YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL MENÜ

DERGİLER

Ay Seçiniz
category
6902b7a4b7c30
0
0
6401,171,6356,117,28,27,170,98,3,144,26,4,145,113,17,6330,1,110,12
Loading....

TOPLAM ZİYARETÇİLERİMİZ

Our Visitor

2 0 8 8 5 1
Bugün : 4050
Dün : 38192
Bu ay : 1302610
Geçen ay : 1355873
Toplam : 44334855
IP'niz : 216.73.216.49

SON YORUMLAR

Son Yorumlar

YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL YAZILAR

YENİ ÇIKAN KİTAPLARIMIZ

ADİL DÜNYA YAYINEVİ

Tel-Faks:

0212 438 40 40

0543 289 81 58

0532 660 12 79

 

Lübnan'a asker göndermek, şöyle olmalıdır:

"Türkiye, İslâm ülkelerinin beklentileri istikametinde, Batı'nın ve ABD'nin güdümünden kurtulup, bölgemizde liderliğe götüren politika ve stratejileri geliştirmek zorundadır. Ortadoğu'daki mevcut politik ve askerî durum ve İslâm ülkelerinin beklentileri, Türkiye'yi BM Barış Gücü'nde etkin bir rol alması için zorlamaktadır." Ama İsrail ve ABD'nin Jandarması olarak değil, Türkiye'nin bölgenin ve İslam aleminin çıkarları doğrultusunda ve öncü konumunda bunu yapmalıdır. Ne var ki AKP'den bunu beklemek ham hayaldir.

 

 

Önce bir durum tespiti yapalım: Ortadoğu'yu kana bulayan, istikrarı bozan, bölgedeki maddi ve manevî değerleri tahrip eden, Türkiye'nin de çözülmesi için gizli-açık faaliyetlerini sürdüren, bölgedeki Batı destekli ABD-İsrail askerî varlığıdır. Filistin'deki silahlı örgütler, Lübnan'daki Hizbullah ve Irak'taki mukavemet örgütleri ve faaliyetleri, işgal gerçeğinin ortaya çıkardığı, öz savunma organizasyonlarıdır. Kendi ülkelerini savunan bu mukavemet örgütleri aynı zamanda, Türkiye dahil diğer Ortadoğu ülkelerini de savunmaktadırlar. BM Güvenlik Konseyi'nce alınan 1701 sayılı kararın satır aralarında, İsrail'in güvenliğinin sağlanması hedeflenmektedir. Hizbullah Lübnan'ın bir gerçeğidir. Meşru bir örgüt ve askerî güçtür. Dünyaya, teknolojik gücün, iyi organize edilmiş gayri nizami organizasyonu mağlup edemeyeceğini ve işgal girişiminden pişman olacağını göstermiştir. İsrail'i silâhsızlandırmadan, Hizbullah ve Filistin örgütlerini silâhsızlandırma gayreti cinayete ortak olmak demektir. Bu örgütlerin silahlı güçleri barışa hizmet edecek şekilde güçlendirilmelidir. Türkiye için yakın gelecekte, en öncelikli ve önemli tehdit, Ortadoğu'daki Batı destekli ABD-İsrail askerî varlığıdır. Türkiye, kendisini yakın gelecekte tehdit edecek güçle, onun işini kolaylaştıracak şekilde işbirliği ve ittifak içinde bulunmaktadır.

"İslam Müdahale Gücü" Oluşturulmalıdır!

