotalEnergies de Rönesans Enerji'ye ortak oluyordu. Öte yandan ABD ile yıllık bazda 31,3 milyar dolara ulaşan ticaret hacminin 100 milyar dolara çıkarılması için gözler 19-20 Eylül tarihlerinde yapılacak 13'üncü Türkiye Yatırım Konferansı'na çevriliyordu. Başkan Erdoğan’ın burada Fortune 100'de yer alan 25 Amerikalı Siyonist sermaye şirketinin CEO'ları ile bir araya geleceği konuşuluyordu. Birleşik Krallık İhracat Bakanı Malcolm Offord, Türkiye'de daha fazla İngiliz yatırımı görüleceğinin işaretini verirken, Güney Kore Dışişleri Bakanı Park Jin ise, Türkiye'yi Avrupa'daki en önemli ekonomik ortaklarından biri olarak gördüklerini açıklıyordu!?
Türkiye-ABD ilişkilerinin 2023 yılında da olumlu yönde ilerlemeye devam ettiğini söyleyenler asıl gerçekleri gizliyordu. Türk Amerikan İş Konseyi (TAİK) ile Amerikan Şirketler Derneği'nden (AmCham Türkiye) yapılan ortak açıklamaya göre, Türkiye ve ABD arasındaki ticaret hacminin son 12 ayda 31,3 milyar dolar düzeyine ulaşması, aslında bağımlılığımızın arttığını gösteriyordu. AmCham Türkiye Yönetim Kurulu Başkanı Tankut Turnaoğlu, AmCham Türkiye olarak, Türkiye ekonomisine yıllık 60 milyar dolar katkı sağlayan 125 ABD merkezli şirketi temsil ettiklerini ve ana hedeflerinin Türkiye'yi global pazarlara taşıyan bir güç olmak olduğunu belirterek, Siyonist sermayenin dünyayı sömürmek için Türkiye’yi kullandığını saklıyordu. Turnaoğlu, "Türkiye, dünya genelinde az sayıda ülkenin sahip olduğu bir potansiyeli taşıyor. ABD firmalarının devam eden yatırımları da bu görüşü destekliyor" diyordu. Türkiye'de bulunan Amerikan şirketlerinin bir bölümünün Türkiye'yi bölgesel bir merkez olarak konumlandırdığını belirten Turnaoğlu, "Yaklaşık 20 üyemiz, Türkiye'den 80'e yakın ülkeyi yönetiyor" şeklinde konuşarak ağzındaki baklayı çıkarıyordu.
TAİK Başkanı Mehmet Ali Yalçındağ da, NATO Zirvesi'nin Türkiye-ABD ilişkilerinde yeni bir süreci başlattığını belirtip, "100 milyar dolarlık ticaret hacmi hedefi için önümüzdeki dönemde atacağımız ilk adım, 19-20 Eylül tarihlerinde gerçekleştireceğimiz 13'üncü Türkiye Yatırım Konferansı olacaktır. Hazine ve Maliye Bakanımız Mehmet Şimşek'i ve Merkez Bankası Başkanımız Hafize Gaye Erkan'ı, ABD'nin önde gelen finans çevreleri ile kavuşturacağız. İkinci gününde ise Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan'ı Fortune 100'de yer alan 25 Amerikalı şirketin CEO'su ile Yuvarlak Masa toplantısında buluşturacağız" diyerek, Erdoğan iktidarı sayesinde Türkiye’ye Siyonist sömürü sermayesine taşeronluk yaptırıldığını itiraf ediyordu.
İngiliz Yatırımları da Artacakmış!
İngiltere İhracat Bakanı Malcolm Offord, müzakereleri gelecek yıl başlayacak yeni serbest ticaret anlaşmasıyla, Türkiye ile ekonomik ilişkilerin Fintech, Yeşil Enerji ve Telekom başta olmak üzere yeni sektörlerle ivme kazanacağını ve her iki ülke ekonomisi için ciddi fırsatlar gördüğünü açıklıyordu. Türkiye ile Birleşik Krallık arasındaki ticaret hacminin 2022 yılında yüzde 30 arttığı bilgisini paylaşan Offord, "Türkiye şu anda bizim en büyük 20 ticari partnerimizden birisi, 18'inci sırada ve yükseliyor da. Şu anda ticaret hacmi 23,5 milyar sterlin seviyesinde. Bu hacmin üçte ikisini Türkiye'nin Birleşik Krallık'a ihracatı oluştururken, üçte birini de Birleşik Krallık'ın Türkiye'ye ihracatı oluşturuyor" diyerek, Türkiye’nin sanayileşmesine değil, sömürülmesine çalıştıklarını söylemiş oluyordu.
