SORU SORMAK VE SORUŞTURMAK HAYATİ BİR İHTİYAÇTIR!
SORU SORMAK VE SORUŞTURMAK
HAYATİ BİR İHTİYAÇTIR!
Bilgi edinmenin ve gerçeğe erişmenin tek yolu sormak, araştırmak ve soruşturmaktır. Anlama ve bilgi sahibi olma arzusu demek olan “Merak” ilmin kapısı, “Sormak” ise anahtarıdır. Bilmediği ama ihtiyaç hissettiği bir konuya insan İlgi duyacak, bu ilgi ve istek ondaki öğrenme iştahını kabartacak, bu durumda ise doğru ve doyurucu bilgiyi aramaya koyulacak ve mecburen sözlü ve yazılı kaynaklara, yani konunun uzmanlarına ve ilgili kitaplara başvurup araştırmaya başlayacaktır. Özetle; ihtiyaç duyanın iştiyakı (öğrenme ve gerçeğe erişme arzuları) kabaracak; ardından sormaya, okumaya ve araştırmaya koyulacaktır. Bakara Suresi 260. ayetinde Hz. İbrahim’in bu merakı ve çabası övgüyle anlatılmaktadır.
“Hani bir zaman İbrahim: ‘Rabbim, bana ölüleri nasıl dirilttiğini göster’ demişti. (Allah ona: Yoksa) ‘İnanmıyor musun?’ deyince, ‘Hayır (elbette inanıyorum), ancak kalbimin tatmin olması için (bunu istiyorum)’ cevabını verdi. (Cenab-ı Hakk ise:) ‘Öyleyse, dört kuş tut. Onları kendine alıştır, sonra onları (parçalayıp karıştır ve) her bir parçasını bir dağın üzerine bırak, sonra da onları (kendine) çağır. (Göreceksin ki) Sana koşarak geleceklerdir. Bil ki, şüphesiz Allah, Üstün ve Güçlü olandır, Hüküm ve Hikmet sahibidir’ buyurmuşlardı.” (Bakara: 260)
İlgi ve ihtiyaçla soran, merak edip araştıran kimseler ise çeşitli ihtimallere ulaşacak, sonra Hz. İbrahim gibi bu ihtimallerin doğruluk derecelerini sorgulayacak… Elde kalan sonuçlar tekrar tartılıp tartışılacak ve sonunda doğrulara ve gerçek olgulara, yani itminana kavuşulacaktır.
En’am Suresi 75-79. ayetleri Hz. İbrahim’in bu merakını ve gerçeğe ulaşma çabasını örnek olarak anlatmaktadır.
“Böylece İbrahim'e, -kesin bilgiyle (Hakke’l-yakin) inananlardan olması için- göklerin ve yerin melekûtunu (muhteşem yaratılışını ve esrarını) gösteriyorduk.
Derken, gece (karanlığı dünyanın) üstünü örtüp bürüyünce (Hz. İbrahim parlak) bir yıldız görmüş ve şöyle demişti: (Belki de) ‘Benim Rabbim budur.’ Fakat (yıldız batıp) kayboluverince de: ‘Ben kaybolup-gidenleri sevmem (ve fani olan şeyleri ibadete değer görmem)’ diye (eklemişti).
Ardından Ay'ı (etrafa aydınlık saçarak) doğar görünce: ‘(Belki de) Benim Rabbim budur’ dedi, fakat o da kayboluverince: ‘Andolsun, eğer Rabbim beni doğru yola erdirmezse, gerçekten sapmışlar topluluğundan olurum’ demişti.
(Ve sabahleyin) Güneş'i doğarken görünce: ‘(Öyle ise; belki de) Rabbim budur, bu hepsinden büyük’ demişti. O da batınca: ‘Ey kavmim! Ben sizin (Allah'a) ortak koştuğunuz şeylerden uzağım. (Sonradan yaratılan ve batıp kaybolan şeylerden ilah olmayacağını anladım ve âlemlerin Rabbine sığındım)’ diye (uyarıp imanını ilan etmişti).
Gerçek şu ki, ben bir muvahhid (şüphesiz ve şeriksiz tevhid inancına sahip) olarak yüzümü gökleri ve yeri yaratana çevirmiş bulunmaktayım. Ve ben müşriklerden değilim (şirkten ve şekavetten beriyim).” (En’am: 75-79)
Nahl: 43 ayeti de, doğru bilgiye, ancak sorarak ve araştırarak ulaşılması gerektiğini emir buyurmaktadır.
“Biz Senden evvel de; kendilerine vahyettiğimiz erkeklerden başka (dişilerden, cinnlerden, meleklerden peygamberler) göndermedik. Eğer (bir konuyu) bilmiyorsanız zikir (ilim, irfan ve Kur’an) ehline sorun (ki cevabını söylesinler. Böylece doğru ve doyurucu bilgiye ancak; konunun uzmanı olan kişilere sormakla ve okuyup araştırmakla erişilecektir).” (Nahl: 43)
Kof gurur ve kibirinden, uyuşukluk ve isteksizliğinden dolayı sormayan aramayacak… Aramayan bulamayacak, doğru bilgiye ve gerçeğe ulaşamayacak, böylece cahil ve gafil kalacaktır. Bu sefer boş bilgiçlik taslayacak, hastalığını kabul etmeyen kimseler gibi asla şifa bulamayacaktır.