ABD, istediği İslâm ülkesini, önce suçlu ilân edip arkasından da bütün askerî gücü ile tahrip etmektedir. İslâm ülkeleri arasında bir savunma işbirliğinin olmaması ve işgallere karşı mukavemet edecek müşterek bir iradenin bulunmaması, mütecaviz güçlerin iştahını kabartmaktadır. İslâm ülkelerini temsil eden bir iradeye bağlı; kara, deniz ve havadan nakledilebilen; işgale maruz kalan İslâm ülkesinin talebi üzerine sevk edilebilecek; İslâm ülkelerinden herhangi birinin topraklarında konuşlandırılmış; modern silâhlarla donatılmış ve aktif bir "İslâm Ani Müdahale Gücü" oluşturulabilmiş olsaydı, (Erbakan Hoca'nın İslam savunma paktı kurulsaydı) benzeri durumlarda, yüksek derecede, tecavüzden caydırıcı etki yapardı. Ne yazık ki Müslüman devletler, milletlerini koruyacak organizasyonlardan çok uzaktırlar. Barışın temini, tehdit eden silahlı gücü durdurabilecek askeri güçle mümkündür. Bu nedenle tecavüzler mukabele görmelidir. Silahlı Kuvvetler, ateşi tutan eldeki maşalar gibidir. Bu ateşin yaktığı ülkeler, misillemelerini maşayı tutan ellere yöneltemedikleri sürece, yangından kurtarılamazlar. Teknolojik gerilik, yangını hasmın topraklarına taşımaya engel değildir. İslâm ülkeleri, ellerindeki imkânlarla öncelikle, topraklarını karış karış savunma organizasyonları geliştirmeli, buna paralel olarak, muhtemel tehditleri, hasmının topraklarında caydırma yöntemlerini hazırlamalı ve sonra da müşterek savunma işbirliğini teşvik etmelidirler.

BM Güvenlik Kurulu'nda karar verilmiştir. Türkiye asker gönderse de göndermese de Lübnan'daki barış gücü takviye edilecektir. İsrail'e yakın olan ülkelerden oluşacak barış gücü, dengelerin İsrail lehine değişmesine aktif katkıda bulunur. Gidişata protesto dışında etki etme imkânımız kalmaz. Türkiye'nin, kendisini direkt ilgilendiren Ortadoğu'daki gelişmelere, bölge menfaatlerini koruyacak ve bölge dışı güçlerin etkisini azaltacak şekilde askeri gücünü dahil etme zamanı gelmiştir. Bunun için en uygun yer ve oluşum, Lübnan'daki barış gücü bünyesine askerî kuvvet vermektir. Hem hatırı sayılır bir kuvvet olmalıdır. Asgarî bir tugay gücünde olmalıdır. Türkiye hem kendisi asker göndermelidir, hem de diğer Müslüman ülkelerin asker göndermesini sağlamalıdır. Bu imkân kullanılarak, Barış Gücü bünyesinde bir nevi "İslâm Ani Müdahale Gücü"nün nüvesi oluşturulmalıdır. Bu güç, Lübnan'daki Müslüman halka ve Filistin halkına uygulanan zulmü engelleyecek tarzda görev yapmalıdır. Barış Gücü'ne asker veren Müslüman devletler kendi aralarında ayrı bir koordinasyon kurulu oluşturmalı ve BM Barış Gücü Komutanlığı'nca, Müslüman askerî birliklere verilecek görevler, bu koordinasyon kurulunun onayından geçmelidir. Türkiye, elde ettiği avantajı, İslam barış gücünün oluşturulmasında ve verilecek görevlerin başarılmasında kullanmalıdır.

Türkiye için önemli bir fırsattır!

Asker gönderilmesinin kesinleşmesi halinde, bu birliğin oluşturulması ve komuta kademesinin atanması da ayrı bir önem kazanmaktadır. Lübnan'daki Hizbullah'ı öven bir temsil oynatıldı diye, 1996 yılında Sincan'a tankları yürüten zihniyete benzer kafaların güdümündeki birliğin Türk milletinin duygu ve düşüncelerine uygun görev yapmasını beklemek de fazla iyimserlik olur. Bu nedenle, kurulacak askerî birliğin er ve erbaş kadroları gönüllülük esasına göre yapılandırılmalı, profesyonel kadrolar da bölgedeki Müslüman halk ile yakın ilişki kurabilecek inanç ve anlayışa sahip personelden seçilmelidir.

Ayrıca, politik değerlendirmeleri yapabilecek ve Türkiye Cumhuriyeti hükümetine karşı sorumlu müşavirler de askeri birlikle beraber gönderilmelidir. Türkiye, İslâm ülkelerinin beklentileri istikametinde, Batı'nın ve ABD'nin güdümünden kurtulup, bölgemizde liderliğe götüren politika ve stratejileri geliştirmek zorundadır. Ortadoğu'daki mevcut politik ve askerî durum ve İslâm ülkelerinin beklentileri, Türkiye'yi BM Barış Gücü'nde etkin bir rol alması için zorlamaktadır. Gelişmeler fırsat olarak değerlendirilmelidir."[1]

Ve İslam Savunma Paktı fikriyattan fiiliyata geçirilmelidir.

Asker gönderirken dikkat edilecekler şunlardır!

