YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL MENÜ

DERGİLER

Ay Seçiniz
category
69182f8839bac
0
0
6401,171,6356,117,28,27,170,98,3,144,26,4,145,113,17,6330,1,110,12
Loading....

TOPLAM ZİYARETÇİLERİMİZ

Our Visitor

2 0 8 9 2 6
Bugün : 10340
Dün : 37133
Bu ay : 612145
Geçen ay : 1371576
Toplam : 45015966
IP'niz : 216.73.216.10

SON YORUMLAR

Son Yorumlar

YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL YAZILAR

YENİ ÇIKAN KİTAPLARIMIZ

ADİL DÜNYA YAYINEVİ

Tel-Faks:

0212 438 40 40

0543 289 81 58

0532 660 12 79

 

Doğan, Sabah`ı alırsa karşı koyan çıkar mı?

FATİH Altaylı Doğan Grubu'nun Sabah ve ATV`yi satın alması halinde olabilecekleri, gazeteport.com'daki köşesinde yazdı. İşte o yazı:

 

Dün sabah evde otururken eşimden pek de beklemediğim bir soru geldi:

"Fatih, sence Doğan Grubu Sabah`ı gerçekten alır mı?"

"Alabilir" dedim.

Şaşkın şaşkın bakınca açıklamak zorunda kaldım:

"Aydın Doğan, Sabah'ı ve ATV'yi alırsa kim ne diyecek ki! Tırsak bürokrasi mi? Gıklarını çıkarmazlar. Haklarında yazılacak doğru yanlış tek bir haberden ödleri patlar. Daha tırsak iş dünyası mı? Karşı çıkmak ne kelime, kapıya dizilip tebrik ederler. Çıkınca içlerinden söverler ama korkudan gıklarını çıkaramazlar. Siyasetçiler mi? Ödleri patlar. İktidar, Doğan Medyası gerilim yaratır diye korkar, muhalefet medyanın iktidara iyice yönelmesinden çekinir. Hiçbiri sesini çıkaramaz. Entelektüeller mi? Hepsini çöpe at. Bir yerde bize yazdırırlar mı, bir yerde televizyon programı yaptırırlar mı acaba diye teklif beklemeye, teklif gelsin diye yalakalık yapmaya başlarlar. Halk mı? Halk olayın farkına bile varmaz. Kimse Aydın Doğan'ın tekelini ve bunun tehlikelerini yazmayacağı için haberleri bile olmaz. Onlar gazete okuduklarını, haber aldıklarını zannederler. Toplasan toplasan bir 30 bin kişi kızar, öfkelenir, dertlenir Aydın Doğan'ın da umurunda olmaz"

"Yani sen boşu boşuna uğraşıyorsun!" dedi

"Yoo" dedim, "Boşu boşuna değil. Kendim için uğraşıyorum. Böyle bir şey olursa ve herkes bundan zarar görmeye başladığı zaman "Niye bir şey yapmadım?" dememek için uğraşıyorum. En azından "Uğraşmadım" dememek için uğraşıyorum" dedim.

"Çok iyi yapıyorsun" dedi.

Boynuma sarıldı.[1]

Çok Kanallı Tek Seslilik Demokrasi mi?

28 Şubat'ta o zamanki Refah-Yol hükümetinin karşısına dikilen basın bu hükümetten niye pek memnun görünüyor. Kamu ve özel sektör varlıklarının, faiz harcamalarını karşılamak amacıyla bir bir yabancılara satılmasına her iki taraf da alkış tutuyor. Her iki taraf da üye olamayacağımızı bile bile AB'nin Türkiye üzerinde tam bir denetim ve otorite kurmasından oldukça memnun. Üstelik her iki taraf da Kürdistan kurulmasının iyi bir şey olacağını Türk halkına yutturmak için uğraşıyor ve her iki taraf da Türkiye'nin etnik bir cehenneme döndürülmesi için işbirliği yapıyor.

Ayrıca gazeteler ve televizyonların hükümeti canhıraş bir şekilde desteklemek için başka sebepleri de var. Örneğin, Doğan Grubuna tebligatı yapılan vergi borcu oldukça yüksek. Eğer söz konusu Grup hükümeti birazcık eleştirmeye kalksa sonları aynen Uzan Grubu gibi oluverir.

Dolayısıyla son haftalarda Doğan Grubu gazeteleri tam manasıyla AKP gazeteleri oldular. Televizyonlar da öyle. Bir tek muhalif gazete olan GÖZCÜ oldukça yüksek tirajına rağmen kapatıldı. Sabah Grubu'na ise TMSF el koydu. Yani şu andan itibaren Sabah ve ATV Grubu hükümetin yayın organları olmuş oldu. KRAL televizyonu da öyle. Bunlara bir de hükümete fena halde destek veren güya İslamcı gazeteleri ve televizyonları da eklersek, Saddam Hüseyin dönemi Irak basınına benzemeye çok az bir şey kaldığını söylemek pek de abartılı olmaz.