Sormak yanında, soruşturmak da lazımdır!
Sadece sormak, okuyup araştırmak bile gerçeğe ulaşmak için yeterli olmayacaktır. Aldığı yanıtların ve ulaştığı kanıtların doğruluk ve uygunluk derecesini soruşturmak da, öğrenmenin ve bilgi edinmenin önemli bir halkasıdır. Soruşturmak; bir konuda bilgi toplama, tahkikat (araştırma) yapma, ve örtülü gerçeği bütün yönleriyle ortaya çıkarma çabalarıdır. Elbette bütün bunlar; gayret, cesaret ve ciddiyet isteyen konulardır. Bu nedenle BİLGİ en sağlam güç kaynağıdır ve pek az insan sahasında gerçek ve gerekli bilgiyle donanır.
Soranlar dağlar aşacak, sormayan düzde şaşacaktır!
“Soranlar dağlar aşmış, sormayan düzde şaşmış…” atasözümüz, bu gerçeği ne güzel anlatmaktadır. Evet, soran hedefine, hevesine ve hikmete-hakikate ulaşacak, sormayan ise şaşırıp-bocalayıp duracaktır. Çünkü; insanın ayarı ve değeri, aklını kullanması kadardır, aklı ise sorularında saklıdır…
Kur’an-ı Kerim’de hatırlatılan, Hadis-i Şeriflerde uyarılan ve tarih kitaplarında vurgulanan bilgilere göre; kötü düşünceli şerli kimseler ve şeytani kesimler, art maksatlı ve marazlı münafıklarını, Hz. Peygamberimizin çevresine koydukları gibi, her asırdaki en haklı ve hayırlı hareketin içerisine sokmuş ve yozlaştırmaya çalışmışlardır. Öyle ise günümüzde akıllı ve duyarlı insanların şunu sorması ve yanıtını araması lazımdır:
Ülkemizde, Müslümanları ve tüm mazlum insanları huzura ve refaha kavuşturacak Adil Düzen projelerine ve hedeflerine sahip siyasi ve fikri hareket hangisi olmaktadır ve onun içerisine sızdırılıp tahribat yapanlar nasıl anlaşılacaktır?
“Sormak”la ilgili şu özdeyişler oldukça anlamlıdır:
"Sormak bilgiye ulaşmanın en eski ve en etkili yöntemlerinin başındadır."
"Doğru soruyu sormak, bilmenin yarısıdır."
"Çok soran hem çok öğrenip olgunlaşacak, hem de çok sevilip-sivrilip zirveye ulaşacaktır." (Francis Bacon)
"Daha fazla öğrendiğimde, daha fazla sorum olacaktır." (Dan Brown)
"Aramak yola çıkmaktır; aramak soru sormaktır; soru soranlar ve yola çıkanlar, bazen ters ve tehlikeli yollara sapsalar da sonunda en doğru yolu bulacaklardır."
"Bir soru sormak, bir taşı yerinden oynatmak gibidir. Çünkü altında ne sakladığı o zaman anlaşılacaktır." (Robert Louis Stevenson)
"Asıl zeki olanlar, soru soranlardır." (Tupac Amaru Shaku)
"Sormak, cevap vermekten kolaydır." (Platon)
"Aptalların sorup, akıllı insanların cevap veremediği birçok soru vardır." (George Polya)
"Bilgece bir cevap istiyorsan, akıllıca soru sormalısın." (Goethe)
"Sormak, bilgi ve cesaret isteyen bir olaydır. Sorabilmek, bağımsız olmayı gerekli kılar ve işte bizde eksik olan bu tavırdır!"
"Filozoflar, çocukça sorular sormaya devam eden yetişkinler konumundadır." (Isaiah Berlin)
"Sormak, soruların ve yanıtların peşinden koşmak lazımdır, soruların çoğalmasından korkmak ahmaklıktır..."
"Bütün soruları bilmektense, gerekli ve yeterli olan bazı cevapları bilmek daha kolaydır ve daha yararlıdır." (James Thurber)
"Suyun kıymetini, bir de susuz kalanlara sormak lazımdır..."
"Eğer yanıtlarım seni korkutuyorsa, o zaman korkutucu sorular sormaktan sakınmalısın. Ama sormayanın cahil kalacağını da hesaba katmalısın."
"Bilgelik için tek anahtar devamlı soru sormaktır. Şüphe ederek bir araştırmaya başlarız. Araştırmakla da doğruya ulaşırız." (Peter Abelard)
"Hayat bu muydu? diye sormak isterim ölüme… Yazık oldu sonsuzluk kapısını bulamayan ömrüme!.."
Bir iş yaparken ehline sormaya "meşveret" veya "istişare" denir. İstişare vacip makamında sünnettir. Kur'an-ı Kerim’de mealen, “Yapacağın işi önce meşveret et!” buyurulmaktadır.
