BAĞIMSIZLIK VE BARIŞIN REÇETESİ
Dünya; Türkiye merkezli, büyük ve köklü bir değişime hazırlanmaktadır. Türkiye merkezli diyoruz; çünkü, tarihi deneyim ve birikimleri, tabii (coğrafi ve stratejik) potansiyeli, ve diğer talihli fırsat ve faktörleri; Aziz milletimizi bu konuma ve sorumluluğa zorlamaktadır.
Bütün devrim ve dönüşümlerin, büyük ve bilge bir liderin öncülüğünde gerçekleşmesi ise, Sünnetullahtır, değişmez bir kuraldır.
Böylesi değişimler; uzun zamana ve çok farklı alanlara yayılan, geniş çaplı ve ince hesaplı altyapı hazırlıklarının tamamlanmasından… Mevcut çürümüş düzenin bütün kurumlarının altının oyulmasından sonra… Ve yaşanacak ahlâki dejenerasyonların, sosyal bunalımların, ekonomik kriz ve devalüasyonların, hatta savaş ve felaket ortamlarının ardından meydana çıkmaktadır.
Bütün insanlığı kasıp kavuran bugünkü zulüm ve zillet düzeninin ve bu zorla sömürme ve sindirme sisteminin yürütücüleri olan Batı (Amerika ve Avrupa) zihniyeti… Ve hepsinin perde arkasındaki Siyonist Yahudilerin; Şeytani kurumları, kuralları ve kavramları anlatılmaya… Ve bunlara karşı, bütün yeryüzünde ve ülkemizde oluşan diriliş ve direniş hareketlerinin, artık başarıya yaklaştıkları ortaya koyulmaya çalışılmaktadır.
Bu kutlu devrimin amaçladığı gerçek bağımsızlık ve barışın formülü ise: Beyin+Birikim+Bilek’tir…
Beyin: Bizi; ekonomik, psikolojik ve politik bakımdan çok yönlü körleştiren ve köleleştiren “düşman”ın güç ve gelir kaynaklarını… Resmi veya sinsi dayanaklarını… Ve bunları etkisiz bırakacak her türlü hazırlıkları bilmek, bulmak ve belirlemek için, elbette “beyinlerimizi, hem de son hücresine kadar” kullanmak… Derinlemesine düşünmek, değerlendirmek ve bunları önem ve öncelik sırasına göre derecelendirmek üzere yorulmak ve yoğrulmak gerekir.
Hadis’te “Bir saat tefekkür (ve tezekkür)ün bin saat ibadetten daha hayırlı sayılması” bunun içindir. Sadece kendimizin ve ailemizin değil, milletimizin ve insanlık âleminin bu zulüm ve zilletten kurtulması ve bu Siyonist sistemin yıkılması için fikir üretmek, çare düşünmek ve bilgi edinmek, haliyle en gerekli ve şerefli bir görevdir. Hz. Peygamber Efendimiz; “Harp, hiledir” hadisi ile, psikolojik ve stratejik üstünlüğü elde etmek, gerekli ve gizli orijinal projeler hazırlayıp bunları taktik manevralarla pratiğe dönüştürmek için “beynimizi” kullanmayı teşvik etmektedir.
Birikim: Farklı sahalarda görev yapacak ekip ve elemanlardan, işimizi kolaylaştıracak kamuoyu ve ortam hazırlamaya… Gerekli ve yeterli teknolojik donanımdan, her türlü maddi imkân bulundurmaya yönelik girişim ve birikimi olmayanlara herhalde “projelerini pratiğe dönüştürme” fırsatı verilmeyecektir. “Onlara (düşmanlara) karşı gücünüzün sonuna kadar (her türlü) kuvvet hazırlayın”[1] ayeti de bu gerçeği emretmektedir.
Bilek: Hain ve hâkim rakiplerin, kendi saltanatlarını sürdürmek için, mutlaka sindirme faaliyetlerine başvuracağı ve silah kullanacağı kesindir. İşte bunlara karşı, nokta vuruşlarından nizami savaşlara kadar, her türlü askeri mücadele altyapısının da hazırlanması ve tabi bunları kullanacak “Güçlü ve cesur bilek”lerin bulunması gerekir.
Bu yüzden kurtuluş formülümüzü: “Tezekkür+Teknoloji+Tetik” olarak, veya: “Strateji+Sermaye+Silah” şeklinde ifade etmek de mümkün ve münasiptir.
Ne var ki; beyninden önce bileğine başvuranlar… Aklını kullanmadan kanını akıtanlar, kendilerini “israf etmiştir”, birikimlerini boşa tüketmiştir ve sonunda yenilmişlerdir ve yenileceklerdir!
İsraf: İmkân, eleman ve zaman yönünden, her türlü fırsat ve birikimlerimizi, sadece ölçüsüz ve dengesiz biçimde saçıp savurmayı değil, aynı zamanda “birikim ve becerilerimizi, bedenimizi ve bileğimizi, düşüncesiz ve projesiz olarak; getirisi ve götürüsü çok iyi hesaplanmadan harcamayı ve rastgele ortaya atılmayı” da ifade etmektedir.
Çağımız, bilgi çağıdır. Savaş ve barışta akıl, artık atomdan öne çıkmıştır. Silahtan ziyade, siyaset ve stratejilerle sonuca ulaşılmaktadır. Çünkü küçük bir teknolojik üstünlük farkı, çok büyük klasik silah yığınaklarını boşa çıkarmaktadır.
Türkiye gibi; düşman unsurların ve “habis ur”ların, bünyesinin her organına ve sistemin her kurumuna sirayet ettiği bir durumda, oldukça sabırlı ve dikkatli bir tedavi uygulamak, ameliyat bıçağını ise elbette son çare olarak, hem de yerine ve usulüne göre kullanmak lazımdır. Böylesine kuşatılmış ve yıkıma yaklaşmış bir ortamda, Milli kurtuluş ve karşı koyuş hareketlerinin acemi, aceleci ve sadece yüreklere su serpici girişimlerden, yani güçlerini ve gayretlerini israf etmekten uzak durmaları… Akılcı tedbirlerle kalıcı neticelere ulaşmaları, hayati önem taşımaktadır. Çünkü bir ülkeyi çok yönlü kuşatıp, kontrol altına alan dış güçler ve içerideki işbirlikçiler, muhtemel Milli diriliş ve direnişleri kontrol etmek için de gerekli hazırlık ve altyapıyı önceden hesaplamaktadır.