Bu sermaye yapısıyla basın ve televizyon gruplarının başka türlü davranması beklenemezdi. Pek çoğunun hükümete ya borcu var ya da hükümetten beklenti içindeler. Böyle olunca da hükümetin baskıları karşısında güneşte kalmış kar gibi oluyorlar. Ancak hükümetin bu gidişattan memnun olması tehlikeli bir bakış açısını ortaya koyuyor. Böyle bir basınla ne kadar ve nasıl bir demokratik hayat olabilir?[2]

‘Türk' Medyası: Türkiye için mi, Batı için mi?

Son dönemde, özellikle meşruiyet dayanaklarını dışarıda arayan AKP hükümeti döneminde ülkemizdeki medyanın hali tam bir sefalet tablosudur. Aslında, buna sefalet değil de, ihanet demek daha doğru bir niteleme olacaktır. Bu kadar omurgasız, borçlu olduğu topraklara bu kadar yabancılaşmış bir medya daha yeryüzünde var mıdır, sanmıyorum…

‘Türk' medyası, artık neredeyse tamamen ABD ve AB tarafından ipleri tutulan AKP iktidarının kontrolündedir. Bir kısım medya dolaysız, bir kısım medya ise dolaylı olarak iktidarın kontrolünde, Kemalist Türkiye'nin kazanımlarını aşındırmak ve tasfiye etmek için koşar adım yürümektedir. Bush ve Tayyip; bir 'yarı tanrı' ile ülkemizdeki şube başkanı gibi olan partneri… Onların başta gelen dayanakları, politik açmazlarının üstünü örten ve gerçekleri halktan saklayan medya…

‘Türk' medyası mı?

AKP döneminki faşizan tavır, medyayı ister istemez kontrol açısından önemli bir koz haline getirmiştir.

1) Öncelikle, TRT'ye bütün zeminleriyle hükümetin ve ABD'nin vaazettiği 'ılımlı İslam' donu giydirilmiştir. TRT-1, TRT-2, TRT-3 ve TRT-Int. ile radyolar tümüyle hükümetin borazanı haline getirilmiştir. Dahası, TBMM TV de,   geleneksel bağımsız tutumu bir kenara bırakarak AKP militanı ve sözcüsü olarak çalışmalarını sürdüren TBMM Başkanı Arınç'ın istediği gibi, AKP'nin organı gibi çalıştırılmaktadır.

2) Güya özerk, uygulamada hükümetin gölgesindeki, TMSF bünyesindeki organlar: ATV, Star TV, Kanal 1, Kral TV, Cine 5, Sabah, Star Gazetesi, Takvim, Fotomaç, Aktüel Dergisi vb. TMSF, bu organları tarafsız şekilde yönetmemekte, hükümetin müdahalesine yasalara karşın açık tutarak faşizan tutuma ortak olmaktadır. Açıkça, seçime aylar kala Ciner Grubu medyasına el konulmuştur.

3) ABD'nin GOP projesinin ve bu projede güvendiği AKP'nin finansal ve manevi sahipleri olan grupların desteğinde yayınını sürdüren medya organları da hükümetin faşizan uygulamalarına çanak tutmaktadırlar. Bunlar, kendi arasında hükümetteki koalisyona göre ikiye ayrılmaktadır: Fethullah Gülen'in kontrol ettiği organlar ve onun dışındakiler. Yaklaşık 10 yıldır ABD'de yaşayan ve ABD emperyalizminin global çıkarlarına hizmet eden Gülen'in kontrolündeki yayınları şöyle sıralamak mümkün: STV, Burç FM, Zaman, Bugün, Aksiyon ve bir çok dergi (TSK karşıtı yayınlarla gündeme ABD ve AKP lehine manipülatif bir şekilde müdahale eden ve Gülen'in kontrolü altında olan Nokta Dergisi, bilindiği gibi sahtecilik yaptığı için kendi kendine Nisanın son haftasına girerken son verdi).

Gülen Grubu dışındaki dinci ve faşizan sürece çanak tutan gazete, televizyon ve radyolar da alabildiğinedir. Haber 24, Kanal 7, Kanal A, Haber 7, Yeni Şafak, Vakit vb.

4) Dünyanın hiç bir yerinde olmadığı kadar tekelleşme ve yabancı baskısı altında olan medya, artık dolaysız olarak da yabancıların kontrolüne girmeye başlamıştır. TGRT ve Fox, Amerikanın Sesiyle birlikte ABD'nin ve AKP'nin hizmetine amadedir!

5) AKP hükümetinin rehin tuttukları var bir de; Doğan Grubu organları ile Çukurova Grubu organları: Hürriyet, Milliyet, Posta, Radikal, Referans, CNN Türk, Kanal D, Tempo, Akşam, Show TV ile bir çok dergi, gazete, radyo ve ekleri… Bu iki grup, birer holding medyası olduğu için, yatırımları ve finansal pozisyonları açısından elleri kolları bağlı olarak adeta bir rehin gibi 'yayın' yapabilmektedirler. Nitekim, muhalif kimliğinden dolayı, Doğan Grubu, Gözcü Gazetesi'ni kapatma yoluna gitmiştir.