“(Ey Resulüm; Sen) O vakit, Allah’tan bir rahmet ile onlara yumuşak davrandın, şayet kaba ve katı yürekli olsaydın, hiç şüphesiz etrafından dağılıp giderlerdi. O halde onların kusurlarını affet, bağışlanmaları (ve ıslah olmaları) için dua et. (Topluma ve teşkilata ait) İşlerde onlara danış. (Ama) Artık (kesin) kararını verdiğin zaman da, Allah’a güven (ve işe başla). Çünkü Allah, tevekkül edip Kendine sığınanları sevmekte (ve desteklemekte)dir.” (Al-i İmran: 159)
Kur’an’da yararlı ve başarılı kimseler övülürken de “Onlar, istişare ederek iş yaparlar” gerçeği vurgulanmıştır:
“Onlar Rablerinin (her emrine) icabet ederler, namazı dosdoğru yerine getirirler, (devlet, millet ve hükümet) işlerinde meşveret ederler (danışma ve dayanışma sonucu ortak kararla yönetirler.) Kendilerine verdiğimiz rızıktan da (Allah yolunda) harcayıp infak ederler.” (Şura: 38)
Hadis-i Şeriflerde de sormak, araştırmak ve istişare yapmak gerektiği sıkça vurgulanmıştır:
“İstişare, pişmanlığa karşı kale konumundadır.” “İnsanı pişman eden, kendi görüşündeki ısrardır.” (İmam Maverdi)
“İstihare eden mahrum kalmaz, istişare eden pişman olmaz.” “Kendi düşüncenize göre hareket etmeye kalkışmayın ve bilenlere danışın.” (Taberani)
Hikmet Âlimleri, Hazret-i Âdem’in şöyle dediğini aktarır: “İşlerinizi istişare ile yapın. Eğer ben, yasak meyve konusunda meleklerle istişare etseydim, musibete maruz kalmazdım” buyurmaktadır.
Şiir:
“İstişare vaciptir, danışan dağlar aşar,
Danışmayan zavallı, düz yolda bile şaşar…
Bilmemek ayıp değil, sormamak çok ayıptır,
Sormayan ahmakların, bütün ömrü kayıptır…
Meşveretin Türkçesi, ehline danışmaktır,
Sorup araştırmakla, doğruya yanaşmaktır…
Sorup da danışanlar, ebedi pişman olmaz,
Akıl vicdan sahibi, gerçeğe düşman olmaz…
Şaşkınlık içindesin, kof bilgiçlik hile ne?..
Eğer bin bilsen bile, sormalı bir bilene”
Soru Varsa, Öğrenme de Vardır
Soru sormak eğitimde pek çok amaçla kullanılır, çünkü öğrenmenin anahtarı sormaktır. Öğrencilerin öğretilenlerden neyi ne kadar kavradığını anlamak, diğer bir deyişle bir derste başarı düzeylerini ortaya çıkarmak, derse karşı öğrencinin ilgisini ve üst düzey düşünme becerilerini artırmak amacı ile elbette sorulara başvurulmaktadır. Soru sormak öğrenciyi öğrenme sürecine yönlendirmenin temel aracıdır. Diğer bir deyişle soru sormak öğrenme ve öğretme süreçlerini destekleyen ve değerlendiren bir vasıtadır. Öğretim bir sanatsa, soru sorma bu sanatı icra etmede temel beceriler arasında yer alır. Soru sormak öğrencinin problemi düşünmesini ve çözmesini sağlayacaktır. Soru sorma, her zaman en temel öğrenme şekli ve merak gidermenin en önemli yöntemi konumundadır. Öğrenme-öğretme süreci; soru soracak hale gelince olgunlaşır, bir konu üzerinde sorular sorulmaya başlandığı andan itibaren kavrama kolaylaşır. Bu bağlamda şu söylenebilir; soru varsa, öğrenme de vardır. Soru sorma, bilişsel bir öğrenme stratejisi olmaktadır.
Soru-cevap, öğretmenler tarafından çok sık kullanılan ve genelde diğer öğretim yöntemlerinin uygulanmasında işe koşulan teknik bir tavırdır. Çünkü soru sorma, öğretmen ve öğrenciler arasındaki iletişimin ilk adımıdır. Soru-cevap yöntemi, öğretmenin formüle ettiği soruları, öğrencilerin sözel olarak cevaplamalarına dayanan bir öğretim yöntemi sayılır. Sözlü olarak sorulan soruların, öğrencinin kısa bir zaman sürecinde düşünerek cevabı zihinsel olarak organize etmesi ve sorunun karşılığını sözel olarak vermesi, onların ilgi ve bilgi seviyelerini yansıtır. Soru-cevap yöntemi, her düzey becerilerin ölçümüne olanak sağlayacaktır. Ayrıca öğrencilerin eleştirel düşünme, problem çözme, üst düzey düşünme becerilerinin yanı sıra, duyuşsal ve Fen-Teknoloji-Toplum-Çevre becerilerinin de ölçülebilmesine imkân sağlayacaktır.
Soru-cevap yönteminin amaçları şunlardır:
- Analitik düşünceleri uyarmak...
- Öğrencilerin öğrenim güçlüklerini tanılamak…
- Öğrencileri güdüleyip, araştırma ve anlamaya hazırlamak…
- Kavramları açıklamak ve doğru düşünme ve değerlendirme yeteneği kazandırmak…
- Sonuçların nedenlerini açıklamak…
- Öğrencilerin öz değerlendirme yapmalarını sağlamak…
- Kavramları uygulama cesareti aşılamak.
