ADİL DÜZEN:
MİLLİ RESTORASYON VE YENİ BİR DÜZEN İHTİYACI [1]
Hak ile Bâtıl’ın birbirine karşı üstünlük kavgasının süreci; iyilerle kötülerin çekişmesi, Rahmani güçlerle şeytani güçlerin hesaplaşma serüveni ve kısaca farklı medeniyetlerin hâkimiyet mücadelesi insanlık tarihi boyunca devam edegelmektedir.
“…İşte Biz, (galibiyet ve hâkimiyet) günlerini (ve dönemlerini) insanlar (Hakkı tutan veya bâtıla uyan toplumlar) arasında (imtihan gereği ve gayretlerine göre) böyle çevirip-devredip dururuz…”[2] ayeti de bu gerçeği haber vermektedir.
Bu sürekli evrim ve değişim; sadece farklı medeniyetler, rakip ve güçlü ülkeler arasında değil, köklü devletlerin bizatihi iç kurum ve oluşumlarında da kendini göstermekte, hükümetler, sistemler ve rejimler değiştiği halde “milli derin devlet” diyebileceğimiz ve büyük devletlerin “gen”leri olarak tarif edebileceğimiz bir “çekirdek, öz”, gelişen ve değişen yeni şartlara ve standartlara uygun, yeni filizler, fikirler ve şekiller üretebilmektedir.
Bu tarihi ve tabii gerçeğe dayanarak diyoruz ki: Atatürk ve Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlı Devleti’nin ve Türk-İslam Medeniyeti’nin, çağdaş ihtiyaçlara ve şartlara uygun “aşı”larla gelişmiş ve gençleşmiş yeni bir filizi ve meyvesidir!..
İşte aşağıdaki tespitler de bu yöndedir ve oldukça önemlidir:[3] (Ancak bu alıntı; üzerinde gerekli düzeltme ve eklemeler yapılan, hem tenkit hem tebrik mahiyetindedir.)
“Anadolu’nun dirlik ve düzen tarihi, devrimlerin değil restorasyonların silsilesidir… Toplumsal ilişki ve çelişkilerin değil, devletin yeniden tanziminin bir sürecidir. Savaşlar ve göçlerle dolu bu coğrafyada temel siyasal hedef ve sorun, daima; “denetim ve disiplinin nasıl korunacağı?” olagelmiştir. Dirlik ve düzen, en iyi denetimin sağlanması olarak algılanmış ve bu amaçla toplumların zihniyet dünyasında kutsal olan ve somut yaşamlarında otoriter davranan “devlet örgütlenmeleri” vücut bulabilmiştir. Bu kutsi ve yarı askeri devlet örgütlenmeleri, esas itibarıyla “göçebeliğin denetimi ve savunma sisteminin sürekliliği” üzerine kurulan askeri-tarım düzenini oturtmayı ifade etmiştir: Mülkün ve halkın denetimi, din ve inanç istismarının denetimi, aşiretlerin ve azınlıkların denetimi, hatta anonim bütünler içinde erimiş halde var olan bireysel kimliklerin ve geleceğin denetimi… Düzen; işte bu denetimle elde edilen hâkimiyet ve hegemonyanın adıdır. Tarih boyunca süren büyük çaplı göçlerin ve afetlerin yıkıcı etkileri, ya da savaşların büyük yenilgi ve zafer gibi sonuçları ise; dirlik ve düzenin yeniden kurulmasının, ya da yenilenmesinin kapısını açmıştır.
Roma İmparatorluğu; tarihi boyunca İran-Roma savaşlarının yorgunluk dönemlerini, Hristiyanlığın kabulünü, Kuzey ve Doğu’dan gelen göç ve istila dalgalarını, ikonoklast (Hristiyanlıkta İsa-Meryem resimlerine ve heykellerine tapınmayı putperestlik sayan dini görüş) akım gibi, yeni sosyo-politik dinamiklerin harekete geçmesini ve yine göç ve savaş temelli yeni sosyolojik faktörlerin ürünü olan mezhep ayrışmaları gibi nedenlerle ortaya çıkan bozulma dönemlerini, restorasyon anlamına gelen yeni politikalar ve reformlarla aşmıştır.
Osmanlı da aynı şekilde, Timur İstilası, İstanbul’un Fethi’yle Bizans’ın yıkılması ve Viyana Kuşatması sonrasında büyük restorasyonlar ve yeniden yapılanmalar yaşamıştır. 17. yüzyıldan itibaren yeni dünyanın keşfi ile birlikte, Avrupa’da başlayan modernleşme sürecinin sonuçlarından biri olarak: Ticaret yollarının değişmesi, sömürgecilik siyasetleri ve Anadolu’da baş gösteren kıtlık dönemleri arka arkaya dirlik ve düzeni bozmuş; 3. Selim’le başlayan yenilenme çabalarına yol açmıştır. Tanzimat, kapsamlı bir restorasyon süreci olarak gösterilmiş olsa da, aslında ekonomiden kültüre, siyasetten diplomasiye kadar her alanda Osmanlı’yı içten kuşatma hareketidir ve 2. Abdülhamit’in temsil ettiği direnç politikasına rağmen 1. Dünya Savaşı sonunda, düzen tamamen çökmekten kurtulamamıştır. Cumhuriyet, Osmanlı’nın yıkıntıları arasından; dış güçlerin ve Siyonist merkezlerin bazı hesaplarını kendi Milli planları doğrultusunda kullanan Mustafa Kemal’in dehasıyla kurtarılabilen Anadolu’nun restorasyonu olarak şekillenmiş bulunmaktadır. 2. Dünya Savaşı sonrası demokratik düzen deneyimi ise, daha küçük çaplı bir restorasyon hamlesi olarak sahneye çıkmış ve Soğuk Savaş’ın bitişiyle birlikte tekrar bir restorasyon ihtiyacı ve talebi yoğunlaşmıştır.
Bu tarihi serüven kesintisiz sürmekte ve her yeni durum karşısındaki tıkanma ve bozulmayı yeni bir restorasyon hamlesi izlemektedir. Jeopolitiğin tarihsel gerçeği ve cilvesi olarak, yaşadığımız coğrafya, göçler ve savaşlarla işleyen ve çöken bir düzene sahiptir. Dinler ve kültürler, bu düzenlerin prizmalarına yansıyan yüzleriyle toplumu mayalamakta ve ayarlamakta oldukça etkilidir.
Restorasyon; kuruluş temellerine, direklerine ve dinamiklerine sadık kalarak, düzenin yeniden yapılanması ya da yeni bir düzen kurulmasıdır. Devrimlerden farkı, devlet içinde veya devlet kademelerinde etkinlik kazanmasıdır. Yani esas itibarıyla; hegemonya çeperindeki inisiyatif ve eylemlerle yeni bir irade beyanıdır. Başka bir ifadeyle: Hiçbir toplumsal dinamik, devlet içi desteği ve derin beyin projesi olmadan başarıya ulaşamayacaktır. Bunun gibi, Avrupa’daki sınıfsal çatışmalar ya da Amerika’daki iç savaşlar türünden-örgütlü halk müdahalesi olmadan, bütün çelişki ve çatışmaların sadece “devlet bağlamında” sahneye çıkıp çözülmesi de imkânsızdır. Yani restorasyon, seçkinler öncülüğünde yeni tanzimin yukarıdan aşağıya doğru gerçekleşme olayıdır. Restorasyonlar, sonuçları itibarıyla “pasif devrimler” olarak nitelenebilecek köklü değişimlere yol açtığı gibi, bazen de var olan statükonun korunması ve ömrünün uzatılmasını sağlayacak tedbirler düzeyinde de olmaktadır. Tarihin kırılma anları bu yöntemle ve daha az sakıncalı biçimde ortaya çıkmaktadır.