Şimdi, herkes elini vicdanına koyup düşünsün; ABD ve AB penceresinden meselelere bakan, AKP'nin faşizan baskılarına karşı dördüncü kuvvet rolünü hiçe sayarak yan gelip yatan, TSK'ya karşı, Türk Devrimi'ne karşı yapılan operasyonlara direnmeyen ve hatta çanak tutan bu medya Türk' medyası mıdır?..

"Türk medyası" nitelemesini hak eden organ sayısı maalesef çok azdır. Cumhuriyet, Kanaltürk ile ART, Ulusal Kanal ve Kanal-B gibi bazı televizyonlar, bazı radyolar… Bunların dışında Vatan gibi, Yeniçağ gibi bazı organları da sayabiliriz. Ayrıca, tam kontrol altına alınamayan Flash, TV 8 gibi kanallar da var ancak, onlar da reklam vb. baskılarla muhalefet yapmakta çekimser davranmaktadırlar.

Tabii, burada söz konusu edilenler, ulusal basın organlarıdır.

Yerel basın organları içinde ulusal duyarlılıkları olanlar çoktur, ancak, onlar da AB marifetiyle bir 'proje' kapsamında ehlileştirilmek istenmektedir. Hükümet, bu durumdan memnun, sadece yardımcı olmaktadır gelişmelere.

Nasıl mı?… Bağımsız İletişim Ağı (BİA) adlı devşirmelerin yönettiği bir kuruluş güya euro alarak AB'den, yerel gazetecileri eğitmekte, onlara haber akışı sağlamaktadır! Zaman zaman da toplantılar, seminerlerle beyinleri yıkanmaktadır tabii… Bu ağdaki kuruluşları da dinci-faşizan medya hanesine yazmakta besi olmaz herhalde!…

Yumuşak Güç Unsuru ve medya

Günümüzde, savaşlar bir kaç dereceli yürütülüyor, ilk olarak sıcak çatışma, silah kullanımı devreye girmiyor. Savaşın ilk halkasında da "yumuşak güç unsurları" devreye girmektedir. Bu unsurlar içinde, medya eliyle, iletişim araçları eliyle yürütülen psikolojik savaş önemli bir yer tutmaktadır, ne ilginçtir ki, yoğun bir psikolojik saldırı altında olan ülkemizdeki medya, ulusal kimliğini önemli ölçüde yitirmiş, hainlik mertebesine ulaşmıştır. 14 Nisan mitinginde yüz binlerin medyaya 'satılmış', 'dışarı' şeklinde seslenmesine çok üzüldüm. O güzel tepkiyi yansıtmak yerine, 'açık aramak' için alana getirilmişti canlı yayın araçları… Üzüntüm, şundan: Bu medya organlarını maalesef şimdilik ulusal amaçlara hizmet etme noktasında elimizden kaçırdık. Böyle olmamalıydı…

Ancak, medya organları; hükümetin, TMSF'nin, dincilerin ve holdinglerin basını bugün artık demokrasi için, Cumhuriyet için dördüncü kuvvet olmayı, halkın sesi olmayı bırakmış; ABD ve AB'nin, onlarla iş tutan AKP'nin politikalarına çanak tutmaya başlamıştır.

1) Şemdinli provokasyonu ve Yaşar Büyükanıt olayı: Türk Silahlı Kuvvetleri'ni Türk Devrimi mevzilerinden uzaklaştırma yönünde pasifize etme doğrultusunda yapılmak istenen operasyonda dinci basın ile hükümet ve TMSF'nin kontrolündeki organlar tetikçilik yaparken, diğerleri de suça ortak olmuşlardır.

2) Genel pasifizasyon: Söz konusu basın organları, hükümetin işbaşına geldiği tarihten itibaren Silahlı Kuvvetlerin pasifizasyonuna yayınlarıyla destek olmuşlardır.

3) Sözde 'darbe günlükleri': ABD'yle iş tutan vatan hainleri işi o kadar ileri götürmüşlerdir ki, Cumhurbaşkanlığı seçimi öncesinde uygun iklim yaratmak için sahte günlükler yayınlayarak bunları bir operasyon aracı haline getirmeye cüret edebilmişlerdir (Bu eylem de Büyükanıt olayı gibi ters tepmiş, nasıl savcı görevinden olduysa, Nokta'nın sahibi de yayınını durdurmuştur). Bu tavırlar, ister istemez güneydoğu'da şehitler vererek emperyalistlerin uzantısı konumundaki bir unsurla mücadele eden Silahlı Kuvvetlerin moralini bozmakta, dahası, mücadele gücünü azaltarak düşmanın ekmeğine yağ sürmektedir. Silahlı bir çatışma içinde olan, topraklarına tecavüz edilen ve şehitler veren bir orduya yönelik yapılan yayınların yasalardaki karşılığı "vatan ihanet" değil de nedir?