Soru-cevap yöntemi öğrenme-öğretme sürecinde öğretmen için geribildirim sağlayacaktır. Böylece öğrencilerin hazırbulunuşluk (uyanık ve dikkatli olma) düzeyi ortaya çıkarılacaktır. Sorular; bilgi, kavrama, uygulama, analiz, sentez ve değerlendirme yapma düzeylerindeki öğrenmeyi ölçmeye yönelik kullanılmalıdır. Ayrıca soru-cevap yöntemi, sınıfı bir kontrol amacı olarak da önem taşır. Her bir öğrenci; kendisine soru sorulma ihtimaline karşılık, her an derste dikkatli ve ilgili olacaktır. Tüm bu olumlu özelliklere rağmen, yapılan araştırmalarda sorulan her dört sorudan üç tanesinin bilginin yeniden hatırlanması ve sadece bir tanesinin üst düzey düşünme süreci gerektirdiği ortaya çıkarılmıştır. Benzer şekilde öğrencilere üst düzey sorular sormanın teşvik edilmesine rağmen, son otuz yılda yapılan araştırmalara göre öğretmenlerin hâlâ en alt düzeyinde sorular sormaya devam ettiklerini kanıtlamıştır. Öğretmenlerin bilgi düzeyinde sorular sorup; kavrama düzeyinde az, uygulama ve daha üst düzeyde ise hiç soru sormadıkları yapılan araştırmalarla saptanmıştır. Oysa, öğrencinin öğrenme-öğretme sürecine aktif olarak katılımcı olması için anlamlı sorular sorulmalıdır. Eğitimin öğrenci merkezli bir eksene oturtulması amacıyla da sorulardan yararlanılmalıdır. Buna karşılık öğretmenlerin soru-cevap yöntemini doğru kullanamadıkları; sordukları soruların çoğunun alt bilgi düzeyinde ve kapalı uçlu sorular olduğu anlaşılmaktadır. Öğretmenlerin üst düzey düşünme becerilerini geliştirici sorular sorması ve cevap verirken yeterli kanıt veya gerekçelerle desteklemelerini sağlaması lazımdır. Buna karşılık araştırmalarda çıkan sonuçlara göre ders kitaplarında, öğrenme-öğretme aşamasında ve sınavlarda üst düzey düşünme becerilerini geliştirici sorulardan daha çok, öğretmenler cevabı bilgi ve ezber gerektiren alt düzeydeki sorular sormaktadır.
Soru-cevap tekniğinde soruları sormaya yönelik dikkat edilmesi gereken bazı noktalar şunlardır:
• Sorulacak soruların türünün belirlenmesi lazımdır. Seçilecek soruların türleri, zorluk seviyeleri ve sorma sırası öğrenci seviyesine uygun olmanın yanı sıra kazanımlara dayalı olmalıdır.
• Kısa, öz ve hedefini bulan türde sorular sorulmalıdır.
• Öğrencilere düşünmeleri için bekleme zamanı tanınmalıdır. Yapılan araştırmalarda birçok öğretmen, öğrencilere soruya cevap vermeleri için yeterli zaman vermediği ve hemen bir başka öğrenciye aynı soruyu yönelttiği, veya başka bir soruya geçtiği anlaşılmıştır. Yapılan araştırmada ortalama olarak öğretmenlerin öğrencilerin bir soruya cevap vermesi için, sadece 1 saniye beklediği ortaya çıkarılmıştır. Soru sorulduktan sonra, 3 saniye bekleme süresinde öğrencilerin katılımlarının arttığı, 5 saniye bekleme süresi olduğunda ise katılımın daha da arttığı ve çok yaratıcı fikirlerin ortaya çıktığı saptanmıştır. Genel olarak bir başka soru sormadan önce, en az 3 saniye beklenmesi lazımdır.
• Öğrenciler devamlı merakta bırakılmalıdır ve ilgileri uyandırılmalıdır. Cevap verecek öğrenciler rastgele seçilmiş olmalıdır. Böylelikle öğrenciler herhangi bir zamanda kendi isimleri söylenmesi öngörüsü ile dikkat ve uyanıklığı üst düzeyde olacaktır.
Öğrenciye hemen çabukça geribildirim sağlanmalıdır. Doğru cevabın hemen onaylanması şarttır. Bu bağlamda öğrenci, cevabının öğretmen tarafından duyulduğu ve değerlendirildiğinin farkına varacaktır. Eksik veya hatalı cevaplar bir sondaj sorusu, diğer bir deyişle verilen bir cevabın hemen ardından sorulan diğer sorular ile veya sorunun bir başka öğrenciye yönlendirilmesiyle süreç diri tutulmalıdır.
• Soru sorarken öğretmenlerin yaptığı hatalardan birisi de; karmaşık, muğlak (kapalı) sorular sormasıdır. Böyle karmaşık soru öğrencinin ana fikri kaybetmesine yol açacaktır. Böyle bir soru sözlü olarak sorulduğunda ve yazılı olmadığından, öğrenciler sorudaki tam sorulan ana fikri anlamak için soruyu tekrar okuma imkânı bulamayacaktır. Öğretmen de bazen bu karmaşıklıkta kendisi de soruyu tam olarak tekrarlama fırsatı bulamayacaktır. Bu sebeple sorular net, kısa ve öz olmalıdır. Diğer bir yaygın yapılabilecek hata ise; sadece öğretmen beklediği cevapları mı geçerli ve yeterli sayacaktır? Öğretmenlerin dikkat etmesi gereken husus, kısmen doğru cevaplar veya sıra dışı ve beklenmeyen cevaplar, öğrenme-öğretme sürecini daha ilgi çekici kılacak ve zengin bir öğrenme ortamı oluşturacaktır. Bu sebeple öğretmenler, öğrencilerden gelebilecek kısmi doğru cevaplar ve sıra dışı cevaplar için öğrencilere olumlu dönüt vererek onları cesaretlendirmesi yararlı olacaktır.