Bugün Türkiye’mizin, son iki asırdır, sistemli biçimde sürüklendiği çözülme sürecini, artık halihazırdaki kanserleşmiş kurum ve kavramlarla önlemenin maalesef mümkün olmadığı… Bu nedenle vatanseverlerin ve vicdan ehlinin yeni bir Milli Mücadele ortamını ve organlarını hazırlamaktan ve harekete başlamaktan başka çareleri kalmadığı açıktır. Ancak bütün bu hizmet ve hareketler geçici hissiyat ve heyecanlardan uzak, akıllı ve sağlıklı olarak yürütülen, hem topluma hem dünyaya karşı haklı mazeret ve meşruiyetini de üretebilen bir çizgiye oturtulmalıdır.
Artık emperyalist dünyanın “Hak”tan ziyade “güç”ten anladığı, gerçekten ziyade görünüşe aldandığı ve kendi insanımızın da, vicdanından çok cüzdanıyla düşünmeye başladığı da unutulmamalıdır.
Bu nedenle, muarazadan (saldırıdan) önce “mantık”, silahtan önce strateji sanatını kullanmak lazımdır!
a- Bilgi, birikim ve her türlü üretimi
b- Ekonomik gelir ve sermaye edinimi
c- Teknolojik araştırma ve sanayi gelişimi
d- Kamuoyu oluşturma, sosyal ve siyasal ilişkileri yoğunlaştırma girişimi alanında gerekli ve yeterli birim ve ekipleri, eski tabirle farklı sahalardaki “Kuvay-ı Milliye Milislerini” oluşturduktan sonra; icap ettiğinde devreye sokulacak ve silah da kullanacak “operasyonel” ve özel kuvvetlere sahip olmak kaçınılmazdır. Düzenli, disiplinli ve Milli ordular ise; haysiyetli, cesaretli ve tecrübeli komutanlar emrinde, bütün bunlardan sonra işe yarayacaktır.
Kısaca: Artık vatanımızı ve kutsallarımızı, sadece “kanımızın son damlasına kadar” değil, ondan önce “beynimizin son hücresine” kadar savunma ve sahip çıkma gereği bulunmaktadır.
Mantık ve mantalite, akıl ve realite; ülkemizi bu kötü gidişattan ve düştüğü girdaptan kurtarmak için, sadece toplumu bilinçlendirmenin… Gizli ve kirli ilişkilere ve hıyanet merkezlerine dikkat çekmenin… Resmi etiketleri “Milli” olsa da, aslında dış güçlerce ele geçirilmiş ve işgal edilmiş “kurum”lara güvenip beklemenin asla yeterli ve tutarlı olmayacağını… Bunların yanında, farklı alanlarda Milli diriliş ve direnişi örgütleyecek güçlü ve güvenilir, bilgili ve becerikli bir “milis”leşmeye… Yani görünürde sivil, gerçekte disiplinli ama gayriresmi yapılanmaları kurup geliştirmeye gitmenin kaçınılmazlığını ortaya koymaktadır.
Bu “Vatanı kurtarma ve yeni bir dünya kurma” şuuru ve sorumluluğuyla yola çıkan ekiplerin ve Milli güçlerin de, klasik yöntemleri terk edip, orijinal ve organizeli sistemler uygulamadıkça, mevcut ve malum güçlerin maşası olmaktan kurtulamayacakları, ülkenin yıkılışına engel olayım derken, hızlandırıcı etken olacakları da hesaba katılmalıdır. Çünkü Siyonizm’in sömürü saltanatına ve küresel çaptaki şeytanlıklarına, değişik bölge ve boyutlardaki, kararlı ve programlı “Karşı çıkış”ları takip ve tespit etmek “yılanın başını küçükken ezmek”, bu fırsat kaçırılmışsa bu sefer hareketin beynine sızıp hedef değiştirmek, hatta kendi hesabına kullanıp kontrol etmek; emperyalizmin vazgeçilmez kuralıdır.
Öyle ise, tehlikenin büyüklüğünü ve yakınlığını aklımızdan çıkarmadan, ama asla telaş ve panik havasına da kapılmadan… “Bu ülkeyi ve geleceğimizi mutlaka kurtaracağız!” inancı ve kararlılığı taşımalıdır.
Muhtemel tehdit ve tehlikeleri elbette gündeme taşımalı, ama “Ülke elden gidiyor!” havası ve hezeyanı artık bırakılmalıdır. Çünkü; yönetim, sistem ve zihniyet olarak zaten gitmiştir ve kaybedilecek bir kalemiz kalmamıştır. Türkiye maalesef Atatürk’ün Samsun’a çıktığı ve Amasya Tamimi’ni yayınladığı şartlarla aynı konumdadır. Gençliğe Hitabesinde öngördüğü ve haber verdiği tam bir kuşatılmışlık hali yaşanmaktadır.
Bu nedenle “Ülkeyi elden kaçıracağız!” diye değil “Ülkemizi nasıl geri alacağız?” diye çırpınmalıdır. Yeni ve milli bir kurtuluş heyecanı başlatılmalıdır.
Evet, Türkiye birçok yönden kaybedilmiş ve kuşatılmıştır. Zira artık işgaller, ülkelerin sınırlarından, kıyılarından değil; bürokratlarından, bankalarından çıkarma yapılmaktadır. İşgal karakolları; medyadır, mason localarıdır. Ve artık, halkların bedenleri değil, beyinleri esir alınmaktadır. Bizden sandığımız diktatörler veya demokrasi demagojileriyle başımıza getirilen hükümetler, işgalcilerin sömürge valileri ve hatta IMF tahsildarları konumundadır.
Gizli işgal rejimlerinin ve dinsiz eğitim sistemlerinin tahribatları sonucu; inanç ve ahlâk yozlaşmış, toplum; Milli kimlik ve kültürüne yabancılaşmıştır. Öyle ki, sonunda aklı ve vicdanı ile değil, midesi ve maddesi ile düşünen, en basit menfaatleri için bile maneviyatını rüşvet veren, dünyalık kazanımları için kutsallarını feda eden idealsiz, iddiasız ve insafsız kalabalıklar ortaya çıkmıştır.
