YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL MENÜ

DERGİLER

Ay Seçiniz
category
6634e60059b6d
0
0
6401,171,6356,117,28,27,170,98,3,144,26,4,145,113,17,6330,1,110,12
Loading....

TOPLAM ZİYARETÇİLERİMİZ

Our Visitor

2 0 7 6 6 3
Bugün : 10162
Dün : 20782
Bu ay : 55545
Geçen ay : 737322
Toplam : 23571831
IP'niz : 18.116.36.192

SON YORUMLAR

Son Yorumlar

YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL YAZILAR

YENİ ÇIKAN KİTAPLARIMIZ

ADİL DÜNYA YAYINEVİ

Tel-Faks:

0212 438 40 40

0543 289 81 58

0532 660 12 79

 

Demokrasi: kavram olarak, insanlığın umut ışığı ve soyut amacı halini almış; ama kurum ve yorum olarak hala istismar ve suistimalden kurtulamamış ve hiç değilse asgari müştereklerde ortak ve somut uygulama örneği oluşturulamamış bir sistemdir.

 

 

Hakan Türk'ün "Derin Devlet Var mı?" kitabının sonundaki Demokrasi tarifi ve kritiği önemli tespitler içermektedir.

Demokrasi niçin önemli ve gereklidir?

İngiltere'nin eski Başbakanlarından Winston Churchill'in dediğine göre: "Demokrasi, zulüm ve istibdat rejimlerinin tamamı hariç, en kötü yönetim şeklidir." Demokrasi, bu gün tek meşru yönetim biçimi olarak görülmektedir. Artık "kim yönetecek?" sorusunun cevabı, demokrasi ile diğer yönetim biçimleri arasında değil, demokrasinin farklı yorum ve pratikleri arasında aranır haldedir. Meşru, ahlakî ve insanî tek yönetim biçimi olan demokrasiyi daha da geliştirmek ve mükemmele ulaştırmak arayışı içindeyiz. Bu arayışa imkân ve cesaret veren de demokrasinin kendisidir.

Demokrasi hakkında yanlış fikirlere sahip olmak, bizi yanlış yerlere götürebilir. Demokrasi, çok zengin kuramlara ve kılı kırk yaran analizlere konu edilmiştir. Bu kuramların ve analizlerin de sonu gelmeyecek gibi görünmektedir. Ancak unutmamamız gereken basit bir gerçek var: Demokrasi, halkın yönetimi olduğuna göre, halk tarafından anlaşılabilir olması gerekir. Demokrasinin gücü de anlaşılırlığından gelmektedir. Demokrasi; sürekli gelişen, olgunlaşan ve zenginleşen, sonu gelmeyecek bir idealdir. Aynı zamanda eksiğiyle ve fazlasıyla bir gerçeklik olarak mevcuttur. Demokrasinin gerçek dünyasına nüfuz edebilmek için, onu öncelikle bir "kültür" olarak algılamak oldukça önemlidir. Halkı küçümseyen ve onları güdülemesi gereken sürüler gören despotik kesimlerin demokrasisi, "demon-krasi"ye, yani şeytanlık rejimine dönüşmektedir.

Örneğin; Seçimle işbaşına gelmiş, ama boğazına kadar yolsuzluğuna bulaşmış olan bir hükümet iktidarda olabilir. Benzeri suistimaller her zaman yapılabilir. Başka hiçbir rejimde olmayan meziyetle, demokrasi bize bu yanlışları düzelme fırsatı ve araçları sunan bir sistemdir. Önemli olan demokrasinin gerçek gücünün: statüsüne, gelirine, bilgi düzeyine aldırmadan, her bireyin kişiliğine saygı duymasından ve herkesi eşit bir şekilde siyasete katılmaya çağırmasından geldiğini bilmemizdir. (Ve tabi unutulmasın ki demokrasi: Emin ve ehil ellerde adalet ve saadet vesilesi, ama cahil ve hain ellerde ise sefalet ve felaket sebebidir)

Demokrasi nedir, ne değildir?

Demokrasiyi tanımlamak zordur; kavram üzerine hâlâ sürmekte olan bir karmaşadan yakınılmaktadır. Bu zorluğun ve karmaşanın ilk sebebi, demokrasinin "saygın" bir kavram olmasından kaynaklanır. Bu kavramın arkasına sığınarak, zayıf argümanlarla bile haklılığınızı ispatlamaya girişebilirsiniz. Nitekim demokrasiyle yakından uzaktan bir ilgisi olmayan yönetimler bile "demokrat" olduklarını ispatlamak için, akla zarar bir yığın çaba sarfetmişlerdir. İkinci sebep, kavramın tek başına kullanıldığı zaman gerçekte pek fazla şey ifade etmemesidir. "Halkın yönetimi"ni ifade eden kavram, aşağıda aktaracağımız üzere, bize yönetim biçimi ile ilgili sadece bir prensibi vermektedir. Demokrasi, açık bir anlamda kullanıldığı zaman mutlaka önüne bir sıfat almaktadır. Bu sıfatların bir listesini çıkartmak bile meşakkatli bir iştir. Siyasal demokrasi, sosyal demokrasi, doğrudan demokrasi, parlamenter demokrasi, katılımcı demokrasi, çoğulcu demokrasi, anayasal demokrasi vs.