• Öğretmenlerin yaptığı bir başka hata ise şudur: Sorduğu soruyu öğrencinin cevap vermesini beklemeden, hemen kendisinin cevaplamasıdır. Bu durumda öğrenci; kendi düşüncesinin duyulmasının, kayda değer olmadığını düşünmeye başlayacaktır. Bu ise öğrenciler için oldukça moral bozucu ve motivasyon azaltıcı olacaktır. Halbuki öğretmenin görevi; soruya direkt kendisinin cevap vermesi değil, bunun yerine sorular ile öğrencisinin yanlış cevabında bile ipuçları vererek, öğrenciye cevabı buldurmaya çalışmaktır. Yanlış bile olsa, asla öğrencinin bir sorunun cevabını tamamlamasına engel olunmamalıdır. Dolayısı ile etkili soru sorma, öğretmenlik becerileri arasında önemli bir yer tutmaktadır.
Özetle; hangi yöntem ve yaklaşıma göre bir öğrenme ortamı oluşturulursa oluşturulsun, sorudan yoksun bir eğitim ezberciliğe dayanır. Öğretmen; öğrenme-öğretme sürecinde soru sorduktan sonra, öğrencinin verdiği cevap doğruysa buna karşılık “aferin”, “çok güzel”, “cevabını beğendim” gibi olumlu tepkiler vererek pekiştirme yapmalıdır. Buna karşılık öğrenme-öğretme sürecinde öğretmen, sorudan sonra öğrencinin verdiği yanıtı yanlış değil ama yetersiz olduğunu düşünüyor ve öğrencinin sorunun cevabını bildiğinin farkında ise, bu süreçte öğrencinin verdiği cevap üzerinde, öğretmen daha fazla açıklama yapmasını sağlamalıdır.
“Etkili soru sorma ile öğrencilerde merak duygusu oluşturarak, derse ilgi göstermeyen öğrencilerin bile derse ilgi göstermesini sağlamalıdır. Öğrenme-öğretme sürecinde öğretmenin en önemli görevlerinden birisi de öğrencilerin bireysel farklılıklarını göz önüne alan, dersin kazanımlarına uygun sorular sormaktır. Ayrıca soru-cevap yönteminde sorular öğrencilerin düzeyine uygun olmalıdır. Sorulara cevap veremeyen öğrencilere ipuçları verilerek farklı sorular sorularak cevabı bulmasına kolaylık sağlanmalıdır. Soru sorulduktan sonra belli bir süre beklenilerek öğrenciye belirli bir süre tanınmalıdır. Sınıfta öğrencinin rahat hissedeceği bir ortam oluşturularak öğrenci yanlış yanıt verdiğinde kesinlikle aşağılanmamalıdır. Aksi takdirde böyle bir durumda öğrenci içine kapanarak bir daha söz hakkı almaktan korkacak, kendine güveni azalarak, kendini yetersiz ve beceriksiz sanacaktır. Araştırma bulgularına bakıldığında, öğretmenlerin soru-cevap tekniğinin merak uyandırmaya ve öğrenciyi aktif kılmaya yönelik faydaları olduğu saptanmıştır. Öğrenme-öğretme sürecinde soru-cevap tekniğini merak uyandırma ve öğrencileri güdüleme amacı ile kullanmak hem kazanımların gerçekleşmesi hem de zengin bir öğrenme ortamı oluşturma açısından olumlu sonuçlar doğuracaktır.”[1]
Gereksiz ve art niyetli sorular hem yararsızdır hem de günahtır!
“Ey iman edenler! Size açıklandığında, sizi üzecek (kötü ve çekilmez gelecek) şeyleri (gereksiz yere) sorup durmayın; Kur'an indirildiği (ve bugün meali okunuverdiği) zaman sorarsanız, size (gereken) açıklama yapılır. (Halbuki siz gereksiz şeyleri sormasaydınız) Allah onu affedip (bırakmıştı). Allah Bağışlayandır, (kullara) yumuşak olan (Halîm)dir.” (Maide: 101)
“Sizden önce bir topluluk da bunun (gibi gereksiz konuları ve samimiyetsiz bir merakla) sormuştu da sonra (açıklanan hükümler ağır geldiği için inkâr edip) kâfirler olup gitmişlerdi.” (Maide: 102)
“Yoksa (ey mü’minler,) daha önce Musa'nın (Yahudilerce) sorguya çekildiği gibi, siz de Resulünüzü sorguya çekmek (suçlayıp sorumlu göstermek) mi istiyorsunuz? Kim imanı inkâr ile değişirse, artık o, dümdüz yoldan kesinlikle sapmış demektir.” (Bakara: 108)
Bu konudaki Hadisler ise şunlardır:
Sa’d İbnu Ebî Vakkas (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resulüllah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Müslümanlar içinde, Müslümanlara karşı en büyük cürüm işleyen kimse odur ki, haram kılınmamış (ve serbest bırakılmış) olan bir şey hakkında, sürekli ve gereksiz sorular sorar da bu suali sebebiyle o şey haram kılınıverir."