Ulusal güvenlik için medya

İşte, medya, bu noktada "yumuşak güç unsuru" olarak Türkiye'ye, ulusal devlete, Türk Devrimi'ne karşı bir düşman faaliyeti için çok etkili bir silah olarak devrededir. Medyanın böylesine yoğun olarak, neredeyse çok büyük kısmının ulusal hasletlere karşı safta toplanmayı ülkemiz için ciddi bir risk, açıkçası güvenlik zafiyetidir. Bu tablo, ulusal güçlerin toparlanmasını, medyaya dönük yasal önlemler ve savunma anlayışı getirmesini zorunlu kılmaktadır. Hükümet, işi öyle bir faşizan noktaya getirmiştir ki, yarattığı iklimle muhalif olan az sayıda kuruluşa baskı uygulamaya da yeltenmiştir. Cumhuriyet üst üste bombalanırken, Kanaltürk'te mali kıskaç ve etkisizleştirme operasyonuna tabi tutulmaktadır. RTÜK eliyle yapılan baskılar da cabası! Hepsini yanına al, alamadığını da baskı altına al!

Ulusal ve demokratik güçler, Türk devriminin güçleri bu duruma ancak bir hükümet değişikliğiyle son verebilirler. Vermelidirler. Aksi takdirde, bu medya, düşmanın kılıcı olarak ülkemizi delik deşik etmeye teşnedir. Tekeli kaldıran, bu konuda hile-i şeriyeye geçit vermeyen, yabancıların medyaya giremeyeceği yasal önlemler mutlaka ivedilikle alınmalıdır. Bu konuda, CHP, DSP gibi partilerin seçim bildirgelerine dikkatle bakılmalıdır. Medyanın bir "Türk medyası" haline gelmesini sağlamak da ulusal güçlerin görevidir ve savsaklanamaz. Savsaklandığı zaman, nasıl ülkemize karşı bir silah haline geldiğini geçen bir kaç yıl göstermiş olsa gerek.

Medyadaki ulusal güçlere görev düşüyor!

Bu arada, hükümetin ve emperyal merkezlerin medyadaki etkinliği bir yana, medyada çok sayıda yönetici, yazar, gazeteci ve programcı ulusal bir duruşun, Cumhuriyetin kazanımlarının yanındadır. Onlara düşen görev, kendi bildirgelerine sahip çıkmak, gerekirse patronlarının kapısına, plazalara onları asmaktır. Örneğin, Doğan Grubu mensupları, bildirgelerini her yere asmalılar; yöneticilere ve patronaja e-posta vb. araçlarla hatırlatmalılar… Medyadaki çürümeden yakınan basın emekçileri örneğin Melih Aşık gibi yapabilir; okurlara gazetesini denetlemeleri için çağrı kaleme almak… Çok mu zor?..

Emperyalistlerin ve işbirlikçi oligarşinin devrimimizi topsuz-tüfeksiz tasfiye etme, ülkemizi yarı-sömürge yapma çabalarına karşı dur demeyecek miyiz? Hep söylüyorum; memleket de namustur!

Bu konuda basın kuruluşlarının, TGC'nin Basın Konseyi'nin de görevlerini hatırlatmak gerekmektedir. Onlar da Cumhuriyet kazanımlarını korumakla yükümlüdürler. Aksi takdirde, kepenklerini kapatıp evlerine gitmeli yöneticileri…

Gün o gün değildir, derlenip dürülmesin bayraklar…

Gün, Türkiye Cumhuriyeti'ne sahip çıkma, düşmana direnme günüdür… Gün, bugündür… [3]

Sabah Grubuyla Ayyuka Çıkan Medya Diktatörlüğü!

İşte Tayyip Medya Holding!

Cumhurbaşkanlığı seçimine bir, vaktinde genel seçime yedi ay kala, iki medya patronundan biri Tayyip Erdoğan oldu! 10 televizyon kanalı, 8 gazete ve iki haftalık dergi, Erdoğan'ın emrinde!.. Doğan Medya borç kıskacında. Akşam Grubu, Karamehmetler Irak'ın kuzeyinde petrol aradığı için Erdoğan'la iyi geçinmeye çalışıyor.

Nisan'ın ilk günü, Polisle birlikte Sabah Gazetesi ve ATV'nin Balmumcu'daki binasına gelen TMSF ekipleri, tatil olduğu için kilitli duran bazı kapıları kırarak içeri girdiler. TMSF ekiplerinin ilk hedefi, 5'inci kattaki bilgisayar odası oldu. Bilgi işlem servisindeki 'server'ı denetim altına alan TMSF uzmanları, daha sonra 10"uncu kata çaktılar.