Offord, Türkiye'de dijital ekonomiyi benimsemiş iyi eğitimli genç bir nüfus olduğunu ve böylece yeni jenerasyon işletmelerin ortaya çıktığını belirtiyordu. Offord, 16. Uluslararası Savunma Sanayii Fuarı'na da (IDEF'23) katıldığını ve oradaki İngiliz şirket ve KOBİ'lerin Türk şirketlerle birlikte çalıştığını ifade ederek şöyle konuşuyordu:
"Savunma sanayisindeki İngiliz KOBİ'ler ve Türk üreticiler birbiriyle oldukça iyi ilişkide. Sanayi üretiminde iş birliği yapıyorsak, bunun bir sonraki doğal adımı daha fazla yatırım yapmaya başlamak olacaktır. Türkiye'de daha fazla İngiliz Yatırımı göreceğimizi umuyorum. Birleşik Krallık'ta, deniz üstü rüzgâr enerjisi sektörüne ilgili birçok Türk yatırımcıyla bir seminer geçirdim. Burada birçok ortak nokta olduğunu düşünüyorum."
Güney Kore Dışişleri Bakanı Park Jin ise; Türkiye'de 160'a yakın Koreli şirketin faaliyet gösterdiğini belirterek, "Türkiye, Güney Kore için Avrupa'daki en önemli ekonomik ortaklardan biri" diyordu. "Kardeş ülke" olarak ilişkileri dostluğa dayanan iki ülkenin 2012'de stratejik ortaklık kurduğuna işaret eden Park Jin, Türkiye'nin, Güney Kore için Avrupa'daki en önemli ekonomik ortaklardan biri olduğuna dikkati çekerek, şunları aktarıyordu:
"Altyapı alanında iki ülke arasında Avrasya Tüneli ve 1915 Çanakkale Köprüsü gibi başarılı iş birliği örnekleri ortaya konuluyor. Karşılıklı güven olmadan iş birliğinin mümkün olmadığı savunma sanayinde, Kore'den temin edilen güç grubu (Dizel motor, otomatik şanzıman, debriyaj, vites kutusu, diferansiyel ve aks) donanımlı Altay Tankı’nın teslim töreni, bu yılın nisan ayında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın huzurunda gerçekleştirildi." diyerek toplumdan gizlenen bir gerçeği açığa vuruyordu; Altay Tankı’nın “Güç grubu donanımı”nı Kore sağlıyordu… Bir tankın motoru ve güç aktarım grupları başka ülkeden alınıyordu, ama halkımız da MİLLİ ve yerli tankımız var diye seviniyordu!
Mart 2023 itibarıyla Koreli şirketlerin Türkiye'deki yatırımlarının 3,8 milyar dolar olduğunu aktaran Park Jin, bu yatırım miktarının istikrarlı şekilde arttığını belirterek, kültüre yönelik yatırımın sanayiye yönelik yatırım kadar önemli olduğunu hatırlatıyordu. Yani Türkiye’nin kalkınmasına değil, taşeron olarak kullanılmasına çalışılıyordu!
Şimdi soruyoruz; Sn. Erdoğan’a sağlanan Rusya ve Ukrayna’dan tahıl sevkiyatına aracılık yapma, Afrika ülkelerine gezilerini yoğunlaştırma gibi roller, acaba dünyayı sömürmek için Siyonist şirketlere taşeronluk edilmesinin karşılığı mıydı? Ama Rusya, bu sefer tahıl koridorunun açılması teklifine yanaşmamıştı.
Ey hâlâ AB’ye giriş hevesinde ve ABD ile stratejik müttefiklik peşinde olan AKP ve MHP ve güya muhalefet yapan CHP kurmayları ve bunların yandaşları!.. Şu Dindar Kahraman Erdoğan iktidarı, şahsi ve siyasi hesapları uğruna bunlara tavizler verdikçe, Haçlı Batılı gâvurların daha da azgınlaştıklarını, Kur’an yakma ve camilere saldırma olaylarının arttığını ve PKK’ya daha çok arka çıkıldığını görmüyor olamazlardı. Buna rağmen bu kahredici sessizliğiniz ve tepkisizliğiniz Milli ve manevi duyarlılıklarınızın iflasını yansıtmaktadır. Maide Suresi: 57,58, 59 ve 60. ayetleri bu durumu haber verip şöyle uyarmaktadır:
“Ey iman edenler! Sizden önce kendilerine kitap verilenlerden, dininizi alay ve oyun (konusu) edinenleri ve kâfirleri dostlar (veliler-yöneticiler) edinmeyin. Ve eğer (gerçekten) inanıyorsanız, Allah'tan korkup (kâfirlere ve zalimlere yaranmaktan) sakının. (Kâfir ve zalimlerin peşine gitmekten vazgeçin.)