Hz. Ebu Hureyre anlatıyor: "Resulüllah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Ben sizi (bazı konularda kendi halinize) terk ettikçe siz de Beni bırakınız. Zira, sizden öncekileri, (kasıtlı ve kötü amaçlı) suallerinin çokluğu ve peygamberleri üzerindeki ihtilafları helâk etmiştir. Öyle ise sizi bir şeyden nehiy mi ettim (niçin, neden? diye sormaya kalkmadan) ondan kaçının. Bir şey emrettiğim zaman da onu elinizden geldiğince yapmaya çalışın, (soru sormayın)." [Buhârî, İ’tisâm 2; Müslim, Hacc 412, (1337); Tirmizî, İlm 17, (2681); Nesâî, Hacc 1, (5,110).]
Yine Hz. Ebu Hureyre anlatıyor: "Resulüllah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "İnsanların şerlileri, ulemaya (bir şey öğrenmek için değil), onları yanıltmak (ve yanıtlarını kötüye kullanmak) için zararlı meselelerden soru soranlardır."
"Herhangi bir konuyu size emredip yasaklamadığım sürece, siz de Beni kendi halime bırakınız. Sizden önceki ümmetleri çok sual sormaları ve peygamberlerine karşı münakaşaya dalmaları helâk etti. Size herhangi bir şeyi yasakladığım zaman ondan kesinlikle sakınınız, bir şeyi emrettiğimde de onu, gücünüz yettiği ölçüde yerine getiriniz." (Buhârî, İ'tisâm 2; Müslim, Hac 412, Fezâil 130-131)
Şu Hadis, soru sormada kişinin edebini ve haddini bilmesi gerektiğini, bilmediği takdirde onu nasıl bir sorumluluğun altına sürükleyeceğinin güzel bir örneğidir:
Ebu Hureyre (RA) anlatıyor: Resulüllah (AS) bize hutbe okudu ve: “Ey insanlar! Allah Teâlâ size haccı farz kılmıştır. Şu halde haccı eda ediniz!” buyurdu. Bunun üzerine bir adam: “Her yıl mı ya Resulüllah?” diye sordu. Hz. Peygamber (AS) sustu ve cevap vermedi. Hatta o zat sorusunu üç defa tekrarladı. Bunun üzerine Hz. Peygamber (AS): “Eğer sorunuza evet deseydim her sene haccetmek farz olurdu, buna da güç yetiremezdiniz. Ben sizi bıraktığım müddetçe siz de Beni bırakın. Mademki sükût ettim, niye sormada ısrar ediyorsunuz? Şunu iyi bilin ki, sizden önceki ümmetler, ancak olur-olmaz çok sual sormaları ve peygamberlerine ihtilaf etmeleri sebebiyle helak oldular. Ben size bir şey emrettiğim zaman, onu gücünüz yettiği kadar yapın, bir yasaklamada bulunduğum vakit de ondan kaçının. Bu emir ve yasakla ilgili olarak aklınıza gelen her şeyi sormaya kalkışmayın!” buyurmuştur. (Buharî ve Müslim)
Bu hususta aşağıdaki Hadis de önemli bir uyarıdır:
Allah Resulü (AS) bir gün mescitte iken kendisine sorulan lüzumsuz sorulardan bir ölçüde bunaldı ve ayağa kalkıp; “Bugün burada durduğum müddetçe Bana ne sorarsanız cevabını vereceğim!” buyurdu. Arkasından da birisi kalkıp, “Ben nereye gideceğim?” diye sordu. Allah Resulü (AS) de: “Cehenneme gideceksin!” karşılığını verdi. Daha sonra Abdullah b. Huzafe şöyle bir soru sordu: “Benim babam kim ya Resulüllah?” Ona da: “Senin baban Huzafe’dir.” buyurdu. Bu şekilde herkesin bir şeyler sorduğu esnada Allah Resulü’nün (AS) o andaki ruh haletini çok iyi kavrayan Hz. Ömer (RA) ayağa kalktı ve: “Biz, Rab olarak Allah’tan, din olarak İslam'dan, peygamber olarak da Muhammed'den razıyız.” deyiverdi, böylece gereksiz sorulara son verdi. (Buhari ve Müslim)
- Hz. Peygamber'in sünneti üzerinde münakaşaya dalmak doğru değildir. (Bk. Riyâzü’s-Sâlihîn, İmâm Nevevî, “Peygamberimizden Hayat Ölçüleri” h. No: 158, 1275)
Ebu Sa’lebe eI-Huşenî (RA) anlatıyor: "Resulüllah (AS) buyurdular ki: "Allah bir kısım farzlar koymuştur, siz bunları daraltmayın. Bir kısım da sınırlar (yasaklar) koydu. Bunlara da tecavüze kalkışmayın... Bazı şeyleri de haram kıldı, onlara ise sakın yaklaşmayın. Bazı şeyleri de (farz, sınır, haram diye tavsif etmeden mutlak) bırakmıştır. Bunları, unutarak bırakmış değildir. Öyle ise onları (farz mı, haram mı… vs. diye didikleyip) araştırmayın. (Ve başınıza gereksiz sıkıntılar açmayın!)" [Bunu Dârakutnî, Sünen’inde Radâ bahsinde (4, 184)]
Yine Hz. Ebu Hureyre anlatıyor: "Resulüllah (AS) buyurdular ki: "İnsanların şerlileri, ulemaya (bir şey öğrenmek için değil), onları yanıltmak için zararlı meselelerden soru soranlardır."