Yine tıpkı devrimlerdeki gibi her restorasyon süreci, başlangıcında ya da sonucunda; yeni elitlerin sahneye çıkmasını sağlamaktadır. Bizans’ın fethi sonrasındaki Osmanlı’da beylikler koalisyonu görünümündeki “devletlü sınıfların” yerini, bu sefer “devşirme elitler” almış, Tanzimat sonrası kurulan modern okullarda yetişen aydın-bürokrat kadrolar ise, Meşrutiyet ve Cumhuriyet’in yeni elitleri olarak sahneye çıkmışlardır. Elit dönüşümü, düzenin yenilenmesinin vazgeçilmez kuralıdır. Yeni ve milli bir değişim yaşanacak -ki bu kaçınılmazdır- o takdirde bu yeni dönem ve düzene uygun kadrolara kapı açılacaktır.
Restorasyonlar, doğanın sürekli kendini yenilemesi gibi; toplumların ve düzenlerin de mecburi yenilenme dönemleri ve gereksinimleri olduğunu ve bu yeteneği olmayanların tasfiye edildiğini göstermektedir. Bu değişim ve yenilenme, adeta tarihin çarkını döndüren bir dinamo etkisine sahiptir. Şüphesiz her yeni iyi, her eski de kötü sonuçlar doğuracak değildir. Ama değişim, her tür sonucuyla birlikte tarihin değişmez yasası ve tabii sürecidir.
Bizatihi kendisi, Osmanlı’nın çöküşünün restorasyonu anlamını taşıyan Cumhuriyet dönemine baktığımızda, kurulan yeni düzenin de sürekli yenilenme ihtiyacı duyduğu ve bu yönde kritik dönemeçler yaşandığı görülmektedir.
1930’lu ve İsmet İnönü’lü yıllarda Avrupacı, 1950’li ve Adnan Menderes’li yıllarda Amerikancı doğrultuda iki önemli Batılılaşma deneyimi yaşanmıştır. Her iki dönemde de dünya konjonktürüne ve ABD öncülüğündeki Siyonist sermaye hâkimiyetine paralel özelliklere sahip yenilikler başlatılmıştır. İlkinde Sovyet, Alman ve İtalyan totalitarizminin bir karması üretilmiş, ikincisinde ise kapitalist Batı modelleri taklide çalışılmıştır. Üçüncü restorasyon deneyimi ise; 1980’li yıllarda Özal’la başlayan ve Soğuk Savaş’ın bitişiyle birlikte yeni durumun belirsizliği nedeniyle yarım kalan ve Özal’ın ölümüyle birlikte rafa kaldırılan 2. Tanzimatçılık uygulamalarıdır.
28 Şubat süreci ise, 1940’lı yılların despotik dinamiklerine yaslanarak; Erbakan’ın milli, ilmi ve tarihi restorasyonunun kapılarını kapatmaya çalışmış, ancak tam tersine Türkiye’nin geleceğini ipotek altına alan derin bir çelişkinin alevlenmesi ile sonuçlanmıştır.
İçinde yaşadığımız süreçte, Türkiye’nin yeni bir yön çizerek siyasetten, yağma ve talan düzenine kadar bütün sosyo-ekonomik ve politik statükoyu elden geçirip yeni bir düzen inşa etmesi kaçınılmazdır. Bu süreçte birbiriyle çatışan ve Türkiye’nin geleceğini ipoteğe almaya çalışan, “iki ana restoratör taraf” göze çarpmaktadır: 1- Statükocu odaklar ve 2- Tanzimatçılardır.
Son elli yıllık geçmişe baktığımızda: “Karşılıklı olarak birbirini besleyerek çatışan bu bağdaşmaz taraflar arasındaki derin çatlak” Türkiye’yi yeni ve daha kritik sorunlarla yüz yüze bırakmıştır. Statükocu güçler, Kemalizm’e sığınarak sahnede tutunma savaşı ve telaşındadır. Artık Kemalizm, koflaşmış ve milletten kopuklaşmış güçlerin iktidarda kalma tarzının paravanı yapılmıştır. Bu kesimlerin ‘İlla da biz yöneteceğiz!’ iddiası dışında hiçbir ciddi tez ya da projeleri bulunmamaktadır. Ulusalcılık olarak tanımladıkları Batı şovenizmini ve sosyalist kapitalizmini, Siyonist ve emperyalist küreselleşmecilikle çatışmaya sokarak, buradan güç ve meşruiyet devşirmeye çalışmaktadırlar. Laik ve despotik vasıfları, bürokratik üslup ve yöntemlerle savunma alışkanlıkları yüzünden, milletle de çatışan bu kesimlerin nihai amacı: Oluşacak yeni düzeni, kendilerinin de içinde olacağı bir denge ve koalisyon tarzında gerçekleşmeye zorlamaktır. Bu amaçla kendi varlıklarını ve güçlerini abartarak pazarlık şanslarını yükseltmeye çalışmaktadırlar.
İkinci taraf ise; ideolojik hedefleri, dış müttefikleri ve söylemleri itibarıyla Tanzimatçılığı çağrıştıran, yenilikçi bürokratlardan, tekelci sermayedardan ve aydınlardan oluşan, biraz da İslamcılık sosu karıştırılan daha organize kesimlerin, küreselleşmeci takımıdır. İsrail güdümlü, İngiliz siyasetini taklit ve tatbik eden bir çerçevede reformist ve revizyonist politikaları savunan bu kesimlerin talep ettikleri restorasyon, esas itibarıyla söylemin büyüsüne yaslanarak, geniş toplumsal kesimler nezdinde cazibe oluşturma şansını yakalamıştır. Statüko ile çatışmanın haklılığından beslenen değişim taleplerini, Menderes ve özellikle Özal dönemini referans gösterip, Milli Görüş’ü ve mağduriyet psikolojisini istismar eden AKP iktidara taşınmıştır. 2. Tanzimatçıların; Kürt ve İslamcı muhalif güçleri yanına yedek ve destek olarak alma ve gelenekçi güçleri yalnızlaştırma stratejisi ise, AB’ye giriş heves ve hayalleri üzerinden gündem oluşturmaktadır.
Statükocu güçler, maalesef her tür değişim talebine karşı saplantılı bir reddedişin dilini kullanmakta, sahiplendikleri düzenin bittiğini görmelerine rağmen, hem çağdaşlaşma hedefini, hem de bu çağdaşlaşma sürecini frenleyen şeyleri aynı anda korumaya çalışmaktadır. Kendilerine özgü bir projenin olmamasından dolayı, daima tekrarlanan demode sloganlarla ve uyarlanma eksikliğinden ötürü keskinleşen çağdışı politikalarla devleti ve toplumu cendereye almışlardır.
2. Tanzimatçı ve din istismarcısı çevreler ise; küreselleşme ve değişim söyleminin büyüsüne, iştahla ve tarih ötesi bir edayla sahip çıkmaktadırlar. Devleti, hükümet etme işinden uzaklaştıran ve tekniği politik ideolojinin yerine koymaya çalışan “yeni tip hegemonya” biçimini kurtuluş sanmaktadırlar. Dünyaya hâkim güçlerin ve Siyonist sermayenin güdümüne girmeyi “gerçekçilik ve dünya ile birliktelik” olarak sunan bu çevreler, kendi teklif ve taleplerinin, teorik düzeyde dahi zamana ve mekâna giydirilip test edilmesine fırsat verilmeden kabullenilmesini dayatan örtülü bir faşizanlığı, yöntem olarak kullanmaktadırlar. Yine sorgulanmaya ve yanlışlarının hatırlatılmasına karşı, pervasız ve suçlayıcı reflekslerle tepki veren özellikleriyle bu kesimler, karşı çıktıkları totaliter güçlerle, esasta aynı sistemi, yani küresel güçlere teslimiyetçiliği paylaşmaktadırlar.