Demokrasi kavramı Eski Yunan'a uzanmaktadır. "Krasi" ile biten diğer sözcükler gibi (örneğin, otokrasi, aristokrasi ve bürokrasi) demokrasi Yunanca bir sözcük olan ve güç, iktidar anlamına gelen "kratos"tan türemiştir. Demos ise fakirler, halk yığınları anlamlarına gelen bir sözcüktür. Böylelikle, demokrasi sözcüğü, kelime anlamı olarak "halkın yönetimi" demektir. Bununla beraber, "halkın yönetimi" deyimi bize fazla bir şey anlatmamaktadır. Demokrasi, yaygın olarak kullanılan her sözcüğün hiçbir şeyi ifade etmeme tehlikesi vardır ve bu tehlike demokrasi sözcüğü için özellikle geçerlidir. Bugüne kadar kullanılan farklı anlamlardan aşağıda örnekler verilmiştir.

  • Yoksulların ve yığınların yönetimi
  • İnsanların kendi kendilerini, profesyonel politikacılara ve kamu görevlilerine ihtiyaç duymadan doğrudan ve sürekli olarak yönettikleri sistem;
  • Hiyerarşi ve ayrıcalıklar yerine liyakat ve fırsat eşitliğine dayanan bir toplum modeli;
  • Sosyal eşitsizliklerin üstesinden gelmeyi amaçlayan bir refah ve adil dağıtım düzeni;
  • Çoğunluğun yönetimi ilkesine dayanan bir karar alma rejimi;
  • Çoğunluğun iktidarına sınırlamalar getirerek azınlıkların hak ve çıkarlarını koruyan yönetim biçimi;
  • Kamu görevlerine gelmek için halkın oyuna müracaat edilen rekabetçi bir sistem;
  • İnsanların, siyasal hayata katılımına bakmaksızın çıkarlarına hizmet eden hükümet biçimi.

Demokrasinin doğası üzerine düşünmeye, Abraham Lincoln'un 1864'te Gettysburg Söylevinde yaptığı tanım ile başlamak faydalı olabilir: "Halkın, halk tarafından, halk için yönetimi." Bu tanım parlak bir belagat örneğidir. Ancak demokrasinin ne olduğuna dair çok az fikir vermektedir. Yine de bu tanım, demokrasi kavramının içinde yer alan karışıklığı anlamak ve çözmek için bir başlangıç noktası olabilir. Bu tanımdaki üç unsura yakından bakmayı deneyelim:

  • Halk kimdir?
  • Halk nasıl yönetir?
  • Halk için yönetimin sınırları nerede sona ermektedir?

Halk Kimdir?

Halk dediğimiz zaman birbirine eşit bireylerden meydana gelen bir topluluğu kastediyor olmamız gerekir. Demokrasinin en temel dayanaklarından biri "siyasi eşitlik" ilkesidir. Bunun anlamı, siyasi iktidarın belirlenmesinde herkesin eşit paya sahip görülmesidir. Evet, iktidar üzerinde herkesin eşit hissesi olacaktır, peki o zaman bu "herkes"' kimdir? Kısaca, demokrasinin "demos"u kimlerden oluşmaktadır? Yani halk kimdir? İlk akla gelen, ülke nüfusunun tamamının halkı meydana getirmesidir. Pratikte ise, her demokratik sistem "nüfusun tamamına' bazı kısıtlamalar getirmekte, siyasete katılım çeşitli şekillerde sınırlandırılmaktadır. Demokrasi tarihi, bu sınırlamaların örnekleriyle doludur. "Demokrasi" kavramını icat eden Eski Yunanlılar, kadınları, köleleri ve yabancıları (meteikos) "yurttaş" kabul etmiyorlardı. Oy hakkı üzerindeki sınırlamalar çağımıza kadar devam etmiştir. Kadınlara oy hakkı tanınması, demokrasinin beşiği kabul edilen İngiltere'de 20. yüzyılda gerçekleşmiştir, ABD'de 1960'a, İsviçre'de 1971'e kadar "eşit oy hakkı" tanınmamıştı.