İşte Erbakan Hoca, Siyonist güçlerin böylesine her şeye hâkim bulunduğu ve insanların bu denli bozulduğu bir dönemde ortaya atılmıştır. Uzun yollu ve zorlu bir altyapı hazırlama gayretine başlamıştır. Fabrika hatası olarak, sistemin çarkları arasından sağlam çıkabilmiş elemanların belirlenmesi, yetiştirilmesi, pişirilmesi, çeşitli imtihanlardan geçirilip elenmesi sürecinden sonra, elde kalan çekirdek kadroları kendi karakter ve kabiliyetlerine uygun alanlara kaydırmıştır. Bunların sayesinde sadece Türkiye’mizde ve İslam ülkelerinde değil, tüm yeryüzünde zulme ve sömürüye karşı direnen, gizli ve açık örgütlenen, yerel, bölgesel ve evrensel oluşumlar meydana çıkmıştır.
Erbakan Hoca, klasik ve hantal “Güç Ortaklığı” kurma yerine, stratejik ve pratik “Güç Ağı” oluşturma yolunu açmış ve altyapı hazırlığı olarak bunu başarmıştır! Ve şimdi bu bayrağı Milli Çözüm devralmıştır!..
Çünkü Erbakan, düşmanın önüne;
• Kolaylıkla fark edilip hedef haline gelecek,
• İçine rahatlıkla sızılıp, manipüle edilecek ve yanlış yönlendirilecek,
• Yasal veya illegal yöntemlerle etkisiz hale getirilecek,
• Münafıklık müessesesiyle ele geçirilecek cinsten hantal bir “Güç birliği” koymanın, ne kadar hatalı olacağının farkındaydı… Böylesine “Düşman çatlatan ve dostları rahatlatan” gösterişli oluşumların, kısa vadede yapacağı “geçici bir coşku” etkisine karşılık, bütün birikim ve kazanımları ve hatta potansiyel imkânları tehlikeye atma riski de vardı…
Rakipleri oyalamak, bazı amaçlar için araç olarak kullanmak, dikkatleri bunların üstüne yoğunlaştırıp başka hazırlıkları rahatlandırmak, düşman güçlerinin önüne yem olarak atıp, onların kötü niyetlerini ve hıyanetlerini topluma tanıtmak gibi hedef ve hikmetlerle kurulan resmi ve sivil teşkilatlar ise, bunların dışındaydı…
Evet, klasik “Güç Ortaklığı” yerine stratejik “Güç Ağı” oluşturmak daha sağlıklıydı. Bunun için:
1- Çeşitli birimlerin gerekli altyapısı ve çoğu dikkat dağıtmaya yarayan kapı tabelası olsa da, hainlere hedef, medyaya malzeme olmayacak, hücum edilip karalanmayacak şekilde İSİMSİZ ve CÜSSESİZ (belirsiz ve belgesiz) bulunan…
2- Bağlı birimlerinin, tüzel kişilikleri ve fiziki varlıkları bulunsa da, beyin merkezinin kimliği, resmiyeti ve adresi belli olmayan… Dolayısıyla sızılması, satın alınması, saptırılması veya imhası çok zor olan…
3- Birimleri ve özel ekipleri arasındaki inzibat ve irtibatı, genel hedefler doğrultusunda, ama özel iletişim ve hareket protokolleriyle sağlayan…
4- Bir ekip veya birimin deşifre veya dejenere olması durumunda; onu bütün teşkilata zarar vermeyecek şekilde enterne ve asimile edip eritmeyi başaran ve gereğinde çoğalma ve savunma mekanizmalarını kendi içinde barındıran…
5- Gizlilik prensibini ise; klasik anlamdaki “Yeraltına saklanma, çeşitli perde ve kılıflar arkasında çalışma” şeklinde değil, “Kendilerini takip ve taciz edebilecek kesimlerin kafasını karıştıracak, onların imkân, eleman ve zamanlarını boşa harcatacak… Çok önemli ve stratejik belgeleri; kasalarda, dosyalarda, bilgisayarlarda depolayarak değil, bunları formüle edip, şifreleyip parçalarını dağıtacak ve sahte kopyalarıyla rakipleri oyalayacak” yeni ve etkili bir yapılanmaya ihtiyaç vardı. Çünkü gizlediğin belge ve bilgi, haliyle ilgi odağıdır. Ve günümüzdeki teknolojik cihazlar ve analiz imkânlarıyla bunu yapmak çok daha kolaydır.
Saddam döneminde, Irak Merkez Bankası’nda ve çok özel güvenlik korumaları altında 47 milyar doların, CIA ve MOSSAD ajanlarının bir operasyonuyla nasıl çalındığı hatırlanmalıdır. Öyle ise artık; kanımızın son damlasına kadar çarpışma sloganından önce “Beynimizin son hücresine kadar araştırma, anlama, akılcı ve kalıcı yöntemlerle çalışma” zamanıdır…
Çünkü İran gibi; “Attığın taş, ürküttüğün kurbağaya değmedi” cinsinden gerekli ve yeterli şartlar oluşmadan ve olgunlaşmadan vaktinden önce sıkılan kurşun; düşmanı “Haklı”, tetiği çeken kahramanı ise “Katil” durumuna taşıyacak ve davamıza hizmet yerine hezimet sayılacaktır.
Ve hele toplumu yönlendiren medyanın ve diğer mekanizmaların, maalesef işgal güçlerinin ve hain işbirlikçilerin elinde olduğu bir ortamda, rakip odakları mazlum ve kahraman konumuna çıkarmadan saf dışı bırakmanın yollarını bilmek ve bulmak lazımdır.
İşte aziz milletimizi ve tüm ezilenleri kurtuluşa ulaştıracak bu kutlu ve kutsal mücadelede; “Örgütlenme, strateji üretme, manevra yeteneğini geliştirme, davamıza zarar vermeden düşmanı etkisiz hale getirme, en az kaynakla rakiplerine en büyük kayıp verdirme” konusunda çalışıp yorulacak her beyin hücresi, akıtılacak her damla kandan daha değerli ve etkili olacaktır.
Ve unutmayalım ki: Ülkemiz dâhil bütün yeryüzünde hâkimiyet kuran ve Gizli Dünya Devletini oluşturan Siyonist merkezler de aynı şekilde yapılanmıştır. Öyle ise; kemiyet (sayı ve silah çoğunluğu) bakımından değil, ama keyfiyet (stratejik ve pratik üstünlük) bakımından, Siyonistlerden daha orijinal ve marjinal bir yapılanma kaçınılmazdır…
Bu anlamda “Marjinalliğin” bir avantaj üstünlüğü olduğunu kavramaktan mahrum kafasız kurmaylar ve başbakanlar, yakında ne kadar “Boşbakan” olduklarını anladıklarında iş işten geçmiş olacaktır.