(Ey mü’minler) Onlar (inkârcılar ve münafıklar), siz birbirinizi namaza çağırdığınızda (ezan okunduğunda) onu alay ve oyun (konusu) edinirler. Bu, gerçekten onların akıllarını (ve vicdanlarını) kullanmayan bir topluluk olmaları yüzündendir.
De ki: ‘Ey Kitap Ehli, sizler bizim sadece (ve şeriksiz biçimde) Allah’a, bize indirilene (Kur’an’a) ve önceden indirilen (kitapların aslına) inanmamızdan ve sizin çoğunuzun da fasıklar (günaha ve haksızlığa düşkün insanlar) olmanızdan dolayı mı kızıyor, bizden gıcık alıyor (ve intikam için fırsat kolluyor)sunuz? (İşte bunun için Avrupa’nın çeşitli merkezlerinde hem de devlet izniyle Kur’an-ı Kerim’i yakıp camilere saldırıyorsunuz!.. Evet, sizin bize kininiz İslam yüzündendir.)’
Onlara de ki: ‘Allah katında, sizin için kesinleşmiş bir ceza olarak (bu huysuzluk ve huzursuzluğunuzdan) daha şerlisini (ve beterini) haber vereyim mi? (Böyleleri) Allah’ın lanet ettiği kimselerdir. Allah’ın onlara gazaplandığı ve kahrına uğrattığı kişilerdir. Ki onları maymunlara ve domuzlara çevirmiştir.’ (Maymunlar gibi Haçlı Batı’yı ve bâtılı taklit etme, onların hizmet ve himayesine girme aşağılığına düşmüşlerdir. Domuzlar gibi milli namus ve onurlarını kıskanmayan ve zalim güçlere kâhyalık yapan bir bayağılığa dönmüşlerdir.) Ve (onlar) tağuta tapanlar (haline getirilmiş, zalim ve kâfir düzenlerin işbirlikçisi durumuna itilmişlerdir.) İşte bunların mevkii (konumu) çok daha şerli (ve değersiz)dir ve Hakk yoldan daha çok sapıtıp gitmişlerdir.” (Maide: 57, 58, 59, 60)
Erdoğan İktidarı Sayesinde, Türkiye’de Faizci Bankacılık Altın Yılını Yaşamaktaydı!
Biz söylediğimizde inanmıyorlardı. Ama şimdi iktidarın kurumu BDDK açıklamıştı: Bankalar, kârlarını 10’a katlamıştı. Açıklamaya göre bankaların altı aylık kârı 250 milyar lirayı aşmıştı. Evet, politika faizi; Merkez Bankası'nın son iki kararıyla ve Erdoğan’ın “NASS var!” riyakârlığına rağmen yüzde 8,5'tan 17,5'a çıkarılırken, bankalar yılın ilk altı ayında kârlarına kâr katmışlardı.
Bankacılık sektörünün net kârı haziran ayında 59,79 milyar TL, ocak-haziran döneminde ise 250,1 milyar TL’ye ulaşmıştı. Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumundan yapılan açıklamaya göre, aynı dönem itibarıyla bankacılık sektörünün öz kaynakları 1 trilyon 688,4 milyar TL olarak kayda bağlanmıştı.
Haziran 2023 döneminde sektörün aktif büyüklüğü 19 trilyon 102 milyar 389 milyon TL’yi bulmaktaydı. Faizli banka sektörünün aktif toplamında 2022 yıl sonuna göre 4 trilyon 754 milyar 999 milyon TL artış sağlanmıştı. Haziran 2023 döneminde en büyük aktif kalemi olan krediler 10 trilyon 9 milyar 615 milyon TL, menkul değerler 3 trilyon 220 milyar 21 milyon TL kadardı.
Bankaların kaynakları içinde, en büyük fon kaynağı durumunda olan mevduat, 2022 yıl sonuna göre yüzde 31,5 artışla 11 trilyon 651 milyar 281 milyon TL olduğu saptanmıştı. 2022 yıl sonuna göre öz kaynak toplamı yüzde 20,1 artışla 1 trilyon 688 milyar 411 milyon TL olurken, Haziran 2023 döneminde sektörün dönem net kârı 250 milyar 137 milyon TL, sermaye yeterliliği standart oranı ise yüzde 17,96 seviyesinde yer almıştı.
Merkez Bankası, yıl sonu enflasyon tahminini yüzde 22'den yüzde 58'e çıkarmıştı. Bu durum, 2025'e kadar pahalılığın süreceği anlamını taşımaktaydı!
Merkez Bankası Başkanı Hafize Gaye Erkan, yıl sonu enflasyon tahminini yüzde 22,3'ten yüzde 58'e çıkardıklarını açıklayarak, enflasyonda mecburen geçici yükseliş yaşanacağını, belirgin iyileşmeye kadar parasal sıkılaştırmayı kademeli olarak güçlendirmeye çalışacaklarını vurgulamıştı. Yani AKP iktidarıyla ucuzluk ve rahat yaşam hayal olmaktaydı.