'Patron katı' olarak bilinen ve Turgay Ciner ile Medya Grup Başkanı Kenan Tekdağ ve Hıncal Uluç'un odalarının bulunduğu bölüme giren ekipler, bilgisayarlara ve önemli evraklara el koydular…

Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu (TMSF) Tahsilat Dairesi Başkanı Fethi Çalık, ATV ve Sabah Gazetesi'nin binasından ayrılırken yaptığı açıklamada, yönetime ve denetime el koyduklarını söyledi.

Bu arada Uzan Operasyonu'nda emniyette mali şube müdürü olarak görev yapan İstanbul Güvenlikten Sorumlu Emniyet Müdür Yardımcısı Mustafa Aktaş'ın da operasyona katıldığı öğrenildi.

TMSF ve Emniyet yetkilileri, Medya Grubu ve Merkez Medya Grubu'nu devralmasının ardından Ciner Grubu'na ait Sefaköy'deki Kanal 1 ve ATV binasına da girdiler…

Başta ATV ve Sabah olmak üzere 4 günlük gazete, 3 ulusal televizyon ile başta Yeni Aktüel ve Yeni Para olmak üzere onlarca dergi Tayyip Erdoğan'ın güdümüne girdi.

TMSF üzerinden kontrol altına aldıklarıyla birlikte 10 televizyon kanalı, 8 gazete ve iki haftalık siyasi dergi, Erdoğan'ın güdümüne girdi.

Tayyip Medya Holding'in Sabah'taki ilk icraatı, Hrant Dink cinayetinde asıl suçluları perdelemekti.

İlk İş, Ramazan Akyürek'i Aklamak!

Sabah gazetesi, Hrant Dink cinayetinin ardından, Emniyet İstihbarat Daire Başkanı Ramazan Akyürek'in sorumluluğunu ortaya koyan haberleriyle dikkat çekiyordu. El konulan Sabah'ın ilk manşeti ise, "Sadece beyaz bere yokmuş" oldu.  Erdoğan'ın kontrolündeki Sabah, önceki haberlerini tamamen yalanlıyor. Ramazan Akyürek'in Trabzon Emniyeti Müdürlüğü dönemini aklamaya çalışıyordu.    Erdoğan'ın Sabahı'na göre Ramazan Akyürek görevini öylesine eksiksiz bir biçimde yerine getirmişti ki, "beyaz bere" hariç her şeyi, 11 ay önce İstanbul Emniyet Müdürlüğü'ne bildirmişti. Sabah, "Her şey yazıldı, önlem yok" ara başlığının altında, açıkça İstanbul Emniyet Müdürlüğü'nü suçluyordu!

Kayyum Onursal, Eski Genç Parti'li!

Merkez Medya Grubu şirketlerinin yeni Yönetim Kurulu, aynı zamanda Fon görevlisi de olan şu isimlerden oluştu:

"Mehmet Akif Yasin, Fahrettin Özyapar, Yusuf Adıgüzel, Taner Yalçın, Turan Korkmaz, Ali Göçer Kelebek ve Tahsin Kaplan."

Sabah-ATV Medya Grup Başkanlığına getirilen Yavuz Onursal ise, kritik dönemlerde, kritik roller üstlenen bir isim.

Yavuz Onursal önce yıllarca Dinç Bilgin'le çalıştı daha sonra Cem Uzan'la. 12 sene Sabah gazetesinin Ankara Temsilciliği, 5 sene Star Ankara Temsilciliği yaptı. 2002 seçimlerinde Genç Parti'de siyaset yaptı, 2002 seçimlerinde Bursa ilk sıra milletvekili adayıydı. Partinin iki numaralı ismi olan Onursal daha sonra ayrıldı.

Onursal, "Mavi A.Ş'den Genç Parti'ye 19 milyon 750 bin YTL kaynak aktarılarak Siyasi Partiler Kanunu'na muhalefet edildiği" iddiasıyla 16 kişiyle birlikte yargılandı.

Takvim gazetesinde 5 ay yazarlık, 2 sene TV 8'de medya başkanlığı yapan Yavuz Onursal, TV8'den ayrıldıktan sonra bir süreden beri de Nurol Grubu'nda danışmanlık yapıyordu.

İşte Teşkilat!

TMSF Başkanı Ahmet Ertürk, Merkez Medya Grubu'nun 4 ay içinde ihaleye hazır hale getirilebileceğini söyledi. Merkez medya, en erken 6 ay içinde ihaleye çıkabilecek. O zamana kadar, iktidar kontrolünde! Tayyip Erdoğan, yalnızca Cumhurbaşkanlığı seçimlerini değil, genel seçimi de büyük medya gücüyle halkın kafasını ve kalbini büyüleyerek kazanmayı başarmıştır. Tabi bu sürecin başlarına ne işler açacağı ileride anlaşılacaktır..

İktidarın doğrudan doğruya yönetimi altındaki Haber 24 ve Kral televizyonlarına üç televizyon kanalı daha eklendi: ATV, Kanal 1 ve Türkçe TV. Yazılı basında ise, Star, Sabah, Takvim, Yeni Asır ve Fotomaç, TMSF kanalıyla Tayyip'in yönetimine girdi.