Bugün de, yabancılar bir ülkede ne kadar uzun süre yaşarlarsa yaşasınlar oy hakkına sahip değillerdir. Halkı meydana getiren bireylerin her birine, yönetimde eşit oranda söz hakkı verdiğimizi varsayalım. Buna, "siyasal demokrasi" diyoruz. Bu sefer ortaya başka bir sorun çıkmaktadır. Özellikle iktisadi olarak birbirine eşit olmayan bireylerden meydana gelen bir toplumda, sadece "siyasal" eşitliğe dayalı bir yönetimin, gerçekten eşitliğe dayandığını söyleyebilir miyiz? İnsanlara eşit fırsatlar ve imkânlar verilmediği takdirde, avantajlı olanlar kendiliğinden yönetimde daha fazla söz hakkına sahip olmayacaklar mıdır? "Sosyal demokrasi" bu sorunun cevabı olarak geliştirilmiş bir kavramdır.

Bugün, "halk" ile kastedilen bütün yetişkin vatandaşlardır, ama yine de "halk kimdir?" sorusunun cevabını vermek o kadar kolay değildir. Rousseau'nun "genel irade" kuramı bir soyutlama olduğuna göre, "halk" birbirine ortak çıkarlarla bağlı yekpare bir bütün olamaz. İstisnasız her toplumda fikir ayrılıkları ve çıkar çatışmaları bulunur. O zaman halk pratikte karşımıza iki ayrı dünya olarak çıkacaktır. Çoğunluk ve azınlık. Yönetme hakkı da çoğunluğa verilecektir. Demek ki sadece çoğunluğun yönettiği bir sistemden bahsetmekteyiz. Buradaki çoğunluk, aynı zamanda azınlığı da yönetecektir. "Sayıca üstün olanın, sayıca az olanı yönettiği bir sistem" ortaya çıkmaktadır. Böylesi bir sonuç, demokrasiyi gerçek anlamından uzaklaştıracak ve "çoğunluğun tiranlığı" denilen bir tür zorbalığa yol açacaktır. Çoğunluğun azınlığı yönettiği bir sistemin, "siyasal eşitlik" prensibine dayandığını nasıl söyleyebiliriz?

Yönetimi çoğunluğa vermemiz, "sayısal üstünlüğe değer vermemiz" anlamına gelmektedir. Sayısal üstünlüğün her zaman nitelik üstünlüğüne yol açmayacağını, çoğunluk kararlarının, sırf çoğunluğa ait olduğu için "doğru'' ve "haklı" olduğunu söyleyemeyeceğimizi biliyoruz. Yönetim hakkını çoğunluğa vermemizin tek sebebi vardır: "Azınlığa vermekten daha doğru" olduğu için. Tekrar sorumuza dönelim. Yönetimi çoğunluğa verdiğimiz zaman azınlığın durumu ne olacaktır? Yönetme hakkına sahip olmayan, çoğunluk tarafından verilen kararlara uymak zorunda kalan azınlığı, çoğunluğun baskı ve zorlamalarından nasıl koruyabilir, onların özgürlüklerinin ve haklarının zarar görmesini nasıl engelleyebiliriz?

Demokrasiyi tanımlarken karşı karşıya olduğumuz asıl sorun budur. Bir yönetime "demokrasi" diyebilmemiz için bu sorunun makul ve azınlığı tatmin edecek şekilde çözümlenmesi gerekir. "Siyasal eşitlik" ve "çoğunluğun yönetimi" nispeten basit prensiplerdir. Demokrasinin zengin dünyasını, "saygın" yüzünü oluşturan asıl unsur "azınlık" haklarının garanti altına alınması için geliştirilen yöntemler ve mekanizmalardır. Anayasal demokrasi, çoğulcu demokrasi, radikal demokrasi, özgürlükçü demokrasi gibi kavramlar, işte bu "azınlık hakları'na makul çözümler bulmak ve teminat altına almak için geliştirilen mekanizmaları ve yöntemleri ifade etmektedir.

Halk Nasıl Yönetir?

Demokrasinin birçok tanımı "halk tarafından yönetilmek" ilkesine dayanır. Bu ilke, halkın kendi kaderine hükmetmesini, kendisi hakkındaki kararları kendisinin vermesini ifade etmektedir. Halk kendisini nasıl yönetecektir? Söz konusu olan milyonlarca insan olduğuna göre bu durum fiziken imkânsızdır. Şayet imkân varsa, küçük bir araya gelebilen sayılar söz konusu ise "doğrudan demokrasiden bahsedebiliriz. İsviçre'nin bazı kantonlarında hâlâ uygulandığı gibi. Ancak doğrudan demokrasi teknik zorlukları yüzünden uygulanması zor bir yöntemdir. Bunun yerine, halkın iradesini yönetimde belirleyici güç olarak muhafaza edebilmek için "temsil" kurumunu işletiyoruz. Düzenli yapılan seçimlerle, kendimizi yönetme hakkını birilerine vekâletle devrediyoruz. (Milletvekili, milletten vekâlet almış kişi anlamına geliyor.) Bu durumda demokrasiye "temsili demokrasi" adını veriyoruz. Temsilcilerimiz bizim adımıza karar veriyor, bizim adımıza yönetim işlerini üstleniyor.