Fiyat istikrarının temel amaç olduğunu belirten Erkan, faiz artırımının yanı sıra parasal sıkılaştırma sürecini destekleyecek seçici kredi ve miktarsal sıkılaştırma kararları aldıklarını hatırlatmıştı. Pahalılığın 2025’e kadar devam edeceği sinyalini veren Erkan, enflasyonda düşüş eğiliminin 2024’ün ikinci çeyreğinden sonra ancak görüleceğini vurgulamıştı. Enflasyon beklentilerini üç aşama halinde açıklayan Erkan, 2023 yılını geçiş süreci, 2024 yılını dezenflasyon süreci, 2025 yılını ise istikrar dönemi olarak ayırmıştı. Buna göre enflasyon tahminleri de sırasıyla yüzde 58, yüzde 33, yüzde 15 olarak açıklanmıştı… Yani geçim sıkıntısı içinde kıvranan işçi, köylü, emekli ve memur kesiminin umutları, yine bir başka bahara kalmıştı.
Sn. Erdoğan’a rağmen, Merkez Bankası Başkanı Hafize Gaye Erkan, faiz oranlarını %8’den %15’e, sonra %17,5’e, ardından %25’e yükseltirken, Erdoğan’dan hiç tıs çıkmamıştı. Çünkü Hafize Hanım’ı hangi Siyonist odakların atadığının farkındaydı, onlara karşı çıkamazdı… Oysa önceki Merkez Bankası Başkanlarını her fırsatta uyarır ve haşlardı. Evet, Merkez Bankası güya bağımsızdı… Ama Türkiye Cumhuriyeti’nden bağımsızdı… Yani aslında Siyonist patronlara bağlıydı!
Erkan, "Enflasyon kısa vadede geçici yükseliş gösterecektir. 2024’te dezenflasyonun başlamasını sağlayacak zemini dikkatle oluşturuyoruz. 2025 sonrasını ise istikrar döneminin başlangıcı olarak görüyoruz. Bu dönemde enflasyondaki gerileme hızlanırken öngörülebilirlik de artacaktır. Dezenflasyon sürecinde enflasyonun ana eğilimi ve beklentiler tutarlı şekilde iyileşmeye başlayacak. Kararlar 2024'ün ikinci çeyreğinde enflasyona yansıyacak." ifadelerini kullanmış ve palavra politikalarıyla halkı aldatıp oyalamayı öğrenmeye başlamıştı!..
Erdoğan’ın Körfez ziyaretleri (zehirli) meyvesini vermeye başlamıştı!
Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı Faysal bin Ferhan, terörist İsrail ile normalleşmenin güya “bölgenin çıkarına uygun” olduğunu, bunun için "öncelikle Filistin meselesini ele almak gerektiğini" açıklamıştı. ABD Dışişleri Bakanı Blinken ise, ülkesinin Ortadoğu ülkeleri ile İsrail arasındaki normalleşme kapsamının genişletilmesinde kilit rol oynamaya devam ettiğini vurgulamıştı. Demek ki Erdoğan’ın İsrail’e aracılık ziyaretleri başarılıydı!
Bin Ferhan, Riyad'da DEAŞ'a karşı uluslararası koalisyonun Bakanlar düzeyindeki toplantısı sonrasında ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken ile basın toplantısı yapmıştı. Bin Ferhan, Batı destekli DEAŞ tehlikesinin "tüm dünyayı tehdit ettiğini" belirterek, Suudi Arabistan'ın "örgütün finansmanını engellemek için büyük bir çaba gösterdiğini" hatırlatmıştı. Suudi Arabistan-ABD ilişkilerinin "sağlamlığına" vurgu yapan Bin Ferhan, İsrail ile ilişkiler konusunda, "Normalleşme; bölgenin çıkarına uygun, ancak öncelikle Filistin meselesini ele almak gerekiyor" diye sızlanmıştı. Bin Ferhan, Sudan'da 15 Nisan'dan bu yana devam eden çatışmalara ilişkin, "Sudan'da çatışmanın taraflarının ateşkese bağlılığı, Sudanlılar için bir umut ışığı olacak" ifadelerini kullanmıştı.
Suudi Arabistan'ın "Sudan halkının acılarını hafifletmek için çalışmaya devam edeceğine" dikkati çeken Bin Ferhan, "Sudan'da tarafların daha fazla yıkımdan kaçınması gerektiğini" vurgulamıştı. Bin Ferhan, Suriye meselesinde ise "Diyalog, sorunun çözümüne katkı sağlar" buyurmuşlardı.