“Âlimlerle yarışmak, cahillerle münakaşa edip susturmak ve itibar kazanmak için ilim öğrenen (ve gereksiz sorular yönelten) cehenneme gidecektir.” (Tirmizi)
Soruları uygun sorabilmek, o kişinin ayarını ve amacını yansıtır. Hadis-i şerifte, “Güzel sual sormak, ilmin yarısıdır” buyurulmaktadır. (Taberani)
Kendisine farz-ı ayn olan (önemli ve öncelikli bulunan) faydalı ve kapalı konuları sormak lazımdır. Bir hadis-i şerifte:
“İlim hazinedir. Anahtarı ise sual sormaktır. Bilmediklerinizi sorun ki, Allah-u Teâlâ sizlere merhamet etsin. Çünkü sual sormakla dört kişi mükâfat alır: Soran, cevap veren, dinleyen ve bunları seven. (Hepsi sevaba ortaktır.)” buyrulmaktadır. (Ebu Nuaym)
Faydalı bir soru sorana bildiği halde cevap vermemenin vebali de ağırdır. Hadis-i şeriflerde:
“Âlimin bildiğini söylememesi, cahilin de bilmediğini sorup öğrenmemesi vebaldir. Çünkü Allah-u Teâlâ, “Bilmiyorsanız, ilim ehline sorun” diye emretmiştir.” (Taberani)
“İlmini başkasına bildirmeyen, hazineyi gömüp kimseye yardım etmeyene benzer.” (Taberani)
“İlmini gizleyene, (ve insanları yararlı bilgisinden mahrum edene) denizdeki balıklardan, gökteki kuşlara kadar her şey lanet eder.” (Darimi)
“İlmini gizleyen kimseye, kıyamette ağzına ateşten gem vurulacaktır.” (Taberani)
İlim sahibi biliyorsa söylemeli, bilmiyorsa bilmiyorum demelidir. Çünkü fetva vermenin mesuliyeti çok büyüktür. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
“Bilmiyorum” demek ilmin (ve samimiyetin) bir gereğidir ve aklın-insafın kemâlindendir.” (İbn-i Mace)
Gaybi ve manevi konularda; gereksiz ve ilgisiz sorulardan sakınmak ve sabredip hikmetli sonuçlarına odaklanmak lazımdır. Kehf Suresi’nde anlatılan Hz. Musa ile Hızır kıssasında önemli ibretler vardır:
66- (Hz.) Musa, ona (Hızır’a): “Sana öğretilen ilimden; rüşdüme kavuşmam (ve tam olgunlaşıp gerçeğe ulaşmam) için, bana da öğretmek üzere, size tâbi (ve talebe) olabilir miyim?” diye (sormuşlardı).
67- O (Zat, Hızır AS) ise: “Doğrusu, sen benimle birlikte kalmaya ve (yaptıklarıma katlanmaya) asla sabredip dayanamazsın!”
68- “(Bu halini de pek yadırgamam ve kınamam) Çünkü iç yüzünü bilmediğin (hikmet ve hakikati öğretilmediğin) bir şeye, nasıl sabredip dayanacaksın?” diye (hatırlatmıştı).
69- (Hz. Musa cevaben:) “İnşaallah beni sabredici (bir öğrenci) olarak bulursun ve hiçbir konuda senin emrine ve işine karşı gelmeyeceğime (söz veriyorum)” diyerek (ricasını tekrarlamıştı).
70- (Bunun üzerine Hızır da:) “Eğer sen bana tâbi (ve talebe) olacaksan, o halde ben herhangi bir konuda açıklama yapmadıkça da, sen bana hiçbir şey sormayacaksın (ve karşı çıkmayacaksın)” diye (uyarmıştı).
71- Böylece (anlaşınca) kalkıp birlikte yürüyüp gittiler. Nihayet (bir nehir, boğaz veya denizden karşıya geçmek üzere ve kendilerini parasız aldıkları halde) gemiye bindikleri vakit (Hz. Hızır) gemiyi (bir tarafından) delip hasar bıraktı. (Bunu gören ve sabredemeyen Hz. Musa: “Ne kötü ve tehlikeli) Hayret verici bir iş yaptın. İçindekileri batırıp boğmak için mi gemiyi yaralayıp delik açtın?!” diye (itiraza kalkıştı.)
72- (Hz. Hızır:) “Sen benimle olmaya asla sabredip dayanamazsın, dememiş miydim?” diye (ikazını tekrarlamıştı).
73- (Hz. Musa:) “Beni, unutarak (bozduğum bir ahdimden) dolayı kınama ve sana (talebe olup bazı gaybi gerçekleri öğrenmem) konusunda (lütfen) güçlük çıkarma!” diyerek (özür beyanında bulunmuşlardı.)