Demokrasiyle ilgili sürdürülen tartışmaların ve yaşadığımız sıkıntıların kaynağını işte bu "temsil" kurumu oluşturuyor. Temel sorun, "temsilcilerimizin bizi temsil yeteneğinde" düğümleniyor. Devreye profesyonel bir politikacı sınıfı giriyor. Bu sınıf, bizim verdiğimiz vekâletin sınırları dışına çıkıyor, kendi çıkarlarının peşinden koşuyor. Seçim aralıkları uzun olduğu için onları denetleyemiyor veya cezalandıramıyoruz. Diğer yandan, verdikleri kararlar, yürüttükleri politikalar bizim arzu ve isteklerimizi yansıtmıyor. Onları değiştirmek için en az dört yıl beklemek zorunda mıyız? Seçimler dışında da siyasi alana isteklerimizi, taleplerimizi taşıyabilmek, kararları denetlemek ve etkilemek, kısaca halkın ağırlığını hissettirebilmek için yollar aramaya başlıyoruz. Siyasete seçim dışında da katılım kanalları açıyor ve bunu demokrasiyi işletecek bir yöntem olarak kurumlaştırıyoruz. Böylece elimize "katılımcı demokrasi" dediğimiz güçlü bir araç geçiyor.

"Halk için yönetme" iddiasında olan modeller de söz konusudur. Bu tip modellerde halkın dolaylı ya da doğrudan katılım kanalları oldukça sınırlanmıştır. Bu modellerin en kaba örnekleri totaliter demokrasiler denilen ve Hitler ve Mussolini gibi faşist diktatörlerin rejimlerinde kendisini gösteren uygulamalardır. Böylesi modellerde "lider" ön plana çıkartılır ve" liderin tüm halkın çıkarlarına sahip çıkacağı ve halk adına en doğru kararları alacağı" iddia edilir. Bu gibi durumlarda, halkın yönetimi güçlü bir liderin iradesine teslim olmuş bir dizi sembolik ritüelden ibarettir, (marşlar, gösteriler vb.) Bu bazen plebisiter demokrasisi olarak da kendisini gösterir. Totaliteryan demokrasiler, gerçek bir demokratik yönetim mantığından uzak olsalar da, halk tarafından yönetilmek" ile "halk için yönetmek" arasındaki gerilimi ortaya koymaları açısından önemlidirler.

Halk Yönetiminin Sınırları Nelerdir?

Halkın kim olduğu ve nasıl yönetmesi gerektiği sorularını yanıtladıktan sonra, "halkın yönetiminin sınırları ne olmalı?" Konusunda tartışmalıyız. Yönetme hakkını halka verdik diyelim, ama aynı zamanda "bu hakkın sınırlarının" da belirlenmesi gerekir. "Yönetme": her alana, her konuya karışmak, düzenlemeye çalışmak değildir. İnsanların özgürce yaşayacağı alanları da kimsenin karışamayacağı alanları da, aynı "yönetim" garanti altına almalı. Demokrasinin sınırı nedir? Hangi kararlar halkın, hangileri bireylerin inisiyatifine bırakılmalıdır?

Pek çok bakımdan, bu türden sorular kamusal alan-özel alan ayrımını gündeme getirmektedir. Liberal bir bireyciliğe dayanan demokrasi modelleri, demokrasinin ve siyasetin sınırlarını genel bir biçimde çizerler. Buna göre demokrasinin amacı, belirli katılım vasıtalarıyla, bireylerin yer alabilecekleri yasal ve siyasal çerçeveyi kurmaktır. Demokrasinin bir biçimde bireylerin inisiyatiflerini ve özgürlüklerini engelleyecek durumlar yaratmaması gerekir. İşte buna "özgürlükçü" veya "liberal" demokrasi denilmektedir.

Bununla birlikte, sosyalistlerin ve radikal demokratların geliştirdiği alternatif bir demokrasi modeli de mevcuttur. Radikal demokraside, demokrasi bireylerin serbestçe hareket ettikleri genel ve esnek bir çerçeve olarak değil, halkın ortak çıkarlarını optimum düzeyde gerçekleştirebilecekleri ve her türlü katılım vasıtasının kullanıma açık tutulduğu bir sistem olarak tanımlanır. Halk kendi hayatını etkileyecek her türden karara katılma hakkına sahiptir. Benzeri bir duruş, ekonomik hayatın demokratikleştirilmesinden ve kamulaştırılmasından yana olan "sosyal demokrasi"de de görülür. Feministler ise benzer bir biçimde özel alandaki katılım kanallarının herkese açık olmasını ve aile hayatının demokratikleştirilmesini talep etmektedir. Bu perspektiften bakıldığında, demokrasinin sınırlarını geliştirdiği ortak alanlar, sözde özgürlüğün kapsamını geliştirmekte, ama özde tüm ahlaki ve ailevi kutsalları tahribe yönelmektedir.