Lübnan'dan gelen haberlere bakılırsa ABD ve İsrail, Türk askerini Hizbullah'ın yeraltı silah depolarını ve sığınaklarını bulmakla görevlendirecekmiş!

Haydi, diyelim hükümet çeşitli nedenlerden dolayı İsrail'e karşı tavır alamıyor, ama İsrail için de Lübnan'a gidemez, gitmemelidir… 1701 sayılı karar İsrail'i kollamaktadır. 33 gün süreyle İsrail'in askeri araçlarla başaramadığını şimdi BM, İsrail adına yapmaya çalışacak! Yani "İsrail'in kuzey sınırını korumak ve Hizbullah'ı bu bölgeden uzaklaştırmak…" amaçlanmıştır.

Lübnan'ın nüfusu yaklaşık 4 milyon. Bunların %35'i Şii. Şiilerin ezici çoğunluğu Hizbullahçı. Halkın %30'ı Sünni. Bunlar ise en az 10 ayrı gruba ayrılıyor. Aynı şey halkın %30'unu oluşturan Hıristiyanlar ve % 5'ini oluşturan Dürziler için geçerli. Cumhurbaşkanı Hıristiyan Maruni. Başbakan Sünni Müslüman, yardımcısı ise Hıristiyan Ortodoks. Meclis başkanı Şii, yardımcısı ise yine Hıristiyan Ortodoks. 128 kişilik parlamento sandalyelerinin yarısı Müslümanların (Şiiler, Sünniler, Dürziler) yarısı da Hıristiyanların. (Katolik Maruniler, Ortodokslar, Ermeniler).

Dışişleri, Maliye, Savunma ve İçişleri genellikle Şiiler, Maruniler, Ortodokslar ve Sünniler arasında paylaştırılır. Ermenilere de mutlaka bir ya da iki bakanlık verilir.

Ordu komutanı Maruni'dir. Yetkileri fazla olmayan genelkurmay başkanı Dürzi. Savunma bakanı ise Ortodoks. Emniyet genel müdürü Sünni. Jandarma komutanı ve askeri istihbarat başkanı Maruni. Başsavcı Sünni. Polis müdür Dürzi. Merkez bankası başkanı Maruni. Lübnan ordusunda ise askerlerin % 40 kadarı Maruni, %30 Sünni geri kalanları da Şii ve Dürzi. Polis örgütünde ise Şiiler daha çoğunlukta. Bu örnekleri çoğaltabiliriz. Ama hükümet ille de asker göndereceğim diyorsa nasıl bir Lübnan'a gidileceğini bilmesi gerekiyor. İsrail'in her türlü olası provokasyonunu hatırlatmaya ise gerek yok.[2]

Lübnan ve Filistin'e asker göndermek farzdır: Ama nasıl? 

Önce Fıkıhta, İslam Hukuk Metodolojisinde var olan, "Bir ayetin iniş sebebinin, hususi-özel olması, hükmünün umumi-genel olmasına engel değildir" ilkesinden hareketle şu ayeti kerimeyi okuyalım: "Hem size ne oluyor da Allah yolunda ve "Ey bizim rabbimiz, bizleri halkı zalim olan bu memleketten çıkar, tarafından bize bir sahip gönder ve yine tarafından bize bir yardımcı gönder" diye yalvarıp duran ezilmiş erkekler, kadınlar ve yavrular uğrunda savaşmıyorsunuz?"[3]

Pek çok duyarlı kişi ve kesim: Amerika'nın şartları ve amaçları doğrultusunda "Lübnan'a asker göndermeyelim" diyor. Bir takım haklı neden ve endişelerden dolayı. Ben de diyorum ki, hem bu ayetin yol göstericiliğinde ve hem de Türkiye'nin stratejik ve jeopolitik konumu açısından Mehmetçikleri Lübnan'a gönderelim, hatta Filistin ve Kudüs'e de gönderelim. Hükümete bu konuda destek verelim. Ancak şu şartları iktidarın yerine getirmesi kaydıyla:

 

Bir: Türk ordusu asla bölgede Amerika, İsrail ve İngiltere şer üçlüsünün emperyal, sömürgeci amaçları için kullanılmayacaktır. Komutası tamamen Türk Genel Kurmayında olacaktır.