(Bu bağlamda, Ergenekon davası üzerinden sürdürülen hâkimiyet kapışması da; “Milli”lerle “Gayri Milli”lerin çatışması değil, “küreselci unsurlarla, masonik ulusalcıların” boğuşması şeklinde okunmalıdır. Daha doğrusu, Siyonist sermaye imparatorluğunun, gizli dominyon olarak gördükleri Türkiye’deki sömürü arabalarının “at”larını değiştirme olayıdır. Bir taraf Kemalizm ve Devrim sahtekârlığı, bir taraf ise Din ve Değişim istismarcılığı yapmaktadır. Ergenekon kumpaslarını dış talimat ve tertibatlarla birlikte uydurup uygulayan Cemaat’le AKP Hükümetinin daha sonra kapışmaları ise; din ve devlet gayretiyle değil, makam ve menfaat çekişmesiyle alâkalıdır.)
Sonuçta “zincirleme özdeşleşme” diyebileceğimiz türden, birbirinden beslenerek var olan ve giderek benzeşip aynılaşan Batı kaynaklı iki farklı tarafın çatışmasına hapsolma tehlikesi ile karşı karşıya kalınmaktadır.
Arka planında ABD/AB ve Asyatik güçlerin rekabeti, iç politika seyrinde ise; iktidar ve rant paylaşımından etnik hegemonya çekişmesine kadar, bir dizi yanal ve sanal çelişkinin de dahil olduğu bu kaotik sürecin tek eksiği “milli bir seçeneğin” oyuna dahil olmamasıdır ve artık olmalıdır!
Millilik Nedir?
Önce bazı kavramların anlamı üzerinde durmamız gerekiyor. Herkesin kendi durduğu yere ve keyfine göre anlam yükleyip, olumlu ya da olumsuz kıldığı bu kavramlar konusunda netleşmek; bütün tanımların altüst olduğu bir dönemde, yeni ve gerçekçi tanımlar ve anlamlandırmalar geliştirmek şarttır. Bilindiği gibi: “milli” kavramı, “national”ın karşılığı olarak icat edilen “Ulus” kavramının alternatifidir, yani aynısı değil, karşıtıdır. Bu ikisini birbirinin yerine kullananlar olmakla birlikte, bizatihi ulus kavramını icat edenlerin niyet ve maksatlarının da gösterdiği gibi; milli olan: Millete ait özellikleri ve gayeleri taşırken; ulus ise: Devlete ve devletlü seçkinlerin devleti algılama biçimine dair bir kavramsallaştırmadır. Milli ile negatif milliyetçilik yani kavmiyetçilik kavramı da farklıdır. Zira negatif milliyetçilik ve kafatasçı kavmiyetçilik; yani ötekini dışlayıcı, tek tipçi, daraltıcı ve etnik temelli ırkçılık, milli kavramındaki gibi kucaklayıcı ve kurtarıcı bir oluşu ve duruşu değil, Batı’dan kopya edilip türetilmiş bir misyonu ve dejenerasyonu amaçlamaktadır.
Bu kullanımların hepsi Soğuk Savaş koşullarının ürünü olan ideolojik maksatlı tanımlardır. Bu nedenle “Milli” kavramının tekrar düzeltilmeye ihtiyaç duyduğu açıktır ve bu kavramın 20. yüzyıl başlarındaki asıl anlamına uygun yorumlanması lazımdır. Bu anlam ise özetle şudur: Milli, millete ait olandır ve milletin amaçlarına ve ihtiyaçlarına uygun planlardır ki; milletin tarihini, coğrafyasını, varlık ve bekâ çabasını anlatır. Millet ise; ortak tarihi ve kültürel bağa sahip bulunan, inanç ve kader birliği oluşan, Anadolu’yu anavatan sayan, ama Anadolu’dan daha geniş bir coğrafyada yaşayan, bütün farklılıklarına rağmen kendini ortak millet ruhu ile tanımlayan topluluğun adıdır. Temel dokusu Müslümanlık olmakla birlikte; farklı din ve inançlardan mensupları olan, temel ve resmi dili Türkçe olmakla birlikte, farklı dillerin de konuşulduğu bu milletin varlığını ve bekâsını savunup sahiplenmek, gelişmesini ve güçlenmesini istemek, temel ve ortak inanç, değer ve taleplerini her şeyin üstünde belirleyici olarak görmek, milliliğin icabıdır. Bu tanım çerçevesinde, milliliğin zıddı yani gayrı millilik, millete dayanmamak ve milletin şu ya da bu özelliğine karşı çıkmaktır. Bu anlamda ulusçuluk dahi, milletin dini inanç ve ahlâki değerlerini dışladığı ölçüde gayrı milli bir ideoloji konumundadır. Yine millilik, millete dayanmayı temel aldığı için, milleti dışlayan her tür siyasi projeyle, örneğin arkasına askeri almaya çalışan masonik vesayet rejimlerini, bütün totaliter sistemleri ve oligarşik yönetimleri gayrı milli saymak lazımdır. Öte yandan negatif (ırkçı) milliyetçilik ve kavmiyetçilik de özünde gayrı milli bir düşünce akımıdır. Zira milleti dar ölçülerle ayırmayı, ötekiler üzerinde hegemonya kurmayı ve milli ve manevi değerleri, ırkçı amaçları için kullanma dışında, bunları bir kenara atmayı amaçlamıştır. Negatif milliyetçilik akımı genelde Beyaz Türklerin, öteki addettikleri, milletin parçası olan etnik unsurları kışkırtıp kullanmayı hedefledikleri masonik seçkinlerin ideolojisi haline gelmiş bulunmaktadır. İşte bu yüzden millici pozitif milliyetçiler kendilerini ve yollarını onlardan ayırmışlardır.
Milliliğin bir diğer özelliği ise; doğal olarak yabancı güçlere karşı her türlü bağımsızlığı savunmaktır. Fakat bu bağımsızlık, milli değerleri ve dinamikleri dışlayan bazı ulusalcıların bağımsızlık anlayışından farklıdır. Bu ulusçular kültürel olarak gayrı milli, yani Batıcı oldukları ve manevi değerlere yabancı bulundukları için, bağımsızlığı; milletin dünya milletleri arasında kendi varlığı ve amaçları ile onurlu bir yer sahibi olması şeklinde anlamazlar, sadece bir şekilde gasp ettikleri iktidarın, ellerinde kalması ve kimsenin onlara karışmaması olarak anlarlar. Yani ulusçu bağımsızlıkçılık; bir ideolojik zümrenin keyfi hegemonyasını korumayı ifade eder, gerçek bağımsızlığı değil. Bu nedenledir ki, ülkemiz onların hegemonyaları altında maalesef Avrupa’nın eyaleti, Amerika’nın sömürgesi ya da ulusçu zümrelerin keyfi hegemonya çiftliği olma seçenekleri arasında sıkışıp kalmıştır.
Başka bir husus ise millilikle enternasyonalizmi zıt görme yanlışlığıdır. Evrensellik ve “nizam-ı âlem” amacı taşıyorsa, ya da başka tip kapsayıcı ve kuşatıcı sistemler; eğer farklı köken ve kültürden, ayrı din ve düşünceden bütün ülkelerin birlikte ve barış içerisinde yaşamasını, imkânlarını ve kazanımlarını paylaşmasını içeriyorsa, bu yaklaşım bizatihi milliliğin zıddı olmayacaktır. Ancak yukarıda tarif edilen millilik vasıflarını kaybedince, gayrı milli bir zemine kayacaktır. Siyonist ve emperyalist dünya hâkimiyetini ve kendileri dışındaki bütün halkları köleleştirmeyi hedefleyen “Küreselcilik” elbette şeytanlıktır ve şer güçlerin bir amacı ve aracıdır.