Demokrasinin Erdemleri

"Demokrasi bir fazilet rejimidir" sözünü, siyasetçiler sık sık kullanırlar. Demokrasiyi, diğer yönetim biçimleri karsısında üstün kılan nitelikler nelerdir? Aynı zamanda demokrasiyi evrensel tek meşru yönetim biçimi haline getiren bu erdemleri şu şekilde sıralayabiliriz.

Bireylerin Kendi Geleceğini Tayin Edebilmesi: Demokrasinin ahlaki temeli, bireylerin kendi kaderlerini özgürce tayin edebilmelerine imkân sağlamasıdır. Demokratik yönetimin kurallarını yurttaşlar koymaktadır. En azından bu kurallara rızalarını beyan etmekte ve bunları onaylamaktadır. Bir kimse, kendi koyduğu veya rızasını gösterdiği kurala, kimsenin zorlaması olmadan gönüllü olarak riayet edecektir.

Bireylerin kendi amaçlarını kendilerinin belirlemesi ve hayatlarını bu doğrultuda sürdürmeleri, özel hayatlarının dışardan gelen müdahalelerden korunmasına bağlıdır. Bunu sağlayan, demokrasinin garanti altına aldığı özgürlüklerdir. Öbür taraftan, bireylerin toplumla paylaştıkları ortak alanları vardır. Demokrasi, ortak alanda alınan kararlara bireyin katılmasını sağlayarak, kendi kaderini tayin hakkının siyasal alandaki uzantısına imkân vermektedir. Demokratik süreçler bu imkânı sağladığı için, herkesin ahlakî özerkliğine de saygı göstermektedir. Öyleyse demokrasi, bireylerin sadece ulusal veya yerel düzeyde kendini yönetmesine değil, aynı zamanda "kendi kendisini yönetmesinin" de siyasal boyutunu ifade etmektedir.

Farklı Hayat Tarzlarının Meşruluğu ve Barış İçinde Birlikte Yaşama Prensibi: Demokrasi, farklı hayat tarzlarının meşru olduğu kabulüne dayanır. Bütün ortak paydalarına rağmen, insanların dünya, görüşleri, gayeleri ve yaşam biçimleri büyük farklılıklar gösterir. Barışçı ve medenî bir toplum, bütün bu farklılıklara rağmen birlikte, barış içinde bir arada yaşama becerisini gösteren toplumdur. İşte bu barış içinde yaşama vasatını sağlayan şey, demokrasidir.

Bireyin ve Bireysel Özgürlüklerin Değeri: Demokrasi bireyi ve bireysel özgürlükleri koruyan ve geliştiren bir sistemdir. Demokrasi bu haliyle özgürlüğün sağlam bir aracı yerindedir. Belli haklar, özgürlükler ve fırsatlar demokratik sürecin vazgeçilmez öğeleri olduğu için, bu süreç varolduğu sürece, bu hakların, özgürlüklerin ve fırsatların da zorunlu olarak varolmaları gerekmektedir. Bunlar, düşünce ve ifade özgürlüğü, örgütlenme, adil ve serbest seçimler gibi hak ve özgürlüklerdir.

İnsanın Gelişmesi: John Stuart Mill, demokrasinin insanların bazı erdem ve hasletlerini geliştirdiğini söylemektedir. Ona göre demokrasi siyasal hayata aktif olarak katılma imkânlarını herkese sağlamak suretiyle vatandaşların bağımsızlık, kendine güven duyma ve kamusal ruha sahip olma özelliklerini diğer rejimlerden daha fazla geliştirmektedir. Katılımcı demokrasiyi savunanlar, katılma yoluyla bireylerin potansiyellerinin geliştiği üzerinde önemle durmaktadır.

Adaletin Gözetilmesi: Adaleti en iyi sağlayacak sistem demokrasidir. Demokrasilerde adaletsizlik ihtimali, siyasi özgürlüklerin baskı altına alındığı sistemlerden daha azdır. Çünkü demokrasi, çıkarları zedelenen ve adaletsizliğe uğrayanlara seslerini çıkartma ve haklarını arama fırsatı vermektedir. Ancak demokrasinin doğru işlemesi için; genel siyasi ve ekonomik düzenin adil olması gerekmektedir. Çünkü eğri bir cetvelle doğru çizmek mümkün değildir.

Çatışmaların Konsensüsle Çözümlenmesi: Demokrasi, çatışma konularının ve çatışan tarafların kendilerini rahatça ifade etmelerine imkân sağlayarak bir tür emniyet sübabı rolü oynamaktadır. Demokrasi, muhalefeti meşru hale getirmekte ve çıkar çatışmalarını normal kabul ederek bunların çözümü için adil yöntemler geliştirmektedir. Demokrasi, "zor yerine oy kullanılmasını, kafaların kırılması yerine sayılmasını" kurumlaştıran bir sistemdir. Böylelikle dayatılan çözümlerin yerine gönül rızasıyla uyulan çözümler geçmektedir.