İşte Milli Görüş’ün başlattığı ve şimdi Milli Çözüm’ün sahip çıktığı, artık başarıya yaklaşıldığı bu yeni diriliş ve direniş organizasyonları ve bunların dinamik ve disiplinli alt ve yan odakları şu özellikleri taşımalıydı:
a- Kendinden emin ve rahat hareket eden, kadere ve arkasındaki Milli Güce güvenen ve asla şaşkınlığa ve taşkınlığa kapılmayan elemanlara…
b- “Tuzak bozma, tuzak kurma, taktik manevralar hazırlama” becerilerini birlikte ayarlayıp uygulayan kadrolara…
c- Düşmandan sakınan ama saklanmayan, onların yanında, etrafında dolaşıp gözünün içine bakan ve gönlünden geçeni okuyan şuurlu sadıklara…
d- Piyonları değil, patronları hedef alan… Artistlerin değil, senaristlerin peşine takılan… Kuklaları değil, kuklacıyı kovalayan stratejik kafalara…
e- Alt ve yan birim ve bireylerin bazıları etkisiz ve çaresiz kaldıklarında; hemen yedek ekip ve elemanları devreye sokarak, cesaret ve metanetle yoluna devam edecek şekilde esneklik ve enerjisini kendi özünde barındıran oluşumlara…
f- Ekonomik, politik, sosyolojik, teknolojik ve psikolojik yönden; her safhada ve her sahada toplum hayatının içinde bulunan, değişen ve gelişen bütün şartları kendi davası yararına kullanan onurlu ve sorumlu dava adamlarına…
g- “Bir atımlık barut, üç beş adımlık yolculuk” değil, uzun mesafeli, geniş ve derin perspektifli, yılmaz ve yorulmaz nefesli olan bir yapılanma ve teşkilatlanmaya yani Milli Çözüm erbabına ihtiyaç vardı…
Bu yapı, özellikle vurguladığımız gibi; “Güç Ortaklığı” kurma yerine “Güç Ağı” oluşturma ve bunu, vatanın (ve tabi dünyanın) ayrı yerlerine dağıtıp, ama aynı hedefe koşturma esasına dayandığından, bu hareketin “Liderlik makamı ve mekanizması” da kendine özgün ve çağın gereklerine uygun olmalıydı. Bu nedenle, Siyonist zulüm ve sömürü saltanatını devirmek ve mevcut bozuk ve barbar dünya dengelerini değiştirip düzeltmek amacıyla yola çıkan bu yapılanma: Klasik, rütbe ve yetki disiplinine ve alt-üst, emir-komuta zincirine göre ayarlanmış, HİYERARŞİK bir komuta merkezine değil; her şeyin, tek beyin merkezinin dolaylı kontrolünde bulunduğu, ama devlet ve millet organizasyonundaki farklı birim ve ekiplerin bu beynin kendisini, adresini ve stratejisini bilmediği, vücudun diğer organları bilinse de gövde üzerindeki başın herkese görülmediği bir HETERARŞİK liderlik mekanizmasına dayanmalıydı.
Önemine binaen tekrar ve özellikle belirtelim ki “vatanımızın ve temel insan haklarımızın korunması yolunda, kurşun atanların da, vücuduna kurşun batanların da, kutsal ve kahraman sayılması” ne kadar doğru ise… Bugün vatanımızın, kutsallarımızın ve tüm insanlığın hayrına olacak “Çok derin ve diriltici bilgi ve belgeleri” araştırıp bulanların da… Bunların gerektiği kadarını ve kolayca hazmedilecek “hap”lar halinde topluma sunanların da… Bu bilgi ve belgelerin gizli tutulması gereken kısmını, vatani ve vicdani bir sorumlulukla saklayıp, hiçbir makam ve menfaat karşılığı satmayanların da, en az onlar kadar kutsal ve kahraman olduğu unutulmamalıdır.
İşte Türkiye’yi ve tüm mazlum milletleri, sürüklendikleri bu Siyonist ve emperyalist girdaptan kurtaracak… Her yönden güçlenmiş ve gelişmiş… Ekonomik, siyasi, dini ve etnik sorunlarını halletmiş… Tabii ve tarihi şartların yüklediği liderlik potansiyelini harekete geçirmiş… Gerçekten özgür, üniter ve kendi teknoloji ve stratejisini üreten bir dünya devleti konumuna taşıyacak bu çağdaş Kuvay-ı Milliyecileri ve bu “Stratejik Ekip” güçlerini oluşturacak bir “beyin ve birikim”; ülkemizin, hatta insanlık âleminin en büyük şansıdır… Çünkü ülkemiz, bölgemiz ve bütün yeryüzü; Siyonist ahtapotun sinsi ve kan emici kolları arasında kıvranıp durmaktadır…
- Enfâl: 60

ZAFER; CESUR VE BİLGE YÜREKLERİN ÖDÜLÜDÜR!..
Bu makale yıllar yıllar öncesi kaleme alınan 2005 yılında Üstad Ahmet AKGÜL Hocamızın DÜNYA DÖNÜŞÜME HAZIRLANIYOR isimli 540 sahifelik eserinin önsözüne konulmuş bir makaleydi. Kitap haline geldiği yıla bakıp yanılmamak lazım, bu makale en az 35-40 yıllıktır desek yanlış olmaz sanırım. Eee boşuna denmiyor Aziz Erbakan Hocanın en sadık talebesi takipçisi ve devamı Milli Çözüm ve Üstad Ahmet AKGÜL diye… Makalede geçen şu ifadeler Erbakan Hocamızın sözlerini gayet net bir şekilde açıklamakta: Çünkü İran gibi; “Attığın taş, ürküttüğün kurbağaya değmedi” cinsinden gerekli ve yeterli şartlar oluşmadan ve olgunlaşmadan vaktinden önce sıkılan kurşun, düşmanı “Haklı” tetiği çeken kahramanı ise “Katil” durumuna taşıyacak ve davamıza hizmet yerine hezimet sayılacaktır…
Elhamdülillah; Milli Görüş ve devamı olan Milli Çözüm ile, “bütün insanlığı kasıp kavuran bugünkü zulüm ve zillet düzeninin ve bu zorla sömürme ve sindirme sisteminin yürütücüleri olan Batı (Amerika ve Avrupa) zihniyeti… Ve hepsinin perde arkasındaki Siyonist Yahudilerin; Şeytani kurumları, kuralları ve kavramları anlatılmaya deşifre olmaya… Ve bunlara karşı, bütün yeryüzünde ve ülkemizde oluşan diriliş ve direniş hareketlerinin, artık başarıya yaklaştıkları ” aşikar olmuştur olmaya devam etmektedir. Böylesi insanlığın temel sorununu kötülüğün veya kirli cephenin deşifre edilmesi ve bu hususun gereği olan gayret ve çabanın içeriği olan “Tezekkür+Teknoloji+Tetik” olarak, veya: “Strateji+Sermaye+Silah” şeklinde kurtuluşu formüle etmek ancak ve ancak ASRIN VE KUR’AN’IN TERCÜMANLIĞINI üstlenen insanlığın gerçek sahibi diyebileceğimiz zatların hazırlık ve inancın aşaması olmaktadır.