Haber 24'ü, Tayyip Erdoğan'ın danışmanı Mücahid Arslan perde arkasında yönetiyor.

17 ulusal TV ve gazete Tayyip'in kontrolünde!

Televizyonlar:                                                Gazeteler:

Haber 24                                                           Star

Kral TV                                                             Sabah

ATV                                                                  Takvim

Kanal 1                                                             Bugün

Türkçe TV                                                         Zaman

Fox                                                                   Vakit

Samanyolu                                                       Yeni Şafak

Samanyolu Haber                                             Fotomaç

Kanal 7                                                             Ayrıca üç siyasi dergi

Haber 7                                                             Nokta, Aksiyon, Aktüel[4]

Medya savaşları 

Uzan'lar medyada 1960'lı yallardan beri vardılar. Fakat Turgut Özal döneminde büyüdüler. Onların Balkanlar kökenli oluşu, başlıca bir sorun. Doğrudan bir bağlantıları yok. Kimle mi, onu içimizde tutalım. Uzan'ların 1965 Yeni Gazete, 1967'de çıkardığı Yeni İstanbul gazetelerinde Masonlar hakkında yoğun bir kampanyaları var. Onları deşifre edişleri söz konusu. Bu da af edilmiş değil. Uzan'ları bekleyen tehlike hem ekonomik güçlenme, hem de giderek yayılmaları bir tedirginlik oluşturdu. Sermayesi denetlenemez ya da istenilen yere çekilemediğinden bertaraf edilmeleri gerekmekteydi. Onlarla ilgili bir süreç başlamıştı. Uzan'lar bu tehlikeyi sezdiklerinden siyasete girdiler. Belki bu yolla tehlikeyi savuşturabilirlerdi. Siyaset de denetim altında olduğundan bir yerde bırakıldılar. Uzan'ların yok edilmesi kampanyası başlayınca, Akepe'nin dörtlülerinden biriyle çok iyi görüşen, MSP il başkanlarından bir dostuma bu konunun yanlışlığını, gelecekteki tehlikeleri anlattım. Nedenlerini de. Bunlar medyayı tek ele mahkûm edecekler, canavarı tekleştirecekler ve büyütecekler. Bu, bumerang olup kendilerine dönecek. Dediğimde ben bunu iletirim demişti. İletmiş. Tabii, denetim başkalarında olunca bu girişimlerin bir yararı olmuyor. Dörtlülerden biri de bu konuda kendilerini aşan bir şey olduğunu ve kendilerinin dinlenmediğini, birilerinin bu konuda karar verdiğini yakınarak söylemişti.

Evet medya bir canavara dönüştü. İstediğini istediği anda yok edebiliyor. Bir kampanya yetiyor. Nasılsa iktidardakilerin ayak bağları çok. Cumhurbaşkanlık seçimi sırasında da bu fark edilmiş olmalı.

Üstelik bu medya grupları alt edilirlerken o grupların en verimli kurumları belli bir gücün eline geçiyor. Star televizyonu, Yapı Kredi Bankası ve daha niceleri.

Asil Nadir Türkiye'de yatırım yapıp, özellikle beyaz eşya ve otomotiv sektörüne girip medyada da var olunca bir hamlede yok edildi. Medyası da kurumları da elden çıktı.

Medya savaşlarında hep birileri kazanıyor. Ama kaybeden Türkiye oluyor maalesef.[5]

Emperyalist ABD'nin geliştirdiği; psikolojik uyutma stratejisi ve basının tekelleşmesi

Bir belge: "Sessiz Bir Savaş İçin Sessiz Silahlar"

1979 yılına ait olduğu ve ABD Donanmasının Haber alma Servisi'nin elinde bulunduğu bir rapordan söz ediliyor. Bu belge, beyin yıkama tekniklerinin detaylarına giriyor. Medyanın, okulların ve iş yerlerinin bu yıkamadaki görevine dikkat çekiyor.

Gerisini David Icke'nin Brilliant Book adlı kitabından dinleyelim:

"Bu belge seçkin dünya yönetim hiyerarşisinin dogmatik ve otoriter zihniyetini açıkça göstermektedir. Benim elimde bulunan sürüm Amerika'da ikinci elden satılan bir fotokopi makinesinin içinde bulundu ve kitlesel zihin kontrolünün politikasını anlatıyor. Bu uzun ve ayrıntılı belge 1979 tarihliydi fakat 1950'lerden beri uygulanan politikanın anahtarlarını vermekteydi. Belge, "Sessiz Savaş, 1954 yılında uluslararası seçkinlerin bir toplantısında açıklandı" demektedir. Bilderberg Grubu ilk defa 1954'te toplandı."

Not: Kopenhag kararları, Bilderberg Grubu tarafından alınmıştır. Bu grup ve kararları savunanların nasıl bir aymazlık ve ihanet içinde olduklarının ibret verici kanıtıdır bu belge!