ABD’nin “İsrail ile Normalleşmede Kilit Rol Oynuyoruz” İtirafı
ABD Dışişleri Bakanı Anthony Blinken ise, ülkesinin Ortadoğu ülkeleri ile İsrail arasındaki normalleşme kapsamının genişletilmesinde kilit rol oynamaya devam ettiğini belirtip, ABD'nin "İsrail'in Ortadoğu'ya entegrasyonunu desteklediğini, çünkü bölgenin çıkarlarına hizmet ettiğini" aktarmıştı. Bu sözler Türkiye gibi ülkelere “İsrail’le normalleşin!” talimatının Amerika’dan verildiğinin itirafıydı…
Basın toplantısında Sudan ve Yemen konusuna da değinen Blinken, Suudi Arabistan'ın Sudan'da ateşkesin sağlanması ve Yemen'deki savaşın sona erdirilmesi için yürüttüğü çabalarına övgüde bulundu. Suudi Arabistan'ın Sudan'daki diplomatik çabalara öncülük ettiğini belirten Blinken, ülkesinin, "bölgedeki gerilimi yatıştırmaya ve istikrarı sağlamaya yönelik bu çabaları desteklediğini" kaydetti. Blinken, Washington yönetiminin, "Yemen'de barışı tesis etmek" için Suudi ortaklarıyla birlikte çalıştığını vurgulamıştı. Suriye-Arap Birliği konusuna da değinen ve Suriye'nin Arap Birliği'ne dönüşünü kınayan Blinken, ABD'nin, Beşşar Esad rejiminin henüz "kabulü ve tanınmayı hak etmediğine" inandığını hatırlatmıştı.
Türkiye, Siyonist sermayeli yabancı şirketlerce işgal edilirken, NATO ve ABD Karadeniz’e girme hazırlığındaydı!
NATO zirvesinde, Karadeniz ve Boğazlarla ilgili Türkiye’den beklentileri, gizli kapılar arkasında kalmıştı. Şimdi hâlâ resmi bir açıklama yoktu ama Türkiye’nin ağır bir basınçla karşılaştığı anlaşılmaktaydı. NATO’nun; savaşı Karadeniz’e yaymak, Türkiye’yi bir vekâlet savaşına karıştırmak için baskı uyguladığına dair birçok belirti ortaya çıkmıştı. Kırım’ı Rusya’ya bağlayan Kerç Köprüsü bu kez denizden saldırıya uğramıştı. Rusya, Tahıl Anlaşması’nın askeri olarak suiistimal edildiğini söyleyerek anlaşmadan çekilmiş ve Karadeniz’de Ukrayna limanlarına yaklaşan her gemiyi silah taşıdığı gerekçesiyle hedef alabileceğini açıklamıştı.
NATO’nun Vilnius Zirvesi’nde güya Ukrayna’yı NATO’ya almamışlar ama fiilen NATO-Ukrayna Konseyi’ni kurmuşlardı. Ve bu Konsey Brüksel’de NATO karargâhında toplanmıştı. NATO Genel Sekreteri, Rusya’nın dünyayı açlığa mahkûm ettiği gibi iddiaları sıraladıktan sonra ipucu olacak şeyler sıralamıştı:
“Rusya’ya karşı Karadeniz’in; NATO için stratejik bir bölge sayıldığını, uçaklar ve insansız hava araçları ile sürekli olarak bölgeyi gözetim altında tuttuklarını, Karadeniz’de kıyısı olan Bulgaristan ve Romanya’ya yeniden çok uluslu askeri birlikler konuşlandırdıklarını” vurgulamıştı.
Bu sözlerden; NATO’nun Karadeniz’le ilgili tehlikeli projelerinin ve isteklerinin olduğu anlaşılmaktaydı. Ama Batı emperyalizminde resmi görevi olan kişiler dillerini tutmak zorundalardı. Esas niyet, resmi olmayan kurumların açıklamalarında yüzeye çıkardı. Buna örnek olarak, ABD emperyalizminin düşünce kuruluşlarından olan Hudson Enstitüsü’nün sitesinde yayımlanan Luke Coffey ve Can Kasapoğlu imzalı yazıya bakalım ve esas olarak öneriler kısmını aktaralım:
Öncelikle bu iki NATO borazanı; Karadeniz’de kıyısı olmayan NATO ülkelerine, Boğazların Türkiye tarafından açılmasını talep ediyorlardı. Ukrayna savaşından önce Montrö Boğazlar Sözleşmesi’ne bağlı olarak süre kısıtlamasına rağmen NATO savaş gemileri Karadeniz’e giriş yapabiliyorlardı. Savaş çıkınca Türkiye sözleşmeye dayanarak Karadeniz’de kıyısı olmayan devletlerin gemilerinin Boğazlardan geçişini sınırlandırmıştı.