Millilik konusunun en kritik noktası, milleti temel almakla birlikte bir tür millet fetişizmine kayma riskini taşımasıdır. Yani millicilik; kendi içerisinde giderek bütün evrensel ve yerel değerleri dışlayan, çarpıtan ya da keyfine göre kullanan, kendi ırkına mahsus despotik bir ideolojiye yol açabilme olanağıdır. Bu nedenle milliliğin, ancak ve sadece milletin mayası olan İslami değerlerin sürekli tasdikine ve denetimine açık bir siyasal etiğe (tam demokrasiye) ve milletin farklı kesimlerinin temsil edildiği bir devlet felsefesine dayandırılması şarttır. Bu da dürüst seçimleri, referandum geleneğini ve sivil yerel inisiyatiflerin etkinliğini ve çoğulculuğa dayalı bir siyasi-sosyal düzeni gerekli kılmaktadır.
Özetle: Milli olan millete dayanandır, İslam’la barışık olandır, milletin özgürleşmesine çalışandır, milleti global bir gerçek haline getirme amacıdır, milletin tek tek her ferdine değer vermek ve her koşulda milletin mensuplarını korumaya, yüceltmeye, güçlendirmeye çalışmaktır. Milli olan; Türk’tür, Kürt’tür, Kafkas’tır, Balkan’dır, Ortadoğu’dur, Avrasya’dır, Batı’dır, Akdeniz’dir, Karadeniz’dir, Selçuklu’dur, Osmanlı’dır, Cumhuriyet’tir, Sünni’dir, Alevi’dir, İslamcı’dır, Solcu’dur, Ülkücü’dür; milli olan, milletin davasıdır, sevdasıdır, millete saygı duyan, tarihine ve coğrafyasına sahip çıkandır. Milli olan; gayrı milli güçlere karşı durandır, oligarşik despotizmi ve arkasındaki Batılı emperyalistlerin ‘gizli görevlendirmelerini’ tanımayandır. Millet fetişizmine kaymadan, işte bu millilik tanımı çerçevesinde yeniden safları düzenlemek ve sorunlara bakış açısını düzeltmek, yaşadığımız sürecin, en önemli ve öncelikli fikri ve fiili (teorik ve pratik) çabası olmalıdır. Bütün ideolojik akımların budandığı bir dönemde, tüm namuslu kafaların kendi ideolojik tercihlerini korumak kaydıyla, önce bu milli duruş ve algılama noktasında saflaşmaları ve kucaklaşmaları hayati önem taşımaktadır. İslamcıların, solcuların, ülkücülerin, liberallerin: İçlerine sızan gayrı milli unsurları tespit ve tasfiye edebildiği ölçüde; bu ülkenin İslamcılığı mü’minlere, solculuğu emekçilere ve ülkücülüğü ise memlekete ve devlete hizmet eden; ve birbirleriyle ülke sorunları konusunda paslaşabilecek ve paylaşabilecek olgunluğa erişen, gerçek fikri akımlar olacaktır. İşte o zaman liberallik ya da sosyal demokratlık, bu akımların alt kanatları olarak gerçek yerini bulacak ve var olan güdümlü demokrasicilik oyunu yerine, sahiden milletin kendi kendini yönetmesi geleneği başlayacaktır!
Milli Restorasyon: İmkânlar ve Bakış Açıları!
Türkiye’nin geleceği üzerinde iddia sahibi olan, ama milli düşünceye yabancı bulunan, solcu-sağcı, ulusalcı-İslamcı gibi tarafların çatışması; ihtimal ki, küresel dengelerin emperyalist hesaplar doğrultusunda yerine oturmasına, özellikle Avrasya’nın paylaşımının tamamlanmasına kadar devam edecektir. İçerideki çatışma ise kesintisiz sürecektir. Hatta bunların sonunda muhtemelen iki ana partili ve masonik merkezli bir parlamenter düzenin ikamesi hedeflenmektedir (ve maalesef sonunda bu kanala girilmiştir). Hatta daha da ileri gidip, bütün yetkilerin, (Yasama, Yürütme ve Yargı gibi) bütün erklerin bir kişinin güdümüne verileceği… Böylece “dış güçler” dediğimiz malum ve mel’un merkezlerce ülkemizin daha kolay yönlendirileceği bir BAŞKANLIK sistemine doğru gidilmektedir… Ve bunun ne denli tehlikeli ve tahrip edici olduğu özenle gizlenmektedir. Doğru uygulansa, demokratik unsurlara dayansa, Kur’an’ın ısrarla vurguladığı istişare (danışma, dayanışma ve ortak akılla karar alma) kuralı esas alınsa, etkin ve yetkin bir Meclis (Parlamento) denetimi sağlansa, ancak o şartlarda yararlı olacak Başkanlık Sistemi bu haliyle; “Dolaylı Sömürgeciliğin ve bir kişi üzerinden toplumu yönetip sömürü çarkını sürdürmenin” bir aleti ve demokratik despotizmin yürütülmesidir. Öyle anlaşılmaktadır ki her iki taraf için de: TSK’nın siyasi ve ekonomik vesayetini törpülemek bahanesiyle orduyu etkisizleştirmek; ılımlı ve dış mihraklara bağımlı dış politika eğilimini güçlendirmek, bu sürecin en temel iki çatışma eksenidir.
İşte Milli bir restorasyon perspektifi, tüm bu realiteler ve hıyanet girişimleri bağlamında daha çok önem kazanmaktadır. Bu Milli bakış açısının temel çerçevesini ana hatlarıyla özetlemek gerekirse;
1- Milletin tümünü; her kökeni, her görüşü temsil ve ifade eden bir Devlet aklı inşa edilmelidir; kutsal devlet yerine sosyal devlet hedeflenmelidir.
2- Devlet çeperini işgal eden Batı destekli oligarşik güçlerin imtiyaz, tazyik ve manipülasyonlarına direnecek dinamikler tekrar harekete geçirilmeli ve Anadolu insanının devlette görev alıp güçlenmesini içeren yeni bir “elit dönüşümü ve kadro değişimi” gerçekleştirilmelidir.
3- Düvel-i Muazzama’nın (büyük devletlerin ve küresel organizelerin kendi) iç çelişkilerini kullanmaya ve yerli kartlarımızı güçlendirmeye ayarlı proaktif ve çok taraflı bir dış politika doktrini geliştirilmeli ve en az 50 yıllık bir stratejik vizyon belirlenmelidir.
4- Dış güçler ve oligarşik işbirlikçiler adına milletin elini kolunu bağlayan, güçsüzleştiren ve mülksüzleştiren politikalar; bütün uygulayıcıları ve sonuçlarıyla birlikte tasfiye edilmelidir. Milleti güçlendirecek siyasi, ekonomik ve sosyal reformlar uygulamaya konmalı, temel hak ve özgürlükleri sağlayacak tam demokratik ve hukuk temelli yeni bir düzen getirilmelidir. Parlamenter sistem, kademeli bir geçişle Yarı Başkanlık Sistemi’ne dönüştürülmelidir.
5- CHP gibi statükocu güçlerin bağımsızlık gevelemeleri ile, AKP gibi 2. Tanzimatçıların değişim söylemleri, milli bir potada ve rotada sentezlenmeli, bu tarafların tahrip edici çelişkileri, modern, demokrat ve kalkınmış, bağımsız Türkiye projesiyle giderilmelidir.