İşte belgede teşhir edilen yöntemlerden örnekler:

"Tecrübeyle ispat edilmiştir ki, bir sessiz silahı korumanın ve halkın kontrolünü ele geçirmenin en basit yolu, onları bir taraftan şaşkın, organizasyonları bozulmuş, ilgilerini gerçekten önemi olmayan başka sorunlara çekilmiş bir durumda tutarken, diğer taraftan disiplinsiz ve temel sistem prensiplerinden habersiz tutmaktır.

Bu şunlarla başarılır:

•    Onların düşüncelerini başıboş bırakarak;

•    Fiziki faaliyetlerini sabote ederek ve zihin tembelliğine uğratarak

•    Matematikte, sistem tasarımında, ekonomi eğitiminde halk için düşük kaliteli programlar hazırlayarak:

(Niye gelişmiş ülkelerin 50 yıl önce terk ettikleri "Modern matematik"te ısrar edildiğini anlamışsınızdır umarım.)

•    Teknik yaratıcılık cesaretlerini kırarak.

(Diğer bir deyişle öz güveni yok etmek. Son dönemlerde yaygınlaşan Türk toplumunu aşağılayan ve küçümseyen deyim, karikatür ve esprilerin amacı ortaya çıkıyor böylece. Siz hala mizah yaptığınızı zannedin. İmparatorluklar yönetmiş koca bir toplumun öz güveninin yok edilmesine alet oluyoruz farkında olmadan!)

Aşağıdaki yollarla toplumun duygularını meşgul ederek, onların zevklerine ve şehvetlerine düşkünlüklerini arttırarak;

a) Medyadaki -özellikle TV ve gazetelerdeki- sürekli bir cinsiyet, şiddet ve savaş gösterileri vasıtasıyla merhametsiz duygusal hareketler ve saldırıları bilinçaltına yerleştirmek.(zihni ve duygusal tecavüz).

b) Onlara ne isterlerse -fazlasıyla- verme "düşünce için değersiz gıda" ve onları gerçekten ihtiyacı olan şeyden mahrum etmek.

c) Tarihi ve hukuku yeniden yazma ve halkı sapkın yaradılışın hükmü altına sokmak, böylece onların akıllarını kişisel ihtiyaçlardan dışta ziyadesiyle icat edilen önceliklere kaydırabilmek. Bunlar onların sosyal otomasyon teknolojisinin sessiz silahlarıyla ilgilenmelerini ve bu silahları keşfetmelerini engeller.

Genel kural

"Düzensizlik ve belirsizlik, emperyalizm için, çok elverişlidir. Daha fazla karışıklık daha fazla kâr demektir. Balık avlamak için, suyu bulandırmak gerekir. Bu nedenle en iyi yaklaşım; problemler yaratmak ve sonra da sorunları azdırıcı ve yararsız çözümler sunmaktır."

Özet olarak:

Medya: Yetişkin nüfusun dikkatini gerçek sosyal sorunlardan uzak tutarak, aslında hiçbir önemi olmayan meselelere çekmelidir.

Okullar: Genç nüfusu gerçek matematikten, gerçek ekonomiden, gerçek hukuktan ve gerçek tarihten habersiz tutmalı, onları zevk ve eğlenceye yönlendirmelidir.

Eğlence: Halkın düşüncesini altıncı derece seviyesinin altına götürmelidir.

(Altıncı seviye, maymunların düşünme seviyesinin bir üst basamağı oluyor. Aklıma bir arkadaşımın tanımlaması geldi, birden. Şöyle demişti bir gün: "Darvin insanın maymundan geldiği teorisini geliştirdi. Sistem bunu tersine çevirdi. İnsan şimdi maymuna doğru evrimleşiyor" İlginç değil mi? Her türlü yaratıcılığı ve üreticiliği bırakıp sadece taklit ve önümüze sunulanla yetinen bir topluluğa dönüşüyor bütün insanlık. Gel de Aristo'yu anma. Ne demiş filozof insanı tanımlarken. "İnsan siyasal bir hayvandır." "Bazıları bunu düşünen bir hayvan olarak çeviriyor. Bu eksik tanımlamadır. Eşekten, hindiden daha fazla düşünen var mı acaba? Peki salt düşünmek yetiyorsa onları niye insan kategorisine sokmuyoruz. Burada "siyasal" kavramı önemli. Bu, bugünkü kaba anlamıyla bir siyasallık değil. Düşüncesine hayat vermektir. Düşüncesini pratiğe sokma yeteneğidir. Doğaya ve yaşama alanına müdahale etme becerisidir siyasallık. Üretmek ve yaratmaktır kısaca. İnsanı hayvandan ayıran temel özelliktir. Bu yoksa insan tanımlaması yanlıştır. İşte altıncı seviyeden kastettikleri budur. İnsan tanımlamasından çıkış! Eğlenmek, salt gülmek ve zıplamak demek değildir. İnsanlık ilkel dönemden bu yana eğlence ve oyun yöntemleri geliştirmiştir. Ama, bunu çok boş zamanları vardı da onu doldurmak için yapmadılar. Hem kendileri bir şey öğrenmek hem de gelecek nesillere bir şey aktarmak için eğlence ve oyun yöntemleri buldular. İnsan için en önemli eğlenme yöntemi, yeni bir şeyler keşfetmek yeni bir şeyler ortaya çıkarmaktır. Eğlenmek, aynı zamanda düşünmek ve sorgulamaktır. Hatta bu eğlenmenin esasıdır.)