74- Yine yürüyüp (hikmet ve ibret) yolculuğuna devam ettiler. Derken (arkadaşlarıyla oynayan) bir erkek çocuğuna rast geldiler. O vakit, (Hz. Hızır) o çocuğu (kenara çekip) öldürüverdi. (Bu sefer yine dayanamayan Hz. Musa: “İşlediği cinayetten dolayı) Bir cana karşılık olmadan (ve hiçbir suçu ve sorumluluğu bulunmadan, böyle masum bir çocuğu) öldürdün ha!.. (Hayıf ve hayret!) Gerçekten, çok çirkin (ve cezası çetin) bir iş yaptın!” diye (kızgınlıkla karşılamıştı).
75- (Hz. Hızır:) “Eh, ben sana; doğrusu sen benimle (birlikteliğe) sabredemezsin demedim mi?” diye (yeniden uyardı).
76- (Hz. Musa: “Ne olur bağışla ve beni bırakma) Eğer bundan sonra bir daha (işine karışır ve) sana (itiraz yollu) bir şey sorarsam, artık benimle arkadaşlık (sohbet ve irtibatını) kes… Çünkü o takdirde, beni (sahabelik ve talebelikten) azletmeye geçerli bir mazeretin olacak” diye (son bir fırsat talebinde bulunmuşlardı).
77- Tekrar yola koyulup yürüdüler. Derken bir belde halkına uğrayıp, onlardan yiyecek istediler. Ama onlar, kendilerini misafir etmekten çekindiler. (Oradan ayrılırken yol üstünde) Yıkılmak üzere olan harabe bir duvara rast geldiler, (Hz. Hızır hemen işe koyulup o duvarı tamir etti ve) düzeltti. (Hz. Musa ise:) “Eğer isteseydin, bu yaptığın işe karşılık bir ücret alabilirdin! (Bizi misafir etmekten çekinen böylesine cimri bir topluma bu iyiliğin ne gereği vardı?” diye sormuşlardı.)
78- (Bunun üzerine Hz. Hızır:) “İşte bu (son itirazın) artık ikimizin arasının açılmasının ve ayrılmamızın (sebebidir). Ama şimdi sana, (o itiraz ve isyan ettiğin ve) sabredemediğin şeylerin te’vilini (iç yüzünü, kader ve gayb hikmetini) haber vereyim” buyurmuşlardı.
79- “O (deldiğim) gemi var ya; denizde çalışan bazı yoksulların (geçim kaynağı) idi. Ben onu (kasıtlı olarak) yaralayıp deldim. Çünkü onların ötesinde (peşlerinde), her sağlam gemiyi zorla gasp eden bir hükümdar (fırsat beklemekteydi. Hasar verdim ki, bu gemiye tenezzül etmesin. Onun yoksul olan sahipleri de, kolayca tamir edip işlerine devam etsin.)”
80- “(O öldürdüğüm) Oğlan çocuğuna gelince: Anne ve babası mü’min (ve hayırlı) kimselerdi. Bu çocuğun ileride bunları azdırması ve küfre kaydırması (yolundaki İlahi ikaz ve işaretle) duyduğum haşyet ve endişe (üzerine, onu öldürüverdik.)”
81- “Ve böylece: Rablerinin bunun (oğlan çocuğunun) yerine, onlara (ahlâki ve akli) temizlik (ve seçkinlik)te daha hayırlısını, merhamet ve şefkate daha yakın (İslamiyet’e ve insaniyete daha yatkın) olanını vermesini diledik.” (Öldürülen çocuk da, cehennemden kurtulup cennete gidecekti.)
82- “(O ücretsiz tamir ettiğimiz) Duvara gelince: (Burası,) O kasabadaki iki yetim oğlanın (malıy)dı. (O duvarın) Altında, onlara ait olan (kendilerine miras ve emanet bırakılan) bir define-hazine vardı. Babaları da salih (bir insandı). İşte bu yüzden, Rabbin diledi ki, o çocuklar rüşdlerine erişinceye ve kendi hakları olan hazineye sahiplik edinceye kadar (bu duvar yıkılmasın ve hazine başkalarınca kapışılmasındı). Bu, Rabbinden bir rahmet (inayet ve hikmet sebebi ve sonucu) idi… Ben bunların hiçbirini kendiliğimden (nefsi heves ve hedefimden) yapmış değilim. İşte senin sabredemediğin bu işlerin te’vili (gerçek nedeni, hikmet ve hakikati ve kader bilgisi) bu idi” demişti. [Not: Bu kıssada, Hz. Musa şeriat ve adalet ölçülerini takip etmekte, Hz. Hızır ise İlahi Kader ve Hikmet Gizemini temsil ve tebliğ etmekteydi. Yani Mevlâ’mız bizlere Hz. Musa ile Hz. Hızır hadisesiyle bazı musibet ve felaketler sürecinde zahiri hükümlerle amel etmeyi, ama gizli kader hikmetiyle düşünüp değerlendirmeyi öğretmekteydi.] (Kehf: 66-82)
[1] Dr. Ulaş Kubat, Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi, Eğitim Fakültesi, Bu e-posta adresini spambotlara karşı korumak için JavaScript desteğini açmalısınız ,
< Önceki | Sonraki > |
---|