6- Batılılaşma ve Avrupalılaşma politikaları terk edilmeli ve milli bir modernleşme perspektifi geliştirilmelidir. Dünyaya açık, modern değerleri içeren ve küresel trende dâhil olabilen bir millilik anlayışı yürütülmelidir.
7- Laiklik, cumhuriyet, demokrasi ve etnik talepler gibi güncel sorunlar milli meşruiyet ölçüsü ile değerlendirilmeli ve çözülmelidir. Milli meşruiyet; milletin tek karar verici konuma getirilmesini ve demokratik mekanizmalarla bunun sürekli teyit edilmesini gerekli görmektedir.
8- Devlet açısından dirlik ve düzenin, artık baskıcı ve dayatıcı bir denetim ve kontrol yoluyla değil, bilinçli ve hür iradeli bir katılım demokrasisi ve toplam kalite artışını kolaylaştıracak tam bir hukuk düzeni sayesinde sağlanacağı gerçeğine uygun bir konsept değişikliği yapılmalı ve yerleştirilmelidir. Ve işte Adil Düzen bunun en güzel örneğidir.
Bu perspektifler çerçevesinde uzlaşılarak gerçekleştirilecek bir milli restorasyon, herhangi bir ‘taraf’ın değil, bütün Türkiye’nin çağ değiştirmesi demektir. Çünkü, artık düzen çürümüş ve çökmüş, dirlik birlik bozulup çözülmüş, hem statüko hem de sözde anti statüko görünümlü Batıcılık, en ciddi sorun haline gelmiştir. Geç kalmanın ve ağırdan almanın çok tehlikeli sonuçlar doğuracağı kritik bir süreçten geçilmektedir. Çünkü tarihin ve coğrafyanın tanıdığı zaman ve imkânlar hızla tükenmektedir. Artık yeter, suni ve sentetik çelişkiler üzerinden; terör ve mafyavari çeteler eliyle, ölecek ve öldürecek insanımıza yazıktır, imkânlarımız ve elemanlarımız boşa harcanmaktadır.
Milli demokratik bir restorasyon: Sahte seçim oyunlarını, particiliğe dayalı basit ve çağdaş kabile kavgalarını, medya denilen manipülasyon tezgâhlarını ve komprador rantiyeci sermaye sınıfını da terbiye edecek şekilde; milli iradenin tecellisi olacaktır!
Türkiye; yaşadığı bu toz duman ortamını, ancak ve önce: Adil, asil ve asri yeni bir düzen kurucu ruha sahip, milli ve cesaretli bir hamle yaparak aşabilecektir ve aşmalıdır.
Bu bakımdan Adil Düzen bütünüyle Milli özellikler taşımakta ve evrensel projeler ortaya koymaktadır.
Çünkü Adil Düzen:
• Hem Milli,
• Hem İlmi,
• Hem İslami,
• Hem de insani esaslar yanında; tabii ve tarihi yasalara dayanmaktadır.
Ve tarihi her zaman kötüler değil, bu sefer de iyiler ve Milli’ler yazacaktır. Tahminimiz ve temennimiz odur ki; bu kutlu ve mutlu değişim de oldukça yakındır!
[1] Bu yazı, hem tebrik hem de tenkit için buraya alınmış; doğru yaklaşım ve yorumlar aynen kalmış, yanlış saptamalar ve bazı saptırmalar ise düzeltilerek ve gerekli bilgiler eklenerek aktarılmıştır.
[2] Âl-i İmrân: 140
[3] Ahmet Özcan, Ağustos 2002, Yarın Dergisi
Adil Düzen
“…Adil Düzen bütünüyle Milli özellikler taşımakta ve evrensel projeler ortaya koymaktadır.
Çünkü Adil Düzen:
• Hem Milli
• Hem İlmi
• Hem İslami
• Hem de insani esaslar yanında; tabii ve tarihi yasalara dayanmaktadır.
Ve tarihi her zaman kötüler değil, bu sefer de iyiler ve Milli’ler yazacaktır. Tahminimiz ve temennimiz odur ki; bu kutlu ve mutlu değişim de oldukça yakındır!”
Yeni Bir Düzen İhtiyacı; İnşallah beklenen ve ozlenen Adil Düzen sistemi ve medeniyetir.
Prf Dr Necmettin Erbakan hocamızın anlatımı ile,”
Milli görüş bu ülkenin tabii çözümüdür,tabii iktidardır,kendisidir aslıdir,bunun dışında hiç bir şey tutunamaz,Boşuna uğraşıyorsunuz boşuna boşuna, hiç başka çaresi yok,bak açıkça söylüyorum “Mesele çok basittir, getireceksiniz anahtarları teslim edeceksiniz.”
Anahtarları getirip , bugünkü Adil düzen sözcüsü ve takipçisi Milli çözüm e teslim edeceksiniz.!
Çünkü Erbakan hocamızin yıllar öncesinden ülkemiz ve Dünyadaki gelişen olaylarla ilgili söyledi ise tüm hayalleri gerçekleşmiş ve gerçekleşecektir inşallah.
Artık İhtiyaç Var
Üstad Ahmet Akgül Hocamız, bir sohbetlerinde Bediüzzaman Hazretlerinin, “Cenabı Hak bir şeyi verirken her zaman liyakate bakmaz, bazen de ihtiyaca bakar” buyurduklarını ifade etmişlerdi. Geldiğimiz nokta itibari ile; ülkede, bölgede ve dünyada çürümüş bu düzenin ortadan kalkması ve yeni bir düzenin kurulması ihtiyaç halini almıştır. Öyle ki bireysel ve kitlesel düzeyde yaşanan büyük cinayetleri, gözü dönmüş siyonist kafalı devletlerin canavarca tutumlarını durduracak bir hamleye ihtiyaç var. Bir masum sokakta yürürken bir psikopat tarafından sebepsiz yere katlediliyorsa Adil bir Düzen’e ihtiyaç var. Ev kirası tek başına maaşı geçtiyse Adil bir Düzen’e ihtiyaç var. Nasıl olacak diye soru sormaya vakit kalmadı artık. Bu ihtiyacı giderecek hamleleri yapmada Rabbimiz kolaylıklar versin demek gerek.
Çare Adil Düzen de…
Türkiye yaşadığı bu toz duman ortamını, ancak ve önce: Adil, asil ve asri yeni bir düzen kurucu ruha sahip, milli ve cesaretli bir hamle yaparak aşabilecektir ve aşmalıdır.
Öyle ise, yalnız Müslümanların değil, bütün insanlığın; ilmi, ahlâki, siyasi ve ekonomik sorunlarını çözecek ve her hususta yol gösterecek yeni bir dünya düzenine ihtiyaç vardır. Ve bu Adil Düzen’in temel kaynağı ilim ve iman olacaktır. Efendimizin (SAV) işaretiyle, Âdem peygamberden bugüne benzeri görülmemiş ihtişamda bir saadet medeniyeti yeniden kurulacaktır. Ve bu mutlu netice, Kur’an’ın kerameti, Hz. Muhammed (SAV) Efendimizin yeni bir mucizesi sayılacaktır.
Aziz Erbakan Hocamız’ın proje ve hazırlıklarıyla, Muhterem Üstadımız Ahmet Akgül Hocamız’ın ( Adil Düzen projelerini toparlama ve geliştirme)önderliğinde, İnşallah Hakkın hakimiyet günlerini görürüz…
YA RABBİ!.. NURUNU VE VADİNİ TAMAMLA, SİYONİZMİ YIKIP ADİL DÜZENİ HAKİM EYLE!..