İki: Türk ordusu asla meşru direniş yapan Hamas ve Hizbullah gibi örgütlerin silahsızlandırılması için kullanılmayacaktır. Böyle bir girişim özelde Türk milletine, genelde tüm İslam alemine ihanet anlamı taşıyacaktır.

Üç: Madem Tayip Erdoğan'ın dediği gibi: Filistin ve hakeza bölgenin tapusu bizim elimizde ise; Türk ordusu oraya mukaddes toprakları ve en az yarım asırdır İsrail tankları ve füzeleri altında inim inim inleyen mazlum Müslüman halkları İsrail'in tasallut, cinayet ve işgallerinden korumak, bölge halklarına tüm alt yapı, sağlık, gibi hizmetlere yardım için gitmelidir. Gerekirse tıpkı Osmanlı döneminde olduğu gibi bölgeyi İslam coğrafyasının bir parçası olarak savaş dahil her koşulda korumalıdır. Aynen merhum Fahrettin Paşa'nın en zayıf dönemlerimizde çekirge yiyerek takati kesilinceye kadar efendimizin kabrini savunduğu gibi; Lübnan, Kudüs ve Mescidi Aksa'yı savunacak imanlı ve şehadet şerbeti içmek isteyen er ve komutanlarımızdan seçme bir birlik, hatta en azından bir kolordu yollandırılmalıdır.

Dört: Yani gönderilecek Türk askerinin hedefi tamamen bölgedeki mazlum halkları ve mukaddes toprakları Amerika ve İsrail işgallerinden kurtarmaya yönelik olmalıdır. İsrail'in güvenliği ve Amerika'nın çıkarları konseptinden hareketle bölgede işbirlikçi ve uşak rejimleri tehdit eden Hamas ve Hizbullah benzeri örgütleri silahsızlandırmak, ve Siyonist projelere taşeronluk yapmak amacıyla asker göndermeyi hiçbir Müslüman Türk evladı onaylamaz.

Ey AKP, haydi, katil Siyonistlere ve Bush'un Haçlı güçlerine engel olmak için bölgeye asker gönderin. Acaba bütün Türk milleti yaşlısından gencine kadar arkanızda durmaz mı? Müslüman Türk anası ve babası oğlunun vatan, hak, namus, din ve işgale, tecavüze soykırıma uğramış mazlumlar uğruna şehit olmasına asla üzülmez. Bu onlar için bir şereftir. Hatta onları savaşa gönderirken ellerine kına bile yakar, Müslüman Türk analarının tahammül edemeyeceği tek şey, oğullarının hakeza Mehmetçiklerin Müslümanların son tahlilde tüm insanlığın düşmanı olan Siyonist İsrail ve sömürgeci Amerika'nın menfaatleri için yok yere telef olmasıdır.

Beş: Biz tek başımıza Amerika, İsrail İngiltere ve onların İşbirlikçi uşaklarını karşımıza alamayız diyorsanız ve bundan korkuyorsanız-ki korktuğunuz muhakkak-o zaman İran, Pakistan, Rusya, Hindistan, Venezüella, Küba, Kuzey Kore, gibi ülkelerle de istişare yaparak en azından diplomasi düzleminde şu görüşü seslendirin: Ortadoğu'daki cinayetlerin, savaşın, tecavüzlerin, işgallerin, fakirliğin, gerçek sebebi sömürgeci Amerika ve Siyonist İsrail'dir. Bundan dolayı biz Türkiye olarak Lübnan, Filistin, Kudüs gibi yerleri İsrail'in işgalinden, korumak için "Bir Ortak İslam Barış Gücünü" bölgeye göndermek istiyoruz deyin. İslam Konferansı'nda bu görüşünüzü açıkça üye ülkelere bildirin ve destek isteyin. Hiç olmazsa bu politikayı uluslar arası düzlemde seslendirin. Efendim "bu söyleme reel politik koşullar uygun değil." Gibi mazeretlere sığınacaksanız. O zaman ne diye Lübnan'a asker gönderiyorsunuz. Bu reel politik koşullar hep emperyal güçler ve Siyonist İsrail'in lehine oluşturulan Tanrısal bir yazgı mıdır. Eğer siyaseti ABD, İsrail, İngiltere gibi emperyal ülkelerin belirdiği ve sınırlarını kendilerinin çizdiği reel politik koşullar çerçevesinde yapacaksak; dedelerimiz reel politik koşulların aleyhimize en sert ve acımasız bir biçimde işlediği bir ortamda, yalın ayak, kazma, kürek ve baltayla Mustafa Kemal Atatürk'ün önderliğinde İstiklal Savaşını nasıl ve niçin yaptı? Biz Allah'a mı iman ediyoruz, yoksa başka sahte ilahlara mı? Kime bel bağlıyor, kime güveniyoruz?