Demokrasi Modelleri

Demokrasi genellikle tek bir modele dayalı, belirsiz bir kavram olarak görülür. Çoğu Batı toplumları için demokrasi: evrensel, oy hakkına dayalı olarak düzenli ve rekabetçi seçimlerin yapıldığı bir sistemdir. Günümüzde, özellikle Sovyetler Birliği'nin çözülmesinden ve liberal kapitalizmin zaferinden sonra, en genel anlamda "demokrasi'' ile kastedilen "liberal demokrasi" olmaktadır. Bununla beraber, hâkim liberal demokrasi modeli dışında, çeşitli demokrasi modelleri ve teorileri vardır. Söz konusu modeller dört başlık altında değerlendirilebilir:

  • Klasik Demokrasi
  • Korumacı (protective) demokrasi
  • Gelişmeci (developmental) demokrasi
  • Halk demokrasisi

Klasik Demokrasi

Klasik demokrasi modeli "polis"e, Eski Yunan şehir devletlerine ve özellikle bu şehir devletlerinin en büyük ve en güçlüsü olan Atina'daki uygulamalara dayanmaktadır.

Atina'da M.Ö. 4. ve 5. yüzyıllarda uygulanan doğrudan demokrasi modeli genellikle halk katılımının en saf ve ideal hali olarak değerlendirilir, Rousseau ve Marx gibi düşünürleri etkilemiş olan bu modelde kritik konumu Ecclesia denilen meclis oluşturuyordu. Tüm yurttaşların katılımıyla yılda en az 40 defa toplanan bu meclis, temel sorunları görüşüyor, karara bağlıyor ve kamu görevlilerini atıyordu. 500 kişilik bir konsey meclisin yürütme kanadını oluşturuyor ve 50 kişiden oluşan güçlü bir komite Konseye çeşitli teklifler getiriyordu. Komite başkanlığı bir gün için gerçekleştirilen bir görevdi ve hiçbir Atinalı bu onuru hayatı boyunca bir kereden fazla yaşayamıyordu. Sadece askeri konularla ilgili olarak, on generalin tekrar seçilme şansı vardı. Atina demokrasisini bu kadar önemli yapan şey vatandaşların siyasi aktivitelere katılma düzeyiydi. Vatandaşlar sadece meclis toplantılarına katılmıyor, kamu görevlerinin ve karar alma süreçlerinin belirlenmesinde de sorumluluk alıyordu.

Bu düzene en sert eleştirileri getiren kişi, Platon olmuştur. Platon kitlelerin kendilerini yönetecek bilgi ve deneyime sahip olmadığını savunarak, siyasi eşitlik fikrine karşı çıkmıştı. Ona göre iktidar bir filozoflar sınıfının ve ona bağlı olarak "koruyucular"ın elinde olmalıydı.

Atina demokrasisi, tüm erdemlerine rağmen, kısıtlayıcı bir yurttaşlık anlayışına sahipti. Köleler, kadınlar ve yabancılar yurttaş sayılmıyor, yalnızca Atina doğumlu 20 yaş üzerindeki mülk sahibi erkekler yurttaşlık haklarına sahip bulunuyordu. Aslında bu açıdan Atina demokrasisi demokratik ideallerin tam bir antitezi gibidir. Atina demokrasisinde görülen doğrudan ve düzenli katılım İsviçre kantonlarında ve ABD'de New England'da da geçerli olmuştur.

Korumacı Demokrasi

Demokratik fikirlerin yeniden canlandığı 17. ve 18. yüzyılda, Eski Yunan'daki klasik demokrasi modelinden farklı modeller ortaya çıktı. Demokrasi artık halkın siyasete katılma aracı ve hükümetlerin aşırı müdahaleci tutumlarına karşı koruyucu bir güç olarak görülüyordu. Bu anlayış özellikle bireysel özgürlükler için en geniş alanı teminat altına alma amacını güden ilk liberal düşünürlerde kendini gösteriyordu. Bireyleri devlet karşısında koruma kaygısı aslında Aristo'nun Platon'a sorduğu soruda ortaya çıkıyordu: "Quis Custodiet Custodes?" (Koruyuculardan kim koruyacak?) Aynı kaygıyı taşıyan John Locke, oy hakkını doğal haklar içinde değerlendirme eğilimindeydi, Halk kendisini yönetenlere karşı bir rıza göstermediği sürece yönetimin meşruiyetinden bahsedilemezdi. Bu demokratik tutuma rağmen Locke'un kendisinin modern standartlarda bir demokrat olduğu söylenemez. Çünkü Locke için oy hakkı sadece mülkiyet sahiplerine aittir.