Öyle ise, yalnız Müslümanların değil, bütün insanlığın; ilmi, ahlâki, siyasi ve ekonomik sorunlarını çözecek ve her hususta yol gösterecek yeni bir dünya düzenine ihtiyaç vardır. Ve bu Adil Düzen’in temel kaynağı ilim ve iman olacaktır. Efendimizin (SAV) işaretiyle, Âdem peygamberden bugüne benzeri görülmemiş ihtişamda bir saadet medeniyeti yeniden kurulacaktır. Ve bu mutlu netice, Kur’an’ın kerameti, Hz. Muhammed (SAV) Efendimizin yeni bir mucizesi sayılacaktır.
ADİL DÜZEN KAİM OLMADAN, DEVLAT DAİM OLMAZ!
Batı kaynaklı iki farklı taraf olan, milli düşünceye yabancı bulunan, ‘İlla da biz yöneteceğiz!’ iddiası dışında hiçbir ciddi tez ya da projeleri bulunmayan, varlıklarını birbirlerinden beslenerek sürdüren ve giderek benzeşip aynılaşan, solcu sağcı, ulusalcı İslamcı gibi taraf olan, iktidar ve rant paylaşımı için sürekli birbirleriyle çatışan hem statükocu güçlerin hem de din istismarcısı çevrelerin yönetiminde dirlik ve düzen tesis edilemeyecektir.
Araçları, amaç yerine koyan ve hatta bazen araçların hatırına amaçları feda edecek kadar gaflet ve dalalet içinde olanlar, yalnız Müslümanların değil, bütün insanlığın; ilmi, ahlâki, siyasi ve ekonomik sorunlarını çözecek ve her hususta yol gösterecek yeni bir dünya düzenine ihtiyaç bulunduğunun farkında bile değillerdir.
Erbakan’ın milli, ilmi ve tarihi restorasyon çalışmaları kaldığı yerden devam ettirilmelidir. Hem milli, hem ilmi, hem İslami, hem de insani esaslar yanında; tabii ve tarihi yasalara dayanan Adil Düzen kaim olmadan, Devlet daim olamayacaktır.
YENİ BİR DÜZEN İHTİYACI
Dünya hayatı ve yaşam standartları, insanlık tarihi boyunca sürekli gelişmekte ve değişmektedir. İlim adamlarının ve araştırmacıların görevi: Değişmeyen doğruları esas alarak, değişen dünya şartlarına ve insanlığın sorunlarına uygun çözüm ve çareler üretmektir.
Adil Düzen:
• Hem Milli
• Hem İlmi
• Hem İslami
• Hem de insani esaslar yanında; tabii ve tarihi yasalara dayanmaktadır.
Ve tarihi her zaman kötüler değil, bu sefer de iyiler ve Milli’ler yazacaktır. Tahminimiz ve temennimiz odur ki; bu kutlu ve mutlu değişim de oldukça yakındır!
Allah nurunu tamamlayacaktır…
Ekonomide ilk olarak para, insan, piyasa vb tanımlamalar yapılır. Zira konuyu temelden anlamak içindir bu. Tıpkı bunun gibi, yeni bir düzen inşasını “Milli” pencereden anlayabilmek için; restorasyon-dev rim, milli-ulusalcı kavramlarını, ktörleri, tarihi seyri bilmek gerekir ve bu makale bu açıdan ufuk açısı bir makaledir.
Tarihe baktığımız zaman görülecektir ki, tüm Medeniyetler birbirlerinden etkilenmiş ve birikim şeklinde halef-selef ilişkisi içerisinde ilerlemiştir. Zamanla süresi dolan, yanlışlığı ve zararı ispatlanan kurum, kuruluş ve uygulamalar terkedilmiş ve yerlerine bunların negatif etkisini ortadan kaldıracak çözümler düşünülmüştür.
Bugün gelinen noktada mevcut küresel sistemin ve bunların ülkelere yansımasının urları ve mikropları teşhis edilmiştir. Özellikle 70’li yıllardan itibaren Aziz Erbakan Hocamızın bu teşhisleri Siyonizm ve Emperyalizmi tüm kurum ve uygulamalarıyla deşifre etmiş ve insanlığa tanıtmıştır.
Bir sistemi değiştirmek için en büyük alınacak yol teşhistir. Zira teşhis tedavinin yarısıdır.
Bu da yetmemiş Aziz Erbakan Hocamız tedavi için Adil Düzen Projelerini üretmiştir.
Teşhis ettikten sonra 2 şey gerekir; birincisi karşı sistemi zayıflatma ve kendi oluşumunu hazırlama ve ikincisi ise projeler üretme ve uygulamaya koyma. Bunun için de karşı düzenin sahiplerinin farkedemeyeceği ve hatta kendi safındakilerin asla göremeyeceği stratejiler üretmek ve uygulamak gerekir. Bu stratejiler zamanı geldiğinde “iş işten geçti” mesajı vermiş olması gerekir….
Hamdolsun bugün son sürecin son aşamasındayız. Sadece tarihi yaşarken okuyamadığımız için farkına varamıyoruz.
Ve şu ses hergün çınlıyor kulaklarımızda ; “Allah nurunu muhakkak tamamlayacaktır …”
Yeni bir düzen ihtiyacı..
İçinde bulunduğumuz dünya sadece Müslümanların değil bütün insanlığın ilmi, ahlaki, siyasi ve ekonomik açıdan restorasyon sürecinden geçmesi gereken bir dönemdedir.
Dünya hayatı ve yaşam standartları, insanlık tarihi boyunca sürekli gelişmekte ve değişmektedir. İlim adamlarının ve araştırmacıların görevi: Değişmeyen doğruları esas alarak, değişen dünya şartlarına ve insanlığın sorunlarına uygun çözüm ve çareler üretmektir. Bu çareler Muhterem Ahmet Hocamızın da dediği gibi şu 6 maddenin ortaklaşa iyi, hayırlı, yararlı,gerekli gördüğü “DOĞRU”lar alınarak; aynı şekilde bu 6 maddenin kötü, çirkin ve zararlı gördüğü “YANLIŞ”lardan sakınılarak hazırlanmalıdır. Bu maddeler :
1. Aklı selim
2. Müspet ilim
3. Vicdani kanaat ve tatmin
4.Tarihi birikim ve deneyim
5. Evrensel hukuk kaideleri
6. İlahi din
İnsanlık feryad-u figan ederken, faiz bir dünya gerçeği sayılıyorken, zulüm, adam kayırma, rüşvet, zina normalleşmişken, ahlaki çöküntü hat safhadayken, bazı insanlar aşırı zenginleşip bazı insanlar da gitgide açlık, sefalet ve borç içinde sürünürken bizleri bu kutlu çözüm önerileriyle içimizi ferahlatarak, “Ya Rabbi! Bir an önce Adil Düzeni muzaffer kıl ve Milli Çözümü de hizmetkar eyle.” Diye dua ettiren Rabbimize şükürler olsun. Şükürler olsun ki Milli Çözüm gibi bir nimetle bahşedilmişiz.
Herkesin Adil Düzenin kurulmasını hayal ve imkansız gördüğü halde bizlere eşsiz çözüm önerileri sunan bu projeyi hazırlayıp insanlığın hizmetine sunan Aziz Erbakan Hocamızdan ve en sıkı takipçisi muhterem Ahmet Hocamızdan Allah razı olsun.
Rabbim kıymetini bilip sadık kalabilmeyi son nefese kadar gayretle sabırla ve azimle hizmet edebilmeyi nasip etsin. Amin.
Ve tarihi her zaman kötüler değil, bu sefer de iyiler ve Milli’ler yazacaktır. Tahminimiz ve temennimiz odur ki; bu kutlu ve mutlu değişim de oldukça yakındır!