İşte bundan dolayıdır ki, ey Müslümanlar, Müslüman kimlikli iktidarlar, siyasetçiler, düşünürler, yazarlar, sanatçılar, edebiyatçılar reel politik koşullara değil önce istediği anda tüm reel politik koşulları alt üst edecek, yokluğa gark edecek Allah'a iman edin. Füzelerin ve orduların gücüne iman etmeyin. Sonra reel politik koşulları en ince detayına kadar gözden geçiririsiniz vesselam.[4]

BM Gücü'nün görev ve yetkileri hâlâ net değil… Provokasyon ihtimali çok yüksek…

Bu tam bir maceradır!

BM Güvenlik Konseyi'nin 1701 sayılı kararı çerçevesinde Güney Lübnan'da konuşlanacak yeni BM barış gücüne (UNIFIL II) katkıda bulunmayı düşünen ülkeler BM'de bir araya geldiler. Toplantıda Türkiye'nin, güce katkıda bulunma konusunda TBMM onayına bağlı olarak aldığı "ilke kararını" açıkladığı öğrenildi.

Kaynaklar, Türkiye'nin de toplantıda söz alarak UNIFIL'e katkıda bulunması konusunda "TBMM'nin onayına bağlı olarak ilke kararı" aldığını bildirdiğini belirttiler. Ayrıca Türk tarafı toplantıda, Türk liman ve havaalanlarının kullanımına ilişkin BM'ye daha önceden yaptığı taahhüdü yeniledi. Ve ardından TBMM'den izin tezkeresi geçirildi… Ama anayasaya göre "karar"ın Cumhurbaşkanınca verilmesi gerekir.

"BM gücü çok yakında Lübnan'da"

Bu arada, BM üst düzey yetkilisi Heidi Annabi toplantıyla ilgili gazetecilere yaptığı açıklamada, BM barış gücü UNIFIL II'ye katkıda bulunmayı düşünen ülkelerden daha önceden kendilerine gönderilen angajman kuralları ve harekat kavramı belgeleriyle ilgili bazı yorumlar aldıklarını belirtti.

Annabi, belgelerde bazı ufak değişikliklerin yapıldığını açıklayarak "bu iki belgeyle ilgili ikinci taslaklar ülkelere dağıtılmıştı, üçüncü taslak da ilgili ülkelere yarın ya da öbür gün dağıtılacak. Sonuçta belgelerin son haline ulaşmaya çok yakınız ve bu konuda tekliflere de çok açığız. Ancak şunu bilmek gerekir ki, hiçbir belge kesin ve son belge olamaz. Sahada koşullar değiştikçe belgeler de değişebilir" diye konuştu.

Annabi, toplantıda Türkiye'nin somut olarak BM gücüne asker göndermeyle ilgili bir açıklamada bulunup bulunmadığını soran bir gazeteciye "Türkiye bir katkıda bulunmayı düşünüyor ama bunun için öncelikle kendi parlamentosunun onayı gerekiyor. O yüzden egemen devletlerin son kararlarını alıp bize güce katkıda bulunacaklarına dair teyitte bulunmalarını bekliyoruz" dedi.

Bir gazetecinin İtalya'nın askerlerini birkaç gün içinde Lübnan'a göndermekten söz ettiğini hatırlatması üzerine Annabi, bunun mümkün olabileceğini belirterek BM gücünün çok yakında bölgede konuşlanacağına inandığını sözlerine ekledi.(a.a)

"İsrail'e geç, Hizbullah'a dur!.." Jandarmalığı mı?

"İsrail Ve Siyonizm'in emellerine hizmet edenlere verilen ödül" olarak bilinen Amerikan Yahudi Komitesi'nin "Boynuz boru" sembolündeki "cesaret" ödülü, 28 Ocak 2004 tarihinde Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'a verilmişti. Erdoğan, bugün Lübnan ve Filistin'de soykırım yapan Musevilerle ilgili olarak o gün şunları söylüyordu: "Musevi soykırımı 'tarih boyunca insanlığa karşı gerçekleştirilmiş en akıl almaz suçtur. Musevi düşmanlığı da utanç verici bir akıl hastalığının tezahürü ve sapkınlıktır."