Üstünlük ve güçlü olmak için ekonomik – teknolojik – jeopolitik – askeri – sosyal …vb. yönden güçlü olmak önemlidir ancak süper güç olmak için bunlar yeterli değildir… Süper güç olmak için SÜPER BİR BEYNE sahip olmak gereklidir ki hamdolsun bu özellik de TÜRKİYE’ye mahsus bir özellik olduğu için makalede de belirtildiği üzere; Dünya; Türkiye merkezli, büyük ve köklü bir değişime hazırlanmaktadır. Türkiye merkezli diyoruz; çünkü, tarihi deneyim ve birikimleri, tabii (coğrafi ve stratejik) potansiyeli, ve diğer talihli fırsat ve faktörleri; Aziz milletimizi bu konuma ve sorumluluğa zorlamaktadır.
… Artık; kanımızın son damlasına kadar çarpışma sloganından önce ” BEYNİMİZİN SON HÜCRESİNE KADAR ARAŞTIRMA, ANLAMA, AKILCI VE KALICI YÖNTEMLERLE ÇALIŞMA” zamanı , savunma ve sahip çıkma gereği bulunmaktadır… (Makaleden)
… Bu kutlu devrimin amaçladığı gerçek bağımsızlık ve barışın formülü ise: Beyin+Birikim+Bilek’tir… (Makaleden)
Makaleden anlıyor ve yüreklerimize su serpiliyor; geldiğimiz şu ana kadar yapılan ilmi ciddi Kur’ani program ve projelerin hazırlıkları, kazanılan inanç ve heyecandan anlıyoruz ki; “Düşmanın stratejisini, Siyonizm’in hilesini ve hedefini savaştan önce öğrenen bilge ve cesur bir Lider için zafer, bulutlarla kararan gökyüzünden beklenen yağmur kadar yakındır.” gerçeğine inanmış MİLLİ ÇÖZÜM EHLİ BİLGE – YİĞİT Yüreğin ödülü olacak zafer pek yakındır inşaAllah!..
Adil Düzen de ve Şeytanın temsilcisi Siyonizm’in çökertildiği günlerde buluşmak duasıyla!..
Dünya; Türkiye merkezli, büyük ve köklü bir değişime hazırlanmaktadır.
Evet, Türkiye birçok yönden kaybedilmiş ve kuşatılmıştır.
Zira artık işgaller, ülkelerin sınırlarından, kıyılarından değil; bürokratlarından, bankalarından çıkarma yapılmaktadır. İşgal karakolları; medyadır, mason localarıdır. Ve artık, halkların bedenleri değil, beyinleri esir alınmaktadır. Bizden sandığımız diktatörler veya demokrasi demagojileriyle başımıza getirilen hükümetler, işgalcilerin sömürge valileri ve hatta IMF tahsildarları konumundadırlar.
Türkiye’deki devrim ve dönüşümler, yeni ve milli bir kurtuluş heyecanı ile büyük ve bilge bir liderin öncülüğünde başlatılmıştır.
Erbakan Hocamızın “Bu ülkeyi ve geleceğimizi mutlaka kurtaracağız!” inancı ve kararlılığı ile başlattığı Milli Görüş mücadelesi, Ahmet Akgül Hocamızın “Vatanı kurtarma ve yeni bir dünya kurma” şuuru ve sorumluluğuyla başlattığı Milli Çözüm mücadelesiyle devam etmektedir.
Erbakan Hocamız, klasik ve hantal “Güç Ortaklığı” kurma yerine, stratejik ve pratik “Güç Ağı” oluşturma yolunu açmış ve altyapı hazırlığı olarak bunu başarmıştır! Ve şimdi bu bayrağı Milli Çözüm devralmıştır!..
Stratejik ve pratik “Güç Ağı”; örgütlenme, strateji üretme, manevra yeteneğini geliştirme, davamıza zarar vermeden düşmanı etkisiz hale getirme, en az kaynakla rakiplerine en büyük kayıp verdirme mücadelesidir.
Milli Çözüm;
Bugünkü zulüm ve zillet düzeninin ve bu zorla sömürme ve sindirme sisteminin yürütücüleri olan Siyonist Yahudilerin; Şeytani kurumlarını, kurallarını ve kavramlarını anlatmakta…
Ve bunlara karşı, bütün yeryüzünde ve ülkemizde oluşan diriliş ve direniş hareketlerinin, artık başarıya yaklaştıklarını ortaya koymaktadır.
Ülkemizi çok yönlü kuşatıp, kontrol altına alan dış güçler ve içerideki işbirlikçiler, muhtemel Milli diriliş ve direnişleri kontrol etmek için de gerekli hazırlık ve altyapıyı önceden hesaplamaktadırlar. Bu nedenle Milli güçlerin, akılcı tedbirlerle ve kalıcı neticelere ulaşmaları, hayati önem taşımaktadır.
Milli güçler;
Klasik yöntemleri terk edip orijinal ve organizeli sistemler uygulamadıkça, mevcut ve malum güçlerin maşası olmaktan kurtulamayacaklar, ülkenin yıkılışına engel olayım derken, hızlandırıcı etken olacaklardır.
Silahtan ziyade, siyaset ve stratejilerle sonuca ulaşacaklardır, çünkü küçük bir teknolojik üstünlük farkı, çok büyük klasik silah yığınaklarını boşa çıkarmaktadır.
Mantık ve mantalite, akıl ve realite;
Ülkemizi bu kötü gidişattan ve düştüğü girdaptan kurtarmak için, sadece toplumu bilinçlendirmenin…
Gizli ve kirli ilişkilere ve hıyanet merkezlerine dikkat çekmenin…
Resmi etiketleri “Milli” olsa da, aslında dış güçlerce ele geçirilmiş ve işgal edilmiş “kurum”lara güvenip beklemenin asla yeterli ve tutarlı olmayacağını…
Bunların yanında, farklı alanlarda Milli diriliş ve direnişi örgütleyecek güçlü ve güvenilir, bilgili ve becerikli bir “milis”leşmeye…
Yani görünürde sivil, gerçekte disiplinli ama gayriresmi yapılanmaları kurup geliştirmeye gitmenin kaçınılmazlığını ortaya koymaktadır.