Türkiye yaşadığı bu toz duman ortamını, ancak ve önce: Adil, asil ve asri yeni bir düzen kurucu ruha sahip, milli ve cesaretli bir hamle yaparak aşabilecektir ve aşmalıdır.
Bu bakımdan Adil Düzen bütünüyle Milli özellikler taşımakta ve evrensel projeler ortaya koymaktadır.
Çünkü Adil Düzen:
• Hem Milli
• Hem İlmi
• Hem İslami
• Hem de insani esaslar yanında; tabii ve tarihi yasalara dayanmaktadır.
Ve tarihi her zaman kötüler değil, bu sefer de iyiler ve Milli’ler yazacaktır. Tahminimiz ve temennimiz odur ki; bu kutlu ve mutlu değişim de oldukça yakındır!
Öyle ise, yalnız Müslümanların değil, bütün insanlığın; ilmi, ahlâki, siyasi ve ekonomik sorunlarını çözecek ve her hususta yol gösterecek yeni bir dünya düzenine ihtiyaç vardır. Ve bu Adil Düzen’in temel kaynağı ilim ve iman olacaktır. Efendimizin (SAV) işaretiyle, Âdem peygamberden bugüne benzeri görülmemiş ihtişamda bir saadet medeniyeti yeniden kurulacaktır. Ve bu mutlu netice, Kur’an’ın kerameti, Hz. Muhammed (SAV) Efendimizin yeni bir mucizesi sayılacaktır.
“Eski hal, artık muhal,
Ya yeni hal, ya izmihlal”
Yani eskiye dönüş, hayâldir ve imkânsızdır. Ya, yeniden ilmi ve insani bir düzen kurulacak veya çöküş kaçınılmaz olacaktır.
Özlenen “Yaygın Adalet, Üstün Saadet ve Özgün Medeniyet dönemi; orijinal tarifiyle Mehdiyet Sistemi” nin gelişinin hızlanması duasıyla..!
Öncelikle saygıdeğer yazarımıza çok teşekkür ediyorum. Milli Çözüm’den yine insanlığın hayrına bir makale kaleme alınmış.
Rabbimize sonsuz şükürler olsun ki, bütün insanlığın 8 milyarın , maddi ve manevi ferahlığı için, dünyevi ve uhrevi hayatlarında huzur ve saadete erebilmesi için , batıl sistemlere mahkum olmadığını , batıl sistemlerden medet ummamamız için, hem Milli hem ilmi hem İslami hem de insani esaslar yanında, tabii ve tarihi yasalara dayanan ADİL DÜZEN PROJELERİNİN uzmanı yetmez günümüzün problemlerine Kur’an ve Sünnetten esinlenerek içtihat yapabilecek bilgi ve bilgeliğe sahip , sağlam bir rehber şahsiyete ve yiğitliğe sahip Milli Görüş – Milli Çözüm ruhuna öncülük önderlik liderlik yapabilecek süper akla imana ilme sahip zihniyeti ve Şahsi Manevisini Hakka yürümezden evvel bizlere hediye eden Aziz Erbakan Hocamıza minnettarız… Aziz Erbakan Hocamızın en sadık talebe ve takipçisi olan Muhterem Ahmet Hocamıza da minnettarız… Yeryüzünde bütün insanlığın saadeti için hazırlık yapmış proje hazırlamış ve böyle bir derdi olan ikinci bir hareket daha malesef yok. Rabbim kıymet bilenlerden olmamızı lütfeylesin. Amin.
[u][b]Âl-i İmran Suresi 55. Ayet[/b][/u]
Hani Allah, buyurmuştu ki: “Ey İsa, doğrusu Ben senin (dünya) hayatına (şimdilik) son vereceğim, seni (insanların erişemeyeceği şekilde onlardan uzaklaştırıp) Kendime yükselteceğim, seni kâfirlerin (ithamlarından) temizleyeceğim ve (yeniden yeryüzünde zuhur edip Deccalizm’le mücadelende) sana uyanları (zafere eriştireceğim ve) kıyamete kadar inkâra sapanların üstüne geçireceğim. Sonra dönüşünüz yalnızca Banadır, hakkında anlaşmazlığa düştüğünüz şeyde aranızda Ben hükmedip (yargılayacağım).” [Not: Ayetteki “müteveffike” kelimesi, öldürmek değil, Al-i İmran 153. ayetindeki “mafateküm=sizden uzaklaştırdığımız” kelimesiyle aynı anlamda kullanılmıştır. Yani hadislerde de belirttiği gibi, Hz. İsa (AS) sağ olarak göklere kaldırılmıştır ve ahir zamanda geri gelmesi Hakk’tır.]
Eşsiz makale şu gerçeği hatırlattı.
“Kâbe duvarına asılan en meşhur yedi şiirden biri meşhur şair Lebid’e aitti. Kur’ân âyetlerini duyan Lebid’in kızı, babasının altın yaldızla yazılıp Kâbe duvarına asılan şiirini oradan indirmiş, “Âyetlerin karşısında bunun kıymeti kalmadı” diyerek Kur’ân’ın üstünlüğünü ve en güzel bir insan sözünün onun yanında sönük kaldığını ilan etmiştir. (Bkz. Şualar, 7. Şua)
Evet, ilim ve iman ışığında hazırlanmış “Adil Düzen”i eşsiz bir izahla temel bakış açısını okuduktan sonra (Kur’an’dan, temel insan haklarından, vicdandan, tarihi tecrübeden nasibini almamış) proje-düşünce sahipleri, teşbihte hata olması Lebid’in kızı gibi (projelerini) söküp atacaktır.
Böylesine eşsiz, her kesimi kuşatıcı, tüm insanlığı huzura-barışa-adalete-berekete kavuşturacak; Peygamberlerin, adil hükümdarların, ilim adamlarının, bilgelerin, vicdan ehlinin taraf olacağı Adil Düzen Projesine
Ya maksatlı olarak, çağımıza barışın ve bereketin Millî Görüşün temsili Milli Çözüm eliyle ortaya koyulmasından dolayı rahatsız olan marazlı münafıklar karşı çıkıp, görmezde gelmeye çırpınacaktı,
Ya da, ne İslam’ı, ne de çağımızı tanımayan, önyargılı, kendi hayâl âleminde dolaşan “benim izm’im(çıkarım) hakim olmuyorsa Dünya batsın” cehaletinde boğulanlar.
[b]“Efendimizin (SAV) işaretiyle, Âdem peygamberden bugüne benzeri görülmemiş ihtişamda bir saadet medeniyeti yeniden kurulacaktır. Ve bu mutlu netice, Kur’an’ın kerameti, Hz. Muhammed (SAV) Efendimizin yeni bir mucizesi sayılacaktı”[/b][1] ve bu muhteşem makaleler-hazırlıklar-projeler “saadet medeniyetinin” gümbür gümbür ayak sesleri inşallah.
[1]www.millicozum.com
ADİL DÜZEN, KUR ALLAH’IM!
Türkiye yaşadığı bu toz duman ortamını, ancak ve önce: Adil, asil ve asri yeni bir düzen kurucu ruha sahip, milli ve cesaretli bir hamle yaparak aşabilecektir ve aşmalıdır.
Bu bakımdan Adil Düzen bütünüyle Milli özellikler taşımakta ve evrensel projeler ortaya koymaktadır.
Çünkü Adil Düzen:
• Hem Milli
• Hem İlmi
• Hem İslami
• Hem de insani esaslar yanında; tabii ve tarihi yasalara dayanmaktadır.