Talepler bununla da kalmıyor, Montrö Sözleşmesi’nin tümden kaldırılmasını istiyorlardı. Çünkü Sözleşme; Karadeniz’de kıyısı olmayan devletlerin savaş gemilerine, Karadeniz’de kalış sürelerini sınırlandırmasının yanı sıra tonaj kısıtı da getiriyordu. Örneğin, ABD uçak gemileri Karadeniz’e giriş yapamıyordu.
Oysa, Montrö’yü ortadan kaldırmanın Türkiye’nin o gün Rusya ile savaşa girmesi demek olduğunu herkes biliyordu. Ama bununla da kalmıyor; yazının ısmarlandığı bu iki kiralık NATO kadrosu, Türkiye’nin son dönemde geliştirdiği insansız deniz araçları gibi silahları Rusya’ya karşı provokatif şekilde kullanmasını da istiyorlardı. Yetmez, Gürcistan’ın NATO’ya alınmasını ve Türkiye’nin katılımı ile Gürcistan’da bir “Karadeniz Güvenliği Mükemmeliyet Merkezi” kurulmasını öneriyorlardı. NATO ülkelerine ait bütün Karadeniz kıyısında, birbirleriyle bütünlük oluşturacak şekilde bir radar sistemi kurulmasını istiyorlardı. Lafı, Rus donanmasından Moskova gemisini nasıl batırdık ama! demeye getiriyorlardı.
Hatta bu arada, Rus donanmasının bulunduğu Hazar Denizi’ni de kontrol etmeyi planlıyorlardı. Bu savaş kışkırtıcı önerilerin NATO ajandasında bulunduğundan ve Türkiye sermaye sınıfı ve siyasi temsilcileri üzerinde yoğun bir baskı konusu olduğundan emin olalım.
Peki; Türk halkına, ülkeyi böylesine felakete sürükleyecek önerileri nasıl yutturacaklardı?
Öncelikle, Türkiye’nin yapısal iktisadi zaafından yararlanabilirlerdi. Türkiye’nin içinde bulunduğu mali kriz, basınç yapmak için büyük bir fırsat olarak görülmekteydi. İkincisi, gizli vaatlerde bulunabilirler ve hatta gizli anlaşmalarla Rusya ve Çin’in yenilgisinden sonra Türkiye sermaye sınıfının güya kazanımlarını gündeme getirmeyi deneyebilirlerdi. Bunlar günümüzde toprak ilhakından çok, sermaye için yeni hegemonya alanları tanımlayabilirdi. Üçüncüsü ise, bu çürüme ortamında iyi bilinen bir şey, belli pozisyonlara rüşvet verebilirlerdi. Hatta bu üç taktik birlikte de çalışabilirdi. Aman dikkat, çok kritik bir döneme girilmiş vaziyetteydi.
Şayet Türkiye’yi bu yöne sürüklemeyi başardıklarında ise, bunu yandaş medyada okumayacaktınız, ama NATO kaynaklı yalan ve yönlendirmelerin kiralık medyada yoğunlaşmasından anlayacaksınız. Maalesef, Türkiye Karadeniz’de bir savaşa sürüklenirse bunun bedeli ağır olacaktır ve sebep olanların hepsi altında kalacaktır.[1]
Ukrayna tanklarında ülkücü hilali ve bozkurt ne aramaktaydı? Yoksa Yeni Bir Goeben ve Breslau olayı mı tezgâhlanmaktaydı?
Ruslar tarafından ele geçirilen Ukrayna tankı üzerinde Bozkurt sembolü ve Yavru Kurt yazdığı görüntüler medyaya yansımış ve şaşkınlığa yol açmıştı.
Rus güçleri, Rabotino bölgesinde, üzerinde bozkurt-hilal sembolü bulunan bir tankı ele geçirip, video görüntülerini medyaya dağıtmıştı. Tankın Ukrayna istihbaratının kontrolündeki 'Turan Taburu' gibi Türki ülkelerden gidenlere ait olduğu iddiaları gündeme taşınmıştı.[2]
Daha önce 1. Dünya Savaşı’nda Osmanlı’yı savaşa sokmak ve sonunda yıkmak isteyen Siyonist güçler, iktidardaki İttihatçı Masonları kullanarak GOEBEN ve BRESLAU adındaki savaş gemilerine Osmanlı Bayrağı çektirip YAVUZ ve MİDİLLİ adını alarak Karadeniz’e açılmasına ve sonunda başımıza bela olacak 1. Dünya Savaşı batağına saplanmamıza sebep olmuşlardı! Bekleyip gözleyin bakalım, Din istismarcısı AKP ile, Türk ırkçısı MHP’nin Cumhur İttifakı, başımıza daha ne işler açacaklardı?