…Bugün Türkiye’mizin, son iki asırdır, sistemli biçimde sürüklendiği çözülme sürecini, artık halihazırdaki kanserleşmiş kurum ve kavramlarla önlemenin maalesef mümkün olmadığı… Bu nedenle vatanseverlerin ve vicdan ehlinin yeni bir Milli Mücadele ortamını ve organlarını hazırlamaktan ve harekete başlamaktan başka çareleri kalmadığı açıktır. Ancak bütün bu hizmet ve hareketler geçici hissiyat ve heyecanlardan uzak, akıllı ve sağlıklı olarak yürütülen, hem topluma hem dünyaya karşı haklı mazeret ve meşruiyetini de üretebilen bir çizgiye oturtulmalıdır.
…Kısaca: Artık vatanımızı ve kutsallarımızı, sadece “kanımızın son damlasına kadar” değil, ondan önce “beynimizin son hücresine” kadar savunma ve sahip çıkma gereği bulunmaktadır.
…Erbakan Hoca, klasik ve hantal “Güç Ortaklığı” kurma yerine, stratejik ve pratik “Güç Ağı” oluşturma yolunu açmış ve altyapı hazırlığı olarak bunu başarmıştır! Ve şimdi bu bayrağı Milli Çözüm devralmıştır!..
…Öyle ise; kemiyet (sayı ve silah çoğunluğu) bakımından değil, ama keyfiyet (stratejik ve pratik üstünlük) bakımından, Siyonistlerden daha orijinal ve marjinal bir yapılanma kaçınılmazdır…
…Bu yapı, özellikle vurguladığımız gibi; “Güç Ortaklığı” kurma yerine “Güç Ağı” oluşturma ve bunu, vatanın (ve tabi dünyanın) ayrı yerlerine dağıtıp, ama aynı hedefe koşturma esasına dayandığından, bu hareketin “Liderlik makamı ve mekanizması” da kendine özgün ve çağın gereklerine uygun olmalıydı. Bu nedenle, Siyonist zulüm ve sömürü saltanatını devirmek ve mevcut bozuk ve barbar dünya dengelerini değiştirip düzeltmek amacıyla yola çıkan bu yapılanma: Klasik, rütbe ve yetki disiplinine ve alt-üst, emir-komuta zincirine göre ayarlanmış, HİYERARŞİK bir komuta merkezine değil; her şeyin, tek beyin merkezinin dolaylı kontrolünde bulunduğu, ama devlet ve millet organizasyonundaki farklı birim ve ekiplerin bu beynin kendisini, adresini ve stratejisini bilmediği, vücudun diğer organları bilinse de gövde üzerindeki başın herkese görülmediği bir HETERARŞİK liderlik mekanizmasına dayanmalıydı.
“Siyonizm’i bir timsaha benzetirsek, üst çenesi kapitalizm, alt çenesi komünizmdir. Bu iki çenenin karşılıklı çarpışmaları düşmanlıklarından falan değil; araya giren avlarını parçalamak, gövdeyi; Siyonizm’i, beslemek içindir.”
Prof. Dr. Necmettin Erbakan
Bakın size kesinlikle ifade ediyorum ki; TÜRKİYE’NİN KURTULUŞU; Milli Çözüm’e inanan bir Cumhurbaşkanı’nın o makama oturması, Milli Çözüm’e inanan bir Hükümet’in kurulması Ve yeni bir devrin başlamasıyla mümkündür! (Erbakan Hocamızın TRT Basın Toplantısı Yazarlar Soruyor-Nisan 1980) hhtp://youtu.be/8P1b0ygfQ4I 24Dk.
Saf 4
Doğrusu Allah, Kendi yolunda (tuğlaları ve bütün parçaları) sanki birbirine (kurşunla) kenetlenmiş bir bina gibi saf bağlayarak (irtibatlı, intizamlı ve itaatli bir teşkilat şuuruna ve ordu disiplini sorumluluğuna sahip olarak cihad edip) çarpışanları seven (ve destekleyen)dir. (Özel izin ve mazeretler ile gizli görevliler dışında, ferdi ve fevri hareket edenleri değil.)
https://www.mealikerim.com/61/saf/4
İşte Türkiye’yi ve tüm mazlum milletleri, sürüklendikleri bu Siyonist ve emperyalist girdaptan kurtaracak… Her yönden güçlenmiş ve gelişmiş… Ekonomik, siyasi, dini ve etnik sorunlarını halletmiş… Tabii ve tarihi şartların yüklediği liderlik potansiyelini harekete geçirmiş… Gerçekten özgür, üniter ve kendi teknoloji ve stratejisini üreten bir dünya devleti konumuna taşıyacak bu çağdaş Kuvay-ı Milliyecileri ve bu “Stratejik Ekip” güçlerini oluşturacak bir “beyin ve birikim”; ülkemizin, hatta insanlık âleminin en büyük şansıdır… Çünkü Ülkemiz, bölgemiz ve bütün yeryüzü; Siyonist ahtapotun sinsi ve kan emici kolları arasında kıvranıp durmaktadır…
VE İNANIYORUZ Kİ TÜRKİYE’NİN VE TÜM İNSANLIĞIN KURUTULUŞU AZİZ ERBAKAN HOCAMIZIN YILLAR ÖNCE BUYURDUKLARI GİBİ;
“Bakın size kesinlikle ifade ediyorum ki:
TÜRKİYE’NİN KURTULUŞU;
Milli Çözüm’e inanan bir Cumhurbaşkanı’nın o makama oturması,
Milli Çözüm’e inanan bir Hükümet’in kurulması
ve yeni bir devrin başlamasıyla mümkündür!”
Prof. Dr. Necmettin Erbakan
TRT Basın Toplantısı, Yazarlar soruyor – Nisan 1980
“Erbakan Hoca, klasik ve hantal “Güç Ortaklığı” kurma yerine, stratejik ve pratik “Güç Ağı” oluşturma yolunu açmış ve altyapı hazırlığı olarak bunu başarmıştır! Ve şimdi bu bayrağı Milli Çözüm devralmıştır!..”