James Mill (1773-1836) ve Jeremy Bentham (1748-1832) gibi 18. yüzyıl faydacıları, demokrasiyi bireysel çıkarları korumak ve geliştirmek için bir araç olarak görmüşlerdir. Bentham'a göre insanlar "hazzı arayan, acıdan kaçan yaratıklar" olduğu için evrensel oy hakkının getirilmesi en çok sayıda insan için en fazla mutluluğu" sağlayacak yegâne yoldur.

Korumacı demokrasi sınırlı ve dolaylı bir demokrasi modeli sunar. Pratikte, yönetilenlerin rızası düzenli ve rekabetçi seçimlerle sağlanır. Bu da yönetenlerin halka hesap vermesini sağlar. Siyasi eşitlik böylelikle eşit oy hakkını ifade eden teknik bir kavrama dönüşür. Dahası, oy hakkı gerçek bir demokrasi için yeterli değildir. Bireysel özgürlükleri korumak için yasama, yürütme ve yargı üzerinden güçler ayrılığına dayalı bir sistemin tesisi de şarttır.

Sonuç olarak korumacı demokrasi modeli; insanlara seçtikleri gibi yaşamak imkânı vermeyi amaçlamıştır, bu haliyle laissez-faire (bırakınız yapsınlar) kapitalizmiyle örtüşen bir yapıya sahiptir. Bireylerin özgürlüğüne ve sosyal ve ekonomik koşullar karşısındaki sorumluluklarına yaptığı vurguyla klasik liberallere ve Yeni Sağ'a esin kaynağı olmuştur.

Gelişmeci Demokrasi

İlk parlamenter demokrasi modellere bireysel hakları korumaya dikkatlerini vermiş iken; hemen arkasından toplumu temel alan bir yaklaşım gelişmiştir. Bu modelin en radikal biçimi Jean Jacques Rousseau tarafından geliştirilmiştir. Rousseau'nun fikirleri pek çok bakımdan liberal gelenekten bir kopuşu simgelemiş, Marksist ve anarşist geleneklere ciddi bir etkide bulunmuştur.

Rousseau için demokrasi insanların özgürlüğüne hizmet eden bir araçtır. Vatandaşlar sadece doğrudan ve devamlı bir biçimde toplum hayatını biçimlendiriyorlarsa gerçekten özgürdürler. Bu görüş radikal bir doğrudan demokrasi anlayışına dayanır. Rousseau, İngiltere'deki seçimlerin vatandaşların özgürlüğüne bir katkıda bulunmadığını, aksine seçim sisteminin ve temsil mekanizmasının insanları köleleştirdiğini iddia etmiştir.

Rousseau'nun teorisinin özgün yanı geliştirdiği genel irade tezinde yatmaktadır. Genel irade, toplumun ortak ve gerçek çıkarlarını ifade eder ve bireyler "en iyiyi temsil eden" genel iradeye uymalıdırlar. Genel irade basit bir biçimde özel iradelerin toplamına indirgenemez. Rousseau'ya göre böylesi bir model sadece siyasi değil, ekonomik eşitliği de sağlayacaktır. Rousseau'ya göre "kimse başkasını satın alacak kadar zengin, kimse de kendisini satmak zorunda kalacak kadar fakir olmamalıdır."

Rousseau'nun fikirleri 1960'lar ve 1970'lerdeki Yeni Sol düşünürlerinin katılımcı demokrasi fikrini geliştirmelerine yardımcı olmuştur. Katılımcı demokrasi vasıtasıyla her birey kendi yaşamına dair verilen kararlara katılmakta ve böylesi bir sistem adem-i merkeziyetçilik, açıklık ve hesap verme gibi ilkeleri zorunlu kılmaktadır. Bu da demokrasinin, halka gerçekten yayılmasını sağlamaktadır. Rousseau'nun fikirleri, özellikle vatandaşların gerçek ve subjektik iradeleri arasında yaptığı ayrım nedeniyle eleştirilmektedir. Genel iradenin yukardan tanımlanması, totalitarizm haklılaştırılması için uygun bir zemin yaratabilmektedir.

Temsili hükümet fikrine dayanan liberal bir model, gelişmeci demokrasi modeli çerçevesinde John Stuart Mill tarafından geliştirilmiştir. Mill için demokrasinin erdemi şudur: "Demokrasi bireysel kapasitelerin en uygun ve üstün bir biçimde gelişimini sağlamaktadır." Siyasal hayata katılmak suretiyle vatandaşlar, kişisel gelişimlerine olumlu katkılar sağlarlar. Kısacası, demokrasi önemli bir eğitsel tecrübedir. Mill, eğitimin önemine inanan bir düşünür olarak, oy hakkının genişletilmesini fakat "okumamış cahil" kimselerin bu hakka sahip olmaması gerektiğini savunuyordu. Kendi zamanı için radikal sayılacak bir biçimde kadınların da oy hakkı olması gerektiğini savunan Mill, güçlü ve bağımsız yerel otoritelerin varlığından yanaydı.