ABD'nin İsrail'e söz verdiği sığınak delen bombaları sivil süsü verilmiş kargo uçağıyla İngiltere üzerinden gönderdiğinin ortaya çıkması üzerine, İngiliz The Times gazetesi uçağın Türkiye üzerinden de uçtuğunu yazdı. Gazetenin, istihbarat kaynaklarına dayanarak verdiği haberde, ABD'nin Arizona eyaletinden kalkan bomba yüklü iki uçağın İngiltere'deki Prestwick havalimanında ikmal yaptıktan sonra İsrail'e indiği belirtildi. Gazetede kullanılan grafikte, uçağın güzergâhı arasında Türkiye'nin de bulunduğu belirtilmişti.

Önceki gün, Mersin'den Lübnan'a insanî yardım kapsamında gönderilecek olan 54 ton etin bürokrasi engeline takılması büyük tepki çekti. Şirket yetkilisi Adem Güler, "Tarım ve Köy işleri Bakanlığı görevlileri, et Türkiye üzerinden geçtiği için menşe sertifikası istiyor. Ancak savaş nedeni ile belgenin aslını getiremiyoruz" derken, izin verilmemesi halinde etlerin çok kısa sürede bozulacağını belirtti. Aynı Mersin limanında, Irak işgali sırasında ABD'nin lojistik destek malzemelerinin apar topar geçirildiğini ifade eden kamuoyu, "O yardım İsrail'e gitmiş olsaydı hiç bir engele takılmazdı" diye tepki gösterdi.

Askerimiz BOP'un aracı yapılmaya mı çalışılmaktadır?

Lübnan'a Mehmetçik'in gönderilmesine karar veren AKP hükümeti, Türkiye'yi Büyük Ortadoğu Projesi kapsamında bölge ülkelerinin sınırlarının yeniden çizilmesinde ABD ve İsrail'in yanında ‘taşeron ülke' rolüne hazırlıyor!

Emekli Tuğgeneral Nejat Eslen, tezkerenin Meclis'te kabul edilmesine en çok ABD'nin sevindiğini belirterek, "Türkiye, ABD'nin yanında Ortadoğu projesinde taraf olmuştur. Türk Silahlı Kuvvetleri, sembolik düzeyde bile olsa BOP'un aracına dönüştürülmüştür" uyarısını yapıyor.

Eslen, Lübnan'a gidecek olan askerin asıl görevinin, ABD'nin İran'a müdahalesi sırasında başlayacağını kaydederek, İsrail'in Hizbullah'ı etkisizleştirme gayretlerinin, ABD'nin İran'a müdahalesinin yakın olduğunu işaret ettiğini vurguluyor.

ABD'nin İran'ı aşması gerektiğine dikkat çeken Eslen, "Bunun paralelinde İsrail'in de Lübnan ve Suriye'yi şekillendirmesi lazım. Ortadoğu'nun haritaları yeniden değiştirilirken, ABD'nin inisiyatifinde İran'ın, İsrail'in inisiyatifinde Lübnan ve Suriye'nin şekillendirilmesi lazım. Bu ABD için çok önemlidir. Çünkü uzun sürecek BOP'un realize edilmesinde ABD, Türkiye'yi mutlaka yanında görmek istemektedir" diye konuştu. Eslen, 1701 sayılı karar ve bu karar paralelinde hazırlanan angajman kurallarının şartlarını, kabul edilen tezkerenin karşılamadığına dikkat çekerek, "Tezkere böyle olmakla beraber, orada tuzak bazı ifadeler var; insani yardımın güvenliğinin sağlanması konsepti geniş ve farklı kullanılabilir. Türkiye çatışmaya girmez. TSK çatışmayı gerektiren bir ortamda olmayacaksa, TSK'nin kara gücünün gitmesine ne gerek var? Bu sorgulanabilir. Eğer TSK, Hizbullah'ın silahsızlandırılmasına katkı sağlamayacaksa; sadece insani yardımın güvenliğini sağlayacaksa, o zaman askeri güce ihtiyaç yok. Kimse kimseyi aldatmasın." Diyor.