Bu arada asıl kuşkumuz, Rusya’nın başkentine ve stratejik hedeflere yönelik “Dron”lu saldırılardan dolayı Türkiye’nin suçlanmasıydı! Acaba bu tehlikeli sataşmalarla Türkiye ile Rusya kapıştırılmaya mı çalışılmaktaydı? Bu saldırılar; Ukrayna tarafından, savaşın cepheden stratejik hedeflere ve kaotik neticelere yoğunlaşması şeklinde yorumlansa da, Türkiye’den satın alınan insansız hava araçlarının (Dronların) kullanılmasının altında şeytani hesaplar sırıtmaktaydı.
Rus Milletvekilinden alçak tehdit: "İstanbul ve Çanakkale Boğazlarını vuracağız!"
Birleşik Rusya Partisi yetkilisi ve Rusya Parlamentosunun alt kanadı Devlet Duması üyesi Pyotr Tolstoy, Türkiye'yi hedef alan tehdit dolu açıklamalar yapmıştı. Rusya lideri Putin'e yakınlığıyla bilinen Tolstoy, Rossiya-1'de sunucu Olga Skabeyeva'nın sunduğu bir açık oturum programında, ülkesinin Karadeniz üzerindeki hâkimiyetini savunarak, Rus Silahlı Kuvvetleri'nin kontrolünde olması gerektiğini vurgulamıştı.
Tolstoy, Türkiye'ye yönelik tehdit içerikli sözlerine devam ederek, "İlk önce Ukrayna'daki işimizi bitirelim, daha sonra İstanbul ve Çanakkale Boğazlarını vuracağız!" ifadesini kullanmıştı. Sunucu Olga Skabeyeva'nın "Türkiye ile savaşmaya hazır mıyız?" sorusu üzerine ise Pyotr Tolstoy, bu küstahça tehditleri yağdırmıştı![3]
Bu arada, ABD her seferinde Erdoğan’a F-16 sözü verip oyalamaktaydı!
ABD Dışişleri Bakanı Anthony Blinken, Türkiye'nin modernize edilmiş F-16 uçaklarına sahip olmasının, "ABD'nin ve NATO'nun çıkarına olduğunu" açıklamıştı. Blinken, NATO Zirvesi için bulunduğu Litvanya'nın başkenti Vilnius'ta Amerikan MSNBC televizyonuna verdiği röportajda, Türkiye'ye F-16 uçaklarının verilmesi ve bunun ABD Kongresi tarafından onaylanması hususundaki soruları yanıtlamıştı.
ABD Dışişleri Bakanı, "Türkiye'nin bu uçakları alması ABD'nin, NATO'nun çıkarınadır. İttifak genelinde yaptığımız şey, bu ittifakı olabildiğince güçlü kılmak için tüm üyelerinin ihtiyaç duydukları teknolojiye sahip olduğundan emin olmak" demiş, Türkiye'ye F-16 uçaklarının satışı konusunda Kongre'nin iki kanadından yapılan itirazların nasıl aşılacağı yönündeki soruyu ise, "Bunlar bizim için her zaman ayrı konular olmuştur. İsveç'i NATO'ya sokma süreci, Türkiye'nin ilerlemeyi kabul etmesiyle devam ediyor. Aynı zamanda Türkiye'nin modernize edilmiş F-16'lara sahip olması bu yönetimin politikasıdır" şeklinde yanıtlamıştı.
Türkiye'nin, NATO müttefiki bir ülke olduğunu vurgulayan Blinken; "Tüm NATO'nun birlikte çalışabilmesi, Türkiye'nin bu teknolojiye sahip olması önemlidir. Joe Biden yönetiminin Türkiye'ye F-16 satışı konusunu, İsveç'in NATO'ya üyeliğine bağlamayıp, bu satışın ABD'nin de çıkarına olduğunu bilmektedir" sözleriyle Erdoğan iktidarını, herhalde beş yıl daha oyalayacaktır.
Blinken, bazı Kongre üyelerinin İsveç'in NATO'ya katılımını F-16'lardaki ilerlemeye bağladığını, Kongre'nin "tamamen eşit ve bağımsız bir hükümet organı olduğunu" ama kendi açılarından her iki konuda da mümkün olan en kısa sürede ilerleme kaydedilmesi gerektiğini belirterek, ahmak ve ayarsız takımının ağzına bir parmak bal daha çalmıştır!..
FETÖ’cü kalkışmayı önleyen komutanlardan Aksakallı’ya göre: ABD, Türkiye'ye daima hainlik yapmıştı!
15 Temmuz 2016 darbe girişimi akşamında Özel Kuvvetler Komutanı olarak önemli roller üstlenen Zekai Aksakallı, darbenin arkasındaki güçleri ve neden görevden alındığını anlatmıştı.