ELHAMDÜLİLLAH
Milli Mücadele…
Bugün insanlık, özellikle de İslam dünyası; küresel Siyonist hegemonyanın yönlendirdiği zulüm ve sömürü düzeninin pençesinde inim inim inlemektedir. Bu küresel sistem; ekonomik bağımlılık, kültürel yozlaşma, ahlaki çöküş ve milli kimliğin eritilmesi gibi çok yönlü araçlarla, özellikle Türkiye’miz gibi merkez ülkeleri kontrol altında tutmaktadır. Fakat tarih boyunca adaletin bayraktarlığını yapmış aziz milletimizin, yeniden insanlığın umudu olması kaçınılmazdır.
Erbakan Hoca’mızın çizdiği stratejik yol haritası, bu karanlık düzenin karşısına yalnızca tepki veren değil, kendi değerlerinden neşet eden alternatif bir medeniyet projesi sunan tek gerçek reçetedir. O, mücadeleyi sadece siyasi zeminde değil; ekonomik, teknolojik, kültürel ve ahlaki tüm boyutlarda bir topyekûn kalkınma seferberliği olarak ele almıştır. Bu sebeple, “Yeni Bir Dünya” hedefi salt bir ütopya değil; organize bir hareketin, imanla yoğrulmuş bir aklın ve stratejik sabrın meyvesidir.
Türkiye, artık sadece kendi kurtuluşunu değil, tüm mazlum coğrafyaların istikbalini de yüklenmiş durumdadır. Bunun için klasik anlamda bir güç ortaklığı değil; derin, bağlantısal ve akılcı bir “güç ağı” inşa edilmelidir. Düşmanların yöntemlerini bilen ama onların tuzaklarına düşmeyen, taktik ve strateji sahibi, maneviyatla donanmış kadrolar yetiştirmek; bu davanın temelidir. Kur’anî bir şuurla, “Hak geldi, batıl zail oldu” müjdesine iman etmiş bir nesil, mutlaka zaferin sahibi olacaktır.
Bütün bunlar, kuru heyecanla değil; sabırla, ilimle, stratejiyle ve Allah’a olan tam tevekkülle başarılacaktır. Erbakan Hoca’mızın bize bıraktığı bu manevi miras, çağın Firavunlarına karşı yeni bir Musa yürüyüşüdür. Ve bu yürüyüş, yalnızca Türkiye’nin değil, bütün insanlığın felahı için atılacak en kutlu adımdır.
İslam dünyasının içine düştüğü zilletten kurutulması için samimi niyetlerle gayret gösterenler elbette vardır. Ancak bu gayretlerin günümüz koşullarını ve düşmanlarının; inançlarından kaynaklanan bakış açılarını, ellerindeki güçlü unsurları ve bu unsurların kullanım alanlarını, bilgi ve birikimlerini dikkate almadan harcanması istenilen sonuçları doğurmamaktadır. Elbette geçmiş tecrübelerden faydalanılacaktır ve bu gereklidir, fakat geçmişte kalıp oradan bugüne bakmak ve bugün için reçete yazmaya kalkmak yıkımı artırmaktan başka bir işe yaramayacaktır. Yıkık temel üzerine yeni bina kurulmuyor maalesef. Tam da burada Kur’an ı Kerim ve Hadisi Şerifleri temel alıp yeni stratejiler üreten, yani yenilikçi liderler ancak yeni medeniyetlerin kurucusu olabiliyor. Makalede bu durum açık ve net olarak anlatılmış. Ayrıca Nisa Suresi 94. ayetin başında Rabbimiz “Ey iman edenler! Allah yolunda (cihad için) adım attığınızda (sefere çıktığınızda, rakiplerinizi) iyice araştırıp anlamaya çalışın” buyurmaktadır.
İşte, Aziz Erbakan Hocamız hem düşmanı iyi tanımış hem de düşmandan daha iyi stratejiler ve silahlar geliştirerek yeni ve adil bir medeniyetin temellerini atmıştır. Bu durumu anlayabilmek ise; Hocamızın projelerine sahip çıkıp uygulamaya geçirilmesi için büyük gayret gösteren Milli Çözüm’e nasip olmuştur. Ne kadar şükretsek azdır.
Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılması sonrası her şey bitti tükendi denilen bir noktada Atatürk önderliğinde Aziz Milletimiz Kuvayı Milliye Ruhunda birleşmiş düşmanı Akdeniz’e dökmüş ardında Türkiye Cumhuriyeti’ni kurmuş ve Osmanlı’nın mirasına sahip çıkarak Milli Bir Restorasyonla Ülkemizin temelleri atılmıştır. Akabinde Atatürk’ün şüpheli ve şaibeli vefatının ardından İttihatçı artıkları tekraren Devletimize çöreklenerek tahribatlarına devam etmişlerdir. Ta ki Merhum Erbakan Hocamızın siyaset sahnesine çıkmasına kadar neredeyse Milli hiçbir iş yapılmamıştır. Sonrasında Erbakan Hocamız Milli Dinamikleri harekete geçirmiş onun önünü kesmek için siyonizm epey uğraşmıştır. Sonunda içerdeki işbirlikçiler eliyle Din istismarına dayalı aldatmacalarla son 22 yılda Kemalist kılıflı Din Düşmanlarının yapamayacağı tahribatlar ve tavizler verilmiştir. Bundan dolayı acilen Milli Bir Restorasyona ve bu işi irade edecek Hidayet, Feraset ve Dirayet sahibi bir Bilge Şahsiyete ihtiyaç vardır. Milli Çözüm’ün yazıları her zaman taze ve günceldir. Yorumumu 8 Kasım 2021 tarihli makaleden alıntı yaparak tamamlıyorum.
Milli Restorasyon: İmkânlar ve Bakış Açıları!