Nihai hedef İran'ın kontrol edilmesi

E. General Nejat Eslen, Lübnan'a gidecek olan askerin asıl görevinin, ABD'nin İran'a müdahalesi sırasında başlayacağını söylüyor. İsrail'in Hizbullah'ı etkisizleştirme gayretlerinin, ABD'nin İran'a müdahalesinin yakın olduğunu işaret ettiğini vurgulayan Eslen,  "Çin'in yükselişini hızla sürdürmesi ve İran'da büyük enerji yatırımları yapması; ABD'nin bir an önce müdahalesini kaçınılmaz hale getiriyor" değerlendirmesinde bulunuyor.

ABD'nin, Ortadoğu'da BOP'u realize etmek istediğini kaydeden Eslen, buradaki asıl amacın ise enerji kaynaklarını kontrol etmek olduğuna işaret ederek, "Bu aynı zamanda ABD'nin küresel üstünlüğünü sürdürmesinin gerekleridir. ABD bu amaçla Afganistan ve Irak'a hamleler yaptı ve konvansiyonel askeri gücü tıkandı ama ABD'nin işi bitmedi. ABD'nin küresel üstünlüğünü sürdürebilmesi için İran'ı kontrol etmesi gerekiyor. Aslında her şey İran'la ilgilidir. ABD'nin İran'ı aşması gerekiyor. Bunun paralelinde İsrail'in de Lübnan ve Suriye'yi şekillendirmesi lazım. Ortadoğu'nun haritaları yeniden değiştirilirken, ABD'nin inisiyatifinde İran'ın, İsrail'in inisiyatifinde Lübnan ve Suriye'nin şekillendirilmesi lazım" şeklinde konuşuyor.

BM Gücü'nün ilk görevi Hizbullah'ı silahsızlandırmak

Eslen, Lübnan'ın politik ve askeri yapısının şekillendirilmesi durumunda, bunun Suriye'nin şekillendirilmesi içinde büyük avantaj sağlayacağını söyleyerek, şöyle devam etti: "İsrail bunu denedi. İsrail, Hizbullah'ı etkisizleştirmek istedi çünkü ABD'nin İran'a müdahalesinden önce Hizbullah'ın etkisizleştirilmesi gerekiyordu. Bu hem İsrail'in güvenliği için önemli hem de ABD'nin İran projesi açısından önemli. Fakat İsrail, Hizbullah engelini aşamadı. İsrail ordusunun başaramadığını gerçekleştirmek için, ağırlıkla batılı bir askeri gücün bu bölgeye getirilmesi ve Hizbullah'ın etkisinin azaltılması gerekiyor. Bu gücün başlangıçtaki rolü budur. Ama ABD'nin İran'a müdahale etmesi halinde; bu güç daha büyük bir role soyunabilir. Lübnan'ın bütününü şekillendirme gayretinde kullanılabilir"

Türkiye'ye buradan pay vermezler

Eslen, Türkiye'nin bu problemlerin dışında kalması gerektiğini belirterek,  "Ancak diyelim Türkiye taraf olmak istedi ve oldu; bu yeni medeniyetler çatışmasını ABD'nin kazanacağının bir garantisi yok ki! Emareler ABD'nin bu savaşı kazanamayabileceğini gösteriyor", "Türkiye'nin payına düşecek zenginlik burada yoktur. Yani Türkiye'ye buradan kimse pay vermez. Türkiye'nin buralarda gayretlerde bulunması ham bir hayaldir; gayretlerini boşa tüketmesidir. Türkiye enerjisini, kendi yaşamsal güvenlik çıkarları için harcamalıdır; Irak'ın kuzeyinde harcamalıdır, Kıbrıs'ta ayağını sıkı basmalıdır, Azerbaycan'ı kaybetmemelidir, Orta Asya'da etkili olmalıdır" Hatırlatmasını yapıyor.

 

 


[1] Adnan Tanrıverdi / E. General

[2] Akşam / 29.8.2006 / Hüsnü Mahalli

[3] Nisa:75

[4] Milli Gazete / Lütfü Özşahin.

0 0 votes
Değerlendirmeniz

Makale Paylaşım Sayısı: 

Abone ol
Bildir
0 Yorum
En Yeniler
Eskiler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments
Picture of Nail KIZILKAN

Nail KIZILKAN

YORUMLAR

Son Yorumlar
0
Düşünceleriniz değerlidir, lütfen yorum yapın.x
Paylaş...