Röportajda en çok dikkat çeken nokta, ABD’nin darbe girişimindeki rolüne yönelik vurgularıydı. ABD’yi “sözde müttefik” olarak niteleyen Aksakallı, açık şekilde; “ABD, 15 Temmuz darbe girişimine destek verdi” ifadelerini kullanmıştı. Aksakallı, ABD’nin; Türkiye karşıtı hareketlerinin FETÖ darbe girişimiyle sınırlı olmadığını da kaydederek, görevleri sırasında karşılaştığı olayları aktarmıştı.
“Yakın tarihimizde sözde müttefikimiz ABD’nin kendi çıkarlarına ve stratejik hedeflerine göre PKK, PYD, DEAŞ, FETÖ ve içimizdeki diğer gayri milli unsurlar vasıtasıyla Türkiye Cumhuriyeti’nin bekasına yönelik faaliyetlerini yakından biliyoruz. 15 Temmuz 2016 FETÖ darbe girişimi de bunlardan biridir. 15 Temmuz’a gelmeden önce sahada bizlerin iyi niyet ve samimi iş birliklerimize rağmen her zaman bir şekilde ihanete uğradığımızı gördük. 2011 yılında Uludere olayı bir istihbarat tuzağıydı. CIA tarafından içimizdeki FETÖ ve PKK iş birliği ile planlanmıştır. 2015 yılı eylül ayından sonra Ağrı, Tendürek, 40 gün süren Doski Vadisi-İkiyaka Operasyonları’nda FETÖ mensubu askerlerin; operasyonları engelleme ve ihanetleri, devleti zaafa uğratma süreçleri yaşandı.” diyen Aksakallı, ilgilileri ve yetkilileri uyarmıştı.
Sizce, 15 Temmuz arkasındaki emperyal güçler ve bölgedeki müttefikleri açısından “Türkiye’ye müdahale dosyası” kapanmış mıdır, yoksa, zaman içinde yeni bir saldırı tehdidi bulunmakta mıdır? sorusunu ise şöyle yanıtlamıştı:
15 Temmuz ihanet girişiminden 40 gün sonra başlayan Fırat Kalkanı Harekâtı'nda ABD’nin çirkin yüzünü bir kez daha gördük. 11 Kasım 2016 tarihinde harekâtın son safhası olan EL-BAB bölgesine yöneldiğimizde ABD, harekât alanında PKK, PYD, DEAŞ dahil bütün terör örgütlerini destekleyerek karşımıza çıkarmıştır. Yetmez; Rusya ve rejim de aynı hedefte birleşerek karşımıza çıktılar. O dönem SİHA'larımız henüz kullanılmaya başlanmamıştı. Hava sahasının kontrolü nedeniyle de Hava Kuvvetlerinin desteği kısıtlı oldu. Bu dönem tam bir istiklâl mücadelesiydi. Biz de İncirlik Üssü dahil Fırat'ın doğusunu destekleyen Gaziantep'teki ABD helikopterlerini ve İHA uçuşlarını kontrol altına aldık. Akabinde şahsım, içeride ve dışarıda hedef haline getirildi. Medya ve sosyal medyadan direkt ve dolaylı saldırılar başladı ve hâlâ devam ediyor. Bu operasyonda şehit olan kardeşlerimizin ruhu şâd olsun.
Onların her biri destan yazarak şehadete ulaştı. Normalde 3 ayda tamamlanacak harekât, Amerika ve Rusya’nın ortak engellemesi yüzünden 6 ay kadar sürmüştür. Bu safhaya kadar (harekât alanının yüzde 80’inde) toplam 9 şehit verilmiş, bu safhadan sonra 58 şehit verilmiştir. ABD, iş birlikçi terör örgütlerini kullanarak saldırılarına devam etmiştir. Bu dönemde harekâtın durdurulması için, maalesef içimizdeki ABD güdümündeki gayri milli unsurlar da harekete geçirilmiştir. Sonuç olarak; 15 Temmuz Darbe girişiminden sonra da devletimize karşı hain emel ve eylemlerin amacı, özellikle 9 Kasım 2016’daki büyük oyundan asıl maksatları ordumuzu yenilgiye uğratarak geri çekilmek zorunda bırakmak ve bunun etkisiyle Türkiye’yi kaosa sürüklemekti. Özel Kuvvetler Komutanlığı; gerek yurt içi ve yurt dışı terörle mücadele, 15 Temmuz darbe girişimine karşı verdiği mücadele ve darbeden sonra icra edilen Fırat Kalkanı Harekâtı'nda büyük bir mücadele vermiştir.”
[1] 29.07.2023 / Erhan Nalçacı
[2] 28 Temmuz 2023 / odatv.com
[3] Milli Gazete / 22 Temmuz 2023
< Önceki | Sonraki > |
---|