Demokrasinin tehlikeli yanlarının da farkında olan Mill, tıpkı Platon gibi, tüm siyasi fikirlerin aynı değerde olduğuna inanmıyordu. Mill, çoğul bir oylama sistemi öneriyordu. Yeteneksiz işçiler bir oy, yetenekliler iki oy, öğrenilmiş bir meslek sahibi olanlar beş ya da altı oy kullanacaktı. Çoğunluğun tiranlığı tehlikesinin de farkında olan Mill'in görüşleri parlamenter demokrasiyi destekleyen bir çerçeve sunmuştur.

Halk Demokrasisi

Halk demokrasisi kavramı, Sovyet modelindeki komünist rejimlerden türetilmiştir. Ancak kavram, Marksist gelenek içinden çıkan bütün demokrasi modellerini kapsayacak şekilde ifade edilir. Bu modeller kendi aralarında önemli farklılıklar göstermesine karşılık, liberal demokrasi ile keskin hatlarıyla karşıtlık içindedir.

Marksistler, liberal demokrasiyi: burjuva ya da kapitalist demokrasi modeli olarak eleştirirler. Bununla birlikte, özellikle eşitlikçi çağrışımları nedeniyle, demokrasi Marksistler için olumlu anlamlar içermektedir. Marksistlere göre gerçek anlamıyla demokrasi, kaynakların eşit dağılımını gerçekleştirerek, sosyal eşitliği sağlama amacı gütmelidir.

Marx kapitalizmin çökeceğini ve proletaryanın devrimci diktatörlüğüne dayanan kısa bir evreden sonra ulaşılacak olan komünist toplumda bir proletarya demokrasisi yerleşeceğini öngörmektedir. Ancak böylesi bir sistemde bir süre sonra devlet ve hukuk gibi kurumlara gerek olmayacağından demokrasi de "gereksizleşecek"tir. Bununla birlikte 20. yüzyıldaki haliyle, komünist devletlerde görülen demokrasi modelinin arkasındaki fikir yapısı Marx'tan çok Lenin'e aittir. Bu modelde proletaryanın gerçek çıkarlarını temsil eden ve devrimci potansiyeli muhafaza eden "öncü parti"nin kritik bir rol oynadığı görülmektedir. Komünist ülkelerde, ülkeyi yöneten komünist partilerin denetimsiz gücünün, halk demokrasisini gölgede bıraktığı eleştirisi yaygın eleştirilerin başında gelmektedir."

Halbuki ne kapitalist ne de komünist sistemler, insanı tanımadığı ve onun manevi yönünü hesaba katmadığı için, huzurlu ve onurlu sistemler üretememiş ve demokrasiyi bir demagoji aracı olarak görüp, ondan yararlanma ve toplumu aldatma yoluna gitmişlerdir.

Aslında, dış güçlerin ve emperyalist merkezlerin güdümüne girmiş; ekonomik, teknolojik, sosyolojik, politik ve psikolojik yönden bağımlı hale getirilmiş ülkelerdeki demokrasi: Medya marifeti ve beyin yıkama teknikleriyle, yerli etiketli sömürge valilerini, halka seçtirme hilesidir.

Oysa Türkiye gibi; binlerce yıllık asil devlet deneyimi ve İslam'dan kaynaklanan adil yönetim birikimi olan bir ülkenin öncülüğünde:

a) Temel insan haklarını ve evrensel hukuk kurallarını esas alan

b) Farklı köken ve kültürden, ayrı din ve düşünceden, ama herkesin huzur ve hürriyet içinde yaşayacağı şartları hazırlayan

c) Her türlü zulüm ve sömürü çarklarını kıracak, haksızlık ve ahlaksızlık yollarını tıkayacak, Milli ve yerli kalkınma projeleri üretip uygulayan

d) Barbar batı medeniyeti gibi, saldırma ve çatışma yerine; barışma ve hayırda yarışma düzenini sağlayan

e) Her kesin ve her kesimin: yerel ve yakın çevrede doğrudan; ülke genelinde ise dolaylı olarak, ama en yetkin biçimde yönetime katılacağı, ayrıca seçtiklerini (vekalet yetkisi verdiklerini) sürekli denetleme imkanlarının bulunacağı bir sistemi ortaya koyan;

  • Gerçek bir demokrasinin
  • Örnek bir laikliğin
  • Ve yüksek bir medeniyetin yaşanacağı,

Yeni ve Adil bir dünya düzeni kurulabilir. Ve bu asla uzak bir ihtimal ve temenni olmayıp, inşallah pek yakında gerçekleşecektir.

0 0 votes
Değerlendirmeniz

Makale Paylaşım Sayısı: 

Yorumu Takip Et
Bildir
guest
0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments
Osman ERAYDIN

Osman ERAYDIN

YORUMLAR

Son Yorumlar
0
Yorumunuzu okumaktan memnuniyet duyarızx