İnsanları robotlaştırma: Düşünmek için zaman bırakmayarak, halkı çiftlikte diğer hayvanlarla birlikte meşgul, meşgul, hep meşgul etmelidir.

(Yoruma gerek var mı? İsterseniz altını çizelim sadece! Ne diyor: "…çiftlikteki diğer hayvanlarla birlikte!" Herhalde bunu anlamayacak kadar maymunlaşmadık daha.)

Alıntılara devam ediyoruz

"Bu (Beyin yıkama tekniğini kastediyor), bir general yerine bankacılık mıknatısının emirleri altında bir bilgisayar programcısı çalıştırır, bir silah yerine, bir bilgisayar, barut tozu yerine veri kullanır; mermilerin yerine, durumları ateşler. Bu, aşikâr gürültüler çıkartmaz, aşikar fiziksel yaralanmalara neden olmaz ve herhangi bir kişinin günlük sosyal hayatına alenen müdahale etmez."

"Anlaşılmaz fiziksel ve zihinsel bozukluklara neden olan ve anlaşılmaz bir şekilde günlük hayata müdahale eden, yani ne aradığını bilen eğitimli bir gözlemci için anlaşılmaz olan sesler üretse bile halk bu silahı anlayamaz, bu nedenle de bir silahla saldırıya uğradığına ve baskı altına alındığına inanamaz."

 "Sessiz bir silah tedricen uygulandığında, baskı (psikolojik baskıdan ekonomik baskıya kadar) çok artarak devam edemeyecek hale gelene kadar, halk bunun varlığına uyum sağlar/adapte olur ve bunun sinsi tecavüzüne tahammül etmeyi öğrenir. Bu nedenle sessiz silah biyolojik mücadelenin bir cinsidir. Bu onların doğal ve sosyal enerji kaynaklarını, fiziksel, zihinsel ve duygusal güçlerini ve zaaflarını tanıyarak, anlayarak, manipüle ederek ve bunlara saldırarak bir toplumun bireylerinin hayatına, tercihlerine ve hareket kabiliyetine tecavüzde bulunur."

 "Halk içgüdüsü ile bir şeylerin yanlış olduğunu hissedebilir, fakat sessiz silahın teknik özellikleri nedeniyle, duygularını makul bir şekilde izah edemez veya kendi zekâsıyla problemle uğraşamaz. Bu nedenle, nasıl yardım isteyeceğini ve buna karşı kendilerini savunmak için diğerleriyle nasıl birleşeceğini bilmez."

(İşte sürecin vardığı nokta: Hayvani içgüdülerle bir tehlike, bir tehdit seziyorsun ama o tehlike ve tehdidi yok edecek veya engelleyecek bir şey düşünemiyor ve geliştiremiyorsun. Tehlike ve tehdidi hayvanlarda algılayabiliyor. Hatta bazı hayvanlar tırnaklarını ve dişlerini göstererek tehdidi boşa bile çıkarabiliyor. Düşünün! Kendini savunan hayvanlardan bile geride sayılırız. Hepimizin ağzındadır: "Ya biliyorum kötü olduğunu ama ne yapayım kardeş, çocuk istiyor!" Birincisi; aslında çocuk istiyor değil kendimiz istiyoruz ama söyleyemiyoruz. Çocuğun her dediğini yapıyor muyuz? Yapmıyoruz elbette. Hangi istediklerini yapıyoruz peki? Bizim isteklerimizle örtüşenlerini. Burada çocuklar günah keçisi oluyor. İkincisi ve daha tehlikelisi. A benim canım kardeşim! Madem tehlikeli çocuğunu niye uzak tutmuyorsun ondan? Demek çocuğunu tehlikelere karşı koruma sorumluluğun olduğunu unutmuşsun! Bu daha vahim!)


[1] 13 Ağustos 2007 / Tercüman

[2] 03 Nisan 2007 / Milli Gazete / Hasan Ünal

[3] Muzaffer Ayhan Kara / Mayıs-1007 / Jeopolitik

[4] 8 Nisan 2007 / Aydınlık / Ruhsar Şenoğlu

[5] 10 Nisan 2007 / Milli Gazete / Ali Haydar Haksal

0 0 votes
Değerlendirmeniz

Makale Paylaşım Sayısı: 

Subscribe
Bildir
0 Yorum
En Yeniler
Eskiler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments
Picture of Halil YAMAN

Halil YAMAN

YORUMLAR

Son Yorumlar
0
Düşünceleriniz değerlidir, lütfen yorum yapın.x
Paylaş...