Türkiye’nin geleceği üzerinde iddia sahibi olan, ama milli düşünceye yabancı bulunan, solcu-sağcı, ulusalcı-İslamcı gibi tarafların çatışması; ihtimal ki, küresel dengelerin emperyalist hesaplar doğrultusunda yerine oturmasına, özellikle Avrasya’nın paylaşımının tamamlanmasına kadar devam edecektir. İçerideki çatışma ise kesintisiz sürecektir. Hatta bunların sonunda muhtemelen iki ana partili ve masonik merkezli bir parlamenter düzenin ikamesi hedeflenmektedir (ve maalesef sonunda bu kanala girilmiştir). Hatta daha da ileri gidip, bütün yetkilerin, (Yasama, Yürütme ve Yargı gibi) bütün erklerin bir kişinin güdümüne verileceği… Böylece “dış güçler” dediğimiz malum ve mel’un merkezlerce ülkemizin daha kolay yönlendirileceği bir BAŞKANLIK sistemine doğru gidilmektedir… Ve bunun ne denli tehlikeli ve tahrip edici olduğu özenle gizlenmektedir. Doğru uygulansa, demokratik unsurlara dayansa, Kur’an’ın ısrarla vurguladığı istişare (danışma, dayanışma ve ortak akılla karar alma) kuralı esas alınsa, etkin ve yetkin bir Meclis (Parlamento) denetimi sağlansa, ancak o şartlarda yararlı olacak Başkanlık Sistemi bu haliyle; “Dolaylı Sömürgeciliğin ve bir kişi üzerinden toplumu yönetip sömürü çarkını sürdürmenin” bir aleti ve demokratik despotizmin yürütülmesidir. Öyle anlaşılmaktadır ki her iki taraf için de: TSK’nın siyasi ve ekonomik vesayetini törpülemek bahanesiyle orduyu etkisizleştirmek; ılımlı ve dış mihraklara bağımlı dış politika eğilimini güçlendirmek, bu sürecin en temel iki çatışma eksenidir.
İşte Milli bir restorasyon perspektifi, tüm bu realiteler ve hıyanet girişimleri bağlamında daha çok önem kazanmaktadır. Bu Milli bakış açısının temel çerçevesini ana hatlarıyla özetlemek gerekirse;
1- Milletin tümünü; her kökeni, her görüşü temsil ve ifade eden bir Devlet aklı inşa edilmelidir; kutsal devlet yerine sosyal devlet hedeflenmelidir.
2- Devlet çeperini işgal eden Batı destekli oligarşik güçlerin imtiyaz, tazyik ve manipülasyonlarına direnecek dinamikler tekrar harekete geçirilmeli ve Anadolu insanının devlette görev alıp güçlenmesini içeren yeni bir “elit dönüşümü ve kadro değişimi” gerçekleştirilmelidir.
3- Düvel-i Muazzama’nın (büyük devletlerin ve küresel organizelerin kendi) iç çelişkilerini kullanmaya ve yerli kartlarımızı güçlendirmeye ayarlı proaktif ve çok taraflı bir dış politika doktrini geliştirilmeli ve en az 50 yıllık bir stratejik vizyon belirlenmelidir.
4- Dış güçler ve oligarşik işbirlikçiler adına milletin elini kolunu bağlayan, güçsüzleştiren ve mülksüzleştiren politikalar; bütün uygulayıcıları ve sonuçlarıyla birlikte tasfiye edilmelidir. Milleti güçlendirecek siyasi, ekonomik ve sosyal reformlar uygulamaya konmalı, temel hak ve özgürlükleri sağlayacak tam demokratik ve hukuk temelli yeni bir düzen getirilmelidir. Parlamenter sistem, kademeli bir geçişle Yarı Başkanlık Sistemi’ne dönüştürülmelidir.
5- CHP gibi statükocu güçlerin bağımsızlık gevelemeleri ile, AKP gibi 2. Tanzimatçıların değişim söylemleri, milli bir potada ve rotada sentezlenmeli, bu tarafların tahrip edici çelişkileri, modern, demokrat ve kalkınmış, bağımsız Türkiye projesiyle giderilmelidir.
6- Batılılaşma ve Avrupalılaşma politikaları terk edilmeli ve milli bir modernleşme perspektifi geliştirilmelidir. Dünyaya açık, modern değerleri içeren ve küresel trende dâhil olabilen bir millilik anlayışı yürütülmelidir.
7- Laiklik, cumhuriyet, demokrasi ve etnik talepler gibi güncel sorunlar milli meşruiyet ölçüsü ile değerlendirilmeli ve çözülmelidir. Milli meşruiyet; milletin tek karar verici konuma getirilmesini ve demokratik mekanizmalarla bunun sürekli teyit edilmesini gerekli görmektedir.
8- Devlet açısından dirlik ve düzenin, artık baskıcı ve dayatıcı bir denetim ve kontrol yoluyla değil, bilinçli ve hür iradeli bir katılım demokrasisi ve toplam kalite artışını kolaylaştıracak tam bir hukuk düzeni sayesinde sağlanacağı gerçeğine uygun bir konsept değişikliği yapılmalı ve yerleştirilmelidir. Ve işte Adil Düzen bunun en güzel örneğidir.
Bu perspektifler çerçevesinde uzlaşılarak gerçekleştirilecek bir milli restorasyon, herhangi bir ‘taraf’ın değil, bütün Türkiye’nin çağ değiştirmesi demektir. Çünkü, artık düzen çürümüş ve çökmüş, dirlik birlik bozulup çözülmüş, hem statüko hem de sözde anti statüko görünümlü Batıcılık, en ciddi sorun haline gelmiştir. Geç kalmanın ve ağırdan almanın çok tehlikeli sonuçlar doğuracağı kritik bir süreçten geçilmektedir. Çünkü tarihin ve coğrafyanın tanıdığı zaman ve imkânlar hızla tükenmektedir. Artık yeter, suni ve sentetik çelişkiler üzerinden; terör ve mafyavari çeteler eliyle, ölecek ve öldürecek insanımıza yazıktır, imkânlarımız ve elemanlarımız boşa harcanmaktadır.
Milli demokratik bir restorasyon: Sahte seçim oyunlarını, particiliğe dayalı basit ve çağdaş kabile kavgalarını, medya denilen manipülasyon tezgâhlarını ve komprador rantiyeci sermaye sınıfını da terbiye edecek şekilde; milli iradenin tecellisi olacaktır!
Türkiye; yaşadığı bu toz duman ortamını, ancak ve önce: Adil, asil ve asri yeni bir düzen kurucu ruha sahip, milli ve cesaretli bir hamle yaparak aşabilecektir ve aşmalıdır.
Bu bakımdan Adil Düzen bütünüyle Milli özellikler taşımakta ve evrensel projeler ortaya koymaktadır.
Çünkü Adil Düzen:
• Hem Milli,
• Hem İlmi,
• Hem İslami,
• Hem de insani esaslar yanında; tabii ve tarihi yasalara dayanmaktadır.
Ve tarihi her zaman kötüler değil, bu sefer de iyiler ve Milli’ler yazacaktır. Tahminimiz ve temennimiz odur ki; bu kutlu ve mutlu değişim de oldukça yakındır!
https://www.millicozum.com/mc/ozel-yazilar/adil-duzen-milli-restorasyon-ve-yeni-bir-duzen-ihtiyaci/