Ve tarihi her zaman kötüler değil, bu sefer de iyiler ve Milli’ler yazacaktır. Tahminimiz ve temennimiz odur ki; bu kutlu ve mutlu değişim de oldukça yakındır!
ADİL DÜZENE MUHTACIZ!
İNSANLIK ADİL DÜZENE MUHTAÇTIR;
KUTLU GÜNLER İNŞAALLAH ÇOK YAKINDIR,
ZALİM MAKAM GÖRÜNCE YAPTI ZULMÜNÜ,
ARTIK ADALET ,ADİL BİR DÜZEN LAZIM…
İMTİHAN DÜNYASI NİYETLERE BAKILIR;
HER ZAMAN, HERAN HESAPLAR TARTILIR…
SANMA ZALİM ZULÜMLERİ İLE KALIR…
ARTIK ADALET , ADİL BİR DEVRİM LAZIM…
FAKİR FAKİRLİĞİNDEN YORGUN VE BİTAP!
ZENGİN BANKALARINA SERVET SIĞDIRAMAZ
ARADAKİ UÇURUM ARTTIKÇA ARTACAK…
ARTIK DENGE VE ADİL BİR HAYAT LAZIM…
ALLAH’IM BIKTI ÜMMET,BİTSE BU ZİLLET!
KÜN FE YEKÜN BUYURSAN , HİCRETİ GÖRSEK,
İNSANLIK VE TÜM ALEM GÜN YÜZÜ GÖRSE…
ARTIK AYDINLIK GELECEK VE HUKUK LAZIM…
İnsanlığın Ortak Değerlerine İslam Müsamaha Göstermektedir!
İslam fıtrata uygun olan insanlığın ortak değerlerine son derece müsamahalı olmuştur.. Batıl’a ve ifsada dayalı kelime ve kavramların adını değiştirmekten ziyade, onların içini sağlam temellere dayanan anlamlarla doldurmuş ve böylece toplumların barış ve silm düzenine girmesine, yakın durmasına yol açmıştır.. Milli Restorasyon, şüphesiz bu milletin temel değerlerine bağlı olarak İslamın, Aklın, Vicdanın, teyit edilmiş ilmin, tarihi tecrübenin ışığında yapılacaktır.. Bunu da ancak Milli Görüşün sarp Akabelerinden geçerek her türlü imtihan şeklini başarı ile tamamlayan Ahmet Akgül Hocamızın dirayet ve ferasetine endeksli bir Adil Düzenin ilanı sağlayacaktır..
(Ashabım!) Size yemin ederek söylüyorum ki, Allah bu işi (İslâm dinini), mutlaka tamamlayacaktır.
[b]”Restorasyonlar, sonuçları itibariyle “pasif devrimler” olarak nitelenebilecek köklü değişimlere yol açtığı gibi, bazen de var olan statükonun korunması ve ömrünün uzatılmasını sağlayacak tedbirler düzeyinde de olmaktadır.”[/b]
Anlık zaferler, uzun vadede sonuçları düşünülmeyen çıkışlar, hamleler, kof kahramanlıklar yerine; ancak doğal bir süreç içerisinde stratejik ve uzun vadeli hamlelerle, kalıcı ve köklü değişiklikler bize Adil bir Düzeni getirebilir.
Mevcut iktidarın [b]”kabuk iktidar” [/b]olduğu daha evvel dergimizde belirtilmişti. Yani her ne kadar kabuk çürümüş, bitmiş olsa da; her ne kadar insanlarda adil dünya ümidi tüketilmişse de bilmeliyiz ki, kabuğun altında “öz”de bir değişim yaşanıyor.
Ve bu değişimin köklü olabilmesi için kabuğun doğru zamanda atılması gerekiyor. Zira içten bir yaranın iyileşebilmesi için kabuk, bir barikat gibi yarayı koruyacaktır. Yani yazımızdan anladığımız gibi mecvut düzenin değişebilmesi için bir süre mecvut düzenin korunması da gerekebilir.
Bu noktada ümitsizliğe düşülmeyip, Allah’ın vaadine tutunulmalıdır. Yurdumuzun sahipsiz olmadığı unutulmamalı, Milli Devletimize ve stratejimize güvenilmelidir. Adil Düzen’in projeleri Erbakan Hocamız tarafından zaten hazırlanılmıştır ve adım adım da bu projeler hayata geçirilmektedir. “Nasıl” olacağı, “Ne zaman” olacağı bizim meselemiz değil, Allah’ın takdiridir. Aceleci olunmamalıdır. Adil Düzen bekleyişimizde, bize ibret ve destek olacağını düşündüğüm bir hadis-i şerifi paylaşmak istiyorum;
Habbâb b. Eret anlatıyor: Rasûlullah (asm) Kâbe’nin gölgesinde kaftanını yastık ederek dayandığı bir sırada yanına vardık.
“Yâ Rasûlallah! Bizim için Allah’a duâ edemez misin? Allah’tan nusret / yardım dileyemez misin?” dedik (Kureyş müşriklerinin işkencelerinden şikâyet ettik).
Bunun üzerine Rasûlullah (asm)’ın rengi değişti ve şöyle buyurdu:
[i]”Sizden önceki ümmetler içinde öyle kimseler bulunmuştur ki, (zalimler tarafından) yakalanır, onun için yerde bir çukur kazılır, o kişi o çukurun içine gömülürdü. Sonra büyük bir testere getirilir, onun başı üzerine konulurdu da cesedi ikiye bölünürdü, fakat bu onu dinden döndürmezdi.”
“(Bir başkasına da benzer işkenceler uygulanır); demir taraklar ile etinin altındaki kemiği ve sinirleri taranırdı da bu işkenceler o mümini dininden çevirmezdi.”
“[b](Ashabım!) Size yemin ederek söylüyorum ki, Allah bu işi (İslâm dinini), mutlaka tamamlayacaktır.[/b] Öyle ki, bir süvârî Sanâ’dan Hadramevt’e kadar (tek başına) yolculuk edecek de Allah’tan ve bir de (yolcu koyun sahibi ise) koyunlarına kurdun saldırmasından başka hiçbir şeyden korkmayacaktır. [b]Fakat sizler acele ediyorsunuz!”[/b] [/i] (Ahmed b. Hanbel, 5/109; Buharî, Menakıbu’l-Ensar, 29)
İNSANLIĞIN KURTULUŞ REÇETESİ,ADİL DÜZEN SİSTEMİ, ERBAKAN HOCAM VE MİLLİ ÇÖZÜM
Bu gün insanlığın içinde bulunduğu bu düzen toplumu ve dünyayı ifsada ve buhrana sürüklemiştir. İslam’dan ve insanlıktan Uzak yapılan kanun maddeleri, önce toplum yapısı nı ,doğanın dengesini ,gençliğin ahlâk ve manevi yapısını ,bilim ve teknoloji nin yanlış kullanılması eğitim düzeninin ve toplumun faydasına değil zararına kullanılmasını sağlamıştır.
ADİL DÜZEN sistemi bütün insanlığın ihtiyacı olan ,toplumun arzu ettiği bir sistemdir.Merkezine Kuran’ı Kerim’i koyan , müspet bilimle,tarihî birikimle ,akıl ve vicdan ile bütün insanlığı saadete ve huzura kavuşturacak, insan haklarının eksiksiz uygulanacağı İslam’ın onur ve izzetinin korunacağı muhteşem bir sistemdir. Bu şerefli hizmeti insanlığın hizmetine sunmak için gece gündüz demeden çalışan başta Ahmet Akgül hocamıza ve tüm milli çözüm ekibine sonsuz teşekkür eder saygılarımı sunarım.iyiki varsınız
SELAM VE DUA İLE ALLAH’A EMANET OLUN